You are on page 1of 4041

Büyük Türkçe Sözlük

Sürüm No: 1.0 Farabi


Açıklama

(veya ağ
zını
n içine) bakmak
* ne söyleyeceğini beklemek.
* onun sözüne göre davranmak.

... (bir) hâl almak


* bir duruma gelmek.

... canlı

* düş
künü.

... damgası
nı vurmak
* (biri için) kötü bir yargı
ya varmak.

... -e kuvvet
* herhangi bir ş
eye ağ
ırlı
k verildiğ
inde kullanı

r.

... fı

n ekmek yemesi lâzı m
* bir duruma erişmek için pek çok emek vermesi, çalı
şması
gerekir.

... gözüyle bakmak


* yerine koymak.

... ile beraber


* ile birlikte.

... kim ... kim


* yakı
ştı

lan ş
eyin uygunsuzluğ
unu belirtmeye yarar.

... olsun, ... olsun,


* sözü geçen her ş
ey.

... süsü vermek


* gerçeğ
e aykı
rıolarak, kendisinde veya herhangi bir ş
eyde üstün bir nitelik veya değer varmı
şgibi
göstermek.

... ziyafeti çekmek


* herhangi bir ş
eyi en iyi biçimde baş
armak, herhangi bir yönüyle doyurmak.

...-a veya ...-e gelince


* sıra gelince anlamı na gelerek bir konu bittikten sonra sözü baş
ka bir konuya geçirmeye yarar.
* ayrı calık gösteren bir düşünceye geçildiğini anlatı
r.

...-a, ...-ya getirmek


* birini bir duruma getirerek istediği gibi davranmak.

...-den eylemek
* yoksun bı
rakmak.

...-ı
nda / ...-inde değil
* bir şeyin söylenen niteliğ
ine önem vermeyi anlatı
r.

...i tutmak
* bir iş
i yapacağ
ıve göreceği o zamana rastlamak.

...ikinci plâna düş mek


* bir kimsenin veya topluluğun gözünde eski önemini, değ
erini yitirmek.
...ile beraber
* -dı
ğı/ -diği anda.
* -dan / -den başka.
* -dı
ğı/ -diği hâlde.

...-ması
yla, ...-mesi bir olmak
* aynıanda, çabucacı k, birden.

...maya veya ...meye görsün (veya gör)


* söz konusu fiilin doğ
uracağ ısonuca kesinlik kazandı
rmak için kullanı

r.

...nı
n resmidir...
* bir durumun olacağ
ıkesin ve bellidir.

19 Mayı
s

30 Ağ
ustos
* Zafer Bayramı
.

a
* Seslenme bildirir.

a
* (a:) Şaşma, hatı
rlama, sevinme, acı
ma, üzülme, kı
zma gibi duygularıgüçlendirir, cümlenin baş
ında veya
sonunda kullanı lı
r.

a/e
* Çekimli fiilin sonuna gelerek anlamıpekiş
tirir.

-a- / -e-

simden fiil türeten ek.

-a / -e
* Yönelme durumu eki: dağa, eve, yola, öne. Ünlü ile biten isimlerden sonra araya y sesi girer.

-a / -e
* Fiilden zarf türeten ek: yaza yaza, gide gide, koş
a koşa, düşe kalka, güle oynaya. Ünlü ile biten fiillerden
sonra araya y sesi girer: yaşaya yaş
aya, bekleye bekleye, okuya okuya, yürüye yürüye. Bu ek göre, kala, geçe, sapa
örneklerinde kalıplaş mı ştı
r.

a, A
* Türk alfabesinin birinci harfi, ses bilimi bakı
mından kalın ünlülerin düz ve genişolanı
nıgösterir.
* Nota işaretlerini harflerle gösterme yönteminde lâ sesini bildirir.

ab
* Su.

aba
* Yünden, dövülerek yapı lan kalı
n ve kaba kumaş .
* Bu kumaş tan yapı lmışyakası z ve uzun üstlük.
* Bu kumaş tan yapı lmışolan.
* Eskiden dervişlerin giydiği abadan yapılmış, önü açı
k hı
rka.
* Abla.
* Anne.

aba altı
ndan değnek (sopa) göstermek
* yumuşak görünmekle birlikte yine de gözünü korkutmak.

aba gibi
* (kumaşiçin) kaba ve kalı
n.
aba güreş
i
* Aba giyilerek ve bele kuş
ak bağlanarak yapı
lan bir tür güreş
.

aba vakti yaba, yaba vakti aba


* kiş
i, ihtiyaçları
nıvaktinden önce ve ucuz olduğ
u zaman karş
ılamalı

r.

abacı
* Aba yapan veya satan kimse.
* Abadan giyecek yapan veya satan kimse.
* Bedavacı, asalak.

abacıkebeci, ara yerde sen neci?


* "anlamadı ğı
n bu işe ne karı
şı
yorsun?" anlamı
nda kullanı
lan bir söz.

abacı

k
* Aba yapma veya satma iş
i.
* Abadan giyecek yapma veya satma iş
i.

abadî
* Kalı
nca ve açı
k saman renginde, yarı
mat bir yazıkâğ
ıdı
türü.

abajur
* Iş
ığıbir yere toplamak, doğrudan doğ ruya gözlere vurması
nıönlemek için kullanı
lan lâmba siperi.
* Genellikle üzeri siperli masa lâmbasıveya ayaklılâmba.

abajurcu
* Abajur yapan veya satan kimse.

abajurculuk
* Abajurcunun iş
i veya mesleğ
i.

abajurlu
* Abajuru olan.

abaküs
* Sayı
boncuğ
u, çörkü.

abalı
* Abasıolan, aba giymişolan.

abandı
rma
* Abandı
rmak iş
i.

abandı
rmak
* Bir kimsenin bir yere abanması
nısağlamak.
* Bir hayvanıyere çöktürmek.

abandone
* Dövüş
emeyecek duruma gelen (boksör).

abandone etmek
* dövüşemeyecek duruma getirmek.

abandone olmak
* dövüş emeyecek duruma gelmek.

abanî
* Sarı
mtırak dallınakış
larla iş
lenmişbir tür beyaz, ipek kumaş
.
* Bu kumaş tan yapılmı
ş.

abanma
* Abanmak iş
i.
abanmak
* Eğ ilerek bir şeyin, bir kimsenin üzerine kapanmak.
* Bir yere veya bir kimseye yaslanmak, dayanmak.
* Bir ş eyin veya bir kimsenin üzerine çöküp çullanmak.
* Birine yük olarak onun sı rtı
ndan geçinmeye bakmak.

abanoz
* Abanozgillerin ağ
ır, sert ve siyah renkli tahtası
.

abanoz gibi
* çok sert.

abanoz kesilmek
* sertleş
erek dayanı
klılı
ğıartmak.
* kirden matlaşmak, rengini kaybetmek.

abanozgiller
*İ ki çeneklilerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en ve kerestesine abanoz denilen bir bitki familyası
.

abanozlaş
ma
* Abanozlaş
mak durumu alma.

abanozlaş
mak
* Ağaç ve benzeri maddeler uzun süre suda kalarak kararmak.
* (insan) uzun süre güneş
te kalarak kararmak, yanmak.

abartı
* Abartma, mübalâğa.

abartı

* Bir ş
eyi olduğ
undan büyük veya çok gösterme huyunda olan (kimse), abartmacı
, mübalâğacı
.

abartı


k
* Abartı
cıolma durumu, abartmacı

k, mübalâğ
acı

k.

abartı

* Olduğundan fazla gösterilen, mübalâğalı
.

abartı
lma
* Abartı
lmak iş
i.

abartı
lmak
* Abartmak iş
ine konu olmak, mübalâğ
a edilmek.

abartı

z
* Olduğundan fazla gösterilmeyen, mübalâğası
z.

abartı
ş
* Abartmak iş
i veya biçimi.

abartma
* Abartmak iş
i, mübalâğ
a.

abartmacı
* Abartı

, mübalâğacı
.

abartmacı
lık
* Abartı


k, mübalâğacı

k.

abartmak
* Bir ş
eyi olduğ
undan büyük veya çok göstererek anlatmak, mübalâğa etmek.
abartmalı
* Abartı
lmı
ş, mübalâğ
alı
.

abartması
z
* Abartı
lmamı
ş, abartmadan, mübalâğ
ası
z.

abası
z
* Abasıolmayan, aba giymemişolan.

abaş
o
* Alt, alttaki, aşağ ı
.
* Gemiyi baş tan veya kı
çtan halatla karaya bağlama.

abat
* Bayındı r, mamur.
* Şen, rahat.

abat etmek
* mamur etmek, rahata kavuş
turmak, zenginleş
tirmek, gönendirmek.

abat eylemek
* abat etmek.

abat olmak
* mutlu olmak, rahata kavuş
mak, gönenmek.

abayısermek
* bir yere teklifsizce yerleş
mek.

abayıyakmak
* gönül vermek, tutulmak, âş
ık olmak.

Abaza
* KuzeybatıKafkasya'da yaş
ayan bir halk ve bu halka mensup olan kimse.

Abazaca
* Abazalar tarafı
ndan kullanı
lan dil.

abazan
* Karnıaç olan (kimse).
* Uzun süre kadınsız kalan (erkek).

abazan kalmak
* uzun süre cinsel iliş
kide bulunmamak, kadı
nsı
z kalmak.

abazanlı
k
* Abazan olma durumu.

Abbas yolcu
* yola çı
kacak kimse.

Abbasî
* Abbas bin Abdülmuttalib soyundan gelen, Bağ
dat merkez olmak üzere Ön Asya ve Kuzey Afrika'da 750-
1258 tarihleri arası
nda hüküm süren sülâle.

abd
* Kul.
* Köle.

Abdal
* Safevîler devrinde İ
ran'da yaş
ayan Türk oymakları
ndan biri.
* Anadolu'da yaş
ayan birtakı
m oymaklara verilen ad.

abdal
* Eskiden bazıgezgin derviş lere verilen ad.
* Dilenci kılıklı
, üstü baş
ıperiş
an kimse.
* Bkz. aptal.

abdala malûm olur


* bir ş
eyin olacağı
nıönceden sezen kimseler için ş
aka yollu söylenir.

abdallı
k
* Abdal olma durumu.

abdest
* Müslümanları n, bazıibadetleri yapabilmek için el, ağı
z, burun, yüz, kol, ayak yı
kama ve baş
a, enseye ı
slak el
gezdirme, kulağıtemizleme biçiminde yaptı klarıarı
nma.
*İ drar yapma ve kalın bağı
rsağ ıboş altma.

abdest almak
* abdest yoluyla arı
nmak.
* namaz kı lmak için gerekli yı
kama kuralları
nıyerine getirmek.

abdest bozmak
* ayak yoluna gitmek.

abdest bozulmak
* yeniden abdest alma gereği ortaya çı
kmak.

abdest tazelemek
* yeniden abdest almak.

abdestbozan
* Şeritgillerden, vücudu yassı
, birbirine kenetlenmişboğ
umlarıbulunan ve bazı
sımetrelerce boyda olan bir
bağı
rsak asalağı, tenya, ş
erit.

abdestbozan otu
* Gülgillerden, siyah ve yeş
il boya çı
karı
lan bir bitki (Poterium spinosum).

abdesthane
* Abdest bozacak yer, ayak yolu, tuvalet.

abdesti gelmek (veya olmak)


* abdest bozmaya ihtiyaç duymak.

abdesti kaçmak
* abdest bozma ihtiyacı
varken yok olmak.

abdestinde namazı nda


* dindar.

abdestinden şüphesi olmamak


* yaptı
ğıiş
te kusuru olmadı
ğı
nıkesin olarak bilmek.

abdestini vermek
* azarlamak.

abdestli
* Abdest almı
şbulunan veya abdesti bozulmamı
şolan.

abdestlik
* Abdest alı
nacak yer.
* Abdest alı
nırken giyilen ve kolsuz hı
rkaya benzeyen bir tür giyecek.
* Abdest almaya yarayan.

abdestsiz
* Abdest almamı
şveya abdesti bozulmuşolan.

abdestsiz yere basmamak


* din buyrukları
na titizlikle uymak.

abdiâciz
* Alçak gönüllülük bildirmek üzere "ben" yerine kullanı

r.

abdülleziz
* Akdeniz bölgesinde ve Afrika'da yetişen çok yıllı
k ve otsu bir bitki (Cyperus esculentus).
* Bu bitkinin yemişgibi yenilen, tatlı
ve yağlıürünü.

abece
* Bkz. alfabe.

abece sı
rası
* Bkz. alfabe sı
rası
.

abecesel
* Bkz. alfabetik.

aberasyon
* Sapı
nç.

abes
* Akla ve gerçeğe aykı
rı.
* Gereksiz, lüzumsuz, yersiz, boş
.

abes bulmak
* gereksiz, saçma saymak.

abes kaçmak
* uygunsuz düş
mek.

abesle uğraşmak (veya abesle iştigal etmek)


* yersiz, yararsı
zşeylerle vakit öldürmek.

abeslik
* Abes olma durumu.

abı
hayat
* Efsanelere göre içen kimseye ölümsüzlük sağ
layan bir su, bengi su.

abı
hayat içmiş
* yaş
ıçok ilerlemişolduğ
u hâlde genç görünen (kimse).

abı
kevser
* Cennette bulunduğ
una inanı
lan Kevser ı
rmağı

n adı
.

abı
ru
* Yüz suyu.
* Irz, namus, ş
eref, haysiyet.

abide
* Anı
t.

abideleş
me
* Anı
tlaş
ma.
abideleş
mek
* Anı
tlaş
mak.

abideleş
tirme
* Anı
tlaş

rmak iş
i.

abideleş
tirmek
* Anıtlaş

rmak.

abidemsi
* Anı
t benzeri.

abidevî
* Anı
tla ilgili, anı
tsal, anı
ta benzer, anı
t gibi.

abis
* Okyanusları
n çok derin yeri ve daha özel olarak, güneşı
şı
ğı
nın eriş
emediğ
i kesim.

abiye
* Bayanları
n özel gecelerde giydiğ
işı
k giysi veya tuvalet.

abla
* Bir kimsenin kendinden büyük olan kı z kardeş i.
* Büyük kız kardeşgibi saygıve sevgi gösterilen kı z veya kadı
n.
* Genel ev veya randevu evi iş
letmecisi kadın, çaça, mama.

ablak
* Yayvan ve dolgun yüz veya yüzü böyle olan (kimse).

ablakça
* Ablak gibi, ablak tarzı
nda.

ablaklı
k
* Ablak olma durumu.

ablalı
k
* Abla olma durumu.

ablalı
k etmek
* abla gibi yakı
n ve koruyucu davranı
şta bulunmak.

ablâtif
* Çı
kma durumu.

ablatya
* Uzunluğ
u 150, geniş
liğ
i 4-10 kulaç olan bir balı
k ağ
ı.

abli
* Yarı
m serenleri sağ
a, sola veya ortaya çevirmek için bunları
n ucuna bağ
lıbulunan donanı
m.

abliyi kaçı
rmak (veya bı
rakmak)
*şaş
ırmak, soğuk kanlı

ğı
nıyitirmek, ipin ucunu kaçı
rmak.

abluka
* Bir ülkenin veya bir yerin dı
şdünya ile olan her türlü bağ
lantı

nıkuvvet kullanarak kesme, kuş
atma, ihata.

abluka altında tutmak


* ablukayıdevam ettirmek.

abluka etmek
* genellikle denizden kuşatmak.
* etrafı
nı çevirmek, bulunduğu yerden ayı
rmak.
ablukaya almak
* Bkz. abluka etmek.

ablukayı
kaldı rmak
* abluka kararı
ndan ve uygulaması
ndan vazgeçmek.

ablukayı
yarmak
* abluka bölgesini zor kullanarak yarı
p geçmek.

abone
* Önceden ödemede bulunarak süreli yayı nlara alı
cıolma iş
i.
* Peş in para ile bir ş
eye belli bir süre için alı
cıolan kimse.
* Bir yere gitmeyi alı ş
kanlık hâline getirmek.

abone etmek
* peş
in para ile belli bir süre için bir ş
eyi sürekli olarak almayı
sağ
lamak.

abone olmak
* peş
in para ile belli bir süre için bir ş
eyi sürekli olarak almayı
önceden üstlenmek.

abone yapmak
* abone olmayısağlamak..

abonelik
* Abone veya aboneler için kullanı
labilecek kadar olan.

abonman
* Bir satı
cıveya kamu kuruluş
u ile alı

lar arası
nda yapı
lan anlaş
ma.

aborda
* Bir deniz teknesinin baş
ka bir tekneye, bir iskeleye veya bir rı
htı
ma yanı
nıvererek yanaş
ması
.

aborda etmek
* (gemi için) yanlaması
na yanaş
mak.

abra
* Bozuk teraziyi dengelemek için hafif gelen kefeye konulan taş
, demir, çivi gibi ağ
ırlı
k, dara.
* Bir değ
iştokuş ta üste verilen ş
ey.

abrakadabra
* Eski çağlarda bazı hastalı
klara iyi geldiğine inanı
lan büyülü söz.
* Sihirbazları
n sıkça kullandığıbüyülü söz.

abrama
* Abramak iş
i, idare.

abramak
* (deniz taş
ıtlarıiçin) Yönetmek, idare etmek.

abraş
* Alaca benekli.
* (bitki yaprakları nda) Klorofil azlı
ğı
ndan dolayıaçı
k renkte lekeleri olan.
* Çilli, çopur yüzlü, açık renk gözlü, çapar.
* Deseni ve atkı sıbozuk halı
.
* Çarpı k, eğri, düzgün olmayan.
* Ters, kaba, görgüsüz.

abril
* Nisan, april.

abstraksiyonizm
* Bkz. soyutçuluk.

abstre
* Soyut, somut karş
ıtı
, mücerret.

abstre sayı
* Bkz. soyut sayı
.

absürt
* Saçma.

absürt tiyatro
* Bkz. saçma tiyatro.

abu
* Şaş
ma ve korku bildirir.

abuhava

klim.

abuk sabuk
* Akla, mantı
ğa uymayan, düş
ünmeden söylenen, saçma sapan (söz).

abuk sabuk konuşmak


* saçma sapan söz söylemek.

abuk sabukluk
* Ciddiyetsizlik, saçmalı
k.

abuli

stenç yitimi, irade kaybı
.

abullabut
* Hantal, kaba ve anlayışsı
z (kimse).
* Biçimsiz ve kötü giyinen, giyimine özen göstermeyen (kimse).

abullabutluk
* Abullabut gibi davranma, abullabut olma durumu.

abur cubur
* Sı
rası, tadı
, yararı
gözetilmeksizin rastgele yenilen ş
eyler.
*İ ş
e yaramayan, boş .

abus
* Asık suratlı, somurtkan (kimse).
* Somurtkan, çatı k, ası
k (yüz).
* Niteliğ
i bilinmeyen, garip, acayip.

Ac
* Aktinyum'un kı
saltması
.

acaba
* Merak, kararsı
zlı
k veya kuş
ku anlatı
r.

-acak / -ecek
* Fiil çekim eki (gelecek zaman eki).
* Fiilden isim ve sıfat yapma eki.

Acar
* GüneybatıKafkasya'nı
n Türkiye sı
nırı
na yakı
n bölgesinde yaş
ayan bir halk.

acar
* Atı
lgan, gözü pek, yiğit, kabadayı , yı
lmaz, kabı
na sı
ğmaz.
* Güçlü ve becerikli, çevik, enerjik.
* Yeni.

Acara
* Bkz. Acar.

acarlaş
ma
* Acarlaş
mak iş
i.

acarlaş
mak
* Acar duruma gelmek.

acarlı
k
* Acar olma durumu.

acayibine gitmek
* yadırgamak, tuhafı
na gitmek.

acayip
* Sağduyuya, göreneğe, olağ
ana aykı

,şaş
ılacak, ş
aşmaya değer, garip, tuhaf, yadı
rganan, yabansı
.
* Şaşma anlatı
r.

acayip olmak
* yadı
rganacak bir duruma girmek.

acayipleş
me
* Acayipleş
mek durumu.

acayipleş
mek
* Baş
kalaş
mak, yadı
rganacak bir duruma girmek.

acayipleş
tirme
* Acayipleş
tirmek iş
i.

acayipleş
tirmek
* Acayip, yadı
rganacak bir duruma getirmek.

acayiplik
* Acayip olma durumu, yabansı

k, gariplik, tuhaflı
k.

accelerando
* Parçanı
n çalı
nırken gittikçe hı
zlanacağ
ınıanlatı
r.

acele
* Çabuk davranma zorunluluğ u, ivedi, ivecenlik.
* Vakit geçirmeden, tez olarak.

acele acele
* Çabuk çabuk, hı
zlı
olarak, büyük bir çabuklukla.

acele etmek
* çabuk davranmak, ivmek.
* telâşetmek, sabı
rsı
zlanmak.

acele iş
eşeytan karı
şır
* düşünüp taşı
nmadan, ivedi olarak yapı
lan iş
ten iyi sonuç beklenmemesi gerektiğ
ini anlatı
r.

aceleci
* Tez işgören, çabuk davranan, telâş

, ivecen.

acelecilik
* Aceleci olma durumu, ivecenlik.

aceleleş
tirme
* Aceleleş
tirmek iş
i.

aceleleş
tirmek
* Çabuklaş

rmak.

aceleye gelmek
* çabuk yapı
ldı
ğıiçin gereken özen gösterilmemişolmak.

aceleye getirmek
* zaman darlı
ğı
ndan yararlanarak birini aldatmak veya bir iş
i üstünkörü yapmak.

Acem

ranlı.

ran'a özgü.

ran ülkesi.

acem
* Türk müziğinde mi notası
na yakı
n bir perde.

Acem halayı
* Güney Anadolu yöresinde oynanan bir halk oyunu.

Acem kı

cıgibi
* hem birinden yana, hem ona karş
ıolabilen.

Acem lâlesi
* Taşkırangillerden, turuncu ve sarırenkte çiçekli, yı
llı
k ve çok yı
llı
k türleri olan, tohumla saksı
da ve tarlada
üretilebilen bir süs bitkisi, güneştopu.

Acem pilâvı
* Safran ve zencefil ile yapı
lan İ
ran usulü bir pilâv çeş
idi.

acemaş
iran
* Klâsik Türk müziğ
inde kullanı
lan ş
et makamları
ndan biri.

acemborusu
* Canlıkı
rmı
zıçiçekler açan bir süs bitkisi (Bigonia radicams).

acembuselik
* Klâsik Türk müziğ
inde kullanı
lan birleş
ik bir makam.

Acemce
* Farsça.

acemi
* Bir iş
in yabancı sıolan, eli işe alı ş
mamış, bir iş
i beceremeyen.
*İ şinde, mesleğ inde ilerlememiş .
* Bir yerin, bir ş
eyin yabancı sı
.
* Saraya yeni alınmı şcariyelere verilen ad.

acemi ağası
* Hareme yeni alı
nan cariyelerin ağ
ası
.

acemi çaylak
* Tecrübesiz, toy, beceriksiz.

acemi er
* Askere yeni alı
nan ve eğ
itim dönemini henüz tamamlamamı
şer.
acemi ocağı
* Osmanlıordusuna kapıkulu eri yetiş
tirmek için kurulan okul.

acemi oğlanı
* Yeniçeri ocağı
nda yetiş
tirilmek üzere tutsaklardan veya devş
irme yoluyla Hristiyanlardan toplanan çocuk.

acemice
* Toyca, beceriksizce.

acemileş
me
* Acemileş
mek durumu.

acemileş
mek
* Beceriksizlik göstermek, bocalamak.

acemilik
* Acemi olma durumu, aceminin çekingenliği ve ürkekliği, acemice davranı
ş, toyluk.

acemilik çekmek
* henüz alı
şmadı
ğıbir iş
te zorluk çekmek, bocalamak.

acemilik etmek
* düşüncesizce hareket etmek, acemice davranmak.

acemkürdi
* Klâsik Türk müziğ
inde birleş
ik bir makam.

acemleş
me
* Acemleş
mek durumuna gelmek.

acemleş
mek
* Kültür ve medeniyet bakımından İ ran'ıveya İran halkı
nıörnek almak.
* Kendini İranlı
gibi hissetmek veya İranlıgibi davranmak.

acemleş
tirme
* Acemleş
tirmek iş
i.

acemleştirmek
* Kültür veya medeniyet bakı
mından İ
ran'ıveya İ
ran halkı
nıörnek aldı
rmak, Acem kültürünü
yaygı
nlaştırmak.

acente
* Bir kuruluşun malî veya ticarî işlerini kazanç karşılı
ğı
nda yürüten ticarethane.
* Vapur ortaklı ğıveya banka ş ubesi.
* Bir kurumun veya ş ubelerinin baş ında bulunan kimse.
* Bir kuruluşa bağlıolmaksı zı n sözleş meye dayanarak belirli bir yer ve bölge içinde sürekli olarak ticarethane
veya iş
letmeyi ilgilendiren iş
lerde aracılı
k eden, bunlarıo iş letme adına yapan kimse.

acentelik
* Acentenin yaptı
ğıiş
.
* Acente kuruluşu.

acep
* Acaba.

aceze
* Acizler, güçsüzler, eli ermezler, düş
künler.

acı
* Tat alma organı nda bazımaddelerin bı
raktı
ğıyakı
cıdurum, tatlıkarş
ıtı
.
* Tadı bu nitelikte olan.
* Keskin, hoş a gitmeyen, şiddetli.
* Renk için, koyu.
* Ağ rı, sancı.
* Dışarı dan gelen bir etki ile dı
şorganlarda birdenbire oluş
an ve o etkilerin kalkmasıile duyulan rahatsı
zlı
k,
ı
stı
rap.
* Kırı

, üzücü, incitici, dokunaklı
, korkunç.
* Ölüm, yangın, deprem gibi olayların yarattı
ğıüzüntü, keder, elem.

acı
acı
* Acıolarak, acıvererek, acıduyurarak, üzüntü içinde.
* Dokunaklı , kı

cı, üzücü olarak, üzüntü içinde.

acı
ağaç
* Sedef otugillerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en, kabuğ
u ve odunu hekimlikte kullanı
lan küçük bir ağaç, kavasya
(Quassia amara).

acı
badem
* Gülgillerden bir meyve ağ acı(Amygdalus amara).
* Bu ağacı n acı
mtı rak, keskin kokulu meyvesi.

acı
badem kurabiyesi
*İrmik ve ş ekerle yoğrularak üzerine acıbadem konduktan sonra fı

nda piş
irilen bir çeş
it kurabiye.

acı
bakla
* Baklagillerden, acıolan taneleri suda tatlı
laş


larak yenilen otsu bir bitki, Yahudi baklası(Lupinus termis).

acı
bal
* Deli bal.

acı
balı
k
* Sazangillerden, Avrupa'da ve ülkemiz göllerinde yaş
ayan, 8-10 cm uzunluğ
unda bir balı
k, gördek (Rhodeus
amarus).

acı
ceviz
* Genellikle Kuzey Amerika'da yetiş
en, güzel görünüş
lü bir ceviz türü.

acı
çekmek (veya duymak)
* ağrı
, sı
zıduymak.
* üzülmek, üzüntü içinde kalmak.

acıçiğdem
* Zambakgillerden, 10-30 cm boyunda, ş erit yapraklıve açı
k renk çiçekli, tohumları
romatizma tedavisinde
kullanı
lan zehirli bir çiğ
dem türü, güz çiğ
demi (Colchicum autumnale).

acı
elma
* Bkz. ebucehil karpuzu.

acı
gelmek
* dokunaklı
, kı


, üzücü gelmek.

acı
görmüş
* kötü günler yaş
amı
ş.

acı
hıyar
* Bkz. ebucehil karpuzu.

acı
karpuz
* Bkz. ebucehil karpuzu.

acı
kavak
* Dağkavağ
ıveya titrek kavak (Populus tremula).

acı
kavun
* Bkz. eş
ek hı
yarı
.

acı
kök
* Loğusa otu köklerinin kurutularak dövülmesiyle elde edilen acıbir toz.

acı
kuvvet
* Sert, etkili, zorlu kuvvet.

acı
marul
* Birleş ikgillerden, tadıacı
, diş
li yapraklı
, sürgününden çı
kan sütü uyuş
turucu ve yatı
ştı

cıolarak kullanı
lan
iki yı
llı
k bir bitki (Lactuca virosa).

acı
meyan
* Bkz. dikenli meyan.

acı
ot
* Kuzey Anadolu dağ ları
nın ormanları
nda yetiş
en, toprak altı
nda bilek kalı
nlı
ğı
nda kökü bulunan çok yı
llı
k
ve otsu bir bitki (Tamus communis).

acı
patlı
canıkırağıçalmaz
* kötü durumda olan bir kimseyi yeni kötü durumlar etkilemez.

acı
sakı
z
* Çam sakı

.

acı
söylemek
* olumsuz bir davranı
şa karş
ıgerçeğ
i olduğu gibi söylemek.

acı
söz
* Kiş
inin onuruna dokunan gönlünü inciten söz.

acı
su

çindeki minerallerin etkisiyle tadısert olan kuyu veya pı
nar suyu.

acı
tatlı

yi kötü.

acı
vermek
* üzüntüye sebep olmak, incitmek.

acı
yavş
an
* Tüylü dalak otu.

acı
yitimi
* Sinir bozukluğ
u, çok ilâç alma, donma gibi sebeplerle acıduyumunun birazı
nın veya tamamı
nın yok
olması
, analjezi.

acı
yonca
* Kı zı
l kantarongillerden, bataklık yerlerde yetiş
en, kötü kokulu ve çok acıolan yapraklarıhekimlikte
kullanı
lan bir bitki (Menyanthes trifoliata).

acı
ca
* Oldukça acı
.

acı

lma
* Acı

lmak iş
i veya durumu.

acı

lmak
* Acı
kmak iş
ine konu olmak.

acı
klı
* Acı
ndı
racak, acıverecek nitelikte olan, dokunaklı
, koygun.
* Acıgörmüş
, yaslı
, kederli.

acı
klıkomedi
* Eğlendirici olmayıamaçlamayan, dramatik yönü ağı
r basan, duygusal bir oyun türü, trajikomik.

acı
kma
* Acı
kmak iş
i.

acı
kmak
* Açlı
k duymak, yemek yeme ihtiyacı duymak.
* Uzun süre bir ş
eyin yokluğunu çeken kimse, o ş
eyden ne kadar çok elde etse, yine kendisine yetmeyeceğ
ini
düş
ünür.

acı
ktı
rma
* Acı
ktı
rmak iş
i.

acı
ktı
rmak
* Açlı
k duymasına sebep olmak.
* Aç bı
rakmak, yeterince doyurmamak.

acı
lanma
* Acı
lanmak iş
i.

acı
lanmak
* Tadı acıolmak, acı
laş
mak.
* Acılıdurumda olmak, üzüntüye kapı
lmak, üzülmek.

acı
laş
ma
* Acı
laş
mak iş
i.

acılaş
mak
* Tadıbozulmak, acıolmak.
* Dokunaklıduruma gelmek.
* (konuş
ma) Kı rı
cı , sert bir durum almak.
* Yemlerde genellikle yağasitlerinin oksidasyonu ve hidroliz sonucu uygun olmayan koku ve tat meydana
gelmek.

acı
laş

rma
* Acı
laş

rmak iş
i.

acı
laş

rmak
* Acıbir duruma getirmek.

acı

* Acıkatılmı şolan.
* Acısıolan, kederli.

acı

k
* Acıolma durumu.
* Dokunaklılı
k, kederlilik, yaslı

k.

acı


k
* Acı
lıolma durumu.

acı
ma
* Acı
mak iş i.
* Baş
ka bir kimsenin veya canlı

n mutsuzluğuna karş
ıduyulan üzüntü, merhamet.

acı
mak
* Tadı acıduruma gelmek, acılaş
mak.
* Acılı
, ağ
rılıolmak.
* Başkasını
n acısı
na ortak olmak veya durumundan üzüntü duymak.
* Baş kasının uğ
radığıveya uğ
rayacağıkötü bir duruma üzülmek, merhamet etmek.
* Bir şeyi vermeye kı
yamamak veya verdiğine, elden çı
kardı
ğı
na üzülmek.

acı
ması
z
* Acı
maz, katıyürekli, merhametsiz.

acı
ması
zca
* Acı
ması
z olarak, acı
ması
z bir biçimde, zalimce, zalimane.

acı
ması
zlı
k
* Acı
maz olma durumu, merhametsizlik, zulüm.

acı
mık
* Buğday tarlaları
nda yetiş
en, tohumu zehirli, yabanî bir bitki, belemir.

acı
msı
* Acı
ya yakı
n tadıolan, tadıaz acıolan, acı
mtı
rak.
* Dokunaklı
.

acı
mtı
rak
* Acı
msı
.

acı
nacak
* Üzüntü duyulacak, merhamet edilecek.

acı
ndan ölmek
* açlı
ktan ölmek.
* çok acı
kmak.

acı
ndı
rma
* Acı
ndı
rmak iş
i.

acı
ndı
rmak
* Bir kimsenin acı
ması
na yol açmak, merhamete getirmek.

acı

lacak
* Üzüntü duyulacak, merhamet edilecek durumda bulunan.

acı

lma
* Acı
nılmak iş
i.

acı

lmak
* Acı
nmak iş
ine konu olmak.

acı
nma
* Acı
nmak iş
i.

acı
nmak
* Acı
mak iş
ine konu olmak.
* Baş
kası
nın hesabı
na üzülmek, yazı
klanmak, yerinmek, eseflenmek, esef etmek, teessüf etmek.

acı
rak
* Az acı
, acı
mtı
rak.

acı
rga
* Yaban turpu.

acı
sıçı
kmak
* olumsuz, kötü sonucu ortaya çı
kmak.

acı
sıiçine (veya yüreğine) çökmek (veya iş
lemek)
* bir ş
eyin acısı
nıpek çok duymak.
* olmadan olacağ
ıdüş
ünerek çok üzülmek.

acı

na dayanamamak
* bir kimse bir yakı

nın ölümünden büyük üzüntü duymak.

acı

nıalmak
* acı
lığı
nıgidermek.
* sı
zıyıdindirmek.
* kederini azaltmak.

acı

nıbağrı
na basmak
*şikâyet etmeden üzüntüye katlanmak.

acı

nıçekmek
* yapı
lan yanlı
şbir iş
in kötü sonucunu görmek.

acı

nıçı
karmak
* (tat için) acı

ğı
nıyok etmek.
* uğradı ğımaddî veya manevî zararı
karş
ılayacak bir işyapmak.
* öç almak, intikam almak.

acı

nıgörmek
* bir yakı

nın ölümünü görmek.

acı

z
* Tadıacıolmayan.
* Ağrı
, sı
zıduyulmayan.
* Üzüntü, sı

ntıolmayan, kedersiz.

acı

ş
* Acı
tmak iş
i veya biçimi.

acı
tma
* Acı
tmak iş
i.

acı
tmak
* Acılı
k vermek.
* Ağrıve sızıduyması
na sebep olmak.

acı


* Acı
ma duygusu olan (kimse).

acı

ş
* Acı
mak iş
i veya biçimi.

acibe
* Hiç görülmemiş
, alı
şı
lmamı
ş,ş
aşı
lacak veya yadı
rganacak ş
ey.

acil

vedi, ivedili.

acil servis
* (hastanelerde) Vakit yitirilmeden bakı
lmasıgereken hastaları
n ilk tedavilerinin yapı
ldı
ğıyer.

acil ş
ifalar dilemek
* hastanın kı
sa sürede iyileş
mesi dileğinde bulunmak.

acilen
* Hemen, hiç zaman yitirmeden, tez elden, gecikmeden, ivedilikle.

aciyo
* Bkz. acyo.
aciz
* Gücü bir iş e yetmez olanı
n durumu, güçsüzlük.
* Beceriksizlik.
* Birinin borcunu vaktinde ödeyememesi durumu.

âciz
* Gücü bir iş e yetmez olan, güçsüz.
* Beceriksiz.

âciz kalmak
* çok uğ
raş
maya rağmen o iş
i yapamamak.

âcizane
* Söz söyleyen kimsenin kendi yaptı
kları
nıabartmamak için kullandı
ğı"acizlere yakı
şacak biçimde"
anlamı
nda bir nezaket sözü.

âcizleri
* Alçak gönüllülük göstermek için "ben" zamiri yerine kullanı
lan bir söz.

âcizlik
* Beceriksizlik, güçsüzlük.

acube
* Tuhaf kimse.

acul
* Tez canlı, içi tez, ivecen.
* Hızlı, çabuk.

acun
* Dünya.

acur
* Bkz. ajur.

acur
* Kabakgillerden, kabuğu çizgili ve tüylü, sarı
mtı
rak, yeş
il veya sarı
, üzeri yeş
il lekeli, irice bir çeş
it hı
yar
(Cucumis flexuosus).

acurlu
* Bkz. ajurlu.

acuze
* Huysuz, çirkin, yaş
lıkadı
n, cadıkarı
.

acyo
* Herhangi bir paranı n gerçek değeriyle sürüm değeri arası nda veya bir ticaret senedinin üzerinde yazı

miktar ile indirimden sonraki tutarı arası
nda doğ an fark.
* Bir ticaret senedinin yenilenmesinde alı nan komisyon.
* Senetli kredi işlemlerinde bankaların yaptı klarıtahsilât.

acyocu
* Borsa veya piyasada tahvil için çeş
itli hileler uygulayan, dolaplar çeviren kimse.

acz içinde olmak


* gücü yetmemek, becerememek.

acze düş
mek
* çaresiz kalmak, elinden birş
ey gelmemek.


* Yemek yeme ihtiyacıolan veya yemesi gereken, tok karş
ıtı
.
* Yiyecek bulamayan, yoksul kimse.
* Gözü doymaz, haris.
* Çok istekli, çok hevesli.
* Karnıdoymamı şolarak.

-aç / -eç
*İ simden isim ve sıfat yapma eki: bakr-aç, top-aç, kı
r-aç vb.
* Fiilden sıfat yapma eki: gül-eç vb.
* Fiilden isim yapma eki: tıka-ç, say-aç, sür-eç vb.

aç acı
na
* aç olarak, bir ş
ey yemeden.

aç açı
k kalmak
* yoksulluk içinde, evsiz barksı
z kalmak.

aç ayıoynamaz
* kendisinden işbeklenilen kimseden emeğinin karş
ılı
ğıesirgenmemelidir.

aç bı
rakmak
* yiyecek vermemek veya karnı
nıdoyurması
na engel olmak.

aç bîilâç
* Sürekli olarak aç ve bakı
msı
z.
* Sürekli olarak aç ve bakı
msı
z.

aç doymam, tok acı kmam sanı r


* aç insan elde ettiğinden çoğunu ister, varlı
klı
insan ise var olanla yetinir gibi görünür.

aç doyurmak
* yoksullarıbeslemek.

aç gezmektense tok ölmek yeğ


dir
* yoksulluk ölümden de beterdir.

aç göz
* Gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris.

aç gözlü
* Mala veya yiyecek içecek ş
eylere doymak bilmeyen, gözü aç, doymaz, tamahkâr, haris, camgöz.

aç gözlü
* karş
ıtı
.

aç gözlülük
* Aç gözlü olma durumu veya aç gözlüye yakı
şacak davranı
ş, doymazlı
k, tamahkârlı
k, tamah.

aç gözlülük
* karş
ıtı
.

aç gözlülük etmek
* bir ş
eye karş
ıaş
ırıistek duymak, doyumsuzca davranmak, tamahkârlı
k etmek.

aç gözünü, açarlar gözünü


* "uğraş ı larda uyanı
k bulunmak gerekir, yoksa umulmadı
k bir anda büyük zararlarla yüz yüze gelirsin"
anlamında kullanı lır.

aç kalmak
* karnı
nıdoyuramamak.
* yoksulluğa düş
mek.
aç karnı
na
* mide boş
ken henüz birş
ey yiyip içmemiş
ken.

aç kurt gibi (yemek, üş üşmek veya saldı


rmak)
* büyük bir istekle.

aç susuz kalmak
* yoksulluktan yaş
ayamayacak bir duruma gelmek, yoksul bir duruma düş
mek.

aç tavuk kendini arpa ambarı nda sanır


* insanlar, yokluğunu, yoksulluğunu çektikleri ş
eyler için olmayacak hayaller, düş
ler kurar.

açacak
* Açmaya yarayan araç.
* Anahtar.

açalya
* Kokusuz, güzel renkli çiçekler açan bir bitki, açelya, azelya.

açan
* Açmak işini yapan.
* Oynak kemiklerin arası
ndaki açı
larıgeniş
letmeye yarayan kasları
n genel adı
, büken karş
ıtı
.

açar
* Anahtar.
*İştah açmak için yemekten önce içilen alkollü içki, aperitif.

açelya
* Bkz. açalya.

açı
* Birbirini kesen iki yüzeyin veya iki doğrunun oluşturduğ u çı

ntı.
* Birbirini kesen iki yüzey veya aynınoktadan çı kan iki yarı
m doğrunun oluş
turduğ
u geometrik biçim,
zaviye.
* Görüş
, bakı
m, yön.

açı
ölçüm
* Açıölçmede söz konusu olan yöntem ve teknik.

açı

* Açmak iş
ini yapan.

açı
ğa alı
nmak
* görevine son verilmek.

açı
ğa alma
* bir görevliyi geçici bir süre iş
ten alma.

açı
ğa almak
* görevine son vermek.

açı
ğa çı
karmak
* iş
inden çı
karmak.

açı
ğa çı
kmak
* belli olmak, anlaş
ılmak.
* iş
inden çı karılmak.

açı
ğa vurmak
* belli etmek, ortaya çı
karmak.
* gizli bir durumu ortaya çı
karmak.
açı
ğıçı
kmak
* saklamakla görevli bulunduğ
u paranı
n veya malı
n eksik olduğ
u anlaş
ılmak.

açı
ğı
nıkapatmak
* eksiğini tamamlamak.

açı
k
* Açı lmış , kapalıolmayan, kapalıkarş ıtı.
* Engelsiz.
* Örtüsüz, çı plak.
* Boş .
* Görevlisi olmayan, boş(iş , görev), münhal.
* Aralı ğıçok.
*İ şler durumda olan.
* Kolay anlaş ı
lır, vazıh.
* Gizliliği olmayan, olduğ u gibi görünen.
* Her türlü düş ünceyi hoş görüyle karş ılayabilen, etkisinde kalabilen.
* (renk için) Koyu olmayan.
* (kitap, resim, film için) Seviş me sahnelerini bütün çı plaklı
ğıyla anlatan.
* Kapalıolmayan (hava, işyeri).
* Belli bir yerin biraz uzağ ı
.
* Denizin kı yıdan uzakça olan yeri.
* Doğru olarak, açı kça.
* Bir ihtiyacı n karş ılanamamasıdurumu.

açı
k açı
k
* Saklamaksı

n, gizli yer bı
rakmaksı

n, içtenlikle.

açı
k ağı
l
* Koyunları
n ve keçilerin barı
ndı

ldı
klarıüstü açı
k, etrafıtaşduvar veya ölü çitlerle çevrili basit barı
nak.

açı
k ağı
zlı
* Aptal, sersem, ahmak.

açı
k alı
nla
* baş
arı
ve övünç ile.

açı
k artı
rma
* Bir malı
n satı
şı
nda alı

lar arası
nda fiyat artı
rma yarı
şı
na dayanan satı
ş.

açı
k bilet
* Yolculuklarda dönüştarihi kararlaş


lmamı
ş, belirli bir dönem için geçerli, gidişdönüşbileti.

açı
k bono
* Para hanesi boşbı
rakı
larak imza edilen bono.

açı
k bono vermek
* sı
nırsı
z yetki tanı
mak.

açı
k bölge
* Gümrük sı

rlamaları

n olmadı
ğıbölge, serbest bölge, serbest mı
ntı
ka.

açı
k celse
* Açı
k duruş
ma.

açı
k ciro
* Senet veya çek arkası
na kime ödeneceği belirtilmeden imzalanma yoluyla yapı
lan ciro.

açı
k çek
* Üzerine para miktarıyazı
lmamı
ş, çek.

açı
k deniz
* Denizin, kara suları
nı n dış
ında kalan bölümü.
* Yakı
n karalarla çevrili olmayan deniz, engin.

açı
k devre
*İçinden sürekli akı
m geçmeyecek bir yalı
tkanla kesilmişelektrik devresi.

açık dolaş
ım sistemi
* Genellikle bütün eklem bacaklı
larda ve birçok yumuş
akçada bulunan atardamar ve kan boş
luğundan
oluşmuşaçı k bir dolaşım sistemi.

açı
k duruşma
* Mahkemede herkesin duruş
mayıdinleyebileceği oturum.

açı
k düş
me
* Yağ
lıgüreş
te pehlivanı
n kı
ç üstü düş
erek yenilmişsayı
lması
.

açık eksiltme
* Yaptırı
lacak bir iş
in veya satı
n alı
nacak bir malı
n ucuza sağ
lanmasıiçin iş
i yapacak veya malı
satacak kiş
iler
arasında fiyat düşürme yarı şı
na dayanan işlem.

açı
k elli
* Cömert.

açı
k ellilik
* Cömertlik.

açık fikirli
* Olayları
ve özellikle yenilikleri iyi anlayı
p gereği gibi karş
ılayabilen, düş
ündüğ
ünü olduğ
u gibi söyleyebilen
(kimse).

açı
k fikirlilik
* Açık fikirli olma durumu.

açı
k hava
* Bulutsuz hava.
* Bahçe, park gibi yapıdı
şıolan yer.

açı
k hava sineması
* Yazın veya iklimi elveriş
li yerlerde sürekli olarak çalı
şan, üstü açı
k, yanları
kapalı
sinema.

açı
k hava tiyatrosu
* Yazı n veya iklimi elveriş
li yerlerde sürekli olarak çalı
şan, üstü açı
k, yanları
kapalı
tiyatro.

açı
k hece
* Ünlü ile biten hece.

açı
k hesap
* Peş
in para veya bono vermeden yapı
lan alı
şveriş
.

açı
k imza
* Üzeri boşbı
rakı
lan bir kâğı

n altı
na, dolduracak olana güvenilerek atı
lan imza.

açı
k iş
letme
* Maden yatağ
ınıörten verimsiz topraklar kaldı

ldı
ktan sonra açı
k havada yapı
lan iş
letme.

açı
k kahverengi
* Kahverenginin bir veya birkaç ton açı
ğı
.

açı
k kalp ameliyatı
* Kalbin içi açı
lmadan önce dolaş
ım sun'î kalp denilen bir aygı
ta devredildikten sonra yapı
lan kalp ameliyatı
.

açı
k kalpli
* Bkz. açı
k yürekli.

açı
k kalplilik
* Bkz. açı
k yüreklilik.

açı
k kapamak
* (bütçe) gider fazlası
nıpara sağlayarak gidermek.

açı
k kapıbırakmak
* gereğ
inde, bir konuya yeniden dönebilme imkânıbı
rakmak, kesip atmamak.

açı
k kapıpolitikası
* Yabancımallarıbir ülkeye serbestçe sokma politikası
.

açı
k kapısiyaseti
* Açık kapı
politikası
.

açı
k konuşmak
* gerçeğ
i çekinmeden söylemek.

açı
k kredi
* Bankaları
n güvendikleri müş
terilere rehin, ipotek veya kefil istemeksizin verdikleri borç para.

açı
k liman
* Bütün gemilerin formalite yönünden kolayca girip çı
ktı
kları
liman.
* Hava şartları
ndan kolayca etkilenen liman.

açı
k maaş
ı
* Görevinden alı
nan birine yasaca tanı
nan, belirli bir süre içinde ödenen aylı
k.

açı
k mavi
* Mavinin bir ton açı
ğı
.

açı
k mektup
* Zarfıyapı
ş tı

lmamı şmektup.
* Yazıldı
ğıkimseye gönderilmeyip bası
n yoluyla açı
klanan mektup.

açı
k olmak
* (o yerde) kendisi her zaman iyi karş
ılanmak.

açı
k ordugâh
* Kırda kurulan ordugâh.

açık oturum
* Güncel, siyasî, sosyal ve bilimsel konuları
n veya sorunları
n herkesin izleyebileceğ
i bir biçimde açı
k olarak
tartı
şıldı
ğıtoplantı
.

açı
k oy
* Verenin adı
nıgösteren ve konuş
ulan sorun üzerindeki düş
üncesini belli edecek yolda verilen oy.

açı
k öğretim
* Ders konularıradyo ve televizyon gibi araçlarla yayı
mlanan veya posta ile ilgililere ulaş


lan öğ
retim
yöntemi.

açı
k önerme
*İçerisinde değ
işken bulunan ve bu değ
işkenin alacağ
ıdeğerle doğruluğ
u veya yanlı
şlı
ğıkesinleş
en önerme.

açı
k pazar
* Gümrük kaydıolmayan, her devletin malı
nıserbestçe satabileceği ş
ehir veya ülke.

açı
k pembe
* Pembenin bir ton açı
ğı
.
açı
k poliçe
* Eksik bilgileri sonradan tamamlanmak üzere düzenlenen poliçe.

açı
k rejim
* Parlâmenter rejim.

açı
k saçı
k
* Göreneğ
e aykı
rıderecede çı
plak veya örtüsüz.

açı
k saçı
k konuş mak
* cinsî konularla ilgili sözler söylemek.

açı
k sarı
* Sarı

n bir ton açı
ğı
.

açı
k sayı
m
* Bir seçim sonunda verilen oyları
n açı
k olarak sayı
lması
, aleni tadat.

açı
k seçik
* Çok açı
k, çok belirgin.

açı
k senet
* Bkz. açı
k bono.

açı
k söylemek
* anlaş
ılmamı
şyönünü bı
rakmadan anlatmak veya çekinmeden söylemek.

açı
k sözlü
* Her ş
eyi olduğu gibi söyleyen, sözünü esirgemeyen.

açı
k sözlülük
* Açı
k sözlü olma durumu.

açı
kşehir
* Düşman saldırısı
na karşısavunma önlemleri alı
nmamı
ş, içinde herhangi bir askerî hedef bulunmayan ve bu
durumu önceden ilân edilmişolan şehir.

açı
k taş
ıt
* Üstü örtülmemiştaş
ıt (araba, otomobil vb.).

açı
k teş
ekkür
* Herhangi birine bası
n yoluyla edilen teş
ekkür.

açı
k tohumlular
* Tohumlarıkozalak pulları
üzerinde açı
k olarak bulunan çiçekli bitkilerin ayrı
ldı
ğıiki büyük daldan biri.

açı
k tribün
* Açı
k havadaki spor müsabakaları
nda seyircilerin oturduğ
u ve üstü kapalıolmayan bölüm.

açı
k tutmak
* bir işyerinin çalı
şı
r durumunu sürdürmek.

açı
k vermek
* gelir, gideri karş
ılamamak.
* gizlenmek istenen bir olayı, bir düş
ünceyi veya durumu elde olmayarak ortaya koymak, açı
klamak.

açı
k yara
* Kapanmamı
ş, sürekli iş
leyen yara.

açı
k yeş
il
* Yeş
ilin bir ton açı
ğı
.
açı
k yürekle
* özü sözü bir olarak, hiçbir ş
ey saklamaksı

n.

açı
k yürekli
* Düş
ündüğ
ünü olduğ
u gibi söyleyen, içi temiz, gizli yönü olmayan (kimse), samimî, açı
k kalpli.

açı
k yüreklilik
* Açı k yürekli olma durumu, samimiyet, açı
k kalplilik.

açı
k zaman
* Tutkalı
n yüzeye sürüldüğ
ü an ile pres edilip, sı

lması
gereken an arası
nda geçen süre.

açı
kağ
ız
* Turpgillerden bir bitki (Hesperis acris).

açı
kça
* Gizli bir yönü kalmaksı

n, kolay anlaş
ılı
r bir biçimde.

açı
kçası
* Doğrusu, açık olanı
, anlaş
ılı
r biçimi, gizli kapaklıolmayan yanı
.
* Açı
k olarak.

açı
kçı
* Borsada fiyat dalgalanmaları
ndan yararlanarak açı
ktan para kazanan (kimse).

açı
kgöz
* Uyanı
k davranarak çı
karı
nısağ
layan, imkânlardan kurnazca yararlanması
nıbilen.

açı
kgözlük
* Açı
kgözlülük.

açı
kgözlülük
* Açı
kgöz olanı
n durumu, açı
kgöze yakı
şacak davranı
ş.

açı
klama
* Açı
klamak iş
i, izah.

açıklama cümlesi
* Bir önceki cümleyle bağlantıkuran yani, demek ki, öyle ki gibi bağlayı

larla baş
layan, söz konusu duygu
veya düşünceyi bütünleyen cümle.

açı
klama yapmak
* herhangi bir konuyu aydı
nlı
ğa kavuş
turmak amacı
yla konuş
mak veya yazmak.

açı
klamak
* Bir konuyla ilgili olarak gerekli bilgileri vermek, izah etmek.
* Bir sorunla ilgili olarak aydınlatı
cı bilgi vermek, tavzih etmek.
* Bir sözün, bir yazı nı n ne anlatmak istediğ ini belirtmek, yorumlamak.
* Açı kça söylemek, ifş a etmek.
* Belirtmek, göstermek, açı ğa vurmak, izhar etmek.

açı
klamalı
* Birtakı
m açı
klamalarla anlaş
ılması
, öğ
renilmesi kolaylaş


lmı
ş, izahlı
.

açı
klanan
* Açı
klamalar sonunda ortaya çı
kmasıbeklenen kavram.

açı
klanma
* Açı
klanmak iş
i.

açı
klanmak
* Açı
klamak iş
i yapı
lmak, izah edilmek, ifş
a edilmek.

açı
klar livası
*İşi gücü olmayan, boş
ta kalan kimse.

açı
klar livası
* iş
i gücü olmayan, boş
ta kalan kimse.

açı
klar livasıolmak
* işbulamayarak iş
siz ve kazançsı
z kalmak.

açı
klaş
ma
* Açı
klaş
mak durumu almak.

açı
klaş
mak
* Açık duruma gelmek.
* Rengi açı
lmak.

açı
klaş

rma
* Açı
klaş

rmak iş
i.

açı
klaş

rmak
* Açık duruma getirmek.
* Rengini açtı
rmak.

açı
klatma
* Açı
klatmak iş
i.

açı
klatmak
* Açı
klaması
nısağ
lamak.

açı
klayan
* Açı
klamalar sonucunda elde edilen kavram.

açı
klayı

* Bir sorunu gerekli açı
klı
ğa kavuşturan.
* Kendinden önce gelen kelimeyi belirten, açıklayan (kelime veya kelimeler): "Atatürk yeni Türkiye'nin
kurucusu, daima saygıile anı
lacaktı
r" cümlesindeki 'yeni Türkiye'nin kurucusu' sözü Atatürk adı nın açı
klayıcısı
dı r.

açı
klayı
ş
* Açı
klamak iş
i veya biçimi.

