You are on page 1of 16

4 MÜDDESSİR SURESİ

MÜDDESSİR SURESİ’NE GİRİŞ

Müddessir suresi dördüncü sure olarak Mekke döneminin başlarında inmiştir. Ancak
31-56. ayetler arasındaki bölüm peygamberimizle müşrikler arasında bazı sürtüşmelerin
yaşandığı izlenimini vermektedir. Dolayısıyla surenin bu bölümünün peygamberimiz
tarafından yapılan davetin ilk safhalarında değil de, sürtüşmelerin ortaya çıkmaya başladığı
daha sonraki safhalarda indiğini düşündürmektedir.
Bundan önceki üç surede olduğu gibi, bu surede de peygamberimizin eğitimine devam
edilmektedir. Eğitime devam edilmekle beraber artık toplumun önüne çıkma zamanının
geldiği de ilk kez bu surede açıklanmıştır.
Surenin tahliline girmeden önce, kitabımızın giriş kısmında dile getirdiğimiz bir
konuyu hatırlatmakta yarar görüyoruz. Bu konu, Kur'an'ın Mucizü’l-Beyan [İfade Mucizesi]
oluşudur. Bu nedenle, ayetlerin daha iyi anlaşılabilmesi için Kur'an'ın mucize niteliğindeki
edebî sanatlarının bilinmesi gerekmektedir. Mesela bu surenin 3. ayetinde, cümlenin tersten
de aynen okunabilmesi demek olan “Kalbü’l-Müstevi Cinası” yapılmıştır. Ayetin Arapçası “
‫ رّبك فكّبر‬Rabbeke fe kebbir”dir. Ayetin yazıya temel olan harfleri ise sırasıyla “R B K F K B
R” harfleridir. Bu sıralama ister sağdan ister soldan okunsun, cümle iki halde de “Rabbeke fe
kebbir” okunur. Bu, gerçekten olağanüstü bir ifade sanatıdır.

Surenin İniş Sebebi

Bir önceki surenin tahlilinde de ifade edildiği gibi, kaynak olarak kabul edilen eserler
Müddessir ile Müzzemmil surelerinin aynı sebeple indirildiğini belirtmektedirler. Bu görüşe
göre Darü’n-Nedve üyeleri peygamberimize karşı itham edici kararlar almış, peygamberimiz
de bu süreçte çeşitli sıkıntılar yaşamıştır. Belirtmek gerekir ki, surelerin genel muhtevası bu
görüşü doğrular nitelikte değildir. Surelerden ilk anlaşılan, peygamberimizin henüz kimseye
bir şey söylemediği, dolayısıyla Darü’n-Nedve üyelerinin henüz risaletten haberdar olmadığı
gerçeğidir. Müddessir suresinin başında “Kalk! Hemen uyar!” emrinin verilmesi bunu
göstermektedir. Dolayısıyla müşrik toplumun ilahi vahiyden haberdar olması ancak bu ayetin
gelmesinden sonra gerçekleşmiştir.
İyi tefekkür edilirse, Müddessir suresinin de kendinden önceki Alak, Kalem ve
Müzzemmil sureleriyle aynı iniş sebebini paylaştığı görülür: Abdullah oğlu Muhammed hâlâ
peygamberliğe hazırlanmaktadır. Toplumun bir peygamberin rehberliğine ihtiyacı vardır ve
Abdullah oğlu Muhammed de bu görev için seçilmiştir, başkaca özel bir sebep yoktur. Furkan
suresinin 32. ve 33. ayetlerinden Kur'an ayetlerinin özel problemleri çözmeye yönelik olarak
geldiğini ve onları çözdüğünü öğrenmekteyiz. Ancak şu da bilinmelidir ki, ayetlerin özel
sebeplere dayalı olarak inmesi, hükümlerinin genel olmasına engel değildir.
Bu açıklamalar, ayet ve sureleri iyi anlamamız ve peygamberimizi uydurma
rivayetlerle üstüne örtülen ipek abadan dışarı çıkarmak için yapılmıştır.

4/ MÜDDESSİR SURESİ

Rahman ve Rahîm Allah adına.

1
Ayetlerin Meâli :

1- Ey dış giysisine bürünen!


2- Kalk! Hemen uyar!
3- Ve hemen Rabbinin en büyük olduğunu ilân et!
4- Ve hemen giysilerini temizle!
5- Ve hemen pisliği uzaklaştır!
6- Ve çok bularak başa kakma yaptığın iyiliği!
7- Ve yalnız Rabbin için sabret!
8- Çünkü, o boruya üflendiğinde,
9- işte o gün, çok zorlu, çok çetin bir gündür.
10- Küfre batmışlar için hiç de kolay değildir.
11- Benimle, tek olarak yarattığım kişiyi baş başa bırak!
12- Hesapsız bir mal verdim ona.
13- Şahitler olarak oğullar verdim.
14- Alabildiğine imkânlar döşedim onun için.
15- Tüm bunlardan sonra hırs ile Benim daha da arttırmamı istiyor.
16- Hayır… Hayır… Olmaz öyle şey! O bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi.
17- Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım.
18- Düşündü ve ölçü koydu.
19- O mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu!
20- Yine o mahvoldu. Nasıl bir ölçü koydu!
21- Sonra baktı.
22- Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı.
23- Sonra, arkasını döndü ve böbürlendi.
24- Şöyle dedi: “Bu, rivayet edilerek gelen bir büyüden başka bir şey değil.
25- Bu, beşer sözünden başka bir şey değil.”
26- Onu [Kur'an beşer sözüdür diyeni] yakında Sekar'a yaslayacağım.
27- Bilir misin nedir Sekar?
28- O, bırakmaz [baki kılmaz] ve de terk etmez [yok etmez].
29- O, beşer [insan] için fevkalâde levhalar yapandır.
30- Onun [Sekar'ın] üzerinedir on dokuz.
31- Biz cehennem yârânını hep melekler yaptık. Ve sayılarını da küfre sapanlar için
bir imtihandan başka şey yapmadık. Ta ki, kendilerine kitap verilenler iyice ve apaçık
bilsinler. İman etmiş olanların imanı artsın. Kendilerine kitap verilmiş olanlarla iman sahipleri
kuşkuya düşmesin. Kalplerinde hastalık olanlarla küfre sapmış bulunanlar da “Allah bununla
neyi örneklendirmek istiyor?” desinler. İşte böyle. Allah dilediğini/dileyeni saptırır,
dilediğini/dileyeni de doğruya ve güzele kılavuzlar. Rabbinin ordularını ancak O bilir. Bu,
beşer için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka şey değildir.
32- Hayır… Hayır… Zannettikleri gibi değil. Ant olsun Ay'a,
33- ant olsun geceye, sırtını döndüğünde;
34- ant olsun sabaha, ağarıp ışıdığında,
35- ki o [Sekar] gerçekten en büyük [kanıtlardan] biridir.
36- Beşer [insan] için bir uyarıcı olarak.
37- Sizden, öne geçmek/ilerlemek veya arkaya kalmak/geride kalmak isteyen için.
38- Her benlik kazancının karşılığında bir rehindir.
39- Sağın yâranı hariç.
40- Bahçelerdedirler. Soruşur dururlar,
41- suçlulardan.
42- “Sizi Sekar'a sürükleyen nedir?”

