You are on page 1of 17

81 NAZİAT SURESİ

GİRİŞ:

Naziat suresi Mekke’de 81. sırada inmiştir. Adını birinci ayetteki “ ‫الّنازعات‬en-
Naziat” sözcüğünden almışır.
Kur’an’ı tanıtarak başlayan surede tevhid, elçilik, öldükten sonra dirilme ve
hesap gibi inanç esasları üzerinde durulmaktadır. Ahiret inancı ile ilgili olarak önce
kıyametin dehşeti tasvir edilmekte, ardından da takva sahiplerinin ve suçluların
varacakları yerler bildirilmektedir. Ayrıca Rabbimizin evrendeki bir takım
ayetleriyle ahiretin gerçekliğine işaret edilmektedir.
Naziat suresi içeriği bakımından Nebe’ suresinin devamı ve biraz daha açılımı
mahiyetindedir.
Surede ayrıca geçmişten örnek verilerek iktidarını zorbalık ve taşkınlıkla
sürdüren ve toplumuna ilahlık iddiasında bulunan Firavun ve politikasına
değinilmekte, bu örnek üzerinden de Mekke halkına azgınlıkları ve Resulullah’a
karşı takındıkları inatçı tavırları yüzünden zorba Firavun gibi helak edilecekleri
mesajı verilmektedir.
Not: Surenin ayetlerinin elimizde mevcut, halife Osman döneminde
oluşturulan mushaftaki dizilişinde bir takım teknik ve semantik sorunlar vardır. Bu
nedenle biz imkânlarımız ölçüsünde teknik kurallara ve anlamsal kurallara göre
yeni bir dizim yapmış bulunuyoruz.

1
MEAL:

RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA

1 – 5, 26- O, suya batırırcasına/batırarak söküp çekenlere, o, zorlamadan


yumuşaklıkla çekenlere ve o, yüzdükçe yüzüp gidenlere, derken, öne geçtikçe geçip
de bir iş çevirenlere kasem olsun ki, şüphesiz bunda, haşyet [saygı] duyacak
kimseler için bir ibret vardır.
10, 11 – Onlar, “Biz tekrar eski halimize mi döndürülecekmişiz? Biz, çürümüş
kemikler olduktan sonra mı?” diyorlar.
12 – Dediler ki: “Öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür.”
27 – 33- Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Onu [göğü], O
[Allah] yaptı; boyunu yükseltti sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve
kuşluğunu [ışığın parlaklığını] çıkarttı. Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için
bir faydalanma olmak [yararlanmak] üzere yeryüzünü döşedi; ondan [yeryüzünden]
suyunu ve otlağını çıkardı, dağları da sabitledi [demirledi; sağlam bir şekilde
yerleştirdi].
6 - O gün sarsan sarsacak.
7 - Onu ikinci bir sarsıntı izleyecek.
8 - Yürekler o gün titreyerek çarpar.
9 – Onların gözleri saygılıdır.
13 – İşte o, bir tek haykırıştır.
14 - Bir de bakmışsın onlar, meydandadır.
34 - Artık o en büyük felaket geldiği vakit,
35 – O gün, insan ne yaptığını iyice anlayacak.
36 - Gören kimseler için cehennem apaçık gösterilecek.
37- 39 - Artık her azmış ve dünya hayatını tercih etmiş kimseye gelince; işte
şüphesiz Cahîm [cehennem], varılacak yerin ta kendisidir.
40, 41 - Rabbinin makamından korkan ve nefsini hevadan meneden kimseye
gelince; artık, hiç şüphesiz cennet, barınağın ta kendisidir.
42- Sana o saatten soruyorlar; onun demir atması ne zaman?
43- Onun anılmasından sende ne var ki?
44 - Onun sonucu sadece senin Rabbine aittir.
45 - Sen ancak ona [Saat’e; kıyametin kopuşuna] haşyet duyan kişilerin
uyarıcısısın.
46 – Sonra onlar onu [kıyameti] görecekleri gün, dünyada bir akşam veya
kuşluğundan başka durmamış gibidirler.
15- Mûsâ’nın haberi sana geldi mi?
16, 17- Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde /iki kez temizlenmiş vadide
seslenmişti: “Firavun’a git! Şüphesiz o azdı.”
18, 19 – Sonra de ki: “Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine
kılavuzlayayım da ona haşyet duyasın!”
20 – Sonra da o [Musa], ona [Firavun'a] o büyük mucizeyi gösterdi.
21- 24 – Sonra da o [Firavun], yalanladı ve karşı geldi. Sonra koşarak
[çabucak] arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce rabbinizim!”
dedi.
25 - Allah da, dünya ve ahiret azabıyla yakalayıverdi.

2
TAHLİL:

3
1 -5, 26- O, suya batırırcasına/batırarak söküp çekenlere, o, zorlamadan
yumuşaklıkla çekenlere ve o, yüzdükçe yüzüp gidenlere, derken, öne geçtikçe geçip
de bir iş çevirenlere kasem olsun ki, şüphesiz bunda [O gün, kişinin iki elinin [iki
gücünün; mal ve çevresinin] ne takdim ettiğine bakıp [yaptıklarıyla yüz yüze gelip]
ve kâfirin: “Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım!” demesinde], haşyet duyacak
kimseler için bir ibret vardır.

Bu pasajın ilk ayetlerinde, özellikleri sayılan bir varlığa kasem edilmiş ve “O


gün, kişinin iki elinin[iki gücünün; mal ve çevresi] ne takdim ettiğine bakıp
[yaptıklarıyla yüz yüze gelip] ve kâfirin ‘Ah ne olaydı, ben bir toprak olsaydım!’
demesinde haşyet duyacak kimseler için” bir takım ibretler olduğu vurgulanmıştır.
Ne var ki, kasem edilen bu hususlar ilim ehli tarafından hassasiyetle tahlil
edilmesi gerekirken, bu yapılamamıştır. Şöyle ki: Çözüm için gayret gerektiren bir
durum ortaya çıktığında nasıl mesele “alt komisyona havale” ediliyorsa, emek
verilmeden anlaşılmayacak bu hususlar da “melekler”e yorumlanarak işin içinden
çıkılmaya çalışılmıştır. Klasik anlayışta bunun yüzlerce örneğini görmek
mümkündür. Mesela bu ayetlerde kasem edilenler melekler olarak yorumlanmış ve
kasemin cevabı da mahzuf kabul edilmiştir. Tahlilimize başlamadan önce, sonraki
kuşaklara da kaynaklık eden bu görüşleri naklediyoruz:
"Söküp çıkaranlar", kâfirlerin ruhlarını şiddetle söküp çıkaran meleklerdir. Bu açıklamayı Ali
(r.a) yapmıştır. İbn Mesud, İbn Abbas, Mesruk ve Mücahid de böyle demişlerdir: “Bunlar
Âdemoğullarının canlarını şiddetle söküp çıkartan meleklerdir.”
İbn Mesud dedi ki: Bu buyrukla kâfirlerin canlarını kastetmektedir. Ölüm meleği,
cesetlerinden her bir kılın altından, tırnakların altından, ayakların dibinden tıpkı bir demir çubuğun
nemli yünden çekilip çıkartılması gibi, kâfirlerin canlarını cesetlerinden öylece çıkartır. Sonra bunu
tekrar sokar, yani o canları bedenlerine geri döndürür, sonra tekrar söküp çıkarır. İşte kâfirlere
yapacağı uygulama böyle olacaktır. İbn Abbas da böyle açıklamıştır.
es-Süddî dedi ki: "Andolsun ... söküp çıkaranlara!” buyruğu ile kastedilen, göğüslerde
boğulma zamanındaki canlar, yani "nefisler"dir. Mücahid: Maksat canların çıkmasını sağlayan
ölümdür.
el-Hasen ve Katade: Bunlar bir ufuktan öbür ufka giden yıldızlardır. Bu da Arapların “Ona
gitti" tabirlerinden yahut da “Atlar koştu" ifadelerinden alınmıştır. “Şiddetle” lafzı da “batar,
kaybolur ve bir ufuktan öbür ufka gidip doğar” demektir, Ebu Ubeyde, İbn Keysan ve el-Ahfeş de
böyle açıklamıştır.
"Söküp, çıkaranlar"ın ok atan yaylar olduğu da söylenmiştir ki, bu açıklamayı Ata ve İkrime
yapmıştır. "Şiddetlice" ise “batırarak [yerleştirerek]” anlamındadır. Okun yayda batırılması ise
alabildiğine geriye doğru demir ucuna ulaşıncaya kadar gerilmesi demektir. “[Oku] yayda batırdı"
tabiri, onu “gerebildiği kadar gerdi” anlamındadır. Bu da yayın, okun yerleştirildiği kısmının okun
ucuna kadar ulaşması ile olur. (Aynı kökten gelen) "istiğrak" da, “bir şeyi tam anlamıyla kapatmak
ve kuşatmak” demektir. Yumurtanın içerideki zarına da -aynı kökten gelmek üzere- ğırgıyün
‫ ءءءءء‬denilir. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Ebu Ubeyde ve Ata şöyle demişlerdir: "Yumuşaklıkla çıkaranlar", bir beldeden diğerine gecen
yabani hayvanlar demektir. Nitekim kederler de insanları bir beldeden diğerine alıp götürür. Daha
sonra da Himyân'ın az önce geçen beytini zikretmektedir.
"Şiddetle söküp çıkaranlar" buyruğunun kâfirler; "yumuşaklıkla çıkaranlar" buyruğunun de
müminler hakkında olduğu da söylenmiştir. Yani melekler müminin ruhunu yumuşak bir şekilde alır.
"Nez'" şiddetle, "neşt" de yumuşaklıkla çekmek demektir.
Her ikisinin de kâfirler hakkında olduğu ve bunlardan sonraki iki âyetin dünyadan ayrılış
halinde müminler hakkında olduğu da söylenmiştir.
"Dalıp yüzenlere" buyruğu hakkında Ali (r.a) dedi ki: Bunlar, müminlerin canlarını alıp yüzen
meleklerdir. el-Kelbî dedi ki: Bunlar, kimi zaman suya gömülen, kimi zaman üstüne çıkan yüzücü
kimse gibi müminlerin canlarını alan meleklerdir. Onların canlarını kolay bir şekilde ve
incitmeksizin usul usul çekerler. Sonra dinleninceye kadar onu bırakırlar.
Mücahid ve Ebu Salih dedi ki: Bunlar, Yüce Allah'ın emrini çabucak yerine getirmek için

