You are on page 1of 9

9 LEYL SURESİ

[GECE]

SURESİ

LEYL SURESİ’NE GİRİŞ

Adını birinci ayetteki “el-Leyl” sözcüğünden alan sure, Mekke’de 9. sırada inmiştir.
Daha önce inen sekiz surede genellikle ahiret inancı üzerinde durulmuş ve bu inanca
sahip olmayanlar cehennem ile tehdit edilmişti. Rabbimizin benzer uyarıları bu surede de
devam etmektedir. Ancak bu uyarılar insanların ahiretle ilgili tutumlarından dünyadaki
davranışlarına doğru yönelmeye başlamış ve detaylandırılmıştır.

Surenin İniş Sebebi

Surenin iniş sebebi hakkında bir çok rivayet ortaya atılmış ve özellikle 17-20.
ayetlerinde tasvir edilen karakter özellikleri, Ebu Bekir, Ali, Bilâl, Ebu Dahdah, Ümeyye b.
Halef gibi o günlerde yaşamış olan kişilerle özdeşleştirilmek istenmiştir. Oysa Tebbet
suresindeki Ebuleheb örneğinde olduğu gibi kişi adları verilmemiş, kişilerin genel karakter
özellikleri dile getirilmiştir.
Edebî sanatlar bu surede de zirve noktadadır. Ortaya konan bu edebî mucizenin ileri
düzeydeki etkisi ile insanlar adeta imana ve İslâm'a çekilmektedir. Bu sanatların hangi
sözcükler ve ifade biçimleriyle ortaya çıktığını Türkçe çeviride göstermek mümkün
olmamakla birlikte, surelerin hakkıyla anlaşılmasını sağlamak için Türkçe anlamları
üzerindeki bazı tezahürleri gösterilmeye çalışılacaktır.

9/ LEYL [GECE] SURESİ

Rahman ve Rahîm Allah adına.

Ayetlerin meali:

1-4 - Bürüyüp örttüğü zaman geceye, parıldadığı zaman gündüze ve erkeği, dişiyi
yaratan şeye ant olsun ki, sizin emek ve gayretiniz kesinlikle dağınık ve parça parçadır.
5-7 - Bu nedenle kim malını/kazancını verir, takvalı davranır ve en güzeli doğrularsa,
Biz ona, o en kolay olan için kolaylık sağlayacağız.
8-11 - Kim de cimrilik ederse ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görürse ve en
güzeli yalanlarsa, Biz ona en zor olan için kolaylık vereceğiz. Aşağı yuvarlanıp helâk
olduğunda malı onu kurtaramayacaktır.
12 - Doğruya ve güzele hidayet etmek sadece bizim üzerimizedir.
13 - Sonrası da öncesi de sadece Bizimdir.
14-16 - İşte bu nedenle, yalanlayan, yüz çeviren, karanlık ruhlu azgınlardan başkasının
girmediği, alevlendikçe alevlenen bir ateşe karşı Ben sizi uyardım.

1
17-20 - Kimseden karşılık beklemeden, sadece Yüce Rabbinin rızasını umarak,
arınmak için malını veren çok takvalı kişi ondan uzak tutulacaktır. Ve yakında o mutlaka
hoşnut olacaktır.

Ayetlerin Tahlili

1, 2. Ayetler:

Bürüyüp örttüğü zaman geceye, parıldadığı zaman gündüze ant olsun


ki…

Yüce Rabbimiz sureye yemin ile başlamaktadır. Bir sonraki sure olan Fecr suresinin 5.
ayetinde Rabbimizin yeminlerinin biz insanlarınkinden farklı olduğu görülecektir. Biz
insanlar muhatabımızı sözlerimize inandırmak için yemin ederiz Rabbimiz ise akıl
sahiplerinin dikkatini çekmek, onları araştırmaya sevk etmek ve kanıt göstermek için yemin
eder [kanıt gösterir, referans verir]. Kasem cümlesiyle ilgili detay Kalem suresinin girişinde
verilmiştir.
Rabbimizin yemin etmek suretiyle dikkatimizi çektiği, üzerinde düşünmemizi istediği
öğeler gece ve gündüzdür. Ancak; gece ve gündüzün günün sadece birer bölümü olduğunun
dışında başka özellikleri üzerinde de düşünmemiz isteniyor olsa gerektir. Çünkü ayetlerde
“bürüyüp örttüğü zaman geceye” ve “parıldadığı zaman gündüze” denilerek gecenin bürüyüp
örttüğü, gündüzün de parıldadığı belirtilerek dikkatimiz çekilmektedir.
Gece, edebî metinlerin hemen hepsinde bilinmeyenin, görünmeyenin, matemin ve
hüznün simgesi olarak kullanılmıştır. “Bürüyüp örten gece” deyimi ise karanlığı, karanlık ise
güvensizlik ve korkuyu çağrıştırmaktadır. Çünkü karanlık, insanın çevresinden en fazla veri
topladığı duyu organının, gözlerinin işlevini engellemektedir. Gözleri ile çevresinden yeterli
bilgi alamayan insan ne ile karşılaşacağını bilmediği için korkmakta, hareketlerini
kısıtlamakta, hatta hatalı davranışlarda bulunabilmektedir.
Gündüz ise aydınlığı ve parlaklığı sayesinde her şeyin tüm açıklığıyla görünmesini
sağladığı için insanlar tarafından geceye üstün tutulmuştur. “Gündüzün şerri gecenin
hayrından iyidir” özlü sözü bu yargıyı ifade etmektedir.
Karanlık ile bilgisizlik arasındaki bağıntı aslında tek yönlü değildir. Yani, “Karanlık
insanların bilgilenmesini engeller” saptaması nasıl doğru ise, “bilgisizlik insanları karanlık
içinde bırakır” saptaması da o derece doğrudur. Bu noktadan bakıldığında, ayetlerde geçen
“gece” sözcüğünün cehaleti ve toplumsal karanlığı, “gündüz” sözcüğünün ise vahyin
aydınlığını ve sağladığı iç huzurunu, mutluluğu, güveni, kısaca Rabbin rızasını işaret eden
birer kinaye olduğu söylenebilir. Bu durumda ayetlerin meali şöyle yorumlanabilir:
“Cehaletin her şeyi bürüyüp örttüğünü bir düşün, insanlık nice olur? İşte bu cehaletin
korkunçluğundandır ki, …”
“Vahyin aydınlığının her tarafı sarıp sarmaladığını; ilmin, irfanın her yerde parıl parıl
parladığını bir düşün, insanlık nice olur? İşte vahyin ışığının güzelliğindendir ki, …”

3. Ayet:

Ve erkeği, dişiyi yaratan şeye ant olsun ki,

Suredeki üçüncü yemin, erkeği ve dişiyi yaratan “‫ ما‬şey”e yapılmıştır. Bu durum bizi
iyice düşünmeye zorlamaktadır. Maalesef ayetteki bu incelik ihmal edilerek tefsir ve meal

2
hazırlanmıştır. Ayetin gerçek anlamına kafa yorulmamış, mevcut incelik yuvarlak bir ifade ile
geçiştirilmiştir. Şimdi ayetin orijinalini Lâtin harfleriyle de inceleyelim, vurgu yapılan
sözcüğe dikkat edelim ve işin gerçeğini anlamak için zihnimizi yoralım:
“‫ وما خلق الذكر والنثى‬Ve mâ haleqa’z-zekera ve’l-ünsâ”
Ayette altı çizili “mâ” ifadesine Arapçada “İsm-i Mevsul” denir. Bu sözcük mevcut
dilbilgisi kurallarına göre akılsız, ruhsuz, cansız maddeler için kullanılır ve Türkçede geniş
anlamıyla “şey” sözcüğüyle ifade edilir. Canlı, akıllı varlıklar için ise Arapçada “men”
sözcüğü kullanılır. Bunun Türkçedeki karşılığı ise “kimse” sözcüğüdür.
Kur'an ile Arapça dilbilgisi kuralları arasındaki ilişkiyle ilgili şu kısa bilginin konunun
daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacağı kanısındayız:

Kur'an ve Dilbilgisi

Kur'an’ın indiği dönemde bugünkü Arapça dilbilgisi kuralları henüz belirlenmemişti.