açı
klı
ğa kavuş turmak
* (bir konu veya sorunu) aydı
nlatmak, kapalı

ktan kurtarmak, anlaş
ılı
r duruma getirmek.

açı
klı
k
* Açı k olma durumu.
* Uzaklı k, mesafe.
* Örtüsüz, çıplak yer.
* Boşve genişyer.
* Bir yerin uzaklara kadar bakılabilecek ve bakanı n içinde ferahlı
k doğuracak durumda olması
.
* Gerçeği olduğ u gibi yansıtma durumu.
* Bir söz veya yazı da maksadın açı k olmasıözelliğ i, vuzuh.
* Dürbün, fotoğ raf makinesi gibi optik araçlarda ağ ı
z çapı
,ışığ
ın girebildiği delik.

açı
klı
k getirmek (veya kazandı rmak)
* (bir konu veya sorunu) anlaş
ılı
r duruma getirmek.

açı
klı
kölçer
* Bir mikroskobun açı
klı
ğı
nıölçmeye yarayan alet.

açı
kta bı
rakmak
* işve görev vermemek, yersiz yurtsuz bı
rakmak veya birkaç kiş
iye birlikte sağ
lanan bir iyilikten birini
yararlandı
rmamak.

açıkta kalmak (veya olmak)


* işve görev bulamamak, yersiz yurtsuz kalmak veya birkaç kiş
inin birlikte eriş
tiğ
i bir iyilikten
yararlanamamak.

açı
ktan
* Bir yerin uzağ
ından.
* Sıra ve aşama gözetilmeden, dı
şarı
dan atayarak.
* Emek ve para harcamadan.

açı
ktan (para) kazanmak
* emek ve sermaye olmadan para kazanmak.

açı
ktan açı
ğa
* Belirgin olarak, göz göre göre.

açı
ktan kazanmak
* emek ve sermaye koymadan kazanç sağ
lamak.

açı
ktan para almak
* bir işveya mal için, kararlaş


lmı
şücret veya değer dı
şı
nda para almak.

açı
ktan tayin
* Derece ve belli bir sı
ra gözetilmeksizin yapı
lan atama.

açı
lama

leride, içlerinde en uygununun seçilebilmesi için, güç bir sahnenin çeş
itli açı
lardan çekiminin yapı
lması
.

açı

m
* Açı lma.
* Bir yıldızla gök ekvatoru arası
ndaki uzaklı
k; kuzeye doğ
ru olanı
artı
, güneye doğru olanıda eksi iş
aretiyle
ölçülür.

açı

p saçı
lmak
* (kadı
n için) çok açık saçık giyinmeye başlamak.
* (kadı
n için) eskisine göre ölçüsüz davranışlarda bulunmaya ba ş
lamak.

açı

ş
* Açılmak iş i veya biçimi.
* Yeni bir yapı nın, yerin veya yeni bir kuruluş
un çalı
şmaya baş
laması
, küş
at.

açı

şkonuşması
* Herhangi bir toplantı

n açı
lmasısı
rası
nda yapı
lan ilk konuş
ma.

açı

ştöreni
* Bir açı

şıkutlamak için yapı
lan toplantı
, resmiküş
at.

açı
lma
* Açı lmak işi.
* Bir film çekiminde karanlı kta başlayı
p gittikçe aydı
nlanarak görüntülerin belirmesine dayanan noktalama.
* Bir grupta, sıraları
n jimnastik alı
ştı
rmalarıiçin dağınık düzene girmesi.
* Çatlama.

açı
lmak
* Açmak iş i yapı lmak veya açmak iş ine konu olmak.
* (renk için) Koyuluğunu yitirmek.
* Kendine gelmek, biraz iyileş mek, ferahlamak.
* (gemi) Gitmek, uzaklaş mak.
* Sıkılması , çekinmesi, tutukluğ u kalmamak.
* (kuruluş lar için) İ
lk kez veya yeniden işe başlamak.
*İ şini gereğ inden veya götürebileceğinden geniştutmak.
* Geniş lemek, bollaş mak.
* Delinmek, yı rtılmak.
* (sis, karanlık, duman için) Dağı lmak, yoğunluğunu yitirmek.
* Gereken güce ulaş mak.
* Sırrı nı, üzüntüsünü, sorunları nıbirine söylemek.
* (pencere, kapı , yol için) Geçit vermek.
* Ayrı ntıya girmek.
* (yüzerken) Kı yı dan uzaklaşmak.

açı
m
* Açma, açı

ş, küş
at.

açı
mlama
* Açı
mlamak iş
i, teş
rih, ş
erh.

açımlamak
* Bir sorunu veya konuyu ele alı
p en ince noktaları
na kadar gözden geçirerek anlatmak, ş
erh etmek, teş
rih
etmek.

açı
mlanma
* Açı
mlanmak iş
i.

açı
mlanmak
* Açı
mlamak iş
ine konu olmak.

açı
ndı
rma
* Açı
ndı
rmak iş
i.

açı
ndı
rmak
* Açı nmasınısağlamak.
* Bir cismin yüzeyini açarak bir düzlem üzerine yaymak.

açı

m
* Açı nmak işi, inkiş
af.
* Bir cismin yüzeylerinin açı

p bir düzlem üzerine yayı
lması
.

açı
nma
* Açı
nmak iş
i.

açı
nmak
* Gelişmek.
* (tohum, hastalı
k için) İ
çindeki yetenekler uyanarak amacı
na varmak, geliş
mek, inkiş
af etmek.

açı
nsama
* Açı
nsamak iş
i, istikş
af.

açı
nsamak
* Bir yerin özelliklerini ortaya çı
karmak için araş

rma ve inceleme yapmak, istikş
af etmek.

açı
ortay
* Bir açı
sal bölgeyi, ölçüleri birbirine eş
it olan iki açı
sal bölgeye ayı
ran doğ
ru.

açı
ortay düzlemi
*İki düzlemli bir açı
yıiki komş
u ve eş
it açı
ya bölen düzlem.

açı
ölçer
* Bkz. iletki.

açı
sal
* Açıile ilgili.
açı
sal bölge
* Açıile iç bölgesinin birleş
iminden oluş
an düzlem parçası
.

açı
sal çap
* Ay ve Güneşgibi gök cisimlerinin iki doğ
rusu arası
ndaki açı
.

açı
sal hı
z
* Hareket eden bir cismi duran bir noktaya birleş
tiren doğ
ru parçası
nın birim zamanda taradı
ğıaçı
.

açı
sal ivme
* Açı
sal hı

n birim zamanda değ
işen niceliği.

açı
sal sapma
* Belli bir açı
düzeyinde gerçekleş
en sapma.

açı
sal uzaklı
k
* Gök cisimlerinin (yı
ldı
z veya gezegen) birbirlerinin karş
ılaş
ma düzlemine göre uzaklı
ğı
.

açı
sal yol
* Hareket eden cismin birim zamanda gözlemciye göre aldı
ğıyol.

açı
ş
* Açmak iş i veya biçimi.
* Bir kuruluşu çalışmaya baş
latma.

açı
şkonuşması
* Herhangi bir toplantı
yıbaş
latmak için yapı
lan ilk konuş
ma.

açı
t
* Bir duvarda açı
k bı
rakı
lmı
şbulunan kapı
, pencere, kemerleme benzeri açı
klı
k.

açkı
* Bir cismin yüzeyi üzerinde sert bir madde veya bir araç sürterek onu düzleş
tirip parlatma, perdah.
* Demircilikte delik büyütmekte kullanı lan araç.
* Anahtar ve her türlü açma aracı .

açkı

* Açkıyapan (kimse), perdahçı
.
* Anahtarcı
.

açkı
lama
* Açkı
lamak iş
i.

açkı
lamak
* Açkıile parlatmak.

açkı
lanma
* Açkı
lanmak iş
i.

açkı
lanmak
* Açkıyapı
lmak, perdahlanmak.

açkı
latma
* Açkı
latmak iş
i.

açkı
latmak
* Açkıiş
i yaptı
rmak, perdahlatmak.

açkı

* Açkıyapı
lmı
ş, perdahlanmı
ş, perdahlı
.

açkı

z
* Açkıyapı
lmamı
ş, perdahlanmamı
ş, perdahsı
z.

açlı
ğıöldürmek
* açlı
k hissini geçiş
tirmek, yatı
ştı
rmak.

açlı
k
* Aç olma durumu.
* Kıtlı
k.
* Yoksulluk.
* Aşırıistek içinde bulunmak.

açlı
k çekmek
* yoksulluk içinde bulunmak.

açlı
k grevi
* Kendisine veya baş
kaları
na yapı
lan bir haksı
zlı
ğıprotesto için bir kimsenin aç durarak gösterdiği tepki.

açlı
ktan gözü (veya gözleri) kararmak (veya dönmek)
* çok acı
kmak.

açlı
ktan imanıgevremek
* çok acı
kmak.

açlı
ktan nefesi kokmak
* yoksulluk içinde bulunmak.

açlı
ktan ölmek
* dayanı
lmaz derecede acı
kmak, çok acı
kmak.

açlı
ktan ölmeyecek kadar
* (yiyecek, içecek için) pek az (yemek, içmek).
* gereğ inden az.

açma
* Açmak iş i.
* Orman içinde ağaç kesme veya yakma yoluyla tarı
ma elveriş
li bir duruma getirilen arazi.
* Bir çeş
it susamsı
z, kalı
nca yağ
lısimit.

açmacı
* Açma yapan veya satan kimse.

açmak
* Bir şeyi kapalı durumdan kurtarmak.
* Bir şeyin kapağı nıveya örtüsünü kaldı rmak.
* Engeli kaldı rmak.
* Sarılmı ş, katlanmı ş, örtülmüşveya iliklenmişolan ş eyleri bu durumdan kurtarmak.
* Oyarak veya kazarak çukur, delik oluş turmak.
* Tıkalıbir ş eyi, bu durumdan kurtarmak.
* Çevresini geniş letmek.
* Birbirinden uzaklaş tırmak.
* Yarmak.
* Düğ ümü veya dolaş mı şbir şeyi çözmek.
* Bir kuruluş u, bir işyerini, bir yeri iş ler veya ilk defa kullanılı
r duruma getirmek.
* Bir aygı tı, bir düzeni vb.lerini çalı şı r duruma getirmek.
* Alışveriş i baş latmak.
* Rengin koyuluğunu azaltmak.
* Yakı şmak, güzel göstermek.
* Ferahlı k vermek.
* Bir konu ile ilgili konuş mak.
* Savaş la almak, fethetmek.
* Avunmak veya danı şmak için söylemek.
* Yapmak, düzenlemek.
* Ayı rmak, tahsis etmek.
* Sıkılganlı
ğını, utangaçlı
ğı
nıgidermek.
* Görünür duruma getirmek.
* (hava için) Bulutları
n dağı
lmasıyla gök yüzü aydı
nlanmak.
* Geçit vermek.
*İ çini dökmek.

açmalı
k
* Kiri çı
karmak veya eş
yayıiyice temizlemek için kullanı
lan her türlü madde.

açmaz
* Satranç oyununda ş ahıkoruyan taş lardan birinin yerinden oynatı
lmamasıdurumu.
*İ çinden zor çıkılı
r durum.
* (tulûatta) Karş
ısındakine bir nükte veya tekerleme söyleme kolaylığı
nıveren söz.

açmaz halatı
* Gemilerin limana bağlanmasıve sahilden esecek rüzgârla rı
htı
mdan uzaklaş
mamasıiçin kı

ya dikine
bağlanan halat.

açmaza düş mek


* içinden çı

lmasıgüç durumda kalmak.

açmaza getirmek (veya düşürmek)


* düzen, hile yapmak, bir kimseyi oyuna getirmek, zor duruma sokmak.

açmazlı
k
* Açmaz olma durumu.
* Ağzıpek sı
kıolma durumu, ketumiyet.

açtıağzı
nı, yumdu gözünü
* öfkelenerek veya kı
zarak ağ
ır sözler söyledi.

açtı
rma
* Açtı
rmak iş
i.

açtı
rma kutuyu, söyletme kötüyü
* kötü konuş abilecek birine, bildiklerini açı
klama fı
rsatıverilmemesi gerektiğini öğ
ütler.

açtı
rmak
* Açmak iş
ini yaptı
rmak.

ad
* Bir kimseyi, bir şeyi anlatmaya, tanımlamaya, açı
klamaya, bildirmeye yarayan söz, isim: Çocuk, kedi, ağaç,
düş
ünce, iyilik, Ahmet, Ertuğ rul birer addır.
* Herkesçe tanı nmı şveya iş itilmişolma durumu, ün, nam, ş
öhret.
* Anı lacak değ
er, önem.
*İ sim.

ad
* Sayma, sayı
lma.

ad almak
* kendisine ad verilmek.
* ün kazanma.

ad bilimi
* Özel adlar üzerinde duran ve özel adlarıköken bilgisi, tarihî geliş
me, dil ve kültür sorunları
açı

ndan
inceleyen bilim dalı
.

ad cümlesi
* Bkz. isim cümlesi.
ad çekilmek
* ad çekmek iş
i yapı
lmak.

ad çekilmek
* ad çekmek iş
i yapı
lmak.

ad çekimi
* Bkz. isim çekimi.

ad çekme
* Ad çekmek iş
i, kur'a.

ad çekmek
* raslantı
ya ve talihe bağ
lıbir ayı
rma yapmak için, her birinde birer ad yazı
lmı
şkâğ
ıtlardan birini çekmek,
kur'a çekmek.

ad çekmeye girmek
* kur'aya tâbi olmak.
* oyunun baş langı
cında, oyuncular arası
nda alan seçimi, baş
lama atı
şıveya karş
ılama hakkıiçin öncelik
sağlayan iş.

ad çektirmek
* ad çekmek iş
ini yaptı
rmak.

ad değiş
imi
* Bkz. mecazimürsel.

ad durumu
* Bkz. isim hâli.

ad gövdesi
* Bkz. isim gövdesi.

ad koymak
* çağ
ırmak veya anmak için bir canlı
ya, bir yere, bir ş
eye ad vermek, adlandı
rmak, isim koymak, tesmiye
etmek.

ad kökü
* Bkz. isim kökü.

ad takmak
* adlandı
rmak, ad koymak.

ad tamlaması
* Bkz. isim tamlaması
.

ad vermek
* ad koymak, adlandı rmak, tesmiye etmek.
* bir iş
i kimin yaptı
ğı
nısöylemek.

ad yapmak
* isim yapmak.

ada
* Her yanısu ile çevrilmişkara parçası .
* Trafiğ
e açık bir yol üzerinde sola dönüş leri sağ
layan, sağtarafta veya yol ortasında yer alan kaldı

m taş
ıyla
ayrı
lmı
şalan.
* Çevresi yollarla belirlenmişolan arsa ve böyle bir arsayıkaplayan yapılar topluluğu.

ada balı
ğı
* Bkz. amber balı
ğı
.
ada çayı
* Ballıbabagillerden, yurdumuzda çok yetiş
en tüylü ve beyazı
mtı
rak yapraklarıolan ı

rlıbir bitki (Salvia
oflicinalis).
* Bu bitkiden yapılan sıcak içecek.

ada gibi gemi


* pek büyük (gemi).

ada soğanı
* Zambakgillerden, soğanı
ndan ilâç olarak yararlanı
lan birtakı
m maddeler elde edilen çok yı
llı
k bir bitki
(Urginea maritima).

ada tavş
anı
* Evcil cinsleri de olan tavş
ana yakı
n bir kemirici memeli (Oryetolagus cuniculus).

adabımuaşeret
* Terbiyeli, ince davranmak için tutulmasıgereken yollar, davranı
ştöresi, davranı
şbilgisi, topluluk töresi,
görgü.

adacı
k
* Küçük ada.

adacı

k
* Kavramları n gerçek varlı
klar olduğ unu kabul eden, kavram gerekliğ
ine karş
ıt olarak, tümel kavramları
n
yalnı
zca nesnelerin adlarıolduğ unu ileri süren görüş
, nominalizm.

adagio
* Yavaş, ağı
r olarak.
* Bu biçimde çalınan beste.

adak
* Adamak iş
i veya adanı
lan ş
ey, nezir.

adak adamak
* bir dileğin gerçekleş
mesi amacı
yla kurban kesip yoksullara dağ
ıtmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette
bulunmak.

adaklama
* Adaklamak durumu.

adaklamak
* Küçük çocuk yürümeye baş
lamak.

adaklanma
* Adaklanmak iş
i veya durumu.

adaklanmak
* Niş
anlı
duruma gelmek, niş
anlanmak.

adaklı
* Adağıolan, adak adamı şolan.
* Niş
anlı
, yavuklu, sözlü.

adaklı
k
* Adak olarak ayrı
lmı
ş(hayvan).
* Adak adanan yer.

adaksı
z
* Adağıolmayan, adak adamamı
şolan.
* Niş
anlıolmayan.

adale
* Kas.

adaleli
* Kaslı
, kaslarısı
kı, geliş
miş
.

adalesiz
* Kassı
z.

adalet
* Hak ve hukuka uygunluk, hakkıgözetme, doğ ruluk, türe.
* Bu iş
i uygulayan, yerine getiren devlet kuruluş
ları
.
* Herkese kendine uygun düş eni, kendi hakkıolanıverme.

adalet dağı
tmak
* kanunları
n saydı
ğıhaklarısahiplerine vermek, tanı
nmak.

adalet divanı
* Devletler arası
ndaki birtakı
m hukuk anlaş
mazlı
kları
na bakan ve merkezi La Haye'de bulunan uluslar arası
mahkeme.

adalet kapı

* Hak ve hukukun aranmasıiçin baş
vurulan merci, mahkeme.

adalet mahkemesi
* Bkz. adliye mahkemesi.

adalet örgütü
* Adliye teş
kilâtı
.

adalet sarayı
* Mahkemelerin bulunduğ
u büyük yapı
.

adalete teslim etmek


* sanığı
, adalet iş
leriyle uğraş
an kuruluş
a götürmek.

adalete teslim olmak


* sanı
k, adalet iş
leriyle uğraş
an kuruluş
a gidip hakkı
nda gerekli iş
lemin yapı
lması
nıistemek.

adaletine sığınmak
* (birinden) anlayı
ş, hoş
görü, yakı
nlı
k beklemek.

adaletli
* Adalete uygun düş
en veya adaletli olan, adil.

adaletlilik
* Adaletli olma durumu.

adaletsiz
* Adalete aykı
rıdüş
en veya adaleti olmayan.

adaletsizlik
* Adalete aykı
rıdavranı
ş.

adalı
* Ada halkı
ndan olan (kimse).

adalî
* Kas niteliğinde olan; kasla ilgili olan, kası
l.
* Kaslarıiyi geliş
miş , adaleli, kaslı.

adam

nsan.
* Erkek kiş i.
*İ yi yetişmiş , değ
erli kimse.
* Birinin yanı nda ve iş inde bulunan kimse.
* Birinin yararlandı ğı , kullandı
ğıkimse.
* Birinin sözünü dinleyen, nazı nı
çeken kimse, kayı rı
cı.
*İ yi huylu, güvenilir kimse.
* (belirsizlik zamiri yerine), Herkes, kim olursa olsun.
* Görevli kimse.
* (isim tamlamaları nda) Bir alanda derin bilgisi olan veya bir alanıbenimseyen.
* Eş , koca.

adam adama (savunma)


* futbolda, basketbolda karş
ıtakı
m oyuncusunu kollama, rahat hareket etmesini, sayıyapması
nıengelleme.

adam akı
llı
* Bkz. adamakı
llı
.

adam almamak
* son derece kalabalı
k olmak.

adam azmanı
* Çok iri yapı
lıkimse.

adam baş
ına
* her kiş
iye, her birine.

adam beğ
enmemek
* herkesi değ
ersiz görmek.

adam boyu
* Yaklaşık olarak normal bir adam boyunda.
*İ nsan boyunca.

adam değilim
* herhangi bir durumun gerçekleş
memesi hâlinde, kendisinin insan sayı
lamayacağ
ıanlamı
nda kullanı
lan ant,
göz dağ
ısözü.

adam etmek
* eğitmek, yetiştirmek, topluma yararlıduruma getirmek.
* bir yeri düzene sokmak veya bir şeyi iş
e yarar duruma getirmek.

adam evlâdı
*İyi bir ailenin iyi yetiş
mişçocuğ
u.

adam gibi
* terbiyeli, akı
llıuslu.
* adamlı ğa, insanlığa yaraş
ır yolda.
* iyice.

adam hesabına koymak


* birine değer vermek, saygıgöstermek.

adam içine çıkmak


* topluluğ
a karı
şmak, değerli insanları
n bulunduğu yerlere gitmek, eş
e dosta gitmek.

adam içine karışmak


* değerli bir topluluğa girmek, kendisine değ
er verilir olmak.

adam kı
tlı
ğı nda (veya yokluğunda)
* işe yarar kimselerin bulunmadı
ğıdurumda.

adam kullanmak
* iyi çalı
ştı
rması
nıbilmek.

adam olmak
* gelişmek, büyümek, ş iş
manlamak.
* iyi yetiş
mek, iyi bir duruma gelmek.

adam sarrafı
*İ nsanları
n karakterini çabuk anlayacak duruma gelmişkimse, insan sarrafı
.

adam sen de! (veya yalnı


z adam)
* bir iş
in önemsenmediğ ini anlatmak için söylenir.

adam sı
rasına geçmek (veya girmek)
* daha önce toplumda önemli bir yeri veya özel bir değeri yokken artı
k kendisine önem ve değ
er verilmek.

adam yerine koymak


* adamdan saymak, varlı
ğı
nıkabul etmek.

adama
* Adamak iş
i.

adama dönmek (veya benzemek)


* düzelmek.

adamak
* Bir dileğ
in gerçekleşmesi amacı yla kurban kesip yoksullara dağ ı
tmak veya kutsal bir güce yönelik bir niyette
bulunmak, nezretmek.
* Kutsal saydığıbir şey uğruna kendini feda etmek, ant niteliğinde söz vermek.
* Ayı rmak.

adamakı
llı
* Gereğ
inden çok, iyice.

adamakla mal tükenmez


* büyük vaatlerde bulunanlar için alay yollu söylenir.

adamca

nsana yaraşır biçimde.

nsan sayısıolarak.

adamcağı
z
* Kendisine karş
ısevgi veya acı
ma duyulan adam.

adamcası
na
* Adamca.

adamcı
k
* Yerilen, küçümsenen; acı
nan (kimse).

adamcı
l

nsandan ürkmeyen, insana alı
şmı
şolan, insana sokulan, sı
cakkanlı
, munis.

adamcı
llı
k
* Adamcı
l olma durumu.

adamdan saymak
* bir kimseye değeri olmadı
ğıhâlde değer vermek, saygıduymak.

adamı
* (bir iş
i) ustalı
kla yapan.

adamı
n adıçı
kacağı
na canıçı
ksı
n
* Bkz. insanı
n adıçı
kacağ
ına canıçı
ksı
n.

adamı
n alacasıiçinde, hayvanı n alacasıdışında
* Bkz. insanın alacasıiçinde, hayvanın alacasıdı
şı
nda.

adamın iyisi alı


şveriş te (veya işbaş ı
nda) belli olur
* bir kiş
iyi iyi bir insan olarak değerlendirebilmek için alı
şveriş
te veya işbaş
ında ahlâk dı
şıdavranı
şlarda
bulunmamasıgerekir.

adamı
na çatmak
* Bkz. tam adamı
na çatmak.

adamı
na düş mek
* (yapı
lacak bir iş
) güzel bir rastlantısonunda anlayanı
na, uzmanı
na verilmişolmak.

adamı
na göre
* kişiler arası
nda ayrı
calı
k gözeterek.
* herkesin yeteneğine uygun olarak.

adamı
nıbulmak
* Bkz. tam adamı
nıbulmak (veya adamı
na düş
mek).

adamkökü
* Bkz. adamotu.

adamlı
k
*İ nsana yakı
şacak durum, tutum ve davranı
ş.
* Yabanlık.

adamlı
k sende kalsı n
* iyilik bilmese de sen yine iyilik et.
* bu iş i nasıl olsa sana yaptı
racaklar, bari kendiliğ
inden yap da onurunu koru.

adamotu
* Patlı
cangillerden, genişyapraklı
, kötü kokulu bir bitki, kankurutan, adamkökü (Mandragora autumnalis).

adamsı
z
* Yardımcı sız, hizmetçisiz.
* Erkeksiz, kocası z.

adamsı
zlı
k
* Adamsı
z olma durumu.

a'dan z'ye kadar


* baş
tan aş
ağı
, bütünüyle.

Adana kebabı
* Kı
yması
na bolca acıbiber katı
larak hazı
rlanan ş
işköfte.

adanma
* Adanmak iş
i.

adanmak
* Adamak iş
ine konu olmak.

adap
* Töre.
* Yol yordam, yol yöntem.

adap erkân
* Yol yöntem.
adaptasyon
* Uyarlama.
* Bir eseri çevrildiği dilin, konuş
ulduğ
u toplumun yaş
ayı
şı
na, inançları
na uyarlama.
* Uyma.

adapte
* Uyarlanmı
ş.

adapte etmek
* uyarlamak.

adapte olmak
* uymak.

adaptör
* Bir âletin çaplarıbirbirinden farklıolan parçaları
ndan birini ötekine geçirebilmek için yararlanı
lan bağ
layı

.

adaş
* Adlarıaynıolanlardan her biri.

adaş

k
* Adaşolma, aynı
adı
taş
ıma durumu.

adatepe
* Genellikle tropikal bölgelerde görülen ve çevresindeki alçak alanlar üzerinde dik yamaçlarla bir ada gibi
yükselen, aş
ını
mdan dolayıortaya çı kmı ştepe.

adatma
* Adatmak iş
ini yaptı
rmak.

adatmak
* Adamak iş
ini yaptı
rmak.

adavet
* Düş
manlı
k, yağ
ılı
k.

aday
* Bir görev, bir işiçin kendini ileri süren veya baş
kalarıtarafı
ndan ileri sürülen kimse.
* Bir işiçin yetiştirilmekte olan kimse, namzet.

aday adayı
* Herhangi bir iş i yapmak, bir görevi yüklenmek için adaylı
k aş aması nı kazanmak amacı yla baş
vuran kimse.
* Milletvekili ve senatör seçimlerinde, partinin adayıolmak için, partisinde yapı
lan ön seçimlere adaylı
ğı

koyan kimse.

aday göstermek
* bir işveya bir görev için birini aday olarak belirlemek: Anayasa.

aday olmak
* herhangi bir iş
e alı
nmak veya seçilmek için istekli olmak.

adayavrusu
*İ ki veya üç çifte kürekli küçük balı
kçıteknesi.

adaylı
ğı
nıkoymak
* bir işveya göreve seçilmek için kendini ileri sürmek.

adaylı
k
* Herhangi bir iş
, bir görev için kendini ileri sürme veya baş
kalarıtarafı
ndan ileri sürülme, namzetlik.
* Bir görevde yetiş
tirilme.

adcı
* Adcılı
k öğretisiyle ilgili olan.
* Bu öğretiye bağlıkimse.

adcı

k
* Kavramları n gerçek varlı
klar olduğ unu kabul eden, kavram gerçekliğ
ine karş
ıt olarak, tümel kavramları
n
yalnı
zca nesnelerin adlarıolduğ unu ileri süren görüş
, isimcilik, nominalizm.

addan türeme fiil


* Bkz. isimden türeme fiil.

addedilme
* Addedilmek iş
i.

addedilmek
* Sayı
lmak.

addetme
* Addetmek iş
i.

addetmek
* Saymak.

addolunma
* Addolunmak iş
i veya durumu.

addolunmak
* Sayı
lmak.

adedî
* Adetçe, sayı
ca.

adem
* Yokluk, hiçlik, ölüm.
* Osmanlı ca sözlerle birleş
erek "-siz, -lik" anlamı
nda kullanı

r.

Âdem
* Dinî inançlara göre ilk yaratı
lan insan ve ilk peygamber.
*İnsan, insanoğ lu, adam.
*İnsanda bulunmasıgereken olumlu özelliklere sahip olan.

Âdem baba
*İ nsanlı
ğı
n babası, Hz. Âdem.
* Hapishanede çevresindeki mahkûmlarıharaca bağ
layan kimse.
* Afyonkeş.

Âdem elması
* Gı
rtlak çı
kıntı

.

Âdem evlâdı
* Bkz. âdemoğlu.

Âdemci
* Âdemcilik yanlı
sıolan kimse.

Âdemcilik
* XX. yüzyı

n baş
ında simgeciliğe karş
ıbir tepki olarak Rusya'da ortaya çı
kan bir edebiyat akı
mı.

ademimerkeziyet
* Yerinden yönetim.

ademimerkeziyetçi
* Yerinden yönetimci.
ademimerkeziyetçilik
* Yerinden yönetimcilik.

ademiyet
* Yokluk.

âdemiyet
*İnsanlı
k.
* Doğru dürüst insana yakı
şı
r durum, adamlı
k.

âdemoğlu

nsan denilen yaratı
kları
n hepsi.

âdemotu
* Bkz. adamotu.

adenit
* Lenf düğümleri iltihabı
.

adese
* Mercek.
* Kovucuk.
* Görüşderecesi, inceliğ
i.

adet
* Sayı
.
* Herhangi bir sayı
da olan (ş
ey), tane.

âdet
* Bir kimsenin yapmaya alışmı şolduğ uş ey, alışkı.
* Topluluk içinde eskiden beri uyulan kural, töre.
* Ay baş ı
.

âdet edinmek
* bir ş
eyi alı
şkanlı
k ve huy durumuna getirmek.

âdet görmek
* (kadı
n) ay baş
ıolmak.

âdet olmak
* öteden beri yapı
lır olmak.
* bir ş
ey gelenek durumuna gelmişolmak.

âdet yerini bulsun diye


* gerekli görüldüğü için değ
il, yalnı
z alı
şı
lmı
şolduğ
u için.

âdeta
* Bayağ
ı, basbayağı , hemen hemen, sanki.
* Bayağ
ıyürüyüş le.

adetçe
* Sayı
bakı
mından, sayı
ca.

adetimürettep
* Bkz. tam sayı
.

adezyon kuvveti
* Yan yana duran veya sürtünen iki cismin molekülleri arası
ndaki çekişkuvveti.

adı(veya ismi) gibi bilmek


* çok iyi bilmek.
adıbatası(veya adıbatasıca)
* "yok olası
" anlamı nda bir ilenme.

adıbatmak
* (sevilmeyen bir ş
ey veya kimse için) unutulmak, adıanı
lmaz olmak, artı
k sözü edilmemek.

adıbelirsiz
* ünü olmayan, tanı
nmayan, kim ve ne olduğ
u bilinmeyen.

adıbile okunmamak
* birine hiç önem verilmemek.

adıçı
kmak
* kötü bir ün kazanmak.
* hakkıolmayan bir ün kazanma.

adıçı
kmı
şdokuza, inmez sekize
* birinin bir kere adı
çıktı
ktan sonra onun hakkı
ndaki yaygı
n inanç artı
k kolay kolay düzelemez.

adıdeliye çı
kmak
* deli olmadı
ğıhâlde deli olarak tanı
nmak.

adıduyulmak
* tanı
nmak, ünlenmek.

adıgeçmek
* anı
lmak, söz konusu olmak, ismi geçmek.
* adıyazı
lmak.

adıkaldı

lmak
* anı
lmaz olmak, silinip gitmek.

adıkalmak
* bir kimse veya bir ş
ey ortadan çekildikten, öldükten sonra dillerde yalnı
z adıdolaş
mak.

adıkarı
şmak
* (kötü) bir iş
le birinin ilgisi bulunduğ
u söylenilmek.

adıkötüye çı
kmak
* ünü kötü olarak yayı
lmak.

adıolmak
* gereksiz, yersiz ünü olmak.

adısanı
* bir kimsenin kimliği.

adıüstünde
* adı
ndan belli olduğu gibi.

adıvar
* yaş
amayan, yalnı
zca hayalde var olan.

adıverilmek
* ad takı
lmak.

adı
l
* Zamir.

adı
m
* Yürümek için yapı
lan ayak atı
şları
nın her biri.
* Bir adımda alınan yol (bu uzunluk 75 cm sayı lı
r).
* Girişim, hamle.
* Bir gösterge ucunun eşolarak ayrı lmı şyaylardan biri boyunca aldığ
ıyol.
* Ayakta temel duruş tan, bir ayağı
n türlü yönlerde iki ayak boyu kadar ara ile yer değ
iştirmesi.
* Teknolojide iki diş
li arası
ndaki aralı
k.

adı
m adı
m
* Ağı
r ağ
ır, yavaşyavaş
.

adı
m adı
m gezmek
* her yerini dolaş
ıp görmek.

adı
m adı
m izlemek
* arkası ndan izlemek.
* gizlice takip etmek.

adı
m atmak
* yürümek için ayağ ınıöne doğru uzatı
p basmak.
* bir iş
e ilk kez giriş
mek.

adı
m atmamak
* gitmemek, uğramamak, aramamak.

adı
m baş
ı
* Birbirine yakı
n yerlerde, sı
k sı
k.

adı
mınıattı
rmamak
* bir yere girmesine engel olmak.

adı
mınıgeri almak
* baş ladı
ğıbir iş
ten geri dönmek.

adı
mlama
* Adı
mlamak iş
i.

adı
mlamak
* Adı mla ölçmek.
* Bir yerde ileriye geriye doğ
ru giderek dolaş
mak.

adı
mları
nıaçmak
* yürürken hı
zlanmak.

adı
mları
nıseyrekleştirmek
* hı
zlıyürürken adı
mları
nıyavaş
latmak.

adı
mları
nısıklaş
tırmak
* daha küçük ve çabuk adı
mlar atarak hı
zlı
yurümek, ivmek, acele etmek.

adı
mlı
k
* Adı m uzunluğunda olan.
* Bir yerin çok uzak olmadı
ğı
nıbelirtmek için kullanı

r.

adımsayar
* Yürüme sı rası
nda gerçek sonuçlara varabilmek için geçilen yerin uzunluğunu anlayabilmek amacı
yla ayağ
a
takı
lan alet, pedometre.

adı
na
*oş
eyin veya o kimsenin yerinde olarak, namı
na, onun hesabı
na.

adı
nıağ
zına almamak
* dargı
nlı
k, kı
rgı
nlı
k, kı
zgı
nlı
k gibi bir sebeple bir kimseden hiç söz etmemek.
adı
nıalmak
* ad takı
lmak, ad verilmek.

adı
nıanmak (veya anmamak)
* birinden söz etmek (veya etmemek).

adı
nıbağ
ışlamak
* bir baş
kası
ndan adı
nısöylemesini istemek.

adı
nıbozmak
* andı
na uymamak, andı
na aykı
rıdavranmak.

adı
nıkirletmek (veya lekelemek)
* adı
nın kötüye çı kmasına yol açmak.

adı
nıkoymak
* karş
ılı
ğı
nıveya fiyatı
nıkararlaş

rmak.

adı
nıtaş
ımak
* birinin adı
yla anı
lmak, sahip olduğ
u adı
n sorumluluğ
unu yüklenmişolmak.

adı
nıvermek
* birinin adınıbildirmek.
* biri tarafı
ndan salık verildiğini söylemek.

adı
yla sanıyla
* bilinen ün ve niteliğiyle.

adî
* Sı
radan, hiçbir özelliği olmayan.
* Aşağı

k, bayağ ı, alçak.

adî adı
m
* Adı
mda uygunluk, beraberlik gerektirmeyen ve grup olarak yapı
lan bir tür yürüyüş
.

adî defter
* Bir iş
letmenin veya ticarethanenin yaptı
ğıiş
lemlerinin muhasebe kayı
tları
nın geçirildiğ
i ticarî defter.

adî kesir
* Bayağ
ıkesir.

adî suçlu
* Basit suçlarıiş
leyen kimse.

adil
* Adaletle işgören, adaletten, haktan ayrı
lmayan, hakkıyerine getiren, adaletli.
* Hakka uygun, haklı .

adilâne
* Adalete uygun olarak, hakça.

adîleş
me
* Adîleş
mek durumu.

adîleş
mek
* Adî bir duruma girmek, bayağı
laş
mak.

adîleş
tirme
* Adîleş
tirmek iş
i.

adîleş
tirmek
* Adîleş
mesine yol açmak.
adîlik
* Bayağ
ılı
k, düş
üklük, aş
ağı

k.

adisyon
* (lokanta, otel gibi yerlerde) Hesap.

adlandı

lma
* Adlandı

lmak iş
i.

adlandı

lmak
* Ad vermek iş
i yapı
lmak.

adlandı
rma
* Adlandı
rmak iş
i.

adlandı
rmak
* Bir kimseyi veya bir ş
eyi kullanarak belli etmek, ad vermek, ad koymak, tesmiye etmek.
* Ad koyma, ad vermeyi sağ lamak, tesmiye etmek.

adlanma
* Adlanmak iş
i.

adlanmak
* Kendisine ad verilmek.
* Kötü ün kazanmak.

adlaş
ma
* Adlaş
mak durumu.

adlaş
mak
* Ad durumuna gelmek.

adlaş

rma
* Adlaş

rmak iş
i.

adlaş

rmak
* Ad durumuna getirmek.

adlı
* Adıolan.
* Ünlü.

adlıadı
yla
* herkesin bilip tanı
dığ
ıbiçimde.

adlısanlı
* Ünlü.

adlî
* Adaletle ilgili.

adlî makam
* Adalet iş
lerinin görüldüğü ve sonuca bağ
landı
ğıkamuya ait yönetim yeri.

adlî merci
* Adaletle ilgili sorunları
n çözümü için baş
vurulan resmî daireler.

adlî polis
* Adliye içerisinde güvenliğ
i sağlayı
p adlî iş
lere yardı
mcıolan kolluk gücü.

adlî sicil
* Bir kimsenin mahkûmiyetinin olup olmadı
ğı
nın anlaş
ılmasıiçin konulmuşolan kayı
t yöntemi.

adlî tabip
* Adlî tı
pta görevli doktor.

adlî tatil
* Her yıl 20 Temmuz ile 5 Eylül tarihleri arası
nda, kanunda yazı

durumları
n dı
şı
nda, hiçbir adlî iş
lemin
yapı
lmadı
ğısüre.

adlî tı
p
* Tı
bbı
n adalete yardı
m eden kolu; adaletin bu iş
le uğraş
an kuruluş
u.

adlî yı
l
* Mahkemelerin bir yı
l içindeki çalı
şma süresi.

adlî zabı
ta
* Bir suç sonrasısanı
ğıve suç delillerini adlî yetkililere sunan kolluk kuvveti.

adliye
* Hukuk ve adalet iş
lerini gören devlet kuruluş
ları.
* Hukuk ve âdalet iş
lerinin görüldüğü resmî yapı.

adliye encümeni
* Adalet komisyonu.

adliye mahkemesi
* Anayasa mahkemesi, genel mahkemeler, askerî ve idarî mahkemeler dı
şı
nda kalan ve denetim mahkemesi
olan Yargıtay ile hüküm mahkemeleri.

adliye nezareti
* Osmanlıİ
mparatorluğunda adliye teş
kilâtı

n bağlıolduğ
u en üst makam.

adliye teş
kilâtı
* Yargıorganlarıve bu organları
n birbirleriyle olan iliş
kilerini, derecelerini, görev ve yetkilerini düzenleyen
ve yürüten mekanizmanı n bütünü.

adliye vekâleti
* Adalet bakanlı
ğı
.

adliyeci
* Adliye kuruluş
unda meslek görevlisi.

adrenalin
* Böbrek üstü bezlerinin etkili bir maddesi; hekimlikte damarları
daraltma, bronş
larıaçma, kanamalarıkesme
gibi amaçlarla kullanı

r.

adres
* Bir kimsenin arandı
ğında bulunabileceği yer, oturduğu yer.
* Gönderilen şeyin üzerine, alı


n adınıve bulunduğ u yeri bildirmek için yazı
lan yazı
.

adres bı
rakmak (göstermek veya vermek)
* arandı
ğı
nda bulunabileceği, oturduğ
u yeri bildirmek.

adres defteri
* Kişilerin kendilerine lâzı
m olan adresleri topladı
klarıdefter.

adres kartı
* Adres defteri.

adres kitabı
* Genellikle belli bir işveya meslekte olanları
n işve ev adreslerini toplu olarak gösteren kitap.
adres makinesi
* Posta gönderilerinin üzerine kâğı
t, plâstik veya madenden, adres basan alet.

adres rehberi
* Adres defteri.

adsı
z
* Adıolmayan, isimsiz.
* Türklerde, ailesinden ayrı
ldı
ğı için artı
k onun adı
nıtaş
ımak, onun adıile anı
lmak hakkı
nıyitirmişolan ve
ancak bir yararlı
k gösterince ad kazanabilen delikanlı.

adsı
z parmak
* Orta parmak ve serçe parmak arası
ndaki parmak, yüzük parmağ
ı.

aerobik
* Hı
zlımüzik temposu eş
liğinde yapı
lan, vücudun çevikliğ
ine ve hareketliliğ
ine dayanan bir tür jimnastik.

aerobik solunum
* Hücrede yalnı
z moleküler oksijenin kullanı
ldı
ğıbir solunum ş
ekli.

aerodinamik
* Hareket hâlinde olan bir cisim üzerinde havanı n yarattı
ğıetkiyi inceleyen bilim.
* Aerodinamik bilim alanı yla ilgili.
* Fizik biliminin gazları
n hareketini inceleyen dalı
.

af
* Bir suçu, bir kusuru veya bir hatayıbağı
şlama.
* Mazur görme veya görülme.
* (görevden) çı karı
lma.

af buyurun!
* "affedersiniz" veya "affı
nızırica ederim" anlamı
nda bir söz.

af çı
karı
lmak
* bir suçun bağı
şlanmasıiçin Türkiye Büyük Millet Meclisinden kanun çı
karmak.

af dilemek
* bağ
ışlanması
nıistemek.

af kapsamı na alı
nmak
* af kanununa girmek.

afacan
* Zeki ve yaramaz (çocuk).

afacanlaş
ma
* Afacanlaş
mak iş
i.

afacanlaş
mak
* Yaramazlaş
mak, yaramaz, ele avuca sı
ğmaz duruma gelmek.

afacanlı
k
* Afacan olma durumu, yaramazlı
k.

afak
* Ufuklar, dört bir taraf.

afakan
* Bkz. hafakan.

afakî
* Belli bir konu üzerine olmayan (konuş
ma), dereden tepeden.
* Nesnel, objektif.

afakîlik
* Bkz. objektiflik.

afal afal
* Şaş
kın bir biçimde.

afallama
* Afallamak iş
i.

afallamak
* Şaş
kınlı
ktan sersemleş
mek.

afallaş
ma
* Afallaş
mak iş
i.

afallaş
mak
* Şaş
kınlı
k içinde kalmak, ş
aşı

p bir ş
ey yapamaz olmak.

afallaş

rma
* Afallaş

rmak iş
i.

afallaş

rmak
* Şaş
kınlı
k içinde bı
rakmak, birini ş
aşı

p bir ş
ey yapamaz duruma sokmak.

afallatma
* Afallatmak iş
i.

afallatmak
* Şaş
kınlı
ğa düş
ürerek sersemleş
tirmek.

afat
* Afetler, belâlar, kı
ranlar.

afazi
* Bkz. söz yitimi.

aferin
* Okş ama, alkı
şlama, beğenme gibi duygularıbelirtmek için söylenir, bravo.
* Eskiden öğrencilere verilen beğenme ve takdir kâğ
ıdı
.

aferin almak
* değ
erli görülüp beğ
enilmek.

aferist
* Vurguncu, dalavereci, çı
karı
nıbilen, çı
karcı
.

afet
* Doğanı n sebep olduğ u yıkım.
* Kıran.
* Çok kötü.
* Güzelliği ile insanış
aşkına çeviren, aklı
nıbaş
ından alan kadı
n.
* Hastalıkların dokularda yaptığıbozukluk.

afetzede
* Afete uğramı
ş, afet görmüş
.

affa uğramak
* bağ
ışlanmak, affedilmek.

affedersin veya affedersiniz


* özür dilemek için söylenir.
* karş
ıçıkmak için söylenir.

affedilme
* Bağ
ışlanma.

affedilmek
* Bağ
ışlanmak.

affetme
* Bağ
ışlama.

affetmek
* Bağ
ışlamak.
* Hoşgörü ile karşı
lamak, mazur görmek.
* Görev veya işten çı
karmak.

affetmemek
* bağ
ışlamamak, hoşgörmemek.

affetmiş
sin
* "hiç de öyle değ
il", yanı

yorsun" anlamı
nda kullanı

r.

affettirme
* Affettirmek iş
i.

affettirmek
* Bağ
ışlanması
nısağ
lamak.

affettuoso
* Bir parçanı
n yumuş
ak ve duygulu bir biçimde çalı
nacağı
nıanlatı
r.

affeyleme
* Affeylemek iş
i.

affeylemek
* Affetmek.

affı
nıdilemek (veya istemek)
* bir işveya görevi yerine getiremeyeceğini nezaketle bildirmek.

affı

za sı
ğınarak
* "bağı
ş layacağ
ını
za güvenerek" anlamı
nda bir nezaket sözü.

affolunma
* Affolunmak iş
i.

affolunmak
* Bağ
ışlanmak, affedilmek.

Afgan
* Afganistan halkından veya bu halkın soyundan olan kimse.
* Afganistan'a ve Afganistan halkı
na özgü olan.

Afganlı
* Afgan.

afi
* Gösteriş
, çalı
m, caka.

afi kesmek (satmak veya yapmak)


* birine karş
ıgösterişyapmak, kabadayı

k etmek.
afif

ffetli.

afife
* Namuslu, iffetli, saygı
değer (kadı
n).

afili
* Gösteriş
li, çalı
mlı
.

afis
* Gümüşbalı
ğı
nın küçüğ
ü.

afiş
* Bir ş
eyi duyurmak, tanı
tmak için hazı
rlanan, çoğ
u resimli duvar ilânı
.

afişasmak
* duvarlara ilân yapı
ştı
rmak.

afişyutmak
* yalana dolana kanmak.

afiş
çi
* Afişyapan sanatçı
.

afiş
çilik
* Afişyapma sanatı
.

afiş
e
* Açı
ğa çı
kmı
ş, duyulmuş
.

afiş
e etmek
* açı
ğa vurmak, belirtmek, duyurmak, dile düş
ürmek, reklâm etmek.

afiş
e olmak
* (bir kimse) bilinmeyen bir yönüyle tanı
nmak.

afiş
leme
* Afişasma iş
i, afiş
lemek iş
i.

afiş
lemek
* Afişasıp duyurmak.
* Nitelemek, göstermek.

afiş
te kalmak
* (oyun için) ilgi görerek günlerce oynanmak.

afiyet
* Hasta olmama durumu, sağ

k, esenlik.

afiyet bulmak
* iyileş
mek, sağlı
ğı
nıkazanmak.

afiyet olsun
* bir ş
ey yiyip içenlere "yarası
n" anlamı
nda söylenen iyi dilek sözü.

afiyet ş
eker olsun
* "yarasın, ağ
ız tadı
yla yensin'" anlamı
nda söylenir.

afiyet üzere olmak


* sağlı
klı
, rahat yaş
amak.
afiyetle
* ağ
ız tadı
yla, keyifle.

afoni
* Bkz. Ses yitimi.

aforizm
* Özlü söz, özdeyiş
.

aforoz
* Hristiyanlı
kta kilise tarafı
ndan verilen "cemaatten kovma" cezası
.

aforoz etmek
* kilise birliğ
inden çıkarmak.
* darı lı
p biriyle konuşmamak, yakı
nıolmaktan çı
karmak, ilgiyi kesip uzaklaş

rmak, adı
nıduymak bile
istememek.

aforozlama
* Aforozlamak iş
i.

aforozlamak
* Aforoz etmek, kovmak.

aforozlu
* Aforoz edilmiş
, kovulmuş
, uzaklaş


lmı
ş.

afra tafra
* Çalı
m.
* Çalı
mlı.

afralıtafralı
* Çalı
mlı
.

Afrika çekirgesi
* Değiş ik boyda ve renkte genellikle kuzey Afrika'da ekilmemişarazilerde rastlanan zararsı
z bir çekirge
(Locusta migratona).

Afrika domuzu
* Çift parmaklı
lardan, kalı
n derili, Afrika'da yaş
ayan ve yaban domuzuna benzer bir hayvan (Phacochoerus
aethiopicus).

Afrika menekş esi


*İ ki çeneklilerden, tüylü yapraklı , mor, pembe, beyaz renkli çiçekleri olan, evlerde saksı
da yetiş
tirilen çok

llı
k bir süs bitkisi (Saintpaulia ionantha).

Afrikalı
* Afrika kökenli olan kimse.
* Afrikalıoyuncu.

Afrikalı

k
* Afrikalıolma.

afsun
* Büyü, füsun.

afsuncu
* Büyücü, üfürükçü.

afsunculuk
* Afsuncunun yaptı
ğıiş
.

afsunlama
* Afsunlamak iş
i.

afsunlamak
* Büyülemek.

afsunlanma
* Afsunlanmak iş
i.

afsunlanmak
* Büyülenmek.

afsunlu
* Büyülü, sihirli, füsunkâr.

Afş
ar
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

aft
* Pamukçuk.

aftos
* Oynaş
, metres.

afur tafur
* Çalı
m.

afur tafura gelmemek


* çalı
m satmadan hoş
lanmamak; böyle bir davranı
şa karş
ıtepki göstermek.

afyon
* Olgunlaşmamı şhaşhaşkapsüllerine yapılan çizintilerden sı
zan, sonradan katı laşan süt; içinde morfin ve
kodein gibi çok uyuş
turucu maddeler bulunan, güçlü bir zehir olmakla birlikte, hekimlikte kullanılan değ erli bir ilâç.

afyon çekmek
* keyif için afyon yutmak.

afyon ruhu
* Yatı
ştı

cıolarak kullanı
lan afyon tentürü.

afyonkeş
* Keyif için afyon yutan veya çeken (kimse), afyon tiryakisi.

afyonkeş
lik
* Afyon çekmeye düş
künlük.

afyonlama
* Afyonlamak iş
i.

afyonlamak
* Afyon vererek uyuş turmak, uyutmak.
* Telkin yoluyla doğru düş
ünmeyi önleyerek zararlıbir yola sürüklemek.

afyonlanma
* Afyonlanmak iş
i.

afyonlanmak
* Afyonlamak iş
i yapı
lmak.

afyonlu
*İçinde afyon bulunan.
* Afyon yutmuş .
* Dalgı
n, uyuşmuş , uyuşuk (kimse).
afyonu başı
na vurmak
* aş
ırıdavranı
şlarda bulunacak kadar öfkelenmek, ne yaptı
ğı
nıbilememek.

afyonunu patlatmak
* kendi keyfine dalmı
şolan birini öfkelendirmek.

Ag
* Gümüş
'ün kı
saltması
.

aga
* Ağa.

agâh
* Bilir, bilgili, haberli, uyanı
k.

agâh olmak
* bilgi edinmişolmak.

agami
* Güney Amerika'da yaş
ayan, mavi ve yeş
il metalik yansı
malıbir kuş
.

aganta
* Yı
sa veya lâçka edilmekte olan bir halatı
n ve zincirin kı
sa bir süre elde tutulup bı
rakı
lmamasıiçin verilen
emir.

agaragar
* Deniz yosunları
ndan çı
karı
lan, beslenme endüstrisinde, hekimlikte ve bakteriyolojide kullanı
lan bir tür
jelâtin, jeloz.

agel
* Arap erkeklerinin kefiyelerinin üzerine bağ
ladı
kları
, yünden örülmüşkalı
n çember bağ
.

agitato
* Bir parçanı
n canlıve coş
kulu çalı
nacağ
ınıanlatı
r.

aglütinasyon
* Kümeleş
im.

aglütinin
* Serumda meydana gelen antikor.

agnosi
* Tanı

zlı
k.

agnostik
* Bilinemezci.
* Bilinemezcilikle ilgili.

agnostisizm
* Bilinemezcilik.

agnozi
* Duyularda herhangi bir bozukluk olmaması
na rağmen sı
nav sisteminin belirli bir yerindeki doku
bozukluğ
undan ileri gelen algıkaybıveya yokluğ
u.

Agop'un kazıgibi bakmak


* aptal aptal bakmak.

agora
* Yunan klâsik devrinde, sitenin yönetim, politika ve ticaret iş
lerini konuş
mak için halkı
n toplandı
ğıalan,
halk meydanı
.
agorafobi
* Bkz. alan korkusu.

agraf
* Kanca, kopça.

agrafi
* Bkz. yazma yitimi.

agrandisman
* Büyültme.

agrandisör
* (fotoğ
rafçı

kta) Büyülteç.

agreje
* (yabancıülkelerde) Doçent olmak için sı
nav vermişkimse, doçent.

agreman
* Bir elçinin bir ülkeye atanması
ndan önce o ülkeden istenen uygun görme yazı

.

agu
* Süt çocukları
nın neş
elendikleri zaman çı
kardı
klarıses.

agu bebek
* Büyüdüğ
ü hâlde bebekliğe özenen çocuklara alay yollu söylenir.

agucuk
* Süt çocuğ
u.
* Süt çocuğ
unu sevmek için söylenir.

agulama
* Agulamak iş
i.
* Yeni doğmuşbebeklerin çı
kardı
ğıses.

agulamak
* (bebek) Agu agu diye ses çı
karmak.

aguş
* Kucak.


*İ plik, sicim, tel gibi ince şeylerden kafes biçiminde yapı lmı şörgü.
* Örümcek gibi birtakı m hayvanları n salgılarıyla oluş
turduklarıörgü.
* Ülke yüzeyine yaygı nlaştı
rılmışörgü, ş ebeke.
* Tuzak.
* Oyun alanı nıortadan ikiye bölen iple yapı lmı şörgü.
* Çaprazlama örgü ile yapı lan ve kale direkleri arkası
na gerilen örgü, file.