2
43- Dediler ki: “Biz musallînden/destekçilerden [sosyal yardım yapanlardan, sosyal
destek sağlayanlardan] değildik,
44- miskini de yiyeceklendirmiyorduk.
45- Ve dalanlarla birlikte dalar idik.
46- Ve Din Günü'nü yalanlıyorduk.
47- Tartışılmaz ve karşı çıkılmaz olan bize gelene kadar.”
48- Artık yarar sağlamaz onlara şefaatçilerin şefaati.
49- Ne oluyor onlara da öğüt verip düşündüren şeyden yüz çeviriyorlar?
50- Sağa-sola kaçışan yaban eşekleri gibidirler,
51- aslandan ürkmüşlerdir.
52- İçlerinden her kişi, kendisine açılıp saçılmış sayfalar verilsin istiyor.
53- Hayır… Hayır… Öyle şey olmaz! Doğrusu şu ki, ahiretten korkmuyorlar.
54- Hayır… Hayır… İş zannettikleri gibi değil! O [Kur'an] bir öğüt
verici/düşündürücüdür.
55- Öyleyse dileyen onu düşünür, öğüt alır.
56- Ve onlar, Allah'ın dilediği dışında, öğüt alamazlar. O, sakındırmaya ehildir ve
affetmeye ehildir.

Ayetlerin Tahlili

1. Ayet:

“Ey dış giysisine bürünen!”

Müzzemmil suresinde “‫ يا اّيها المّزّمل‬Ya eyyühe’l-müzzemmil” [Ey örtüsüne bürünen]


ifadesi kullanılmıştı. Burada ise “‫سر‬
ّ ‫ يا اّيها المّد‬Ya eyyühelmüddessir” [Ey dış giysisine bürünen]
ifadesi kullanılmıştır. Birçok eserde her ikisine de aynı anlam verilmiştir. Oysa iki kelime
arasında ince bir anlam farkı vardır. Bu ayrıntı dikkate alınmazsa ayetin mesajı gereği gibi
anlaşılamaz.
Müzzemmil sözcüğü, elbise, battaniye, çul-çuval gibi gereçlerle genel bir örtünmeyi
ifade eder. Müddessir ise sadece çarşıda, pazarda yani toplum içinde giyilebilen bir dış
elbiseyle örtünmeyi ifade eder.
Müddessir sözcüğünün aslı “‫سسسسر‬ ّ ‫ متد‬mütedessir”dir. “‫ دسسسسار‬Desar”, cüppe, palto,
pardesü, kaftan gibi gömleğin üstüne giyilen veya örtülen giyecek demektir.
Kur'an'da var olduğunu söylediğimiz edebî sanatlardan bu ayette kullanılmış olanı,
kinaye sanatıdır. Dış elbisesinin giyilmesi, kinaye olarak çarşıya-pazara, işe-güce gitmek için
dışarı çıkma hazırlığının yapılmış olması anlamına gelmektedir. Bu kinaye ile artık
Muhammed’e peygamberlik üniformasının giydirildiği ve toplumu uyarmak için göreve hazır
olduğu mesajı verilmektedir. Bu hazırlık daha önceki Alak, Kalem ve Müzzemmil sureleriyle
yapılmış, böylelikle vahyin ilanı aşamasına gelinmiştir. Nitekim İkrime, “müddessir”
sözcüğünü “müddesser” olarak okumuştur ki, bu da “dış elbisesi giydirilmiş olan” demektir.
Her iki kıraate göre de ayetin mesajı, “Ey peygamberlik elbisesini giyinen! Ey
peygamberlik üniformasını giyinmiş, teçhizatını kuşanmış olan Muhammed!” olmaktadır.

2. Ayet:

“Kalk! Hemen uyar!”

3
Ayetten “Kalk! Haydi iş başına! Hemen uyarmaya başla!” mesajını almak
mümkündür.
Bazı meal ve tefsirlerde “‫ قم‬Kum [kalk]” emriyle “namaz kıl” denilmek istendiği ileri
sürülmüştür. Ancak bu anlayış yanlıştır. Çünkü henüz ortada bir namaz emri yoktur. Her ne
kadar Müzzemmil suresinin 20. ayetinde namaz kılmaktan bahsedilmekteyse de, ilgili ayetin
tahlilinde de açıklandığı gibi, söz konusu ayet Medine dönemine aittir. Bu durumda,
yukarıdaki ayette geçen kıyamın/kalkışın anlamı, Kehf suresinin 14. ayetinde olduğu gibi,
“Kalkıp dikilmek, göreve gitmek” demektir.

İnzar

“‫ إنسذار‬İnzar” kavramı adakta bulunma, üzerine borç olmayan bir şeyi herhangi bir
münasebetle kendi üzerine borç kılma manasına gelen “‫ نذر‬nezera” kökünden türemiş bir
sözcüktür. Sözlük anlamı, bir şeyin sonucundaki tehlikeyi haber verip sakındırmak, dikkati
çekmek, korku verip uyanık kılmak demektir. Bu anlamıyla “inzar”, sevinç haberi vermek,
müjdelemek anlamına gelen “tebşir”in zıddıdır.
Dinî açıdan inzar, Allah'ın peygamberleri aracılığı ile kullarını uyarması, onları kötü
akıbetten sakındırmasıdır.
Âlemlerin Rabbi olması sebebiyle kullarını en iyi tanıyan ve onlara nasıl hitap
edilmesi gerektiğini en iyi bilen Allah, insanlık tarihi boyunca hak yoldan saparak şirk ve
inkâr bataklığına saplanan kavimleri uyarmaları için peygamberler göndermiş, o
peygamberlerin uyarılarına kulak asmayanları kendilerinden sonraki nesillere ibret olacak
şekilde cezalandırmıştır. Kur'an'ın pek çok suresinde bazen ayrıntılı, bazen de kısa
değinişlerle anlatılan bu durum, Allah’ın insanlara uyguladığı bir yasası olarak
nitelendirilmiştir.
Dikkat edilirse, Alak suresinden bu yana sürekli ahiret inancı ve sosyal destek
üzerinde durulmaktadır. Bilindiği gibi, ahirete iman insanın bir ödül ve ceza gününün
varlığını kabul edip bu dünyada işlediklerinden dolayı Allah'ın huzurunda sorguya
çekileceğine inanması demektir.
Bu inanca sahip kimseler kendi yapıp ettiklerinin yanlarına kâr kalmayacağı bilinciyle
hareket ederler. Gerek özel ve ailevî hayatlarını, gerekse sosyal davranışlarını dünyanın
çekiciliğine ve aldatıcılığına kapılmadan ahireti düşünerek düzenlerler. Dolayısıyla
kötülüklerden uzaklaşarak üstün özellikler kazanırlar. Bu özellikteki bireylerin bir araya
gelmesiyle de zulümden, haksızlıktan, her türlü kötülük ve çirkinlikten uzak kalan; adaleti,
doğruluğu, dürüstlüğü, her türlü iyiliği ve güzelliği temsil eden toplumlar meydana gelir.
Böyle toplumlarla dünyanın çehresi değişir; dünya da, hayat da güzelleşir.
Öyleyse insanların dikkatlerinin çekilmesi gereken ilk öğreti, ahirete inanmak ve
inandırmak olmalıdır. Ahirete iman, Kur'an'da zikredilen en önemli iman prensiplerinden
biridir. Bir çok ayette Allah'a iman ile birlikte zikredilmesi, bu prensibe verilen önemi
gösterir. Bu prensip Kur'an'ın her suresinde mutlaka yer alır.