O zamanlar Arapların elinde birkaç şairin şiirlerinden başka herhangi bir yazılı metin yoktu.
Sözlü kültür devam edip geliyordu. Kur'an böyle bir dönemde o günkü Arapçanın yapısına ve
kullanımına uygun olarak nazil olmaya başladı.
Arapçaya ait bu günkü dilbilgisi kuralları Kur'an'ın inişinden yaklaşık 150-200 sene
sonra Sibeveyh, Ahfeş (ölümü H. 177 M.793), Kisâî, İsa b. Ömer, Yunus b. Habib ve Ebu
Ubeyde Ma'mer b. Müsenna gibi bilginlerce oluşturuldu. Nitekim Türkçe dilbilgisi kuralları
da dilin ilk oluşumundan asırlar sonra belirlenmiştir.
Bu nedenle, Kur'an’ın indiği dönemdeki Arapça dil bilgisi kuralları ile yakın zamanda
oluşturulan dil bilgisi kuralları arasında bazı farklar mevcuttur. Bunun örnekleri Kur'an'ın
değişik yerlerinde görülmektedir. Kur'an'ı anlamak isteyenlerin bu önemli konuyu göz önünde
bulundurmaları gerekir. Aksi halde Kur'an'ı anlamakta zorluk çekilir ya da Kur'an eksik
anlaşılabilir.
Konuyla ilgili bazı önemli örnekler şunlardır:

a- “Ma” ve “men” ism-i mevsullerinin kullanımı

Bugünkü mevcut Arapça dilbilgisi kurallarına göre, cansız varlıklar ve akılsız


hayvanlar için “şey” anlamında “‫ ما‬ma” sözcüğü kullanılır; Allah, melekler ve akıllı varlık
olan insan için de “kişi” anlamında “‫ من‬men” sözcüğü kullanılır.
Ne var ki, Kur'an’ın indiği dönemde böyle bir ayırım söz konusu değildir. O dönem
“ma” sözcüğü hem Allah hem de insan için kullanılmaktaydı. “Men” ise hem Allah hem de
akıllı insan için kullanıldığı gibi, ayrıca akılsız hayvanlar için de kullanılıyordu. Aşağıda bu
uygulamanın örnekleri görülmektedir:

“‫ ما‬Ma” ism-i mevsulünün Allah için kullanıldığı ayetler

“Ve ma [‫ ] ما‬haleka’z-zekere ve’l-ünsa.” (Leyl 3)


“Ve’s-semai ve ma [‫ ]ما‬benâhâ, ve’l-ardı ve ma [‫ ]مما‬tahâhâ ve nefsin ve ma [‫]ممما‬
sevvâhâ.” (Şems; 5-7)

İyi düşünülürse, Allah için bu iki ism-i mevsulden birinin ya da ötekinin [‫ من‬ya da ‫]ما‬
kullanılması arasında herhangi bir fark yoktur. Zira Allah'ı yaratıklarının akıllarıyla akıllı ya
da yaratıklarının akılsızlığıyla akılsız gibi değerlendirmek imkânsızdır. Çünkü Allah
kullardaki akıldan da hayvanlardaki akılsızlıktan da münezzehtir. Bu anlamda Allah’a özgü
bir sözcük de olmadığına göre, maksadın zorunlu olarak Arap dilindeki sözcüklerden

3
herhangi birisiyle ifade edilmesi zorunluluğu vardır. Nitekim Allah erkek olmadığı halde
O’ndan hep müzekker/eril sözcüklerle bahsedilmektedir.

Şu ayetlerde de “ma” ism-i mevsulü insan için kullanılmıştır:

“… ‫ ما‬Ma tabe leküm….” (Nisa; 3) Dilbilgisi kurallarına göre “‫ من طاب لكم‬/men tabe
leküm” olmalıydı.

“… ‫ ما‬Ma nekeha âbâüküm…” (Nisa; 22). Dilbilgisi kurallarına göre “‫ من نكح‬/men


nekaha” olmalıydı.

“… ‫ مما‬Ma verâe zâliküm….” (Nisa; 24). Dilbilgisi kurallarına göre “‫ ممن وراء‬/men
verâe” olmalıydı.

“‫ من‬Men” ism-i mevsulu aşağıdaki ayette kural dışı olarak sürüngen ve dört ayaklı
hayvanlar için kullanılmıştır.