* Donun veya pantolonun apı
şarası
na gelen yeri, apı
şlı
k.

ağatmak (veya bırakmak)


* balı
k avlamak için denize ağsalmak.

ağbenek
* Açıklı
koyulu kahverengi ağgörünüşünde olan, arpa yaprakları
na yerleş
erek oldukça önemli zararlara yol
açan asklımantar.
* Bu mantarı
n ortaya çı
kardığı
ekin hastalı
ğı
.

ağçekmek
* yakalanan balı
kları
toplamak için ağısudan çı
karmak.

ağiğ
nesi
* Ağı
n örülmesinde kullanı
lan iğbiçiminde tahtadan veya plâstikten yapı
lmı
şalet.

ağipliği
* Keten, kenevir, naylon gibi maddelerden ağyapı
mında kullanı
lan iplik.

ağkayı
ğı
* Balı
k ağları
nıtaş
ıyan kayı
k.

ağkepçe
* Balı
kçı

kta kullanı
lan, ağ
dan örülerek yapı
lan uzun saplısepet.

ağkurdu
* En çok elma ve erik gibi yemişağaçları
na zarar veren bir kurt.

ağkurş
unu
* Balı
k ağları
nısuda tutmaya yarayan zeytin çekirdeğ
i biçiminde delikli kurş
un madde.

ağmantarlar
*İ nsan ve hayvanlarda hastalı
ğa yol açan ve birçok türü içine alan ilkel bitkiler topluluğu.

ağtabaka
* Göz yuvarları
nın iç yüzeyinde görme sinirinin yayı
lmasıile beliren, ı
şı
ğa duyarlı
, ağ
ımsıbölüm, retina.

ağtonos
* Gotik mimaride kullanı
lmı
ş, ağbiçiminde parçalı
tonos.

ağtorba
* 25 cm geniş liğinde ve 50 cm uzunluğunda ağ dan yapılmışkı rmızıyosunları n suya dalı
narak avlamada
kullanı
lan, bir ip ve kayı ktaki makara yardı
mıile suyun yüzeyine çıkı
p inebilen bir torba.

ağyatak
* Hamak.

ağa
* Kırlı
k kesimde geniştopraklarıolan, sözü geçen, varlı klıkimse.
* Halk arasında sayılan ve sözü geçen erkeklere verilen san.
* Büyük kardeş , ağabey.
* Okur yazar olmayan yaş lıca kiş
ilerin adlarıyla birlikte kullanı
lan san.
* Osmanlıİ mparatorluğunda bazı kuruluş ları
n baş ında bulunanlara verilen resmî san.

ağa borç eder, uşak harç


* ağa para sı
kıntı
sıiçinde olup borç etse de, uş
ak, hâlden anlamaz ve bol harcamayı
sürdürür.

ağa kapı

* Yeniçeri ağası
nın dairesi.

ağa yamağı
* Yeniçeri ağası
na bağlıemir çavuş
u.

ağababa
* Dede, ata.
* Sanı"ağa" olan babaya çocuğ unun sesleniş i.
* Bir yerde, bir topluluk içinde etkili olan, sözü geçen, ileri gelen (kimse).

ağabey
* Bir kimsenin kendinden yaş
ça büyük olan erkek kardeş i.
* Kardeşolmayanlar arasında da genellikle yaş
ça büyük olanlara bir saygı
sesleniş
i olarak kullanı

r.

ağabeylik
* Ağabey olma durumu.

ağabeylik etmek (veya yapmak)


* Birini ağabey gibi korumak, gözetmek.

ağaca çı
kan keçinin dala bakan oğlağıolur
* çocuklar ana ve babalarından öğrendiklerini yapmaya özenirler.

ağaca çı
ksa pabucu yerde kalmaz
* davranışları
na engel olacak hiçbir takı
ntı
sıyok.

ağaca dayanma kurur, adama (insana) dayanma ölür


* insan yapacağ
ıiş
te başkalarına değil, kendine güvenmelidir.

ağacıkurt, insanıdert yer


* kurt ağacı nası l içten içe kemirirse dert de insanıiçten içe yer bitirir.

ağaç
* Gövdesi odun veya kereste olmaya elveriş li bulunan ve uzun yı
llar yaş
ayabilen bitki.
* Bu gibi bitkilerin gövdesinden ve dalları
ndan yapı lan.
* Direk.

ağaç arı

* Düzgün kanatlı
, kuyruğunda yumurtlama hortumu olan, 3-4 cm boyunda ağaç zararlı

.

ağaç balı
* Erik, kayı
sıgibi ağaçlardan sı
zan zamk.

ağaç biti
* Yarı
m kanatlı
lardan, bitkiler üzerinde yaş
ayan, sı
çrayı
cıbir böcek türü (Psylla).

ağaç çileğ
i
* Ahududu.

ağaç ebegümeci
* Ebegümecigillerden, boyu yüksek bir ot (Fr. lavatere).

ağaç kaplama
* Konut duvarları
nıyalı
tma ve güzelleş
tirme amacı
yla ağaç veya ağ
aç ürünlerinden yararlanı
larak yapı
lan
kaplama.

ağaç kavunu
* Turunçgillerden, Akdeniz ülkelerinde yetiş
en, taç yaprakları
mavimsi pembe, küçük bir ağaç (Citrus
medica).
* Bu ağacı
n iri bir limon görünüşündeki buruş uk kabuklu yemiş i.

ağaç kurbağası
* Kurbağagillerden, boyu 3-5 cm olan, sı
rtıyaprak yeş
ili, ağaçlara tı
rmanan bir kurbağ
a türü (Hyla arborea).

ağaç kurdu
* Ağaçları
kemirerek beslenen birtakı
m sinek kurtçukları
na verilen ad.

ağaç küpesi
* Hatmi.

ağaç mantarı
* Ağaçta biten bazitli mantarlara verilen ad.

ağaç minesi
* Mine çiçeğ
igillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiş
tirilen, kı
rmı

, mor çiçekli bir ağaççı
k (Lantana).

ağaç mobilya
* Oturma, yemek yeme, çalı şma, yatma vb. işlerin yapı
lması
nda kolaylı
k ve rahatlı k sağlayan, parçalarının
büyük çoğunluğu masif, lifli, yangalıve tabakalıağaç malzemeden yapılan, taş
ınabilir veya sabit olarak kullanılan eşya.

ağaç nemi
* Ağaçta bulunan su miktarı
nın, aynıağacı
n mutlak kuru ağı
rlı
ğı
na oranı
.

ağaç olmak
* bir yerde ve ayakta çok beklemek.

ağaç oyma
* Oyma baskısanatları
ndan düz bir baskıtekniğ
i.

ağaç sakı

* Reçine.

ağaç sansarı
* Sansargillerden, sı
rtıkoyu esmer, karnıdaha açı
k, iyi tı
rmanan, postu değ
erli bir memeli türü (Martes
martes).

ağaç yaşiken eğilir


* çocuklar küçük yaş
ta kolay eğ
itilir, büyük insan kolay kolay eğitilemez.

ağaççı
k
* Taflan gibi, dallarıdibinden baş
layarak çatallanan küçük ağ
aç.

ağaççı

k
* Ağaç yetiş
tirme iş
i.

ağaçdelen
* Yuva yapmak için ağ
açlarıoyan böcek.

ağaçkakan
* Serçegillerden, ağaç kurtlarıile geçinen bir kuş(Picus).

ağaçkesen
* Zar kanatlı
lardan, kurtçuklarıen çok gül fidanları
üzerinde yaş
ayarak yapraklara zarar veren, kara renkli bir
böcek (Hylotoma).

ağaçlama
* Ağaçlamak iş
i.

ağaçlamak
* Ağaçlandı
rmak.

ağaçlandı

lma
* Ağaçlandı

lmak iş
i.

ağaçlandı

lmak
* Ağaçlıduruma getirilmek.

ağaçlandı
rma
* Ağaçlandı
rmak iş
i.

ağaçlandı
rmak
* Bir yeri ağaçlıduruma getirmek.

ağaçlanma
* Ağaçlanmak iş
i.

ağaçlanmak
* Ağaçlıduruma gelmek.
ağaçlaş ma
* Ağaçlaşmak durumu.
* Bitki ş
ekilleri gösteren ve akiklerde olduğu gibi maden filizlerinin gerek yüzeyinde gerek içlerinde rastlanan
tabiî desen.

ağaçlaş
mak
* Ağaç durumuna gelmek.

ağaçlı
* Ağacıolan.

ağaçlı
k
* Ağaç öbeği.
* Ağacıbol olan (yer).

ağaçlı
klı
* Ağaçları
bol olan (yer).

ağaçsı
* Ağaca benzeyen, ağacıandı
ran.

ağaçsı
z
* Ağacıolmayan.

ağalanma
* Ağalanmak iş
i.

ağalanmak
* Ağa tavrıtakı
narak çalı
m yapmak.

ağalı
k
* Ağa olma durumu.
* Kibar ve cömertçe davranı
ş.

-ağ
an / -eğen
* Fiilden sı
fat ve isim yapma eki: yat-ağ
an, gez-eğen, ol-ağ
an, dur-ağan, piş
-eğ
en vb.

ağanı
n alnıterlemezse ırgadı n burnu kanamaz
* işveren iş
çisi ile birlikte çalı
şmazsa iş
çi iş
e var gücüyle sarı
lmaz.

ağanı
n eli tutulmaz
* cömertliği, elinin açı
klı
ğı
, tartı
şı
lmaz.

ağarı
k
* Aklaş
mış
, rengi solmuş
.

ağarma
* Ağarmak işi.
* Tan atma, ş
afak sökme.

ağarmak
* Ak olmak, ak duruma gelmek, beyazlanmak, solmak.
* Aydınlanmak.

ağartı
* Uzaktan ancak seçilebilen, belli belirsiz bir aklı
k.
* Süt, yoğ
urt, peynir, ayran gibi yiyecek ve içecekler.

ağartı
lma
* Ağartı
lmak iş
i.

ağartı
lmak
* Temizlenmek, beyazlatı
lmak.

ağartma
* Ağartmak iş
i.
* Kuyumculukta gümüş
ü temizleme iş
i.

ağartmak
* Ak duruma getirmek, beyazlatmak.

ağbeneklilik
* Arpa bitkisinde görülen mantar hastalı
ğı(Pyrenophora).

ağcı
* Ağile balı
k tutarak geçinen kimse.

ağcı
k
* Palmiyelerde çiçeklerin dibinin çevresindeki telli kı
n.

ağcı

k
* Ağile balı
k tutma.

ağda
* Kaynatı
larak çok koyu ve yapı
şkan bir macun durumuna getirilen pekmez veya limonlu ş
eker eriyiğ
i.

ağda yapmak
* vücuttaki fazla tüyleri ağ
da ile almak, temizlemek.

ağdacı
* Şeker, tatlıve helva yapımında ağ da hazırlayan iş
çi.
* Ağda ile vücuttaki fazla tüyleri veya kı
llarıtemizlemeyi meslek edinmişkimse.

ağdalanma
* Ağdalanmak iş
i.

ağdalanmak
* Ağda durumuna gelmek, ağ
dalaş
maya baş
lamak.
* Ağda bulaş
mak.

ağdalaş
ma
* Ağdalaş
mak durumu.

ağdalaş
mak
* Ağda durumuna gelmek, ağ dalanmak.
* (sohbet) Tam tadı
na varı

r durum almak, koyulaş
mak.

ağdalaş

rma
* Ağdalaş

rmak iş
i.

ağdalaş

rmak
* Ağda durumuna getirmek.

ağdalı
* Ağdalanmı ş
.
* (deyişiçin) Bilinmeyen kelimelerle, anlaş
ılması
güç, dolambaçlı
cümlelerden oluş
an.
* Karmaş ık.

ağdalı
k
* Pekmez yapmaktan baş
ka iş
e yaramayan üzüm.

ağdı
rma
* Ağdı
rmak iş
i.
ağdı
rmak
* Ağmasına sebep olmak.
* Aşağ
ıinmek, yük veya terazide denge bozularak bir yanı
ağı
r gelmek.

ağı
* Organizmaya girince kimyasal etkisiyle fizyolojik görevleri bozan ve miktarı
na göre canlı
yıöldürebilen
madde, zehir.

ağıağ
acı
* Zakkum.

ağıçiçeğ
i
* Zakkum.

ağıgibi
* acıveren, çok etkileyen.
* çok sert, keskin.

ağıotu
* Baldı
ran.

ağı
l
* Koyun ve keçi sürülerinin gecelediğ i, çit veya duvarla çevrili yer.
* Bazıyı
ldızları
n, özellikle ayı
n çevresinde görülen genişve aydı nlı k teker, ayla, hale.
* Bazıgörüntülerdeki çok ı ş
ıklıcisimleri çevreleyen ışıklıteker.

ağı
lama
* Ağı
verme, zehirleme.

ağı
lamak
* Ağı vermek, zehirlemek.
* (bir şeye), Ağıkatmak.

ağı
landı
rma
* Ağı
landı
rmak iş
i.

ağı
landı
rmak
* Ağı
lıduruma getirmek.

ağı
lanma
* Ağı
lanmak iş
i.

ağı
lanmak
* Bilmeden veya farkı
nda olmadan zehirli bir ş
ey yemek veya içmekle zehirlenmek.

ağı
laş
ma
* Ağı
laş
mak durumu.

ağı
laş
mak
* Ağı
lıduruma gelmek.

ağı
lda oğlak doğsa ovada otu biter
* Tanrıher yarattı
ğ ı
nın rı zkı
nıverir.

ağı


çinde ağıbulunan, zehirli.

ağı
lıböcek
* Kı
n kanatlı
lardan, baş
ka böcekleri yemesi bakı
mından yararlıbir böcek. (Carabus).

ağı
llanma
* Ağı
llanmak durumu.
ağı
llanmak
* Toplanıp bir arada durmak.
* Çevresinde ağ ı
l denen hale oluş
mak, halelenmek.

ağı
m
* Ayağı
n üstündeki tümsek yer.

ağı
mlı
* Üstü aş
ırıtümsek olan (ayak).

ağı
na düş
ürmek
* tuzağ
ına düş
ürmek.

ağı
nma
* Ağı
nmak iş
i.

ağı
nmak
* (hayvan) Yere yatı
p yuvarlanmak.

ağı
r
* Tartı da çok çeken, hafif karş ı

.
* Davranı ş
larıyavaşolan.
* Değeri çok olan, gösteriş li.
* Çapı , boyutlarıbüyük.
* Çetin, güç.
* Tehlikeli, korkulu, vahim.
* Sıkınt ı veren, bunaltı cı
.
* Dokunaklı , insanı n gücüne giden, kı


.
* Yavaş .
* Ağı rbaş lı
, ciddî.
* (koku için) Keskin, boğ ucu.
* (yiyecek için) Sindirimi güç.
* Yoğun.
* (uyku için) Uyanı lmasıgüç, derin.
* Kı sık, alçak.
* Güç iş iten, sağ ır.
* Ağı r siklet.

ağı
r ağı
r
* Acele etmeden.
* Fazlasıyla.

ağı
r aksak yürümek (veya gitmek)
* pek yavaşolarak.

ağı
r almak
* bir iş
te yavaşdavranmak.

ağı
r araç
* Ağı
r vası
ta.

ağı
r ayak
* Doğurmasıyakı
n (gebe kadı
n).

ağı
r basmak
* ağırlı
ğıfazla gelmek.
* bir iş
te gücü ve etkisi üstün gelmek.

ağı
r basmak
* gücü, etkisi veya özelliğ
i daha üstün ve belirgin olmak.
* bir iş
te gücü ve etkisi üstün gelmek.
ağı
r basmak
* bir kimse kâbusa uğ
ramak.

ağı
r canlı
* Çok yavaşişyapan, çevik olmayan.
* Varlı
ğısıkı
ntıveren sevimsiz.
* Tembel.
* Gebe (kadın).

ağı
r canlı
lık
* Hareketlerin yavaşolması
, hı
mbı
llı
k, tembelce davranı
şbiçimi.

ağı
r ceza
* Ağı
r hapis ve beşyı
ldan yukarıolan hapis cezaları
.

ağı
r çekmek
* tartı
da ağ
ır gelmek.

ağı
r durmak
* ciddî, ağ
ırbaş

, oturaklı
, soğukkanlıhareket etmek.

ağı
r elli
* Bkz. eli ağ
ır.

ağı
r ellilik
* Eli ağı
r olma durumu.

ağı
r ezgi
* Çok ağı
r, yavaşyavaş
, ahenkli.

ağı
r gelmek
* gücüne gitmek, onuruna dokunmak.
* yapı
lması güç gelmek.

ağı
r hapis cezası
* 2-24 yı
l veya ömür boyu hapis cezası
.

ağı
r hastalı
k
* Ölümle sona erebilecek gibi olan hastalı
k.

ağı
r hidrojen
* Döteryum.

ağı
r iş
* Büyük tehlikeler yaratan ve fazla güç isteyen her türlü iş
.

ağı
r iş
itmek (veya duymak)
* kulaklarıiyi iş
itmemek, kulakları
az iş
itmek.

ağı
r kaçmak
* gücendirici olmak.

ağı
r kayba uğ
ramak
* maddî ve manevî büyük zarar görmek.

ağı
r kayı
p
* (savaş
, deprem, sel gibi doğ
al afetlerde) Büyük kayı
p.
* Maddî zarar.

ağı
r küre
* Yer yuvarlağ
ını
n, yoğ
unluğu ve katı

ğıçok olan bölümü, barisfer.
ağı
r ol!
* ciddî, ağ
ırbaşlı
, soğ
ukkanlı
, sabı
rlıol!.
* acele etme, yavaşol!.

ağı
r oturmak
* uslu durmak.

ağı
r para cezası
* Bazısuçlara göre takdir edilen para cezası
.

ağı
r sanayi
* Üretim araçlarıyapan sanayi.

ağı
r satmak
* nazlanmak, gönülsüz davranmak.

ağı
r sı
klet
* Bazıspor dalları
nda yarı
şmacı
ları
n ağ
ırlı
ğıile sı

rlandı

lan kategori, baş
ağı
rlı
k.

ağı
r söylemek
* acı
, dokunaklı
, sözler söylemek.

ağı
r söz
* Kiş
inin onuruna dokunan, dayanı
lmasıgüç söz.

ağı
r su
* Bazınükleer reaktör tiplerinde nötron yavaş
latı

sıolarak kullanı
lan, içinde hidrojen atomlarıyerine
döteryum izotoplarıbulunmasısonucu oluş an su (DO).

ağı
r top
* Güçlü, ünlü, tanı
nmı
şkimse.

ağı
r uyku
* Uyanı
lmasıgüç, derin uyku.

ağı
r vası
ta
* Motoru, ağ
ır yük veya birden fazla römork taş
ımak amacı
yla güçlendirilmişkamyon ve benzeri araç.

ağı
r vası
ta ehliyeti
* Ağı r vası
ta sürücülerine verilen kullanma belgesi.

ağı
r yağ
* Kalı
n yağ.

ağı
rbaş

* Davranı
şlarıölçülü, olgun (kimse), vakur, ciddî.

ağı
rbaş


k
* Ağı
rbaş
lıolma durumu, vakar, ciddiyet.

ağı
rca
* Oldukça ağ
ır.

ağı
rdan
* Ağı
r olarak.

ağı
rdan almak
* bir iş
i gereken süre içinde bitirmemek.
* bir iş
i gönülsüz, isteksiz yapmak, geciktirmek.

ağı
rkanlı
* Hippokrates'in ortaya attı
ğıağ
ır canlı

k, soğukluk, kolayca duygulanmayı
şgibi nitelikleri kendinde toplayan
kiş
ilik tipi.
* Bkz. ağı
r canlı
.

ağı
rkanlı

k
* Ağı
rkanlıolma durumu.

ağı
rlama
* Ağırlamak işi, ikram, izaz.
* Gelin veya güvey karş ı
lanı rken çalı
nan kı
vrak bir hava.

ağı
rlamak
* Konuğ
a saygıgöstererek onun her türlü rahatı

, ihtiyacı
nısağ
lamak, ikram etmek, izaz etmek.

ağı
rlanma
* Ağı
rlanmak iş
i.

ağı
rlanmak
* Ağı
rlamak iş
ine konu olmak.

ağı
rlaş
ma
* Ağı
rlaş
mak durumu.

ağı
rlaş
mak
* (hava) Sı kı
cıve bunaltı cıbir durum almak, bozulmak.
* (hasta için) Tehlikeli duruma gelmek, fenalaşmak.
* Yavaş lamak.
* (gebe kadı n için) Doğ urmasıyaklaşmak.
* Ağı rbaşlıolmak.
* (yiyecek) Bozulmaya yüz tutmak.
* Güçleş mek, zorlaş mak.
* (organ için) Görevini yapamaz duruma gelmek.

ağı
rlaş

rma
* Ağı
rlaş

rmak iş
i.

ağı
rlaş

rmak
* Bir ş
eyin ağ
ırlaş
ması
na yol açmak.

ağı
rlatma
* Ağı
rlatmak iş
i.

ağı
rlatmak
* Ağı
rlamak iş
ini yaptı
rmak.

ağı
rlı
ğı
nca altı
n değ
mek
* çok değerli olmak.

ağı
rlı
ğı
nı(ortaya) koymak
* kimliğini ve kiş
iliğini kabul ettirmek.

ağı
rlı
k
* Ağır olma durumu.
* Değerli olma durumu.
* Ağırbaşlılı
k.
* Tehlikeli olma durumu.
* Sı
kınt ı

, bunaltıcıdurum.
* Orduda bir birliğin cephane, yiyecek ve eş ya yükleri.
* Çeyizini düzmek için güveyin geline verdiği para, kalı n.
* Uyuş ukluk ve gevş eklik durumu.
* Uykuda iken gelen ve insana boğ ulur gibi bir duygu veren durum.
* Yer çekiminin, bir cismin molekülleri üzerindeki etkisinin oluş
turduğ
u bileş
ke.
* Takı.
* Yük, külfet.
* Sorumluluk.
* Etki, yetki, baskı
, güçlük.
* Dikkati ve önemi bir ş ey üzerinde yoğ unlaştı
rmak.
* Terazilerde tartma işi yapılırken bir kefeye konulan nesne.
* Değerlendirmelerde herhangi bir konu veya evreye, olağ anın üzerinde ve belli oranda, fazladan bir değ
er
tanı
nması
.

ağı
rlı
k basmak (veya çökmek)
* gevşeklik ve uyku gelmek.
* (uykuda) sıkıntı
lıduruma girmek.
* Ağır bir hava kaplamak, sessizlik oluş
mak.

ağı
rlı
k merkezi
* Bir cismin bütün noktalarına ayrıayrıetki yapan yer çekimi kuvvetlerinden oluş
muştek kuvvet
durumundaki bileş kenin uygulama noktası.
* Bir işin en önemli bölümü.

ağı
rlı
k olmak
* birine yük olmak, kendi masrafı
nıbaş
kası
na çektirmek, sı

ntıvermek.

ağı
rlı
klı
* Değerlendirmelerde, herhangi bir konu veya evreye olağ
anı
n üzerinde ve belli bir oranda, fazladan tanı
nan
(değer).

ağı
rsama
* Ağı
rsamak hareketi.

ağı
rsamak
* Birine karşısoğuk davranarak sı
kıntıverdiğini anlatmak.
* Bir iş
i yavaşyapmak, önemsememek, ilgilenmemek.
* Bir iş
i ağı
r bulmak, yük saymak, yüksünmek.

ağı

ak
* Yün, iplik eğ
irilen iğ
i ağırlaş
tırmak için alt ucuna geçirilen yarı
m küre biçiminde, ortası
delik ağ
aç veya
kemik parça.
* Teker biçiminde yassı nesne, kurs.

ağı

aklanma
* Ağı

aklanmak iş
i veya durumu.

ağı

aklanmak
* Çı
banda veya (ergenlik sı
rası
nda) memede ağ
ırş
ak biçiminde bir tümsek oluş
mak.

ağı
ş
* Ağmak iş i veya biçimi.
* (su buharının ve başka gazları
n) Yerden havaya doğru çı

şı
, yağı
şkarş
ıtı
.

ağı
t
* Ölen bir kimsenin gençliğini, güzelliğ ini, iyiliklerini, değerlerini, arkada bıraktı
kları
nın acı
ları
nıveya büyük
felâketlerin acı
lıetkilerini dile getiren söz veya okunan ezgi, yazı lan yazı
, sağ u, mersiye.
* Ağlama, gelin olan bir kı zı
n arkasından meziyetlerini sayı p dökerek ağ lama.

ağı
t yakmak (veya tutturmak)
* ağı
t söylemek, ağı
t düzmek.

ağı
tçı
* Ölüye ağı
t söylemek için para ile getirilen kimse, sağ
ucu.

ağı
tçı

k
* Ağı
tçı
nın iş
i veya mesleğ
i.
ağı
tlama
* Ölmüş
leri anmak için düzenlenen törende okunan övgü.

ağı
z
* Yüzde, avurtlarla iki çene arası
nda, ses çı
karmaya, soluk alı
p vermeye ve besinleri içine almaya yarayan
boş
luk.
* Bu boş luğun dudaklarıçevrelediğ i bölümü.
* Kapları n veya içi boşş eylerin açı k yanı .
* Bir akarsuyun denize veya göle döküldüğ ü yer, munsap.
* Koy, körfez, liman, yol gibi yerlerin açı k yanı .
* Birkaç yolun birbirine kavuş tuğu yer, kavş ak.
* Kesici aletlerin keskin yanı .
* Bir dilin sı
nırlarıiçinde, bölgelere ve sı nıflara göre değ
işen söyleyişözelliğ
i.
* Birini yanıltmak, kandı rmak amacı yla dolambaçlıbirtakı m sözler söyleme özelliği.
* Bir bölge ezgilerinde görülen özelliklerin tümü.
* Bazen "kez" anlamı na gelir.
* Üslûp, ifade özelliğ i.
* (tehlikeli ş
eyler için) Pek yakı n yer.

ağı
z
* Yeni doğurmuşmemelilerin ilk sütü.

ağı
z açmak
* söz söylemek, konuşmak.
* azarlamak, paylamak.

ağı
z açmamak
* tek bir söz olsun söylememek, susup kalmak.

ağı
z açtı
rmamak
* çok konuş
arak baş
kaları
nın söz söylemesine, konuş
ması
na engel olmak.

ağı
z ağ
ıza
* ağ
zına kadar, tamamen.

ağı
z ağ
ıza vermek (veya konuş mak)
* iki kiş
i birbirine pek yakın durarak baş
kaları
işitmeyecek biçimde konuş
mak.

ağı
z alı
şkanlı
ğı
* Çok söylendiğ
i için bir sözü sı
k sı
k kullanma durumu.

ağı
z aramak (veya yoklamak)
* öğrenmek istenilen ş
eyi söyletecek yolda dil kullanmak.

ağı
z birliği
* Bir konuda anlaş
arak aynıbiçimde konuş
ma, söz birliğ
i.

ağı
z birliği etmek
* bir konuda anlaş
arak aynış
ekilde konuş
mak, söz birliğ
i etmek.

ağı
z birliği etmek
* bir konuda anlaş
arak aynıbiçimde konuş
mak, söz birliğ
i etmek.

ağı
z burun birbirine karı
şmak
* dayak yeme sonunda yüzü, yara bere içinde kalmak.
* yüzde aş ı
rıöfke, üzüntü, yorgunluk gibi durumları
n izleri görünmek.

ağı
z dalaş
ı
* Ağı
z kavgası
, karş
ılı
klıatı
şma, bağrı
şma, dil dalaş
ı.

ağı
z değiş
ikliğ
i
* Yemeğ
in çeş
idinde değ
işiklik.

ağı
z değiş
tirmek
* önce söylediğini baş
ka türlü anlatmak.

ağı
z dil vermemek
* hiç konuş
mamak, susmak.

ağı
z dolusu
* Ağzın alabileceğ i kadar.
* (küfür için) Birbiri ardı
nca, birçok.

ağı
z kâhyası
* Birinin söyleyeceğ
i sözlere karı
şan kimse.

ağı
z kalabalığı
* Birbirini tutmayan gereksiz sözler.

ağı
z kalabalığına getirmek
* birini gereksiz sözler söylemek yolu ile ş
aşı
rtmak.
* söz söyleme becerisine sahip olma.

ağı
z kavafı
* Karş
ısı
ndakini kandı
rmak için gerekli gereksiz çok söz söyleyen.

ağı
z kavgası
* Karş
ılı
klıağ
ır sözler söyleyerek yapı
lan çekiş
me, atı
şma, dil kavgası
.

ağı
z kokusu
* Bir kimsenin çekilmez davranı
şları
, istekleri, sözleri.

ağı
z kullanmak
* duruma, ortama göre söz söylemek, sözünü amacı
na göre değ
iştirmek.

ağı
z niş
anı
* Yalnı
z sözle yapı
lan niş
anlanma.

ağı
z satmak
* yüksekten atarak kendini övmek.

ağı
zşakası
* Sözle yapı
lan ş
aka.

ağı
z tadı
* (ailede veya toplumda) Dirlik düzenlik, iyi geçinme veya rahatlı
k.

ağı
z tadı
yla
* huzurla, rahatlı
k içinde, içine sine sine, lezzetini duyarak.

ağı
z tamburası çalmak
* sözle avutmaya, oyalamaya çalı
şmak.

ağı
z tatsı
zlığı
* Bir topluluk içindeki geçimsizlik, huzursuzluk.

ağı
z tı
kamak
* konuş
ma imkânıvermemek.

ağı
z tüfeği
* Mermileri ş
iddetle üflenerek fı
rlatı
lan bir çeş
it tüfek taslağ
ı.

ağı
z tütünü
* Keyif için ağ
ızda çiğ
nenen bir tür tütün.

ağı
z ünlüsü
* Geniz yoluna kaymadan çı
kan ünlü, ağ
ızsı
l ünlü.

ağı
z yapmak
* birini kandı
rma, yanı
ltma amacı
yla duyguları
nı, düş
üncelerini olduğundan baş
ka türlü gösterecek biçimde
konuş mak.

ağı
z yaymak
* açı
k ve dürüst konuş
maktan kaçı
nmak.

ağı
z yer, yüz utanır
* armağ an alan, armağanıverenin isteğ
ini yerine getirmeye çalı
şı
r.

ağı
z yoklamak
* Bkz. ağı
z aramak.

ağı
zda dağılmak
* (genellikle hamur iş
i için) iyi piş
mişve lezzetli olmak.

ağı
zda sakız gibi çiğnemek
* bir söz veya düşünceyi sı
k sı
k tekrarlayı
p durmak.

ağı
zdan
* Yazı
lıolmayarak, sözle, sözlü, ş
ifahî.

ağı
zdan ağıza
* Herkes birbirine söyleyerek.

ağı
zdan ağza dolaşmak (veya geçmek)
* herkes birbirine söylemek.

ağı
zdan burun yakın, kardeşten karı
n yakı
n
* "insanı
n kendi yararıher ş
eyden önemlidir" anlamı
nda kullanı

r.

ağı
zdan dolma
* (top veya tüfek için) Namlusu ağzı
ndan doldurulan.

ağı
zdan kapmak
* baş
kaları
ndan dinlemek yolu ile yarı
m yamalak birtakı
m bilgiler edinmek.

ağı
zlama
* Ağı
zlamak iş
i.

ağı
zlamak
* Bir iş
i kolaylamak.
* Bir parçayı yuvasına geçirmek için önce yuvanın ağ
zını
ayarlamak.
* Bir boğ azın veya bir limanı
n ağzınıortalamak.

ağı
zlara sakız olmak
* herkesin diline düş
mek.

ağı
zlaş
ma
* Ağ
ızlaş
mak iş
i veya durumu.

ağı
zlaş
mak
*İki kan damarı
, birbiri içine açı
lmak.

ağı
zlı
* Ağzıherhangi bir biçimde olan.
ağı
zlı
k
* Bir ucuna sigara takı lan, öbür ucundan nefes çekilen çubuk biçimindeki araç.
* Nefesli çalgılarda ağza gelen yer.
* Yemişküfelerinin üzerine yapraklıdallarla yapı lan kapak.
* Kuyu bileziğ i.
* Su tesisatında su alıp vermeye yarayan vanalıuç.
* Hayvanı nı sı
rması na, zararlıbir şey yemesine engel olmak için ağzına takı lan tel, deri gibi kafes.
* (dokumacı lıkta) Çözgünün açı lı
p kapandığ ıve içinde mekiğin geçtiği yer.
* Telefon ve benzeri cihazlarda ağ za yaklaş
tırı
lan bölüm.
* Bir şeyin baş ladığıyer.
* Huni.

ağı
zlı
kçı
* Ağı
zlı
k yapan veya satan kimse.

ağı
zotu
* Toplarıateş
lemek için falyaya konulan ve barutun patlaması
na sebep olan madde.

ağı
zsı
l
* Ağı
zla ilgili.

ağı
zsı
l ünlü
* Bkz. ağı
z ünlüsü.

ağı
zsı
z
* Ağzıolmayan.
* Yumuş ak huylu, sessiz.

ağladıağlayacak
* ağlamak üzere olan.

ağlama
* Ağlamak iş
i.

ağlamak
* Üzüntü, acı, sevinç, piş
manlı k aldanma vb.nin etkisiyle göz yaş
ıdökmek.
* Ağaç budandı ğında kesilen yerlerden besi suyu veya öz su akmak.
* Sızlanmak, yakı nmak.
* Bir duruma karş ıüzüntü duymak.

ağlamak para etmez


* üzülmenin yararıolmaz.

ağlamaklı
* Ağlar gibi olan, üzüntülü.

ağlamaklıolmak
* ağlayacak duruma gelmek.

ağlamalı
* Ağlar gibi olan, ağ
layacak gibi.
* Acıma duygusu uyandı racak hâlde, sı
zlamalı
.

ağlamayan çocuğa meme vermezler


* hakkı
nıaramasınıbilmeyen kimsenin iş
i görülmez.

ağlamsı
* Ağlayacak gibi, ağ
lamalı
.

ağlanma
* Ağ
lanmak iş
i.
ağlanmak
* Ağlamak iş
i yapı
lmak.

ağlantı
* Hafif hafif ağ
lama.

ağlar gözden, sahte sözden kendini sakı


n
* "kendini acındı
ranlardan kork" anlamı
nda kullanı

r.

ağlaş
ma
* Ağlaş
mak iş
i.

ağlaş
mak
* Birlikte ağlamak.
* Sızlanmak.

ağlata ağ
lata
* Sürekli ağ
latarak, devamlıeziyet ederek, üzerek.

ağlatı
* Trajedi.

ağlatı

* Ağlamaya yol açan.

ağlatı
ş
* Ağlatmak iş
i veya biçimi.

ağlatma
* Ağlatmak iş
i.

ağlatmak
* Ağlaması
na yol açmak.

ağlaya ağlaya
* Ağlayarak.

ağlayanı
n malıgülene hayretmez
* birinden haksı
z olarak alı
nan malı
n onu alana yararıolmaz.

ağlayı

* Ölünün ardı
ndan ağ
lamak için para ile tutulan kimse, ağ
ıtçı
, yasçı
.

ağlayı
ş
* Ağlamak iş
i veya biçimi.

ağlı
* Ağıbulunan.

ağma
* Ağmak işi.
* Akan yı
ldız, ş
ahap.

ağmak
* Sarkmak, aş
ağıya inmek, eğilmek, meyletmek.
* Yükselmek, yukarıçıkmak.

ağnam
* Koyun ve keçi baş
ına alı
nan vergi, sayı
m vergisi.

ağnama
* Ağ
namak iş
i.
ağnamak
* (hayvan) Yere yatı
p yuvarlanmak.

ağnamcı
* Ağnam vergisi toplayan kimse.

ağraz
* Kötü niyet ve düş
manlı
klar.

ağrı
* Vücudun herhangi bir yerinde duyulan sürekli ve ş
iddetli acı
.

ağrıkesici
* Acı

, sı

yıdindirici (ilâç).

ağrıkesimi
* Ağrıduyusunun kendiliğ
inden veya tedavi sonucu yok olması
, analjezi.

ağrısı

* Rahatsı
zlı
k veren acı
, sancı
.

ağrı
kesen
* Ağrıduyusunu ortadan kaldı
ran, dindiren (ilâç vb.), analjezik.

ağrı
larda göz ağrısı, her kiş
inin öz ağrısı
* herkesi en çok ilgilendiren şey kendi derdidir.

ağrı

* Ağrı
yan, ağrı
sıolan.

ağrı
ma
* Ağrı
mak işi.
* Memeli hayvanlarda görülen ara konakçıkenelerin bulaş

rdı
ğıağ
rıma asalakları
ndan ileri gelen hastalı
k.

ağrı
ma asalakları
* Omurgalı
lardan alyuvar asalağ
ıolarak yaş
ayan türlü biçimlerdeki sporlular topluluğ
u.

ağrı
mak
* (vücudun bir yeri) Ağ
rılıolmak.

ağrı
na gitmek
* onuruna dokunmak veya gücüne gitmek.

ağrı
sıtutmak
* (gebe kadı n için) doğ
um sancı
larıbaşlamak.
* (hasta bir organ) ağrı
maya baş
lamak.

ağrı

z
* Ağrı
sıolmayan.
* Ağrıvermeden.
* Dertsiz, tasası
z.

ağrı

z başına kaş
bastıbağ lamak
* kendine gereksiz yere işçı
karmak.

ağrı
tma
* Ağrı
tmak iş
i.

ağrı
tmak
* Ağrı
ması
na yol açmak.
ağsı
* Ağgörünüş
ünde olan, ağgibi örülmüşolan.

ağu
* Ağı
.

ağulamak
* Ağulamak.

ağustos
* Yı

n 31 gün süren sekizinci ayı
.

ağustos böceğ i
* Eşkanatlılardan, erkeği yazı
n karnı
nın altı
ndaki özel bir organdan kesik ve sürekli ses çı
karan bir böcek,
orak böceği (Cicada plebeja).

ağustos böcekleri
* Genç sürgünlerden öz su emerek tarı
m ve orman bitkilerine zarar veren birçok türün bulunduğu eş
kanatlı
lar familyası
.

ağyar
* Baş
kaları
, yabancı
lar, eller.

ağza alı
nmaz (veya ağza alı
nmayacak)
* söylenmesi ayı
p, çirkin (söz, küfür).

ağza almamak
* anmamak, sözünü etmemek.

ağza düş
mek
* dedikodu konusu olmak.

ağza koyacak bir şey


* yiyecek bir ş
ey.

ağza tat, boğaza feryat


* (yiyecek için) miktarıçok az olan.

ağzıaçı
k
* Şaş
kın, alı
k, bön.
* Hayranlı kla, büyülenmişolarak.

ağzıaçı
k (veya ağzıbir karışaçık) kalmak
* çok şaşı
rmak, ş aşakalmak.

ağzıaçı
k ayran delisi (veya budalası)
* yeni gördüğü her ş eye şaş kı
nlı
kla bakan, ş
aşı
ran.
* saf, bön.

ağzıbir
* Söz birliği etmiş
.

ağzıbozuk
* Sövmeyi alı
şkanlı
k edinmişolan, küfürbaz.

ağzıburnu yerinde
* oldukça güzel, yakı
şı
klı
.

ağzıçirişçanağı
na dönmek
* ağ
zıkuruyup acı
laş
mak.

ağzıdili bağlanmak
* herhangi bir sebeple konuş
amaz olmak.

ağzıdili kurumak
* herhangi bir sebeple tükürük az olmak.

ağzıdili tutulmak
* beklenmedik bir durum karş
ısı
nda heyecanlanmak, hayranlı
k duymak.

ağzıdolu dolu konuşmak


* heyecanlı
söz söylemek.

ağzıgevş
ek
* Sı
r saklamaz, sı
r tutmaz.

ağzıhavada
* çevresindekilerden habersiz, alı
k, ş
aşkı
n.

ağzıkalabalık
* Birbirini tutmayan sözler söyleyen, yerli yersiz çok konuş
an, boş
boğaz.

ağzıkara
* Kara haber vermekten hoşlanan, şom ağı
zlı
.
* Bir yerde konuş
ulanıveya yapılanıduyup görmesi istenilmeyen (kimse).

ağzıkenetli
* Sır tutan, sı
r saklayan (kimse).

ağzıkilitli
* Dudakları beyaz (at).
* Sı
r saklayan.

ağzıkulakları
na varmak
* çok sevinmek.

ağzıkulakları
nda
* çok sevinçli, mutlu.

ağzıkurumak
* bir konuyu çok söylemek sebebiyle, ondan bı
kmak.
* içecek ihtiyacı
duymak.

ağzıkurusun
* felâket dileğinde bulunanlara karş
ıkullanı
lan bir ilenme.

ağzılâf (veya lâkırdı) yapmak


* kolay konuş ma yeteneğ
i olmak.
* inandırıcısöz söyleme yeteneği olmak.

ağzıoynamak
* bir ş
eyler yemek.
* konuş mak.

ağzıpek
* Sı
r vermeyen, ketum.

ağzıpis
* Sövmeyi huy edinmişolan.

ağzısı

* Bkz. ağzıpek.

ağzısulanmak
* imrenmek.

ağzısüt kokmak
* çok genç ve toy olmak.

ağzıteneke kaplı
(olmak)
* çok sı
cak veya çok acı
şeyleri kolaylı
kla içebilen veya yiyebilenler için ş
aka yollu söylenir.

ağzıtorba değil ki büzesin


* herkesin dedikodu yapması
nın önüne geçilemeyeceğini anlatı
r.

ağzıvar, dili yok


* pek sessiz, kendi hâlinde.
* konuş mayan, derdini anlatamayan.

ağzıvarmamak
* söylemeye, açı
klamaya gönlü elvermemek.

ağzıyanmak
*oşeyden büyük zarar görmek.

ağzı
na (veya diline) kira istemek
* söylemesi beklenen ş eyi söylemekte nazlıdavranmak.

ağzı
na (veya diline) sağ
lık
* bir sözü yerinde söyleyen kiş
ilere söylenir.

ağzı
na (veya önüne) bir kemik atmak
* birini küçük bir çı
kar göstererek susturmak.

ağzı
na abdestle almak
* o kişiyi anarken çok saygı
lıdavranmak.

ağzı
na almak
* söylemek.

ağzı
na almamak
* adı
nıağ
zına almamak.

ağzı
na almamak
* söz konusu etmemek, anmamak, söylememek.

ağzı
na atmak
* yemek için ağza koymak.

ağzı
na bakakalmak
* sözlerine hayran olmak.

ağzı
na baktırmak
* kendini zevk ile dinletmek.

ağzı
na bir parmak bal çalmak
* birini tatlısözlerle veya çeş
itli hediyelerle bir süre için kandı
rmak, oyalamak.

ağzı
na bir şey (veya bir çöp) koymamak
* hiçbir ş
ey yememek.

ağzı
na bir zeytin verir, altı
na (veya ardı
na) tulum tutar.
* yaptığıküçük iyiliklere karşı

k büyük çıkar bekler.

ağzı
na burnuna bulaş tırmak
* bir iş
i beceremeyip berbat etmek, bozmak.
ağzı
na düşmek
* çok yaygı
n olarak bilinip konuş
ulmak.

ağzı
na etmek
* haddini bildirmek.

ağzı
na geldiği gibi
* önünü sonunu düş
ünmeden.

ağzı
na geleni söylemek
* nezaket dış
ı na çı
karak ağı
r ve kı

cısözler söylemek.
* çok ve düşüncesizce konuş mak.

ağzı
na gem vurmak
* susturmak, söyletmemek.

ağzı
na kadar
* boşyeri kalmayacak biçimde.

ağzı
na kilit takmak (veya vurmak)
* susturmak.

ağzı
na koymamak
* yememek veya içmemek.

ağzı
na lâyık
* bir yiyeceğ
in tadıanlatı

rken "sen de yesen, beğenirsin" anlamı
ile söylenir.

ağzı
na sakız olmak
* dedikodusuna konu olmak.

ağzı
na sürmemek
* bir ş
eyden hiç yememek.

ağzı
na taşalmış
* söze karı
şmayı
p susanlar için kullanı

r.

ağzı
na tı
kamak
* susturmak, fazla konuş
ması
na engel olmak.

ağzı
na tükürmek
* birini küçültmek üzere küfür olarak kullanı
lan uygunsuz sözler sarf etmek.
* birine benzemek.

ağzı
na verilmesini beklemek (veya istemek)
* çalı
şmayı p, iş
lerinin baş
kalarıtarafı
ndan yapı
lması
nıbeklemek.

ağzı
na vur, lokması
nı al
* yumuş ak huylu kimseye her istenileni kolaylı
kla yaptı
rabilme anlamı
nda bir atasözüdür.

ağzı
na yakışmamak
* söylemesi ayı
p kaçmak, uygun düş
memek, yakı
şı
k almamak.

ağzı
nda bakla ıslanmamak
* hiç sır saklamamak.

ağzı
nda bırakmak
* Bkz. lâf ağzı
nda kalmak.

ağzı
nda büyümek
* sevmediğinden veya içi almadı
ğı
ndan yutamamak.
ağzı
nda gevelemek
* açı
kça söylememek.

ağzı
nda yaşkalmamak
* bir düş
üncesini bir kimseye birçok kez söylemişolmak.

ağzı
ndan
* birisinden dinleyerek.
* adına.

ağzı
ndan baklayı çı
karmak
* Bkz. baklayı
ağzı
ndan çı
karmak.

ağzı
ndan bal akmak
* çok tatlıkonuş
mak.

ağzı
ndan çıkanı(veya çı kan sözü) kulağ
ıduymamak (iş
itmemek)
* sözlerini tartmadan söylemek.

ağzı
ndan çıkmak
* bir sözü istemeden, farkı
na varmadan söylemek, söylemişbulunmak.

ağzı
ndan çıt çı
kmamak
* hiçbir ş
ey söylememek.

ağzı
ndan dirhemle çıkmak
* çok az konuş
mak.

ağzı
ndan dökülmek
* açı
kça söylemekten çekindiğ
işey, konuş
ması
ndan belli olmak.

ağzı
ndan düş memek (veya düş ürmemek)
* her zaman sözünü etmek.

ağzı
ndan girip burnundan çı kmak
* türlü yollara baş
vurarak birini bir ş
eye razıetmek, kandı
rmak.

ağzı
ndan hayı r çı
kmazsa bari ş
er söyleme
* "lehte konuş
muyorsun, bari aleyhte de konuş
ma" anlamı
nda kullanı

r.

ağzı
ndan kaçı rmak
* istemediğ
i hâlde boşbulunup söyleyivermek.

ağzı
ndan kapmak
* birinin bildiği ş
eyleri, ustalı
klıkonuşmalarla ona sezdirmeden öğrenmek.
* birinin konuş masını keserek kendi söze ba ş
lamak.

ağzı
ndan lâkırdı(veya lâf) almak (veya çekmek)
* karşı
sındakini konuş turarak birtakı
m gizli ş
eyleri öğrenmek.

ağzı
ndan lokması nıalmak
* birinin hakkıolan ş
eyi ondan almak.

ağzı
ndan yel alsı
n
* ağzınıhayra aç.

ağzı
nı(veya çenesini) tutmak
* boş boğazlık etmemek.
* kötü söz söylememe.
* bir konuda arzu edilmeyen düş
üncelerin açı
ğa çı
kması
nıbir ş
ekilde önlemek.
ağzı
nıaçacağ ına gözünü aç
* dikkatsiz kiş
ileri uyarmak için "dikkatli ol uyanı
k ol!" anlamı
nda kullanı

r.

ağzı
nıaçı
p gözünü yummak
* öfke ile, sonunu düş
ünmeden ağzı
na gelen bütün ağ
ır sözleri söylemek.

ağzı
nıaçmak
* konuş maya baş lamak.
* ağı
r sözler söylemeye baş
lamak.
* alı
k alı
k bakmak.

ağzı
nıaçmamak
* hiçbir söz söylememek, ses çı
karmamak.

ağzı
nıaramak (veya yoklamak)
* Bkz. ağı
z aramak.

ağzı
nıbı
çak açmamak
* üzüntüsünden söz söyleyecek durumda olmamak.

ağzı
nıbozmak
* kaba sözler söylemek, küfretmek.

ağzı
nıburnunu çarş
amba çanağı na (veya pazarı
na) çevirmek
* kı

p parçalamak, dövmek.

ağzı
nıburnunu dağı tmak
* birinin yüzüne ş
iddetle tokat, yumruk indirmek.

ağzı
nıdilini bağlamak
* birini konuş
amaz duruma getirmek.

ağzı
nıhavaya (veya poyraza) açmak
* umduğ unu elde edememek.

ağzı
nıhayra aç!
* kötü ihtimaller söz konusu edildiğ
inde gerçekleş
memesi dileğ
i ile söylenir.

ağzı
nıhayra açmak
* Bkz. ağzı
nıhayra aç!.

ağzı
nıkapamak
* kendisine çı
kar sağlayarak bir kimseyi susturmak.

ağzı
nıkapamak (veya kilitlemek)
* susmak, bir şey söylemek istememek.

ağzı
nıkiraya vermek
* kendini de ilgilendiren bir konuda düş
üncesini söylememek.

ağzı
nıkoklamak
* niyetini ve durumunu öğ
renmek.

ağzı
nıkullanmak (veya satmak)
* birinin söylediklerini kendi düş
üncesi gibi göstermeye çalı
şmak.

ağzı
nımühürlemek
* konuş
mamak, susmak.

ağzı
nıöpeyim (veya seveyim)
* sevindirici bir söz söyleyene "ne güzel söyledin" anlamı
nda kullanı

r.
ağzı
nısı
kı(veya pek) tutmak
* sı
r vermemek.

ağzı
nıtı
kamak
* sözünü kesmek susturmak.

ağzı
nıtoplamak
* söylemekte olduğu kötü söz veya küfürleri kesmek.

ağzı
nıyoklamak
* birinin bir ş
ey hakkı
nda bildiğ
ini kendisine sezdirmeden söyletmeye çalı
şmak.

ağzı
nın içi yangın yerine dönmek
* ağzının tadıbozulmak, tat alma duyusunu yitirmek.

ağzı
nın içine baktırmak
* sözlerini seve seve ve dikkatli dinletmek.

ağzı
nın içine girmek
* çok yanaşmak, iyice sokulmak.
* hayranlı
kla, büyük bir zevkle seyredip dinlemek.

ağzı
nın kaşı
ğı (kalıbıveya lokması ) olmamak
* bir ş
ey bir kimsenin uğ raşabileceğ
i konulardan olmamak.
* bir ş
ey, bir kimsenin sözünü edemeyeceğ i kadar değ
erli olmak.

ağzı
nın kokusunu çekmek
* bir kimsenin çekilmez davranı
şları
na katlanmak.

ağzı
nın mührü ile
* oruçlu olarak.

ağzı
nın payını(veya ölçüsünü) vermek
* verilen karş
ılı
kla bir kimseyi söylediğ
ine veya yaptı
ğı
na piş
man etmek.

ağzı
nın perhizi yok
* ağzına geleni söyler.

ağzı
nın suyu akmak
* çok beğenip istemek, imrenmek.

ağzı
nın tadıbozulmak (veya kaçmak)
* bir kimsenin kurulu düzeni dirliği bozulmak.

ağzı
nın tadı
nıalmak
*oşeyin acıtecrübesini geçirmişbulunmak.

ağzı
nın tadı nıbilmek
* güzel yemeklerden anlamak.
* her ş
eyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.

ağzı
nın tadı nıbilmek
* güzel yemeklerden anlamak.
* her ş
eyin güzelini, iyisini bilmek, anlamak.

ağzı
nın tadını kaçırmak
* bir kimsenin kurulu düzenini bozmak; neş
esini, keyfini bozmak.

ağzı
yla kuştutsa...
* ne yapsa, ne kadar çaba ve ustalı
k gösterse.

ah
* Sesin tonuna göre piş manlı
k, öfke, özlem, beğenme, sevgi gibi duygular anlatı
r.
* (a:h) Ağ rı
, acıduyulduğunda söylenir.
* (â:h) İlenme, beddua.

ah alan onmaz
* "kötülük ettiğ
i için beddua alan iflâh olmaz" anlamı
nda kullanı

r.

ah almak
* birinin ilenmesini üstüne çekmek.

ah çekmek
* derin bir keder veya özlemle içten gelerek ah demek.

ah etmek
* acıile içini çekmek.
* ilenmek.

ah vah etmek
* piş
manlı
ğı
nı, üzüntüsünü dile getirmek.

ah yerde kalmaz
* "kötülük cezası
z kalmaz" anlamı
nda kullanı

r.

aha

şte burada.

ahacı
k
* Dikkati çok yakı
n bir noktaya çekmek için kullanı

r.

ahali
* Aralarında aynı yerde bulunmaktan baş
ka hiçbir ortak nitelik düş
ünülmeksizin bir ülkede, ş
ehirde veya
semtte oturanların tamamı .
* Bir yerde toplanan kalabalı
k, halk.

ahar
* Hattatları
n kâğı
t cilâlamak için kullandı
klarıniş
asta ve yumurta akı
ndan yapı
lan özel bir karı
şı
m.

aharlama
* Aharlamak iş
i.

aharlamak
* Ahar sürmek.

aharlı
* Aharıolan, üzerine ahar sürülmüşolan.

ahbap
* Kendisiyle yakı
n iliş
ki kurulup sevilen, sayı
lan kimse.
* Seslenme sözü olarak da kullanılı
r.

ahbap çavuşlar
* her vakit birlikte görülen ve birbirine çok bağ
lıolan arkadaş
lar için söylenir.

ahbap çı
kmak
* önceden tanı
şmı
şolmak.

ahbap kusuruna bakan ahbapsı z kalı


r
* "dostları
n ufak tefek kusurları
na bakmamak gerekir" anlamı
nda kullanı

r.

ahbap olmak
* arkadaşolmak, dostluk kurmak, yakı
nlı
k kurmak.
ahbapça
* Dostça, içten, teklifsizce.

ahbaplı
ğa dökmek
* yerli yersiz yakı
nlı
k göstermek.

ahbaplı
k
* Ahbap olma durumu, ünsiyet.

ahbaplı
k etmek
* arkadaş

k etmek, arkadaş
ça konuş
mak.

ahcar
* Taş
lar.

ahçı
* Aş
çı.

ahçı
baş
ı
* Aş
çıbaş
ı.

ahçı

k
* Aş
çılı
k.

ahde vefa (etmek)


* (devletler hukukunda) devletlerin, katı
ldı
klarımilletler arası
antlaş
malara uyma zorunluluğ
unda oldukları

belirten kural.
* sözünde durma.

ahdetme
* Ahdetmek iş
i.

ahdetmek
* Bir ş
eyi yapmak için kendi kendine söz vermek.
* Yemin etmek.

ahdî
* Antlaş
maya göre olan, antlaş
ma gereği olan.

Ahdiatik
* (Hristiyanlara göre İ
branilerde) İ
sa'dan önceki kutsal kitaplar.

Ahdicedit
* (Hristiyanlara göre İ
branilerde) İ
sa'dan sonraki kutsal kitaplar.

ahengi bozulmak
* dirliğ
i, düzeni bozulmak.

ahenk
* Uyum.
* Uyuşma, anlaşma.
* Çalgı
lıeğlence.

ahenk almak
* uyumlu hâle gelmek.

ahenk kaidesi
* Bkz. ünlü uyumu.

ahenk kurmak
* uyuş
ma sağ
lamak, anla ş
ma sağlamak.
ahenk sağ
lamak
* düzene sokmak, birliği sağlamak.

ahenk tahtası
* Telli çalgı
lardan üzerine teller gerilmişbulunan kapak tahtası
.

ahenk vermek
* düzeni, uyumu sağlamak.

ahenk yapmak
* çalgı
lıeğ
lence düzenlemek.

ahenkleş
tirme
* Ahenkleş
tirmek iş
i.

ahenkleş
tirmek
* Ahenk sağlamak.

ahenkli
* Uyumlu, düzenli.
* Eğlenceli.

ahenklilik
* Ahenkli olma durumu, uyumluluk.

ahenksiz
* Uyumsuz, düzensiz.
* Eğlencesiz.

ahenksizlik
* Uyumsuzluk, düzensizlik.

ahenktar
* Ahenkli.

aheste
* Yavaş
, ağı
r.

aheste aheste
* Yavaşyavaş
, ağı
r ağ
ır, usul usul.

aheste beste
* Yavaşyavaş
, ağı
r ağ
ır.

ahfat
* Torunlar, soy.