3. Ayet:

“Ve hemen Rabbinin en büyük olduğunu ilân et!”

İlk vahiyden bu ayete kadar Rabbimiz kendisini “Ekrem, Yaratan ve Kalemle


Öğreten” olarak tanıtmıştı. Şimdi de “Ekber [En büyük]” olarak tanıtmaktadır. Allah’ın
kendisini tanıtması süreci bundan sonra da devam edecektir.

4. Ayet:

4
“Ve hemen giysilerini temizle!”

Ayetin sözel anlamından, herkesçe bilinen giysilerin temizlenmesi gerektiği


anlaşılmaktadır. Zaten çoğu da ayeti böyle anlamıştır. Ancak burada da sanatsal bir anlatım
söz konusudur. Sözel olarak elbise zikredilmekte fakat mecazen kişiliğiyle, kalıbıyla, ruhuyla,
davranışlarıyla elbisenin içindeki kişi kastedilmektedir. Dolayısıyla peygamberimizden
kişiliğiyle, kalıbıyla, ruhuyla ve davranışlarıyla tertemiz olması istenmektedir.

5. Ayet:

“Ve hemen pisliği uzaklaştır!”

Ayet peygamberimize şu mesajı vermektedir: “Onlar seni efsaneleştirmişlerdi. Sen


onların gözünde de sağlıklı, varlıklı ve yüce ahlâklı birisin. Bu niteliklerin nedeniyle seni
vahye muhatap kılıp peygamber seçtik. Sakın pisliğe bulaşma! Karizmanı, imajını lekeleme!
Seni lekeleyecek her türlü işten, davranıştan uzak dur, şaibeden kaçın!”
Ayetin mesajını alan peygamberimiz, kendisine verilen bu emirden sonra ticareti ve
kendisine çamur atılabilecek her türlü işi terk etti. Aksi halde karşıtları onun hakkında bir
takım iddialar, iftiralar düzerek insanların zihinlerini bulandırabilirlerdi. Peygamberimizin
Allah'tan gelen bu emre uymasıyla müşriklerin çamur atma yolları tamamen tıkanmış oldu.
Toplumsal rolleriyle önde olanların altına girdikleri risklerden biri de karşıtları
tarafından üretilen imaj sarsıcı iddialara maruz kalma olasılığıdır. Çağımızda birçok
yöneticinin usulsüzlük ve yolsuzluk iddialarıyla itham edilmesi, hatta gerçek ya da gerçek dışı
suçlamalarla yargı önüne getirilmesi bize bu sosyolojik yasanın nasıl işlediğini
göstermektedir. Yüce Allah yukarıdaki emriyle peygamberini uyarmakta, onu kendi toplumu
önünde bu tür ithamlarla yıpratılmasını önleyecek bir ahlakla donatmaktadır.

6. Ayet:

“Ve çok bularak başa kakma yaptığın iyiliği!”

Yani “Sen topluma bir hizmet vereceksin. Bu hizmetlerini, iyiliklerini çok görerek
başa kakma!”
Bu ayet, İbn-i Mes'ud kıraatinde “vela temnün en testeksira” olarak okunmaktadır. “‫ن‬
ّ‫م‬
Menne” sözcüğü vermek ve verdiğini başa kakmak anlamına geldiği gibi, bazen “zaaf
göstermek” anlamında da kullanılmaktadır. Bu nedenle ayetin “Yaptığını çok görerek zaaf,
gevşeklik gösterme!” şeklinde anlaşılması da mümkündür.
Konunun akışı içinde İbni Mes'ud'un kıraatinin ve bu kıraatin sağladığı anlamın daha
tercih edilebilir olduğu görülecektir.

7. Ayet:

“Ve yalnız Rabbin için sabret!”

Kur'an'ın yetmişten fazla ayetinde geçen “‫ صسسبر‬Sabr” kelimesi, halk arasındaki


kullanımıyla acıya katlanma, sıkıntı ve zorluklara karşı soğukkanlılıkla direnme anlamlarına

5
gelmektedir. Ancak Allah'ın Kur'an'da sabırlı insanları övmesi ve onları hesapsızca
ödüllendireceğini bildirmesi, bu kelimenin daha derinlikli olarak incelenmesini zorunlu
kılmaktadır. Bu nedenle kavram daha detaylı bir şekilde açıklanmaya çalışılacaktır. Sabır,
aklın ve dinin gösterdiği yolda sebat etmek, kararlı olmaktır. İnsan psikolojisi zorluğa değil
kolaylığa, acıya değil haz almaya, feragate değil bencilliğe eğilimlidir. Bu nedenle bazı
ibadetler ve ahlâkî davranışlar insana zor gelebilir. Meselâ, cebindeki parayla bir yoksula
yardım etmektense onu kendine harcamayı, çalışıp yorulmaktansa eğlenmeyi, gezip tozmayı
daha çok isteyebilir. Ya da kış günü sabahın erken vaktinde kalkıp soğuk su ile abdest almak
ve namaz kılmak yerine sıcacık yatakta uykusuna devam etmeyi daha cazip bulabilir. Bu gibi
durumlarda insanı erdeme ve iyi olmaya sevk eden, zor şartları kolayca kabul edip gereğini
yapmaya yönelten, soğukta üşenmeden kalkıp namaz kılmasını, uzun yaz günlerinde bitkinlik
duymadan oruç tutmasını, çıkarına olmasa da iyi ve doğru davranışlarda bulunmasını
sağlayan güç, sabırdır.
Sabır, aklın ve dinin gösterdiği yolda, nefsin aşırı istek ve arzularına direnmektir. Akıl,
din ve toplum kuralları doğru bulmasa da, insanlar çoğu zaman nefislerine hoş gelen
arzularını tatmin etmek isterler. Sabır, insan psikolojisinin bu kuvvetli çekim gücüne rağmen
kişinin hiç tereddüt etmeden erdemli davranışları seçmesini sağlayan güçtür.
Sabır, insanın elinde olmadan başına gelen ve ona büyük üzüntüler veren musibetlere
karşı koymak, onların üstesinden gelmektir. Bazı sıkıntıların insanın irade gücünü aştığı bir
gerçektir. Doğal afetler, savaşlar, savaş ortamı içinde karşılaşılabilecek ölüm korkusu,
yokluklar ve işkenceler, kendisinin veya yakınlarının başına gelen felâketler, insanın istese de
engelleyemeyeceği mutsuzluk ve acı duyma nedenleridir. Böylesi olaylar insan psikolojisinin
hoşlanmadığı ve daima kaçınmak istediği durumlardır. Bu durumlar insanda maddî yıkımlar
kadar manevî yıkımlara da yol açarlar. İşte, bu gibi durumlarda insanın metanetini ve hayata
bağlılığını kaybetmesini önleyen, çektiği acılara rağmen Allah'a isyan etmeden mücadelesine
devam edebilmesini ve ayakta kalabilmesini sağlayan güç, sabırdır.
Sabır, bütün peygamberlerin de ortak bir ahlakî niteliğidir. Peygamberlerin tevhit
mücadelelerini dile getiren Kur'an ayetleri, bize onların sabır ve sebatlarını örnek olarak
göstermektedir. Çünkü Allah'ın dinini tebliğ ederlerken çeşitli sıkıntılara uğramışlar, eziyet
görmüşler, yurtlarından çıkarılmışlar, zindanlara atılmışlar fakat daima sabretmişlerdir.
Dolayısıyla her Müslüman Allah'ın elçilerini örnek almalı, kurtuluşun sabırda olduğunu
düşünerek sabırlı olmalı ve bu konuda Allah'tan yardım dilemelidir.
Ancak sabrın ne olduğunu incelerken ne olmadığını da belirlemek gerekir. İyi
bilinmelidir ki, haksız yere mahkûmiyete boyun eğmek, miskinliğe, uyuşukluğa, hor
görülmeye ve aşağılanmaya razı olmak, zillete, haksız tecavüzlere, insan onuruna gölge
düşürecek saldırılara katlanmak, bunlara karşı sessiz ve pasif kalmak, sabretmek değildir.
Çünkü meşru olmayan şeylere karşı sessiz kalmak, o davranışa ortak olmak demektir. Aksine
sabır, bu tarz kötülüklerle mücadele etmek, bunlara karşı çıkmak, bir hakkı savunmak ve
korumak için çaba göstermek, bu süreçte kararlı olmaktır.
İnsanın kendi gücü ve iradesiyle üstesinden gelebileceği kötülüklere katlanması ya da
karşılayabileceği ihtiyaçları temin etme konusunda gevşeklik göstermesi sabır değil, acizliktir,
tembelliktir, korkaklıktır. Sabır konusuna Asr suresinde de değinilecektir.