4
semadan inen meleklerdir. Nitekim hızlıca yürüyen asil ata, çabucak ve hızlıca koşacak olursa "sâbih
[yüzücü]" denilir. Yine Mücahid'den şöyle dediği nakledilmiştir: Melekler inişlerinde ve
yükselişlerinde yüzerler. Yine ondan nakledildiğine göre, "yüzenler" Âdemoğullarının ruhlarında yü-
zen ölümdür. Bunların, gazilerin atları olduğu da söylenmiştir.
……
Katade ve el-Hasen: Bunlar yörüngelerinde yüzen yıldızlar demektir, demiştir. Güneş ve Ay da
böyledir. Yüce Allah da şöyle buyurmuştur: "Hepsi de birer yörüngede yüzerler" (Yâsîn/40)

Mukatil: Müminlerin canlarını alelacele cennete ulaştıran meleklerdir, demiştir. İbn Mesud da
şöyle demiştir: Bunlar, kendi ruhlarını kabzeden melekleri gördüklerinde, karşılaştıkları sevindirici
haller sebebiyle Yüce Allah'a ve Onun rahmetine kavuşmak şevki ile meleklere hızlıca koşuşan
müminlerin canlarıdır. Benzer bir açıklama er-Rabi'den nakledilmiştir. O şöyle demiştir: Ölüm
halinde çıkmakta acele eden canlardır.
……
el-Maverdî dedi ki: Bu hususta iki görüş vardır. Birincisine göre, bunlar meleklerdir. Bu
cumhurun [büyük çoğunluğun] görüşüdür. İkinci görüşe göre, bunlar yedi gezegendir. Bu görüşü de
Halid b. Ma'dân. Muâz b. Cebel'den nakletmektedir. Gezegenlerin işleri[nin] yürüt[ül]mesi [tedbiri]
de iki şekilde açıklanmıştır. Bu açıklamanın birincisine göre, bunların doğuş ve batışlarının
düzenlenmesidir. İkinci görüşe göre, bunların tedbiri, Yüce Allah'ın onlar hakkında hükmettiği
hallerin değişmesi demektir.
Yine el-Kuşeyrî de bu görüşü Tefsir'inde nakletmiş ve Yüce Allah'ın, âlemin işlerinin
yürütülmesiyle ilgili pek çok hususu yıldızların hareketlerine bağlı olarak gerçekleştirdiğini, bundan
dolayı işlerin yürütülmesi [tedbiri] Allah'tan olsa bile, tedbir yıldızlara izafe edilmiştir. Tıpkı bir
şeyin kendisine yakın olan bir diğer şeyin adı ile adlandırılması gibi.
“İşleri yürütenler”den maksadın melekler olduğu görüşüne göre, onların işleri yürütmesi, helal
ve haram hükümleri ile bunlara dair açıklayıcı hükümleri indirmeleridir. Bu açıklamayı İbn Abbas,
Katade ve başkaları yapmıştır. Bu da, esası itibariyle Yüce Allah'a ait bir iştir; fakat bu emirleri
indirenler melekler olduğundan dolayı bu iş onlara izafe edilmiş bulunmaktadır. Nitekim Yüce Allah
şöyle buyurmaktadır: "Onu Ruhu'l-emin indirdi." (Şuarâ/193) Bir başka yerde de şöyle
buyurmaktadır: "Muhakkak ki o, onu Allah'ın izniyle kalbine ... indirmiştir." (Bakara/97) Bununla
Cebrail (a.s)'ı, Muhammed (sav)'in kalbine indirdiği kastedilmektedir. Onu indiren ise Yüce
Allah'tır.
…………….
Yeminin cevabı hazfedilmiştir. Sanki Yüce Allah, şöyle buyurmuş gibidir: “And olsun şiddetle
söküp çıkaranlara, şuna ve şuna ki, siz mutlaka öldükten sonra diriltilecek ve hesaba
çekileceksinizdir.” Bunun [yeminin cevabının] hazfedilmesinin sebebi ise, dinleyenlerin manayı
bilmeleridir. Bu açıklamayı el-Ferrâ yapmıştır. Buna da Yüce Allah'ın: "Çürümüş, dağılmış kemikler
olduktan sonra mı" buyruğu delil teşkil etmektedir. Bunun onların: “Çürümüş, dağılmış kemikler
olduktan sonra mı diriltileceğiz?” sözlerine bir cevap gibi olduğu görünmüyor mu? Bundan dolayı
Yüce Allah "çürümüş, dağılmış kemikler olduktan sonra mı?" diye buyurmakla yetinmiştir.
Kimileri de şöyle demiştir: Yemin, Yüce Allah'ın: "Şüphe yok ki bunda korkan kimseler için
elbette bir ibret vardır." (Naziat/26) buyruğu için yapılmıştır. Tirmizi b. Ali'nin tercih ettiği görüş
budur. Yani “Benim anlatmış olduğum kıyamet günü ve Musa ve Firavun'un kıssasında "korkan
kimseler için elbette bir ibret vardır" demektir.
Fakat İbnu'l-Enbârî'nin söylediklerine göre yeminin sûrede açık ve görünür bir şekilde anılmış
bir hususa yapılması, daha önce kendisinden söz edilmemiş bir şeye yapılmasından daha uygundur.
Çünkü bu, çirkin bir şekil olur, zira her ikisi arasında geçen ifadeler oldukça uzamış bulunmaktadır.
Yeminin cevabının: "Musa'nın haberi geldi mi sana" (Naziat/15) buyruğu olduğu da
söylenmiştir. Çünkü: “... gelmiş bulunmaktadır” demektir. "O gün sarsan sarsacak" buyruğunun:
“Elbette ki o gün sarsacak” takdiri ile cevabı teşkil ettiği ve "lâm" harfinin hazfedildiği de
söylenmiştir.
Bir diğer açıklamaya göre, buyruklarda takdim ve tehir vardır. İfade: “O gün sarsan sarsacak,
arkasından onu Râdife izleyecek. Andolsun şiddetle söküp çıkaranlara...” takdirindedir. (Kurtubi; el
Camiu li Ahkami’l Kur’an)