Ahfeş
'in keçisi gibi baş
ınısallamak
* söylenen sözü anlamadan kafa sallayarak onaylamak.

ahıçı
kmak
* yaptı
ğıilenme etkisini göstermek.

ahıtutmak
* birinin ilenmeleri gerçekleş
mek.

ahıyerde kalmamak
* yaptı
ğıilenme er geç etkisini göstermek.

ahı
mşahı
m
* Beğ
enilecek, değer verilecek bir ş
ey değil.
ahı
mşahı
m bir ş
ey değil
* beğ
enilecek, değer verilecek bir ş
ey değil.

ahı
r
* Evcil büyük başhayvanları
n barı
ndı
ğıkapalıyer, hayvan damı
.

ahı
ra çekmek
* bir sürüyü ahı
ra kapamak, bir hayvanıahı
ra bağlamak.

ahı
ra çevirmek
* bir yeri pis, bakı
msı
z, dağ
ını
k, harap duruma getirmek.

ahı
rlama
* Ahı
rlamak i ş
i.

ahı
rlamak
* (hayvan) Ahı
rda uzun süre kalı
p hamlaş
mak.

Ahıska Türkleri
* Gürcistan'ın Türkiye sını rları
na yakı
n bölgelerinde yaş
amı
şolan, ancak 2. Dünya Savaş
ısonları
nda
Sovyetler Birliğ
inin değişik bölgelerine sürülen Türkler.

Ahi
* Ahilik ocağ
ından olan kimse.

ahi
* Cömert, eli açı
k.

Ahilik
* Kökü eski Türk töresinde olan ve Anadolu'da yüksek bir geliş
im gösteren esnaf, zanaatçı
, çiftçi gibi bütün
çalı
şma kolları
nıiçine alan ocak.

ahilik
* Eli açı
k olma durumu, cömertlik.

ahir
* Son, sonraki, ahı
r.
* Sonra, en sonra, sonunda.

ahir vakit

nsan ömrünün son yı
lları
.

ahir zaman
* Son zaman.
* (halk inanı
şı
na göre) Dünyanı
n son günleri, kı
yametin kopmak üzere bulunduğ
u günler veya yı
llar.

ahir zaman peygamberi


* Müslümanlarca son peygamber olduğuna inanı
lan Hz. Muhammed.

ahiren
* Son zamanlarda, son günlerde, son olarak, yakı
nlarda.

ahiret
* Bkz. ahret.

ahiretlik
* Bkz. ahretlik.

ahit
* Kendi kendine söz vererek bir iş
i üzerine alma, ant.
* Antlaşma.
* Devir, zaman.
ahitleş
me
* Ahitleş
mek iş
i.

ahitleş
mek
* Antlaş
mak.

ahitname
* Antlaş
ma belgesi, antlaş
ma, anlaş
ma.

ahiz
* Alma.
* Kabul etme.

ahize
* Bir elektrik akı
mınıalı
p baş
ka bir kuvvete çeviren âlet, alı

, reseptör.

ahkâm
* Yargı
lar, hükümler.

ahkâm çı
karmak
* kendi düş
üncelerine dayanarak birtakı
m yargı
lara varmak.

ahkâm kesmek
* çekinmeden kesin yargı
larda bulunmak, bilir bilmez konuş
mak.

ahkâm yürütmek
* (bir sözden) kendi anlayı
şı
na göre sonuçlar çı
karmak.

ahlâf
* Birinin yerine geçenler, halefler, kuş
aklar, eslâf karş
ıtı
.

ahlâk
* Bir toplum içinde kiş
ilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulunduklarıdavranı şbiçimleri ve kuralları.
* Belli bir toplumun belli bir döneminde bireysel ve toplumsal davranı
şkuralları
nıtespit eden ve inceleyen
bilim.

yi nitelikler, güzel huylar.

ahlâk bilimi
* Yarar, iyi, kötü gibi sorunlarıinceleyen, törelere dayanan bir davranışyasasıgeliş tiren, neyin uğ
runda
savaşılmaya değ er, neyin hayata anlam kazandı rdığı, hangi davranış
ın iyi ve hangisinin kötü olduğu gibi sorunları
kendine konu edinen bilim, etik.

ahlâk dı
şı
* Töre dı
şı
.

ahlâk dı
şı
cılı
k
* Ahlâk bilimine aykı
rıdavranma.

ahlâk yasası
* Ahlâk iş
lerini belirleyen, kendine uyulmasıahlâk açı

ndan gerekli olan genel ve geçer kural.

ahlâk zabıtası
* Büyük ş
ehir halkı
nın sosyal ve sağ

k durumunu koruyan, ş
ehir düzeni için çalı
şan teş
kilât.

ahlâkça
* Ahlâk anlayı
şı
na göre, ahlâk değerlerine bağlı

kla.

ahlâkçı
* Ahlâk konuları nıinceleyen filozof veya bu konularla uğ
raş
an kimse.
* Her şeyi ahlâk açı
sından değ erlendiren kimse.
ahlâkçı

k
* Ahlâkıbir araç değ
il, bir amaç sayan öğ
reti, törecilik, moralizm.

ahlâken
* Ahlâka uygunlukla.

ahlâkı
yat
* Ahlâk bilimi.

ahlâkî
* Ahlâka uygun, ahlâkla ilgili.

ahlâkî vazife
* Kanunun zorlamasıolmaksı

n, doğ
ru bilindiğ
i için yapı
lmasıgereken iş
ler.

ahlâklı
* Ahlâk kuralları
na bağ

, bunlara uygun davranan (kimse).

ahlâklı

k
* Bir insanı
n veya bir insan grubunun iyi ve kötü açı

ndan davranı
şbiçimi ve ahlâkî düş
ünüş
ü.
* Ahlâk kuralları
, yasalarıile uyum içinde olma.

ahlâksı
z
* Ahlâk kuralları
na uymayan.
* Dürüst davranmayan, kötü huylu, terbiyesiz.

ahlâksı
zca
* Ahlâksı
z biçimde veya tarzda.

ahlâksı
zlı
k
* Ahlâksız olma durumu.
* Ahlâk kuralları
na uymama, ahlâksı
zca davranı
ş.

ahlâksı
zlı
k etmek
* ahlâksı
zca davranmak.

ahlama
* Ahlamak iş
i.

ahlamak

ç çekmek, ah etmek, ah çeker gibi ses çı
karmak.

ahlat
* Gülgillerden, kendi kendine yetiş
en, üzerine armut aşı
lanan ağaç, yaban armudu (Pirus piraster).
* Bu ağacı n, armuda benzeyen ve ancak iyice olgunlaştı
ktan sonra yenilebilen yemiş
i.
* Kaba adam, yol iz bilmez kimse.

ahlât
* Bir karı
şı
m içindeki parçalar, ögeler.
* Beden yapısı
nın temelini oluş turan ögeler.

ahlâtı
erbaa
* Bedende bulunduğ
u var sayı
lan dört öge.

ahlatı
n (veya armudun) iyisini (dağda) ayı
lar yer
* kendilerine yakı
şmayan güzel bir ş eyi eline geçirenler için kullanı

r.

ahmağa yüz, abdala söz vermeye gelmez


* ahmağa gereğ inden çok ilgi gösterirseniz sizi sı
k sı
k uğ
raş


r.

ahmak
* Aklı
nıgereğ
i gibi kullanamayan, bön, budala, aptal.

ahmak yerine koymak


* bir kimseye aptalmı
ş, anlamazmı
şgibi davranmak.

ahmakça
* Biraz ahmak.
* (ahmak'ça) Ahmağ
a yakı
şı
r nitelikte, aptalca.

ahmakı
slatan
* Yavaşyavaşve ince ince yağan yağ
mur, çisenti.

ahmaklaş
ma
* Ahmaklaş
mak durumu.

ahmaklaş
mak
* Ahmak duruma gelmek, aptallaş mak.
* Bir an için ş
aşalayı
p bocalamak.

ahmaklaş

rma
* Ahmaklaş

rmak iş
i.

ahmaklaş

rmak
* Ahmaklaş
ması
na sebep olmak, aptallaş

rmak.

ahmaklı
k
* Zekâsıaz geliş
mişolma durumu, budalalı
k, anlayı
şsı
zlı
k, akı
lsı
zlı
k.

ahraz
* Dilsiz, sağı
r ve dilsiz.

ahret
* Dinî inanı
şa göre, insanı
n öldükten sonra dirilip sonsuza dek kalacağ
ıve Tanrı
'ya hesap vereceği yer, öbür
dünya.

ahret adamı
* Dünya iş
lerinden el çekip sürekli ibadetle uğraş
an kimse.

ahret kardeşi
*İnanç ve ibadette birbirinden ayrı
lmayan ve bu iliş
kiyi ahrette de sürdüreceklerini düş
ünen kadı
nlara
verilen ad.

ahret suali
* Gereksiz ve usandı

cısoru.

ahret yolculuğu
* Ölüm.

ahreti (veya öbür dünyayı


) boylamak
* ölmek.

ahretini yapmak (veya zenginleş tirmek)


* hayı
r iş
leri yaparak sevap kazanmak.

ahretlik
* Besleme kız.
* Ahret kardeş i olan kadı
nlardan her biri.

ahrette on parmağıyakası nda olmak


* kendisine karş
ısorumlu olan kimseden ahrette davacıolmak.

ahş
a

nsanı
n veya hayvanı
n göğ
sü ve karnıiçindeki organlar, bağ
ırsak, ciğ
er gibi ş
eyler.

ahş
ap
* Ağaçtan, tahtadan yapı
lmı
ş.

ahtapot
* Kafadan bacaklılardan, dokunaçlıbir mürekkep balı ğıtürü (Octopus).
* Genellikle burun zarıüzerinde çı
kan bir çeş
it ur, polip.

ahtapot gibi
* sırnaş
ık, yapı
şkan kimse.
* sömürmek amacı yla birçok iş
e, konuya el atan, yayı
lan.

ahu
* Ceylan, karaca.
* Güzel, ince, zarif kadı
n.

ahu gibi
* çok güzel, çekici.

ahu gözlü
* Güzel gözleri olan.

ahu parçası
* Çok güzel, çekici.

ahududu
* Gülgillerden, dikenli bir bitki (Rubus idaeus).
* Bu bitkinin duta benzeyen, kı rmızırenkli, sulu ve kokulu yemiş
i, ağaç çileği.

ahval
* Durumlar, hâller, vaziyetler.
* Davranı ş
lar.
* Olaylar.

ahzetme
* Ahzetmek iş
i.

ahzetmek
* Almak, kabul etmek.

ahzüita
* Alı
şveriş
, alı
m satı
m, aksata.

ahzükabz
* Kendine mal etme.

aidat
* Ödenti.
* Kesenek.

aidiyet
* Ait olma durumu, iliş
kinlik.

aile
* Evlilik ve kan bağ ına dayanan, karı, koca, çocuklar, kardeş
ler arası
ndaki iliş
kilerin oluş
turduğu toplum
içindeki en küçük birlik.
* Karı , koca ve çocuklardan oluş an topluluk.
* Aynısoydan gelen kimseler zinciri.
* Araları nda kandaş lı
k veya hısı
mlı k bulunan kimselerin tümü.
* Birlikte oturan hısım ve yakınların tümü.
* Eş , karı.
* Aynıgaye üzerinde anlaş an ve birlikte çalı
şan kimselerin bütünü.
* Temel niteliği bir olan dil, hayvan veya bitki topluluğ
u.

aile adı
* Soyadı
.

aile bahçesi
* Ailelerin rahatlı
kla gidebileceği, genellikle içkisiz yer.

aile bütçesi
* Kı
sa bir süre içinde bir iş çinin veya iş
çi ailesinin hayat seviyesinde meydana gelen değ
işmeleri belirlemek
amacı yla yapı
lan istatistik çalı
şması .

aile dostu
* Ailece tanı
şı
lan ve evlerine gidilip gelinen ahbap, yakı
n.

aile gazinosu
* Sadece evlilerin girebildiği ve birlikte eğ
lendikleri yer.

aile hayatı
* Aile bireylerinin bütün iş
lerini düzenli olarak ev içinde yapma durumu.

aile hukuku
* Aileyi oluş
turan kiş
ilerin karş
ılı
klıhak ve görevlerini düzenleyen hukuk dalı
.

aile meclisi
* Aile makamı

n görevini yerine getiren kan veya soy hı

mları
ndan en az üç kiş
iden oluş
an heyet.

aile ocağ
ı
* Ailenin kurduğ
u, yerleş
tiğ
i, geliş
tirdiğ
i ev.

aile plânlaması
* Ailede çocuk edinmeyi sı
nırlama, doğum kontrolu.

aile reisi
* Kanunlara göre aile yükümlülüğ
ünü taş
ıyan kimse.

aile saadeti
* Genellikle karı
, koca bazen de büyükler ve çocuklar arası
ndaki uyum, anlaş
ma, sevgi ve hoş
görü.

ailece
* Bütün aile birlikte.

ailecek
* Ailece.

ailelik
* Aile sayı

nın bütünü.

ailesiz
* Ailesi olmayan.

ailevî
* Aile ile ilgili.

ait

lgilendiren, iliş
kin, iliş
ik, ilgili, için, -e düş
en.

ait olmak
* ilgilendirmek, birinin olmak, birine düş
mek.

ajan
* Bir devlet veya kuruluş un gizli amaçlarıiçin çalı
şan kimse, casus.
* Bir kimsenin, bir ortaklığı
n veya bir devletin bazıişlerini gören kimse, işgörevlisi, temsilci.

ajanda
* Unutulmamasıiçin gerekli notları
yazmaya yarayan takvimli defter, andaç.

ajanlı
k
* Ajan olma durumu.
* Ajanın görevi.

ajans
* Haber toplama ve yayma iş iyle uğraşan kuruluş .
* Bir ticarî kuruluşu tanıtan, onunla ilgili bilgi aktaran ve bu yolla kazanç sağlayan işkolu.
* Bu işkolları nın çalıştı
ğı büro.

ajitasyon
* Ruhsal gerginliğ
in dı
şa vurması
.

ajur
* Delikli örgü, gözenek.

ajurlu
* Ajuru olan veya her yanıajur biçiminde iş
lenmişbulunan, gözenekli.

ak
* Kar, süt gibi ş
eylerin rengi, beyaz, kara ve siyah karş
ıtı
.
* Bu renkte olan.
* Temiz namuslu.
* Sı
kınt ı
sız, rahat.
* Beyaz leke.
* Bazış eylerde beyaz bölüm.

-ak / -ek

simden isim türeten ek (küçültme eki): baş
-ak, ben-ek vb.

-ak / -ek
* Fiilden yer isimleri türeten ek: dur-ak, yat-ak vb.

-ak / -ek
* Fiilden alet isimleri türeten ek: or-ak, bı
ç-ak, tara-k, ele-k, küre-k vb.

ak ağ
a
* Saraylarda hizmet gören hadı
m ağ
aları

n beyaz ı
rktan olanı
.

ak Arap
* Arap sözcüğü "zenci" anlamı
na da geldiğ
inden ası
l Arapları
n söz konusu olduğ
u anlatı
lmak istenirken
kullanı

r.

ak basma
* Ak su, perde, katarakt.

ak basmak
* Göze beyaz leke inerek görme yetisini yitirmek.

ak benek
* Gözün saydam tabakası
nda bir yara veya çı
ban sonucunda oluş
muş
, görmeyi derece derece azaltan beyaz
benek.

ak demir
* Dövme demir.

ak don kara don geçitte belli olur


* Bkz. akıkarası
geçitte belli olur.

ak düş
mek
* (saç ve sakal) tek tük ağ
armaya baş
lamak.

ak gözlü
* Gözlerinin rengi pek açı
k olan ve nazarı
nın hemen değdiğ
ine inanı
lan (kimse).

ak gün ağ
artı
r, kara gün karartı
r
* mutlu bir yaşayı
şkiş iyi dinç kı
lar, mutsuz bir yaş
ayı
şise yı
pratı
r.

ak kan
* Lenf.

ak kan yangısı
* Adenit.

ak koyunun kara kuzusu da olur


* iyi bir aileden kötü bir çocuk da çı
kabilir.

ak köpek kara köpek geçit baş


ında belli olur
* kimin ne olduğu deney veya sı nav sonunda anlaş
ılı
r.

ak madde
* Demet durumundaki sinir liflerinden oluş
an beynin iç, omuriliğin dı
ştabakası
.

ak mıkara mıönüne düşünce görürsün


*şimdiden boş
una düş ünme, sonuç belli olduğ
u zaman anlarsı
n.

ak pak
* tertemiz.
* saçısakalıağ
armı
ş.

ak pak
* Bembeyaz, temiz, parlak.

ak pas
* Lâhana, turp, ş
algam, karnabahar gibi bitkilerin kök dı
şı
ndaki bütün bölgelerine yerleş
ebilen, özellikle
semiz otugillerde karş
ılaşı
lan yosunumsu mantar (Albugo candida).

ak sakaldan yok sakala gelmek


* çok yaşlanıp iyice kuvvetten düş
mek.

ak sülümen
* Cı
va ile klorun birleş
imi olan, çok zehirli, beyaz bir toz, süblime, sülümen.

ak yazı

* Bahtlı
,şanslı
.

ak yel
* Güneyden esen rüzgâr, lodos.

ak yem

zmarit, istavrit, uskumru gibi balı
kları
n beyaz etinden yapı
lan ve oltada kullanı
lan yem.

ak yı
ldı
z
* Çoban yı
ldı

.

aka
* Büyük kardeş
, ağ
abey.

akabe
* Tehlikeli, sarp ve zor geçit.

akabinde
* Arkası
ndan, hemen arkadan, ardı
ndan, hemen ardı
ndan.

akacak kan damarda durmaz


* herhangi bir zarar karş
ısı
nda bunun kaçı
nılmaz olduğunu anlatarak avundurmak için söylenir.

akaç
* Bir yerde birikip kalan sı
vıları
, bir iş
lem sonunda geriye kalan artı
kları
, gereksiz nesneleri dı
şarı
ya akı
tmak
için kullanılan boru, oluk veya baş ka araç.
* Kanal, ark, su yolu.
* Yer altısu oluğu.

akaçlama
* Akaçlamak iş i, tefcir, drenaj.
* Yer altısuları
nı toplayan tesisat.

akaçlamak
* Bir yerde birikmişsularıakıtmak.
* Bataklıklarıakaç yoluyla kurutmak.

akaçlatma
* Akaçlatmak iş
i.

akaçlatmak
* Akaçlama iş
ini yaptı
rmak.

akademi
* Bilginler, yazarlar, sanatçı
lar kurulu.
* Yüksek okul.
* Çıplak modelden yapı lmışinsan resmi.

akademici
* Kurallara bağ
lıresim ve heykel çalı
şmasıyapan kiş
i veya sanatçı
.

akademicilik
* Resim veya heykel çalı
şması
nda kurallara bağlı

k.

akademik
* Akademi ile ilgili.
* Bilimsel niteliğ
i olan.

akademisyen
* Akademi üyesi.

akağaç
* Gürgengillerin, kerestesinden yararlanı
lan beyaz kabuklu bir türü (Betula alba).

akait
* Bir dinin öğrenilmesi gereken inançları
nın ve tapı
nma kuralları

n tümü veya bunlarıtoplayan kitap.

akaju
* Maun.
* Maundan yapı
lmı
ş.

akak
* Akarsu yatağ ı
, yatak, mecra.
* Irmak, dere, çay, küçük akarsu.
* (su için) İvinti yeri.
* Eğ imi, inişi fazla olan yer.
akala
* Amerikan tohumundan yurdumuzda üretilen bir pamuk türü.

akamber
* Özellikle amber balığını
n bağ ı
rsakları
ndan çı
karılan, kül renginde, yapışkan, bükülgen ve misk gibi kokulu
olan bir taş.
* Sıcak üİkelerde yetiş
en bir ağ
açtan (Hymenea) elde edilen katı, güzel kokulu reçine.

akamet
* Kısı
rlı
k, verimsizlik.
* Başarı
sızlı
k, sonuçsuzluk.

akamete uğramak
* baş
arı
sız, sonuçsuz kalmak.

akan sular durmak


* itiraza, söyleyeceğ
i söze yer kalmamak.

akan yıldız
* Güneşsistemine bağ

, kesin yörüngesi bulunmayan ve bu sebeple atmosferin üst katmanları
na girince ateş
külçesi durumuna dönüşen küçük gök cismi, ağma, şahap, meteor.

akar
* Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân, tarla, bağgibi mülk.

akar amber
* Asya ve Amerika'da yetiş
en, odunu ceviz ağacı
nınkine benzeyen, güzel kokulu öz suyu olan büyük bir ağ

(Liquidambar orientalis).

akarca
* Kemik veremi.
* Sürekli iş
leyen çı
ban, fistül.
* Küçük akarsu.
* Kaplıca.

akaret
* Kiraya verilerek gelir getiren ev, dükkân gibi mülk.

akarlar
* Tıknaz yapı
lı, gövdeleri halkası
z, baş
larıgöğüsle birleş
ik, ağ
ız yapı
larıı



, sokucu veya emici
örümceğ
imsiler takı
mı.

akarsu
* Yeryüzünde ve yer altında belirli bir yatak içinde, eğim boyunca sürekli veya zaman zaman akan su.
* Tek sı
ra elmastan veya inciden gerdanlı k.
* Kesintisi olmayan, aralı
ksız.

akaryakı
t
* Benzin, gaz yağ
ı, mazot gibi sı
vıdurumunda olan yakacak.

akaryakı
t istasyonu
* Benzin, gaz, motorin gibi yakı
tları
n satı
ldı
ğıyer.

akasma
* Düğün çiçeğ
igillerden, beyaz çiçek veren, bahçelerde süs çiçeği olarak yetiş
tirilen sarı

cıbir bitki; yaban
asması
, Meryem ana asması (Clematis vitalba).

akasya
* Baklagillerden, sı
cak iklimlerde birçok çeşitleri yetiş
en ve tanen, zamk, boya gibi maddelerinden
yararlanı
lan bir ağaç (Acacia).
* Baklagillerden, yurdumuzda yetiş en bir süs ve gölge ağ acı, salkı
m ağacı(Robinia pseudoacacia).
akbaba
* Akbabagillerden, baş ıve boynu çı plak olan, dağlı
k yerlerde yaş
ayan, leş
le beslenen, çok yüksekten uçarak
keskin gözleriyle çok uzaklarıgörebilen, iri ve yı
rtı
cıbir kuş(Vultur monachus).
* İhtiyar.

akbabagiller
* Gündüz yı
rtı

larıalt takı
mını
n, kanatlarıgenişve büyük olan, iyi uçan büyük kuş
larıiçine alan bir
familyası
.

akbakla
* Kuru fasulye.

akbalı
k
* Sazangillerden, eti kı
lçı
klı
, yumurtasıile tarama yapı
lan bir balı
k (Leuciscus).
* Akya balığı.

akbalı kçı
l
* Leyleksilerden, bataklı
k, ı
rmak ve göl kı

ları
nda yaş
ayan, oldukça büyük, ak renkli bir kuştürü (Egretta
alba).

akbaş
* Yazın kutup bölgelerinde yaş
ayan, kı
şı
nılı
k kı

lara göçen, kı
sa ve ince gagalı
, siyah bacaklıyabanî bir tür
kuş
, deniz kazı(Bemicla).

akbuğ
day
* Kurak iklime dayanı
klı
, beyaz kabuklu, ekmeklik buğ
day.

akburçak
* Baklagillerden, burçağa yakı
n bir bitki cinsi (Lathyrus sativus).

akciğ
er
* Göğüs kafesinin büyük bir bölümünü dolduran ve solunum organı

n temeli olan, sağ
lısollu iki parçalı
organ.

akciğ
er göbeği
* Akciğerin, iç yan yüzünün hemen arkası
nda bronş
, sinir ve damarları
n girip çı
ktı
ğıyer.

akciğ
er kesecikleri
* Akciğer lopçuğunun parçaları
; bronş
çukları
n son bölümü.

akciğ
er lopçuğ u
* Birçok akciğ
er keseciğ
inin birleş
erek oluş
turduğu parça.

akciğ
er peteği
* Akciğerlerde solunumda gaz alı
şveriş
ini sağlayan, hava borucukları
nın sonunu oluş
turan kesecik.

akciğ
er zarı
* Göğüs boş
luğ
unun içini ve bu boş
luğun içinde bulunan akciğ
erin dı
şı
nıkaplayan ince zar, plevra.

akciğ
erliler
* Karı
ndan bacaklı
yumuş
akçaları
n tek ciğerle soluk alan bir takı
mı.

akça
* Oldukça beyaz, beyazca.

akça
* Bkz. akçe.

akça armudu
*İnce kabuklu, sarı
, etli ve sulu bir tür armut.

akça pakça
* Beyaz tenli, güzel (kadı
n).

akça yel
* Güneydoğ
udan esen yel, keş
işleme.

akçaağaç
* Akçaağaçgillerden süs ağacıolarak da dikilen tahtasıhafif ve sağ
lam bir ağ
aç, isfendan (Acer).

akçaağaçgiller
*İ ki çeneklilerden, örneğ
i akçaağaç olan bir bitki familyası
.

akçakavak
* Akkavak.

akçalı
* Paraya bağ

, parayla ilgili, malî.

akçe
* Küçük gümüşpara.
* Her tür madenî para.

akçı
l
* Rengini atmı
ş, ağ
armı
ş, içinde ak renk bulunan.

akçı
llanma
* Akçı
llanmak iş
i.

akçı
llanmak
* Akçı
l duruma gelmek, rengini atmak veya atmı
şgibi olmak.

akçı
llaş
ma
* Akçı
llaş
mak iş
i veya durumu.

akçı
llaş
mak
* Akçı
l duruma gelmişolmak.

akçı
llı
k
* Akçı
l olanı
n durumu.

akçöpleme
* Zambakgillerden, yaprakları nı
n uzun, genişolması
, çiçeklerinin güzelliğ
i dolayı

yla bahçe çiçekleri arası
na
giren zehirli bir bitki cinsi (Veratrum album).

akdarı
* Buğdaygillerden, bir yı
llı
k veya daha uzun yaş
ayabilen otsu bir bitki türü (Panicum miliaceum).

akdedilme
* Akdedilmek durumu.

akdedilmek
* Akdetmek iş
i yapı
lmak.

Akdeniz humması
* Malta humması
.

Akdeniz mavisi
* Parlak ve canlıgörünümde mavi rengin bir türü.

akdetme
* Akdetmek iş
i.

akdetmek
* (mukavele, muahede, ittifak gibi karş
ılı
klı
bağ
lanma anlamıtaş
ıyan Arapça sözlerle) Yapmak.

akdiken
* Hünnapgillerden, hekimlikte ve boyacı

kta kullanı
lan bir bitki cinsi, güvem eriğ
i, geyik dikeni (Rhamnus
cathartica).

akdoğan
* Kartalgillerden bir doğan türü, aksungur.

akdut
* Beyaz renkte olan dut.

akemi

ki elemanlımermer yapı
ştı



.

akgünlük
* Tütsü olarak yakı
lan bir tür ağ
aç sakı

.

akhardal
* Hekimlikte iç sürdürücü olarak kullanı
lan hardal türlerinden biri (Sinapis alba).

akı
* Herhangi bir kuvvet alanı
nda, belli bir düzlemin belli bir bölümünden geçtiği var sayı
lan güç çizgileri,
seyelân.

akıak karasıkara
* beyaz tenli, kara gözlü, kara saçlı
.

akıkarası
geçitte belli olur
* bir iddiadaki doğruluğ
un ancak deney veya sı
nav sonunda belli olacağı
nıanlatmak için söylenir.

akı
bet
* (bir işveya durum için) Son, sonuç.
* Sonunda, eninde sonunda.

akı
betine uğramak
* birinin içinde bulunduğu kötü duruma düş
mek.

akı

* Akma özelliği olan.
* Kolay söylenebilen, okunabilen, anlamca açı
k (anlatı
m), selis.

akıcı ünsüz
* Ciğerlerden gelen havanı
n, ağı
z boş
luğundaki yarıkapalı
bir engele çarpması
yla oluş
an bol sesli ünsüz (r, l,
ğ, y).

akı


k
* Akıcıolma durumu.
* Söz, yazıve anlatı
mın akı
cıolma özelliği, selâset.

akı


k ölçeği
* Bir sı
vını
n belli sı
caklı
ktaki akı


ğı
nıölçmekte kullanı
lan alet.

akı
l
* Düşünme, anlama ve kavrama gücü, us.
* Hafı
za, bellek.
* Öğüt, salı
k verilen yol.
* Düşünce, kanı .

akı
l akı
l, gel çengele takı
l
* bir sorunun nası
l çözümleneceğini düş
ünememe durumu.
akı
l akı
ldan üstündür
* bir kimsenin aklı
na gelmeyen bir çare, herhangi birinin aklı
na gelebilir.

akı
l almak
* danı
şmak, görüşalmak.

akı
l almamak
* inanı
lacak gibi olmamak, akla uygun gelmemek.

akı
l almaz
* inanı
lacak gibi olmayan, inanı
lmaz.

akı
l danı
şmak
* bir konuda birinin görüş
ünü sormak.

akı
l defteri
* Hatı
rlanı
p yapı
lmasıgereken ş
eylerin yazı
ldı
ğıküçük defter, not defteri, muhtı
ra defteri, ajanda.

akı
l dı
şı
* Akla, gerçeğe, uygun olmayan.
* Us dışı, gayriaklî, irrasyonel.

akı
l dı
şı


k
* Akı
l dı
şıdavranma yanlı
sıgörüş
, us dı
şı


k, irrasyonalizm.

akı
l diş
i
* Yirmi yaşsı
raları
nda altlıüstlü ve sağlısollu, en içeride çı
kan azıdiş
i, yirmi yaşdiş
i.

akı
l doktoru
* Psikiyatrist.

akı
l durdurmak
* bir ş
ey çok ş
aşı
rtı
cınitelikte olmak, insanış
aşı
rtmak.

akı
l erdirememek (veya ermemek)
* ne olduğunu anlayamamak, sı
rrı
nıçözememek.

akı
l erdirmek
* anlamak, sı
rrı
nıçözmek.

akı
l etmek
* herhangi bir önlem veya çareyi zamanı
nda düş
ünmek, vaktinde hatı
rlamak.

akı
l hastahanesi
* Akıl hastaları
nın yatı

ldı
ğıhastahane.

akı
l hastası
* Ruh hastası
, deli.

akı
l havsala almamak
* akla mantı
ğa sı
ğmamak.

akı
l hocası
* Birine yol gösterip akı
l öğ
reten kimse.
* Herkese akı l öğretmeye meraklıkimse.

akı
l için yol (veya tarik) birdir
* iyi düş
ünülünce ayrıayrıkimselerce varı
lacak sonuç hep aynı

r.

akı
l iş
i değil
* akla uygun değil, doğru değ
il.
akı
l kârıolmamak
* akı
llıbir kiş
inin yapacağ
ıişolmamak.

akı
l kethüdası
* Herkese akı
l öğ
retme merakı
nda olan kimse.

akı
l kumkuması
* Çok bilmişkimse.

akı
l kutusu
* Çok akı
llı
, zeki kimse.

akı
l öğretmek
* nası
l davranacağ
ınıgöstermek, yol göstermek, akı
l vermek.

akı
l sı
r ermemek
* bir iş
in niteliğ
ini, gizli yönlerini anlayamamak.

akı
l terelelli
* pek deliş
men, kendisinden ciddî bir düş
ünce, davranı
şbeklenmeyen (kimse).

akı
l var, yakın var (veya akı
l var, izan var)
* kafa yormaya gerek yok.

akı
l vermek
* bir konuda yol göstermek, akı
l öğ
retmek.

akı
l yaş
ta değil, baş
tadır
* akıllıolma ile yaş
lıolma arası
nda ilgi yoktur; bazıküçükler büyüklerden daha akı
llı
olabilir.

akı
l yormak
* hatı
rlamaya çalı
şmak, zihnini zorlamak.

akı
l yürütmek
* herhangi bir konuda fikir vermek.

akı
l zayı
flığı
* Deliliğe kadar varmayan akı
l bozukluğ
u.

akı
lcı
* Akı
lcı

kla ilgili.
* Akı
lcı

ktan yana olan kimse, usçu, rasyonalist.

akı
lcı

k
* Akla dayanan, doğ ruluğun ölçütünü duyularda değil, düşünmede ve tümden gelimli çı
karmalarda bulan
öğretilerin genel adı , usçuluk, akliye, rasyonalizm.
* Akla ve akı l yolu ile varı
lan yargı
ya inanma, akla aykırıveya akı
l dı
şıhiçbir ş
eyi tanı
mama davranışıve
tutumu, akliye, rasyonalizm.
* Bilginin evrensellik ve zorunluluğ unun deneyden ve deneye dayanan genellemeden değil, yalnızca akı
ldan
çıkartılabileceğini savunan öğreti, rasyonalizm.

akı
lda kalmak
* akı
lda yer etmek, unutulmamak.

akı
lda tutmak
* unutmamak.

akı
ldan çı
karmak
* düş
ünmemek, unutmak, umudunu kesmek.

akı
ldan çı
kmak
* unutulmak.
akı
ldan çı
kmak
* unutmak.

akı
ldan çı
kmamak
* unutamamak.

akı
ldan geçirmek
* bir ş
ey yapmayıdüş
ünmek, tasarlamak.

akı
llandı
rma
* Akı
llandı
rmak iş
i, durumu.

akı
llandı
rmak
* Aklı
nıkullanması
nısağ
lamak, aklı
nıbaş
ına getirmek.

akı
llanma
* Akı
llanmak iş
i.

akı
llanmak
* Karşılaş
ılan olayları
n sonuçları
ndan yararlanarak davranmak.
* Uslanmak.

akı
llara durgunluk vermek
* çok ş
aşılacak bir sey olmak.

akı
llarıpazara çıkarmışlar, herkes yine kendi akı

nıalmı ş(veya akıllar gelin olmuş, herkes kendininkini beğenmiş
)
* "insan kendi aklınıbaş kasınınkinden üstün görür" anlamı nda kullanılı
r.

akı
llı
* Gerçeği iyi gören ve ona göre davranan.
* Karş ısı
ndakinin düş üncesizliğ ini belirtmek için söylenilen uyarma sözü.
* (alay yollu) Düşüncesiz, aptal.

akı
llıdüş
ününceye kadar deli çocuğ unu (veya oğlunu) everir
* kendini akı
llısananlar çok kez akı
lsız diye tanı
nanlardan daha az baş
arıgösterir.

akı
llıgeçinmek
* kendini çok akı
llı
sanmak.

akı
llıköprü arayıncaya dek deli suyu geçer
* atak kiş
i tehlikeyi göze alarak iş
e giriş
ir ve çabuk sonuç alı
r.

akı
llıolmak
* gerçeklere uygun davranmak.

akı
llıuslu
* Akı
llıolarak, yaramazlı
k etmeyerek, dengeli.

akı
llı
ca
* Akla yakı
n, doğ
ru olarak.
* Akla yakı
n, doğ
ru, makul.

akı
llı

k
* Akı
llıolma durumu; uyanı
klı
k.

akı
llı

k etmek
* yerinde ve uygun davranmak.

akı
lsal
* Düş
ünceyi ve gerçeğ
i somut değ
erlerle birbirine bağlayan hakikati içine alan ş
ey.
akı
lsallaş
tırma
* Akı lsallaş
tırmak durumu.
* Bilinç dı ş
ıolayları
n mantık ve akla dayalıolarak açı
klanması
.

akı
lsallaş
tırmak
* Bir ş
eyi akı
lsa duruma getirmek.

akı
lsı
z
* Aklı
, gerçeğ
i görüp ona göre davranmaya elveriş
li olmayan, anlayı
şıkı
t.

akı
lsı
z başı
n cezası
nı ayak çeker (veya akı lsı
z iti veya köpeği yol kocatı
r)
* düşüncesizlik veya tedbirsizlik yüzünden, gereksiz yere gidip gelme zahmetine katlanı

r.

akı
lsı
zlı
k
* Akı
lsı
z olma durumu.
* Akı
lsı
zca yapılan işveya davranı
ş.

akı
lsı
zlı
k etmek
* düş
üncesiz ve yersiz davranmak.

akı
m
* Akmak iş i.
* Hava, su gibi akı şkan maddelerin veya elektrik yüklerinin belli bir yönde akı
şı, yer değiştirmesi, cereyan.
* Sanatta, siyasette, düş
ünce hayatında ortaya çı kan yeni bir görüş , yöntem, hareket, cereyan tarz.
* Debi.

akı
m derken bokum demek
* sözünü yolunca söyleyememek, düzensiz ş
eyler söylemek.

akı
m ölçümü
* Bir akarsuyun veya kanalı
n su yolunda bir saniyede akan su hacmini ölçme.

akı
mcı
* Belli bir akı
ma bağ
lıkiş
i.

akı
mölçer
* Bir elektrik akı
mını
nşiddetini ölçmeye yarayan araç, amperölçer.

akı
mtoplar
* Akü, akümülâtör.

akı
n
* Kalabalı
k bir ş
eyin arkasıkesilmeyen bir gelişdurumunda olması .
* Düş man toprakları
na tedirgin etme, yı
ldırma, çapul gibi amaçlarla toplu olarak yapı lan baskın.
* Futbolda sayıyapmak amacı yla karş
ıtakım kalesine doğ ru genellikle topluca giriş
ilen saldırı
, hücum.

akı
n
* Kazak-Kı
rgı
z Türklerinin saz ş
airlerine verdiğ
i ad.

akı
n akı
n
* Arkasıkesilmeyen kalabalı
k öbekler durumunda.

akı
n etmek
* toplu olarak gitmek, üşüş
mek.
* düşman ülkesine saldı rmak, baskı
n yapmak.

akı
ncı
* Düşman ülkesine akı n yapan savaş
çı.
* Görevi karş
ıtarafa top sürmek ve sayıyapmak olan ön sı
radaki oyuncu, forvet.

akı
ncı

k
* Akı
ncıolma durumu.
akı
ncı

k etmek
* düşman ülkesinde karş
ıgüçleri yı
ldı
rmak, tedirgin etmek.

akı
ndı

k
* Reçine, çam sakı

, akma.

akı
nkayası
* Kaya balı
ğı
giller familyası
ndan derin ve uzaklarda yaş
ayan ince, uzun bir balı
k türü.

akı
ntı
* Akmak iş i.
* Havanı n veya suyun herhangi bir yöne doğru yer değ iştirmesi, akı
m, cereyan.
* Hastalık sebebiyle vücudun bir yerinden sulu madde akması .
* Eğiklik, eğ im, meyil.
* Çam türü ağ açlarda bulunan reçinenin eriyerek akmasıolayı .
* Sı
vıyapı ştırı
cıların ağaç yüzeylerine gereğinden çok sürülmesi ile oluş
an durum.

akı
ntıbilimi
* Deniz akı
ntı
ları
nıinceleme konusu edinen bilim dalı
.

akı
ntıçağanozu
* Akı
ntı
ya kapılmışyengeç.
* Vücudunda göze çarpacak bir çarpı
klı
k bulunan kimseler için kullanı

r.

akı
ntı

* Akı
ntı
sıolan, eğik, meyilli.

akı
ntı
ölçer
* Bir akarsuyun ve kanalı
n akı
ntı
hızı
nıve düzeyini ölçmeye yarayan alet.

akı
ntı
ya kapılmak
* bir akı ntı
nın etki alanı
na girmek, akı
ntıile birlikte sürüklenmek.
* etki altında kalarak bir topluluğ
un davranı şı
na katı lmak.

akı
ntı
ya kürek çekmek
* olmayacak bir işuğ
runda boş
una çabalamak.

akı
p gitmek
* (zaman için) çabuk geçmek.

akı
ş
* Akmak iş i veya biçimi.
* Geçip gitme, sürüp gitme.
* Akın.

akı
şkan
* Kendilerine özgü bir biçimleri olmayı
p içinde bulunduklarıkabı
n biçimini alan ve yı
ğı
n oluş
turmayan (sı

veya gaz), seyyal.

akı
şkanlaşma
* Akı
şkan duruma gelme.

akı
şkanlaşmak
* Akış
kan duruma gelmek.

akı
şkanlaştı


* Akı
şkan duruma getirme özelliğ
i olan.

akı
şkanlaştı



k
* Akı
şkan duruma getirme özelliğ
i olma.
akı
şkanlaştı
rma
* Akı
ş kanlaştırmak iş i.
* Akı
ş kanların niteliğini düzeltmek için yoğunlaş
an akı
mıiçinde parçacı
kları
n ası
ltı

nısağ
layan yöntem.

akı
şkanlaştı
rmak
* Akı
şkan duruma getirmek.

akı
şkanlı
k
* Akı
şkan olma durumu.

akı
şma
* Kulağ
a hoşgelen veya kolayca söylenen seslerin özelliğ
i.

akı
şmalı
* Akı
şma özelliğ
i olan.

akı
şmaz
* Dı
şetkenlerin tesiriyle akı
şmazlı
ğıdeğ
işmeyen, durağ
an.

akı
şmazlı
k
* Akı
şmaz veya durağan maddenin durumu.

akı
tma
* Akı tmak iş i.
* Hayvanları n, özellikle atların alınları
nda bulunan ve burunlarına doğru uzanan beyaz leke.
* Un, süt, yağ , yumurta, şeker veya pekmezle yoğ rularak cı
vık bir duruma getirilen hamurun kı
zgı
n saç
üzerinde pişirilmesiyle yapı lan bir çeşit tatlı
.
* Enli bilezik.

akı
tmak
* Akması
nısağlamak, akması
na yol açmak, dökmek.

akı
tmalı
* Alnı
nda akı
tmasıolan (hayvan).

akide
* Bir ş
eye inanarak bağ
lanı
ş, inanç, din inancı
.

akide
* Şekerin kaynatılarak ağda durumuna getirilmesi yolu ile yapı
lmı
şrenkli ve kokulu, ağ
ızda güç eriyen ş
eker;
daha çok akide şekeri yerine kullanı
lır.

akide ş
ekeri
* Bkz. akide.

akidesi bozuk
*İ nancızayı
f olan (kimse).

akideyi bozmak
* doğ
ru bilinen bir inanı
şveya gidiş
ten ayrı
lmak.

akik
* Yüzük taşı, mühür gibi ş
eyler yapmakta kullanı
lan, türlü renklerde, yarısaydam, parlak ve değerli bir taş
;
kalseduan kuvarsı
nı n bir türüdür.

akil
* Akı
llı
.

akil baliğ
* Döl verebilecek duruma gelmişolan, erin.

akil baliğolmak
* döl verebilecek eriş
kin duruma gelmişolmak.
* rüştünü ispat etme yaşına gelmişolmak.

akilâne
* Akı
llı
ca.

akim
* Kısı
r, verimsiz, döl veremeyen.
* Sonuçsuz, baş arısı
z.

akim kalmak
* sonuca ulaş
amamak, baş
arısağ
layamamak.

akis
* Işı
k veya ses dalgaları nı
n yansıtı
cıbir yüzeye çarparak geri dönmesi, yansı
ma, yankı
.
* Bir cismin, parlak bir yüzeyde görünmesi.
* Bir şeyin başka bir ş
ey üzerinde yarattığıetki.
* Evirme, evirtim.

akis uyandırmak
* bir konunun üzerinde düş
ünülmesine, tartı
şı
lması
na yol açmak, ilgi veya tepki yaratmak.

akit
* Hukukî sonuç doğ urmak amacıile iki veya daha çok kimsenin veya kuruluş
un karş
ılı
klı
ve birbirine uygun
irade beyanlarıile gerçekleş
en iş
lem, sözleş
me, mukavele, kontrat.
* Nikâh.

âkit
* Bir iş
i karş
ılı
klıolarak kararlaş


p üstlerine alan taraflardan her biri, sözleş
me veya mukavele yapan.

akit vaadi
* Ön sözleş
me.

akkaraman
* Vücudu beyaz, ağı
z, burun, göz etrafı
, kulak ve ayaklarda siyah lekeler bulunabilen, kaba karı
şı
k yapağı

,
Orta Anadolu ve Doğu Anadolu'nun batıkesimlerinde yaygı n olarak yetiştirlen yerli bir tür koyun.

akkarı
nca
* Düz kanatlı
lardan, sı
cak veya ı

man ülkelerde yaş
ayan, bitkilere çok zarar veren bir böcek cinsi, termit
(Termes).

akkarı
ncalar
* Ağı
z parçalarıiyi geliş
miş
, iri baş




cıböcekler topluluğ
u, termitler.

akkavak
* Söğütgillerden, yaprakları

n altıbeyaz olan bir kavak türü, akçakavak, Hollanda kavağı(Populus alba).

akkefal
* Sazangillerden bir cins tatlısu balı
ğı(Alburnus).

akkelebek
* Hemen bütün meyve ağ
açları
nda tomurcuk düş
manısayı
lan, iri ak kanatlarıkalı
n, kara damarlıbir kelebek
(Aporia crataegi).

akkirpani
* Ak, fakat kirli.

akkor
* Iş
ık saçacak beyazlı
ğa varı
ncaya değ
in ı


lmı
şolan.

akkorluk
* Akkor olma durumu.
akkuş
* Atmaca, yı
rtı
cıbir kuş
.

akkuyruk
* Tadı
nıartı
rmak için çay harmanı
na katı
lan beyaz bir çay türü.

-akla / -ekle
* Bazıfiillerin sı
klı
k çatı
ları
nıtüreten ek: tart-akla- , it-ekle- vb.

akla fenalık vermek


* çok şaşırmak, çı
ldı
racak gibi olmak, zı
vanadan çı
kmak.

akla gelmedik
* düşünülemeyen.

akla gelmeyen baş a gelir


* insan ummadı ğ
ı, düş
ünmediğ
işeylerle daima karş
ılaş
abilir.

akla gelmez
* hatı
rlanamaz, düş
ünülemez.

akla hayale gelmez


* inanılmaz.

akla karayıseçmek
* (bir iş
i baş
arı
ncaya değin) çok sı
kıntı
çekmek, güçlüklerle karş
ılaş
mak.

akla sı
ğar gibi
* aklın kabul edebileceği biçimde, makul.

akla sı
ğmak (veya sığmamak)
* inanılacak gibi olmamak.

akla yakı
n
* aklı
n benimseyebileceği, aklı
n kabul edebileceğ
i.

akla yatkı
n
* uygun, akı
llı
ca, makul.

akla zarar (veya ziyan)


* çok şaşılacak, ş
aşkı
nlı
ğa uğratacak (ş
ey).

aklama
* Aklamak iş
i, ibra.

aklama belgesi
* Alacak verecek kalmadı
ğı
nıgösteren belge, ibraname.

aklamak
* Suçsuz veya borçsuz olduğ u yargı sı
na vararak birini temize çı
karmak, tebriye etmek, ibra etmek.
* Baş arı
lıgösterilmek, değerli olarak nitelendirilmek.

aklan
* Suları
nıbir denize veya göle gönderen bölge, maile.
* Bir dağsı
rasının yamaçlarından her biri.

aklanma
* Aklanmak iş
i.

aklanmak
* Ak olmak, temizlenmek.
* Bir dava sonunda temiz ve iliş
iksiz çı
kmak, temize çı
kmak, beraat etmek.

aklaş
ma
* Aklaş
mak iş
i.

aklaş
mak
* Ak duruma gelmek, ağarmak, beyazlaş
mak.

aklaş

rma
* Aklaş

rmak iş
i.

aklaş

rmak
* Aklaş
ması
nısağlamak, beyazlaş

rmak.

aklen
* Akı
l icabı
, akı
l gereğ
ince.

aklevrek
* Tatlısu levreği.

aklı
* Akıbulunan, ak renkli.

aklıalmamak
* anlayamamak, kavrayamamak.
* bir ş
eyin olabileceğine inanmamak.
* uygun bulmamak.

aklıbaş
ına gelmek
* davranışları
nın yanlı
şlı
ğı
nı sezerek doğ
ru yolu bulmak.
* ayılmak, kendine gelmek.

aklıbaş
ında
* sürekli akı
llıdavranan.
* doğ ru dürüst, kusursuz.

aklıbaş
ında olmamak
* iyi düş
ünebilir durumda olmamak.

aklıbaş
ından bir karı
şyukarı(veya yukarıda)
* düşünmeden aklına geleni yapan.

aklıbaş
ından gitmek
* çok sevinçten veya çok korkudan ne yapacağ
ınış
aşı
rmak.

aklıbaş
ka yerde olmak
* başka şeyler düş
ünmek.

aklıbir yerde olmak


* düşünülmesi gerekenden baş
ka bir ş
ey düş
ünmek.

aklıbokuna karı
şmak
* korkudan ş
aşı

p ne yapacağı
nıbilememek.

aklıçı
kmak
* titizlikle üzerinde durmak, çok korku geçirmek, çok korkmak.

aklıdağı
lmak
* düş
ünceyi belli bir konu, sorun üzerinde toplayamamak.

aklıdurmak
* düş
ünemez bir duruma gelmek, ş
aşı
rmak.
aklıermek
* anlayabilmek.
* akılca olgunlaş
mak.

aklıevvel
* Akı
llı
geçinen.

aklıfikri bir ş
eyde olmak
* bütün düşündüğü bir konuda yoğ
unlaş
mak.

aklıgitmek
*ş aş
ırmak, korkmak.
* çok beğenmek, bayılmak.

aklıkalmak
* beğ
enilen bir ş
eyi düş
ünmekten kendini alamamak.

aklıkaralı
* Akıve karasıolan, beyazlısiyahlı
.

aklıkarı
şmak
* ne yapacağ
ını
bilememek, ş
aşı
rmak, bocalamak.

aklıkesmek
* bir ş
eyin olabileceğine inanmak.

aklıkesmemek
* sonucu tahmin edememek, ilerisini görememek.

aklısı
ra
* aklı
nca, sandı
ğı
na göre, düş
ünüş
üne göre, umduğuna göre.

aklısı
ra
* Aklı
nca.

aklısonradan gelmek
* verdiğ
i kararı
n yanlı
şolduğ
unu anlayı
p vazgeçmek.

aklıtakı
lmak
* zihni bir ş
eyle uğraş
mak.

aklıtam ayar
* aklıyerinde.

aklıyatmak
* anlamaya baş
lamak, olacağ
ına inanmak, tatmin olmak.

aklızı
vanadan çı kmak
* delirmek, aklı
nıoynatmak.

aklı
evvel
* Densiz, münasebetsiz, sağ
duyu sahibi olmayan.
* Kendisini en akı
llı
sanan.

aklı
k
* Ak olma durumu.
* Kadınları
n makyaj için yüzlerine sürdükleri beyaz bir sı

, düzgün.

aklı
ma gelen baş
ıma geldi
* olması
ndan korktuğ
um ş
ey oldu.
aklı
mda!
* lâdes oyununa katı
lanlardan biri ötekine bir ş
ey verirken karş
ıdakinin "unutmadı
m" anlamı
nda söylediği
söz.

aklı
na birşey gelmek
*şüphelenmek.

aklı
na düşmek
* hatırlamak.
* kafasında bir düş
ünce doğ
mak.

aklı
na esmek
* daha önce düş
ünmemişolduğu ş
eyi birden yapmaya karar vermek.

aklı
na geleni söylemek
* rastgele konuş
mak.

aklı
na geleni yapmak
* her istediğ
ini düş
ünmeden yapmak istemek.

aklı
na gelmek
* hatırlamak, anı
msamak.
* bir şeyi yapmayıdüş
ünmek, tasarlamak.

aklı
na getirmek
* hatı
rlatmak.
* düşünmek.

aklı
na koymak
* bir ş
ey yapmaya kesin olarak karar vermek.
* kararlaş
tırmak, çok istemek.

aklı
na koymak
* bir kimse birine, bir ş
ey telkin etmek.

aklı
na sı
ğdırmak
* bir ş
eyin olabileceğine inanmak, aklı
almak.

aklı
na sı
ğmamak
* anlayamamak, kavrayamamak.
* olabileceğine inanmamak.

aklı
na ş
aşayım (veya şaş
arım)
* adıgeçen kimsenin akı
lsı
zca bir davranı
şta bulunduğ
unu anlatı
r.

aklı
na takmak (veya aklı nıtakmak)
* sürekli olarak bir ş
eyi düş
ünmek, bir düş
ünceye saplanı
p kalmak.

aklı
na turp sıkayım
* birinin düş
üncesini ve yaptı
ğı
nıbeğ
enmemek.

aklı
na tükürmek
* birinin düş
üncesini beğenmemek, kı
namak.

aklı
na uymak
* birinin uygun olmayan görüş
üne göre işyapmak, davranmak.

aklı
na vurmak
* birden düş
ünüvermek.

aklı
na yelken etmek
* düşüncesizce davranmak veya aklı
na geleni hemen yapmak.
aklı
nca
* (küçümseme yollu) Düş
üncesine göre, aklısı
ra.

aklı
nda kalmak
* unutmamak.
* hatı
rlamak.

aklı
nda olsun!
* unutma!.

aklı
nda tutmak
* öğrenmek, bellemek.
* unutmamak.

aklı
ndan çı
karmamak
* devamlıhatı
rlamak, hiç unutmamak.

aklı
ndan çıkmak
* unutmak.

aklı
ndan geçirmek
* bir ş
ey yapmayıdüş
ünmek, tasarlamak.

aklı
ndan geçmek
* düş
ünmek.

aklı
ndan tutmak
* bir ş
ey düş
ünmek.

aklı
ndan zoru olmak
* arada bir durum ve ş
artları
n gerektirdiğ
i gibi davranmamak.

aklı
nı(bir şeyle) bozmak
* bir ş
ey üzerine düş
erek hep onunla uğraş
ıp durmak.

aklı
nıbaş
ına almak (veya toplamak, devşirmek)
* akılsı
zca davranışlarda bulunmaktan kendini kurtarmak.

aklı
nıbaş
ından almak
* düşünemeyecek bir duruma getirmek, çok ş
aşı
rtmak.

aklı
nıbaş
ka yere vermek
* konuş ulan konudan baş
ka bir ş
ey düş
ünür olmak.

aklı
nıçalmak
* ilgisini aş
ırıderecede çekmek.

aklı
nıçelmek
* niyetinden, kararından caydı
rmak.
* ayartmak, baş tan çı
karmak.

aklı
nıkaçırmak
* delirmek.
* gereksiz, yersiz işyapmak.

aklı
nıoynatmak
* çıldırmak.
* akıl dı
şıişler yapmak.

aklı
nıpeynir ekmekle yemek
*ş aşkı
nca ve akı
lsı
zca iş
ler yapmak.
aklı
nış
aşı
rmak
* yerinde olmayan bir işyapmak, yersiz düş
ünmek.

aklı
nıtakmak
* sürekli olarak aklıbir ş
eyle uğraş
mak.

aklı
nın köşesinden geçmemek
* hiçbir zaman düş
ünmemek.

aklı
nın terazisi bozulmak
* akıllı
ca olmayan davranı
şlarda bulunacak bir duruma düş
mek.

aklı
nla bin yaşa
* akla yakı
n görülmeyen bir düş
ünce ileri sürene söylenir.

aklı
selim
* Sağduyu.

aklî
* Akı
lla ilgili, akla dayanan.

akliyat
* Akı
l yolu ile kazanı
lan bilgiler.

akliye
* Akı
l hastalı
klarıile ilgili hekimlik kolu.
* Akı
l hastalı
klarıile ilgili hastahane bölümü.
* Akı
lcılı
k, usçuluk, rasyonalizm.

akliyeci
* Akı
l hastalı
kları
uzmanı
.

akma
* Akmak iş i.
* Reçine, çam sakı

, akı
ndı

k.

akma hançer
* Ortasıoluklu hançer.

akma sınırı
* Malzemenin belirli bir gerilme uygulanması
yla sı
nırlıve kalı
cıdeformasyona uğ
ramasıveya belirlenen
toplam uzamaya maruz kalmasıdurumundaki mukavemeti.

akmak
* (sı
vımaddeler veya çok ince taneli katımaddeler için) Bir yerden baş
ka bir yere doğru gitmek.
* (bu gibi maddeler) Aş ağıya, yere düşmek.
* (sı
vıbir madde için) Bir yerden çı kmak.
* (bir kap veya bir yer) İçindeki veya üstündeki sı
vıyısı
zdı
rmak.
* Çabucak savuş mak; ortadan kaybolmak.
* Art arda ve toplu olarak gitmek.
* (kumaşiçin) Yı pranıp iplikleri erimeye baş
lamak.
* (zaman için) Çabuk geçmek.
* (boya için) Birbirine karışmak.
* Karı şmak, katılmak.
* Sürüp gitmek.

akmantar
* Tadı
güzel ve besleyici bir tür mantar, keçi mantarı(Agaricus campestris).

akmasa da damlar
* çok değilse bile, az çok bir gelir veya kazanç sağ
lar.
akmaz
* Durgun su, gölet.

akompanyatör
* Bir parça çalı
ndı
ğızaman ses veya bir âletle ona katı
lan kimse, eş
lik eden.

akonitin
* Boğ
an otundan çı
karı
lan ve hekimlikte kullanı
lan zehirli bir madde.

akont
* Bir borca karş
ılı
k, hesabıdaha sonra görülmek üzere yapı
lan kı
smî ödeme.

akordeon
* Üstündeki düğmelere veya tuşlara basarak, metal dilcikleri titretme yolu ile çalı
nan körüklü, elde taş
ınabilir
bir çalgı
.
* Kumaş larda makine ile yapı
lmışkı rma.

akordeoncu
* Akordeon çalan kimse.

akordiyon
* Bkz. akordeon.

akordiyoncu
* Bkz. akordeoncu.

akordu bozuk
* Birbirini tutmayan, uyumsuz, akortsuz.

akort
* Bir çalgı
yıdoğru ses vermesi için ayarlama.
* Armoniyi sağlayan seslerin birleş
mesi.

akort etmek
* çalgı
ları
n seslerini ayarlamak, düzenlemek.

akort yapmak
* çalgı
ları
n tellerini, ses veren araçları
nıayarlamak.

akortçu
* Piyano ve org gibi müzik aletlerini ayarlamayı
meslek edinmişkimse.

akortlama
* Akortlamak iş
i.

akortlanma
* Akortlanmak iş
i.

akortlanmak
* Akortlanmak iş
i yapı
lmak.

akortlatma
* Akortlatmak iş
i.

akortlatmak
* Akortlamak iş
ini yaptı
rmak.

akortlu
* Akordu olan, akort edilmiş
.

akortsuz
* Akordu olmayan, akort edilmemiş
.
* Birbirini tutmayan, uyumsuz.

akortsuzlaştı
rmak
* Radyoda bir ayar frekansı
nda sapma meydana getirmek.

akortsuzluk
* Ses düzensizliğ
i veya ayarsı
zlı
ğı.
* Radyoda gerçek ayar frekansıile doğ
ru değeri arası
ndaki sapma.

akraba
* Kan veya evlilik yoluyla birbirine bağlıolan kimseler, hı

m.
* Oluş ma yönünden aynıkaynağ a dayanan şeyler.
* Biri, diğerinin sonucu olan şeyler.

akraba çı
kmak
* önceden tanı
şmadan veya bilmeden konuş
arak akraba oldukları
nıanlamak.

akraba diller
* Aynıana dilden gelen diller.

akraba olmak
* evlilik yoluyla yakı
nlı
k kurmak.

akrabalı
k
* Akraba olma durumu.

akran
* Yaş
ça denk, yaş
ıt, boydaş
, öğ
ür.

akranlı
k
* Akran olma durumu, yaş
ıtlı
k.

akreditif
* Belirli bir nicelikteki para için, bir bankanı
n yükümlülüğü altı
nda, üçüncü bir kiş
i yararı
na bir baş
ka
bankada veya aracı sında açtı rı
lan kredi.
* Kredi mektubu.

