You are on page 1of 9

3 MÜZZEMMİL [ÖRTÜYE BÜRÜNEN] SURESİ

MÜZZEMMİL SURESİ’NE GİRİŞ

Adını birinci ayette geçen “örtüsüne bürünen” anlamındaki “‫ المّزّمل‬el-Müzzemmil”


sözcüğünden alan sure Mekkî olup Kur’an’ın iniş sırasına göre 3. suresidir. Ancak resmî
mushafta 73. sırada yer almaktadır. Bunun sebebi, resmî Mushaf’ta 72. sırada yer alan Cin
suresinin 19. ayetinde geçen “‫ لّما قام‬lemma kame [kalkınca]” ifadesindeki “‫ قام‬kame” sözcüğü
ile bu surede geçen “ ‫ قم‬kum [kalk]” sözcüğü arasında bağlantı kurulmasıdır. Bu suretle
Müzzemmil suresi Cinn suresinin arkasına sıralanmıştır.
Bazı rivayetlerde surenin 20. ayetinin Medine'de indiği de iddia edilmektedir.
Gerçekten de ayetin içeriğine bakıldığında, Medine döneminde kanunlaşan hükümlerden
bahsetmesi sebebiyle bu görüşün aklen kabul edilebilir olduğu görülmektedir. Ancak
Kur’an’ın ileride gerçekleşeceği kesin olan bazı olayları sanki gerçekleşmiş gibi anlatan
üslûbuna dikkat çeken bazı bilginler, bir ayetin sırf Medenî hükümler içerdiği için Medenî
sayılamayacağını, bu hükümlerin ileride yürürlüğe girmesi kesin olduğu için bu ayette yer
almış olabileceğini ileri sürmüşlerdir.
Surenin iniş sebebi olarak ileri sürülen iki uydurma rivayet şöyledir:
1- Güya peygamberimiz Hıra mağarasında Cebrail'den korkmuş, dehşete düşmüş,
hemen Hadice'nin yanına koşmuş ve ona “‫ زّملونى زّملونى‬beni örtünüz, beni örtünüz” demiştir.
Bu ayetler de kendisine üstü örtülü iken inmiştir.
2- Bezzar ve Teberani kaynaklı rivayetlerde tamamen farklı bir neden ileri sürülür:
Güya Kureyş'in ileri gelenleri Darü’n-Nedve'de toplanmışlar ve “Şu adama bir isim takın da
halk ona göre hareket etsin” demişler. Sonra da peygamberimizin “kâhin, mecnun, sihirbaz”
gibi sözlerle nitelendirilmesini kararlaştırmışlar. Bu olup bitenler kulağına gidince
peygamberimiz üzülmüş, üzerine giyeceklerini örtünüp kaftanına sarınmış. Cebrail vahyi
getirdiğinde onu bu halde görünce, ona “Ey örtüsüne bürünen” demiş.
Klâsik tefsirlerde yer alan bu rivayetler hem dayanaksız, hem de akıl ve Kur'an'a
terstir. Daha önce Alak suresinde de açıkladığımız gibi, ilk vahyin Hıra mağarasında gelmesi
ve peygamberimizin korkuya kapılıp “beni örtünüz” demesi Kur'an'a aykırıdır. Necm ve İsra
surelerinde ilk vahyin geliş şekli açıklanmıştır. İkinci olarak; Alak ve Kalem surelerini
dikkatle okuyup anlayanların hemen tespit edebilecekleri gibi, peygamberimiz vahiy aldığını
ve peygamber seçildiğini o dönemde henüz kimseye söylememiştir. Kısacası, olup bitenlerden
henüz kimsenin haberi yoktur. Dolayısıyla Darü’n-Nedve'de toplanılıp peygamberimize isim
takmak üzere tartışılmış olduğu iddiası doğru değildir. Peygamberimiz gerekli duyuruyu
Müddessir suresinden sonra yapacaktır.
Surenin asıl iniş sebebi, peygamber seçilen Abdullah oğlu Muhammed'in Allah
tarafından eğitilmesine devam edilmekte oluşudur. Müzzemmil suresi, üçüncü gecede verilen
üçüncü derstir. Dersler arasındaki zaman aralığı maalesef bilinmemektedir. Surenin doğru
anlaşılabilmesi için ondan önce inmiş olan Alak ve Kalem sureleriyle birlikte ele alınması
gerekmektedir. Bu sure indiğinde Alak ve Kalem sureleri dışında peygamberimize inmiş
herhangi bir vahiy yoktu.