“….ve minhüm ‫ من يمشى‬men yemşi ala batnıhi…. Ve minhüm ‫ من يمشى‬men yemşi ala
erbaın” (Nur; 45) dil bilgisi kurallarına göre “‫ ما يمشى‬/ma yemşi” olmalıydı.

b- Eril zamir, dişil zamir:

Bugünkü Arapça dilbilgisi kurallarına göre eril sözcük için eril zamir, dişil sözcük için
de dişil zamir kullanılması gerekir. Kur'an'a baktığımızda ise durum böyle değildir. Bazen
dişil sözcük için eril zamirin kullanıldığı da görülmektedir.
Örnekler:
“‫ فى بطونه‬fi butunihi” (Nahl 66) dilbilgisi kurallarına göre “‫ بطونها‬butuniha” olmalıydı.
“‫ الوانه‬Elvanühü” (Fatır 28) dilbilgisi kurallarına göre “‫ الوانها‬elvanüha” olmalıydı.
“‫ ظهوره‬zuhurihi” (Zuhruf 13) dilbilgisi kurallarına göre “‫ ظهورها‬zuhuriha” olmalıydı.
“‫ فيه‬fihi” (Tahrim 12) dilbilgisi kurallarına göre “‫ فيها‬fiha” olmalıydı. Hâlbuki Enbiya
91'deki durum bugünkü dilbilgisi kurallarına uygundur.
“hüm ‫ فيها‬fiha” (Mümin 11) dilbilgisi kurallarına göre “‫ فيه‬fihi” olmalıydı.
“‫ منه‬minhü” (Nahl 67) dilbilgisi kurallarına göre “ ‫ منها‬minha” olmalıydı.
“‫ ثمره‬semerihi” (Ya Sin 35) dilbilgisi kurallarına göre “‫ ثمرها‬semeriha” olmalıydı.

c- Sıfat tamlamaları:

Bugünkü dil bilgisi kurallarına göre de sıfat tamlamalarında sıfat ile mevsuf arasında
tarif-tenkir [belirlilik-belirsizlik], tezkir-te'nis [erillik-dişillik], ifrad-tesniye-cemi' [tekillik-
ikillik-çoğulluk] ve i'rab [son hareke] konularında uyum olması gerekmektedir. Hâlbuki
Kur'an'da bu kurala uymayan kullanımlar mevcuttur:
“Beldeten ‫ ميتمما‬meyten” (Furkan 49, Zühruf 11, Kaf 11) dilbilgisi kurallarına göre
“beldeten ‫ ميتتا‬meyteten” olmalıydı.
Ya Sin 33'te ise aynı tamlama bu günkü kurallara uygundur.
“Kurûnen beyne zalike ‫ كثيرا‬kesiren” (Furkan 38) dilbilgisi kurallarına göre “‫كثيرتا‬
kesireten” olmalıydı.
“Cibillen ‫ كممثيرا‬kesiren” (Ya Sin 62) dilbilgisi kurallarına göre “‫ كثيرتمما‬kesireten”
olmalıydı.
Ribbiyyune ‫ كثير‬kesir” (Al-i Imran 146) dilbilgisi kurallarına göre “‫ كثيرة‬kesiretün”
olmalıydı.

4
“Nutfetün emşac” (İnsan 2). Burada çoğul sözcük tekil sözcüğe sıfat olmuştur.
Dilbilgisi kurallarına göre ya “‫ نطفممة‬nutfe” çoğul olmalıydı ya da “‫ امشمماج‬emşac” tekil
olmalıydı.

d- Özne-yüklem uyumu:

Bugünkü dilbilgisi kurallarına göre özne ile yüklem arasında tekillik-çoğulluk, erillik-
dişillik konularında da uyum olması gerekmektedir. Ama Kur'an'da buna uymayan
uygulamalar mevcuttur. Örnekler:
“‫ قممال‬Qale nisvetün” (Yusuf 30) dilbilgisi kurallarına göre cümlenin başında “‫قممالت‬
Qalet” olmalıydı.
“‫ قالت‬Qaleti’l-Yehûdü” (Maide; 18) dilbilgisi kurallarına göre “‫ قال‬Qale” olmalıydı.
“‫ قالت‬Qalet rusulühüm” (İbrahim 10) dilbilgisi kurallarına göre “‫ قال‬Qale” olmalıydı.
“‫ قالت‬Qalet il a'rabü” (Hucurat; 14) dilbilgisi kurallarına göre “‫ قال‬Qale” olmalıydı.