8 - 10. Ayetler:

“Çünkü, o boruya üflendiğinde,


işte o gün, çok zorlu, çok çetin bir gündür.
Küfre batmışlar için hiç de kolay değildir.”

6
Bu ayetlerde de ahiret teması işlenmekte ve insanlar ahirete iman etmeye
yöneltilmektedir.

11 - 13. Ayetler:

“Benimle, tek olarak yarattığım kişiyi baş başa bırak!

Hesapsız bir mal verdim ona...

Şahitler olarak oğullar verdim.”

Onuncu ayetin orijinalindeki “‫ شسسهود‬şühûd” sözcüğü “ ‫ شسساهد‬şahid” sözcüğünün


çoğuludur. Oğulların tanık oluşu, hepsinin sağ, babalarının yanında ve onun emrinde olmaları
demektir. Böyle bir durum, o günün şartlarında kişiler için en büyük güç kaynağıydı.

14 – 20. Ayetler:

“Alabildiğine imkânlar döşedim onun için.

Tüm bunlardan sonra hırs ile Benim daha da arttırmamı istiyor.

Hayır… Hayır… Olmaz öyle şey! O bizim ayetlerimize karşı bir inatçı kesildi.

Ben onu sarp bir yokuşa sardıracağım.

Düşündü ve ölçü koydu.

O mahvoldu, nasıl bir ölçü koydu!

Yine o mahvoldu nasıl bir ölçü koydu!

Kendi aklına göre fikretti [ham düşünce üretti].”

Son ayette söz konusu edilen zihinsel eylem tefekkür değil, gelişi güzel fikirdir.
Tefekkür fikirden farklıdır. Eğer inkarcı tefekkür edebilseydi böyle yapmazdı. Geleceği ile
ilgili inançlar ve prensipler belirledi. İleride Necm suresi işlenirken de açıklanacağı gibi, bu
gelişi güzel düşünceler ahiretin yokluğu, eğer varsa bile malı-mülkü ve oğulları sayesinde
ondan yakasını kurtarabileceği, hatta en kötü şartlarda nasıl olsa ahirette günahlarının cezasını
çektireceği bir kimse satın alabileceği şeklindeki temelsiz planlarıydı.

21 – 25. Ayetler

“Sonra baktı.

Sonra yüzünü buruşturdu, kaşlarını çattı.

Sonra, arkasını döndü ve böbürlendi.

Şöyle dedi: ‘Bu, rivayet edilerek gelen bir büyüden başka bir şey değil.

7
Bu, beşer sözünden başka bir şey değil.”

Alak, Kalem ve Müzzemmil surelerinde mal, mülk ve evlâtlarına güvenerek


tağutlaştıkları/azıp sapkınlaştıkları anlatılan sembol kişilikler, benzer nitelikleriyle bu
ayetlerde de anlatılmaktadır. İlk vahiy döneminde bu sembol kişiler muhtemelen Velid bin
Muğîre, Ebucehil, Abdü’l-Uzza gibi insanlardı. Kur'an bunların isimlerini açık açık vermez,
isimleri yerine karakterlerini, sıfatlarını zikrederek uğrayacakları fena akıbeti açıklamakla
yetinir. Bu yaklaşım ve konuyu ele alış biçimi, verilen örneğin her zaman, her çağda ve her
yerde geçerli olduğunu gösterir. Kısacası, Velid b. Muğîreler, Ebucehiller, Abdü’l-Uzzalar ve
bunların grupları, yandaşları, arkadaşları, ortakları ve işbirlikçileri her zaman vardır ve
kıyamete kadar da var olacaktır. Uğrayacakları kötü akıbet de hep aynı olacaktır.
Mesajı genel olmakla beraber, yukarıda nitelikleri sayılan kişinin Velid b. Muğîre
olduğu kabul edilir. Biyografisine bakıldığında gerçekten de doğduğunda kimsesiz olduğu,
hiçbir varlığı olmadığı, sonradan mal-mülk sahibi olduğu, Mekke ile Taif arasında deve ve
koyun cinsinden sürülerce hayvanı olduğu, Taif'te yaz-kış meyve veren bahçeleri bulunduğu,
ayrıca yedisi Mekke ve beşi Taif doğumlu olmak üzere on iki evlât sahibi olduğu görülür ki,
bu özellikleri suredeki anlatıma oldukça uygundur.
On birinci ayette “Benimle tek olarak yarattığım kişiyi baş başa bırak” yani “sen onu
bana bırak, onunla uğraşma” denmektedir. Bir başka ifade ile, peygamberimizden uyarının
diğer insanlara yapılması istenmektedir. Uyarıya önce kimden başlanacağı daha ilerdeki
ayetlerde belirtilecek ve açılım yapılacaktır.

26 - 30. Ayetler:

“Onu [Kur'an beşer sözüdür diyeni] yakında Sekar'a yaslayacağım.

Bilir misin nedir Sekar?

O [Sekar], bırakmaz [baki kılmaz] ve de terk etmez [yok etmez].

O, beşer için fevkalâde levhalar yapandır [insan derileri için yakıp kavurandır].

Onun [Sekar'ın] üzerinedir on dokuz...”