1
3/ MÜZZEMMİL [ÖRTÜYE BÜRÜNEN] SURESİ

Rahman ve Rahîm Allah adına.

Ayetlerin meali:

1- Ey örtüsüne bürünen!
2- Geceleyin kalk! Kısa bir süre hariç,
3- gecenin yarısını ayakta geçir veya bundan biraz eksilt!
4- Ya da buna biraz ekle! Ve Kur'an'ı düzgünce düzene koy!
5- Doğrusu, Biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.
6- Şu bir gerçek ki, yeni bir oluşa koyulmak üzere geceleyin kalkan, yer tutma
bakımından daha güçlüdür [söz bakımından daha etkilidir].
7- Kuşkusuz gündüz boyu senin için uzun bir dolaşma/uzun bir uğraşı vardır.
8- Rabbinin adını an ve tebettül et/tüm benliğinle O'na yönel!
9- Doğunun ve batının Rabbidir O. O'ndan başka, tanrı diye bir şey yoktur. Bu
nedenle O'nu vekil et!
10- Onların söylediklerine/söyleyeceklerine sabret! Ve güzelce ayrıl onlardan.
11- Beni ve o nimet sahibi yalanlayıcıları baş başa bırak! Birazcık süre tanı onlara.
12- Kesinlikle Bizim yanımızda bukağılar ve cahim/cehennem var.
13- Boğazdan zor geçen bir yiyecek, can yakıcı bir azap var.
14- O günde ki yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür.
15- Şüphesiz ki, Biz size üstünüze tanık olan bir elçi gönderdik. Tıpkı Firavun'a bir
elçi gönderdiğimiz gibi.
16- Ama Firavun elçiye isyan etti de Biz de onu korkunç bir tutuşla tutuverdik.
17- Buna rağmen eğer küfrederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara çeviren o günden
nasıl korunacaksınız?
18- Gök bile onunla [o günün şiddeti ile] parçalanır. O'nun vaadi gerçekleşmiştir.
19- Şüphesiz ki, bu [yukarıda anlatılanlar, Kur'an] bir öğüt vericidir/ düşündürücüdür.
Onun için, dileyen Rabbine doğru, bir yol edinir.

2
20- Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azını, yarısını, üçte
birini ayakta geçirmekte olduğunu biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyle. Allah,
geceyi de gündüzü de ölçüye bağlar. Sizin onu kuşatamayacağınızı bildi de size tövbe nasip
etti. O hâlde Kur'an'dan kolay geleni okuyun! Sizden hastalar olacağını bildi. Bir kısmının
yeryüzünde dolaşıp Allah'ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini, diğer bir kısmının da Allah
yolunda çarpışacaklarını bildi. O hâlde ondan kolay geleni okuyun! Namazı kılın! Zekâtı
verin! Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin! Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz
iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok, ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız. Allah'tan af
dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok esirgeyicidir.

Ayetlerin Tahlili

1.Ayet:

“Ey örtüsüne bürünen!”

“‫ متزّمممممل‬Mütezemmil” sözcüğündeki “‫ ت‬Te”nin “‫ ز‬Ze”ye idğam edilmesi


[dönüştürülmesi] ile oluşan “‫ مّزّمل‬Müzzemmil” sözcüğünün anlamı, elbiseye veya herhangi
bir şeye bürünen demektir.
Deyim olarak sözcük;
1. Uykuya hazırlık, iç çamaşırlarını giyip yatağa yatmak, yorganı üstüne örtmek,
2. Kendi halinde yaşamak, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmamak demektir.
Peygamberimizin özellikleri itibariyle ayette ikinci anlam ön plâna çıkmaktadır.
Çünkü kişiler toplumdaki davranışlarına göre imaj kazanırlar. Rabbimizin tabiriyle, zihinsel
yönden sağlıklı, malî yönden varlığı minnete bulaşmamış, yüce bir ahlâka sahip Abdullah
oğlu Muhammed, Darü’n-Nedve üyeleriyle Alak suresinin 9-10. ayetlerinde yer alan
tartışmayı yaptıktan sonra evine kapanmış, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmaz olmuştu.
Allah da bu surede ona “Ey örtüsüne bürünen!” diye seslenmiştir. Yani “Ey içine kapanan,
toplumsal meselelere karışmaz olan, salâtı/sosyal aktiviteyi, sosyal destekçiliği bırakan
Muhammed!”