Bu örneklerin dışında, tesniye-cem’î, harf-i nefy [olumsuzluk edatı] olan “‫ ما‬ma” ve “


‫ ل‬la ”nın kullanımı, çoğulun tesniyesi ve çoğulun çoğulu gibi daha bir çok konuda bugünkü
dilbilgisi kurallarından farklı uygulamalar mevcuttur.

Bütün bu bilgiler, Leyl suresinin 3. ayetinde geçen “ma” sözcüğüne verilmesi gereken
doğru anlamla ilgilidir. Bu bilgiler değerlendirildiğinde, Allah için ister “ma” kullanılsın, ister
“men” kullanılsın, fark etmeyeceği anlaşılmış olmalıdır.
Öyleyse ayeti hem Kadim Arapçaya göre, hem de yeni dilbilgisi kurallarına göre
açıklamaya çalışalım:
“Ma” ile Allah'ın kastedilmesi durumunda Rabbimiz yaratıcılığına dikkat çekmiş
olmakta, erkek ve dişi yaratmanın kendi tekelinde olduğunu bildirmektedir. Aynı mesele
Şems suresinde de görülecektir.
Ayetteki “ma” ile akılsız varlıkların kastedilmesi durumunda ise erkek ve dişinin
“şey” olarak tanımlanan, akıl sahibi olmayan bir madde tarafından yaratıldığı anlaşılmaktadır.
Tüm evren içindekilerle beraber Rabbimiz tarafından yaratıldığı için doğal olarak o “şey” de
Rabbimizin yarattıklarındandır. Ancak gerçek hayatta görmekteyiz ki, Rabbimiz bazı
“şey”lerin yaratılmasında, yine kendisinin yarattığı başka “şey”leri vesile kılmaktadır. Meselâ
basit bir “ot”un bitmesi su olmadan mümkün değildir. Nasıl ki Rabbimiz önce “su”yu
yaratmış ve “su”ya “ot”u yaratma görevi vermiş ise, burada da erkeği ve dişiyi yaratma
görevini yine kendi yarattığı bir başka “şey”e vermiştir. Buna göre ayetin hakikat manası
aynen “Ve erkeği, dişiyi yaratan şeye yemin olsun ki…” şeklindedir.
Fakat Kur’an üzerine çalışan pek çok meal ve tefsir sahibi, bu “‫ ممما‬mâ” edatının
özelliğini ihmal ederek ayeti muğlâk olarak “erkeği ve dişiyi yaratana…” diye çevirmiş,
okuyanlar da bu çevirilere uygun olarak ayetteki yaratanın Allah olduğunu zannetmişlerdir.
Birçok kaynakta bu ayetle ilgili olarak, “‫ ما‬mâ”ya anlam kazandırabilmeye yönelik
ilginç hususlar ileri sürülmüştür. Genelde mâ-i mevsul'e mâ-i masdariyye manası verilmek
suretiyle yapılan bu izahların altında, aslında ayeti sağlıklı anlama gayretleri yatmaktadır.
Örnek olarak: Sahih-i Buharî, Tefsir Kitabı, 342 ve 343. baplarda yer alan 466 ve 467
numaralı rivayetlerde bu ayetin “Vezzekeri ve’l-ünsa [erkeğe ve kadına and olsun ki]”
şeklinde olduğu iddia edilmiştir.
İkinci örnek: İbni Mes'ûd kıraati, “Vellezî haleqa’z-zekere ve’l-ünsa [erkek ve dişiyi
yaratan kişiye andolsun ki]” şeklindedir.
Üçüncü örnek: Kissâî kıraati, “Ve ma haleqahü’z-zekere ve’l-ünsa [onu erkek ve dişi
olarak yaratan şeye]” şeklindedir.
Bunlardan başka farklı kıraat ve görüşler de vardır.