Bu ayetler müteşabih kabul edilmiş ve doğal olarak tefsir ve meallerde farklı


yorumları yapılmıştır. Aynı nedenle gelecekte de farklı yorumların yapılacağı muhtemeldir.
Bize göre bu ayet grubunun iki farklı şekilde tevili de mümkündür. Bunun nedeni
ayetlerde geçen “beşer, sekar, levvahatün” sözcüklerinin sesteş oluşlarıdır. Önce bu
sözcüklerin anlam ve delaletleri hakkında tanıtalım

Sekar

a- “Sekar”ın kök anlamı “Sıcaklık beyne acı verdi” demektir. Nitekim Araplar aşırı
sıcaklarda “‫شمس‬ ّ ‫ سقرته ال‬Sekarethü’ş-şemsü [Güneş onu şiddetle yaktı]” derler. Ayrıca “aşırı
sıcak bir gün” anlamına gelen “‫ يوم مسمقر‬Yevmün müsemkırun” deyiminde de aynı fiilden
türetilen “müsemkırun” sözcüğü kullanılır. “Sekar” taşıdığı bu anlamlardan dolayı
cehennemin özel isimlerinden birisi olmuştur. Bu nedenle dişil ve özel bir isimdir. (Lisanü’l-
Arab; Cilt 4, S. 671)
b- Sekar sözcüğüne Rabbimiz 28-30. ayetlerde yeni bir anlam yüklemiştir:

8
“Sekar, üzerine on dokuz konulmuş, beşer için fevkalâde levhalar yapan, sürekli
tutmayan, yok da etmeyen bir şeydir.” Bu tanıma göre biz bu nesneye bu gün için
“Bilgisayar” diyebiliriz.
“Sekar”ın bu anlama da gelebileceği o gün için Araplarca da Peygamberimizce de
bilinmemekteydi. Sözcüğün bu anlamını bizzat Rabbimiz belirlemiştir. Bu anlam 27-30.
ayetler iyi düşünüldüğünde anlaşılmaktadır. Bu, bugüne kadar gözden kaçırılmış bir husustur.

Kur'an'da aynen “‫ سسسقر‬Sekar” gibi anlamları ilk kez bizzat Rabbimiz tarafından
belirlenen bir çok sözcük vardır. Meselâ:
“‫يوم الّدين‬ Yevmiddin”, İnfitar 17, 18;
“‫يوم الفصل‬ Yevmül fasl”, Mürselât 14;
“‫جين‬ ّ‫س‬ Siccin”, Muttaffifin 8;
“‫عّلّيين‬ Illıyyun”, Muttaffifin 19;
“‫طارق‬ Tarık”, Tarık 2;
“‫ عقبة‬Akabe”, Beled 12;
“ ‫ هاوية‬Haviye”, Karia 10;
“‫حطمة‬ Hutame”, Hümeze 5;
“‫ليلة القدر‬ Leyletü’l-kadr” [Kadir gecesi] Kadr 1, 3;
“‫ قارعة‬Karia”, Karia suresi 1;
“‫حاّقة‬ Hâkka”, Hâkka suresi 3;

Şimdi Müddessir suresi 26-30. ayetlerde geçen diğer sözcükleri inceleyelim.

Beşer

a- “Beşer” sözcüğü “halk, insan” demektir. Tekildir, eril-dişil ayırımı yapılmadan tekil
ve çoğul için kullanılır.
b- “Beşer” sözcüğü, “el-beşeretü” sözcüğünün çoğuludur.
Anlamı, insanın üzerinde kıl biten yüz, kafa ve vücudunun üst derisidir. (Lisanü’l-
Arab, cilt 1, s. 424; “beşer” mad.)

Levvahatün

Levvahatün sözcüğü de sesteş bir sözcüktür.


a- “Levvahatün” sözcüğünün kök sözcüğü olan “levh”, tahta demektir. Gemiyi
oluşturan tahtaların her birisi bu sözcükle ifade edilir. Nitekim Kamer suresi 13. ayette
Nuh'un gemisindeki tahtalar için çoğul olarak kullanılmıştır.
Sözcük ayrıca “ister ağaç cinsinden isterse başka bir nesneden olsun, üzerine yazı
yazılan her şey için de kullanılmıştır. Buruc suresi 22. ayetteki “‫ فسسى لسسوح محفسسوظ‬Fi levhın
mahfuz [korunmuş bir levhadadır]” ifadesinde bu anlamıyla yer almıştır.
Öyleyse “levha” sözcüğü, bu günkü ortama göre, yazı yazılan, bilgi saklanan her şey,
levha, tablet, parşömen, tablo; çağdaş araçlardan ise ekran, plâk, teyp bandı, CD, disket veya
hard disk gibi üzerine kayıt yapılabilen her türlü araç-gereci ifade edebilir. Sözcüğün
“Levvâha” şeklindeki kullanılışı ise isimden türetilerek elde edilen ve mübalağa anlamı
kazandırılan etken isim kalıbında bir kelimedir ve “fevkalâde levhalar yapan” anlamına gelir.
b- “Levh” sözcüğü ayrıca “şimşek çakması, parlamak, uzaktan görünme, yakıp
kavurma, deriyi siyahlaştırma, susamışlık” anlamlarına da gelmektedir. (El Müfredat ve
Lisanü’l-Arab; Levh maddeleri)
Bu açıklamalar doğrultusunda pasajın meali şöyle olmaktadır:

9
a- 26-30. Ayetler:

“Onu [Kur'an beşer sözüdür diyeni] yakında Sekar'a [cehenneme]


yaslayacağım.

Bilir misin, nedir Sekar [cehennem]?

O (Sekar/cehennem), bırakmaz (baki kılmaz) ve de terk etmez (yok


etmez).
O [sekar/cehennem], deriler için yakıp kavurandır.

Onun [Sekar'ın/cehennemin] üzerinedir on dokuz.”

Bu ifadeler cehennemi ve cehennemdeki azabı anlatmaktadır. Buna benzer cehennem


tasvirleri aşağıdaki ayetlerde de görülmektedir:

A'la 11-13: En bedbaht olan da ondan kaçınacaktır.


O ki, en büyük ateşe yaslanacaktır.
Sonra o en büyük ateşin içinde ne ölecek, ne de hayat
bulacaktır.

Nisa 56: Evet, ayetlerimizi inkar edenleri, kesin, ateşe atacağız.


Derilerinin her yanışında, cezayı tatmaları için, derilerini başka derilerle
değiştireceğiz. Gerçekten Allah Azîz'dir, Hakîm'dir.

“On dokuz” ifadesine gelince: Kimine göre bu rakam cehennemdeki görevli


meleklerin [zebanilerin] sayısıdır. Kimine göre haftanın yedi günü ve senenin on iki ayı
[7+12] olmak üzere azaptaki sürekliliğin anlatımıdır. Bize göre ise bu ayetler müteşabihtir;
birbirine benzer birden çok güzel anlamları vardır. Bu anlamların tevili [önceliklenmesi],
kendini Kur'an'a veren gayretli ilim adamlarını beklemektedir.

b- 26- 30. Ayetler:

“Onu [Kur'an beşer sözüdür diyeni] yakında Sekar'a yaslayacağım


[bilgisayarla yüzyüze getireceğim].

Bilir misin nedir Sekar [bilgisayar]?