2 - 4. Ayetler:

“Geceleyin kalk! Kısa bir süre hariç,


gecenin yarısını ayakta geçir veya bundan biraz eksilt.
Ya da buna biraz ekle: Ve Kur'an'ı düzgünce düzene koy!”

Tertil

“Tertil” sözcüğü; “Bir şeyin tertibinin güzelliği” demektir. Bu sözcük


bedevînin dilinde “Bir şeyden birinin diğerine karışmaması, tarak dişi gibi
birbirine karışmamış, karışmayan” anlamına gelir. Bu durum, muhkem,
kuvvetli, sımsıkı olmanın zıddıdır. Meselâ dişlerin “tertil”i, “dişlerin seyrek
bir şekilde düzene konulmuş, dizilmiş olması” demektir ve bu sözcük
Arapçada “güzel dizilmiş dişler” manasında da kullanılır. (Lisanü’l-Arab;
4/61)
Sosyal alanda “tertil” ise “konuşma esnasında sözün, yazarken ise
kelimelerin, paragraf veya pasajların birbiri ardınca, tek tek, yavaş yavaş,
ağır ağır, tane tane dizilmesi, birbirine karıştırılmaması” demektir. Buna

3
göre Kur’an’ın tertili, “Kur’an’ın indiği şekilde tertibinin korunması, bir
necmin bir başka necme karıştırılmaması” anlamına gelmektedir.
Kur’an’ın nasıl indirildiği ve nasıl okunması gerektiği Kur’an’da şöyle
açıklanmıştır:

İsra; 106: Ve Kur’an’ı; Biz onu insanlara ağır ağır okuyasın


diye ayırdık ve Biz onu peyderpey indirdik.

Demek ki Kur’an, konularına göre, necmlere göre, iniş sırasına göre


bir tertip ve tasnif yapılmak suretiyle okunmalı ve okutulmalıdır.
Furkan suresinin 32. ayetinde de Rabbimiz Kur’an’ı tertillediğini, yani
her şeyi yerli yerinde, bir birine karıştırmadan, bir düzen içinde indirdiğini
beyan etmektedir. Peygamberimize ilk gelen vahylerde de [Müzzemmil; 4],
Kur’an’ın tertillenmesi, yani necmlerin gayet düzenli tutulması, birbirine
karıştırılmaması emredilmiştir. Ama tüm bunlara rağmen maalesef
elimizdeki mushaf tertilli değildir. Biz, samimiyetle ve dürüstçe birçok kez
dile getirdiğimiz bu hususta, Kur’an’a gönül verenlerin Kur’an ile derin
çalışmalar yapıp Kur’an’ı necm necm dizmeleri ve onu bugünkü sure
anlayışından öte, gerçek sureleriyle mushaflaştırmaları gerektiğine
inanıyor ve bu gayreti onlardan bekliyoruz.

5. Ayet:

“Doğrusu, Biz senin üzerine ağır bir söz bırakacağız.”

“Ağır söz” ile Kur'an ayetleri kastedilmiştir. Kur'an ayetlerinin neden bu sözcüklerle
nitelendirildiği bir kaç şekilde açıklanabilir: “Zor görev”, “inecek ayetlerle amel etmenin zor
olması”, “gelecek hükümlerin ağır olması”, “peygamberimize ağır gelecek olması”, “hafif ve
değersiz olmayan”, “inkârcılara ve ikiyüzlülere çok ağır gelecek”, “kalıcı”, “kıyamette
ölçüde/tartıda ağır basan.”

6. Ayet:

“Şu bir gerçek ki, yeni bir oluşa koyulmak üzere geceleyin kalkan, yer tutma
bakımından daha güçlüdür [söz bakımından daha etkilidir.]”