Akrep
* Zodyak üzerinde Terazi ile Yay burçlarıarası
nda yer alan burç. Zodyak.

akrep
* Akreplerden, sı cak ve nemli yerlerde yaş
ayan, kı
vrı
k ve kalkı
k kuyruğunda zehirli bir iğ
nesi olan böcek
(Scorpio).
* Saatin iki ibresinden küçüğü.

akrep gibi
* her fı
rsatta sözleriyle baş
kaları
nıincitme veya onlara kötülük etme durumunda olan.

akrepler
* Örümceğ
imsilerin, örneği akrep olan takı
mı.

akrobasi
* Cambazlı
k, akrobatlı
k.

akrobat
* Cambaz.

akrobatlı
k
* Cambazlı
k.

akromatik
* Beyaz ı
şı
ğıçözümlemeden geçiren, renksemez.
* Hücrede boyayıkabul etmeyen (bölüm).

akromatik iğiplik
* Mitozun ilk evresi sonunda bütün hücrelerde beliren ve hücre boyaları
yla pek boyanamayan iğbiçimindeki
oluşum.

akromatin
* Hücre çekirdeğ
i içindeki ince iplikçiklerden yapı
lmı
ş, kromatin ile boyanmamı
şolan kromozomları
oluşturan bölüm.

akromatopsi
* Bkz. renk körlüğü.

akromegali
* Genel geliş
me bittikten sonra el, çene, burun gibi vücudun sivri kı

mları
ndaki kemiklerin kalı
nlaş
ması
,
büyümesi veya uzaması.

akropol
* Eski Yunan ş
ehirlerinde, en önemli yapı
ları
n ve tapı
nakları
n bulunduğ
u iç kale.

akrostiş
* Her dizenin ilk harfi yukarı
dan aş
ağı
ya doğ
ru okununca ortaya bir söz çı
kacak biçimde düzenlenmiş
manzume, muvaş şah, tevşih.

aks
* Dingil.

aksak
* Aksayan, hafifçe topallayan.
*İ yi gitmeyen, iyi iş
lemeyen.
* Türk müziğinde oldukça kı vrak bir usul.
* Eski Yunan ve Lâtin ş iir ölçüsünde, sondan bir önceki hecesi kı
sa olacak yerde uzun olan dize.

aksak eş
ekle yüksek dağ a çıkılmaz
* eksik araçlarla sağlıklıişyapı
lmaz.

aksakal
* Köyün veya mahallenin ihtiyar heyetinde olan kimse.
* Ermiş
, evliya.

aksaklı
k
* Aksak olma durumu.

aksam
* Kı

mlar.

aksama
* Aksamak iş
i.

aksamak
* Hafif topallamak.
* (bir iş
) Gereği gibi yürümemek, geri kalmak.

aksan
* Bir ülkenin insanları
na veya bir çevreye özgü söyleyişözelliği.
* Vurgu, kelime vurgusu, grup vurgusu.

aksanıbozuk
* Bir dildeki kelimeleri doğru söyleyemeyen.

aksata
* "alma ve verme" Alı
şveriş
.

aksatı
ş
* Aksatmak iş
i veya biçimi.

aksatma
* Aksatmak iş
i.

aksatmak
* Aksaması
na yol açmak, bir iş
i gereğ
i gibi yürütmemek.

aksayı
ş
* Aksamak iş
i veya biçimi.

akse
* Hastalı
k nöbeti, kriz.

aksedir
* Kaplamasımobilyacı

kta kullanı
lan, açı
k kahve rengi öz odunlu olan bir ağaç (Thuya occidentalist).

akselerograf
*İ vmeyazar.

akselerometre
*İvmeölçer.

akseptans
* Yabancıülkelerde okuyacak öğrenciler için gönderilen kabul belgesi.
* Poliçelerin üzerine "kabulümdür" biçiminde yazı
larak altıimzalanan açı
klama.

aksesuar
* Bir aletin, bir makinenin iş
levine katı
lmayan, ancak kendine özgü ayrıbir yararıbulunan alet, araç veya
nesne.
* Konunun gerektirdiği ölçüde kullanılan, bir sahne içinde yer alan veya oyuncunun dekor gereğ i kullandı
ğı
çeş
itli eş
ya.
* Kadı
n giyiminde giysiyi bütünleyen ayakkabı , çanta, kemer, şapka, eldiven, mücevher gibi eş
ya.

aksesuarcı
* Aksesuarıhazı rlayan kimse.
* Aksesuar kullanması nıseven.

aksetme
* Aksetmek iş
i.

aksetmek
* (ses) Bir yere çarpıp geri dönmek, yankı lanmak, yankıvermek.
* (ış
ık) Bir yere vurmak.
* (bir ı
şık veya bir şekil) Düz ve parlak bir yüzeye çarpı
p orada aynen görünmek, yansı
lanmak.
* Ulaş mak, yayı lmak, duyulmak.
* Evirmek, tersine çevirmek.

aksettirme
* Aksettirme iş
i.

aksettirmek
* (sesi) Yankı
lamak.
* (ış
ığı) Yansı
tmak.
* Haberi, durumu, ulaş

rmak, yaymak, duyurmak.

aksı

k
* Herhangi bir sebeple burun zarı
nın gı cı
klanmasısonucu solunum kasları
nın birdenbire kası
lması
yla ağ
ız ve
burundan hızlı
, gürültülü soluk boş
almasıolayı, aksırma, hapş
ırma, hapş
ırı
k.
aksı

klı
* Aksı

ğa tutulmuş
, aksı

ğıolan, sı
k sı
k aksı
ran, hapş
ırı
klı
.

aksı

klı
tıksı

klı
* Yaşlı
, hastalı
klı
.

aksı

ş
* Aksı
rma, aksı
rma biçimi.

aksı
rma
* Aksı
rmak iş
i.

aksı
rmak
* Burun zarları

n gıcı
klanmasıile solunum kasları
nın birdenbire kası
lmasıüzerine, ağ
ız ve burundan hı
zlı
,
gürültülü soluk boş
altmak, hapş
ırmak.

aksı
rtma
* Aksı
rtmak iş
i.

aksı
rtmak
* Birinin aksı
rması
na sebep olmak, hapş
ırtmak.

aksi
* Ters, zıt, karşıt, olumsuz, menfi.
* Uygun olmayan.
*İ natçı, hırçın, huysuz.

aksi aksi
* Olumsuz bir biçimde, ters ve kı
zgı
n olarak.

aksi gibi
* istenmediğ
i hâlde, aksilik olarak.

aksi hâlde
* yoksa, öyle olmazsa.

aksi ş
eytan
* iş
ler yolunda gitmediğ
i zaman "ne kadar ilgisiz, münasebetsiz" anlamı
nda kullanı

r.

aksi takdirde
* yoksa, aksi hâlde.

aksi tesadüf
* "ş
anssı
zlı
ğa bak" anlamı
nda kullanı

r.

aksilenme
* Aksilenmek iş
i.

aksilenmek
* Aksileş
mek, huysuzlanmak.

aksileş
me
* Aksileş
mek iş
i.

aksileş
mek
* Huysuzlanmak, huysuzluk etmek, ters davranmak, inatçı

k etmek.

aksiliğ
i tutmak
* güçlük çı
karmak, inadı
nda direnmek.

aksiliğ
i üstünde
* olumsuz davranı
şlı
.

aksilik
* Terslik, inatçı

k, huysuzluk.
* Bir iş
in yolunda gitmemesi durumu, uygunsuzluk, elveriş
sizlik.

aksilik çı
kmak
* engel ortaya çı
kmak.

aksilik etmek
* güçlük çı
karmak, uyuş
maya yanaş
mamak, huysuzluk etmek, inatçı

k etmek, ters davranmak.

aksine
* Tersine.

aksiseda
* Yankı
.

aksiyom
* Kendiliğ
inden apaçı
k olan ve böyle olduğu için öteki önermelerin ön dayanağ
ıolan temel önerme, belit,
mütearife.

aksiyon
* Bir kuvvetin, maddî bir etkenin, bir düş üncenin ortaya çıkması
.
*İ nsan etkinliğinin veya iradesinin açı
ğa çıkması .
* Hareket, iş.
* Bir oyuncunun sahne üzerindeki hareketi, bu hareketten ortaya çıkan geliş
im.
* Oyunun teması nıgeliştiren başlı
ca olay, hikâye, geliş
im.
* Sermayenin belirli bir bölümü.
* Hisse senedi, pay senedi.

aksoğ
an
* Ada soğanı
.

akson
* Sinir uyarmaları
nısinir hücresinden ileriye uzatmaya yarayan, sinir hücrelerinin uzantı
ları
ndan en belirli ve
uzun olanı.

aksona
* Vurgun hastalı
ğına karş
ıuygulanan emniyet durakları
.

aksöğ
üt
* Söğütgillerden, kabukları
eczacı

kta kullanı
lan bir söğ
üt türü (Salix alba).

aksu
* Gözdeki billûr cismin saydamlı
ğı
nıyitirerek ağarması
ndan ileri gelen körlük, ak basma, perde, katarakt.

aksungur
* Akdoğ
an.

aksülâmel
* Tepki, reaksiyon.

akş
am
* Gündüzün son ve gecenin ilk saatleri.
* Gece.
* Akşam vakti kı

nan namaz.

akş
am ahı
ra sabah çayı ra
* hayatta yiyip içip yatmaktan baş
ka kaygı
sıolmayanlar için söylenir.

akş
am akş
am
* Akş
amı
n olduğ
uşu dar zamanda.

akş
am azadı
* Ders çı

şı
, ders paydosu.

akş
am ezanı
* Günün dördüncü namaz vaktini bildiren ezan; güneş
in battı
ğısı
ralar.

akş
am gazetesi
* Baskısıöğ
leden sonra, özellikle akş
ama doğru yapı
lan gazete.

akş
am güneşi
* Etkisi azalmı
şgün ı
şı
ğı
.
* Yaşlılı
k dönemi.

akş
am karanlı
ğı
* Alaca karanlı
k.

akş
am namazı

kindi ile yatsınamazıarası
nda kı

nan namaz.

akş
am pazarı
* Pazarlarda, iş
portalarda akş
ama doğ
ru tezgâhta kalmı
şmalları
n ucuz fiyatla satı

şı
.

akş
am piyasası
* Akşam üzerleri belli bir yerde yapı
lan gezinti.

akş
am saati
* Akş
am vakti, akş
amleyin.

akş
am simidi
*İ kindi üzeri çı
karı
lan sı
cak, susamlısimit.

akş
am yeli
* Akş
amlarıesen serin rüzgâr.

Akş
am Yı
ldızı
* Venüs, Çulpan.

akş
ama doğru
* Gündüzün akş
ama yakı
n bir zamanı
nda.

akş
ama kadar
* bütün gün, ara vermeden.

akş
ama kalmak
* (iş
) gecikmek, bitmemek.

akş
ama sabaha
* Neredeyse, pek yakı
nda, kı
sa bir zaman içinde.

akş
amcı
* Akşamlarıiçki içme alı
şkanlığı
nda olan kimse.
* Çalı
şmasıakş ama rastlayan.
* Çalı
şmaları
nıdaha yoğ un olarak akş
am saatlerinde yapan.

akş
amcı

k
* Akş
amcıolma durumu.

akş
amcı

k etmek
* akşamcı
lar içki içmek amacı
yla bir araya gelmek.
akş
amdan
* akş
am olmak üzere iken, akş
ama doğ
ru.

akş
amdan akş
ama
* Her akş
am üst üste.

akş
amdan kalmı
ş(veya kalma)
* geceki sarhoş
luğ
un mahmurluğ
unu taş
ıyan.

akş
amdan kavur, sabaha savur
* kazandı ğınıgünü gününe harcayan tutumsuz kimselerin durumunu anlatmak için kullanı

r.

akş
amdan sonra merhaba (veya sabahlar hayrolsun)
* işişten geçtikten, olan olduktan sonra gösterilen ilgi için söylenir.

akş
amıbulmak (veya akş
amıetmek)
* akş
amlamak, günü bitirmek.

akş
amı
n işini sabaha (veya yarı
na) bı
rakma
* bu gün yapı lmasıgereken bir iş
i ertesi güne bı
rakmak sakı
ncalı

r.

akş
amki
* Akş
am olan, akş
am yapı
lan.

akş
amlama
* Akş
amlamak durumu, iş
i.

akş
amlamak
* Bütün günü bir yerde veya bir iş
te geçirerek akş
ama eriş
mek, akş
amı
bulmak.
* Akş amıbir yerde geçirmek.
* (ay) Dolun ay durumundan sonra geç doğ mak.

akş
amlar (veya akşam şerifler) hayrolsun!
* akşam vakti kullanılan esenleme sözü, iyi akş
amlar!.

akş
amları
* Akşam vakti.
* Her akş
am.

akş
amlatma
* Akş
amlatmak iş
i.

akş
amlatmak
* Akş
amıyaptı
rmak, akş
amıbuldurmak veya ettirmek.

akş
amleyin
* Akş
am saatlerinde, akş
am olduğ
unda, akş
am vakti.

akş
amlısabahlı
* Her akş
am ve her sabah.

akş
amlı
k
* Akş
ama özgü olan, akş
am için.

akş
amlı
k sabahlı
k
* Nerede ise, kaçı
nılmaz sonuç pek yakı
n.

akş
amsefası
* Gecesefası
.

akş
amüstü
* Güneş
in battı
ğısı
ralarda, akş
ama doğru, akş
am yaklaş
ırken.
akş
amüzeri
* Bkz. akş
amüstü.

akş
ın
* Kılları
nda ve gözlerinde, bazen de derisinde doğ
uştan boya maddesi bulunmadı
ğıiçin her yanıak olan
(hayvan veya insan) çapar, albino.

akş
ınlı
k
* Akş
ın olma durumu.

aktar
* Baharat, ev ilâçları
, gereçleri satan kimse veya dükkân.
* Anadolu'da iğne, iplik, baharat, zarf, kâğıt, tütün vb. satan kimse veya dükkân.

aktarı

* Dam kiremitlerini aktarı
p kı
rıklarıyenileyen kimse.
* Voleybolda öbür oyuncuların vurmasıiçin topu, ağı n üzerine yükselten oyuncu.
* Görüntüyü bir bölgeden baş ka bir bölgeye ileten araç.

aktarı
lma
* Aktarı
lmak iş
i.

aktarı
lmak
* Aktarmak iş
ine konu olmak.

aktarı
m
* Aktarma iş
i, nakil.

aktarı
ş
* Aktarmak iş
i veya biçimi.

aktariye
* Aktarı
n sattı
ğış
eyler.

aktarlı
k
* Aktarı
n yaptı
ğıiş
.

aktarma
* Aktarmak iş i.
* Bir taşı ttan başka bir taşı
ta geçme.
* Sürülmemiştarlayı ilk veya ikinci kez sürme.
* Alıntı, iktibas.
* Bir oyuncunun topu kendi takı mı ndan bir baş
ka oyuncuya göndermesi.
* Arıları bir kovandan ötekine geçirme.
* Bir hesaptan baş ka bir hesaba para havale etme, virman.

aktarma etmek
* aktarmak.

aktarma yapmak
* bir taş
ıttan ötekine geçmek.
* bütçede bir bölümden baş ka bir bölüme ödenek geçirmek.

aktarmacı
* Aktarma iş
ini yapan kimse.

aktarmacı
lık
* Aktarma iş
i, aktarma iş
iyle uğ
raş
ma.

aktarmak
* Bir yerden, bir kaptan baş
ka bir yere veya kaba geçirmek.
* Bir şeyin yolunu, yönünü değ iştirmek.
* Bir kitaptan veya bir yazı dan bir bölümü almak, iktibas etmek.
* Bir dilden baş ka bir dile çevirmek, tercüme etmek.
* Çatıkiremitlerini gözden geçirerek kı rı
k ve bozuk olanları
nın yerlerine sağ
lamları
nıkoymak.
* Sürülmemiştarlayı ilk ve ikinci kez sürmek.
*İ letmek; bildirmek.
* Bir tekniğ e göre biçimlendirmek, uyarlamak.
* Bir kitabı, daha çok Kur'an'ıbaş ından sonuna kadar okumak.

aktarmalı
* (taş
ıtlar için) Belli bir süre sonra inilip baş
ka bir taş
ıta binilmesini gerektiren.

aktarması
z
* (taş
ıtlar için) Belli bir süre sonra inilip baş
ka bir taş
ıta binilmesini gerektirmeyen.

aktartma
* Aktartmak iş
i yaptı
rmak.

aktartmak
* Aktarmak iş
i yaptı
rtmak.

aktavş
an
* Bir cins iri çöl sı
çanı(Jaculus).

aktif
* Etkin, canlı , hareketli, çalı
şkan.
* Etkili, etken.
* Bir ticarethanenin, ortaklı ğın para ile değ
erlendirilebilen mal ve hakları

n tümü.
* Etken.

aktif fiil
* Etken fiil.

aktif metot
* Öğrencilerin, kiş
isel çalı
şmaları
nıve işyapma yeteneklerini geliş
tirmeyi sağ
layan bilimsel yöntem.

aktif rol oynamak


* etkili olmak.

aktif taş
ıma
* Bir maddenin hücre zarı
ndan enerji harcanarak hücre içine veya dı
şı
na taş
ınması
.

aktifleş
me
* Aktif duruma gelme.

aktifleş
mek
* Canlıhareketli, etkili olmak, aktif duruma gelmek.

aktifleş
tirme
* Aktifleş
tirmek iş
i.

aktifleş
tirmek
* Aktifleş
mesini sağ
lamak, aktif duruma getirmek.

aktiflik
* Etkinlik.

aktinit
* Aktinyum, toryum, protaktinyum, tulyum, plûtonyum, amerikyum, küryum ve berkelyum radyoaktif
elementlerinin ortak adı
.

aktinoloji
* Güneşı
şı
nları
nın hem insan hem de bütün canlı
lar üzerinde etkisini inceleyen bilim dalı
.

aktinyum
* Atom numarası89, atom ağı
rlı
ğı227 olan, radyoaktif bir element.Kı
saltmasıAc.

aktinyumlu
* Özünde aktinyum bulunduran.

aktivite
* Etkinlik.

aktivizm
* Etkincilik.

aktör
* Erkek oyuncu.
* Olduğundan başka türlü görünen kimse.

aktöre
* Ahlâk.

aktörlük
* Aktörün görevi, aktörün yaptığıiş
.
* Olduğundan baş ka türlü görünme, kendini baş
ka türlü gösterme.

aktris
* Kadı
n oyuncu.

aktüalite
* Güncellik.
* Günün olayıveya konusu.

aktüalitesini kaybetmek
* güncelliğini yitirmek.

aktüalizm
* Geçmişjeolojik olayları
n bugünkülere bakarak açı klanabileceğ
ini ileri süren öğ
reti, edimselcilik.
* Kuvveden fiile geçmişolan hâl (Aristo felsefesi).

aktüel
* Güncel, şimdiki.
* Edimsel.

akur
* Azgı
n, kı
zgı
n (hayvan).

akustik
* Fizik biliminin konusu ses olan kolu, yankıbilimi.
* Kapalıbir yerde seslerin dağılı
m biçimi, ses dağılı
mı, yankı
lanı
m.

akut

lerlemiş
,şiddetli, acil (hastalı
k).

akuzatif
* Yükleme durumu.

akü
* Akümülâtörün kı
saltı
lmı
şadı
.

akümülâtör
* Elektrik enerjisini kimyasal enerji olarak depo eden, istenildiğinde bunu elektrik enerjisi olarak veren cihaz,
akı
mtoplar.
aküpunktür
* Vücudun belirli noktaları
na genellikle altı
n iğne batı
rarak yapı
lan Çin'de yayı
lmı
şolan tedavi.

akva
* Kuvvetli, sağlam.
* Bir tür sı
rmalı ve köstekli bı
çak.

akvam
* Kavimler.

akvarel
* Sulu boya resim.

akvaryum
* Tatlıveya tuzlu su hayvanları
nın, su bitkilerinin yapay bir ortamda beslendiğ
i cam su kabı
.

akvaryumcu
* Akvaryum iş
iyle uğ
raş
an kimse.

akvaryumculuk
* Akvaryumcunun mesleği.
* Süs balı
ğıbeslemeciliğ
i.

akya balı
ğı
* Uskumrugillerden, ufak pullu, 10-15 bazen de 50-60 kg gelen bir balı
k, akbalı
k (Lichia amia).

akyuvar
* Kan ve lenf gibi vücut sı
vıları
nda bulunan çekirdekli, yuvarlak hücre, lökosit.

akzambak
* Zambakgillerden, süs bitkisi olarak yetiş
tirilen, çiçeğ
i dişve yüz ş

lerinin tedavisinde kullanı
lan bir bitki
(Lilium candidum).

Al
* Alüminyum'un kı
saltması
.

al
* Aldatma, düzen, tuzak, hile.

al
* Kanı n rengi, kı

l, kı
rmı
zı.
* Bu renkte olan.
* (at donu için) Dorunun açığ
ı, kı

la çalan.
* Yüze sürülen pembe düzgün, allık.

al (veya alı
n)
* işte.

al (veya kanlı) gömlek gizlenemez


* gizli tutulmasıelde olmayan ş
eyler için söylenir.

-al- / -el-

simden fiil türeten ek.

-al / -el

simden sı
fat türeten ek: gen-el, gövel (< gök-el), güz-el (<gözel), doğ
-al, öz-el vb.

al basmak
* loğ
usa albastıhastalı
ğı
na tutulmak.

al bayrak (veya sancak)


* Türk bayrağ
ı.

al benden de o kadar
* ben de aynıdurumdayı
m veya ben de aynıdüş
üncedeyim.

al birini, vur ötekine (veya birine)


* hiçbiri iş
e yaramaz, hepsi bir ayarda.

al elmaya taşatan çok olur


* değerli kimselere sataş
an çok olur.

al giymedim ki alınayım
* "bu işle hiçbir ilgim olmadı
ğıiçin söylenen sözleri kendi üzerime almadı
m" anlamı
nda kullanı

r.

al gülüm ver gülüm


* iki sevgilinin birbirine sevgi gösterisinde bulunmaları
.
* bir kimseye yapı lan hizmetin hemen karş ılı
ğı
nıbekleme durumu.

al kan
* Doymuşalifatik hidrokarbonları
n genel adı
, parajin.

al kanlara boyanmak
* yaralanmak, vurularak ölmek; ş
ehit olmak.

al karı

* Loğusalara musallat olarak onlarıboğ
duğu sanı
lan görüntü.

al kiraz üstüne kar yağmı


ş
* düşünülmeyen, beklenilmeyen ş
eylerin de olabileceğini anlatı
r.

al sana bir daha


* yeni bir aksilik olunca bezginlik bildirmek için "iş
te" anlamı
nda söylenir.

al takke ver külâh


* uzun bir çekişmeden sonra, çekiş e çekiş
e.
* araları
ndaki senli benli iliş
kiyi sürdürerek.

ala
* Karışı
k renkli, çok renkli, alaca.
* Açık kestane renginde olan, elâ (göz).
* Kekliğin boynundaki siyah halka.
* Alabalı
ğın kısaltılmışadı .

âlâ

yi, pek iyi.

-ala- / -ele-
* Fiilden sı
klı
k (tekerrür) çatı
sıtüreten ek: çalk-ala-, ş
aş-ala-, silk-ele-, it-ele-, kak-ala-, kov-ala- vb.

ala ala
* Toplu olarak yapı
lan iş
lerde bağ
rış
arak söylenen ala ala hey! ünleminde geçer.

ala alaya kalkmak


* bağrı
şarak gürültü etmeye kalkmak.

ala gün
* Yazı
n güneşbulut arkası
nda kaldı
ğı
nda oluş
an gölgeli durum.

ala sulu
* Yeni olgunlaşmaya baş lamı
ş(meyve).
*İ yi piş
memiş , suluca (yemek).
ala tav
* Az tavlı
, yarı
yaşyarıkuru olan (toprak).

ala tavlı
* Bitkinin çimlenmesi için yeterli tavı
bulmamı
ş(toprak).
*İ yice piş
memiş(yemek).

Ala Yuntlu
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

alabacak
* Ayağısekili (at).
* Ara bozucu, dönek, uğ
ursuz (kimse).

alabalı
k
* Ala balı
kgillerden, soğuk ve duru sularda yaş
ayan, eti turuncu ve lezzetli, 250 gr dan 2 kg a kadar gelen bir
tatlısu balığ
ı(Trutta faris).

alabalı
kgiller
* Omurgalıhayvanlardan, kemikli balı
kları
n bir familyası
.

alabanda
* Deniz teknelerinin iç yanları
, borda karş
ıtı
.

alabanda ateş
* Geminin bir yanı
nda bulunan toplarla birden ateşedilmesi komutu.

alabanda etmek
* dümeni sağ
a veya sola, sonuna kadar çevirmek.

alabanda iskele
* Dümeni sol yana doğru sonuna kadar çevirme komutu.

alabanda sancak
* Dümeni sağyana doğ
ru, sonuna kadar çevirme komutu.

alabanda vermek
* azarlamak, paylamak, haş
lamak.

alabandayıyemek
* adamakı
llıazarlanmak.

alabaş
* Turpgillerden, ş
algama benzeyen bir bitki.

alabildiğ
ine
* Sı
nı rsı
z, uçsuz bucaksız.
* Aşırıderecede, gereğinden çok.
* Olanca hı zıile.

alabora
* Geminin devrilecek kadar yan yatması .
* Bir serenin yatay durumdan düş ey duruma getirilmesi.
* Selâmlamak için filika küreklerinin yukarıya kaldı

lması.
* Balığıtoplamak için dalyan ağ ının yukarıya alı
nması.

alabora olmak
* tekne, sandal vb. deniz araçlarıdevrilip ters dönmek.
* işler alt üst olmak.

alabros
* Fı
rça gibi dik kesilmiş(erkek saçı
).
alaca
* Birkaç rengin karı şımından oluş an renk.
*İ ki veya daha çok renkli.
* Birkaç renkli iplikten yapılmışdokuma.
* Ağaçta ilk olgunlaş an meyve.
* Keklik, bıldırcı
n gibi kuş ları
avlamak için kullanı
lan iki renkli bez.
* Meyvelere, daha çok üzüme düş en ben.
* Kötü huy.

alaca aş
* Aş
ure.

alaca bulaca
* Çok karı
şı
k renkli.

alaca düş
mek
* (meyve) olgunlaş
maya baş
lamak.

alaca karanlık
* Güneşdoğmadan önce veya battı
ktan hemen sonraki aydı
nlı
k, yarıkaranlı
k.

alacabalı
kçıl
* Balıkçılgiller familyası
ndan, uzunluğ
u 50 cm, kül rengi, akla kara karı
şı
k, sazlı
klarda yaş
ayan bir kuştürü
(Ardeola ralloides).

alacağ
ıolmak
* birinden alı
nacak parasıolmak.
* vakit darlı
ğı
ndan bir öneriyi kibarca geri çevirmek.

alacağ
ıolsun!
* "günün birinde ondan öcümü alı

m" anlamı
nda göz korkutma sözü.

alacağ
ım olsun da ala kargada olsun
* alacaklıolmak iyi bir ş
eydir.

alacağ
ına ş
ahin, vereceğine karga (veya kuzgun)
* alı
rken kolaylı
k gösteren, verirken de güçlük çı
karan kimse.

alacağ
ına tutmak
* bir ş
eyi vereceğe veya borca karş
ılı
k saymak.

alacak
* Bir hesap gereğ ince daha alı
nmamı
şolan para, mal veya baş
ka ş
ey, matlûp.
* Para verilerek alı
nacak şey.

alacak verecek
* alı
şverişiliş
kisi.

alacakarga
* Saksağ
an.

alacaklı
* Birinden alacağ
ıolan, borçlu karş
ıtı
.
* Birinden alacağ
ıolan kimse.

alacaklıçı
kmak
* alacağı
vereceğinden çok olmak.

alacaklıolmak
* birinden alacağ
ıbir ş
ey bulunmak.
alacalama
* Alacalamak iş
i.

alacalamak
* Renk renk, benek benek boyamak.

alacalandı
rma
* Alacalandı
rmak iş
i.

alacalandı
rmak
* Alaca duruma getirmek.

alacalanma
* Alacalanmak iş
i.

alacalanmak
* Alaca bir duruma gelmek.
* Eriyen karlar arası
ndan yer yer toprak görünmek.
* Herhangi bir heyecan dolayı sı
yla benzi kı
zarı
p bozarmak, renkten renge girmek.

alacalı
* Alaca, rengârenk.

alacalıbulacalı
* Çok karı
şı
k ve çiğrenkli, alaca bulaca.

alacalı
k
* Alacalıolma durumu.
* Renkli ve renksiz kı
lları
n bütün vücutta düzenli ş
ekilde dağ
ılmayarak büyük ve küçük parçalar hâlinde
birleş
mesiyle meydana gelen bir at donu.

alacamenekşe
* Hercaî menekş
e.

alacasansar
* Benekli sansar türü.

alaçam
* Rengi kı

la yakı
n bir çam türü (Picea excelsa).

alaçı
k
* Üzeri dal ve hasırla örtülmüşkulübe, çardak.
* Keçeden yapı lan çadır.

alafranga
* Frenklerin töre, âdet ve hayatı
na uygun, Frenklerle ilgili, alaturka karş
ıtı
.
* Avrupa uygarlı ğınıbenimsemiş , Avrupa eğitimiyle yetişmiş(kimse).
* Alafranga saat.

alafranga müzik
* Batı
tarzı
nda ve ölçülerinde yapı
lmı
şmüzik.

alafranga saat
* Günü 24 saat sayarak, günün baş
layı
şı
nıgece yarı
sı01 olarak kabul eden saat sistemi.

alafranga tuvalet
* Batıtarzı
nda kapaklı
, üzerine oturulabilen klozetli tuvalet.

alafrangacı
* Alafranga hayatı
benimsemişolan.

alafrangacı

k
* Alafrangacıolma durumu.

alafrangalaşma
* Alafranga usulleri benimseme, alafranga olma.

alafrangalaş
mak
* Alafranga olmak, alafranga davranmak.

alafrangalaştı
rma
* Alafrangalaş

rmak iş
i.

alafrangalaştı
rmak
* Alafrangalaş
ması
na sebep olmak.

alafrangalık
* Alafranga olma durumu.

alâgarson
* Kı
sa kesilmişsaç.
* Oğlan saçıbiçiminde kesilmiş(kadı
n saçı
).

alageyik
* Geyikgillerden, postu benekli, erkeklerinin boynuzlarıuca doğ
ru kürek biçiminde geniş
leyen, Güney
Avrupa ve Kuzey Afrika'da yaş ayan bir cins geyik, sı
ğın (Dama dama).

alâimisema
* Gök kuş
ağı
.

-alak / -elek
* Fiilden sı
fat türeten ek: yat-alak, as-alak, çök-elek vb.

alâka
*İlgi.
* Gönül bağı
.

alâka çekmek (toplamak veya uyandı


rmak)
* ilgi çekmek.

alâka duymak
* ilgi duymak.

alâkabahş
*İlgilendirici, ilgi çeken, ilginç.

alâkadar

lgili, ilgili bulunulan.

alâkadar etmek
* ilgilendirmek.

alâkadar olmak
* ilgilenmek.

alâkalandı
rma
* Alâkalandı
rmak iş
i.

alâkalandı
rmak
*İlgilendirmek.

alâkalanma
* Alâkalanmak iş
i.
alâkalanmak
*İ lgilenmek.
* Gönül bağlamak, yakı nlık duymak.
* Bir ş ey çekici gelmek; zevk almak.

alâkalı

lgili.

alakarga
* Kargagillerden, iri gövdeli, ötücü, tüyleri alacalıbir kuştürü, kestane kargası(Garrulus glandarius).
* Saksağ
an.

alâkart
* Yemek listesinden seçilen, fiyatlarıayrıayrıhesaplanan (yemek), tabldot karş
ıtı
.
* Yemek listesinden yemek seçerek.

alâkası
z

lgisiz, ilgisi olmayan.

alâkası
zlı
k
*İlgisizlik.

alâkayı(veya alâkası nı) kesmek


* ilgiyi, ilgisini kesmek, iliş
kisi kalmamak, ayrı
lmak.

alâkok
* Rafadan.

alalama
* Alalamak iş
i, kamuflâj.

alalamak
* Beneklerle, çizgilerle veya renklerle bezeyerek bir ş
eyi bulunduğu çevreye uydurmak, maskelemek, kamufle
etmek.

alamana
* Balı
k avlamakta veya yük taş
ımakta kullanı
lan büyük kayı
k.

alamana ağı
* Kı yı
lardan uzak sularda avlanmak için iki alamana kayı
ğıtarafı
ndan kullanı
lan, uzunluğu 200 ile 250,
geniş
liğ
i 7 ile 25 kulaç olan büyük ağ.

alâmet
* Belirti, iş
aret, iz, niş
an.
* Büyüklük, irilik bakı mı ndan ş
aşı
lacak durumda olan ş
ey.

alâmetifarika
* Bazıticaret eşyasıüzerine konulan, o eş
yayıüreten veya satanıtanı
tan resim, harf gibi özel iş
aret, marka.
* Ayırı
cınitelik, ayı

cıözellik.

alâmetifarikalı
* Alâmetifarikasıolan.

alâminüt
* Çarçabuk, anı
nda, hemen, ş
ipş
ak.

alâminüt yemek
* Kolayca hazı
rlanı
p tüketilebilen yemek.

alan
* Düz, açı
k ve genişyer, meydan, saha.
* Orman içinde düz ve ağaçsı
z yer, düzlük, kayran.
* Bir konu veya çalı şma çevresi.
* Yüz ölçümü.
*İ çinde birtakım kuvvet çizgilerinin yayı lmışbulunduğ u var sayılan uzay parçası.
* Eski Roma'da açı k hava gösterisi yapılan genişyer.
* Bir alı
cımerceğ inin net bir görüntü sağlayabildiği derinlik ve genişliğ
in bütünü.
* Yarışmaları n, karşı
laşmaları n ve oyunların yapıldığıyer, saha.

alan hı

* Hareket eden bir cismi, duran bir noktaya birleş
tiren doğ
ru parçası
nın birim zamanda taradı
ğıalan.

alan korkusu
* Bazıkiş
ilerin alan, park, sokak gibi yerlerde duyduklarıürkeklik hastalı
ğı
, agorafobi.

alan talan
* Karmakarı
şı
k, allak bullak, darmadağ
ını
k.

alan talan etmek


* allak bullak etmek, dağ
ıtmak, alt üst etmek, yağ
ma etmek.

alan talan olmak


* her biri bir yana dağı
lmak.

alan topu
* Tenis.

alarga
* Açı
ktan geç, yaklaşma.
* Açı
k deniz, engin.
* Uzaktan, açı
ktan.

alarga durmak
* uzak durmak, karı
şmak istememek, ilgisiz davranmak.

alarga etmek
* açı
k denize çıkmak, engine açı
lmak.
* geri çekilmek, uzaklaş
mak.

alargada durmak
* uzakta durmak.

alargadan seyretmek
* Uzaktan bakmak.

alârm
* Bir tehlike olduğunda bunu herkesin haber alması
için verilen iş
aret.

alârma geçmek
* beliren tehlikeye karş
ıdirenebilecek, dayanabilecek duruma gelmek.

alaş
ağıetmek
* birini, yetkilerini elinden alı
p yerinden uzaklaş

rmak, atmak, kovmak.
* kapı p yere vurmak.

alaş
ağıvur yukarı
* çekiş
e çekiş
e (pazarlı
k).

alaş
ım
*İki veya daha çok metalden, bazıdurumlarda metallerle, C, P, Te gibi elementlerden oluş
an metal
görünümünde katıveya sıvıkarı
şı
m.

alaş
ımlama
* Alaş
ımlamak iş
i.
alaş
ımlamak
* Çözen metale, alaş
ım elementlerini eriterek katmak.

alaten
* Cüzamlı
, abraş
.

alaturka
* Eski Türk gelenek, görenek, töre ve hayatı
na uygun, alafranga karş
ıtı
.
* Bu töre ve hayatı
benimsemiş(kimse).
* Alaturka saat.
* Düzensiz, yöntemsiz.

alaturka müzik
* Türk müziği.

alaturka saat
* Güneş
in batı
şı
nda 12'yi gösterecek biçimde ayarlanmı
şsaat, ezanî saat.

alaturka tuvalet
* Tuvalet ihtiyacı
nıgidermek amacı
yla çömelme usulüne göre yapı
lan tuvalet.

alaturkacı
* Alaturka bilen, alaturka eser veren kimse.
* Türk müziğinden yana olan.
* Bu tür müziğ i seslendiren veya çalan, söyleyen.

alaturkacı
lık
* Alaturkacı
olma durumu.

alaturkalaşma
* Alaturkalaş
mak durumu.

alaturkalaşmak
* Alaturka olmak.

alaturkalaştı
rma
* Alaturkalaş

rmak iş
i.

alaturkalaştı
rmak
* Alaturkalaş
ması
nısağ
lamak.

alaturkalı
k
* Alaturka olma durumu.

alavandalı
* Bkz. andavallı
.

alavere
* Bir ş
eyin elden ele geçmesi.
* Bir ş
eyi elden ele vererek aktarma.
* Vapurlarda bu biçimde taş ı
ma işi için bordalarda kurulan basamaklıiskele.
* Kargaşalık.

alavere dalavere yapmak (veya çevirmek)


* hileli, düzenli bir işyapmak, yalanla dolanla işgörmek.

alavere tulumbası
* Emme basma tulumbası
.

alavereci
* Piyasada fiyatı
düş
ünce yükselir umuduyla mal alan ve fiyat yükselince malısatan toptancı
, vurguncu,
spekülâtör.

alay
* Herhangi bir törende veya gösteride yer alan topluluk.
* Çok kalabalık.
* Bütünü, hepsi.
* Genel olarak üç tabur (süvarilerde dört veya beşbölük) ve bunlara bağlıbirliklerden oluş
an asker
topluluğ
u.
* Çok miktarda, fazla sayıda.

alay
* Ses tonu, söz, davranı
şgibi yollarla biriyle, bir ş
eyle eğlenme; onu küçümseme.

alay alay
* Kalabalı
k olarak, pek çok.

alay beyi
* Albay rütbesinde jandarma alay komutanı
.

alay etmek
* bir kimsenin, bir ş
eyin, bir durumun, gülünç, kusurlu, eksik vb. yönlerini küçümseyerek eğ
lence konusu
yapmak.

alay geçmek
* alay etmek.

alay gibi gelmek


* inanı
lacak gibi olmamak.

alay malay
* hep birden, birlikte.

alaya almak
* alay etmek, eğlenmek.

alaya bozmak
* alay niteliğ
i vermek.

alaya çı
kmak
* askerî bir okulda baş
arıgösteremeyerek kı
taya gönderilmek.

alaybozan
* Bir çeş
it fitilli tüfek.

alaycı
* Alay etme huyu olan, müstehzi.
* Alay eden, küçümseyen, küçümseyerek eğlenen.

alaycı

k
* Alay etmeyi huy edinmişolma durumu.

alayı
nda olmak
* iş
i önem vermeyerek yapmak, iş
işaka konusu yapmak.

âlâyı
vâlâ ile
* bütün gösteriş
i ile.

alâyiş
* Gösteriş
, göz kamaş

rma.

alâyiş
li
* Gösteriş
li.

alaylı
* Erlikten yetişmişsubay.
* Gerekli okul eğitimini görmeden kendini yetiş
tirmişolan (kimse), mektepli karş
ıtı
.
* Gösterişli, görkemli, debdebeli.

alaylı
* Alay edici, küçümseyici, müstehzi.

alaysı
* Alaya benzer, ciddî olmayan.

alaz
* Alev, yalaz.

alaz alaz
* Alev alev.

alaza
* Dökülen tohumlarla ertesi yı
l kendiliğinden çı
kan tahı
l, soğ
an vb.

alazlama
* Alazlamak işi.
* Vücutta kı
zıllı k veya kı

l lekeler belirmesi durumu.

alazlamak
* Bir şeyin yüzünü alevden geçirmek, aleve tutmak.
* Sızlatmak, yakmak, acıvermek.

alazlanma
* Alazlanmak iş
i.

alazlanmak
* Alazlamak iş ine konu olmak.
*İnsan derisi için, üstünde kı
zıllı
k veya kı

l lekeler belirmek.

albasma
* Albastı
.

albastı
* Doğum sı rası
nda temizliğ
e dikkat edilmemesi yüzünden loğusanı
n tutulduğu ateş
li hastalı
k, loğusa
humması
, albasma.

albatr
* Kaymak taş
ı, su mermeri.

albatros
* Fı
rtı
na kuş
ugillerden, 1 m uzunluğunda, Atlantik Okyanusu'nda yaş
ayan iri bir kuştürü (Diomedea
exulans).

albay
* Rütbesi yarbay ile tuğ
general arası
nda bulunan ve ası
l görevi alay komutanlı
ğıolan üstsubay, miralay.

albaylı
k
* Albay rütbesi veya albayı
n görevi.

albeni
* Alı
m, çekicilik, cazibe.

albeni vermek
* çekiciliğ
ini artı
rmak, ilgi toplamak, hoşve güzel göstermek.
albenili
* Alı
mlı
, çekici, cazibeli.

albenisi olmak
* çekiciliğ
i bulunmak.

albinos
* Akş
ın.

albüm
* Resim, fotoğraf, pul gibi şeyleri dizip saklamaya yarayan bir tür defter.
* Herhangi bir konu ile ilgili kı
sa açıklamalar verilerek resimler bası
lmı şolan kitap.
* Bir sanatçı

n eserlerinin bir bölümünün yer aldı ğıkaset, uzunçalar, tekerçalar.

albümin
* Bitkilerin, hayvanları
n doku ve sıvıları
nda bulunan, birleş
imi karbon, oksijen, azot, hidrojen ve kükürt
olan, suda eriyen, beyaza yakın renkte, yapı
şkan madde.

albümin işeme
* Birçok hastalı
klarda, özellikle böbrek hastalı
kları
nda idrarda albümin bulunmasıdurumu, ak tutma.

albüminli

çinde albümin bulunan.

alçacı
k
* Çok alçak.

alçacı
k dağ larıben yarattı
m demek
* çok kurumlu olmak, kendini çok beğenmek.

alçak
* Yerden uzaklı ğ ıaz olan, yüksek karş
ıtı
.
* Aş ağı, yüksek olmayan (yer).
* (boy için) Kı sa.
* Bile bile en kötü, en ahlâksızca davranı ş
larda bulunan, aş
ağı

k, soysuz, namert, rezil hain.

alçak bası

* Barometrede 760 mm altı
nda bulunan, kötü havaya iş
aret olan hava durumu.

alçak gerilim
* Düşük voltajlıelektrik hattı
.
* Değeri ve gücü az olan elektrik potansiyeli.

alçak gönüllü
* (makam, para vb. durumlarda) Aş
ağıolanlarıkendisiyle eş
it tutan veya kendi değerini olduğ
undan aş
ağı
gösteren (kimse), mütevazı
.

alçak gönüllülük
* Alçak gönüllü olma durumu.

alçak kabartma
* Heykel sanatı
nda, yüzeyden çı

ntı
sıaz olan kabartma.

alçak kavuşum
* Kavuş
umda gezegenin güneş
le yer arası
nda bulunması
.

alçak ses
* Hafif ses.
* Kalın ses.

alçak yaylak
* Devamlıoturma bölgesinde, normal tahı
l ziraatı
yapı
lan alanları
n bitiş
iğinde genellikle deniz seviyesinden
900-1200 metre yükseklikteki yaylak.

alçakça
* Oldukça alçak.
* Alçak, aş
ağılı
k kimselere yaraş
ırcası
na.

alçaklaş
ma
* Bayağ
ılaş
mak durumu.

alçaklaş
mak
* Bayağ
ılaş
mak.

alçaklaş

rma
* Alçaklaş

rmak durumu.

alçaklaş

rmak
* Alçaklaş
ması
na sebep olmak.

alçaklı
k
* Alçak olma durumu.
* Alçakça davranı
ş,ş
enaat.

alçalı
ş
* Aş
ağı
laş
ma, bayağ
ılaş
ma, mezellet.

alçalma
* Alçalmak işi, inme.
* Toprağın çöküp oturması
.
* Kabarma alçalma olayı
nda suları
n indiği dönem, cezir.
* Düş künlük, zül.

alçalmak
* Alçak duruma gelmek, yüksekten aş
ağı
doğru inmek.
* (insan için) Değeri azalmak.

alçaltı
* Küçük düş
ürme, hor görme, zillet.

alçaltı

* Küçük düş
ürücü.

alçaltı
ş
* Alçaltmak iş
i veya biçimi.

alçaltma
* Alçaltmak iş
i.

alçaltmak
* Alçak duruma getirmek.
* Değerini azaltmak.

alçarak
* Az alçak.

alçı
* Alçı
taş
ını
n piş
irilip toz durumuna getirilmesinden elde edilen madde.

alçıkalı
p
* Bir ş
eyin üzerine alçıdökülerek alı
nan kalı
p.

alçıtaş
ı
* Toprak içinde katman olarak bulunan ve piş
irilip toz durumuna getirilerek alçıyapmaya yarayan hidratlı
kalsiyum sülfat, jips.

alçı

* Alçıtaş
ınıçıkaran kimse.
* Tavan ve duvarları
n alçı
ile kaplanması
nda çalı
şan iş
çi.

alçı
lama
* Alçı
lamak iş
i.

alçı
lamak
* Alçı
ile sı
vamak.
* Alçı
karı ş

rmak.

alçı
lanma
* Alçı
lanmak iş
i.

alçı
lanmak
* Alçı
lamak iş
ine konu olmak.

alçı
latma
* Alçı
latmak iş
i.

alçı
latmak
* Alçı
ile kapattı
rmak, sı
vatmak.

alçı

*İçinde alçıbulunan.
* Alçı
ile sarı
lmışolan.

alçı
pan
* Tavan süslemelerinde kullanı
lan ve çeş
itli desenleri olan alçı
dan yapı
lmı
şkalı
p.

alçı
ya almak (veya koymak)
* kı
rılan bir kemiği gereğ
i gibi kaynamasıiçin alçı
ya batı

lmı
şsargı
ile sarmak.

aldanç
* Çabuk ve kolay aldatı
lan kimse.

aldangı
ç
* Üzeri ot veya kumla örtülmüşçukur, tuzak.

aldanı
ş
* Aldanmak iş
i veya biçimi, kanma.

aldanma
* Aldanmak iş
i.

aldanmak
* Görünüş e kapılarak yanlışbir yargı
ya varmak, yanılmak.
* Bir hileye, bir yalana kanmak.
* Düşkı rıklığı
na uğramak.
* Avunmak, oyalanmak.
* (bitkiler için) Havanı n birden ısınmasıyla zamansız açan çiçek, soğ
uk sebebiyle donmak.

aldatı

* Aldatma niteliğ
i olan, yanı
ltı

, kandı


.

aldatı
lma
* Aldatı
lmak iş
i.

aldatı
lmak
* Aldatmak iş
ine konu olmak.

aldatı
ş
* Aldatma iş
i veya biçimi.

aldatma
* Aldatmak iş
i.

aldatmaca
* Aldatmaya dayanan davranı
ş, aldatı
cıoyun.

aldatmak
* Beklenmedik bir davranı şla yanı
ltmak.
* Karş ısı
ndakinin dikkatsizliğinden, ilgisizliğ
inden, gereğ i gibi uyanı
k olmayışından yararlanarak onun
zararı
na kazanç sağ lamak.
* Birine verilen sözü tutmamak, yalan söylemek.
* Bir şeyin görünürdeki durumu, o ş eyin niteliği bakı
mı ndan yanlı şbir kanıvermek.
* Ayartmak, kötü yola sürüklemek, baş tan çıkarmak, iğfal etmek.
* (karıveya koca) Eş ine sadakatsizlik etmek, ihanet etmek.
* Oyalamak, avutmak.

aldehit
* Alkolleri oksitlendirme veya asitleri indirgeme yolu ile elde edilen uçucu bir sı

.

aldı
* (halk edebiyatı
nda) söylemeye baş
ladı
.

aldı
ğıabdest ürküttüğü kurbağaya değ memek
* sağladı
ğı yarar, verdiğ
i zararıkarş
ılamamak.

aldı

ş
* Aldı
rmak iş
i veya biçimi.

aldı

şetmemek
* önem vermemek, aldı
rmamak, ilgi göstermemek, ilgilenmemek, ilgisiz kalmak, umursamamak.

aldı

şsı
z
* Aldı
rmaz, umursamayan.

aldı
rma
* Aldı
rmak iş
i.

aldı
rmak
* Almak işini yaptı
rmak.
* Getirtmek.
* Vücuttan herhangi bir parçayıveya organısağlı
k sebebiyle operasyonla çı
kartmak.
* Önem vermek, değer vermek (bu fiil, bu anlamıile ancak olumsuz, soru veya ş
art biçimlerinde kullanı

r).
* Elindekini başkası
na kaptırmak.
* Sı
ğ dı
rmak.

aldı
rmaz
* Bir ş
eye önem vermeyen; umursamayan, kayı
tsı
z, lâkayt.

aldı
rmazlı
k
* Aldı
rmaz olma durumu, tasası
zlı
k, kayı
tsı
zlı
k, lâkaydî.

aldı
rtma
* Aldı
rtmak iş
i.

aldı
rtmak
* Aldı
rmak iş
ini baş
kası
na yaptı
rmak.
alegori
* Bir görüntü, bir yaş
antıveya bir davranı
şı
n daha iyi kavranması
nısağlamak için göz önünde canlandı

p
dile getirme.

alegorik
* Alegori ile ilgili.

aleksi
* Okuma yitimi.

alelâcayip
* Acayip üstü çok acayip, tuhaf, garip, bambaş
ka.

alelâcele
* Çok acele ederek, çarçabuk, ivedilikle.

alelâde
* Her zaman görülen, olağan.
* Bayağı, sı
radan.

alelâdelik
* Alelâde olma durumu.

alelhesap
* Hesaba sayarak.

alelhusus
* Hele, özellikle, en çok.

alelı
tlak
* Genel olarak.

alelumum
* Genel olarak, genellikle.

alelusul
* (yöntem gereği, yöntem üzere) Yol yordam gereğince, kurala uygun bir biçimde.

alem
* Bayrak.
* Minare, kubbe, sancak direği gibi yüksek ş
eylerin tepesinde bulunan, madenden yapı
lmı
şay yı
ldı
z veya lâle
biçiminde süs.