5
Bu konuda öncelikle şu husus bilinmelidir ki, ayette geçen “‫ خلممق‬halq” sözcüğü
Kur'an'da sadece Allah'ın yaratması için kullanılmamıştır.
Meselâ, Fecr suresinin 8. ayetinde Rabbimiz “Ülkelerde benzeri yaratılmamış olan
sütun sahibi İrem'e” demek suretiyle Babil bahçelerini/kulelerini tanımlarken “‫لم يخلممق مثلهمما‬
Lem yuhlaq mislüha [benzeri yaratılmamıştı]” ifadesini kullanmıştır. Bizler biliyoruz ki,
İrem'i yapan, Kur'an'daki ifadesiyle “halq” eden [yaratan] insanlardır.
Bundan başka, Rabbimiz Âl-i Imran suresinin 49. ayetinde “…‫ اّنى اخلق لكم‬enni ehlüqu
leküm [sizin için yaratırım] …” ve Maide suresinin 110. ayetinde “ ‫ واذ تخلق‬ve iz tahlüqu
mine’t-tıni [hani sen çamurdan yaratıyordun] …” diyerek yaratma sözcüğünü İsa Peygamber
için, Ankebut suresinin 17. ayetinde “…‫ وتخلقون إفكا‬ve tahlüqûne ifken [iftira yaratıyorsunuz]
…” diyerek müşrikler için kullanmıştır.
Bu örnekler, “ ‫ خلق‬halq” sözcüğünün sadece Allah'a ait olan “yoktan var etme” eylemi
için değil, terzinin kumaştan elbise yapması, marangozun keresteden dolap yapması gibi “bir
nesneden başka bir şey yapma” veya “uydurma” gibi eylemler için de kullanıldığını
göstermektedir.
“Halq” sözcüğünün yedinci yüzyılda inen bu ayette “mâ-i mevsule” ile kullanılışı ise,
biyoloji bilimi açısından tam bir mucize mahiyetindedir. Bu konuda daha fazla detay, Necm
suresinin 45 ve 46. ayetleri ile Abese suresinin 18-20. ayetlerinde karşımıza çıkacaktır.

İnsanı Yaratan Şey

İnsanın genetik şifresi, her hücrede bulunan 46 tane kromozomdadır. Bu


kromozomlardan iki tanesi cinsiyet kromozomudur. Erkekteki kromozomlar XY olarak,
kadınlardaki kromozomlar XX olarak tanımlanmaktadır. Kadınlarda yumurtlama anında ikiye
ayrılan kromozomların her biri X kromozomu taşır. Erkekte ise spermlerin kimisi X, kimisi Y
kromozomlarını içerir. Erkekteki X kromozomu kadınların yumurtalarındaki X
kromozomuyla birleşirse çocuk kız, erkeklerdeki Y kromozomu kadınların yumurtalarındaki
X kromozomuyla birleşirse çocuk erkek olur. Böylelikle çocuğun erkek veya kız olması
tamamen spermden gelen X veya Y kromozomuna bağlıdır.

Bu yüzden, Kuran'ın insanların cinsiyetlerini sadece erkekten gelen meninin bir


spermiyle ilişkilendiren bu ayetlerinin işareti mucizevî niteliktedir. Çünkü Kuran'ın 1400 yıl
önce işaret ettiği bu bilgi çok yakın bir döneme kadar bilinmemekteydi.

4. Ayet:

sizin emek ve gayretiniz kesinkes dağınık ve parça parçadır.

Bundan önceki ayetlerde Rabbimiz yemin ederek üç konuya dikkatimizi çekmişti.


Bunlar “‫ ليل‬gece/cehalet”, “‫ نهار‬gündüz/vahiy ışığı” ve “erkek ile dişiyi yaratan şey/genetik”
idi.
Kasemlerin cevabı olan bu ayet, insanın farklı emek ve gayretlerinin, bir başka
ifadeyle, sosyal ve biyolojik faktörlerin ortaya çıkardığı insan davranışlarının dikkat çekilen
bu üç şeyden [cehalet, iman, genetik] kaynaklandığını anlatmaktadır.

5-7. Ayetler:

Bu nedenle kim malını/kazancını verir, takvalı davranır ve en güzeli doğrularsa Biz


ona, o en kolay olan için kolaylık sağlayacağız.