Ayette geçen “‫ وطئا‬vat'en” kelimesi, yeri çiğneme anlamına geldiği gibi, derin derin
düşünmek üzere konsantre olma, ruhen yoğunlaşma, dikkati yapılan iş üzerinde
yoğunlaştırma gibi eylemler için de kullanılır. Bu yoğunlaşmayı sağlayabilmesi için
peygamberimize geceleyin kalkması önerilmektedir. Çünkü birkaç saat uyku ile günün
yorgunluğu giderilmiş, zihin kendini yenilemiş, akıldaki problemler de uykudan önceki
zamanda kalmıştır. Ayrıca gecenin sessizliği dikkatin bir noktaya toplanmasında çok etkili bir
faktördür. Ayette Kur'an'ın öğrenilmesi ve öğretilmesi sürecinde dingin bir ortam ve ruh
hâlinin olması gerektiğine işaret edilmektedir.

7. Ayet:

“Kuşkusuz gündüz boyu senin için uzun bir dolaşma/ uzun bir uğraşı vardır.”

4
Geceler, zihni toparlayabilmek ve konsantre olabilmek için gündüzlerden daha uygun
zamanlardır. Gündüzleri insanın yorucu meşgaleleri ve yoğun telâşları vardır. Çevrenin
görüntüsü ve gürültüsü aklı ve zihni karıştırır, dikkatleri dağıtır. Gecenin dinginliği sayesinde
akıl ve zihin duru olur, dikkat dağılmaz, her şey daha iyi anlaşılır. Öğrencilik yapmış olanlar
bu gerçeği hayatlarında bizzat yaşayarak tecrübe etmiştir. Ezberlerini gece yapmış, derslerine
gece çalışmıştır.

8. Ayet:

“Rabbinin adını an ve tebettül et/ tüm benliğinle O'na yönel!”

Ayette geçen “‫ تبّتل‬tebettül”, “yalnızca Allah'ı dikkate almak, sadece O’na kulak verip
başkasına itibar etmemek” demektir. Bu anlam En'âm suresinin 91. ayetinde “ ‫ل ثّم ذرهم فى‬ ّ ‫قل ا‬
‫ خوضهم يلعبون‬Sen, Allah de! Ve sonra onları bırak, kendi bataklıklarında oynaya dursunlar!”
ifadesiyle yer alır.
“ ‫ تبّتممل‬tebettül” sözcüğünün asıl anlamı “kesmek” demektir. Araplar “ ‫شمىء‬ ّ ‫بتلممت ال‬
beteltü’ş-şey’e/o şeyi kestim” derler. Eşinden ayrılan, onunla ilişkisini tümüyle kesen kişi için
de “ ‫ طّلقهمما بّتممة بتلممة‬tallekaha betteten betleten/onu kesin olarak üç talâkla boşadı” ifadesi
kullanılır. Yine Araplar “verilmiş sadaka” için de “‫ وهمذه صمدقة بّتمة بتلمة‬ve hazihi sadakatün
bettetün beteletün/bu sahibi ile ilişkisi tamamen kesilmiş bir sadakadır” şeklinde bir tabirleri
vardır. Bu tabirde de ilişkisi tamamen kesilmiş anlamında “betlet” sözcüğü kullanılır.
Her şeyle ilişkisini kesip sadece Allah'a yöneldiği için Meryem Valideye “ ‫مريم البتول‬
Meryem el-Betül” denmiştir. İnsanlarla her türlü beşeri ilişkiyi koparıp tek başına ibadete
yönelen rahibe de “ ‫ متبّتل‬mütebettil” denir. Yani “tebettül” bir bakıma ruhbanlık anlamında da
kullanılmaktadır. İslâm dininin ibadet anlayışı yozlaşmış dinlerden farklı olduğundan, başta
Maide suresinin 87. ayeti, Hadid suresinin 27. ayeti ve diğer bazı ayetlerle ruhbanlık ve
ruhbanlık anlamındaki tebettül yasaklanmıştır. Bazı çevrelerin zahitçe bir hayat yaşama
arzusuyla dünya ile ilişkilerini kesmeleri, bu doğrultuda mal, mülk ve eş gibi nimetlerden
uzaklaşmaları İslâm’a ters bir anlayıştır.
Buradaki tebettül yalnızca Allah'ı dikkate almak, ondan başka otorite tanımamak,
Allah'ın belirlediği yolda yürüyüp kimsenin dümen suyunda gitmemektir.

9. Ayet:

“Doğunun ve batının Rabbidir O. O'ndan başka, tanrı diye bir şey


yoktur. Bu nedenle O'nu vekil et!”