Abdullah İbn Mes'ûd, Abdullah İbn Abbâs, Mesrûk, Saîd b. Cübeyr, Ebu Salih, Ebu Duhâ,
Süddî: «Boğulmuş olanı söküp alanlara andolsun!» kavli ile meleklerin kastedildiğini söylerler.
Yani melekler Ademoğullarının ruhlarını çekip aldıkları zaman, bir kısmı katı ve sert olarak ruhu
kabzeder ve bunu söküp çıkarmak için çalışır. Bir kısmı da insanoğlunun ruhunu kolaylıkla alır.
Sanki bir ip düğümünü çözüyormuş gibi. İşte Allah Teâlâ'nm müteakiben buyurduğu: «Canları
kolaylıkla alanlara» kavlinden maksat budur. İbn Abbas böyle der. Bir başka rivayette de İbn Abbâs

5
der ki: «Söküp alanlar»dan maksat, kâfirlerin nefisleridir. Bunlar sökülüp alınır, sonra cehennem
ateşine daldırılırlar. İbn Ebî Hatim böyle rivayet eder. Mücâhid der ki: «Boğulmuş olanı söküp
alanlar» kavlinden maksat, ölümdür. Hasan, Katâde ise: «Boğulmuş olanları söküp alanlara
andolsun. Canları kolaylıkla alanlara da…» kavli ile yıldızlar kastedilmiştir. Atâ İbn Ebî Rebân der
ki: “Söküp alanlar” ile “Kolaylıkla alanlar” kavlinden maksat, savaşa kuvvetle katılanlardır. En
sahîh görüş birincisidir ve müfessirlerin ekseriyeti bu görüşü benimsemişlerdir. «Yüzüp yüzüp
gidenlere…» kavline gelince: Abdullah İbn Mes'ûd, bunların melekler olduğunu söyler. Hz. Ali,
Mücâhid, Saîd İbn Cübeyr ve Ebu Sâlih'den de buna benzer bir ifâde nakledilmiştir. Mücâhid ise
«Yüzüp yüzüp gidenlere» kavli ile ölüm kastedilmiştir derken, Katâde: “Bunlarla yıldızlar
kastedilmiştir” der. Atâ İbn Ebî Rebâh ise; bununla diriler kastedilmiştir, der. «Yarıştıkça
yarışanlara…» Ali, Mesrûk, Mücâhid, Ebu Salih ve Hasan el-Basrî'den rivayet edilir ki; bununla
melekler kastedilmiştir. Hasan ise; “iman yarışına katılıp tasdike koşanlar” anlamını vermiştir.
Mücâhid ölüm anlamını verirken, Katâde yıldızlar mânâsını verir. Atâ ise bununla Allah yoluna
koşulan atlar kastedilmiştir, der. «Ve işleri yönetenlere…» Ali, Mücâhid, Atâ, Ebu Salih, Hasan,
Katâde, Rebî' İbn Enes ve Süddî “Bunlar meleklerdir” derler. Hasan'ın ek bilgisinde ise şu ifâdeler
yer alır: Melekler emri gökten yeryüzüne yöneltirler. Bu konuda ihtilâf yoktur. Ancak İbn Cerîr
kesin olarak neyin kastedildiğini belirtmemiştir. Onun nakline göre: «Ve işleri yönetenlere...»
kavliyle melekler kastedilmiştir. Ancak kendisinin bu görüşe müspet veya menfi tarzda katılıp
katılmadığını zikretmemiştir. (İbn Kesir)

Kasemin Cevabının Mahzuf Olduğu Görüşü:

Birinci Görüş: Cevap mahzuftur. Böyle olması halinde, burada şu takdirler yapılabilir:
1- Ferra, mahzuf olan cevabın " ‫ ءءءءءء‬letübasünne Muhakkak ki diriltileceksiniz"
ifadesi olduğunu; bunun delilinin de Allah Teâlâ´nın, onların söylediklerini dile getirdiği, "Bizler,
çürümüş kemikler olduğumuzda mı? (Nâziat/11)” ifadesi olduğunu; zira bunun anlamının "Biz,
çürümüş kemikler haline geldiğimizde mi diriltileceğiz?!..." şeklinde olduğunu söylemiştir.
2- Ahfeş ve Zeccac´a göreyse, kasemlerin cevabı " letenfühunne cena ssuri ‫جنا الصورلتنفخن‬
Biz, Sûr´a iki kez üfleriz” ifadesidir. Mahzuf olan cevabın bu olduğunun delili ise "iki üfleme"yi
ifade eden erradife ve erracife ‫الرادفة الراجفة‬kelimelerinin burada yer almalarıdır.
3] Kısaî, mukadder cevabın " innelkıyamete vakıatün ‫ن القيامة لواقعة‬ ّ ‫ا‬Kıyamet kopacaktır”
ifadesi olduğunu; zira Cenâb-ı Hakk´ın, vezzariyati zervan felhamilati vegran ‫والللذاريات ذروًا‬
‫ فالحاملت وقرًا‬buyurup, daha sonra ennema tüadune lesadıkun, ‫ انما توعدون لصادق‬buyurmasının,
velmürselati urfen felasıfati asfen ‫والمرسلت عرفًا فالعصفات عصفًا‬buyurup, daha sonra da, ennema
tüadune levakıun ‫ انما توعدون لواقع‬buyurması gibi olduğunu; burada da böyle olduğunu; zira Kur
´ân´ın aslında tek bir sûre gibi olduğunu söylemiştir.

Kasemin Cevabının Zikredilmiş Olduğu Görüşü:

İkinci Görüş: Bu görüşe göre ayetteki ifadelerin cevabı mezkur demektir. Bu görüşe göre şu
ihtimaller söz konusudur:
1- Hakkında kasem edilen şey [cevap], "O gün kalpler titreyecek; gözleri zilletle eğilecektir”
ayetinin beyan ettiği husustur. Buna göre takdir, "Bunları derinliklerden söküp alanlara, rıfk ile
çıkaranlara ki, sarsanın sarstığı o günde, titreyen bir takım kalpler, zilletten eğilen bir takım gözler
meydana gelir, bulunur..." şeklinde olur.
2- Kasemin cevabı "Muhakkak ki sana Musa´nın haberi geldi..." (Naziat/15) ifadesidir. Çünkü
buradaki tıpkı "muhakkak ki sana Gâşiye’nin [kıyametin] haberi geldi" manasındaki Gâşiye/1’de
olduğu gibi "muhakkak" anlamındadır.
3- Kasemin cevabı "Şüphesiz ki, bunda, haşyet edenler için bir öğüt vardır" (Naziat/26)
cümlesidir. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)

Kasemin Cevabının Zikredilmiş Olduğu Görüşü:

İkinci Görüş: Bu görüşe göre ayetteki ifadelerin cevabı mezkur demektir. Bu görüşe göre şu
ihtimaller söz konusudur:
1- Hakkında kasem edilen şey [cevap], "O gün kalpler titreyecek; gözleri zilletle eğilecektir”
ayetinin beyan ettiği husustur. Buna göre takdir, "Bunları derinliklerden söküp alanlara, rıfk ile
çıkaranlara ki, sarsanın sarstığı o günde, titreyen bir takım kalpler, zilletten eğilen bir takım gözler
meydana gelir, bulunur..." şeklinde olur.