6
Yani; “Gündüzden/vahyin ışığından yararlanarak kim kazancından verir,
kötülüklerden sakınır, en güzeli doğrularsa, Biz ona kolay olanı, yani mutluluğu
kolaylaştıracağız.”
Bu durum ancak gündüzün parıldadığı, vahyin ışığının her tarafı sardığı, yani vahye
uyulup iman edildiği zaman gerçekleşebilir.
Ayette dikkatlerden kaçırılmaması gereken bir husus da “kazancından verir” ifadesiyle
gelir paylaşımı konusunun gündeme getirilmiş olmasıdır. Çağdaş sosyal devlet anlayışının en
önemli ilkelerinden birisi de gelir dağılımında adaletin sağlanması konusudur. Ayette geçen
“kazancından verir” ifadesi, gelir dağılımındaki dengesizliklerin giderilmesi çalışmalarında
önerilen çarelerin en kestirme ve en gerçekçi yolunu göstermektedir. Rabbimizin müminlere
yüklediği bu ekonomik ve ahlakî sorumluluk, bugünkü ekonomi terminolojisinde “yeniden
gelir dağılımı” demektir.
Bu konu, daha önce gördüğümüz Müddessir suresinin 43. ve A'lâ suresinin 15.
ayetlerinde “salla [sosyal destek sağlama]” sözcüğü ile ima edilmişti. Bu ayette “kazançtan
vermek” ifadesi ile sosyal destek sağlama konusuna bir açıklama ve detay getirilmektedir.
Fecr suresinde ise konunun daha fazla detaylandırıldığı ve önemsendiği görülecektir.
Ayetteki “ ‫ اليسرى‬el yüsra/o en kolay olan şey” ile ilgili açıklama A’lâ suresinin 8.
ayetinin tahlilinde yapılmıştı.

8-11. Ayetler:

Kim de cimrilik eder ve kendisini tüm ihtiyaçların üstünde görür ve en güzeli [ahireti,
cenneti] yalanlarsa, biz ona o en zor olan için kolaylık vereceğiz.
Aşağı yuvarlanıp helâk olduğunda malı onu kurtaramayacaktır.

Gecenin karanlığından [cehaletleri nedeniyle] zarar görerek vahye kulağını kapatıp


iman etmeyenler ise cimrilik ederler, kendilerini tüm ihtiyaçların üstünde tutarlar ve kimseye
bir şey vermezler. Aksine sürekli mal ve zenginlik isterler, biriktirdikçe biriktirirler. Böyleleri
sonuçta hem kendilerinin hem de toplumlarının felâketini hazırlamış olurlar.
Ayetteki “‫ العسرى‬el-usra [o en zor olan şey]” ifadesi ile ilgili olarak “şer, mutsuzluk,
sıkıntı” olduğu şeklinde yorumlar yapılmıştır. “Yüsrâ [o en kolay olan şey]” gibi, bu sözcük
de yapısı itibariyle “ondan daha zoru bulunmayan, en zor şey” anlamına gelmektedir. “Zor”
sıfatının “en” anlamıyla şiddetlendirilmesi, bu büyük zorluğun ancak cehennem olabileceğini
düşündürmektedir. Buna göre ayetin anlamı “Biz ona cehennem için her kolaylığı vereceğiz”
demektir.
Cehennem için “kolaylık verilmesi” ifadesi, ahireti tekzip edenlerle alay içindir. Bu
üslupla edebî bir sanat yapılmaktadır. Aynı sanat Âl-i Imran suresinin 21, Nisa suresinin 138,
Tevbe suresinin 3 ve 34, Lokman suresinin 7 Casiye suresinin 8 ve İnşikak suresinin 24.
ayetlerinde de mevcuttur.
On birinci ayette “yuvarlanıp helâk olmak” anlamıyla çevirdiğimiz “‫ تممرّدى‬tereddâ”
sözcüğünün üç harfli kök mastarı “‫ ردى‬redy” sözcüğüdür. Sözcüğün temel anlamı “helâk
olmak”tır. Tefe'ul babına sokulduktan sonra “dağdan aşağıya düşerek helâk olmak, kuyuya,
çukura düşerek helâk olmak” gibi anlamlar kazanmaktadır. (Lisan ül Arab; cilt 4; S. 124)
Ayetten o kişinin “ölmesi, mezar çukuruna yuvarlanması” anlaşılabileceği gibi, “cehenneme
yuvarlanıp toptan helâk olması” da anlaşılabilir.

12, 13. Ayetler:

Sonrası da öncesi de sadece Bizim olduğu hâlde,


doğruya ve güzele hidayet etmek sadece Bizim üzerimizedir.