Kesin bir yöneliş, yönelinen varlığı tanımak, onu sevmek ve ona hayranlık duymakla
mümkündür. Allah bu ayette kendi özelliklerinden birini daha tanıtmakta, mükemmel ve
mükemmelleştirici olduğunu belirterek yönelinecek tek varlığın kendisi olduğunu ihtar
etmektedir.

10. Ayet:

“Onların söylediklerine/ söyleyeceklerine sabret! Ve güzelce ayrıl


onlardan.”

Peygamberimiz göreve başlayınca, Mekke toplumunun müşrik ileri gelenleri daha


önce duydukları saygıyı bırakıp ona “mecnun, sihirbaz, şair, ebter” gibi çirkin nitelikler

5
yakıştırmaya başlayacaklardır. Bu ayette ona bu tür çirkin ithamlarda bulunanlardan nezaketle
uzaklaşması emredilmektedir. Çünkü peygamberimiz onlarla tekrar karşılaşacak, yüz yüze
bakacak ve tebliğine devam edecektir. Eğer ayrılış nezaketle olmazsa, aradaki iletişim
kopabilir ve sonraki karşılaşmalarda hiç dinlenmeme riski ortaya çıkabilir. Bu emir ilerideki
surelerde de (Kaf 39-40 ve Ta Ha 130) tekrarlanacak ve yine peygamberimizden onlara karşı
sabretmesi istenecektir.
Ancak bu emir hiçbir zaman davetten bunalarak davadan vazgeçmesi istendiği
anlamına gelmez. Ondan istenen, itham edenlere sert değil yumuşak cevap vermesi, kaba
davrananlara aldırmaması, şımarıkları kendi hallerine bırakıp davetini kitlelere nezaketle
iletmesidir.

11. Ayet:

“Ve Beni ve o nimet sahibi yalanlayıcıları baş başa bırak! Birazcık süre tanı onlara.”

Yani; “Onları bana bırak, sen aradan çekil, Ben onların hakkından gelirim.”
Dikkat edilirse, bu ayette “nimet sahibi” olarak nitelenen Mekke'nin ileri gelenleri, ilk
vahiy olan Alak suresinde “kendini zengin gören”, ikinci vahiy olan Kalem suresinde ise “mal
ve oğullar sahibi” olarak nitelenmişlerdi. Müzzemmil suresinin bu ayetinde de yine aynı
nitelikteki azgınlara dikkat çekilmektedir. Tağutlaşanlar, servetle şımarmış, fukarayı ezen elit
kadrolardır. Bu elit zümreler toplumları yönlendirir ve onu istedikleri yöne sürüklerler.
Çıkarları elden gidecek korkusuyla stütükoda bir değişiklik istemezler, hak ve adaletin
yaşayan değerler haline gelmemesini sağlamaya çalışırlar. Zayıflar da onlardan korktukları
için onların istedikleri yöne giderler. Bu tağutlar yüzünden hakka ulaşamayan nice zavallı
topluluklar vardır. Bu azgınlar grubu kendilerini varlıklı görerek her şeyi maddeye bağlar,
ahireti de inkar ederler. Ahirete inanmadıkları için dünyada ne yapabilirlerse onları kâr
sayarlar.
Bu yalanlayıcılardan bir kısmının imana gelmesi muhtemeldir. Onlara süre
verilmelidir. Süreyi iyi kullanmadıkları takdirde Allah tarafından mutlaka cezalandırılacakları
unutulmamalı, bu konuda aceleci davranılmamalıdır.
Nitekim başlangıçta bu yalanlayıcıların en şerlisi olan Velid b. Muğîre'nin oğlu Halid
daha sonra iman etmiş, İslâm'ın bayraktarı olmuştur

12 ve 13. Ayetler:

“Kesinlikle Bizim yanımızda bukağılar [zincirler, kelepçeler] ve cahim/cehennem var.

Ve boğazdan zor geçen bir yiyecek, can yakıcı bir azap var.”

Bu ayetlerde sayılan azap malzemeleri, genel davranış tarzları yukarıda açıklanmış


olan tağutlar içindir.

14. Ayet:

“O günde ki, yer ve dağlar sarsılır ve dağlar eriyip akan bir kum yığınına dönüşür.”