6
2- Kasemin cevabı "Muhakkak ki sana Musa´nın haberi geldi..." (Naziat/15) ifadesidir. Çünkü
buradaki tıpkı "muhakkak ki sana Gâşiye’nin [kıyametin] haberi geldi" manasındaki Gâşiye/1’de
olduğu gibi "muhakkak" anlamındadır.
3- Kasemin cevabı "Şüphesiz ki, bunda, haşyet edenler için bir öğüt vardır" (Naziat/26)
cümlesidir. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)

BİZİM TAHLİLİMİZ:

Teknik olarak 1-5. ayetler kasem; kasemin cevabı da 26. ayettir. Surede
kasemin cevabı olabilecek başka bir ayet yoktur. 26. ayet hem teknik yapısı hem de
anlamı itibariyle kasemin cevabı mahiyetindedir.
Mealde de ortaya koyduğumuz gibi, kasem cümlesinin bir bütün olması lazım
gelirken, kanaatimizce, Kur’an’ı mushaflaştıranlar tarafından bu yapı bozulmuştur.
Bunun sonucunda da yukarıdaki alıntılarda sunduğumuz gibi bir takım uyarlamalar
yapmak zorunda kalınmıştır. Biz, olması gereken teknik yapıyı dikkate alarak
meallendirmiş bulunuyoruz.
Sure kasem cümlesi ile başlamıştır. Ardı ardına oluşan bir takım olgulara
kasem edilerek, yani bunlar referans gösterilmek suretiyle akıllı, bilgili insanlara
bunda; Nebe’ suresinin son paragrafında anlatılanlarda “ibret” olduğu kanıtlanmak
istenmektedir. Surenin bu bölümü, Zariyat suresinin ilk ayetlerine çok
benzemektedir.

İLK AYETLERDE KASEM EDİLENLER:

- ‫الّنازعات‬Naziat:
“Naziat” sözcüğü “sökerek çekmek” (Lisanü’l-Arab; c: 8, s: 518-520, nza
mad.) anlamındaki “ ‫نزع‬nezea” sözcüğünün ismi fail kalıbının çoğuludur. Anlamı
“sökerek çekenler” demektir. Sözcük belirteçli olduğundan, “o sökerek çekenler”
anlamını taşımaktadır. Hemen peşinden gelen “ ‫غرقًا‬ğarkan” sözcüğü de “mef’ulu
mutlak” veya “hal” olarak getirildiğinden, ayetteki ifadenin anlamı da “suya
batırırcasına, suda boğarcasına çekenler” veya “suya batırarak, suda boğarak
söküp çekenler” demek olur.
Bu anlamdan anlaşıldığına göre, Rabbimiz bu ifade ile “suda boğarcasına
sıkıntı veren” bir olguya kasem etmektedir.

‫ الّناشطات‬Naşitat:
“Naşitat” sözcüğü, “ ‫ن ش ط‬nşt” mastarının ism-i fail kalıbının çoğuludur.
Sözcüğün kökü olan “nşt”, Lisanü’l-Arab’da “keselin nâkızı [ağırdan almanın;
tembelliğin karşıtı]” olarak verilmekte ve sözcüğün “yumuşaklıkla hareket ettirme,
özendirme, kolaylaştırma, gayrete getirme” gibi anlamlarda kullanıldığı örneklerle
açıklanmaktadır. (Lisan; 8/557-560. nşt mad.)

‫سابقات المدّبرات‬
ّ ‫سابحات ال‬
ّ ‫ ال‬Sabihat, Sabikat, Müdebbirat:

“Yüzdükçe yüzen, yüzerken de öne geçtikçe geçip işleri düzenleyenler”:

Bu ayetlerin iki açıdan değerlendirilmesi uygundur:

1- Evrendeki olaylar açısından: Buna göre, Rabbimiz evrendeki her zaman


hayranlıkla izlenen yasalarına; iş ve oluşları ayarlayan kanunlarına dikkat
çekmektedir.

7
“Naziat”, evrendeki çekim kuvvetidir.
“Naşitat” ise evrendeki itme kuvveti, suyun kaldırma kuvvetidir.
“Yüzenler”; yıldızlar; galaksiler; Güneş, Ay ve bunların kendi mihverlerinde
ve bağlı olduğu yıldız çevresindeki yörüngelerde yüzmesi, bu sayede gece gündüz
ve diğer yaşam koşullarının, med-cezirin, gece gündüzün, mevsimlerin oluşması,
tüm canlı türlerinin ve bitkilerin yaşam koşullarının ayarlanmasıdır.
Ve O, geceyi, gündüzü, Güneş’i ve Ay’ı yaratandır. Hepsi bir yörüngede yüzmektedir.
Biz, senden önce de hiçbir beşer için sonsuzluk kılmadık. Peki, sen öldün de onlar sürekli
kalanlar mıdırlar? (Enbiya/33, 34)

Kendi yolunda kendisi için kararlaştırılmış olan için akıp giden Güneş de [duyarsız kavim için
bir delildir]. İşte bu, çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir [ayarlamasıdır].
Bizim kendisi için, eski kuru bir hurma dalı gibi dönünceye dek menziller takdir ettiğimiz Ay
da [o duyarsızlaşmış kavim için bir delildir].
Güneş’in Ay’a erişip çatması uygun olmaz. Gece de gündüzü öne geçici değildir. Hepsi de bir
yörüngede yüzerler. (Yasin/38- 40)

O [Allah], gökten yere işleri düzenler, sonra da o [işler], ölçüsü sizin saydıklarınızdan bin yıl
olan bir günde O'na [Allah’a] yükselir. (Secde/5)

Allah, gökleri görüp durduğunu direkler olmadan yükselten Zat’dır. Sonra O, arş üzerine istiva
etti. Güneşe ve aya boyun eğdirdi. –Hepsi adı konmuş bir ecele akıp gidiyor. O, işi, Rabbinize
kavuşacağınız güne kani olursunuz diye ayetleri detaylandırarak yönetir. (Ra’d/2)

Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istiva eden, işi
yönetip duran Allah’tır. Şefaatçi ancak O’nun izninden sonradır. İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde
O'na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız? (Yunus/3)

Şüphesiz ki sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra Arş üzerine istiva eden,
gündüzü, durmadan kovalayan gece ile bürüyen ve güneş, ay ve yıldızları emrine boyun eğmiş
olarak yaratan Allah'tır. İyi biliniz ki yaratma ve emir sadece O'na özgüdür. Âlemlerin Rabbi olan
Allah ne cömerttir! (A’raf/54)

Evrene konmuş bu işleyiş yasalarının “haşyet duyacak kimselerin ibret


almaları”na referans olması ise, bu düzenin bozulacağının bilimsel gerçekliğinden
dolayı ahiretin mutlaka gerçekleşeceğinin bilginlerce kabul edilmesidir.

2- Kur’an’ın özellikleri açısından: Rabbimizin kasem ettiği “kolaylaştıran, işi


tereyağından kıl çeker gibi rahat ve kolay yapan, özendiren, bıkkınlık vermeyen,
nefret ettirmeyen, insanı tembelliğe, ağırdan almaya sevk etmeyen” hususlardan
kasıt Kur’an ayetleridir.
Kur’an kâfirlerin kalplerine hançer gibi saplanmış, onlara sürekli sıkıntı
vermektedir. Müminleri ise kendine çekmekte, her yönüyle Allah’ı tanıtmakta, O’nu
noksan niteliklerden tenzih etmekte, her işlerinde müminlere yol haritası olup işlerini
düzenlemektedir. İçerdiği mesajlar gayet etkili sözlerden oluşmakta, elden ele, dilden
dile, gönülden gönüle yağ gibi akmakta ve herkesin her işini görmekte, problemlerini
çözmektedir. Kur’an’ın bir adı da “Ruh” olup ölü mesabesindeki kâfirlere hayat verip
müminleştirmektedir.
“Naziat” Kur’an’dır: Çünkü Kur’an kâfirler için sürekli sıkıntı, bunalım ve
vicdan azabı vesilesi olmuştur:
Biz, bu Kur'an'da, akıllarını başlarına almaları için türlü şekillerde evirip çevirdik [açıkladık].
Ve bu [açıklamalar] ancak onların nefretini artırmıştır. (İsra/41)

8
Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir
ağırlık kıldık. Ve sen Kur’an’da sadece Rabbini ‘bir ve tek’ olarak andığın zaman, ‘nefretle kaçar
vaziyette’ gerisin geriye giderler. (İsra/46)

Ve onlar var güçleriyle Allah’a yemin etmişlerdi ki, kendilerine uyarıcı bir peygamber gelirse,
mutlaka ümmetlerin her birinden daha doğru yolda olacaklardı. Buna rağmen ne zaman ki
kendilerine bir uyarıcı geldi, bu, yeryüzünde bir kibirlenme ve kötülük düzeni yönünden onların
sadece nefretlerini artırdı. Hâlbuki kötü düzen ancak kendi ehlini çepeçevre kuşatır. O hâlde
öncekilerin kanunundan başka ne gözetiyorlar? Onun için sen Allah’ın sünnetinde asla bir değişme
bulamazsın. Sen Allah’ın sünnetinde asla bir başkalaşma da bulamazsın. (Fatır/42)