âlem
* Yeryüzü ve gökyüzündeki nesnelerin oluş turduğ u bütün, evren.
* Dünya, cihan.
* Aynıkonu ile ilgili kimseler veya bu kimselerin uğraşları
nın bütünü.
* Hayvan veya bitkilerin bütünü.
* Durum ve ş artlar.
* Herkes, başkaları.
* Ortam, çevre.
* Eğlence.
* Kendine özgü birçok niteliğ i bulunan ş
ey veya farklıdavranı şiçinde bulunan kimse.
* Duygu, düş ünce, düşgücü.

alem olmak
* sembol olmak.

âlem yapmak
* sazlısözlü eğlenmek.

alemci
* Camilerin kubbelerine, minarelerine alem yapan veya takan kimse.

alemdar
* Bayrağıveya sancağı
taş
ıyan, bayraktar, sancaktar.
* Önder.

âleme dalmak
* çevre ile ilgisini kesip iç dünyası
na kapanmak.
* eğlenceye, zevkusefaya kapı lmak.

âlemi var mı?


* yakı
şı
k alı
r mı
, uygun olur mu?.

âlemin ağzıtorba değil ki büzesin


* Bkz. elin ağ
zıtorba değil ki büzesin.

âlemş
ümul
* Dünya ölçüsünde, evrensel, üniversel.

alenen
* Açı
ktan açı
ğa, herkesin gözü önünde, herkesin içinde, gizlemeden, açı
kça.

alengirli
* Gösteriş
li, yakı
şı
klı
.

alenî
* Açı
k, ortada, meydanda, herkesin içinde yapı
lan.

alenîleş
me
* Alenîleş
mek iş
i veya durumu.

alenîleş
mek
* Herkesçe bilinir duruma gelmek.

aleniyet
* Açı
k olma durumu, açı
klı
k.

alerji
* Bazıcanlıları
n birtakım yiyeceklere, ilâçlara, toz, koku gibi nesnelere karş
ıhastalı
k derecesinde gösterdikleri

ırı
tepki.
* Bir kimseye veya bir ş
eye karşıolumsuz yönde duyulan aş ı
rıduyarlık.

alerjik
* Alerji ile ilgili olan.
* Herhangi bir maddeye veya kimseye karş
ıolumsuz duygularıolan, alerjisi bulunan.

alessabah
* Sabah erkenden.

alesta
* Harekete hazı
r, tetikte.

alesta beklemek
* hazı
r durumda beklemek.

alesta durmak
* tetikte beklemek.

alesta tutmak
* hemen kullanı
labilecek durumda bulundurmak.

alet
* Bir el iş
ini veya mekanik bir işi gerçekleş
tirmek için özel olarak yapı
lmı şnesne.
* Bir sanatıyapmaya, uygulamaya yarayan özel araç, aygı t.
* Bir makineyi oluş turan ve işlemesine yardı m eden parçalardan her biri.
* Hoşgörülmeyen bir iş e yardımcıveya aracıolmayıkabul eden kimse, maş a.

alet edevat
* Bu el iş
ini veya mekanik bir iş
i gerçekleş
tirmek için kullanı
lan araçlar.

alet etmek
* bir iş
te birini uygun olmayan bir biçimde kullanmak.

alet olmak
* bilerek bir çı
kar karş
ılı
ğıveya bilmeyerek kötü bir iş
te aracı

k etmek, vası
ta olmak.

aletli
* Aleti olan veya aletle yapı
lan.

aletli jimnastik
* Birtakı
m aletler kullanı
larak yapı
lan jimnastik.

alev
* Yanan maddelerin veya gazların türlü biçimlerde uzanan ı
şı
klıdili, yalı
m, yalaz, alaz.
* Ateş, sı
caklı
k, kı
vılcı
m.
* Aşk ateşi.
* Mızrak uçları
na takılan küçük bayrak, flâma.

alev alev
* Alevli olarak.
* Vücut ı sı
sıherhangi bir sebeple artmı
şve bu sebeple kı
zarmı
şolarak.

alev almak
* tutuş
mak, yanmaya başlamak.
* coşmak, heyecanlanmak, heyecana gelmek, telâş
lanmak, öfkelenmek.

alev bacayı(veya saçağ


ı) sarmak
* ateşbacayısarmak.

alev gibi parlamak


* canlı

ş ı

şı
l olmak.

alev kı
rmı
zısı
* Alev rengi.

alev lâmbası
* Gaz veya benzinle çalı
şan, ucundan bir alev püskürterek yanan ve kurş
un boru iş
lerinde kullanı
lan bir araç.

alev makinesi
* Düşman üzerine alevli sı

lar püskürten taş
ınabilir alet.

alev saçağ
ısarmak
* bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir duruma gelmek, ateşbacayısarmak.

Alevî
* Alevîliğe bağ
lı(kimse).

Alevîlik
* Halife Ali yanlı
sıolma durumu.

alevlendirme
* Alevlendirmek iş
i.

alevlendirmek
* Alevlenmesini sağlamak, tutuş turmak.
* Etkisini, ş
iddetini artı
rmak, çoğaltmak.

alevlenme
* Alevlenmek iş
i.

alevlenmek
* Alev çıkarmaya baş lamak.
* Zorlu, öfkeli veya heyecanlıbir durum almak.
* Parlamak.

alevli
* Alevi olan, alevlenmiş
.
* Şiddetli, hararetli.

aleyh
* Karş
ı, karş
ıt, zı
t.

aleyhe dönmek
* karş
ıdurum almak, karş
ıduruma geçmek.

aleyhinde (veya aleyhine) söylemek (veya bulunmak)


* çekiştirmek, yermek.

aleyhinde olmak
* birine karş
ıolumsuz duygu ve davranı
şiçinde bulunmak.

aleyhine dönmek
* destek vermekten vazgeçip karş
ıduruma geçmek.

aleyhine olmak
* bir iş
, birinin zararı
na olmak, onun için iyi olmamak.

aleyhtar
* Karş
ıolan, karş
ıtçı
.

aleyhtarlı
k
* Bir iş
e, harekete veya düş
ünceye karş
ıolma, karş
ıtçı

k.

aleyhte olmak
* karş
ıdurum almak.

aleykümselâm
* Arapça selâmünaleyküm selâmlama sözüne verilen "esenlik, selâmet üzerinize olsun" anlamı
nda karş
ılı
k.

alfa
* Yunan alfabesinin birinci harfi.

alfa
* Kuzey Afrika'da ve İ
spanya'da yetiş
en ve kâğ
ıt, ip, halıyapı
mında kullanı
lan bir bitki.

alfa ı
şı
nları
* Radyoaktif maddelerin yaydı
kları
üç ı
şı
ndan biri.

alfabe
* Bir dilin seslerini gösteren, belirli bir sıraya göre dizilmişbelli sayı
da harflerin bütününe verilen ad.
* Bir dilin harflerini tanı
tarak okuma öğ renmeyi sağ layan kitap.
* Bir iş
in baş langı cı.

alfabe dı
şı
* Bir milletin alfabesinde bulunmayan harf, Türk alfabesinde bulunmayan x, w, q harfleri gibi.
alfabe sı
rası
* Harflerin alfabedeki belirli düzene göre diziliş
i.
* Eşitlik ilkesini sağ
lamak için uyulan düzen.

alfabetik
* Alfabe sı
rası
na göre dizilmiş
.

alfabetik katalog
* Eserleri yazarları
n soy adları
na veya adları
na göre sı
raya sokan katalog.

alfabetik sı
ralama
* Bkz. alfabe sı
rası
.

alfaterapi
* Alfa ı
şı
nları
nın tedavide kullanı
lması
na verilen ad.

alfenit

çinde bakı
r, çinko, nikel bulunan ve çatal bı
çak takı
mıyapmakta kullanı
lan gümüş
lü bir alaş
ım.

alg
* Su yosunu.

algarina
* Ağır bir ş
eyi denizden çı
karmak veya denize indirmek işinde kullanı
lan büyük vinçli deniz teknesi.
* Bazıgemilerin başveya kıç tarafı
ndan eğik olarak uzatı
lmışbulunan makaralı , kı
sa ve kalı
n dikme.

algı
* Kazanç, alacak.
* Rüşvet.
* Vergi.

algı
* Haş
haşsütünü toplamakta kullanı
lan kaş
ık.

algı
* Bir ş
eye dikkati yönelterek, o ş
eyin bilincine varma, idrak.

algıbı
çağ
ı
* Haş
haşkozası
nıçizmeye yarayan alet.

algı
lama
* Algı
lamak iş
i, idrak etme.

algı
lamak
* Bir olayıveya bir nesnenin varlı
ğı
nıduyum yolu ile yalı
n bir biçimde bilinç alanı
na almak, idrak etmek.

algı
lanma
* Algı
lanmak iş
i veya durumu.

algı
lanmak
* Algı
lamak iş
ine konu olmak, idrak edilmek.

algı
latma
* Algı
latmak iş
i veya durumu.

algı
latmak
* Algı
lamak iş
ini birine yaptı
rmak, idrak ettirmek.

algı
layı

* Algıyetkisi olan.

algı
n
* Cılız, zayı
f, hastalı
klı.
* Birine gönül vermiş , tutkun, vurgun.

algler
* Su yosunları
.

algoritma
* IX. yüzyı
lın başında yaş amışolan Türk matematikçilerinden Musaoğ lu Harezmli Mehmed'e Arapları n
unvan olarak verdiği Elharezmî adı ndan batı da yapılan bir terim. Orta Çağda ondalı
k sayısistemine göre yapılan ve
son zamanlarda belirli herhangi bir kurala bağlıbulunan her türlü hesap işlemine verilen ad, Harezmli yolu.

-alı/ -eli
* "...-den beri" anlamı
nda zarf-fiil eki: al-alı
, gid-eli, görme-y-eli vb.

alı
al, moru mor
* telâşveya yorgunluktan yüzü kı
pkı
rmı
zıkesilmiş(olarak).
* sağlıklı
, canlıkanlı
.

alı

* Satın almak isteyen kimse, müş teri.
* Kendisine bir ş ey gönderilen kimse.
* Bir elektrik akı
mı nıalı
p baş ka bir kuvvete çeviren cihaz.
* Ahize, almaç.
* Azrail.
* Görüntüleri alan cihaz, kamera.

alı
cıbulmak
* müş
teri bulmak.

alı
cıçı
kmak
* müş teri bulunmak.
* istemek, talip olmak.

alı
cıgözüyle bakmak
* inceden inceye gözden geçirmek.

alı
cıkı

ğı
na girmek
* müş teri gibi davranmak.

alı
cıkuş
* Atmaca.

alı
cıverici
* Bağ
ışladı
ğı
nıgeri alan.

alı
cıyönetmeni
* Alı
cıyıdoğrudan doğ ruya çalı
ştı
ran ve yöneten, alı
cıhareketlerini gerçekleş
tiren, görüntülerin filme
alı
nmasınısağlayan kimse, kameraman.
* Televizyon alı

sınıdoğrudan çalıştı
ran kimse, kameraman.

alı
ç
* Gülgillerden, kı
rlarda yetiş en yabanî bir ağaç (Crataegus).
* Bu ağacı n mayhoşyemiş i.

alı
k
* Akı
lsı
z, sersem, budala, ebleh.

alı
k
* Hayvan çulu.
* Eskimişgiyecek.

alı
k alı
k
* Aptalca, ş
aşkı
nşaş
kın.

alı
k alı
k bakmak
* aptalca, ş
aşkı
nşaş
kın.

alı
k salı
k
* Aptal.
* Aptalca.

alı
klaş
ma
* Alı
klaş
mak iş
i.

alı
klaş
mak
* Alı
k duruma gelmek, bir ş
ey karş
ısı
nda aptallaş
ıpş
aşı
rmak, ş
aşkı
nlaş
mak, aptallaş
mak.

alı
klaş

rma
* Alı
klaş

rmak iş
i.

alı
klaş

rmak
* Alı
k duruma getirmek.

alı
klı
k
* Alı
k olma durumu veya alı
kça bir iş
.

alı
konulma
* Alı
konulmak iş
i.

alı
konulmak
* Alı
koymak iş
ine konu olmak, menedilmek, tatil edilmek.

alı
koyma
* Alı
koymak iş
i.

alı
koymak
* Bir süre için bir yerde tutmak.
* Birini, yapmakta olduğu veya yapmak istediği iş
ten geri tutmak.
* Ayı rı
p saklamak.
* Mahrum etmek.
* Mani olmak, engel olmak.

alı
m
* Almak iş
i.
* Gözü, gönlü çeken durum, cazibe.
* Kurum, çalı
m, gurur.

-alı
m / -elim
*İ stek kipinin çokluk 1. kiş
i eki: al-alı
m, gid-elim, baş
la-y-alı
m, bekle-y-elim vb.

alı
m çalı
m
* Gösteriş
, çekici hareket.

alı
m satı
m
* Satı
n alma ve satma iş
i, alı
şveriş
.

alı
m satı
m bürosu
* Alı
şverişiş
lerinin yapı
ldı
ğıveya düzenlendiğ
işube, yer.

alı
m satı
m ofisi
* Alı
m satı
m bürosu.

alı
mcı
* Baş
kası

n hesabı
na alacak toplayan veya kabul eden kimse.
alı
mlı
* Alı
mıolan, çekici, cazibeli.
* Kurumlu, çalı
mlı , gururlu.

alı
mlıçalı
mlı
* Gösteriş
li, güzel.

alı
mlı

k
* Alı
mlıolma durumu.

alı
msı
z
* Alı
mıolmayan, cazibesiz.

alı
msı
zlı
k
* Alı
msı
z olma durumu.

alı
n
* Yüzün, kaş larla saçlar arası
ndaki bölümü.
* Bir ocakta her türlü ayak, galeri, baca, kuyu ve yolun ilerletilmekte olan yüzeyi.
* (bazış eylerde) Ön, ön yüz.
* Karş ı
.

alı
n çatı

*İki kaş
ın arası
, alnı
n ortası
.

alı
n damarıçatlamak
* Bkz. ar damarıçatlamı
ş.

alı
n teri
* Emek.

alı
n teri dökmek
* çok emek vermek, zahmetli bir işgörmek.

alı
n teri ile kazanmak
* hak ederek, çalı
şarak, emek vererek kazanmak.

alı
n yazı

* Yazgı
, talih, kader, mukadderat.

alı
ndı
* Para veya baş
ka bir ş
eyin teslim alı
ndı
ğı
nıgösteren belge, makbuz.

alı
ndı

* Yerine gitmesini sağ
lamak için gönderenin ek bir ücret ödeyerek postaya alı
ndıkarş
ılı
ğında verilen
(mektup, paket vb.).

alı
ngan
* Aş
ırıduygulu, çabuk gücenen, kı

lan.

alı
nganlı
k
* Alı
ngan olma durumu.

alı
nlı
k
* Kadı
nların alı
nları
na taktı
kları
altı
n veya gümüş
ten süs eş
yası
.
* Yapı
larda cephe süsü.

alı
nma
* Alı
nmak iş
i.

alı
nmak
* Almak iş i yapılmak.
* Bir sözün, bir davranı
şı
n kendisine karş
ıolduğ
unu sanarak incinmek, kı

lmak veya öfkelenmek.
* Elde edilmek.
* Uyarlanmak, adapte olunmak.

alı
ntı
* Bir yazıya baş ka bir yazarı
n yazısı
ndan alı
nmı
şparça, aktarma, iktibas.
* Baş ka bir dilden alınmı şkelime.

alı
ntı
lama
* Alı
ntı
lamak iş
i.

alı
ntı
lamak
* Bir yazı
ya baş
ka bir yazarı
n yazı

ndan cümle veya cümleler almak, alı
ntıyapmak, aktarmak, iktibas etmek.

alı
p satmaz görünmek
* ilgisiz görünmek veya davranmak.

alı
p sattı
ğıolmamak
* hiç ilgisi bulunmamak.

alı
p vereceği olmamak
* bir kimseyle hiçbir ilgisi olmamak.

alı
p verememek
* anlaş
amamak, çekememek, geçinememek.

alı
p vermek
* yürek çarpı
ntı
sıgeçirmek.

alı
p yürümek
* az zamanda çok ilerlemek, yayı
lmak, çoğ
almak, artmak.

alı
r almaz
* hemen, derhal.

alı
rlı
k
* Duygusal uyarı
mlarıalabilme yeteneği, idrak kabiliyeti.

alı
ş
* Almak iş
i veya biçimi.

alı
şfiyatı
* Bir mal için alı
m karş
ılı
ğıödenen para ve üretim gereçleri fiyatı
.

alı
şveriş
* Alı
m satım iş
i.
*İliş
ki, münasebet.

alı
şverişyapmak
* alı
m satı
m iş
ini gerçekleş
tirmek.

alı
şveriş
e çıkmak
* alı
m satı
m iş
i için çarş
ıya gitmek.

alı
şveriş
i kesmek
* biriyle ilgisi kalmamak.

alı
şı
k
* Herhangi bir duruma alı
şmı
şolan.

alı
şı
k olmak
* alı
şkanlı
k durumuna gelmek.

alı
şı
klı
k
* Alı
şı
k olma durumu.

alı
şı
lma
* Alı
şı
lmak iş
i.

alı
şı
lmak
* Bir ş
eye alı
şmı
şduruma gelinmek.

alı
şı
lmamış
* Nadir, bilinmeyen, az rastlanan.

alı
şı
lmı
ş
* Her zamanki, mutat.

alı
şkan
* Alı
şkı
n.

alı
şkanlı
ğı
nda olmak
* iyice alı
şı
k bulunmak, huy hâline getirmek.

alı
şkanlı
k
* Bir şeye alı
şmı şolma durumu, itiyat, huy.
* Yakı nlı
k, arkadaş lık, ünsiyet.
*İ ç ve dışetkilerle davranı şların tekrarlanması
, hep aynı
biçimde gerçekleş
mesi sonucu beliren, ş
artlanmı
ş
davranış
.

alı
şkanlı
k edinmek
* bir ş
eyi sürekli yapar olmak, itiyat edinmek.

alı
şkanlı
ktan kopamamak
* belli bir huydan vazgeçememek, alı
şı
klı
ğıbı
rakamamak.

alı
şkı
* Yapı
lmaya alı
şı
lmı
şdavranı
ş.

alı
şkı
n
* Bir ş
eye veya bir ş
ey yapmaya alı
şmı
şolan.

alı
şkı
n olmak
* iyice alı
şmak, hiç yabancı

k çekmemek.

alı
şkı
nlı
k
* Alı
şkı
n olma durumu, alı
şkanlı
k.

alı
şma
* Alı
şmak iş
i.

alı
şmak
* Bir işi tekrarlayarak kolaylı
kla yapabilmek.
* Yadı rgamaz duruma gelmek.
* Uyar duruma gelmek, uygun gelmek, intibak etmek.
* Sürekli ister olmak.
* Bağ lanmak, ı sı
nmak.
* Etkisini yitirmek.
* Evcilleş mek, ehlîleş
mek.
* Tutuş mak, yanmaya baş lamak.

alı
şmı
şkudurmuş tan beterdir
* alı
şı
lan bir ş
eyden kolayca vazgeçilmez.
alı
ştı
rma
* Alıştı
rmak iş i.
* Bir beceriyi, bilgiyi kazanmak için yapılan tekrar, temrin, egzersiz.
* Vücudun biyolojik yönden geliş imini sağlayan çalı şma, idman.

alı
ştı
rmak
* Alı
şmasına yol açmak.
* Uyar duruma getirmek.

Ali
* Kiş
i adı
olarak aş
ağı
daki deyimlerde geçer.

âli
* Yüce, yüksek.

Ali Cengiz oyunu


* "kurnazca ve haince düzen" anlamı
nda kullanı

r.

Ali kı
ran başkesen
* çok zorba.

Ali kı
ran başkesen
* zorba.

âlicenap
* Cömert.
* Onurlu, ş
erefli.

âlicenaplı
k
* Âlicenap olma durumu.

alifatik
* Açı
k zincirli (organik madde).

alil
* Hastalı
klı
, sakat.

alim
* Bilen, bilici.

âlim
* Bilgin.

alimallah
* Allah "Allah bilir" anlamı
na gelen bu söz, söylenen bir sözün doğ
ruluğ
una inandı
rmak için kullanı

r.

âlimane
* Âlime yakı
şan, âlimin yaptı
ğıgibi.

âlimlik
* Bilginlik.

alinazik
* Közlenmişpatlı
can, sarı
msaklıyoğurt ve kı
yma ile yapı
lan bir çeş
it yemek.

Ali'nin külâhı nıVeli'ye, Veli'nin külâhı


nıAli'ye giydirmek
* (bir kimse) birinden aldı ğı
nıötekine, ötekinden aldı
ğı
n bir baş
kası
na vererek iş
ini yürütmek.

Ali'nin külâhı nıVeli'ye, Veli'nin külâhı


nıAli'ye giydirmek
* birinden aldığınıöbürüne, bir baş kasından aldığı
nıda ona vererek iş
ini yürütmek.
aliterasyon
* Şiir ve nesirde uyum sağlamak için söz baş
ları
nda ve ortaları
nda aynıünsüzün veya aynıhecelerin
tekrarlanması .

alivre
* Ürün daha tarladayken, yetiş
tiğ
i zaman teslim edilmek üzere, önceden pey verilerek yapı
lan (satı
ş).
* Dağıtı
m, dağ ı
tma.

alivre satı
ş
* Vadeli satı
ş.

aliyyülâlâ
* En güzel, en iyi, mükemmel.

alizarin
* Kök boyası
, kök kı
rmı


.

alize
* Tropikal bölgelerdeki denizlerde bütün yı
l süresince düzenli esen birtakı
m rüzgârlar.

Alka Evli
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

alkali
* Alkali metallerin hidroksitleriyle amonyum hidroksitin genel adı
. Bu maddelerde, asitlerin kı
rmı

ya
çevirmişolduğu bitkisel mavi rengi eski durumuna döndürme özelliği vardı r.

alkali metaller
* Oksitlenmelerini sodyum, lityum, potasyum, rubidyum, sezyum elementlerinin sağladı
ğımetaller.

alkalik
* Alkali ile ilgili olan veya içinde alkali bulunan, kalevî, antiasit.

alkalimetre
* Bkz. alkalölçer.

alkaloit
* Özellikleri ile alkalileri andı
ran organik madde.

alkalölçer
* Alkalilerin saflı
k derecesini belirtmeye yarayan cihaz, alkalimetre.

alkarna
*İ stiridye, midye, tarak gibi kabuklu hayvanlarıavlamak için deniz dibini taramakta kullanı
lan, ağı
z kı
smı
demirden bir ağ .

alkı
m
* Gök kuş
ağı
.

alkı
ş
* Bir ş
eyin beğ
enildiğini, onaylandı
ğı
nıanlatmak için el çı
rpma, alkı
şlama.

alkı
şağ
ası
* Padiş
ahıalkı
şlamakla görevli kimse.

alkı
şalmak
* çok beğenilmek.

alkı
şkopmak
* birdenbire güçlü bir biçimde el çı
rpı
lmak.

alkı
ştoplamak
* çok alkı
şlanmak.

alkı
ştufanıkopmak
* sürekli ve coş
kun alkı
şbaş
lamak.

alkı
ştutmak
* el çı
rparak veya topluca, yüksek sesle "yaş
a", "var ol" gibi sözler ile birini alkı
şlamak.
* taraftar olmak belli bir görüş
ten yana olmak.

alkı
şçı
* Alkı
şlayan (kimse).
* Şakş
akçı , dalkavuk, yüze gülücü, yağcı
.

alkı
şçı

k
* Alkı
şçıolma durumu.

alkı
şlama
* Alkı
şlamak iş
i.

alkı
şlamak
* Bir şeyin beğ
enildiğini, onaylandı
ğı
nıanlatmak için el çı
rpmak.
* Beğ enmek, takdir etmek.

alkı
şlanma
* Alkı
şlanmak iş
i.

alkı
şlanmak
* Alkı
şlamak iş
ine konu olmak.

alkil
* Alkol kökü.

alkol
* Bira, ş arap gibi sı

ların veya pancar, patates nişastası
nınş ekere dönüş
türülmesi sonucu ortaya çı
kan glikoz
çözeltilerin mayalaş mı şözlerinin damı tı
lmasıyla elde edilen, kokulu, uçucu, yanı

, renksiz sı

, C2H5OH, ispirto,
etanol, etil alkol.
* Her türlü alkollü içki.

alkolik
* Alkollü içkilere aş
ırı
derecede düş
kün olan (kimse).

alkolizm
* Alkollü içkilere hastalı
k derecesinde düş
kün olma durumu.

alkollü
* Alkolden yapı
lmı
şveya içinde alkol bulunan.
*İçkili.

alkolölçer
* Sı

lardaki alkol oranı
nıölçmeye yarayan cihaz.

Allah
* Kâinatta var olan her ş
eyin yaratı

sı, koruyucusu olduğuna ve tek olduğ
una inanı
lan yüce ve üstün varlı
k,
Yaradan, Tanrı , Rab, Mevlâ.
* Allah adıbazıisim tamlamaları nda tamlanan kelimeyi güçlendirir.
* En büyük, en usta.

Allah Allah!
*ş aş
ma veya can sıkıntı
sıanlatan bir ünlem.
* Türk askerinin hücum narası.

Allah (bin bir) bereket versin


* bir kazanç karş
ısı
nda durumundan hoş
nut olmayıbelirtir.

Allah (seni) inandırsı


n
* inanı lmasıpek kolay olmayan bir ş
ey anlatı

rken yemin yerine söylenir.

Allah (veya Allahı m)


* bir şey karş
ısı
nda hayranlı
k veya yakarma bildirir.

Allah acı
sınıunutturmasın
* Tanrıbu acı
yıunutturacak daha büyük bir acıgöstermesin.

Allah akı
l fikir versin (veya Allah akıllar versin)
* akı lsı
zca bir davranı ş
ta bulunanlar için kullanı

r.

Allah aratması n
* yakını
lacak bir durumda "Tanrıdaha kötüsünü göstermesin" anlamı
nda kullanı

r.

Allah artı
rsın
* (gerçek veya alay anlamı
nda) Tanrıdaha çoğ
unu versin.

Allah aşkı
na
* birlikte söylendiğ
i sözün anlamı
na göre ant vermek veya yalvarmak için "Allah'ı
nıseversen" anlamı
nda,
şaşma, usanç bildirir.

Allah bağışlası
n
* (çocuğ
unu, sevdiğini) Tanrıkazadan, belâdan korusun, esirgesin.

Allah bahtından güldürsün


* (evlenecek kı
z için) mutluluk dileğini belirtir.

Allah bana, ben de sana


*ş imdi sana borcumu ödeyecek param yok, kazanı
rsam öderim.

Allah belâsınıversin
* ilenme sözü.

Allah beterinden saklası


n (veya esirgesin)
* Tanrıdaha kötü duruma düş ürmesin.

Allah bilir
* belli değil.
* bana öyle geliyor ki.

Allah bir
* yemin yerine kullanı

r.

Allah bir dediğ inden baş ka sözüne inanılmaz


* birinin çok yalancıolduğ unu anlatmak için söylenir.

Allah bir yastı


kta kocatsı n
* yeni evlenenlere "bir arada yaş
lanı
n" anlamı
nda söylenen bir iyi dilek sözü.

Allah büyüktür
* günün birinde hakkı
nıalacağ
ına, kendine yapı
lmı
şolan haksı
zlı
kları
n düzeleceğine inanmak gerektiğ
ini
anlatı
r.

Allah canınıalsın
* ilenme sözü.

Allah cezasınıvermesin (veya Allah cezası


nı versin)
* yarış
aka, yarışaşma yollu, bazen de gerçek öfke ile söylenen ilenme sözü.
Allah dağına göre kar verir
* Tanrıherkese dayanabileceği ölçüde sı
kıntı
verir.

Allah derim
* pek bozuk bir işiçin sorulan "ne dersin?" sorusuna karş
ı"söyleyecek baş
ka söz bulamı
yorum" anlamı
nda
kullanılı
r.

Allah dirlik düzenlik versin


* Tanrıaile huzuru versin.

Allah dokuzda verdiğini sekizde almaz


* alı
n yazı
sıne ise o olur.

Allah dört gözden ayı


rmasın
* "Tanrı
, çocuğu yetim veya öksüz bı
rakması
n" anlamı
nda bir iyi dilek sözü.

Allah düş
manı ma vermesin
* anlatı
lan bir kötülüğün büyüklüğünü belirtmek için söylenir.

Allah ecir sabır versin


* başsağlığıdileğ
i olarak söylenir.

Allah eksik etmesin


* Tanrıyokluğ unu göstermesin.
* birinin yaptı
ğıbir hizmet anı

rken onun için teş
ekkür yollu söylenir.

Allah eksikliğini göstermesin


* pek gerekli olan bir ş
eyin kusuru anlatı

rken, böyle de olsa onun varlı
ğı
na ş
ükredildiğini anlatı
r.

Allah emeklerini eline vermesin


* Tanrıemeklerini boş a çı
karması
n.

Allah esirgesin (veya saklası


n)
* Tanrıkorusun! Tanrıkötü durumla karş
ılaş

rması
n!.

Allah etmesin
* olmasıistenilmeyen bir durumdan veya bir olaydan söz edilirken söylenir.

Allah gecinden versin


* "çok yaşayası
n"' anlamı
nda kullanı
lan bir iyi dilek sözü.

Allah göstermesin
* Tanrıkötü bir durumla karş
ılaş
maktan korusun.

Allah hakkıiçin
* ant içmek veya ant vermek için kullanı

r.

Allah Halil İ
brahim bereketi versin
* Tanrıçok versin, bereket versin.

Allah hayırlıetsin
* genellikle bir olay baş
langı

nda "Tanrıuğ
urlu etsin" anlamı
nda söylenir.

Allah herkesin gönlüne göre versin


* Tanrıherkesin dileğini yerine getirsin.

Allah hoş
nut olsun
* bir kimsenin, kendisine iyiliğ
i dokunan biri için kullandı
ğıbir iyi dilek sözü.

Allah için
* gerçekten, doğrusu.
Allah iki iyilikten birisini versin
* (ağır hasta için) ya ölsün kurtulsun, ya iyi olsun.

Allah iyiliğini (veya lâyı


ğı
nı ) versin
* hoş a gitmeyen bir davranı
şkarş
ısı
nda hoş
görü ile söylenir.

Allah kabul etsin


* sevap sayı
lan bir işyapı
ldı
ğı
nda söylenir.

Allah kahretsin
* "Tanrıcezası
nıversin" anlamı
nda bir ilenme sözü.

Allah kavuştursun
* birinin yakı
nı, bulunduğ
u yerden ayrı

nca kalanlara kavuş
ma dileğinde bulunmak için söylenen söz.

Allah kazadan belâdan saklası


n
* Tanrı
'nın insanıtürlü kötülüklerden korumasıdileğiyle söylenen bir iyi dilek sözü.

Allah kerim
* Tanrıbüyüktür, Tanrı
'ya güvenmeli.

Allah kı
smet ederse
* Tanrıizin verirse.

Allah korusun (veya saklasın)


* Tanrıtehlikeye, kötü duruma düş
ürmesin!.

Allah kuru iftiradan saklası


n
* bir suçlama karşısı
nda bunun sı
rf iftira olduğunu anlatmak için söylenir.

Allah manda şifalı


ğıversin
* çok veya ağı
r yemek yiyenler için ş
aka yollu söylenir.

Allah mübarek etsin


* kutlu olsun.
* onaylanmayan bir durumda alay yollu kullanı

r.

Allah müstahakınıversin
* (gerçek veya alay anlamı
nda) çı

şma anlatan bir söz.

Allah ne verdiyse
* yemek olarak evde ne varsa.

Allah ömürler versin


* saygıgösterilen bir kimseye selâm veya teş
ekkür olarak söylenir.

Allah övmüşde yaratmı ş


* çok güzel olanlar için söylenir.

Allah rahatlı
k versin
* genellikle yatmaya gidilirken söylenen bir iyi dilek sözü.

Allah rahmet eylesin


* ölüleri hayı
rla anmak için söylenir.

Allah rı
zasıiçin
* dilencilerin para isterken söyledikleri yalvarma sözü.
* ne olursun.
* karşılı
k beklemeksizin.

Allah sağgözü (veya eli) sol göze (veya ele) muhtaç etmesin
* Tanrıkimseyi kimseye, en yakı nları
na bile muhtaç etmesin.
Allah selâmet versin
* yola çı
kanlara "Tanrıkazadan belâdan korusun" anlamı nda söylenen bir uğurlama sözü.
* yolda güçlük içinde bulunanlara iyi dilek sözü olarak kullanı

r.
* uzaktaki tanı dıklar anılı
rken kullanılı
r.
* birinden pek yana olmayan bir söz söyleneceği zaman onun adı ndan önce getirilen girişsözü.
* "keyfin bilir, gidersen git" anlamında kullanı

r.

Allah senden razı olsun


* yapılan bir iyilik karş
ısı
nda "Tanrıseninle birlik olsun, iyiliğ
ini senden esirgemesin" anlamı
nda teş
ekkür
olarak kullanı

r.

Allah seni (veya sizi) inandı


rsı
n
* doğ ru söylüyorum, Tanrıtanı
ktı
r.

Allah son gürlüğü versin


* Tanrı, yaş

lıkta sı

ntıgöstermesin.

Allah sonunu hayı r etsin


* bir iş
in sonucu için kaygı
duyulduğ
unda söylenen bir iyi dilek sözü.

Allah taksimi
* eşitlik gözetilmeden yapı
lan paylaş

rma, kul taksimi karş
ıtı
.

Allah taksimi
* Eş itlik gözetilmeden yapı
lan paylaş

rma kul taksimi karş
ıtı
.

Allah taksiratı
nı affetsin
* (ölüler için) Tanrıkusurları
nıbağı
şlası
n.

Allah tamamı na eriş


tirsin
* herhangi bir işveya olayı
n iyi sonuçlanmasıdileğ
iyle söylenir.

Allah tekrarına erdirsin


* tekrar bu günleri görün.

Allah utandırması n
* bir iş
e giriş
enlere söylenen baş
arı
dileği.

Allah var (veya Allah'ı


var)
* doğ rusunu söylemek gerekirse.

Allah vere de
* iyi dilek anlatı
r.

Allah vergisi
* Tanrıvergisi, yaradı

ştan olan yetenek veya özellik.

Allah vermesin
* bir ş
eyin olmamasıdileğ
ini anlatı
r.

Allah versin
* iyi bir ş
ey ele geçirenlere memnunluk bildirmek için, bazen de takı
lma ve ş
aka için söylenir.
* dilenciyi savmak için söylenir.

Allah yapısı
*İnsanlar tarafı
ndan değ
il de tabiatta olduğu gibi.

Allah yarattıdememek
* kıyası
ya dövmek, çok hı
rpalamak.

Allah yazdıise bozsun


* gerçekleş
mesi istenmeyen bir olay veya durum için kullanı

r.

Allah yürü ya kulum demiş


* az zamanda çok para kazananlar veya iş
inde çok ilerleyenler için söylenir.

Allah ziyade etsin


* (kahve ve yemekten sonra) "Tanrıartı
rsı
n" anlamı
nda kullanı
lan bir iyi dilek sözü.

Allah'a (bin) ş
ükür
* "hamdolsun", "bereket versin" gibi durumdan memnun olunduğ
unu anlatı
r.

Allah'a bir can borcu var


* Allah'a vereceği canı
ndan baş
ka hiç kimseye bir borcu yok.

Allah'a emanet
* "Tanrıesirgesin" anlamı
nda birini överken söylenir.

Allah'a emanet olun


* ayrı
lanın kalana söylediği bir esenleme sözü.

Allaha ı
smarladık
* Ayrılanı
n kalan veya kalanlara söylediğ
i bir iyi dilek sözü.

Allah'a yalvar
* kendi kusuru yüzünden güç bir duruma düş
üp yakı
nan kimseye "ben sana yardı
m edemem, benden bir ş
ey
umma" anlamı nda söylenir.

Allah'ı
(veya Allah'ı nı) seversen
* "Allah aş kına" gibi, yerine göre ant verme, yalvarma için kullanı
lmakla birlikte, ş
aşma veya usanç gibi
duygular da anlatı
r.

Allah'ı
çok, insanıaz bir yer
* pek ıssı
z ve kuytu bir yer.

Allah'ı
m!

iddetli bir duygulanma anlatan ünlem.

Allah'ı
n (veya Tanrı
'nın) günü
* (bı
kkınlı
k duygusu ile) hemen hemen her gün.

Allah'ı
n adamı
* garip, saf, zavallı
(kimse).

Allah'ı
n belâsı
* varlı
ğıüzüntü veren.

Allah'ı
n binasınıyıkmak
* kendini veya baş
kası
nıöldürmek.

Allah'ı
n cezası
* pek yaramaz, ş
irret.

Allah'ı
n emri
* kader.

Allah'ı
n evi
* cami, mescit.
* insan gönlü.

Allah'ı
n gazabı
* çok sı
kıntıveren ş
ey.
Allah'ı
n hikmeti
* beklenmeyen, sebebi anlaş
ılmayan veya ş
aşı
lan ş
eyler için kullanı

r.

Allah'ı
n iş
ine bak
* (bir iş
in, bir olayı
n) beklenmedik, ş
aşı
lacak bir durum alması
nda kullanı

r.

Allah'ı
n kulu
* insan, kimse, kiş
i.

Allah'ı
ndan bulsun
* ben kendisine bir ş
ey yapmayacağ
ım, yaptı
ğıkötülüğün cezası
nıTanrıversin.

Allah'ı
nıseversen
* istek, dilek ve yalvarma amacı
yla kullanı

r.

allahlı
k
* Kendisinden hiçbir iş
te yararlı
k umulmayan saf ve zararsı
z (kimse).

allahsı
z
* Tanrı
'yıtanı mayan, Tanrı 'nı
n varlı
ğı
na inanmayan, Tanrı

z.
* Acımasız, insafsı
z, vicdansız.

allahsı
zlı
k
* Tanrı

zlı
k.

Allah'tan
* iyi ki.
* yaradı lı
ştan.

Allah'tan kork!
* "yapma, utan, yazı
ktı
r!".

Allah'tan korkmaz
* can yakı

, insafsı
z, acı
ması
z.

Allah'tan umut kesilmez


* daha çok ağ
ır hastalar için söylenilen "iyileş
ebilir" anlamı
nda bir iyi dilek sözü.

Allahüâlem
* Tanrıdaha iyisini bilir anlamı
nda kullanı

r.

Allahütealâ
* Yüce Tanrı
, ulu Allah.

allak
* Sözünde durmaz, dönek, aldatıcı
.
* Kendisine güvenilmesi doğru olmayan (kimse).

allak bullak
* Alt üst, karmakarı
şı
k.

allak bullak etmek


* karmakarı ş
ık bir duruma getirmek, düzeni bozmak.
* (aklı
nı, zihnini) düşünemez duruma getirmek.

allak bullak olmak


* çok karı şı
k duruma gelmek, altıüstüne gelmek, karmakarı
şı
k olmak, düzeni bozulmak.
* (akı
l, zihin) ş
aşkı
na dönmek, karı şmak, şaşı
rmak.

allama
* Allamak iş
i.
allamak
* "Süslemek, donatmak" anlamı
na gelen allamak pullamak deyiminde geçer.

allâme
* Derin ve çok bilgisi olan, çok bilgili.

allâme kesilmek
* her şeyi bilir görünmek.

allâmelik
* Allâme olma durumu.

allâmelik taslamak
* bilgisiz olduğ
u hâlde her ş
eyi bilir görünmek.

allanma
* Allanmak iş
i.

allanmak
* Süslenmek.

allaş
ma
* Allaş
mak iş
i veya durumu.

allaş
mak
* Al duruma gelmek.

allegretto
* Bir parçanı
n allegrodan biraz daha ağı
r çalı
nacağı
nıanlatı
r.

allegro
* Bir parçanı
n canlı
, neş
eli ve hı
zlıçalı
nacağ
ınıanlatı
r.

allem
* Bir iş
i istediğ
i duruma getirmek için "her türlü kurnazca çareye baş
vurmak" anlamı
yla allem etmek kallem
etmek deyiminde geçer.

allı
* Üzerinde al renk bulunan.

allıpullu
* Göz alı
cırenkler ve ş
eylerle süslenmiş
.

allı
k
* Al olma durumu.
* Kadı nları
n süs için yanakları
na sürdükleri al boya.

alma
* Almak işi.
* Alı
ntı
, iktibas.

almaç
* Bir elektrik akı
mınıalı
p baş
ka bir kuvvete çeviren cihaz, alı

, ahize, reseptör.

almak
* Bir şeyi veya kimseyi bulunduğ u yerden ayı rmak.
* Bir şeyi elle veya baş
ka bir araçla tutarak bulunduğu yerden ayı
rmak, kaldı
rmak.
* Yanı nda bulundurmak.
* Birlikte götürmek.
* Satın almak.
* Ele geçirmek, fethetmek.
*İ çine sığmak.
* Kabul etmek.
* Kendine ulaş tırmak, iletilmek.
*İ çeri sızmak, içine çekmek.
* (erkek, kadı n için) ... ile evlenmek.
* Sürükleyip götürmek.
* Kazanmak, elde etmek.
* Zararlı , tehlikeli bir ş eye uğ ramak.
* Bürümek, sarmak, kaplamak.
* Kı saltmak, eksiltmek.
* Yolmak, koparmak.
* Yerini değ iş tirmek, çekmek.
* Temizlemek.
* (duş , banyo için) Yapmak; yı kanmak.
* (içeri) Götürmek.
* Bir yeri savaş la ele geçirmek.
* (tat veya koku için) Duymak.
* Örtmek, koymak.
* (süre için) Değ iştirmek.
* ... gibi anlamak.
* Baş lamak.
* Davranı şveya makam değiş tirmek.
* (içecek veya sigara için) İ çmek.
* Yutmak; kullanmak.
* (yol için) Gitmek, (mesafe) katetmek.
* Çalmak.
* Göreve, iş e baş latmak.
* Görevden, iş ten çekmek.
* Kazanç sağ lamak.
* (ölüm sebebiyle) Ayrı lmak.
* Gidermek, yok etmek.
* Soldurmak.
* Vücuttaki hasta bir organıameliyatla çı karmak.
* (motor) Çalı şmasıiçin gerekli olan elektrik veya yakı
ttan yararlanı
r duruma gelmek.

almamazlık
* Kabul etmeme durumu.

Alman
* Cermen soyundan olan halk ve bu halktan olan kimse.
* Alman halkı
na, Almanya'ya özgü olan şey.

Alman gümüş ü
* Çinko, bakı
r ve nikelden yapı
lan, gümüş
ü andı

r bir alaş
ım, mayş
or.

Alman papatyası
* Orta Avrupa'da yetiş
en bir papatya türü (Anfhemis mobilis).

Alman usulü
* Bir topluluk için yapı
lan harcamada giderlerin herkese eş
it olarak bölüş
türülmesi yöntemi.

almanak
* Yı lı
n gün, hafta, ay gibi bölümlerinden baş ka, bayram, yı
l dönümü gibi belli günleri ve birtakı
m astronomi,
meteoroloji, istatistik bilgilerini gösteren kitap biçiminde takvim.

Almanca
* Hint-Avrupa dillerinin Cermence kolundan, Almanya, Avusturya ile İ
sviçre'nin bir bölümünde kullanı
lan
dil.
* Almanları n kullandı
ğıdil.
* Bu dile özgü olan.

Almancı
* Almanya yanlı
sıolan (kimse).
* Almanya'da çalı
şan Türk iş
çisi.

Almancı

k
* Almancı
gibi davranma.

Almanlaş
ma
* Almanlaş
mak iş
i veya durumu.

Almanlaş
mak
* Alman yaş
ayı
ştarzı
nıbenimsemek.

Almanlaş

rma
* Almanlaş

rmak iş
i.

Almanlaş

rmak
* Almanlara özgü yaş
ayı
ştarzıkazandı
rmak.

almaş
*İ ki veya daha çok ş
eyin sı
ra ile değiştirilerek kullanılmasıveya kendiliğinden değişerek çalı
şması
, keş
ikleme,
münavebe.
* Birinin doğru olmasıötekinin yanlı ş
lığ ını gerektiren iki önermenin oluşturduğu sistem.

almaş
ık
*İki veya daha çok ş eyin sı
ralanmalarında değ iş
iklik olan.
* Almaş lıolarak iş
leyen, mütenavip, alternatif.

almaş
ık yapraklar
* Sapın iki yanı
nda karş
ılı
klıdeğ
il de aralı
klıolarak bir sağ
da, bir solda bitmişyapraklar.

almaş
ıklı
k
* Dönüş
ümlü ve düzenli sı
ralanma.

almaş

* Almaşniteliği olan.

alnaç
* Bir ş
eyin ön tarafı
, ön yüzü.

alnıaçı
k yüzü ak
* çekinecek hiçbir durumu veya ayı
bıolmayan.

alnı
na kara sürmek
* bir kimsenin haksı
z yere kötü tanı
nması
na yol açmak.

alnı
nda yazı
lmı şolmak
* bir olayı
n, kiş
inin baş
ına gelmesini Allah'ı
n buyurmuşolduğuna inanmak.

alnı
ndan öpmek
* beğ
enmek, takdir etmek.

alnı
nıkarı
ş lamak
* küçümseyerek meydan okumak.

alnı

n akıile
* ayıplanacak bir duruma düş
meden, tertemiz, ş
erefiyle, baş
arıgöstermişolarak.

alnı

n kara yazısı
* kötü kaderi, kötü talihi.

alo
* Telefon konuş
ması
nda kullanı
lan seslenme sözü.
alogami
* Bir çiçek tepeciğ
inin baş
ka bir çiçek tozu ile tozlanması
.

alotropi
* Karbon, fosfor gibi maddelerin, fiziksel bakı
mdan ayrıözellikler gösterebilmesi durumu.

alp
* Yiğit, kahraman.

Alp eren
* Derviş
.
* Mücahit.

Alp yı
ldı

* Dağları
n çok yüksek yamaçları
nda yetiş
en bir çiçek (Paradisia liliastrum).

alpaka
* Çifte parmaklı
lar takı
mını
n devegiller sı


ndan, Güney Amerika'da yaş
ayan, uzun tüylü, memeli bir
hayvan (Lama glama pacos).
* Bu hayvanın yünü veya bu yünden dokunan kumaş .

alpaks
* Kolayca bükülebilen alüminyum ve silisyum karı
şı
mı.

alpinist
* Dağcı
.

alpinizm
* Dağcı

k.

alplı
k
* Alp olma durumu, yiğ
itlik, kahramanlı
k.

alş
imi
* Elementleri altı
na çevirmek isteyen bir işalanı
, simya.

alş
imist
* Alş
imi ile uğraş
an kimse, simyacı
.

alt
* Bir şeyin yere bakan yanı , üst karş
ıtı.
* Bir nesnenin tabanı .
* Oturulurken uyluk kemiklerinin yere gelen bölümü.
* Bir şeyin yere yakı n bölümü.
* Birkaç ş eyin içinden bize göre uzak olanı .
* (birkaç ş eyden) Yere yakı n olan.
* Alt kelimesi "... altında" biçiminde kullanı ldı
ğı
nda "bir ş
eyin etkisinde" anlamı nıverir.
* Alt bir isimle tamlama kelime oluş turduğunda a) önceki ismin kavramı na etki veya yer anlamıkatar: Ayak
altı
. b) (sı
nıflamalarda) ikinci derecede olan.
* (kaynatma veya piş irmede) Yanan ocak, ocak alevi.

alt alta
* Birbirinin altı
nda olarak.

alt alta üst üste


* birbirleriyle itiş
ir kalkı
şı
r durumda.

alt bölüm
* Yazı
larda bölümlerin ayrı
ldı
ğıparçalardan her biri, ayrı
m.

alt cins
* Bir cins içinden ayrı
lan ikinci derecede bir cins.
alt çene

nsan ve hayvanlarda yiyecekleri çiğnemeye yarayan, oynayabilen çene.

alt çene oynamak


* yemek, içmek.

alt damak
* Damaklardan altta olanı
.

alt deri
* Üst derinin altı
nda bulunan ikinci tabaka, hipoderm.
* Bazıgövde ve yaprakları n üst derilerinin altı
nda bulunan, çoğu kez hücre zarları
kalı
nlaş
mışözel doku,
hipoderm.

alt diş
* Alt çene üzerinde sı
ralanmı
şdiş
lerin biri.

alt dudak
* Dudaklardan altta bulunanı.
* Böceklerin ağı
z sisteminde bulunan alt parça.

alt etmek
* üstünlük sağ
lamak, yenmek, sı
rtı
nıyere getirmek.

alt familya
* Bir familyanı
n içinden ayrı
lan ikinci derecede bir familya.

alt geçit
* Trafik akı
mınıkesmemek için bir yolun altı
ndan geçirilen yol.

alt güverte
* Gemilerde güvertelerden altta bulunanı
.

alt hava yuvarı


* Dünyamı
zıkuş
atan atmosferin 10 km kalı
nlı
ğı
nda olan alt katmanı
.

alt ı
rk
* Aynıı rk içinde yetiş tirme amacı
na ve çevreye bağlıkalınarak değ
işme uğratı
lmı
şve bu yolla ı
rk içinde
özellikle fizyolojik nitelikleri bakı mı
ndan kalı
tsal sapma gösteren hayvan topluluğu.

alt karşıt
* Konusu ile yüklemi aynıolan, biri tikel olumlu, öbürü tikel olumsuz, karş
ıkarş
ıya konmuşiki önermeden
her biri: Bazıinsanlar bilgindirler" ile "Bazıinsanlar bilgin değildirler" gibi.

alt kat
* Bir yapı
nın veya aracı
n katları
ndan altta bulunan bölümü.

alt kurul
* Belli bir konuyu ele almak amacı
yla bir kurul içinden birkaç kiş
i seçilerek oluş
turulan kurul.

alt olmak
* yenilmek.

alt sı

f
* Bir sı
nıf içinden ayrı
lan ikinci derecedeki sı
nıf.

alt ş
ube
* Bir ş
ube içinde kurulan ikinci derecedeki ş
ube.

alt tabaka
* Tabakalardan altta bulunan.
alt takı
m
* Bir takı
m içinde kurulan ikinci derecedeki takı
m.

alt tarafı(veya yanı )


* geriye kalanı .
* iş
in daha sonrası .
* değ eri, olup olacağı
.

alt tür
* Bir tür içinde ayrı
lan ikinci derecedeki tür.

alt üst
* Çok karı
şı
k ve dağ
ını
k.

alt üst böreği


* Önce bir yüzü, sonra çevrilerek öbür yüzü kı
zartı
larak piş
irilen börek.

alt üst etmek


* alt yüzünü üst yüzüne getirmek.
* çok karışı
k duruma getirmek, düzenini bozmak.
* zarar vermek, yıkmak.
* huzursuz etmek, rahatsızlık vermek.

alt üst olmak


* çok karı
ş ı
k duruma gelmek.
* heyecanlanmak, üzülmek, tedirgin olmak, yı
kılmak.
* rahatsı
zlanmak.

alt yanıçı
kmaz sokak
* sonu gelmeyen, sonuç alı
namayan iş
ler için söylenir.

alt yapı
* Bir yapıiçin gerekli olan yol, kanalizasyon, su, elektrik gibi tesisatları
n hepsi.
* Toplumun ekonomik yapı sınıoluş turan ve insan bilincinden bağı msı z olarak biçimlenen üretim
iliş
kilerinin hepsi, üst yapıkarşıtı
.

alt yazı
* Gazete, dergi gibi yayı
nlarda çı
kan resim ve fotoğraflarıaçıklayan yazı
.
* Yabancıdildeki bir filmin konuş malarınıçeviri olarak görüntünün altı
nda veren yazı
.

alt yazı
lama
* Alt yazı
lmak iş
i.

alt yazı
lamak
* Alt yazı
larıhazı
rlamak ve gerçekleş
tirmek.

alt yazı
layıcı
* Alt yazı
lamak iş
ini yapan (kimse).

alt yazı

* Alt yazı
sıbulunan (film, görüntü).

Altayca
* Altay Türkçesi.
* Türk, Moğ ol, Mançu-Tunguz, Kore ve Japon dillerinin kendisinden türediğ
i varsayı
lan ana dil.

Altayist
* Altayistik ile uğraş
an kimse.

Altayistik
* Altay grubuna giren Türk, Moğ
ol, Mançu-Tunguz, Japon ve Korelilerin dil, edebiyat, kültür ve tarihleriyle
uğraş
an bilim dalı.

alternatif
* Seçilebilecek bir baş
ka yol, yöntem; seçenek.
* Almaş ık.
* Dalgalı(akı m).

alternatör
* Dalgalıelektrik akı
mıveren üreteç.

altes
* Prens ve prenseslere verilen ş
eref unvanı
.
* Bu unvanıtaş ıyan kimse.

altı
* Beş
ten sonra gelen sayı
nın adıve bu sayı
yıgösteren rakam, 6, Vl.
* Beş
ten bir artı
k.

altı
alay üstü kalay
* içi dı
şıgibi özenilmişolmayan ş
eyler için söylenir.