O [Sekar/bilgisayar], bırakmaz [baki kılmaz] ve de terk etmez [yok etmez].

O, beşer [insan] için fevkalâde levhalar yapandır.

Onun [Sekar'ın/bilgisayarın] üzerinedir on dokuz.”

Levhaları/tabloları insanlar için sağlayan, sürekli göstermeyen ama yok da etmeyip


hafızasında saklayan şey “Bilgisayar”; bilgisayar üzerindeki “On Dokuz” ise Kur'an'ın 19
sayısı ile şifrelenişi olabilir.
Bu durumda pasajdan şöyle bir anlam çıkarsamak mümkün hale gelir:

10
“Kur'an'a beşer sözü diyenler, yakında üzerine on dokuz konulmuş, beşer için
fevkalâde levhalar yapan, sürekli tutmayan, yok da etmeyen Sekar denilen şeyle tanışacaklar.
Baksınlar, düşünsünler bakalım, Kur'an beşer sözü olabilir mi?”
İşte, 26. ayette “yakında” diye ifade edilen gün gelmiş ve insanlar bilgisayarı
bulmuştur. Bilgisayarla birlikte Kur'an'la ilgili 19 mucizesi gündeme gelmiştir. Bu öyle bir
mucizedir ki, bir beşer tarafından becerilme ihtimali matematiksel olarak imkânsızdır.
Beşer, Sekar ve Levvâha sözcükleriyle surede birkaç kez cinas sanatı yapılmıştır.
Cinas, edebiyat terimi olarak manaları farklı, yazılış ve söylenişleri aynı veya benzer olan iki
veya daha fazla kelimenin nazım veya nesirde bir arada kullanılmasıdır. Cinasın faydası
muhatapta dinleme arzusu uyandırmasıdır.
“Levh” sözcüğünün diğer anlamları dikkate alındığında 29. ayet aşağıdaki anlamlar ile
de açıklanabilir:
1-Beşere susamış
2-Beşere uzaktan görünen
3- Beşer için bir gösterge

On Dokuz Mucizesi

İnsanlık, pozitif bilimlerde ileri sürülen kuramları ancak bütün bilimlerin ortak dili
olarak kabul edilen ve Galile'nin deyimi ile “Allah'ın evreni yaratmakta kullandığı dil olan
matematik” ile ispatlanmaları halinde bilimsel olarak kabul etmektedir. Gerçekten de evrende
var olan her şeyin tarifi ve anlaşılmasındaki değişmez ölçü, matematiktir. Bu gerçek, insanları
Allah'ın evrende yarattığı tüm varlıklarda gözlenebilen matematik özellikleri Kur'an'da da
aramaya sevk etmiştir. Yapılan araştırmalar sonucunda şaşırtıcı matematiksel özellikler,
uyumlar ve ilişkiler ortaya çıkmıştır.
Ayların sayısının 12 olduğunu bildiren Kur'an’da “ay” anlamına gelen “‫ شهر‬şehr”
kelimesi de 12 defa tekrarlanmaktadır.
Dünya etrafındaki eliptik turunu 27 günde tamamlayan Ay, Arapçadaki karşılığı olan
“‫ قمر‬Kamer” ismiyle Kur’an’da tam 27 defa geçmektedir.
Gün anlamına gelen “‫ يسسوم‬yevm” kelimesi Kur’an’da 365 defa, “günler” anlamına
gelen “‫ يومين‬yevmeyn” ve “‫ اّيام‬eyyam” kelimeleri ise 30 defa tekrarlanmaktadır. Bu sayılar,
Dünya'nın Güneş etrafındaki bir turunda geçen 365,25 gün sayısına ve Ay takvimindeki bir
aya karşılık gelen 29,53 gün sayısının yuvarlanmış hâline eşittir.
Sıcak-soğuk, dünya-ahiret, ümit-korku, sıkıntı-huzur, adalet-zulüm, yarar-zarar gibi
bazı zıt anlamlı kelimeler de Kur'an'da eşit sayılarda tekrarlanmıştır.
Yıl anlamına gelen “sene” kelimesi, Kur’an’da tekil haliyle 7, çoğul hâliyle 12 kez
olmak üzere toplam 19 defa tekrarlanmıştır. Bu rakam, Güneş, Dünya ve Ay'ın aynı hizaya
geldiği ve “Meton Devri” ya da “Ay Çevrimi” adı verilen bir dönemdeki yıl sayısı olan 19'a
eşittir. 19 yıllık bu dönemde, ay takvimine göre 355 gün süren 7 artık yıl ve 354 gün süren 12
tam yıl vardır. Bunlara ilâve olarak Kur'an'da Güneş ve Ay'ın aynı ayette zikredildiği ayet
sayısı da 19'dur.
Bilgisayar yardımıyla yapılan bu tarz araştırmalar, Kur'an tarafından dikkat çekilen 19
sayısı üzerinde de yoğunlaştırılmış, Kur'an'da geçen harf ve kelimelerin tekrarlanma sayıları
ile bu kelimelerin “ebced” denilen sayısal değerleri arasındaki ilişki üzerine 19 rakamına
dayalı pek çok örnek tespit edilmiştir. Burada hemen belirtmek gerekir ki, Kur'an'ın indiği
dönemde Araplar sayıları rakamlarla değil, harflerle ifade etmekte idiler. Ebced denilen bu
sistemde her harf bir rakamı temsil etmekte idi. Bu sayı sisteminin daha sonraki dönemlerde
büyücülük ve muskacılık yapan sahtekârların yaptıklarıyla hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

11
19 sayısıyla ilgili olarak ortaya çıkarılan bazı tespitlerin dökümü, “Sekar”, “19” ve
“bilgisayar” kavramlarıyla ilgili öngörülerimizin daha iyi anlaşılması bakımından yararlı
olacaktır:
Bu matematiksel ilginçliklerden en dikkat çekeni, Besmelenin 19 harften meydana
gelmiş olmasıdır.
Ayrıca Besmeleyi oluşturan dört temel kelime de Kur'an'da 19’ar veya katları kadar
tekrar edilmektedir. [İsim 19 defa; Allah 2698 defa; Rahman 57 defa; Rahîm 114 defa.] Diğer
taraftan Allah'ın Kur'an'da geçen 123 isminden sadece dört tanesinin sayısal değeri 19 ve
katlarından oluşmaktadır ve bu değerler Besmelenin dört kelimesinin tekrar sayılarına eşittir.
[Vahid 19 defa; Zu’l-Fadli’l-Azim 2698 defa; Mecid 57 defa; Cami’ 114 defa] Burada 19'un
katları olan sayıların toplamı da 19'un katıdır. Yani;

İsim 19'un 1 katı


Allah 19'un 142 katı
Rahman 19'un 3 katı
Rahîm 19'un 6 katı
Toplam 19'un 152 katı (19 x 8)

Besmeleyi oluşturan kelimeler ve bu kelimelerin sayısal değerleri şöyledir:

Kelime No: Kelimelerin Harfleri Harf Sayısı Sayısal değerleri Toplam


1 Be, Sin, Mim 3 2, 60, 40 102
2 Elif, Lâm, Lâm, He 4 1, 30, 30, 5 66
3 Elif, Lâm, Re, Ha, Mim, Nun 6 1, 30, 200, 8, 40, 50 329
4 Elif, Lâm, Re, Ha, Ye, Mim 6 1, 30, 200, 8, 10, 40 289