Ve onlara herhangi bir elçi gelmeye görsün, mutlaka onunla alay ederlerdi.
Böylece Biz onu [Kur’an’ı], günahkârların [suçluların] kalplerine sokarız. (Hıcr/12)

Böylece onu günahkârların kalplerine soktuk. Onlar acıklı azabı görünceye kadar ona iman
etmezler. (Şuara/200)

Şimdi de konumuz olan pasajı tahlil edelim:


Kasem ifade eden ilk ayetlerden sonra, kâfirlerin Kur’an karşısındaki inatçı
tutumlarına ve bu tutumun yol açtığı akıbete değinilmektedir. Şüpheci akılsızlar her
ne kadar peygamberimizden tehdit edildikleri azabı hemen getirmesini isteyerek
inanmaz görünseler de, kafalarının içinde daima bir “acaba?” taşımaktadırlar. Yani,
görünüşte inanmaz, hakikati kabul etmez bir tavır sergileyen bu inkârcılar, aslında
içlerinden “Ya doğruysa, ya varsa!” diye şüpheye düşmekte ve huzursuz
olmaktadırlar:
Şu küfretmiş olan kişiler de, kendilerine ansızın Saat [kıyametin kopuş anı] gelinceye veya
akim [kısır, yararsız, verimsiz] bir günün azabı gelinceye kadar, ondan [Kur’an’dan] kuşku duymaya
devam edeceklerdir. (Hacc/55)

Elif, Lam, Ra. Bunlar, kitabın ve apaçık / açıklayıcı bir Kur’an’ın ayetleridir. Zaman zaman şu
inkâr etmiş olan kişiler, “Keşke Müslüman olsaydık!” temennisinde bulunacaklar. Böylece biz onu
[Kur’an’ı], günahkârların [suçluların] kalplerine sokarız.” (Hicr/1,2, 12)

“Naşitat”ın Kur’an olduğunu yukarıda da ifade etmiştik. Çünkü Kur’an ayetleri


müminlere hem kolaydır, hem de kolaylaştırandır. Onlara müjdeler verir, mutlu
olmalarını sağlar.
İşte şüphesiz Biz onu [Kur’an’ı], kendisiyle takva sahiplerini müjdeleyesin, inat eden kavmi de
uyarasın diye senin lisanın üzere kolaylaştırdık. (Meryem/97)

Bundan [Kur'ân'dan] önce de bir önder ve rahmet olarak Musa'nın kitabı vardı. İşte bu [Kur'ân]
da, zulmeden kimseleri uyarmak, iyilik-güzellik üretenleri müjdelemek için Arap lisanı üzerine
tasdik eden bir kitaptır. (Ahkaf/12)

Şüphesiz ki bu Kur'an, insanları en doğru ve en sağlam şeye [rüşde, yola] kılavuzlar. Ve


salihatı işleyen müminlere kendileri için kesinlikle ve kesinlikle büyük bir ecir olduğunu ve ahirete
inanmayan kişiler için Bizim can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler. (İsra/9)

Hamd [tüm övgüler], katından şiddetli azaba karşı uyarmak, salihatı işleyen müminlere,
şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir mükâfat bulunduğunu müjdelemek ve
“Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiçbir pürüz
kılmadığı Kitap’ı indiren Allah içindir. (Kehf/2)

Ta, Sin. Bunlar, salâtı ikame eden, zekâtı veren ve ahirete de kesin olarak inanan kişilerin ta
kendileri olan müminler için hidayet rehberi ve müjdeci olmak üzere Kur’an’ın ve apaçık / açıklayıcı
bir kitabın ayetleridir. (Neml/1-3)

9
Allah’a yeminleşerek “Gece ona ve ailesine baskın yapacağız; sonra da velisine [yakınlarına]
‘Biz, o ailenin yok edilişine şahit olmadık [olay sırasında orada değildik] ve biz kesinlikle doğru
olanlarız’ diyeceğiz” dediler. (Neml/49)

Veya eğer O [Allah], rızkını kesiverse, size rızık verecek o kimse kimdir? Aslında onlar
azgınlık ve nefrette direnip durmaktadırlar. (Mülk/21)

Şüphesiz ki bu Kur'an, insanları en doğru ve en sağlam şeye [rüşde, yola] kılavuzlar. Ve


salihatı işleyen müminlere kendileri için kesinlikle ve kesinlikle büyük bir ecir olduğunu ve ahirete
inanmayan kişiler için Bizim can yakıcı bir azap hazırladığımızı müjdeler. (İsra/9, 10)

“Sabihat”: Yüzdükçe yüzüp de [elden ele, dilden dile, gönülden gönüle dolaşıp
duran].

“Sabikati sekban”: Öne geçtikçe geçen; [hep öne geçen, önemseten ve kişisel
ve sosyal tüm işleri ayarlayan].

“Müdebbirati emran”: Kur’an ayetlerinin her işi düzenlemesi; Rabbimizin her


işe ait emirlerinin, yasaklarının olması; ilkeler koyması demektir. Zaten Kadr
suresinde bu açıklanmış idi.
Melekler [haberciler], içlerindeki ruh ile Rablerinin izniyle iner dururlar/ hulûl eder dururlar;
her bir işten. (Kadr/4)

Unutulmamalıdır ki, Kur’ân'daki mucize dağlarda, taşlarda, rüzgârlarda olan


mucizelerden daha yücedir. Öyle bir mucizedir ki, her an el altında ve göz önünde
bulunmasına rağmen kıyâmete kadar mucizeleri tükenmeyecektir.
Rabbimiz Kur’an’ın bütün bu özelliklerini ön plana çıkararak onların tanıklığı
ile “Şüphesiz bunda haşyet duyacak kimseler için nice ibretler” olacağını
kanıtlamaktadır.
Ayetteki “bunda” işaret zamiri ile işaret edilen olgu, Nebe’ suresinde konu
edilen “kişi iki elinin [iki gücünün; mal ve çevresi] ne takdim ettiğine bakıp da
[yaptıklarıyla yüz yüze gelip de] ve kâfir kişinin: “Ah ne olaydı, ben bir toprak
olsaydım!” demesidir.
Ayette “haşyet [saygı] duyacak kimseler için bir ibret vardır” buyrulmuştur.
Daha evvel “haşyet”in “bilgi kaynaklı bir saygı” olduğunu açıklamıştık. Burada da
bu konulara ait bilgisi olanların bundan ibret alacağı, evrendeki ayetleri fark edecek
akıl ve bilgiye sahip olmayanlara bu ayetlerin bir şey ifade etmeyeceği
bildirilmektedir.
Bundan dolayı hemen öğüt ver, eğer öğüt fayda veriyorsa/verecekse, saygısı olan öğüt
alacaktır. (A’la/9, 10)

Eğer Biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, Allah’ın haşyetinden onu baş eğmiş, parça, parça
olmuş görürdün. Ve Biz bu misalleri tefekkür ederler diye insanlara veriyoruz. (Haşr/21)

Biz Kur’an’ı sana sıkıntıya düşesin / sıkıntı veresin [eşkıyalık edesin] diye indirmeyip ancak
haşyet duyan kimse için bir öğüt olmak üzere, yeryüzünü ve yüce gökleri yaratandan bir indirilişle
indirdik. (Ta Ha/3)

İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü renkte olanlar vardır.
Kulları arasında Allah’tan ancak bilginler haşyet ederler [derin hayranlık ve saygı duyup ondan
uzaklaşmaktan korkarlar]. Hiç şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır. (Fatır/28)

10
Kuran, burada olduğu gibi, başka sure başlarında da bir çok kez böyle mecazi
ifadeler ile tanıtılmıştır:
‘Urf hâlinde [yığın yığın, öbek öbek, küme küme] gönderilmişlere kasem olsun ki; –
dolayısıyla da büküp devirenlere– canlandırdıkça canlandıranlara da [kasem olsun ki], –dolayısıyla
ayırdıkça ayıranlara– ve bir öğüt bırakanlara da [kasem olsun ki], –gerek özür, gerek uyarı olmak
üzere– kesinlikle tehdit olunduğunuz şey elbette meydana gelecektir. (Mürselat/1- 7)