Bu ayet ahiret gününü anlatan ilk ayet olup o günün nasıl başlayacağını bildirmektedir.
O gün arz ve dağlar şiddetli bir deprem ile sarsılır, dağlar kum gibi savrulur, un ufak olup
dağılır. Arz dümdüz olur, ne tümsek kalır, ne de alçak bir vadi...

6
15. Ayet:

“Şüphesiz ki Biz size, üstünüze tanık olan bir elçi gönderdik. Tıpkı
Firavun'a bir elçi gönderdiğimiz gibi.”

Bu ayetle surede bir parantez açılmış ve muhatap değiştirilmiştir. Ayet, Mısır ile Musa
arasındaki ilişkiye gönderme yaparak Mekke ileri gelenlerine hitap etmekte ve onlara kendi
içlerinde yetişmiş Abdullah oğlu Muhammed'in bir elçi olarak görevlendirildiğini
açıklamaktadır. Musa'nın elçiliğinin örnek gösterilmesi, Mısır'da doğup büyüyen ve onların
içinden biri olan Musa gibi, Muhammed'in de Mekke'de doğup büyüyen ve Mekkelilerin
içinde yaşayan biri olduğunun hatırlatılması nedeniyledir.
Peygamberimizin Mekkelilere tanıklığı iki anlama gelebilir:
1. Peygamberimiz, içlerinden biri olması münasebetiyle Mekkelileri yakından
tanımakta ve onlar hakkında tanıklık yapabilecek bir konumdadır.
2. Bakara suresinin 143. ayeti göz önünde tutularak peygamberimizin Mekkelilere
tanıklığının ahirette gerçekleşeceği.
Biz, ayetin devamında verilen Musa ve Firavun örneğinin de delâlet ettiği gibi,
kastedilen tanıklığın birinci şıktaki anlamıyla bir tanıklık olduğu kanısındayız. Çünkü
peygamberimiz ile Mekkeliler arasındaki ilişki, Musa ile Firavun arasındaki ilişkiye
benzetilmiştir. Musa nasıl Firavun'un yanında büyümüş ve yetişmiş ise, peygamberimiz de
Mekkeliler arasında büyüyüp yetişmiştir.

16-18. Ayetler:

“Ama Firavun, elçiye isyan etti de Biz onu korkunç bir tutuşla
tutuverdik.

Buna rağmen, eğer küfrederseniz, çocukları ak saçlı ihtiyarlara


çeviren o günden nasıl korunacaksınız?

Gök bile onunla (o günün şiddeti ile) parçalanır. O'nun vaadi


gerçekleşmiştir.”

Bu ayetlerde Mekke müşrikleri, Allah'ın gönderdiği elçiye karşı çıkması yüzünden


cezalandırılan Firavun örnek gösterilerek tehdit edilmektedir. Ayrıca ceza gününün dehşeti
çok etkili bir biçimde tasvir edilmektedir. Çocukların bile korkudan saçlarının beyazlaşması
ve göklerin yarılıp çatlaması şeklindeki tasvirler, daha sonra inecek olan Hakka suresinin 14.,
Ta Ha suresinin 105-107., Neml suresinin 87., Nebe suresinin 20., ve Karia suresinin 5.
ayetlerinde detaylandırılmıştır. Kıyametin korkunçluğunun değişik sahnelerle anlatılmasının
amacı, insanları korku faktörü ile doğruya yöneltmektir.

19. Ayet:

“Şüphesiz ki, bu [yukarıda anlatılanlar, Kur'an] bir öğüt vericidir/


düşündürücüdür. Onun için, dileyen, Rabbine doğru, bir yol edinir.”

Bu ayette insanın doğruyu ve yanlışı seçmekte özgür olduğu vurgulanmakta ve okunan


ayetlerin düşünenler için uyarı olduğu, dileyenin bu ayetlerden öğüt alarak Rabbine varan
doğru yolu bulacağı belirtilmektedir.

7
20. Ayet:

“Hiç kuşkun olmasın, Rabbin senin gecenin üçte ikisinden daha azını, yarısını, üçte
birini ayakta geçirmekte olduğunu biliyor. Seninle beraber olanlardan bir grup da öyle.
Allah geceyi de, gündüzü de ölçüye bağlar. Sizin onu kuşatamayacağınızı bildi de size
tövbe nasip etti. O hâlde Kur'an'dan kolay geleni okuyun. Sizden hastalar olacağını
bildi. Bir kısmının yeryüzünde dolaşıp Allah'ın fazlından bir şeyler isteyeceklerini,
diğer bir kısmının da Allah yolunda çarpışacaklarını bildi. O hâlde ondan kolay geleni
okuyun.”