TOPLAM 19 786

Bu tablodan hareket edildiğinde şu matematiksel sonuçlara ulaşılmaktadır;


1. Yukarıdaki her kelimenin sıra numarasından sonra aynı kelimedeki harflerin sayısı
peş peşe yazılarak elde edilen 8 rakamlı sayı 19'un tam katıdır:

1 3 2 4 3 6 4 6 = 19 x 36686

2. Sıra numaralarından sonra aynı kelimelerin harf sayıları değil de toplam sayısal
değerleri yazılarak elde edilen 15 rakamlı sayı da 19'un tam katıdır:

1 102 2 66 3 329 4 289 = 19 x 5801401752331

3. Sıra numaralarından sonra kelimelerin toplam sayısal değerleri değil de her harfin
ayrı ayrı sayısal değeri yazıldığında elde edilecek 37 rakamlı sayı da yine 19'un tam katıdır:

1 2 60 40 2 1 30 30 5 3 1 30 200 8 40 50 4 1 30 200 8 10 40 = 19 x …

4. Birinci örnekte kullanılan her kelimenin harf sayısı yerine, o kelimeye kadar olan
harflerin toplam sayısı yazılırsa elde edilecek 10 rakamlı sayı da 19'un tam katıdır:

1 3 2 7 3 13 4 19 = 19 x 69858601

12
5. İkinci örnekte kullanılan her kelimenin sayısal değeri yerine, o kelimeye kadar olan
kelimelerin toplam sayısal değerleri yazılırsa elde edilecek 19 rakamlı sayı da 19'un tam
katıdır:

1 102 2 168 3 497 4 786 = 19 x 58011412367094

Bu örneklere beş değişik alternatifli örnek daha eklemek mümkündür. Ancak bu kadar
örneğin konunun anlaşılması için yeterli olduğunu düşünüyoruz.
Dikkat edilirse yukarıdaki örnekler sadece Besmele ile ilgili örneklerdir. Fatiha
suresinde de insanı şaşırtan buna benzer matematiksel özellikler vardır. Daha pek çok hususta
19 ile ilgili araştırmalar yapılmakta ve ortaya ilginç bulgular çıkarılmaktadır. Huruf-u
Mukattaa [Kısaltılmış Harfler] ile başlayan surelerdeki harf sayılarına dayanan 19'lu sistem
bunlardan biridir. 19’lu sistem, aynı harflerle başlayan sureleri hem ayrı ayrı gruplar halinde
kendi aralarında, hem de bir bütün olarak birbirlerine âdeta kenetlemiştir.
Özetlersek, Bakara suresinin 23 ve 24; Yunus suresinin 38; Hud suresinin 13; İsra
suresinin 88 ve Tur suresinin 33, 34. ayetlerindeki “Kur'an'ın bir tek suresinin bile asla
benzerinin meydana getirilemeyeceği” hakkındaki iddia, 19 mucizesi ile kimsenin itiraz
edemeyeceği matematiksel bir ispata dönüşmüştür. Böylece Hicr suresinin 9. ayetinde verilen
“Kur'an'ın korunduğu” hakkındaki ilahi teminatın mahiyeti de anlaşılmış olmaktadır. Buna
göre Kur'an matematiksel bir sisteme sahiptir ve en ufak bir tahrif girişimi bile sistemi
bozmakta, bu nedenle de derhal fark edilmektedir. Bilgisayar yardımıyla bile olsa sistemin bir
insan tarafından plânlanması mümkün olmadığı gibi, girişilebilecek herhangi bir tahrif
işlemiyle yeni ve sahte bir sistemin kurulması da imkânsızdır.
Matematik bilimcileri, Kur'an'ın kelime yapıları, harf sayıları ve harf gruplarından
yola çıkarak Kur’an’da 19 mucizesine benzeyen birçok olağanüstü yapılar ve kurgular tespit
etmişlerdir. Bu tespitler, geçmişteki “Hurufîlik” ve “Batınîlik” ekollerinin bu meseleye
yaklaşımlarından farklıdır. Bilindiği gibi Hurufiler ve Batıniler, ayetlerin gerçek anlamından
uzaklaşıp ayetlerden kendi sistemlerine göre anlam çıkarmaya uğraşırlar; ayetlerin zahiri/açık
anlamlarına itibar etmezler.

31. Ayet:

“Biz cehennem yâranını hep melekler yaptık. Ve biz onların sayılarını da küfre
sapanlar için bir imtihandan başka şey yapmadık. Ta ki, kendilerine kitap verilenler iyice ve
apaçık bilsinler. İman etmiş olanların imanı artsın. Kendilerine kitap verilmiş olanlarla iman
sahipleri kuşkuya düşmesin. Kalplerinde hastalık olanlarla küfre sapmış bulunanlar da “Allah
bununla neyi örneklendirmek istiyor?” desinler. İşte böyle. Allah dilediğini/dileyeni saptırır,
dilediğini/dileyeni de doğruya ve güzele kılavuzlar. Rabbinin ordularını ancak O [kendisi]
bilir. Bu, beşer [insan] için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka şey değildir.”

Bu ayet ile Kur'an ayetlerinin bir kısmının birden çok anlam taşıyan ayetler olacağı
mesajı verilmektedir. Bu ayetler, tevilleri zamanla uzmanları tarafından yapılacak olan,
uzman olmayanların ise “Rabbimizin bu ayetinde mutlaka bir hikmet var” diye teslimiyet
gösterecekleri müteşabih ayetlerdir (Âl-i Imran 7 ve Zümer 23) Yukarıdaki ayette ifade edilen
hususlar, İsra; 60 ve Bakara; 26, 27'de de söz konusudur.
“Melek” kavramı ile ilgili geniş açıklama Necm ve Kadr surelerinde yer alacaktır.
Yine “Allah dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de doğruya ve güzele kılavuzlar”
ifadesi ile ilgili detay Tekvir suresinin 28 ve 29. ayetlerinin tahlilinde verilecektir.

32-37. Ayetler:

13
“Hayır… Hayır… Zannettikleri gibi değil. Ant olsun Ay'a,

ant olsun geceye, sırtını döndüğünde;

ant olsun sabaha, ağarıp ışıdığında,

ki o [Sekar] gerçekten en büyük [kanıtlardan] biridir.


Beşer [insan] için bir uyarıcı olarak.

Sizden, öne geçmek [ilerlemek] veya arkaya kalmak [geride kalmak] isteyen için.”