O saflar halinde dizilenlere/ dizenlere, sonra da haykırıp sürükleyenlere, sonra da [haykırıp


sürükleyince de] öğüt okuyanlara kasem olsun ki, [bunlar, o saflar halinde dizilenler kanıttır ki,]
sizin İlahınız kesinlikle Bir Tek’tir. O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Doğuların da
Rabbidir. (Saffat/1- 5)

O tozuttukça tozutanlara arkasından ağırlığı taşıyanlara, sonra kolaylıkla akanlara, sonra da bir
emri paylaştıranlara kasem olsun ki, şüphesiz tehdit olunduğunuz o şey, kesinlikle doğrudur.
Şüphesiz “Din [yapılanların karşılıklandırılması]” de kesinlikle gerçekleşecektir. (Zariyat/1-6)

10, 11 – Onlar, “Biz tekrar eski halimize mi döndürülecekmişiz? Biz, çürümüş


kemikler olduktan sonra mı” diyorlar.
12 – Dediler ki: “Öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür.”
27 – 33- Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz yoksa gök mü? Onu [göğü], O
[Allah] yaptı; boyunu yükseltti sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve
kuşluğunu [ışığın parlaklığını] çıkarttı. Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için
bir faydalanma olmak [yararlanmak] üzere yeryüzünü döşedi; ondan
[yeryüzünden] suyunu ve otlağını çıkardı, dağları da sabitledi [demirledi; sağlam
bir şekilde yerleştirdi].

Bu ayetler Nebe suresinin devamı, biraz da açılımı mahiyetindedir. Nebe


suresinde “o çok büyük ve önemli haber” üzerinden soruşanların, tartışanların
içinde bulundukları çıkmazların detayı verilmekte ve onlara cevaplar verilmektedir:
Onlar, Kur’an’daki önemli haberleri duydukça, birbirlerine: “Biz tekrar eski
halimize mi döndürülecekmişiz? Biz, çürümüş kemikler olduktan sonra mı?”,
“Öyleyse bu çok zararlı bir dönüştür” deyip durmaktadırlar.
Rabbimiz bu kişilere “dirilme”nin mümkün, “diriltme”nin de Kendisisi için
çok kolay olduğunu bildirerek insanları düşünmeye davet etmektedir: “Yaratılışça
siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? Onu [göğü], O [Allah] yaptı; boyunu
yükseltti, sonra da onu düzene koydu, gecesini kararttı ve kuşluğunu [ışığın
parlaklığını] çıkarttı. Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir faydalanma
olmak [yararlanmak] üzere yeryüzünü döşedi; ondan [yeryüzünden] suyunu ve
otlağını çıkardı, dağları da sabitledi [demirledi; sağlam bir şekilde yerleştirdi].”

Ayetteki “Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü?” ifadesinin birincil
muhatabı ahireti inkâr eden o günkü Mekkeli müşrikler olmakla beraber, aslında
tüm zamanlardaki inkârcılardır. Ayette sorulan bu sorular, tüm inkârcıların
cevaplaması gereken sorulardır. Rabbimiz, insanlar akıllarını başlarına alsınlar,
kendilerine gelsinler diye bu konuda birçok kez ikazda bulunmuştur:
Elbette göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyüktür. Ama
insanların çoğu bilmiyorlar. (Mu'min/57)

Ve onlar dediler ki: “Biz, bir kemik yığını olduğumuz ve ufalanıp toz olduğumuz vakit mi,
gerçekten biz, yeni bir yaratılışla diriltilecek miyiz?”
De ki: “İster taş olun, ister demir. Veyahut gönlünüzde büyüyen başka bir yaratık olun.” Sonra
onlar; “Bizi kim geri döndürecek?” diyecekler. De ki: “Sizi ilk defa yaratmış olan.” Bunun üzerine

11
sana başlarını sallayacaklar ve “Ne zamandır bu?” diyecekler. De ki: “Çok yakın olması umulur! Sizi
çağıracağı [diriltileceğiniz] gün, O’nu överek O’nun çağrısına uyacaksınız ve sadece pek az
kaldığınızı zannedeceksiniz.” (İsra/49- 52)

Ve kendi yaratılışını dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı: Dedi ki: “Kim diriltecekmiş
o kemikleri? Onlar çürümüş iken!”
De ki: “Onları ilk defa yaratan, onları diriltecektir. Ve O her yaratmayı çok iyi bilendir. O, size
o yemyeşil ağaçtan bir ateş yapandır. Şimdi de siz ondan yakıp duruyorsunuz.
Gökleri ve yeri yaratan, onlar gibilerini de yaratmaya kadir değil midir? Evet [elbette kadirdir]!
Ve O çok mükemmel yaratandır, çok iyi bilendir.
Şüphesiz ki O bir şeyi dilediğinde, O’nun buyruğu / işi o şeye “Ol!” demektir; o da hemen
oluverir. (Ya Sin/78- 81)

Ve onlar: “Bu apaçık büyüden başka bir şey değildir. Öldüğümüz ve toprak, kemik olduğumuz
zaman mı, gerçekten mi biz tekrar dirilecekmişiz? Önceki atalarımız da mı?” diyorlar. (Saffat/16)

Ayetteki “Ve ondan sonra, sizin ve hayvanlarınız için bir faydalanma olmak
[yararlanmak] üzere yeryüzünü döşedi” ifadesindeki sonralık “zamanda sonralığı”
değil, kelamdaki sonralığı ifade eder. “ ‫ثّم‬sümme” ve “ ‫ بعد‬ba’de” edatlarının sadece
zamanda sonralığı değil, kelamda sonralığı ifade ettiğini bundan önce [Beled/17 ve
Kalem/13’ün tahlillerinde] birkaç kez açıklamıştık. O nedenle, bu ayetin de yer
kürenin semalardan sonra yaratıldığı şeklinde anlaşılmaması gerekir. Buna benzer
bir ayet de ileride [Bakara/29] gelecektir.
Yerküre ile göklerin yaratılışı Fussılet suresinde detaylıca yer almıştı:
De ki: "Siz yeryüzünü iki günde [evrede] yaratanı gerçekten inkâr edip duracak mısınız? Bir de
O'na eşler koşuyorsunuz! O, âlemlerin Rabbidir."
Ve O, onun [yeryüzünün] içinde sabit dağlar yarattı. Orada bereketler meydana getirdi. Orada
araştırıp isteyenler için eşit olarak [ayırım yapılmadan] rızıkları dört günde ayarladı.
Sonra duman halinde bulunan göğe yerleşti/egemenlik kurdu da ona ve yeryüzüne “İsteyerek
veya istemeyerek gelin!” dedi. İkisi de “Biz isteyerek geldik” dediler.
Böylece O [Allah], onları iki günde yedi gök olmak üzere gerçekleştirdi ve her göğe kendi
işini vahyetti [içine yükledi]. Biz en yakın göğü kandillerle ve korumayla süsledik. İşte bu, Azîz,
Alîm’in ayarlamasıdır. (Fussılet/9-12)

6 - O gün sarsan sarsacak.


7 - Onu ikinci bir sarsıntı izleyecek.
8 - Yürekler o gün titreyerek çarpar.
9 – Onların gözleri saygılıdır.
13 – İşte o, bir tek haykırıştır.
14 - Bir de bakmışsın onlar, meydandadır.