AltıKardeş
* Kuzey kutup yönünde, Büyük Ayı
'nı
n karş
ısı
nda bulunan takı
m yı
ldı
z.

altı
karı
şbeberuhi
* kı
sa boylu olanlar için alay yollu söylenir.

altı
kaval üstü şişhane
* Bkz. altıkaval üstü ş
işhane.

altı
kaval, üstü şiş
hane
* (giyim için) altı
, üstüne uymaz.

altı
okka etmek
* birini kolları
ndan ve bacakları
ndan tutup yukarıkaldı
rarak sallamak veya götürmek.

altı
yaşolmak
* iş
e birtakı
m oyunlar karı
şmak, böyle bir iş
e giriş
mekte sakı
ncalar bulunduğu anlaş
ılmak.

altı
yol
* Altıyolun birleş
tiği yer.

altı
dan yemek
* hastahanelerde hiç perhizi olmayan hastalara verilen tam yemek.

altı
gen
* Altıkenarlıçokgen, müseddes.

altı
k
* Konusu ile yüklemi aynıolan, biri tümel olumlu, biri tikel olumlu; biri tümel olumsuz, biri tikel olumsuz iki
önerme arasındaki bağlantıdurumu, mütedahil: "Kimi insanlar fanidir" önermesi "Bütün insanlar fanidir"
önermesinin altı
ğıolur.

altı

* Altıparçadan oluşan, kendinde herhangi bir ş
eyden altıtane bulunan.
*İskambil, domino gibi oyunlarda üzerinde altıiş
areti bulunan kâğıt veya pul.
* Divan edebiyatında her bendi altımı
sradan oluşan nazı m biçimi.

altı

k
* Altı
sıbir arada, altıtaneden oluş
muş
, altıtane alabilen.
altı
n
* Atom sayı sı79, atom ağı rlığı196,9 olan, 10640 C de eriyen, kolay iş
lenen, yüksek değ
erli, paslanmaz
element, kısaltmasıAu.
* Altından yapı lmış.
* Altından yapı lmışsikke.
* Niteliğ
i iyi olan, üstün nitelikte olan, değ
erli.

altı
n adı
pul oldu, kı
z adıdul oldu
* uygunsuz davranışlarıyüzünden temiz tanı
nan kiş
iliği lekelendi.

altı
n adı
nıbakır etmek
* kötü iş
ler yaparak temiz ve parlak ününü karartmak.

altı
n anahtar her kapıyıaçar
* para olunca her güçlük yenilebilir.

altı
n babası
* Çok zengin, parasıçok olan kimse.

altı
n beşik
* Bir elleriyle kendi bileklerini kavrayan iki kiş
inin, öteki elleriyle karş
ılı
klıolarak birbirlerinin bileklerini
tutmaları.

altı
n bilezik
* Altı
ndan yapı lmı
şkola takılan ve pek çok türü olan süs eş
yası
.
* Para getiren sanat veya meslek.

altı
n çağ
* En parlak ve mutlu çağ
.

altı
n eli bı
çak kesmez
* varlı
klıveya değ
erli kiş
ilerin elini kimse bükemez.

altı
n gibi
* altı
na benzeyen, sarı
.

altı
n kaplama
* Herhangi bir metal altı
n suyuna batı

larak ince bir altı
n tabaka ile sarı
larak altı
na benzetilmek.

altı
n keseği
* Yerden temiz külçe durumunda çı
kan altı
n.

altı
n kesmek
* çok para kazanı
r olmak.

altı
n kökü
* Güney Amerika'da yetiş
en, kusturucu niteliği olan bir kök, ipeka (Cephaelis ipeca cuanha).

altı
n küpü
* Altı
n para biriktiren; parasıçok olan.

altı
n leğ
ene kan kusmak
* varlı
k içinde hastalı
k veya sı

ntıçekerek yaş
amak.

altı
n saat

zlenme oranı
nın en çok olduğ
u vakit, prime time.

altı
n sarı

* Altı
n rengini andı
ran.

altı
n suyu
* Bir kısım konsantre nitrik asit ile üç veya dört kı

m konsantre hidroklorik asitten oluş
muş
, özellikle plâtin
ve altı
n gibi metalleri çözmekte kullanılan bir karı şı
m.

altı
n topu
* güzel ve tombul olan kucak çocuklarıiçin bir benzetme sözü olarak kullanı

r.

altı
n tutsa, toprak olur (veya altı
na yapışsa elinde bakır kesilir)
* giriş
tiğ
i iş
lerde büyük talihsizliklere uğrayan kimsenin durumunu anlatı
r.

altı
n yağ
murcun
* Bir tür kuş
, yağ
mur kuş
u.

altı
n yı
l
* Eş
lerin birlikte ulaş

kları50. evlilik yı

.

altı
n yumurtlayan tavuk
* mesleği, sanatı
, parasıolan, gelirli kimse.
* turist.

altı
n yürekli olmak
* çok iyi niyetli olmak, yumuş
ak huylu görünmek.

altı
na etmek (veya kaçırmak)
* yatağ
ına veya donuna abdest etmek.

altı
nbaş
* Daha çok Ege bölgesinde yetiş
en, yuvarlak, kalı
nca kabuklu güzel bir kavun türü.

altı
ncı
* Altısayı

nın sı
ra sı
fatı
, sı
rada beş
inciden sonra gelen.

altı
ncıduygu
* Ön sezi.

altı
ncıhis
* Bkz. altı
ncıduygu.

altı
nda kalmak
* ezilmek.

altı
nda kalmamak
* karş
ılı
ğı
nıvermek, gördüğ
ü iyilik veya kötülüğ
ü karş
ılı
ksı
z bı
rakmamak.

altı
ndan Çapanoğlu çı kmak
* giriş
ilen iş
te baş
a dert olacak bir durumla karş
ılaş
mak.

altı
ndan çapanoğlu çı kmak
* bir iş
te baş
a dert olacak bir durumla, bir sorunla karş
ılaş
mak.

altı
ndan girip üstünden çıkmak
* malı, parayıdüşüncesizce harcayı
p tüketmek.

altı
ndan kalkamamak
* bir iş
i baş
aramamak, becerememek, üstesinden gelememek.
* kendini savunamamak.

altı
ndan kalkmak
* bir güçlüğü yenmek, baş
armak.

altı
nıçizmek
* (bir sözün) önemini belirtmek, üzerine dikkati çekmek; vurgulamak.
altı
nıı
slatmak
* yatağ
ına veya donuna küçük abdestini etmek.

altı
nıüstüne getirmek
* söz veya tutumuyla çevreyi birbirine düş
ürmek, karmakarı
şı
k etmek.
* bir ş
ey bulmak için aramadı k yer bırakmamak.

altı
nlaş
ma
* Altı
nlaş
mak iş
i veya durumu.

altı
nlaş
mak
* Altı
n durumu veya görünümü almak.

altı
noluk
*İ şlemeli kadı nş alvarı.
* Altı n sırma veya kılaptanla iş
lenmişçizgili ipek kumaşve bu cins kumaş
ları
n üstünde bulunan sı
rma

lemeli yollar.
* Sarı kların üstüne sarılan sı
rma şerit.

altı
ntop
* Turunçgillerden, sı
cak bölgelerde yetiş
en bir meyve ağacı
, greyfrut (Citrus decumana).
* Bu ağacı
n kanarya sarısırenginde, tadıacımsımeyvesi, kız memesi, greyfrut.

altı
ntop

ki çeneklilerden, uzun, dikenli ve kürecikler hâlinde saplarıolan bir kaktüs türü (Trollius ranunculoides).

altı
parmak
* Ellerinde veya ayakları nda altışar parmağ
ıolan (kimse).
*İ ri bir tür palamut balı ğı.
* Ayrırenkte altı yolu olan kumaş .
* Bu kumaş tan yapılan gelin giysisi.

altı
patlar
* Altıtane fiş
ek alan toplu tabanca, revolver.

altı
şar
* Altısayı

nın üleş
tirme biçimi; her birine altı
, her seferinde altı
sıbir arada olan.

altı
z
* Bir doğ
umda dünyaya gelen altı(kardeş
).

altimetre
* Yükseklikölçer.

altlama
* Altlamak iş
i.

altlamak
* Özel diye alı
nan bir ş
eye, genel bir kavramı
n altı
nda yer vermek.

altlı
* Altıolan.

altlıüstlü
* Altıve üstü birlikte.
* Alt ve üst katta olmak üzere, birlikte.

altlı
k
* Tabak veya bardak altı
.
* Hayvanların altı
na yayılan ot veya saman.
* Arabaya koşulan atları
n yollarıkirletmemesi için kuyruğ
unun altı
na yerleş
tirilen torba.
altmı
ş
* Elli dokuzdan sonra gelen sayı nın adı
ve bu sayı
yıgösteren rakam, 60, LX.
* Altıkere on, elli dokuzdan bir artı
k.

altmı
şaltı
* Altmı
şaltısayıalmakla kazanı
lan bir çeş
it iskambil oyunu.

altmı
şaltı
ya bağlamak
* temelli olmayan bir çözümle durumu kurtarmı
şgörünmek.

altmı
şdörtlük
* Bir notanı
n altmı
şdörtte biri değerinde olan nota.

altmı
şar
* Altmı
şsı
fatı

n üleş
tirme biçimi, her birine altmı
ş, her defası
nda altmı
şıbir arada olan.

altmı
şı
ncı
* Altmı
şsı
fatı

n sı
ra bildiren biçimi, sı
rada elli dokuzuncudan sonra gelen.

altmı
şlı
k
*İçinde altmıştane bulunan.
* Altmı
şyaş ında olan veya görünen.

alto
* Kemanla viyolonsel arasıbüyük keman, viyola.
* Kontralto.

altta kalanı
n canıçı ksı
n
* "herkes başı
nın çaresine baksı
n, gücü yetmeyen ne olursa olsun" anlamı
nda kullanı

r.

altta kalmak
* herhangi bir çatı
şmada, çekiş
mede yenilmek.

altta yok üstte yok


* yoksul, fakir.

alttan (veya aşağıdan) almak


* sert konuşan birine karş
ıyumuş
ak, olumlu davranmak.

alttan alta
* gizlice, el altı
ndan.

alttan güreş mek


* gizli gizli yenme yolları
nıkollamak.

altunî
* Altı
n renginde olan.

alüfte

ffetsiz, oynak, cilveli (kadı
n).

alüftelik
* Alüfte olma durumu.

alümin
* Suda çözünmeyen, 20500 C de eriyen, beyaz bir toz olan alüminyum oksit (Al2O3).

alümina
* Bkz. alümin.

alüminyum
* Atom numarası13, atom ağı
rlı
ğı26,98 olan, gümüşparlaklı
ğı
nda, beyaz, 6600 C de eriyen hafif bir
element. KısaltmasıAl.
* Alüminyumdan yapılmış.

alüminyum taş
ı
* Boksit.

alüvyon
* Akarsuları
n taş
ıyı
p yı
ğdı
klarıbalçı
k, kil gibi çok ince taneli ş
eylerin kum ve çakı
lla karı
şması
yla oluş
an yı
ğı
n,

ğ.

alveol
* Torba biçiminde küçük boş
luk veya geniş
lemişkı

m.

alvere tulumbası
* Emme basma tulumba.

alyans
* Niş
an yüzüğ
ü.

alyon
* Para babası
.

alyuvar
* Kana al rengini veren, çekirdeksiz, yuvarlak, küçük hücre, eritrosit.

Am
* Amerikyum'un kı
saltması
.

am
* Diş
ilik organı
, ferç.

-am / -em
* Fiilden isim türeten ek: tut-am, dön-em vb.

ama
* Çelişkili ve tutarsız iki cümleyi birbirine bağlamaya yarar, amma.
* Uyarma veya ş artlıbir ifade niteliğinde olan bir cümleyi, baş
ka bir cümleye bağlamaya yarar.
* Beklenmeyen bir sonucu anlatan iki cümleyi onun sebebi durumunda olan cümleye bağ lar.
* Bir yargı yıveya bir buyruğu pekiş tirmek için de kullanı
lır.
* Bazen dikkati çekmek için cümlenin sonuna getirilir.

âmâ
* Görmez, kör.

ama ne
* ne hoş.
*ş aşı
lacak niteliğ
i olan.

amabile
* Bir parçanı
n sevimli ve cana yakı
n çalı
nacağı
nıanlatı
r.

amaç
* Eriş
ilmek istenilen sonuç, maksat.
* Gaye.
* Hedef.

amaç dı
şı
* Gaye dı
şı
, hedeflenen amacı
n dı
şı
nda.

amaç edinmek
* bir amaca ulaş
ma isteğinde bulunmak.
amaç gütmek
* bir amacı
gerçekleş
tirmeye çalı
şmak.

amaçlama
* Amaçlamak iş
i, hedef alma, istihdaf.

amaçlamak
* Bir amaca ulaş
mayıistemek, istihdaf etmek.

amaçlanma
* Amaçlanmak iş
i.

amaçlanmak
* Amaçlamak iş
ine konu olmak.

amaçlı
* Amacıolan, gayeli.
* Bir amaca yönelik.

amaçlı

k
* Amaçlıolma durumu.

amaçsı
z
* Amacıolmayan, gayesiz.

amaçsı
zlı
k
* Amaçsı
z olma durumu.

amade
* (bir iş
i) Yapmaya hazı
r.

-amak
* Fiilden isim türeten ek: bas-amak, tutamak, kaç-amak vb.

amal

şler, iş
lemler.

âmâlı
k
* Âmâ olma durumu.

amalierbaa
* Matematikte dört iş
lem terimine verilen ad.

aman
* Yardı m istendiğini anlatı r.
* Bir suçun bağ ışlanması nın istenildiğ
ini anlatı
r.
* Rica anlatır.
* Usanç ve öfke anlatı r.
* Dikkat uyandı rmak için kullanı lır.
* Çok beğenmeyi anlatı r: Aman ne güzel ş ey! Bu anlamda kullanı
ldı
ğı
nda buna da edatıda getirilebilir.
* Şaşma anlatı r.

aman Allah (Allahı


m)
*ş aşma, beğenme veya beğ
enmeme, korku gibi duygularıbelirtmek için kullanı

r.

aman bulmak
* kurtulmak.

aman dedirtmek (veya amana getirmek)


* karş
ıkoyan birini boyun eğmek zorunda bı
rakmak, zor durumda bı
rakmak.
aman derim!
* sakı
n ha, böyle bir işyapayı
m deme.

aman dilemek
* önce direnirken zor karş
ısı
nda boyun eğip canı
nın bağı
şlanması
nıdilemek.

aman vermek
* canı
nıbağı
şlamak, öldürmemek.

aman vermemek
* rahat bı
rakmamak, göz açtı
rmamak.
* acımayıp öldürmek.

aman zaman
* Karş
ısı
ndakini yumuş
atmak için söylenen sözleri anlatı
r.

amana gelmek
* önce direnirken zor karş
ısı
nda boyun eğmek.

amanı
n
* Korkma ve ş
aşma sözü.

amanname
*İslâm devletlerinde düş
mana güvenlik içinde olduğunu bildirmek üzere verilen belge.

amansı
z
* Aman vermez, hiç acı
mayan, cana kı


.

amansı
z hastalı
k
* Kanser.

amansı
zca
* Öldürücü bir durumda, acı
ması
z olarak.
* Hoşgörüsüz olarak.

amasımaması yok!
* hiçbir özrün geçerli olamayacağ
ınıanlatı
r.

amasıvar
* herkesin bilmediği sakı
ncasıveya kusurlarıvar.

Amasya'nın bardağı , biri olmazsa biri daha


* ele geçirilmeyen veya kaçan bir ş eye üzülmek boş
tur, çünkü her zaman benzeri sağlanabilir.

amatör
* Bir iş
i para kazanmak için değil, yalnı
z zevki için yapan kimse, hevesli, profesyonel karş
ıtı
.

amatörlük
* Amatör olma durumu.

amazon
* (eski çağ
ları
n Amazonları
na benzetilerek) Erkek gibi, savaşsafları
nda yer alan kadı
n.
* Ata binen kadın.

ambalâj
* Eş
yayısarmaya yarayan mukavva, kâğı
t, tahta, plâstik madde gibi malzeme.

ambalâj yapmak
* (bir ş
eyi) bu gibi maddelerle paketlemek, sandı
klamak.

ambalâjcı
* Ambalâj yapan kimse.
ambalâjcı

k
* Ambalâjcıolma durumu veya iş
i.

ambalâjlama
* Ambalâjlamak iş
i.

ambalâjlamak
* Ambalâj yapmak.

ambale etmek
* Birini düş
ünemez duruma getirmek, çok yormak.
* Otomobili fazla gaz vermekten çalı
şmaz hâle sokmak.

ambale olmak
* Çok yorulup işgöremez, düş
ünemez duruma gelmek.

ambar
* Genellikle tahıl saklanan yer.
* Yiyecek ve bazıeş yanı
n saklandı ğıyer.
* Geminin yük koymaya ayrı lmışyeri.
* Eşya taşı
ma iş leri yapan kurum veya ortaklı k.
* Kum, çakı l gibi yapımalzemesini ölçmekte kullanılan ve her yanıçoğunlukla 75 cm olan küp ölçek.
* Genellikle tahılın çok üretildiği yer, bölge.

ambarcı
* Ambara bakan görevli, ambar memuru.

ambarcı

k
* Ambarcı

n gördüğ
ü iş
.

ambarda kurutma
* Kapalıbir yerde, güçlü bir vantilâtör kullanı
larak sağ
lanan hava akı
mıile yeş
il ve sulu yemlerin kurutulması
.

ambargo
* Bir devletin, gemilerin kendi limanları
ndan ayrı
lması
nıyasaklama buyruğ
u.
* Bir malın serbest sürümünü engellemek için konulan yasak.

ambargo koymak
* gemilerin limanlardan hareketini yasaklamak.
* bir malın serbest sürümünü engellemek.
* bir mala el koymak, müsadere etmek.
* siyasî, ekonomik, sosyal alanlarda caydırma amacı
yla yaptı

m uygulamak.

ambargoyu kaldı
rmak
* ambargo ile ilgili yasaklamayıkaldı
rmak.

ambarlama
* Ambar durumuna gelmek.

ambarlamak
* Ambar iş
i yapmak.

amber
* Amber balığı
ndan ç ı
karı
lan güzel kokulu, kül renginde bir madde.
* Güzel kokulu bazımaddelerin ortak adı
.

amber ağacı
* Baklagillerden bir cins mimoza (Geum urbonum).

amber balı
ğı
* Balinagillerden, boyu 25 m'ye kadar çı
kan, baş
ıbüyük, diş
li, çok yı
rtı
cıbir balı
k, ada balı
ğı(Catodon
macrocephalus).

amber çiçeği
* Amber ağacı

n toparlak, fı
ndı
k büyüklüğünde, altı
n sarı
sırenginde güzel kokulu çiçeği.

amberbaris
* Sarı
çalı
.

amberbu
* Hindistan'da, İ
ran'da yetiş
en, piş
ince güzel bir koku veren, iri ve uzun taneli bir tür pirinç.

amblem
* Soyut bir ş
eyin, bir kavramı
n sembolü olan varlı
k veya eş
ya, belirtke.

amboli
* Atardamarda kanı
n pı
htı
laş
masıveya yağparçacı
kları
nın oluş
masısonucunda meydana gelen tı
kanma.

ambülâns
* Hasta arabası
, cankurtaran (arabası
), cankurtaran.

amca
* Babanın erkek kardeş i.
* Yaşlıerkeklere saygıiçin kullanı
lan seslenme.

amcalı
k
* Amca olma durumu.

amcalı
k etmek
* birine amca gibi yakı
nlı
k göstermek.

amcamla dayım, hepsinden aldım payı m


* yakı
nları
ndan beklediği ilgi ve yardı
mıgörmeyen bir kimsenin artı
k yeni bir dilekte bulunmaya niyetli
olmadı
ğınıanlatmak için söylenir.

amcazade
* Amcanı
n oğlu veya kı

.

amel
* Yapı lan iş
, edim, fiil.
* Bir kimsenin dinin buyrukları
nıyerine getirmek için yaptı
kları
.
* Sürgün, ötürük, ishal.

amele

şçi, emekçi.

amele taburu
* Genellikle yol yapı
m iş
lerinde görevli amelelerden oluş
an birlik.

amelelik
* Amele olma durumu.

amelî
*İ şe dayanan, işüstünde, tatbikî, pratik.
*İ şbakı mı ndan, işçe.
* Elverişli, kolay, uygun, kestirme.
* Hareketle ilgili olan, yalnı
z düşünce alanı
nda kalmayı
p iş
e dönüş
en uygulamalı
, tatbikî.

amelimanda
*İşyapamaz durumda olan.

ameliyat
* Operatörün, hasta üzerinde kesme ve dikme yoluyla yaptı
ğımüdahale, operasyon.
* ç. İ
şler, faaliyetler.

ameliyat geçirmek
* ameliyat edilmişolmak.

ameliyat masası
* Üzerinde ameliyat yapı
lan özel donanı
mlımasa.

ameliyathane
* Hastaları
n ameliyat edildiğ
i yer.

ameliyatlı
* Ameliyat edilmiş
.

ameliye
* Yapı
lan iş
, iş
lem.

amenajman
* Devlete ve kişilere ait ormanları
n, önceden hazı
rlanı
p kabul edilmişesaslara uygun olarak iş
letilmesi.
* Tabiî kaynakları n iş
letilmesi.

amenna

nandı
k anlamıile "öyledir", "doğru", "diyecek yok" gibi tasdik etme anlatı
r.

Amentü
* Kur'an surelerinden birinin adı
.

Amerika armudu
* Defnegillerden, Amerika'da yetişen bir ağaç (Persea gratissima).
* Bu ağacın armuda benzer yemiş i.

Amerika bademi
* Aselbent ve zamk gibi maddeler veren bir sı
cak iklim ağ
acı(Styrax americana).

Amerika elması
* Antep fı
stı
ğıgillerden, Amerika'da yetiş
en bir a ğ
aç, bilader ağ
acı (Anacardium occidentale).
* Bu ağacı
n badem biçiminde çekirdekli, armuda benzer yemiş i.

Amerika tavş
anı
* Kemiricilerden, arka ayaklarıçok uzun, küçük bir memeli kürk hayvanı(Eriomys chincilla).

Amerika üzümü
* Şekerci boyası
.

Amerikalı
* Amerika Birleş
ik Devletleri halkı
ndan olan kimse.

Amerikalı
laşma
* Amerikalı
laş
mak iş
i veya durumu.

Amerikalı
laşmak
* Amerikalı
ları
n yaş
ayı
ştarzı
nıbenimsemek.

Amerikan
* Amerika Birleşik Devletleri halkı
ndan olan kimse.
* Amerika'ya özgü, Amerika ile ilgili olan.

amerikan
* Pamuktan düz dokuma, kaput bezi. Amerikan bezi biçiminde de kullanı

r.

Amerikan bar
* Lokanta, otel veya evlerde içki için ayrı
lmı
şköş
e.

Amerikan bezi
* Bkz. amerikan.

Amerikan salatası
* Rus salatası
.

Amerikanca
* Amerika Birliş
ik Devletlerinde kullanı
lan İ
ngilizce.

Amerikanist
* Amerikan tarihi ve kültürü ile uğ
raş
an bilimci.

Amerikanvarî
* Amerikalı
ya yakı
şan biçimde, Amerikalıgibi.

amerikyum
* Atom numarası95, yapay olarak elde edilen aktinitlerden bir element. Kı
saltmasıAm.

ametal
* Metal olmayan elementler.

ametist
* Süs taş
ıolarak kullanı
lan mor renkte bir tür kuvars.

amfi
* Amfiteatr kelimesinin kı
saltı
lmı
şı
.

amfibi
*İki yaş
ayı
şlı
.
* Hem karada hem de suda hareket eden (taş
ıt), yüzergezer.

amfibi harekât
* Kara ve deniz araçları
yla yapı
lan manevra.

amfibol
* Piroksenlere yakı
n siyah, esmer, yeş
il renkli bir silikat grubu.

amfibyumlar
* Kurbağa ve semenderleri içine alan iki yaş
ayı
şlıomurgalı
lar sı
nıfı
.

amfiteatr
* Dinleyicilerin oturduğ
u, sı
ralarıarkaya doğ
ru basamaklıolarak yükselen salon.
* Yunan ve Roma'da açı k hava tiyatrosu.
* Toprak parçası .

amfizem
* Vücut organları
ndan bir bölümünün hava ile ş
işmesi.

amfor

ki kulplu, dibi sivri, dar boyunlu, karnıgeniştesti.

amfora
* Bkz. amfor.

amigo
* Çoğ
unlukla spor yarı
şmaları
nda seyircileri coş
turan kimse.

amigoluk
* Amigonun yaptı
ğıiş
.
amil
* Yapan, etken, etmen, sebep, faktör.

amilâz
* Niş
astayıparçalayarak ş
ekere çeviren bir enzim.

amin
* Amonyaktaki hidrojen yerine, tek değ
erli hidrokarbonlu köklerin geçmesiyle oluş
an ürünlerin genel adı
.

âmin
* "Allah kabul etsin" anlamı
nda, duaları
n arası
nda ve sonunda kullanı

r.

aminoasit
* Bir amino grubu ile bir karboksil grubu taş
ıyan, proteinlerin temel taş
ıolan organik bileş
ik.

amip
* Amipler takı mından, vücudunun biçim değ iştirmesiyle oluş
an geçici kollar veya ayaklar üzerinde sürünerek
yer değ
iştiren, tatlı
ve tuzlu sularda yaş
ayan bir hücreli canlı(Amoibe).

amipler
* Bir hücreli hayvanları
n kök bacaklı
lar sı


na giren bir takı
mı.

amipli
*İçinde amip bulunan.
* Amiplerin yol açtı
ğı
.

amir
* Buyuran, emreden, üst.
* Bir iş
te emir verme yetkisi olan kimse.

amiral
* Deniz kuvvetlerinde, ordudaki general rütbesine eş
it rütbedeki subay.

amirallik
* Amiral olma durumu.
* Amiralin makamı.

amirane
* Amir gibi, amire yakı
şan biçimde.

amirce
* Amire yakı
şı
r biçimde, amir gibi.

amiriita
* Bkz. ita amiri.

amirlik
* Amir olma durumu.

amit
* Amonyağı
n hidrojeni yerine bir asit kökünün geçmesiyle oluş
an birleş
iklerin sı

f adı
.

amitoz
* Amip, akyuvar ve bazıbakterilerde hücre bölünmesi yoluyla olan çoğ
alma.

amiyane
* Kibarca olmayan, bayağ
ı.
* Sı
radan.

amiyane tabiriyle
* halk ağzıile, halk deyiş
iyle.
amma
* Bkz. Ama.
* Yanına getirildiği kelimenin anlamı
na aş
ırı

k katarak ş
aşma veya hayranlı
k anlatı
r.

amma velâkin
* Ancak, bununla beraber.

ammada yaptın ha!


* söylenen bir söze pek inanı
lmadı
ğı
nıve ş
aşı
ldı
ğı
nıanlatı
r.

amme
* Halkı
n bütünü, kamu.

amme davası
* Kamu davası
.

amme efkârı
* Kamuoyu.

amme hukuku
* Kamu hukuku.

amme idaresi
* Kamu yönetimi.

amme menfaati
* Kamu yararı
.

amnezi
* Hafı
za kaybı
, bellek yitimi.

amnios
* Döl kesesi.

amnios suyu
* Döl kesesini dolduran ve cenini içinde bulunduran sı

, çağnak.

amonyak
* Azot ve hidrojen birleşimi olan, keskin kokulu bir gaz (NH3).
*İçinde bu gazın eritilmişbulunduğu su, nı ş
adır ruhu.

amonyaklama
* Amonyaklamak iş
i.

amonyaklamak
* Bazıyemlerin amonyak veya bir amonyum bileş
iği ile karı
ştı
rmak veya doyurmak.

amonyum
* Amonyaklıtuzlarda maden rolü oynayan bir birleş
im kökü (NH4).

amonyum karbonat
* Hamur kabartmada maya olarak kullanı
lan karbonik asidin amonyum tuzu, nı
şadı
r kaymağ
ı.

amonyum sülfat
* Sanayide sentez yolu ile elde edilen amonyum nötr sülfat, azotlu gübrelerin en çok kullanı
lanı
dır.

amor
* Bir çeş
it kumaş
.

amoralizm
* Ahlâk dı
şı


k, töre dı
şı


k.
amorf
* Biçimsiz.

amorti
* Birden ödenerek faizinin iş
lemesine son verilen tahvil.
* Piyangoda ödenen para kadar ödenen karş ı
lık.

amorti etmek
* bir giriş
imde yatı

lan parayızamanla yeniden kazanmak.

amortisman
* Taşınmaz malların aşınmaları
na karş ılık olarak, yı
llı
k kârdan ayrı
lan belirli pay.
* Faizin iş
lemesine son vermek için bir tahvilin birden ödenmesi.

amortisör
* Motorlu araçlarda sarsı
ntı
, sallantıgibi hareketleri en aza indiren, yayları
n gereksiz hareketlerini gidermeye
yarayan düzen.
* Bu düzeni kuran öge, cihaz, yumuş atmalı k.

amper
* Elektrik akı
mında ş
iddet birimi. Kı
saltmasıA.

amper saat
* Bir amper ş
iddetinde akı
m geçiren bir iletkenden bir saat içinde geçen elektrik miktarı
.

ampermetre
* Amperölçer.

amperölçer
* Bir elektrik akı
mını
nşiddetini ölçmeye yarayan aygı
t, akı
mölçer.

ampir
* Napoleon döneminde Fransa'da ve Avrupa'da yayı
lmı
şolan yapı
, mobilya, giyim vb. üslûbu.

ampirik
* Bir kurama değil de yalnı
zca deneye, gözleme dayanan.

ampirist
* Deneyci.

ampirizm
* Deneycilik.

amplifikatör
* Alçak veya yüksek frekanslıakı
mları
n gerilimini, ş
iddetini veya gücünü artı
rmaya yarayan araç, yükselteç.

ampul

çinde, elektrik akı
mıile akkor durumuna gelerek ı
şı
k verebilen bir iletkeni bulunan, havasıboş
altı
lmı
şcam
ş
işe.

çinde çoğu kez zerk edilecek, sı
vıdurumda ilâç bulunan küçük veya büyük cam tüp.

ampütasyon
* Bir organı
kesip çıkarma.
* Herhangi bir bütünden bir parça kesme veya koparma.

amuda kalkmak
* iki eli üstüne dayanarak bacakları
nıhavada dikey tutmak.

amudî
* Dikey, dikine, dik.

amudufı
karî
* Omurga kemiği, bel kemiği.

amut
* Dikme, dik durumda.

amyant
* Kolayca bükülen ve ateş
e dayanan liflerden oluş
muş
, bir tür ak asbest.

an
* Zamanı
n bölünemeyecek kadar kı
sa bir parçası
, lâhza.

an

ki tarla arası
ndaki sı
nır.

an
* Zihin.

-an / -en

simden isim türeten ek: oğul-an > oğlan, kı
z-an, kök-en vb.

-an / -en
* Fiilden sı
fat türeten ek.

ana
* Çocuğ u olan kadı n, anne.
* Yavrusu olan diş i hayvan.
* Dince aziz tanı nan bazıkadı nlara verilen saygıunvanı .
* Yaşlıkadı nlara saygı lıbir seslenme sözü olarak kullanı lı
r.
* Velinimet.
* Alacağ ın veya borcun, faizin dı şı
nda olan bölümü.
* Temel, ası l, esas.
* Çizgilerden herhangi birini anlatan kelimeye sı fat olarak geldiğ
inde, o çizginin, belirli bir kural altı
nda
hareket ederek bir yüzey oluş turmaya yaradı ğınıanlatır.

ana arı
* Arı
beyi.

ana avrat düz (veya dümdüz) gitmek


* sövmek, küfretmek.

ana baba
* Ana ile babanı
n oluş
turduğ
u birlik.

ana baba bir


* aynıana ve babadan olan (kardeş
ler).

ana baba eline bakmak


* ana ve babanı
n verdiği para ile geçinmek.

ana baba günü


* Çok kalabalık.
* Sı
kınt ı
lıkalabalı
k, telâş

, tehlikeli zaman, yer veya durum.

ana baba yavrusu


* nazlıbüyütülmüşçocuk.

ana bilim dalı


* Üniversite veya fakültelerde bölümlerin alt bilim veya uzmanlı
k dalları
.

ana bir, baba ayrı


* analarıbir, babaları
ayrıolan (kardeş
ler).
ana cadde
* Şehirde ara sokakları
n açı
ldı
ğıgenişyol.

ana çizgi
* Belli bir kurala göre yürütülerek bir biçimin oluş
ması
na yarayan çizgi.

ana dal
* Ağaç, ağ
aççı
k veya çalı
larda gövdeden ilk çı
kan ve bitkinin çatı

nıoluş
turan dal.

ana defter
* Ticarî bir kuruluş
un, aylı
k ve bilânço hesapları
nıgösteren defter, büyük defter, defterikebir.

ana deniz
* Kı
talarıbirbirinden ayı
ran engin deniz, okyanus, umman.

ana deniz bilimi


* Oş inografi.

ana dil
* Baş
ka diller veya lehçeler türetmişolan dil.

ana dili

nsanı
n çocukken anası
ndan, evindekilerden ve soyca bağ
lıolduğu topluluktan öğ
rendiği dil.

ana direk
* Gemilerde, ekleme direklerde dipteki temel parça.

ana doğrusu
* Dönen silindirin yan yüzünü oluşturan dikdörtgenin bir kenarı
.
* Dönen koninin yan yüzünü oluş turan dik üçgenin hipotenüsüne verilen ad.

ana duvar
* Bir yapı
nın, dört bir yönünü çevreleyen kalı
n dı
şduvar.

ana düş
ünce
* Temel fikir.

ana fikir
* Belirli bir konuda bir yazı
nın temeli olan düş
ünce.

ana gibi yâr olmaz, Bağ dad gibi diyar olmaz


* insanlar içinde bize ana kadar candan bağlıdost yoktur.

ana kadı
n
* Bir ailede veya bir toplulukta en çok sayı
lan kadı
n.

ana kapı
* Bir yapı
nın süslü, büyük ön kapı

.

ana kara
* Yeryüzündeki beşbüyük kara parçası
ndan her biri, kı
ta.

ana kent
* Bir ülkenin veya bir bölgenin çevresindeki yerleş im yerlerine ekonomik ve toplumsal yönlerden egemen
olan ve genellikle ülkenin baş
ka ülkelerle olan her türlü iliş
kilerinin sağlandığ ıen önemli kenti, metropol, büyük ş
ehir.
* Bir ülkede büyük kentlerden herhangi biri, metropol, büyük ş ehir.

ana kı

na taht kurar, kı
z bahtı
kocadan arar (veya ana kızı
na taht kurmuş , baht kuramamış )
* kocasıiyi olmayan bir kadı
n, kendi ne kadar zengin olursa olsun, mutlu olamaz.

ana kitap
* Bir bilim alanı
nda yazı
lmı
ştemel kitap.
ana kök
* Tohumun çimlenmesinden sonra kökçüğ
ün toprağa dalarak geliş
mesi sonucu oluş
an ilk kök.

ana kraliçe
* Kralı
n annesi.
* Arıbeyi.

ana kubbe
* Camilerde ayaklar veya ana duvar üzerindeki kasnağ
a oturtulmuşkubbe.

ana kucağ
ı
* Ananı
n sevgi ve sevecenlikle dolu çevresi.

ana kuyu
* bir ocakta ana çı

şve havalandı
rmada kullanı
lan kuyu.

ana kuzusu
* Pek küçük kucak çocuğ u.
* Sı
kınt ı
ya, güç iş
lere alı
şmamı
ş, nazlıbüyütülmüşçocuk veya genç.

ana mektebi
* Bkz. anaokulu.

ana motif
* Bir sanat eserinde sı
k sı
k tekrarlanarak ona özellik kazandı
ran motif, laytmotif.

ana muhalefet
*İ ktidarı
n dı
şı
nda sayı
ca en üstün olan parti.

ana ortaklık
* Birçok ortaklı
ğı
n pay senetlerini elinde bulundurarak onlarıdenetimi altı
nda tutan sermaye yatı

m
ortaklı
ğı, holding.

ana rahmine düş mek


* döl yatağ
ında cenin oluş
mak.

ana saat
* Bir gözlem evi veya kurumda, saatler içinde en doğru giden ve öbür saatlerin ayarlanması
nda kullanı
lan
saat.

ana sanlı
* Soyadı
nıana yönünden alan.

ana sav

leri sürülerek savunulan düş
üncelerin en belli baş
lıolanı
.

ana sayaç
* Belirli bir yerleş
im birimine veya bir ş
ehre verilen toplam gazı
n ölçülmesi amacı
yla, ana dağ
ıtı
m boru hattı
baş
langı

na tesis edilen sayaç sistemi.

ana sı


* Genellikle beşyaş
ınıbitirmişçocuklarıilkokul öğ
renimine hazı
rlayan sı
nıf.

ana sözleşme
* Taraflar arası
düzenlenen ilk ve temel sözleş
me.

ana ş
ehir
* Ana kent.

ana toplardamar
* Kirli kanıkalbin sağkulakçı
ğı
na boş
altan iki büyük toplardamardan her biri.
ana vatan
* Ana yurt.
* Bir ş
eyin ilk kez yetiş
tigi, göründüğ
ü yer.

ana yapı
* Bir yapıbütünü içinde yükseklik ve biçim bakı
mından göze çarpan, önemli bölüm.

ana yarı

* Teyze.

ana yol
* Küçük yolları
n kendisine açı
ldı
ğıbüyük yol.
* Cadde.

ana yön
* Kuzey, güney, doğ
u ve batıyönlerinden her biri.

ana yurt

lk yurt edinilen yer, ana vatan.

ana yüreğ
i
* Annelik duygusu, ana sevecenliği.

anabolizma
* Özümleme.

anaca
* Ana olarak.

anacı
k
* Küçük anne.
* Sevimli, sempatik anne.

anacı
l
* Anası
na düş
kün (çocuk).

anaç
* Yavru yetiştirecek duruma gelmişolan hayvan veya yemişverecek durumdaki ağ
aç.
*İ ri, kart.
* Kurnaz, deneyli, bilgili, baş
ına buyruk.

anaçlaş
ma
* Anaçlaş
mak iş
i.

anaçlaş
mak
* Anaç duruma gelmek.

anaçlı
k
* Anaç olma durumu.

anadan (yeni) doğmuş a dönmek (veya anadan yeni doğmuşgibi olmak)


* dertsiz, tasası
z, sağ

klıbir duruma gelmek.

anadan doğma
* çı

lçı
plak.
* doğuş
tan olan.

anadan görme
* annesinde gördüğü gibi.
* geleneksel.
Anadolu
* Ön Asya'nı
n bir parçasıolarak Türkiye'nin Asya kı
tası
nda bulunan toprağı
na verilen ad.

Anadolulu
* Anadolu halkı
ndan olan (kimse).

anadut
* Ekin veya ot demetlerini arabaya yüklemeye veya harmanıaktarmaya yarayan, uzun saplı
araç, dirgen, yaba.

anaerki
* Soyda temel olarak anayıalan ve ailede çocuklarıana klânı
na mal eden ilkel bir toplum düzeni,
maderş
ahîlik.

anaerkil
* Anaerki temeline dayanan, maderş
ahî, matriarkal.

anaerkillik
* Kadının üstünlüğ
üne dayalı toplumsal örgütlenme düzeni.
* Ananın egemen olduğu aile hayatı
.

anaerobik
* Oksijensiz yerde yaş
ayabilen, yetiş
ebilen.

anafor
* Bir engelle karş ılaşan su veya hava akı ntı


n dönerek ve çukurlaş
arak yaptı
ğıçevrinti, ters akı
ntı
ları
n
oluş
turduğu dönme, eğ rim, çevri, burgaç, girdap.
* Karmakarı şık, sinirli, güç durum.
* Yolsuz veya emeksiz elde edilen ş ey.

anafora kaptırmak
* emeksiz, karş
ılı
ksı
z olarak baş
kası
nın yararlanması
na imkân vermek.

anaforcu
* Yolsuz veya emeksiz kazanç peş
inde olan (kimse).

anaforculuk
* Anaforcu olma durumu.

anafordan
* yolsuz veya emeksiz olarak.

anaforlama
* Anaforlamak iş
i.

anaforlamak
* Yolsuz veya emeksiz olarak kazanç elde etmek.

anaforlu
* Akı
ntı

, cereyanlı
.

anagram
* Bir kelimedeki harflerin yerini değiş
tirerek elde edilen kelime.

anahtar
* Bir kilidi açı
p kapamak için kullanı lan araç, açar, açkı.
* Bir şeyin zembereğ ini kurmak için kullanı lan araç, kurgu.
* Şifre yazmak ve çözmek için kararlaş tı
rılmı şolan yol.
*İ stenilen yere veya aygı ta, isteğ
e göre elektrik akı mı nın geçmesini sağlamak için kullanı
lan düzen,
komütatör.
* Somunlarıveya vidalarıçevirerek sı kıştı
rıp gevş etmek için kullanılan çelik saplıaraç.
* Notaları n müzik merdivenindeki yükseklik derecelerini göstermek ve buna göre okunması nısağlamak için
portenin baş ına konulan işaret.
* Konserve kutuları nın kapağ
ınıkeserek açmaya yarayan alet, açacak.
* Vesile, araç, vası
ta.

anahtar ağı zlı


ğı
* Mobilya kapakları

n ve çekmecelerin yüzlerine açılan anahtar deliklerinin üzerine çivilenen paslanmaz
çelik veya dökümden yapı lmışortasıanahtara uygun, delikli metal ve plâstik gereç.

anahtar bitkiler
* Mera üzerinde çok bulunan ve bunları
n doğru bir ş
ekilde otlatı
lmaları
ile tüm meranı
n doğ
ru bir ş
ekilde
otlanmı şolacağ ıkabul edilen bitki türleri.

anahtar kelime
* Bir kompozisyonda kullanı
lan temanı
n ifade edildiği baş

ca kelimelerden biri.

anahtar taş ı
* (yapı


kta) Kemerlerin en üstündeki taş
, kilit taş
ı.

anahtar uydurmak
* bir kilidi açmak için kendi anahtarı
ndan baş
ka bir anahtar kullanmak.

anahtar vermek
* (tulûat tiyatrosunda) komiğ
e nükte yapma kolaylı
ğıvermek.

anahtarcı
* Anahtar yapan, satan veya onaran kimse.
* Kapı
, kasa gibi yerlere anahtar uydurarak hı
rsı
zlı
k yapan kimse.

anahtarcı

k
* Anahtarcı
nın yaptı
ğıiş
.

anahtarıbeline takmak
* evde yönetimi ele almak.

anahtarlı
k
* Anahtarları
n kaybolması nıönlemek, kolayca kullanı
lması
nısağ
lamak için takı
ldı
ğımaden, deri ve
benzerinden yapılan halka veya kı

f.

-anak / -enek
* Fiil köklerinden isim türeten ek.

anakonda
* Boğ
agillerden tropikal Güney Amerika'da yaş
ayan, avı
nısararak ve sı
karak öldüren yı
lan (Eunectes
murinus).

anakronik
* Çağ
ıgeçmiş
, çağa uymaz, eskimiş
.

anakronizm
* Tarihe aykı


k.
* Çağa uymama.

analaş

rma
* Analaş

rmak iş
i.

analaş

rmak
* Annedeki özellikleri kazandı
rmak.

analı
* Anasıolan.

analıkuzu kı
nalıkuzu
* Bkz. analı
.
analıkuzu, kı
nalıkuzu
* annesi sağolan çocukları
n mutluluğ
unu anlatı
r.

analı
k
* Ana olanın durumu.
* Ana duygusu.
* Ana yerini tutan veya ana kadar yakı
nlı
k gösteren kadı
n.
* Üvey ana.
* Anaca davranı ş
.

analı
k etmek
* analı
k görevini yapmak veya ana gibi yakı
nlı
k göstermek.

analı
kızlı
* Salça, tuz, su, bulgur ve kı
ymanın yoğ
rularak küçük köfteler hâline getirilmesi ve bu malzemenin et suyu ve
nohut ile pişirilmesiyle hazı rlanan yemek.

analist
* Tahlil, analiz yapan kimse, çözümleyici.

analitik
* Çözümlemeli.

analiz
* Çözümleme, tahlil.

analiz etmek
* Çözümlemek, tahlil etmek.

analizci
* Analizle uğraş
an veya analiz yapan kimse.

analizör
* Analiz yapan cihaz, aygı
t veya organ.

analjezi
* Ağrı
yıdindirme, acıduyumunu yok etme, acıyitimi.

analjezik
* Bkz. ağrı
kesen.

analoji
* Benzeşim, benzeşme.
* Andırı
ş, andırı
şma.
* Örnekseme.

analojik
* Analoji ile ilgili, benzeş
meye dayanan.

anam avradım olsun


* birini kesin olarak inandı
rmak için söylenen çok kaba bir ant.

anam babam
* teklifsiz bir seslenme.

anam!
* Kadı n erkek, büyük küçük herkese karş
ıkullanılan teklifsiz bir seslenmek.
* Sese verilen tona göre ş
aşma, beğenme, acı
, üzüntü gibi duygular anlatı r.

anamal
* Sermaye, kapital.
* Bir ticaret iş
inin kurulması
, yürütülmesi için gereken anapara ve paraya çevrilebilir malları
n bütünü,
sermaye.

anamal birikimi
* Anamalcını
n elde ettiği artı
k değ
erin bir bölümünü kendi kullanı
rken büyük bölümünü anamalı
na
ekleyerek onu büyütmesi.

anamalcı
* Üretim araçları
nıözel mülkiyetinde bulunduran, anamal sahibi, sermayedar, kapitalist.
* Anamalcı lı
k düzenini benimsemiş .

anamalcı
lık
* Anamala dayanan ve kâr amacıgüden üretim düzeni, kapitalizm.

anan yahş i, baban yahş i


* birini, bir iş
e razıetmek için gereğ
inden çok överek yumuş
atmak amacı
güdüldüğ
ünü baş
kası
na anlatı
rken
kullanı

r.

ananas
* Ananasgillerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en bir ağaç (Ananas sativus).
* Bu ağacı
n tadı, kokusu çok beğ enilen meyvesi.

ananasgiller
* Bir çeneklilerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en ve örneği ananas olan bitki familyası
.

an'ane
* Gelenek.

an'aneci
* Ananeye bağ
lıolan, gelenekçi.

an'anecilik
* Gelenekçilik.

an'anesiz
* Geleneğ
e sahip bulunmayan.

ananet
* Erkekte cinsel güçsüzlük, puluçluk.

an'anevi
* Geleneğ
e dayanan, geleneksel.

ananı
n ak sütü gibi (helâl olsun)
* anamı n sütü bana nası l helâl ise, bu da sana öyle helâl olsun.

ananı
n örekesi
* saçma bir söze karş
ıverilen karş
ılı
k.

anaokulu
* Öğrenim çağ
ına henüz gelmemişiki ile altıyaşarası
ndaki çocuklarıokul düzenine hazı
rlayan eğ
itim
kuruluş
u.

anapara

şletilen paranı
n faiz katı
lmamı
şbütünü.

anarş
i
* Siyasî ve idarî kurumlardaki çözülme sonucu olarak devlet denetiminin kalmamasıdurumu, baş
sızlı
k.
* Kargaş a, başı
boş luk.

anarş
ik
* Anarş
i niteliğinde olan.
anarş
ist
* Anarş
i ile ilgili olan.
* Anarş
izm yanlı sıolan kimse.

anarş
istleşme
* Anarş
istleş
mek iş
i veya durumu.

anarş
istleşmek
* Anarş
ist özelliği taş
ımak.

anarş
istlik
* Anarş
ist olma durumu, iş
i.

anarş
izm
* Tarihî ş
artlar ne olursa olsun devletin ortadan kaldı

lması
na çalı
şan öğreti.

anartri
* Dil tutukluğ
u.

anasıağ
lamak
* çok sı
kıntıçekmek, eziyet çekmek, bitkin duruma gelmek.

anasıdanası
* soyu sopu, bütün aile.

anasıkı

klı
* görüş
, davranı
ş, huy vb. bakı
mından anası
na benzeyen.

anasıturp (veya sarı


msak), babasış algam (veya soğ
an)
* ne olduğu belirsiz kimselerin çocuğ
u.

anasıyerinde
* bir gencin anasıkadar yaş
lı(kadı
n).

anası
l
* Kökten, ası
l olarak, esaslıbir biçimde.

anası
na avradı na sövmek
* birinin anası
nıve karı

nıamaçlayarak çirkin söz söylemek.

anası
na bak, kızı
nıal, kenarı
na bak, bezini al
* bir kı

n karakterini öğrenmek isteyenler, anası
nın hâlini göz önüne alı
rlarsa aldanmamı
şolurlar.

anası
ndan doğduğ una pişman
* çok tembel, üş
engeç.
* canından bezmiş.

anası
ndan doğduğ una pişman etmek
* çok eziyet etmek, çok üzmek, bezdirmek.

anası
ndan emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek
* bir iş
i yaparken çok sı

ntıçekmek.

anası
ndan emdiği sütü burnundan getirmek

anası
nıağlatmak
* bir kimseye çok eziyet etmek, çok sı
kıntı
çektirmek.

anası
nıbellemek
* bir kimseye en büyük kötülüğ
ü yapmak.
anası
nıeş
ek kovalasın!
* sözü edilen kimse veya işiçin bı
kkı
nlı
k, dikkate almama ve umursamama anlatı
r.

anası
nısat! (veya satayı
m)
* önem verme, aldı
rma, umursama, bunun için gam yeme (yemem)!.

anası
nın gözü
* çok kurnaz, çok açı
k göz, dalavereci, hinoğluhin.

anası
nın ipini satmı ş(veya pazara çıkarmı ş)
* ipsiz, kendisinden her türlü soysuzluk beklenebilen (kimse).

anası
nın kı

* anası
nın huyları
kendisinde de görülen kı
z.

anası
nın körpe kuzusu
* pek küçük kucak çocuğu.

anası
nın nikâhınıistemek
* bir ş
eye değerinden çok para istemek.

anası
r
* Unsurlar, ögeler.

anası
z
* Anasıolmayan.

anası
zlı
k
* Anası
z olma durumu.

anason
* Maydanozgillerden, kokulu tohumu hamur iş
lerinde ve rakı
yapı
mında kullanı
lan, yurdumuzda ekimi
yapı
lan bitki (Pimpinella anisum).

anatomi
*İ nsan, hayvan ve bitkilerin yapı

nıve organları
nın birbiriyle olan ilgilerini inceleyen bilim, teş
rih.
* Beden yapı sı
, gövde yapı sı.
* Bir ş
eyin oluşumunda göze çarpan özel yapı .

anatomici
* Anatomi uzmanı .
* Anatomi dersi veren öğ
retim üyesi.

anatomik
* Anatomi ile ilgili.
*İnsan vücudunun anatomisi ile ilgili.

anatomist
* Anatomiyle uğraş
an bilimci.

anavaş
ya
* Göçücü balı
kları
n Akdeniz'den Karadeniz'e çı
kması
, katavaş
ya.

anayasa
* Bir devletin yönetim biçimini belirten, yasama, yürütme, yargı lama güçlerinin nası
l kullanı
lacağ
ınıgösteren,
yurttaş
ları
n kamu hakları nıbildiren temel yasa, kanunuesasî, teşkilâtı
esasiye kanunu.

anayasacı
* Anayasayısavunan, anayasadan yana olan.
* Anayasa konusunda yetkili olan, anayasa okutan (kimse).

anayasal
* Anayasa ile ilgili.

anbean
* Dakikadan dakikaya, her an, gittikçe.

anca
* Ancak.

anca beraber, kanca beraber


* bir iş
te iki veya daha çok kimsenin, o işkötü de gitse, birbirinden ayrı
lmamaları
gerektiğini anlatı
r.

ancak
* "Yalnız, sadece" gibi sı
nırlama anlatır.
* "Olsa olsa", "en çok", "daha çok", "güçlükle" gibi, bir şeyin daha çoğunun, ilerisinin olmadı
ğı
nıgösterir.
* "Lâkin", "ama", "yalnı z" gibi bir düş
ünceye karşıt ikinci bir düş
ünceyi anlatı
r.
* En erken.

ançüez
* Genellikle hamsi, bazen de çaça, sardalye veya tirsi balı
kları
ndan yapı
lan tuzlu ve yağ
lıezme.

andaç
* Ajanda.
* (çoğul durumunda) Anı
lar, hatı
rat.
* Anı, yadigâr.

andante
* Yarıyavaş
, adagio ile andantino arası
.

andantino
* Andante'den daha canlı
, daha hı
zlı
.

andaval
* Ahmak, aptal, beceriksiz, saş
kın, bön.

andavallı
* Bön ve görgüsüz, beceriksiz (kimse).

andemi
* Belli bir bölgede sı
k sı
k görülen hastalı
k.

andemik
* Belli bir bölgede sı
k sı
k görülen.

andezit
* Plâjiyoklâzlıbir yanardağkültesi.

andı
k
* Sı
rtlan.

andı

ş
* Andırmak işi veya biçimi, analoji.
*İki ş
ey arası
nda bazınoktalardaki uygunluk, benzerlik durumu, temsil.

andı

şma
* Andı rı
ş mak iş
i, analoji.
*İltibas.

andı

şmak
* (bir ş
ey) Baş
ka bir ş
eyi andı
rmak.

andı
rma
* Andı
rmak iş
i.
andı
rmak
* Anmak iş ini yaptı
rmak.
* Benzer yanlarıbulunmak, çağ
rış

rmak.

andı
z
* Yapraklarıdikenli olan bir çeşit ardı
ç.
* Servi ağacı
.
* Kırlarda yetiş
en yabanî bir otun kökü.

andı
z otu
* Birleş
ikgillerden, nemli yerlerde yetiş
en, sarı
çiçekli, acıve kokulu bir ot (İ
nula).

andoskop
* Bkz. endoskop.

andoskopi
* Bkz. endoskopi.

andropoz
* Erkeklerde yaşdönümü.

anekdot
* Kı
sa veya özlü anlatı
mıolan güldürücü hikâye, fı
kra.

anele
* Gemilerde türlü iş
lerde kullanı
lan bir tür demir halka.

anemi
* Kansı
zlı
k.

anemik
* Kansı
z.

anemometre
* Yelölçer.

anemon
* Dağlâlesi.

aneroit
* Cı
va yerine bir maden kutu kullanmak temeline dayanan kadranlıbarometre.

anestezi
* Uyuş
turucu bir ilâçla vücudun bütününde veya belirli bir bölgesinde duyuları
n yok olması
, duyum yitimi.

anestezist
* Anestezi uzmanı
.

anesteziyoloji
* Duyum yitimi bilimi.

anevrizma
* Bir atardamarı
n bir noktası
nda oluş
an ur biçimindeki gevş
eme ş
işkinliğ
i.

angaje
* Sözle veya yazı
lıolarak bağlanan.

angaje etmek
* birini söz veya yazıile bağlamak, taahhüt etmek.

angaje olmak
* sözle veya yazı
lıolarak bir ş
eye bağ
lanmak.

angajman
* Yüklenme, üstlenme, bağlantı
, taahhüt.

angajmanlı
* Bağ
lantı

, taahhüdü olan.

angajmansız
* Bağ
lantı

, taahhüdü olmayan.

angajmansızlı
k
* Angajmanıolmama durumu.

angarya
* Bir kimseye veya bir topluluğa zorla, ücret vermeden yaptırı
lan iş.
* Kölelik düzeninde köylünün derebeyine yaptı ğızorunlu ücretsiz hizmeti.
* Savaşdurumundaki bir devletin, kendi suları ndaki yabancıbir devletin ticaret gemilerine el koyarak
bunlardan yararlanması .
* Olağ anüstü durumlarda veya sı kıyönetimde devletin vatandaş lara ait ta ş
ıtlara el koyması
.
* Usandı rı

, bı ktı


, zorla yapı
lan iş
.

angarya çekmek
* bir iş
i isteksizce, hatı
r için yapmaya mecbur olmak.

angaryacı
* Baş
kası
na ücretsiz işyaptı
ran kimse.

angaryaya koş mak


* birini zorunlu olmadı
ğıhâlde bir iş
te çalı
şmaya zorlamak.

angı
ç
* Harman zamanıfazla sap yüklemek için öküz ve at arabaları
nın iki tarafı
na takı
lan parmaklı
k.

angı
n
* Ünlü, anı
lmı
ş, meş
hur.