32-34. ayetlerde Yüce Rabbimiz bize gerek gece ile gündüz ve gerekse de Güneş ile
Ay üzerinde gösterdiği gücünü hatırlatmakta, bu astronomik olayların bizzat kendisi
tarafından programlandığına dikkat çekmektedir.
37. ayet ise, insanların tam bir inanç ve fikir özgürlüğüne sahip kılındığını ifade
etmektedir. Buna göre her insan kendi değer yargıları doğrultusunda iyiyi veya kötüyü seçme
özgürlüğüne sahiptir. Kur’an iyinin ve kötünün gerçek kriterlerini vererek Allah nezdindeki
iyiyi ve kötüyü tanıtmakta, tercihi insana bırakmaktadır. Ne var ki, insanlar bazen Kur'an
tarafından kötü olarak tanıtılan iş ve davranışları kendi değer yargılarına göre kötü
saymamakta, Allah’a göre iyi olanı değil, kendi yargılarına göre iyi olanı seçmektedirler.
Ahiret hayatı, deney ve gözlem laboratuarına sokularak ispatlanacak bir olgu değildir.
Kıyamet ve ahiret halleri tamamen gaypla ilgili konulardır. Bu konudaki bilgilerimizin
kaynağı Allah’ın peygamberlerine vahyettiği kitaplardır. Bu nedenle ahirete inanmayan kişiye
onu ispatlamak mümkün değildir. Öncelikle kişinin kendi akıl ve vicdanının sesine kulak
vermesi, Allah'a ve Allah'ın peygamberler gönderdiğine inanması gerekir. Bununla birlikte
Kur'an, insanı ahiretin gerçekliğine yöneltecek gayet ikna edici deliller ileri sürmektedir. Bu
deliller tamamen insan aklına hitap etmektedir. Yukarıda mealleri verilen 32-37. ayetler bu tür
ayetlerdendir. Bu konuda ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: Mümin 57; Ahkâf 33; Ya Sin 78-
82; Rum 19; Bakara 28; Kıyamet 36-40; En'âm 60, 95; Müminun 115; Kalem 35, 36; Casiye
21, 22; Teğabün 7.

Bu ayetlerde çok canlı sahneler anlatılmaktadır.

38. Ayet:

“Her benlik kazancının karşılığında bir rehindir.”

Rehin olmak, bağlanmak, tutuklanmak ve ipotek altında olmak demektir. Bu ayet, her
insanın bizzat kendi eliyle işlediği amel [iş ve davranış] ile ipotek altına girmiş olduğunu
bildirmektedir.

39. Ayet:

“Sağın yâranı hariç.”

Bu ayetten de anlıyoruz ki, müminlerin kusurları onları ipotek altına sokmayacaktır,


Rabbimiz müminlerin kusurlarını affedecektir.
İlerideki surelerde birçok kez yer alacak olan “sağın yâranı” deyimi ilk kez bu ayette
kullanılmıştır. Araplar sağ tarafı uğurlu, sol tarafı uğursuz sayarlardı. Bu bakımdan Kur'an'da

14
iyi insanların amel defterlerinin sağ taraflarından, kötü insanların amel defterlerinin ise sol
taraflarından verileceği bildirilmiştir. Ayetteki “sağın yâranı” ifadesi ile amel defteri sağ
tarafından/sağ eline verilmiş müminler kastedilmektedir. Bu konunun bir başka anlatımı için
Vakıa suresinin 27-40. ayetlerine bakılabilir.

40-47. Ayetler:

“Bahçelerdedirler. Soruşur dururlar, suçlulardan.

‘Sizi Sekar'a sürükleyen nedir?’

Dediler ki: ‘Biz musallinden/destekçilerden [sosyal yardım yapanlardan/sosyal destek


sağlayanlardan] değildik.’

Buradaki “‫ مصسسّلين‬musallîn” sözcüğü “namaz kılanlar” anlamında olmayıp sözlük


anlamıyla destekçi, sosyal yardım için koşan, çalışan demektir. “‫ صسسلة‬Salat” ve bunun
türevlerinden olan “musallin” sözcüğü ile ilgili geniş bilgi Kevser suresinde verilecektir.

‘Miskini de yiyeceklendirmiyorduk.’

“‫ مسكين‬Miskin” sözcüğü fıkıh kitaplarında “Fakirden daha da yoksul kimse” şeklinde


tanımlanır. Sözcüğün kök anlamından yola çıkılırsa, “miskin” ve “mesâkîn” sözcükleri ile
kastedilenin hareket kabiliyetini kaybetmiş, iş yapma imkân ve fırsatları kalmamış kimseler
olduğu anlaşılır.
Bu durumda ayetin anlamı, “imkânları olmadığı için muhtaç durumda bulunan
[miskinlerin] karınlarını doyurmalarını, ekmeklerini kazanmalarını sağlamaya yanaşmıyor,
buna karşı bir istek duymuyor, birbirimizi bu konuda teşvik etmiyorduk” demektir ki, bu konu
ileride, Fecr suresinde detaylandırılmıştır.

‘Ve dalanlarla birlikte dalar idik.

Ve Din Günü'nü yalanlıyorduk.’

Din Günü, İnfitar suresinin 14-19. ayetlerinden anlaşıldığı üzere ahiretteki hesap
günüdür. Hesap Günü, iyilerin iyiliklerinin, kötülerin de kötülüklerinin tam karşılığının
verileceği gündür.

İnfitar 14-19: “Facirler de kesinlikle cahim/cehennemdedirler. Din Günü ondan


kaybolmamak üzere oraya yaslanacaklardır/ düşeceklerdir. Din Günü'nün ne
olduğunu sana ne bildirdi? Sonra bir kere daha, Din Günü'nün ne olduğunu
sana ne bildirdi? O gün kimse kimseye malik olmaz/efendilik yapamaz. Ve o
gün buyruk Allah'a aittir.”

Pişmanlık içindeki inkarcılar sözlerini şöyle bağlarlar:

‘Tartışılmaz ve karşı çıkılmaz olan bize gelene kadar...’


İş işten geçtikten sonra geri dönüş yoktur. Akıllar başa toplanmalı, Kur'an'ın kıymeti
bilinmeli, gerekli uyarı mesajları vaktinde alınmalı ve gereği yapılmalıdır.

15
48. Ayet:

“Artık yarar sağlamaz onlara şefaatçilerin şefaati...”

Suçluların ahiretteki korkunç durumları sahnelenip gösterildikten sonra söz hayattaki


müşriklere getirilmekte, öğüt almaktan ve uyarılmaktan kaçmalarının anlamsızlığı
vurgulanmaktadır. Ayette geçen şefâat kavramıyla ilgili detay Necm suresinde verilecektir.

49-54. Ayetler:

Ne oluyor onlara ki, öğüt verip düşündüren şeyden [Kur'an'dan] yüz


çeviriyorlar?

Aslandan ürkmüş

Sağa-sola kaçışan yaban eşekleri gibidirler,

İçlerinden her kişi, kendisine açılıp saçılmış sayfalar verilsin istiyor.

Hayır! Hayır! Öyle şey olmaz! Doğrusu şu ki, ahiretten korkmuyorlar.


Hayır! Hayır! İş zannettikleri gibi değil! O [Kur'an] bir öğüt verici/düşündürücüdür.”

Yukarıdaki ayetlerde kötülük yapanlar bazen şiddetle kınanmakta, bazen de ahiret


azabıyla uyarılmaktadır.

55 ve 56. Ayetler:

“Öyleyse dileyen onu düşünür, öğüt alır.

Ve onlar, Allah'ın dilediği dışında, öğüt alamazlar. O, sakındırmaya


ehildir ve affetmeye ehildir.”

Allah'ın dilemesi ile ilgili detay Tekvir suresi 28, 29. ayetlerde verilecektir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

16

You might also like