Rabbimiz çevremizdeki ayetlerine [evrendeki delil ve işaretlerine] dikkat


çektikten sonra, bunların akıbetine dair açıklamalarda bulunmaktadır.
Birinci sarsıntı ile “kıyamet koptuğunda dünyanın alt-üst olması”
kastedilirken, ikinci sarsıntı ile de ölülerin ayağa kalkmasına işaret edilmektedir. Bu
olguya daha önceki surelerde de birçok kez değinilmişti. Hatırlatmak için şu örnekle
yetiniyoruz:
Ve Sûr’a üflenmiştir de Allah’ın dilediği hariç, göklerde kim var, yerde kim varsa çarpılıp
yıkılıvermiştir. Sonra ona başka bir daha üflenmiştir de onlar kalkmışlar karşıda bakıp duruyorlar.
(Zümer/68)

12
Ayetteki “Yürekler o gün titreyerek çarpar” ifadesinin çağrıştırdığı korku
psikolojisi, korku ve dehşet içindeki kâfirlerin psikolojik durumlarını
yansıtmaktadır. Zira o gün müminler güven içinde olacaktır:
Ey İnsanlar! Rabbinizden sakının; şüphesiz o Saat’ın sarsıntısı çok büyük bir şeydir.
Onu göreceğiniz gün, her emzikli kadın emzirdiğinden vazgeçer. Ve her hamile kadın
taşıdığını düşürür. Ve sen insanları sarhoş olmadıkları halde hep sarhoş görürsün. Ama Allah’ın
azabı çok şiddetlidir. (Hacc/1,2)

Şüphesiz tarafımızdan kendilerine “En güzel” hazırlanan kimseler; işte onlar, ondan
[cehennemden] uzaklaştırılmışlardır. Onlar, onun [cehennemin] uğultusunu duymazlar. Onlar,
nefislerinin istediği şeyler içinde sürekli kalıcıdırlar.
O en büyük korku onları üzmez ve kendilerine melekler: “İşte bu, size söz verilmiş olan
gününüzdür” diye ilka eder dururlar [akıllarına getirirler]. (Enbiya/101-103)

Hayır… Hayır… Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin geldiği ve
meleklerin saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına
gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki! (Fecr/21-23)

34 - Artık o en büyük felaket geldiği vakit,


35 – O gün, insan ne yaptığını iyice anlayacak.
36 - Gören kimseler için cehennem apaçık gösterilecek.
37- 39 - Artık her azmış ve dünya hayatını tercih etmiş kimseye gelince; İşte
şüphesiz cahıym [cehennem], varılacak yerin ta kendisidir.
40, 41 - Rabbinin makamından korkan ve nefsini hevadan meneden kimseye
gelince; artık, hiç şüphesiz cennet, barınağın ta kendisidir.

Bu ayetler, kıyametin kopmasından sonra kimsenin yapacağı bir şey


kalmayacağı; bu nedenle herkesin sağ iken kendisine verilen fırsatı doğru
değerlendirmesi gerektiği mesajını vermektedir.
Kıyamet gelince, o gün insan ne yaptığını iyice anlayacak. Gören kimseler için
cehennem apaçık gösterilecek. Her azmış ve dünya hayatını tercih etmiş kimse
kesinlikle cehenneme, Rabbinin makamından korkan ve nefsini hevâdan meneden
kimse de cennete gönderilecektir.
O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklarını kendilerine haber verecektir. Allah onları
bir bir saymıştır. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir. (Mücadele/6)

Ve yeniden diriltilen gün; mal ve oğulların sağlam bir kalple [gerçek imanla] gelenlerden
başkasına fayda vermediği ve cennetin muttakilere yaklaştırıldığı, azgınlar için de cehennemin açılıp
gösterildiği gün beni rezil etme!” dedi. (Şuara/90, 91)

Ve Rabbinin üzerine almış olduğu kesinleşmiş bir hüküm olarak, içinizden oraya [cehennemin
dış kenarına] uğramayacak hiç kimse yoktur.
Sonra Biz, takva sahibi olmuşları kurtarırız. Zalimleri de orada [cehennemin dış kenarında,
mahşer alanında] dizleri üzerine çökmüş hâlde bırakırız. (Meryem/71, 72)

Şüphesiz tarafımızdan kendilerine “En güzel” hazırlanan kimseler; işte onlar, ondan
[cehennemden] uzaklaştırılmışlardır. Onlar, onun [cehennemin] uğultusunu duymazlar. Onlar,
nefislerinin istediği şeyler içinde sürekli kalıcıdırlar. (Enbiya/101)

O [çılgın alev] onları uzak bir yerden görünce, onun öfkelenmesini ve uğultusunu işittiler
[işitecekler]. (Furkan/12)

13
35. ayetteki “O gün, insan ne yaptığını iyice anlayacak” ifadesiyle, kişinin
henüz amel defteri eline verilmeden önce, dünyada tüm yaptıklarını tek tek
hatırlamaya başlayacağı açıklanmaktadır.
Aslında onlara vaat edilen, o saattir. O saat cidden daha feci ve daha acıdır. (Kamer/46)

Hayır… Hayır… Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin geldiği ve
meleklerin saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına
gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki! (Fecr/21, 23)

42- Sana o saatten soruyorlar; onun demir atması ne zaman?


43- Onun anılmasından sende ne var ki?
44 - Onun sonucu sadece senin Rabbine aittir.
45 - Sen ancak ona [saate; kıyametin kopuşuna] haşyet duyan kişilerin
uyarıcısısın.
46 – Sonra onlar onu [kıyameti] görecekleri gün, dünyada bir akşam veya
kuşluğundan başka durmamış gibidirler.

Bu ayetlerde, kıyametin ne zaman kopacağının sorulduğu açıklanıp onlara


gerekli uyarıcı cevaplar verilmektedir. Daha evvel birçok kez açıkladığımız gibi,
Mekkeli müşrikler Resulullah’a sık sık kıyametin ne zaman kopacağını sorarlardı.
Asıl maksatları kıyametin tarih ve vaktini tespit etmek değil, sadece alay etmekti.
Ayetteki “onun demir atması ne zaman?” ifadesi, onun nihai hali demektir.
Bilindiği üzere, geminin demir atacağı yer, geminin vardığı son yerdir.
Kıyamete dair bilgi O'ndan başkasının yanında asla bulunmaz. Bu birçok kez açıklanmıştır.

Sana, Saat'ten soruyorlar: “Ne zaman gelip çatacak?” De ki: “Onun bilgisi yalnızca Rabbimin
katındadır. Onun vaktini Kendisinden başkası açıklayamaz. Göklerde ve yerde ağır basmıştır. O size
ansızın gelir.” Sanki sen onu çok iyi biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi
Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.”
De ki: “Ben kendim için Allah'ın dilediğinden başka ne bir menfaat elde etmeye, ne de bir
zararı önlemeye mâlik değilim. Ben eğer gaybı bilseydim, elbette ben hayırdan çoğaltmak isterdim.
Ve bana hiçbir kötülük bulaşmamıştır. Ben ancak bir uyarıcı ve iman eden bir kavme
müjdeleyenim.” (A'raf/187, 188)

Şüphesiz ki Allah, saatin [kıyametin kopuş zamanının] bilgisi yanında olandır. Ve yağmuru O
yağdırır, rahimlerde olan şeyleri O bilir. Ve kimse yarın ne kazanacağını bilmez. Kimse hangi yerde
öleceğini de bilmez. Şüphesiz ki Allah en iyi bilendir, en iyi haberi olandır. (Lokman/34)

Sonra onun yanına geldiğinde seslenildi: “Musa! Ben, senin Rabbin olan Ben’im. Hemen iki
nalınını çıkar, şüphesiz sen temizlenmiş vadide, Tuva’dasın / iki kere temizlenmiş bir vadidesin. Ve
Ben seni seçtim; O hâlde vahyedilecek olan şeye kulak ver. Hiç şüphesiz ki Ben, Allah’ın ta
kendisiyim. İlâh diye bir şey yoktur Benden başka. O hâlde Bana kulluk et ve Beni anmak için salâtı
ikame et. Şüphesiz ki o saat [kıyamet] gelecektir. Onu Ben herkes emeğinin karşılığını alsın diye
neredeyse gizleyeceğim.” (Ta Ha/15)

İnsanlar sana saatten [kıyametin kopuş vaktinden] soruyorlar. De ki: "Onun bilgisi, Allahın,
münafık erkekleri, münafık kadınları, müşrik erkekleri, müşrik kadınları azap etmesi; ve Allah’ın,
mümin erkeklerin ve mümin kadınların tövbelerini kabul etmesi için ancak Allah'ın nezdindedir. Ne
bilirsin belki saat [kıyametin kopuş vakti] yakında olur. Ve Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet
edicidir. (Ahzab/63, 73)

Şüphesiz sen o zikre [Kur’an’a] uyan ve gaybde Rahman’a haşyet duyan kimseyi uyarırsın.
Sen hemen onu bir bağışlanma ve çok şerefli bir ödül ile müjdele. (Ya Sin/11)

Artık sürelerinin sonuna vardıklarında onları maruf ile tutun yahut maruf ile onlardan ayrılın.