Surenin başında da değinildiği gibi, bu ayetin Mekkî olduğunu ileri süren rivayetler
olduğu gibi, Medenî olduğunu ileri süren rivayetler de vardır.
Peygamberimizle birlikte bir grup müminin gece eğitimine katılması, Kur'an'ın
oluşmuşluğu, dış ticaret, Allah yolunda savaş, Allah'a güzel bir ödünç verme, namaz kılma ve
zekât verme gibi konulardan bahsediyor olması bu ayetin İslâmî hükümlerin yerleşmiş olduğu
daha sonraki bir dönemde inmiş olabileceğini göstermektedir. Eğer Medine'de inmediyse,
Mekke döneminin sonlarında inmiş olabilir. Ancak bazı yorumcuların “Bu ayette henüz
ilkeleştirilmemiş görevlerin yer alması, ileride olacağı kesinlik arz ettiğinden dolayıdır”
şeklindeki görüşleri de dikkatlerden uzak tutulmamalıdır.
Bu ayet, bazılarının ileri sürdüğü gibi, surenin 2-4. ayetlerini nesh edip hükümlerini
kaldırmamakta, aksine o ayetleri farklı bir üslûp ile pekiştirmektedir. Peygamberimize 2-4.
ayetlerle verilen talimatların onun tarafından yerine getirildiği beyan edilmekte ve toplum
yapısına dikkat çekilmektedir. Buna göre; Kur'an öğrenme ve öğretme ile meşgul olanlar tıpkı
peygamberimiz gibi 2-4. ayetlerle amel edecekler, bunların dışında [esnaf, tüccar, avcı, çiftçi,
asker, hasta] olanlar ise geceleri dinlenecekler, gündüzleri işlerine bakacaklar, sadece
Kur'an'dan kolay geleni öğrenip öğreteceklerdir.
Ayette “Okuyunuz” diye çevirdiğimiz sözcüğün salt okuma anlamına gelmediğini,
“toparlayıp dağıtmak, [öğrenip öğretmek]” anlamını da içerdiğini Alak suresinin tahlilinde
açıklamıştık.
Ayette bahsedildiğine göre Müslümanlar artık eğitim-öğretim dönemlerini bitirmişler,
öğrendiklerini yaşar duruma gelmişlerdir. Böyle durumlarda Kur'an'dan kolaylarına geleni,
bilebildiklerini, ulaşabildiklerini imkanları nispetinde okuyup başkalarına da öğretmeleri
istenmektedir.
Ayette iki kez geçen “O halde Kur'an'dan kolay geleni okuyun” ifadesinin namazla bir
ilgisi yoktur. Ayette ifade edilen salt Kur'an okumak ve öğretmektir. Namaz zaten ayette
açıkça söylenmektedir. Kur'an'dan kolay gelenin okunması konusunda farklı fikirler ileri
sürülmüş ve çeşitli ayet sayıları verilmiştir. Kolaylık ölçüsünü sayısal olarak değil, mantıksal
olarak değerlendirmenin daha doğru olduğu kanısındayız.
Bu ayetin ibadetleri hafiflettiği yolunda görüşler de ileri sürülmüştür. Ancak bize göre
bu görüşler isabetli değildir. Ayette bilgilenmiş olanların mücadeleye çıkmaları, cepheye
koşmaları, mücadele esnasında da ellerinde Kur'an, ondan işlerine engel olmayacak kadarını
ve bilebildikleri kısımları okumaları ve okutmaları emredilmektedir.
Ayrıca bu ayette insanların ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar mükemmelliğe
ulaşamayacakları ve tövbe etme yolunun açık olduğu ima edilmekte, “Allah'tan af dileyin!
Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok esirgeyicidir” denilmektedir. Tövbe ile ilgili detay
ilerideki surelerde verilecektir.
“Namazı kılın. Zekâtı verin. Güzel bir ödünçle Allah'a ödünç verin!”
Burada “güzel bir ödünç” ile kastedilen, zekâtın dışında verilecek sadakalar,
muhtaçlara yapılacak diğer yardımlardır. Ancak “güzel” vurgusu, yapılacak yardımların malın
iyisinden ve işe yarayanından olması gerektiğini hatırlatmakta, “Allah'a ödünç verin” vurgusu