7
Ayette “sonrası” ile kast edilen şey ahiret, “öncesi” ile kast edilen şey de dünyadır.
Bununla mülkün ve her türlü tasarrufun sadece Allah’a ait olduğu, O’nun kimseye hesap
vermeyecek olmasına rağmen insana hidayet etmeyi, onu iyiye, doğruya ve güzele
yöneltmeyi, kısaca cennete yol göstermeyi kendi üzerine aldığı kast edilmektedir.
“Hidayet”in iyiye ve güzele önderlik etmek, doğru ve yanlışı ayırmaya yarayan bilgi
ve belgeler vermek, peygamber yollamak, kitap indirmek gibi eylemleri kapsadığını, kötü
yolu göstermenin hidayet olmadığını daha önce Fatiha suresinde görmüştük. Yine görmüştük
ki, peygamberler de dâhil olmak üzere Allah'tan başka hiç kimsenin hidayet yetkisi ve gücü
yoktur.

14 - 20. Ayetler:

İşte bu nedenle, yalanlayan, yüz çeviren, karanlık ruhlu azgınlardan başkasının


girmediği, alevlendikçe alevlenen bir ateş ile Ben sizi uyardım. Yüce Rabbinin
rızasının dışında kimseden karşılık beklemeden, arınmak için malını veren çok takvalı
kişi ondan uzak tutulacaktır.

Kur'an'ı Kur'an'la anlama ilkesine uygun olarak, bu ayetlerin en uygun açılımının


İbrahim suresinin 47-52. ayetlerinde yapıldığı kanaatindeyiz
:
Ibrahim 47-52: “O halde sakın Allah'ın peygamberlerine verdiği sözden
cayacağını sanma!
Şüphesiz Allah güçlüdür, intikam sahibidir [suçluyu
Kaçırmayandır].
O gün yeryüzü başka bir yere dönüştürülür, gökler de...
Ve hepsi o tek ve kahredici Allah için fırlarlar;
o gün suçluları birbirlerine çatılı çatılı bukağılara vurulmuş
görürsün;
gömlekleri katrandandır, yüzlerini de ateş kaplar;
çünkü Allah herkesi kazandığı ile cezalandıracaktır!
Allah hesabı çabuk görendir.
İşte bu, insanlara açık bir tebliğdir;
hem bununla uyarılsınlar hem O'nun ancak bir tek ilâh
olduğunu bilsinler
hem de ülü’l-elbab [akıl ve vicdanı temiz olanlar] öğüt alsınlar! ”

Yukarıda yer alan “Allah güçlüdür, intikam sahibidir” ayetindeki “‫ انتقممام‬intikam”


sözcüğü ile ilgili olarak A’lâ 1–5. ayetlerin tahlilinde ve “İsmin Tesbihi” başlığı altında bir
açıklama yapılmıştı. Bu nedenle kısa bir hatırlatmayla yetinilecektir.
İntikam sözcüğü dilimize “kinden kaynaklanan öç” şeklinde yanlış bir anlamla
geçmiştir. Allâme İbni Menzur'un Lisanü’l-Arab adlı eserinde de belirttiği gibi, “‫انتقممام‬
intikam”, suçluyu cezalandırmak suretiyle beraberliği ve aynı zamanda adaleti sağlamak, altta
kalmamak demektir. Toplum hayatında intikam sahipliği “yargı gücü” olarak tanımlanmıştır
ve bu gücü temsil eden mahkemeler tarafından uygulanmaktadır. İlâhî düzende intikam sahibi
olan sadece Allah'tır. Rabbimiz, dilediğini affederek, dilediğini de işlediği suça denk bir ceza
ile cezalandırarak ilâhî adaleti uygulamaktadır. Bütün bilgilere sahip, bütün noksanlıklardan
arınmış, hem bu dünyanın hem de ahiret hayatının tek hâkimi olduğu için gerçek adaleti

8
sağlamaya gücü yetebilen sadece O'dur. Yani Allah, intikam sahiplerinin [cezalandırmak
suretiyle adalet sağlayıcıların] en güçlüsüdür.

21. Ayet:

Ve yakında o mutlaka hoşnut olacaktır.

Allah'ın kendisine ikram ettiği nimetleri karşılık beklemeden, sadece Allah'ın rızasını
kazanmak için ihtiyaç sahipleriyle paylaşanlar amaçlarına ulaşacaklar ve böyle güzel bir
davranışı yapabilme imkânı verdiği için Allah'tan razı olacaklardır. Bu konuya Fecr suresinin
27-30. ayetlerinde daha detaylı olarak değinilecektir.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır

You might also like