14
Ve sizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Şahitliği de Allah için ayakta tutun. İşte bu, Allah'a ve
son güne inanan kimseye öğütlenendir. Ve kim Allah'a takvalı davranırsa Allah ona bir çıkış yolu
kılar ve onu hesaba katmadığı bir yönden rızıklandırır. Kim de Allah'a tevekkül ederse, O, ona yeter.
Şüphesiz Allah, kendi emrini ulaştırandır [yerine getirip, gerçekleştirendir]. O [Allah], kesinlikle her
şey için bir ölçü kılmıştır [koymuştur, belirlemiştir]. (Talâk/3)

İşte böyle! Allah da şüphesiz kâfirlerin kurduğu tuzağı zayıflatandır. (Enfal/18)

Artık elçilerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi sen de sabret! Onlar için aceleci olma.
Sanki onlar kendilerine vaat edilen şeyi gördükleri gün dünyada sadece gündüzün bir saati kadar
kalmış gibidirler. [Bu], bir tebliğdir. Artık fasıklar topluluğundan başkası helâk edilir mi? (Ahkaf/35)

Sana, Saat'ten soruyorlar: “Ne zaman gelip çatacak?” De ki: “Onun bilgisi yalnızca Rabbimin
katındadır. Onun vaktini Kendisinden başkası açıklayamaz. Göklerde ve yerde ağır basmıştır. O size
ansızın gelir.” Sanki sen onu çok iyi biliyormuşsun gibi onu sana soruyorlar. De ki: “Onun bilgisi
Allah katındadır. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (A’raf/187)

15- Mûsâ’nın haberi sana geldi mi?


16, 17- Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde /iki kez temizlenmiş vadide
seslenmişti: “ Firavun’a git! Şüphesiz o azdı.”
18, 19 – Sonra de ki: “Arınmaya var mısın? Ve de seni Rabbine
kılavuzlayayım da ona haşyet duyasın!”
20 – sonra da o [Musa], ona [Firavun'a] o büyük mucizeyi gösterdi.
21- 24 – Sonra da o [Firavun], yalanladı ve karşı geldi. Sonra koşarak
[çabucak] arka döndü. Sonra toplayıp seslendi de: “Ben, sizin en yüce
Rabbinizim!” dedi.
25 - Allah da, dünya ve ahiret azabıyla yakalayıverdi.

Bu ayet gurubunda azgın Firavun ve ona elçi giden Musa peygamberin


kıssasına çok kısa olarak tekrar değinilmiştir. Böylece Resulullah teselli edilmiş ve
sanki ona “Firavun, senin çağdaşın olan kâfirlerden daha güçlü idi ama Biz, onu da
[azabımızla] yakaladık. Bunlar da öyle olacaklardır” mesajı verilmiştir.
Musa ve Firavun'un haberlerine dair daha önceki surelerde birçok detay
verilmişti. Bunlardan sadece bir kaçını hatırlatmakla yetiniyoruz:
“Firavun’a git, şüphesiz o azdı.” (Tâ Hâ/24)

Firavun da; “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim
için çamur üzerine hemen ateş yak [tuğla imal et] da Musa’nın ilâhına muttali olmam için bana bir
kule yap. Ve şüphe yok ki onun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. (Kasas/38)

Ve bunda [bu dünyada] ve kıyamet gününde lânetle izlendiler -verilen bu vergi ne kötü
vergidir!- (Hûd/99)

20. ayette konu edilen “en büyük ayet [mucize]” ile âsânın yılan olmasına
işaret olunmaktadır. Bu konu birçok ayette geçmişti:
O [Allah]: “Tut onu, korkma! Biz onu ilk durumuna çevireceğiz. Ve diğer bir mucize olmak
üzere elini kanadına ekle, kötülük [çirkinlik] olmadan bembeyaz çıksın. [Tüm bunlar] Sana en büyük
mucizelerimizden gösterelim diyedir” dedi. (Ta Ha/22, 23)

Kısaca özetlersek; Firavun, Musa'nın (as) diğer sihirbazlar gibi bir sihirbaz
olduğunu ve elçilikle alakasının bulunmadığını ileri sürmüş ve ondan iddiasını ispat
etmesini istemiştir. Sonra da Mısır'da bulunan en hünerli sihirbazları toplayarak
Musa (as) ile müsabaka yapmalarını emretmiştir. Sihirbazlar, Firavun’un emrine

15
uyup mükâfat da umarak sopa ve iplerden sahte yılanlar yapmışlar, ne var ki,
kendilerinin hünerlerine karşılık Musa’nın (as) ortaya koyduğunun sihir değil, bir
mucize olduğunu anlayarak derhal iman etmişlerdir. Böylece Firavun’un silahı geri
tepmiş ve hakk karşısında mağlup olmuştur. Firavun, bu haletiruhiye içerisinde
daha da azgınlaşarak toplumuna “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” demiştir.
Firavun’un bu ifadesi birkaç yerde daha geçmektedir. Firavun’un inanç
durumunu kavrayabilmek için şu ayetlerin göz önünde bulundurulması gerekir:
O [Firavun]: “Benden başka ilâh edinirsen, ant olsun ki seni zindana kapatılmışlardan kılarım”
dedi. (Şuara/29)

Firavun da; “Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh bilmedim. Ey Haman, benim
için çamur üzerine hemen ateş yak [tuğla imal et] da Musa’nın ilâhına muttali olmam için bana bir
kule yap. Ve şüphe yok ki onun yalancılardan biri olduğuna kesinlikle inanıyorum” dedi. (Kasas/38)

Firavun kavminden ileri gelenler de, “Seni ve senin ilâhlarını/seni ilâh edinmeyi terk etsinler
de yeryüzünde fesat çıkarsınlar diye mi Mûsâ'yı ve kavmini serbest bırakacaksın?” dediler. [Firavun
da] dedi ki: “Onların oğullarını öldüreceğiz, kızlarını sağ bırakacağız ve biz onlar üzerinde
kahredicileriz [ezici bir güce sahibiz].” (A'raf/127)

Ve Firavun, kavminin içinde seslendi: “Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı ve altımdan akıp
giden şu ırmaklar benim değil mi? Hala görmüyor musunuz? Yahut ben, şu zavallının ta kendisi
olan; nerede ise açıklayamayan [meramını anlatamayan], kişiden daha hayırlı değil miyim? Hem
onun üzerine altın bilezikler atılmalı veya kendisiyle beraber sımsıkı saflar halinde melekler gelmeli
değil miydi?” dedi. (Zuhruf/53)

Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere, Firavun, bu sözleri "Allah'a hiç


inanmıyorum, kâinatın yaratıcısı benim" anlamında söylememiştir. O, yaratıcı
anlamında değil, siyasî anlamda ilâhlığını ilân etmiştir. Bununla "İktidarın tek
sahibi benim ve bu beldede benden başka iktidar sahibi kimse yoktur ve olamaz”
demek istemiştir.
Firavun’un inancı ile ilgili olarak daha evvel A’raf/127’nin tahlilinde
(Tebyinü’l-Kur’an; c: 3, s: 27-29) detaylı açıklama yapıldığından, konunun oradan
okunmasını öneriyoruz.

‫ طوى‬TUVA

Konumuz olan pasajda geçen sözcüklerden biri de “Tuva” sözcüğüdür. Bu


sözcükle ilgili olarak Ta Ha suresinde şu açıklamayı yapmış idik:
Bu sözcüğün geçtiği cümle genellikle “Şüphesiz sen temizlenmiş vadidesin; Tuva’dasın”
şeklinde çevrilerek “Tuva” sözcüğü özel bir vadinin adı olarak açıklanmıştır. Ancak Zebidi, en
önemli Arap kaynakları arasında yer alan Tacü’l-Arus adlı eserinde böyle bir vadiden hiç
bahsetmemiştir. Aynı konu üzerinde emek harcayanlardan biri olan Zemahşeri ise “tuva” sözcüğünün
anlamının “iki kere” demek olduğundan yola çıkarak cümleye “sen iki kere temizlenmiş bir
vadidesin” anlamını vermiştir. (Zemahşeri, el-Keşşaf; c:2, s:531)

Allah, doğrusunu en iyi bilendir.

16
17

You might also like