8
ise yapılacak yardımların sanki bizzat Allah'a borç veriliyormuş gibi değerlendirilerek en
lâyık olanlara yapılması gerektiğine işaret etmektedir.
“Öz benlikleriniz için önden gönderdiğiniz iyiliğin, Allah katında hayrını daha çok,
ödülünü daha büyük olarak bulacaksınız.”
Kişinin ölmeden evvel malıyla mülküyle hayırlı işler yapması, onları ölene kadar
elinde tutmasından ve mirasa bırakmasından Allah katında daha değerlidir.
“Allah'tan af dileyin! Hiç kuşkusuz Allah çok affedici, çok esirgeyicidir.”
Ayetin sonunda da, İslâm'ı yaşarken hata yapanların Allah'tan af dilemeleri istenmekte
ve Allah'ın affediciliği bildirilmektedir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Bu Surenin Bize Mesajı

Yukarıda açıkladığımız gibi ibare manası itibariyle Müzzemmil suresi de aynen Alak
ve Kalem sureleri gibi peygamberimizin şahsına münhasır emir ve öğretileri içermektedir.
Ama “İşaret” ve “Delâlet” manalarıyla, peygamberin misyonunu sürdürmek durumunda olan
Kur'an davetçilerini de muhatap almaktadır.
Kur'an davetçileri geceleyin [gecenin üçte ikisinden biraz az, yarısı veya yarısından
biraz fazla] kalkmalı ve mutlaka Kur'an çalışmalıdırlar. İş güç sahibi olup da esnaflık,
tüccarlık, çiftçilik, işçilik ve memurluk gibi işlerle iştigal edenlerin bu şarta uymaları zorunlu
değildir. Bu guruptakiler imkanları ölçüsünde kolaylarına gelen kısımları okumalı ve
okutmalıdırlar.
Kur'an'ı mutlaka gece çalışmalıdırlar. Zira gece çalışması gündüz çalışmasından daha
verimlidir. Gündüzleri, okunanları başkalarına anlatmak ve öğretmek gibi işlerle
değerlendirmelidirler.
Kur'an mutlaka tertil ile okunmalıdır. Kur'an'ın ağır bir sorumluluğu olduğu asla
akıldan çıkarılmamalıdır.
Kur'an davetçileri ilgilerini her şeyden koparıp sadece Allah'a yönelmelidirler.
Kur'an davetçileri Rablerinin doğunun ve batının Rabbi olduğunu, O'ndan başka ilâh
olmadığını iyi kavramalı, Allah'ı vekil tayin edip sadece O'na güvenmelidirler.
Kur'an davetçileri, yapılan sataşma ve ithamlara karşı sabretmelidirler. Davet ettiği
kimselerden ayrılırken onlarla tekrar görüşebileceklerini ve yüz yüze bakabileceklerini hesap
etmeli, muhataplarının yanından onları darıltmadan, incitmeden ayrılmalıdırlar.
Kur'an davetçileri, zengin, şımarık, ahireti yalanlayan inkarcıların akıbetini Allah'a
bırakmalı, onlara süre tanımalıdırlar. Yaptıkları davetin hemen olumlu sonuç vermesini, eğer
vermediyse derhal cezalandırılmalarını beklememelidirler. Onlardan bazıları ya zaman içinde
doğru yolu bulacaklar, ya da bu dünyada veya ahirette Allah tarafından cezalandırılacaklardır.
Kur'an davetçileri, davetlerini önce kendilerini iyi tanıyan ve kendilerinin de iyi
tanıdıkları kesime yapmalıdırlar. Tıpkı Musa-Mısır ve Muhammed-Mekke ilişkilerinde
olduğu gibi.
Kur'an davetçileri, kıyamet ve ahiret konularını kendi muhataplarına aynen
Rabbimizin vermiş olduğu ayrıntılarla bildirmelidirler.
Kur'an davetçileri sadece Kur'an'ı aktarmalı, onun düşündürücü ve öğüt verici
olduğunu hatırlatarak seçimi herkesin kendi hür iradesine bırakmalıdır. Dileyenin doğru,
dileyenin de yanlış yolu seçebileceğini daima göz önünde tutmalıdırlar.

You might also like