Anglikan

ngiliz kilisesine bağlıolan (kimse).

Anglikanizm
*İngiliz kilisesinin tuttuğ
u inanç yolu.

Anglofil

ngiliz yanlı

.

Anglosakson
* V. ve VI. yüzyı lda Büyük Britanya'yıele geçiren Cermen ı
rkı
ndan oymaklara verilen ad.
* Ana dili İngilizce olan kimse.
*İngilizlere has olan.

Angolalı
* Angola'da yaş
ayan (kimse).

angström
* Metrenin on milyarda biri değerine eş
it olan ı
şı
k dalgaları
nıölçme birimi. Kı
saltmasıA.

angudî
* Angut kuş
unun renginde.

angut
* Ördekgillerden, tüyleri kiremit renginde, evcilleş
tirilebilen bir yaban kuş
u (Casarca ferruginea).
* Ahmak, kaba saba.

anha minha
* Aş
ağıyukarı
.

anhidrit
* Genellikle kaya tuzu ve alçıtaş
ıyla birlikte bulunan doğal, susuz kalsiyum sülfat.

anı
* Hatı
ra.
* Yaşanmışolayları
n anlatı
ldı
ğıyazıtürü, hatı
ra.

anı
k
* Hazı
r.

anı
klama
* Anı
klamak iş
i.

anı
klamak
* Hazı
rlamak.

anı
klaş
ma
* Anı
klaş
mak iş
i.

anı
klaş
mak
* Hazı
r olma durumu.

anı
klı
k
* Hazı
rlı
k.

anı
laş
ma
* Anı
laş
mak iş
i, anı
durumuna girme.

anı
laş
mak
* Anıniteliği kazanmak.

anı
lma
* Anı
lmak iş
i.

anı
lmak
* Anmak iş
ine konu olmak, hatı
rlamak.

anı
msama
* Hatı
rlama.

anı
msamak
* Hatı
rlamak.

anı
msanma
* Hatı
rlanma.

anı
msanmak
* Hatı
rlanmak.

anı
msatma
* Hatı
rlatma.

anı
msatmak
* Hatı
rlatmak.

anı

ş
* Anı
rma iş
i veya biçimi.
anı
rma
* Anı
rmak iş
i.

anı
rmak
* (eş
ek) Bağ
ırmak.

anı
rtı
* Eş
eğin anı

rken çı
kardı
ğıses.

anı
rtma
* Anı
rtmak iş
i.

anı
rtmak
* Anı
rması
nısağlamak.

anı
ştı
rma
* Anı ştı
rmak işi.
* Bir yazı
da veya şiirde bilinen bir olayı
, bir atasözünü anlatma veya çağ
rış

rma sanatı
, telmih.

anı
ştı
rmak
* Bir ş
eyi açı
kça söylemeyip üstü kapalıanlatmak, dolaylıanlatmak, ima etmek ihsas etmek.

anı
t
* Önemli bir olayıveya büyük bir kiş inin gelecek kuş
aklarca tarih boyunca anı
lmasıiçin yapı
lan, göze
çarpacak büyüklükte, sembol niteliğinde yapı, abide.
* Önemi ve değ eri çok olan eser.

anı
t mezar
* Görkemli, anı
tsal mezar.

Anı
tkabir
* Atatürk'ün mezarı .
* (küçük a ile) Tarih değ
eri olan kiş
ilerin mezarıolarak yapı
lan anı
t değ
erindeki yapı
.

anı
tlaş
ma
* Anı
tlaş
mak iş
i.

anı
tlaş
mak
* Anıt durumuna gelmek, anı t değ
eri kazanmak.
* Saygıve sevgi ile anı

r duruma gelmek, abideleş
mek.

anı
tlaş


lma
* Anı
tlaş


lmak durumu.

anı
tlaş


lmak
* Anıtlaş

rmak durumuna getirmek.

anı
tlaş

rma
* Anı
tlaş

rmak iş
i.

anı
tlaş

rmak
* Anı
t durumuna getirmek, abideleş
tirmek.

anı
tsal
* Anıt niteliğinde olan, anı
ta benzeyen, abidevî.
* Büyüklüğü, görünüş ü ve güzelliğiyle görenleri etkileyen, görkemli.

anı
tsı
* Anı
ta benzer.

anı
z
* Ekin biçildikten sonra tarlada kalan köklü sap.
* Ekin biçildikten sonra sürülmemiştarla.

anı
z biçmek
* anı
zıve tarla kenarı
ndaki otlarıbiçmek.

anı
z bozmak
* anı
zıalt üst etmek için toprağ
ıyüzden sürmek.

anı
zlı
k
* Anı
zısökülmemiştarla.

anî
* Bir anda oluveren, apansı
z.
* Ansı zı
n, birdenbire.

anî akı
n
* Bir anda gerçekleş
tirilen hücum.

anî hı
z
* Bir andaki hı
z.

anîde
* Hemencecik, bir anda, birden.

anîden
* Ansı

n, birdenbire.

anif
* Sert, kaba.

anilin
* Benzenden türeyen bir amin.

anilin boyalar
* Taşkömürü eterinden elde edilen, fotoğ
rafçı

kta, bası
m iş
lerinde, boya sanayiinde kullanı
lan organik boya
cevheri.

animasyon
* Canlandı
rma.

animato
* Bir parçanı
n canlıçalı
nacağ
ınıanlatı
r.

animizm
* Canlı


k.

anjin
* Boğ
az mukozası
nınş

mesi, boğ
ak, yutak iltihabı
, hunnak, farenjit.

anjiyo
* Anjiyografinin kı
saltması
.

anjiyo olmak
* anjiyografi çektirmek veya yaptı
rmak.

anjiyografi
* Damar içine x ı
şı
nları
nıgeçirmeyen bir madde ş
ırı
nga edildikten sonra damarları
n filminin alı
nması
.

anjiyoloji
* Dolaş
ım organları
nıinceleyen anatomi bölümü.
Anka
* Masallarda adıgeçen ve gerçekte var olmayan büyük bir kuş
, Zümrüdüanka.

Ankara keçisi
* Uzun, kı

rcı
k ve ipek gibi yumuş
ak kı
lları
olan ve Ankara yöresinde yetiş
tirilen evcil keçi türü, tiftik keçisi.

Ankara kedisi
* Uzun tüylü ve Ankara yöresinde yetiş
en kedi ı
rkı
.

ankastre
* Bir oyuğ
a, yuvaya yerleş
tirilmiş(tesisat).

ankesörlü telefon
* Kutulu telefon.

anket
* Soruş
turma, sormaca.

anket yapmak
* bir konuda soruş
turma, araş

rma yapmak.

anketçi
* Soruş
turmacı
.

anketçilik
* Soruş
turmacı

k.

anketör
* Anket yapan uzman.

ankiloz
* Oynar eklemlerde oynaklı
ğı
n kalmaması
yla eklemin iş
lemez duruma gelmesi, eklem kaynaş
ması
.

anladı
msa arap olayım
* hiçbir şey anlamadı
m.

anlak
* Zekâ.

anlaklı
* Zeki.

anlam
* Bir kelimeden, bir sözden, bir davranı
şveya olgudan anlaş ı
lan ş
ey; bunları
n hatı
rlattı
ğıdüş
ünce veya nesne,
mana, fehva.
* Bir önermenin, bir tasarı
nın, bir düşüncenin veya eserin anlatmak istediğ
işey.

anlam aykı
rılı
ğı
* Karşı
t anlamlıkelimelerin, sözlerin bir araya gelmesi.

anlam bayağı
laşması
* Anlam kötüleş
mesi.

anlam bilimi
* Dili anlam açı

ndan inceleyen bilim dalı
, semantik.

anlam bilimsel
* Anlam bilimi ile ilgili, semantik.

anlam çı
karmak
* bir cümlede veya bir metinden yeni ve değiş
ik bir anlam yakalamak veya bulup çı
karmak.
* yersiz ve gereksiz bir yargı
ya varmak, yanlı
şdeğ
erlendirmek; bir söze, söyleyenin aklı
ndan geçmeyen bir
anlam vermek.

anlam daralması
* Genişkavramlarıolan bir kelimenin, bu kavramlar içinden tek bir anlam bildirmesi durumu, genel bir
anlamdan özel bir anlama geçiş
.

anlam değiş
mesi
* Anlamı
n daralması
, geniş
lemesi, kaymasıveya bayağı
laş
ması
.

anlam geniş
lemesi
* Dar bir anlamda kullanı
lan bazıkelimelerdeki anlamı
n ilgili kavramlara yayı
lması
.

anlam iyileşmesi
* Kötü ve olumsuz bir anlamıolan bir kelimenin zamanla iyi bir anlam kazanması
.
* Bkz. isimden türeme fiil.

anlam kayması
* Yeni bir anlam vermek üzere kelimelerin gerçek anlamları
ndan kayarak kalı
plaş
maları
.

anlam kötüleş
mesi
* Anlamıiyi ve olumlu olan bir kelimenin zamanla kötü veya kötüye doğru giden bir anlam kazanması
.

anlam vermek
* kendince bir yargı
ya varmak, yorumlamak.

anlama
* Anlamak iş i, vukuf.
* Bir olay veya önermenin daha önce bilinen bir kanunun veya formülün sonucu olduğunu görme.

anlamak
* Bir şeyin ne demek olduğ unu, neye iş aret ettiğini kavramak; yeni bilgileri eskileriyle bir araya getirerek
sonuç niteliğinde baş ka bir bilgi edinmek.
* Sorup öğrenmek.
* Doğru ve yerinde bulmak.
* Birinin duyguları nı , isteklerini, düş üncelerini sezebilmek.
* Bir şey üzerinde bilgisi bulunmak.
* (olumsuz veya soru biçiminde) İ yilik görmek, yararlanmak.
* Sahip olmayı istemek, dileğinin yerine getirilmesini istemek.

anlamamak
* hoş
lanmamak, ilgilenmemek.

anlamamazlı
k
* Anlamazlı
k.

anlamazlı
k
* Bir ş
eyi anlamamı
ş, kavrayamamı
şgibi davranmak.

anlamazlı
ktan gelmek
* bir ş
eyi anladı
ğıhâlde anlamamı
ş, farkı
na varmamı
şgibi davranmak.

anlamdaş
* Eşanlamlı
, müradif, müteradif, sinonim.

anlamdaş

k
* Eşanlamlı

k.

anlamı
na gelmek (veya manaya gelmek)
* (bir anlam) bildirmek.

anlamlandı
rma
* Anlamlandı
rmak iş
i.

anlamlandırmak
* Anlamı
nıaçı
klamak; anlam vermek, anlam kazandı
rmak.

anlamlı
* Anlamıolan, bir ş
ey demek isteyen, düş
ündürücü, manalı
, manidar.

anlamlıanlamlı
* Anlamlı
olarak.

anlamlı

k
* Anlamlı
olma durumu.

anlamsal
* Anlamla ilgili, semantik.

anlamsı
z
* Anlamıolmayan, önemli bir ş
ey anlatmayan, manası
z.

anlamsı
zlaşma
* Anlamsı
zlaş
mak durumu.

anlamsı
zlaşmak
* Anlamsı
z duruma gelmek.

anlamsı
zlaştı
rma
* Anlamsı
zlaş

rmak durumu.

anlamsı
zlaştı
rmak
* Anlamsı
z duruma getirmek.

anlamsı
zlı
k
* Anlamsı
z olma durumu, manası
zlı
k.

anlarsı
n ya!
* açı
klanmamasıgereken bir olayı
dolaylıyoldan anlatmak için kullanı

r.

anlaş
ık
* Araları
nda anlaş
ma bulunan taraflardan, kimselerden biri.

anlaş
ılan
* anlaş
ıldı
ğı
na göre, galiba.

anlaş
ıldıVehbi'nin kerrakesi
* iş
in iç yüzü, gerçeğ
i öğ
renildi.

anlaş
ıldıVehbi'nin kerrakesi
* Bkz. anlaşı
ldıVehbi'nin kerrakesi.

anlaş
ılma
* Anlaş
ılmak iş
i.

anlaş
ılmak
* Anlamak iş
ine konu olmak, belli olmak, ortaya çı
kmak.

anlaş
ılmaz
* Anlaş
ılmasıgüç olan, bir anlam verilemeyen, karı
şı
k, muğ
lâk.

anlaş
ma
* Anlaş
mak iş
i, uyuş
ma, itilâf.
* Devletler arasısiyasî, ekonomik, kültürel vb. alanlarda yapı
lan uzlaş
ma ve bu uzlaş
manı
n tespit edildiğ
i
belge, uyuşma, itilâf, antant.

anlaş
ma yapmak
* anlaş
ma belgesi düzenleyip imzalamak.

anlaş
mak
* Düş
ünce, duygu, amaç bakı
mından birleş
mek.

anlaş
malı
* Anlaş
maya dayanan.

anlaş
maya varmak
* bir konuda birisiyle anlaş
mak.

anlaş
mazlı
k
*İ ki veya daha çok tarafı
n karş
ılaş
an düş
ünce ve amaçlarıarası
nda ayrı

k, uyuş
mazlı
k, ihtilâf.

anlaş
mazlı
k çıkmak
* bir konuda uyuş
mazlı
k söz konusu olmak.

anlaş

rma
* Anlaş

rmak iş
i.

anlaş

rmak
* Anlaş
mayı
, uzlaş
mayı
, uyuş
mayısağlamak.

anlata anlata bitirememek


* bir şeyden çok söz etmek, övmek.

anlatı
* Hikâye etme, tahkiye.

anlatı

* Hikâye, fı
kra gibi ş
eyleri anlatan kimse.

anlatı
lma
* Anlatı
lmak iş
i.

anlatı
lmak
* Anlatmak iş
ine konu olmak.

anlatı
m
* Anlatmak işi.
* Bir duyguyu, bir düş
ünceyi, bir konuyu söz veya yazıile bildirme, ifade.

anlatı
m bilimi
* Üslûp yöntemlerini inceleyen edebî araş

rma, inceleme, stilistik.

anlatı
m tonu
* Anlatı
mda mantı
k ve düş
ünce özelliğ
ine göre oluş
an ton.

anlatı
mcı
* Yalnızca hikâye etmeye ağırlı
k veren (eser).
* Eserlerinde hikâye etmeye, tahkiyeye ağırlı
k veren (yazar).

anlatı
mcı
lık
* Bkz. ekspresyonizm.

anlatı
mlı
* Düş
ünce ve duyguyu güçlü ve canlıbir biçimde anlatan.
anlatı
ş
* Anlatmak iş
i veya biçimi, takrir.

anlatma
* Anlatmak iş
i.

anlatmak
* Bir konu üzerinde açı
klamada bulunmak, bilgi vermek, izah etmek.
*İ nandırmak, belirtmek.
* Söylemek, nakletmek.

anlattı
rma
* Anlattı
rmak iş
i.

anlattı
rmak
* Bir konu üzerinde bilgisini ölçmek, açı
klama yaptı
rmak.

anlayana sivri sinek saz, anlamayana davul zurna az


* anlayı şlıkimseleri en küçük bir söz bile etkiler, oysa anlayı
şsı
z kimselere ne söylense yararsı
zdı
r.

anlayı
p dinlemek
* (bir olayla ilgili olarak) iyice anlamak.

anlayı
ş
* Anlamak iş i veya biçimi, telâkki, zihniyet.
* Anlama yeteneğ i, feraset, izan, zekâ.
* Hoşgörme, hâlden anlama.
* Ayırı
cıbir nitelik olmak bakı mı ndan görüş , zihniyet.

anlayı
şgöstermek
* istenilen veya söylenilen bir ş
eyi hoş
görüyle karş
ılamak.

anlayı
şlı
* Anlayışıolan, ferasetli, izanlı
, zeki.
* Hoş görülü.

anlayı
şlı

k
* Anlayı
şlıolma durumu.

anlayı
şsı
z
* Anlayışıkıt olan, kafası
z, kavrayı
şsı
z, vurdumduymaz, kalı
n kafalı
, izansı
z, ferasetsiz, gabi.
* Hoş görüsüz.

anlayı
şsı
zlı
k
* Anlayışkıtlı
ğı, kafası
zlı
k, kalı
n kafalı

k, vurdumduymazlı
k, izansı
zlı
k, gabavet.
* Hoş görüsüzlük.

anlış
anlı
* Güzel, gösteriş
li, ünlü.

anlı
k
* Kı
sa süren, bir an içinde olan.
* Duyu ve iradeden ayrıolarak düşünülen bilme melekesi, anlama gücü; usa vurma, yargı
lama, müdrike,
entelekt.

anlı
kçı

k
* Duyu ve irade karş
ısı
nda anlı
ğın üstünlüğ
ünü ileri süren doktrin, zihniye, entelektüalizm.

anma
* Birini veya bir ş
eyi akla getirerek sözünü etme.
* Ölmüşbir insanıhatı rlamak için yapılan tören, ihtifal.
anma töreni
* Bir kiş
iyi veya bir olayıhatı
rlamak için yapı
lan tören.

anmak
* Birini veya bir ş
eyi akla getirerek sözünü etmek veya onu düş
ünmek, zikretmek, hatı
rlamak.
* Bir sözü ağzına almak.
* Bir armağ anla gönlünü almak.
* Adlandı rmak.

anmalı
k
* Anı
lmak için verilen ş
ey, hatı
ra, yadigâr, bergüzar.

anne
* Çocuğ
unu dünyaya getiren kadı
n.

anne olmak
* (kadı
n) çocuk sahibi olmak.

anneanne
* Annenin annesi.

annelik
* Anne olma niteliğ
i veya durumu.

annelik etmek
* annelik görevini yapmak veya anne gibi ilgi ve yakı
nlı
k göstermek.

anofel
* Sı
tma mikrobunu aş
ılayan bir tür sivrisinek (Anopheles maculipennis).

anomali
* Sapaklı
k, aykı


k.

anonim
* Adısanıbilinmeyen.
* Yaratı


nın adıbilinmeyen (eser).

anonim ortaklı k
* Sermayesi paylara bölünmüşolan ve her ortağ
ın sorumluluğu sermayedeki payı
yla sı

rlıbulunan ortaklı
k,
anonim şirket.

anonim ş irket
* En az beşkişinin kurduğ u, sermayesi hisselere bölünmüşve her ortağ
ın sorumluluğu sermayedeki hissesi
ile sı
nırlıortaklı
k, anonim ortaklık.

anons
* Duyuru, duyurma.

anons etmek
* sözle veya yazı
yla bir durumu, bir haberi halka bildirmek.

anonsör
* Bkz. sunucu.

anorak
* Baş

klı
, su geçirmeyen spor ceket.

anorganik

norganik.

anormal
* Genel olan örneğe, alı
şı
lmı
şa ve kurala aykı
rıolan; düzgün olmayan, gayritabiî.
* Dengesi bozuk, deli.

anormalleş me
* Anormalleş
mek iş
i.

anormalleş mek
* Anormal duruma gelmek.

anormallik
* Anormal olma durumu.

anot
* Bir elektrolitte elektrik akı
mını
n gelip bağlandı
ğıve içeri girdiğ
i uç, artıuç.

ansefal
* Kafatasıiçindeki beyin ve yardı
mcı
organları
n hepsi.

ansefalit
* Beynin irinsiz iltihaplıhastalı
ğı
.

ansı
ma
* Bkz. anı
msama.

ansı
mak
* Bkz. anı
msamak.

ansı
z
* Anlayış
sız, akılsı
z.
* Birdenbire, habersiz.

ansı

n
* Hiç hatı
ra gelmedik bir sı
rada, birdenbire, anî olarak, anîden.

ansiklopedi
* Bütün bilim, sanat dalları
nıtek veya bir arada belli bir yönteme göre inceleyen eser, bilgilik.

ansiklopedici
* Ansiklopedi hazı
rlayan veya satan (kimse).

ansiklopedicilik
* Ansiklopedicinin yaptı ğıiş .
* Değiş ik alanlardaki bilgileri sistemli bir yöntemle bir araya getirme veya toplama iş
i.

ansiklopedik
* Ansiklopedi ile ilgili.
* Her konuda biraz bilgi sahibi olan.

ansiklopedik sözlük
* Alfabetik sı
raya göre kelimelerin karş
ılı
kları
nıgenişbir biçimde veren, özel adlarıda içine alan sözlük türü.

ant
* Tanrı
'yıveya kutsal bilinen bir kiş
iyi, bir ş
eyi tanı
k göstererek bir olayıdoğ
rulama, yemin.
* Kendi kendine söz verme.

ant içmek (veya etmek)


* bir ş
eyi yapmaya veya yapmamaya ant ile söz vermek, yemin etmek.

ant kardeşi
* Bkz. kan kardeş
i.

ant verdirmek
* bir ş
eyi yapmasıiçin bir kimseye ant içirmek.
ant vermek
* "Allah aş
kına, "çocukları
nın baş
ıiçin" gibi sözlerle karş
ısı
ndakini bir ş
eye zorlamak.

antagonizma
* Tezat.

antant
* Anlaş
ma, uyuş
ma, mutabakat, itilâf.

antant kalmak
* anlaş
mak, uzlaş
mak.

antarktik
* Güney kutupla ilgili, güney kutup yakı
nında olan.

antarktik kara
* Güney kutuptaki kara bölgesi.

anten
* Boşlukta yayılan elektromanyetik dalgalarıtoplayarak bu dalgaları
n transmisyon hatları
içerisinde
yayı
lması
nısağlayan cihaz.
* Duyarga.
* Olta şamandı rasının alt ve üst kı
smı
nda bulunan ince uçlar.

anten yükselteci
* Anten ile alı
cıarası
nda yer alarak elektromanyetik dalgaları
n genliğini yükselten cihaz.

antenli
* Anteni olan.

antenli balık
* Göğüs yüzgeçleri saplı
, iskeleti kemikleş
miş
, sı
rt yüzgeçleri uzamı
şkemikli balı
k türü.

Antep baklavası
* Antep yöresinde yapı
lan özel bir tatlıtürü.

Antep fı
stı
ğı
* Antep fıstığıgillerin örnek bitkisi, yurdumuzda Gazi Antep ve Siirt bölgelerinde yetiş
en, yanlı
şolarak Ş
am

stı
ğıda denilen bir ağaç (Pistacia vera).
* Bu ağacın, ince ve sert kabuklu, yağ lıyemiş
i.

Antep fı
stı
ğıgiller
* Ayrıtaç yapraklı
lardan, tipik örneği Antep fı
stı
ğıağ
acıolan bir familya.

Antep işi
* Gazi Antep yöresine özgü, iplikleri çı
karı
lmı
şve kafes ş
eklini almı
şkumaşüzerine aynırenk iplikle
verevine sarılarak yapı
lan bir çeş
it el iş
lemesi.

anterit

nce bağı
rsak iltihabı
.

anterograf
* Bağ
ırsak kası
lmaları
nıölçmeye yarayan alet.

anterosel

nce bağı
rsak fı

ğı
.

anterostomi
* Bağ
ırsak düğ
ümlenmesinin kesilip alı
nması
.

antet
* Kâğ
ıt veya zarf üstüne bası
lmı
şad ve adres, baş

k.

antetli
* Baş

klı
.

antetsiz
* Baş

ksı
z.

antialerjik
* Alerjilerin önlenmesinde veya tedavisinde kullanı
lan ilâçları
n özelliği.

antiasit
* Alkalik, kalevî.

antibiyotik
* Bitkilerde, özellikle küf mantarları
nda bulunan veya sentezle elde edilen, birçok mikroba karş
ıkullanı
lan,
penisilin, streptomisin gibi maddelerin ortak adı.

antibiyotik tedavisi
* Bir veya birçok antibiyotiğ
in durdurucu veya öldürücü etkisinden faydalanı
larak yapı
lan tedavi.

antidemokratik
* Demokrasiye aykı
rıolan.

antidot
* Bkz. panzehir.

antiemperyalist
* Emperyalizme karş
ıolan.

antiemperyalizm
* Emperyalizme karş
ıtutum, davranı
şveya öğ
reti.

antifriz
* Bir sı
vıya katı
ldı
ğı
nda o sı


n donma derecesini düş
ürerek donması
nıönleyen madde.

antihijyenik
* Sağlı
k kuralları
na aykı
rıolma.

antijen
*İçerisine girdiğ
i organizma aracı

ğı
yla antikor oluş
umunu sağlayan bakteri, virüs, parazit gibi protein
yapı

nda madde.

antik

lk Çağ
daki uygarlı
klarla, özellikle eski Yunan ve Roma uygarlı
klarıile ilgili olan.

antik çağ
* Eski Yunan ve Roma uygarlı
kları
nın geliş
ip yayı
ldı
ğıçağ.
* Bu çağa özgü olan.

antika
* Eski çağlardan kalma eser veya tarihî değ eri olan eski eş ya.
* Genele, olağana, geleneğ e aykırı, acayip, tuhaf.
* Mendil, örtü, yatak çarş afıgibi bezlerin kenarları na paralel ipliklerden bir bölümü çekilip dikey olanları
n
ikisi, üçü bir arada tire ile sarı
larak yapılan dişdişsüs, sı çan dişi, ajur.
* Antik.

antika mobilya
* En az yüz sene evvel imal edilmişolan, ana hatlarda herhangi bir değiş
iklik yapı
lmamı
şve belli bir ekole
göre isimlendirilen mobilya.

antikacı
* Antika eş
ya veya eser satan veya toplayan kimse.

antikacı

k
* Antika eş
ya veya eserlerle uğ
raş
ma iş
i.

antikalı
k
* Antika olma durumu.
* Tuhaflık.

antikapitalist
* Kapitalist rejime karş
ıolan kimse.

antikapitalizm
* Kapitalizme karş
ıolma.

antikası
nıbilmek
* en iyisini bilmek.

antikatot
* Bası
ncıazaltı
lmı
şbir elektrik boş
alma tüpünde, katot ı
şı
nları
nıalan elektronik lâmbadaki genellikle metal
yaprak.

antikite
* Tarihte İ
lk Çağ, antik devir.

antikomünist
* Komünizme karş
ı.

antikomünizm
* Komünizm aleyhtarlı
ğı
.

antikor
* Hastalı
k etkenlerini zararsı
z duruma getirmek için vücudun çı
kardı
ğımadde.

antilop
* Antiloplardan, sı
cak ülkelerde yaş ayan, çok hı
zlı
koş
an, boynuzlu bir hayvan (Anthilopus).
* Bu hayvanı n derisinden yapılmış.

antiloplar
* Gevişgetiren memeli hayvanları
n bir familyası
.

antimon
* Atom numarası51, atom ağı rlı
ğı121,76 olan, 6300 C de eriyen, haddede veya çekiç altı
nda iş
lenemeyen,
çoğ
unlukla bası
m harfleri alaş
ımı
nda kullanı
lan, mavimtırak beyaz renkte bir element. Kı
saltmasıSb.

antinomi
* Çatı
şkı
.

antipati
* Sevimsizlik, soğ
ukluk.
* Karşıt duygu.

antipatik
* Antipati uyandı
ran, sevimsiz, soğuk.

antipatik bulmak
* sevimsiz bulmak, kanıkaynamamak.

antipropaganda
* Karşıpropaganda.

antisemit
* Yahudilik aleyhtarlı
ğı
.

antisemitist
* Yahudilere karş ı
düş
manca duygular besleyen ve Yahudilere karş
ıayı
rt edici tedbirler alı
nması
nıisteyen
görüş e bağ lıolan (kimse).

antisemitizm
* Yahudilere karş
ıdüşmanca duygular besleyen ve Yahudilere karş
ıayı
rt edici tedbirler alı
nması

isteyenlerin görüş
ü veya tutumu.

antisepsi
* Mikroplarıilâçla öldürme yolları
.

antiseptik
* Antisepsi yapmak için kullanı
lan veya antisepsi özelliğ
i olan (madde).

antisiklon
* Yüksek bası
nçlıatmosfer kütlesi; havanı
n sarmal biçimli hareketi için kullanı

r.

antitez
* Karş
ısav.

antitoksik
* Antitoksin.

antitoksin

çine giren toksinleri zararsı
z hâle getirmek için vücudun çı
kardı
ğımadde.

antlaş
ma
*İ ki veya daha çok devletin saldı
rmazlı
k, savaş
ta ittifak gibi konularda üstlenmelerini belirttikleri belge ve
belgede belirtilen durum, muahede, pakt.

antlaş
mak
* Antlaş
ma yapmak, ahitleş
mek.

antlı
* Ant içmişveya ant içirilmiş
.

antoloji
* Şairlerin, yazarları
n, bestecilerin eserlerinden alı
nmı
şseçme parçalardan oluş
an kitap, seçki, güldeste.

antrakt
* Ara.

antrasit
* Güçlükle tutuş
an, koku, duman çı
karmadan, büyük bir ı
sıvererek yanan bir tür taşkömürü.

antre
* Bir yapıda girip geçilen yer, methal.
* Baş langı
ç yemeği.

antrenman
* Bir spor dalı
nda yapı
lan alı
ştı
rma veya hazı
rlı
k çalı
şması
, idman, egzersiz.

antrenman yapmak
* spor amacı
yla çalı
şmak, alı
ştı
rma yapmak.

antrenmanlı
*İdmanlı
.

antrenmansız
* Antrenmanıolmayan, idmansı
z.
antrenör
* Bir spor dalı
nda sporcuyu eğ
iten, yetiş
tiren ve çalı
ştı
ran kiş
i, çalı
ştı


.

antrenörlük
* Antrenörün iş
i veya mesleği, çalı
ştı



k.

antrepo
* Gümrüklere gelmişticarî eş
yanı
n konulduğ
u, korunduğ
u yer, ardiye.

antrepocu
* Antrepo iş
leten kimse.
* Antrepoya bakan kimse.

antrepoculuk
* Antrepocunun yaptı
ğıiş
.

antrkot
* Sı
ğı

n iki kürek arası
ndan ve pirzolalı
k yerinden çı
kartı
lan kemiğ
inden sı
yrı
lmı
şet dilimi.

antrok
* Triyas devri katmanları
nda bulunan, derisi dikenlilerden, deniz lâlelerinin sapları
nıoluş
turan kalsiyum
karbonat birleşimli fosil.

antropoit
* Bkz. insansı
.

antropoitler
* Bkz. insansı
lar.

antropolog
*İnsan bilimi uzmanı
.

antropoloji
*İ nsanı
n kökenini, evrimini, biyolojik özelliklerini, toplumsal ve kültürel yönlerini inceleyen bilim, insan
bilimi.

antropolojik
*İ nsan bilimiyle ilgili, insan bilimsel.

antropomorfizm
*İnsan biçimcilik.

antroponim
* Kiş
i adları
nıinceleyen bilim dalı
.

antroposantrizm
*İ nsanıtabiatı
n merkezi sayan, bütün öbür yaratı
kları
n insan için yaratı
lmı
şoldukları
nısöyleyen dinî nitelikli
öğreti, insaniçincilik.

antropozoik
*İ nsanı
n belirmesi ve yayı
lması
nıniteleyen antropozoik devir teriminde geçer.

antropozoik devir
* Antropozoik.

antrparantez
* Söz arası
nda, sı
rasıgelmiş
ken, istitrat.

anut

natçı
, ayak direyici.
anüri

drarı
nıyapamama ş
eklinde ağı
r bir böbrek rahatsı
zlı
ğıbelirtisi.

anüs
* Sindirim kanalı
nın doğru bağ
ırsak denilen son bölümündeki çı

şdeliğ
i, makat, ş
erç.

anüs yüzgeci
* Balı
klarda anüs bölgesinde tek olarak bulunan yüzgeç.

anyon
* Negatif elektrikle yüklü iyon, eksin.

anzarot
* Sı
cak ülkelerde yetiş
en bodur bir ağaç (Sarcocolla).
* Bu ağacı
n yara tedavisinde kullanı
lan reçinesi.
* Rakı.

aort
* Kalbin sol karı
ncı
ğı
ndan çı
kan ve vücuda kı
rmı
zıkan dağı
tan büyük atardamar.

apacı
* Çok acı
.

apaçı
k
* Çok açı
k, çok belirgin.

apaçı
klı
k
* Apaçık olma durumu.
* Bir ş
eyin, hiçbir kuş
kuya yer bı
rakmaksı

n aydı
nlı
k, açı
k bir biçimde görünmesi.

apak
* Çok ak.

apala
* Abla.

apalak
* (bebekler ve küçük çocuklar için) Tombul, gürbüz, iri.

apandis
* Kör bağ
ırsağ
ın ince bir parmak gibi olan son bölümü.

apandisit
* Apandisin iltihaplanması
.

apansı
z
* Hiç beklenmedik bir sı
rada, pek ansı

n.

apansı

n
* Birdenbire, çok anî olarak.

apar topar
* Telâşve acele ile, yaka paça.

aparey
* Çeş
itli parçalardan meydana gelen alet, cihaz.

aparkat
* Boksta bükük kolla aş
ağı
dan yukarı
ya doğ
ru atı
lan yumruk.

aparma
* Aparmak iş
i.
aparmak
* Almak, alıp götürmek.
* Gizlice almak, alı
p kaçmak, çalmak.

apart otel
* Müş
terilerin kendi yeme ve içme ihtiyacınıkarş ılayabilmek için gerekli malzemeler ile donatı
lmı
şbağı
msı
z
apartman veya villâ tipinde inş
a edilmişancak otel gibi iş
letilen konaklama tesisi.

apartman
* Birkaç katlı
ve her katı
nda bir veya birkaç daire bulunan yapı
.

apaş
* Külhan beyi, kabadayı
, hayta.

apatit
* Doğada, kemik dokusunda bulunan, içinde flüor veya klor olan doğal kalsiyum fosfat.

apaydı
n
* Çok aydı
nlı
k.

apaydı
nlı
k
* Apaydı
n olma durumu.

apayrı
* Büsbütün ayrı
, bambaş
ka.

apaz
* Avuç.
* Bir avuç dolusu.

apaz
* Çok az.

apazlama
* Apazlamak iş i.
* Pupa ile orsa arası
nda geminin omurgası
na 450 açıile esen (rüzgâr).
* Böyle esen bir rüzgârla.

apazlamak
* Avuçlamak.
* Yelken rüzgârla dolup ş
işmek.
* (gemi) Apazlama rüzgârla gitmek.

apel
* Anonim ortaklı
klarda sermaye artı

mıiçin yapı
lan ödeme çağ
rısı
.

aperitif

ştahı
açmak için yemekten önce içilen içki, açar.

apı
ş
* Butları
n iç tarafı
, iki bacak arası
.

apı
şarası
*İki bacağ
ın arası
nda kalan yer.

apı
şak
* Bacaklarınıaçarak yürüyen, ayrı
k bacaklı
.
* Bacaklarıaça aça yürüme.

apı
şı
k
* Yorgun, güçsüz, ş
aşkı
n.
* Kuyruğunu apı
şarası
na alarak yı
lgı
n yı
lgı
n giden (hayvan).

apı
şı
p kalmak

aş ı
rmak.

apı
şlı
k
* Ağ.

apı
şma
* Apı
şmak iş
i.

apı
şmak
* Hayvan yorgunluktan bacaklarınıbirbirinden ayı
rarak çöküvermek.
* Oturmak, bacaklarıayırarak çömelmek.
* Ne yapacağınıkestirememek, ş aş
ırmak.

apı
ştı
rma
* Apı
ştı
rmak iş
i.

apı
ştı
rmak
* Hayvanıçok yorarak yürüyecek gücünü bı rakmamak.
* Çifte demir atarak döndükçe geminin bir alan içinde kalması
nısağ
lamak.

apiko
* Geminin, zinciri toplayıp demirini kaldı
rmaya hazı
r bulunması
.
* Hazır, tetik.
* Derli toplu, süslü, ş
ık.

aplik
* Duvar ş
amdanı
, duvar lâmbası
.

aplikasyon
* Uygulama.
* Bir kumaşüzerine baş ka bir kumaşparçası nı veya bir danteli dikme yolu ile uygulayarak yapı
lan süs.
* Eldeki haritaya göre arazi üzerinde bir parseli kazı
klarla belirtme.

aplike
* Düz veya desenli bir kumaş
tan kesilmişmotiflerin bir baş
ka kumaş
a iş
lenmişdurumu.

apokaliptik
* Anlaş
ılmaz, kapalı
, karanlı
k (söz veya yazı
).

apokrif
* Doğruluğuna güvenilmez söz veya yazı
.

apolet
* Subaylarda rütbeyi göstermek için üniformaları n omuzları
na takı
lan iş
aretli parça, omuzluk.
* Giysilerin omuzlarına süs olarak takı
lan parça.

apoletleri sökülmek
* bir suç sebebiyle rütbesi indirilmek veya askerlikten atı
lmak.

aport
* Avı
n veya kendisine gösterilen ş
eyin üzerine atı

p getirmesi için köpeğe verilen buyruk.

aposteriori
* Deney sonucu ortaya çı
kan (bilgi), sonsal.

apoş
i
* Çember biçiminde, telden yapı
lma, torbaya benzer, büyük gözlü ağ
.

apotr
* Yardı
mcı
, koruyucu, havari.

appassionato
* Bir parçanı
n coş
kunca çalı
nacağ
ınıanlatı
r.

apraksi
* Bkz. iş
lev yitimi.

apre
* Kumaşveya derinin cilâlanması , perdahlanması .
* Dokumacı

kta, boyacı lıkta cilâ olarak kullanı
lan madde.

apreci
* Apre yapan kimse.

apreleme
* Aprelemek iş
i.

aprelemek
* Kumaşveya deriyi cilâlamak, perdahlamak.

apreli
* Apresi olan.

apresiz
* Apresi yapı
lmamı
ş, perdahlanmamı
şveya cilâlanmamı
ş.

april
* Nisan ayı
, abril.

apriori
* Hiçbir denemeye dayanmayan ve akı
l yordamı
yla bulunup ortaya konan, önsel.

apse

rin birikimi, çı
ban.

apse yapmak
* bir doku içinde iltihap oluş
mak.

apseleş
me
* Apseleş
mek durumu.

apseleş
mek
* Yara irin bağ
lamak, apse yapmak.

apsent
* Pelinle kokulandı

lmı
şsert bir içki.

apsis
* Yönlü bir eksen üzerinde bir noktanın, başlangı
ç noktası na olan uzaklığı
nın cebirsel değ
eri.
* Bir noktanın uzaydaki yerini bulmaya yarayan ana çizgilerden yatay olanı
, koordinat.

aptal
* Zekâsıpek geliş
memiş , zekâ yoksunu, alı
k, ahmak.
* Küçümseme belirten seslenme; azarlama.

aptal aptal
* Aptal gibi, aptalca, aval aval.

aptal olmak
* aptal durumda bulunmak.
aptal yerine koymak (veya koyulmak)
* anlamaz, bilmez sanmak (sanı
lmak).

aptalca
* Biraz aptal.
* (apta'lca) Aptala yaraş
ır nitelikte, aptal gibi, ahmakça.

aptalcası
na
* Aptala yakı
şı
r biçimde, aptal gibi.

aptallaş
ma
* Aptallaş
mak iş
i veya durumu.

aptallaş
mak
* Zekâsı
nıiş
letemez olmak, alı
klaş
mak, ahmaklaş
mak.

aptallaş

rma
* Aptallaş

rmak iş
i veya durumu.

aptallaş

rmak
* Aptallaş
ması
na sebep olmak, aptal duruma getirmek, ahmaklaş

rmak.

aptallı
ğa vurmak
* bir ş
eyi bilmez, anlamaz gibi görünmek.

aptallı
k
* Aptal olma durumu veya aptalca iş
.

aptallı
k etmek
* aptalca davranmak veya aptalca işgörmek.

apteriks
* Bkz. kivi.

aptes
* Bkz. abdest.

aptesbozan
* Bkz. abdestbozan.

aptesbozan otu
* Bkz. abdestbozan otu.

apteshane
* Bkz. abdesthane.

aptesli
* Bkz. abdestli.

apteslik
* Bkz. abdestlik.

aptessiz
* Bkz. abdestsiz.

apukurya
* Et kesimi yortusu.

apul apul
* Tombul çocukları
n bacakları
nıaçarak salı
na salı
na yürüyüş
lerini anlatı
r.

Ar
* Argon'un kı
saltması
.

ar
* Tarı
m alanları
için yüz metre kare değ
erinde yüzey ölçü birimi.

ar
* Utanma, utanç duyma.

-ar- / -er-
* Belirli fiillere gelen genişzaman eki: aç-ar, biç-er, geç-er, bat-ar, çı
k-ar, yat-ar, kalk-ar, ölç-er vb. Bu ekle
yapı lmışisimler de vardı r: keser, açar "anahtar", çı
kar "menfaat" vb.

-ar- / -er-
*İsimden geçiş
siz fiil türeten ek.

-ar- / -er-
*İsimden geçiş
li fiil türeten ek: baş
-ar-mak, suv-ar-mak vb.

-ar- / -er-
* Fiilden ettirgen çatı
türeten ek: çı
k-ar-mak, gid-er-mek vb.

ar belâsı
* namus ve onuru için baş
kasısöz eder korkusu.

ar damarıçatlamış
* utanç duyulacak ş
eyleri hiç sı

lmadan yapan, utanmaz.

ar etmek
* utanmak.

ar namus tertemiz
* utanmasıolmayan.

ar ve hayâ perdesi yı
rtı
lmak
* utanmamak, utanç duymamak, yüzsüzlük etmek.

ar yı
lıdeğil, kâr yı

* birinin sı

lmayı
bir yana bı
rakarak yalnı
z çı
karı
na baktı
ğıanlatı

rken söylenir.

ara
*İ ki şeyi birbirinden ayıran uzaklı k, açı
klık, aralı
k, boş luk, mesafe.
*İ ki olguyu, iki olayıbirbirinden ayı ran zaman, fası la.
* Kiş ilerin veya toplulukların birbirine karşıolan durumu veya ilgisi.
* Toplu bulunan nesnelerin veya kimselerin içi.
* Bir oyunda, bir filmde dinlenme süresi, antrakt.
* Toplu jimnastik dizilmelerinde, sı radakilerin birbirlerinden yanlaması na olan uzaklıkları
.
* Aralı k.
* Futbol oyununun kı rk beş er dakikalık iki devresi arasında oyunculara verilen on beşdakikalı k dinlenme
süresi, haftayım.
* (basketbol ve voleybol için) Takı mları n oyun sı rasında aldıklarıbirer dakikalı
k dinlenme ve talimat alma
süresi, mola.

ara açmak
* dostluğu bozmak, anlaş
mazlı
ğa yol açmak.

ara baş

k
* Esas bölümün alt baş

kları
nıanlatmak için kullanı

r.

ara bono
* Arada ödenen olağ
an dı
şıbono.

ara bozucu
* Ara bozan (kimse), fesatçı
, fitçi, münafı
k, müfsit.

ara bozuculuk
* Ara bozucu olma durumu, fitçilik, münafı
klı
k, fesat.

ara bulma
* Anlaş
mazlı
k durumunda bulunan kimseleri uzlaş

rma iş
i.

ara bulmak
* anlaş
amayanlarıuzlaş

rmak.

ara bulucu
* Uzlaş

ran kimse, uzlaş



.

ara buluculuk
* Uzlaş




k.

ara buluculuk etmek


* ara bulmada yardı
mcıolmak.

ara cümle
* Birleşik veya yalı
n cümlelerde anlamı
biraz daha açı
klamak için araya giren iki virgül veya iki kı
sa çizgi
içinde verilen cümle.

ara deniz
* Okyanuslardan dar ve az derin boğ
azlarla ayrı
lan, karaları
n arası
na sokulmuşdeniz.

ara kapı

ki yapıveya oda arası
nda, kolayca geçmek için açı
lan kapı
.

ara kararı
* Bir davanı
n bakı
lması
nıkolaylaş

rmak için yargı
dan önce, arada önlem niteliğ
inde verilen karar.

ara kazanç
* Malıbütünüyle devretmeden arada elde edilen kazanç.

ara kesit
* Çizgilerin, yüzeylerin, katıcisimlerin birbirlerine rastladı
klarıve kesiş
tikleri yer.

ara konakçı
* Asalağı
n, geliş
me evreleri sı
rası
nda beslenip barı
ndı
ğıkonakçı
lardan her biri.

ara mal
* Üretimde gerekli malı
elde etmek için kullanı
lan yarıiş
lenmişmal.

ara nağme
* Şarkı, türkü, köçekçe gibi küçük güfteli bestelerde, güftenin iki kı
tasıarası
na, baş
ına, sonuna da gelebilen,
sözsüz çalı
nan parça.
* Sık sı
k söylenen söz veya açı lan sorun.

ara nağmesi
* Bkz. ara nağme.

ara seçim
* Genel seçimler dı
şı
nda yapı
lan ara dönem seçimleri.

ara sı
cak
* Soğuk ve sı
cak yemek servisi arası
nda ikram edilen hafif sı
cak yiyecekler.

ara sı
navı
* Üniversite ve yüksek okullarda yarı
yıl içinde yapı
lan sı
nav.
ara sı
ra
* Seyrek olarak, zaman zaman.

ara sokak
* Ana yola açı
lan ikinci derecedeki yol.

ara söz
* Doğrudan doğ
ruya konuş
ulan veya yazı
lan konuyu ilgilendirmeyen dolaylısöz, istitrat.

ara tümce
* Bkz. ara cümle.

ara vermek
* yeniden baş
lamak için, bir iş
i bir süre bı
rakmak, durmak.

ara yerde
* arası
nda, arada.

ara yön
* Dört ana yönden ikisi arası
nda olan yönlerden her biri.

araba
* Tekerlekli, motorlu veya motorsuz her türlü kara taş
ıtı
.
* Araba ile taşı
nmışveya taş ı
nacak miktar.

araba araba
* Arabalar dolusu, birçok arabalarla.

araba devrilince yol gösteren çok olur


* işişten geçtikten sonra verilen öğüdün değeri yoktur.

araba falakası
* Çift atlıarabalarda, okun dibinde ve iki yanı
nda bulunan uçları
na koş
um kayı
şlarıbağ
lanan ağaç bölüm.

araba kullanmak
* araba sürmek.

araba mezarlı
ğı
* Kullanı
lmaz hâle gelmişveya eski arabaları
n bı
rakı
ldı
ğıyer.

araba vapuru
* Arabalıvapur.

arabacı
* Arabayısüren kimse.
* Araba yapan veya satan kimse.

arabacı

k
* Araba sürme iş
i.
* Araba yapma veya satma iş
i.

arabalı
* Arabasıolan.
* Araba vapuru.

arabalıvapur
* Arabaya taş
ıyan vapur, vapur, araba vapuru.

arabalı
k
* Araba konulan yer, garaj.
* Araba dolduracak miktar.
araban
* Klâsik Türk müziğ
inde bir makam.

arabanı
n ön tekerleği nereden geçerse art tekerleği de oradan geçer
* çocuklar, büyüklerin yaş
ayışına uyarlar.

arabanı
n tekerine taşkoymak
* güçlük çıkarmak.

arabankürdî
* Klâsik Türk müziğ
inde az kullanı
lmı
şbirleş
ik bir makam.

arabası
nıdüze çıkarmak
* karş
ılaş
tığıgüçlükleri yenip iş
ini kolay yürür hâle getirmek.

arabaş
ı
* Piş
mişve dondurulmuşhamur yanı
nda yenen tavuklu veya hindili çorba.

arabesk
* Arap üslûbunda olan (ş
ey).
* Giriş
ik bezeme.

arabeskçi
* Arabesk müzik sanatçı

.

arabeskleşme
* Arabesk durumuna gelme.

arabeskleşmek
* Arabesk özelliği kazanmak veya arabesk durumuna gelmek.

Arabî
* Araplarla ilgili, Araplara özgü olan.
* Arapça.

Arabist
* Arap dili ve edebiyatı
yla uğraş
an kimse.

Arabistan defnesi
* Dulaptal otugillerden, Asya ve Afrika'nı
n sı
cak bölgelerinde yetiş
en, kabuklarıhekimlikte kullanı
lan bir
ağaççık (Daphne gnidium).

Arabistik
* Arap dili ve kültürü araş

rmaları
.

arabizasyon
* Araplaş

rma.

arabozan

ki kiş
inin arası
ndaki dostluğu veya geçimi bozan (kimse), fesatçı
, münafı
k, müzevir.

arabozanlı
k
*İ ki kiş
inin arası
ndaki dostluk veya geçimi bozma iş
i, münafı
klı
k, müzevirlik.

aracı
* Uzlaştıran, anlaş ma sağlayan kimse.
* Üretici ile tüketici arası
nda alı
m satım konusunda bağ
lantıkuran ve bundan kazanç sağlayan kimse,
mutavassı
t.

aracıkoymak
* bir kimseyi, uzlaş
ma sağlamak için görevlendirmek.
aracı

ğı
yla
* Aracıolarak, bağ
lantıkurarak, vası
tası
yla, yoluyla.

aracı

k
* Aracı

n gördüğ
ü iş
, tavassut, vası
ta.

aracı

k etmek
* bir iş
in çözümünde araya girerek yardı
m etmek, tavassut etmek.

araç
* Bir işyapmakta veya sonuçlandı rmakta, gücünden yararlanı lan nesne.
* Kiş iler veya nesneler arasında bağ lantısağ
layan şey, vası
ta.
* Bir ş eye ulaşmak, bir şeyi elde etmek için yararlanı
lan kimse veya ş ey.
* Taş ıt.
* Bir sonuca ulaş mak için kullanı lan şey.

araççı

k
* Düşünme biçimlerinin, kuramların, mantı
k ve ahlâk biçimlerinin yalnı
zca hayatı
n değ
işik ş
artları
na uyma
araçlarıolduğ
unu savunan dünya görüş ü, enstrümantalizm.

araçlı
* Araçla yapı
lan veya olan, vası
talı
, bilvası
ta.

araçlıjimnastik
* Bkz. aletli jimnastik.

araçsı
z
* Araç kullanı
lmadan, doğ
rudan doğruya yapı
lan veya olan, vası
tası
z, bilâvası
ta.

araçsı
zlı
k
* Araçsı
z olma durumu.

arada bir
* seyrek olarak.

arada çı
karmak
* baş
ka iş
ler arası
nda bir iş
i de yapı
vermek.

arada kalmak
* iki tarafıuzlaş

rmak üzere araya girme dolayı

yla güç duruma düş
mek.

arada kaynamak
* karı
şı
k bir durumda gereken ilgiyi görmemek.

aradan
* o zamandan bu zamana dek.

aradan çekilmek
* iliş
iğini kesmek.

aradan çı
karmak
* birçok iş
ten birini yapı
p bitirivermek.

aradan kaldırmak
* işyapma imkânı
nıyok etmek.

Araf
* Cennet ile cehennem arası
nda bir yer.

Arafat
* Mekke'nin doğusunda, hacı
ları
n, kurban bayramı

n arife günü toplandı
kları
tepe.
Arafatta soyulmuşhacı ya dönmek
* her ş
eyini kaybedip çı

lçı
plak kalmak, çaresiz kalmak.

aragonit
* Beyaz, yeş
il, mavimsi gri renkte billûrlaş
mışbir tür kalsiyum karbonat.

arak
* Ter.
* Pirinç ve ş
eker kamı
şı
ndan elde edilen bir tür rakı
.

-arak / -erek
* Fiillerden zarf yapan ek.

araka

ri taneli bezelye.

arakçı
* Araklayan, çalan, hı
rsı
z.

arakçı

k
* Hı
rsı
zlı
k.

arakı
ye
* Derviş lerin giydikleri, tiftikten yapı
lmı
şince külâh.
* Bir tür küçük zurna.

araklama
* Araklamak iş
i, çalma, aş
ırma.

araklamak
* Çalmak, aş
ırmak.

aralama
* Aralamak iş
i.

aralamak
*İ ki ş
ey arası nda açı klı
k oluş
turmak, yarıaçmak.
* Aralıklıduruma getirmek, seyrekleş tirmek.
* Bitkilerin fazla dal ve çubukları
nıkesmek, seyrekleş
tirmek.

aralanma
* Aralanmak iş
i.

aralanmak
* Biraz açı
lmak, aralı
k olmak.
* Gitmek, uzaklaşmak, yanından ayrı
lmak.
* Seyrelmek.

araları
iyi
* dostlukları
düzenli.

araları
nda dağlar kadar fark olmak
* aralarında her yönden büyük ayrı

klar bulunmak, benzer nitelikler çok az olmak.

araları
ndan kara kedi geçmek (veya aralarına kara kedi girmek)
* iki dost birbirine gücenmek, iki dostun arası
na soğukluk girmek.

araları
ndan su sı
zmamak
* birbirleriyle çok yakı
n, sı
kıfı
kıarkadaş

k kurmak.

araları
nıaçmak
* iki kiş
i arası
ndaki dostluğu, iliş
kiyi bozmak.
araları
nıbozmak
* iki kiş
i arası
ndaki iliş
kiyi bozmak.

araları
nıbulmak
* birbirleriyle anlaş
amayan iki kiş
iyi uzlaş

rmak, barı
ştı
rmak.

aralatma
* Aralatmak iş
i.

aralatmak
* Aralı
k duruma getirtmek, biraz açtı
rmak.

aralı
k
*İ ki şey arası ndaki açı klı
k, mesafe.
* Sıra, vakit.
* Uygun, elveriş li durum, fı rsat.
* Evin iki bölümü veya iki oda arası ndaki dar geçit, geçenek, koridor.
* Yılın 31 gün süren son ayı , ilk kânun.
* Ayakyolu.
* Yarıaçı k, tam kapanmamı ş .
* Bir sesi bir baş ka sesten, kalı na veya inceye doğ ru ayı ran uzaklık.
* Toplu beden eğ itiminde art arda dizilenleri ayıran açı klı
k.
* Portenin paralel çizgileri arası ndaki boş luk.
* (basımcı lı
kta) Harfler veya satı rlar arası
ndaki açıklık, espas.
* Borsada hisse senetlerinin alı m satı m emirlerinin verildiği süre.

aralı
k etmek
* aralamak, yarıaçmak.

aralı
k oyunu
* Tiyatroda iki perde arası
nda yapı
lan koro, bale, monolog gibi eğlendirici oyun.

aralı
k vermek
* yeniden baş lamak için bir işi kı
sa süre ile bırakmak.
* harfler arası
nda veya satırlar arasında boş luk bı
rakmak.

aralı
klı
* Birbirine bitiş
ik olmayan, aralarında açıklık bulunan.
* Dizgide kelimeler, harfler veya satı
rlar arasında açı
klığ
ıolan, espaslı
.
* Kesik kesik.

aralı
ksı
z
* Birbirine bitiş
ik olan, araları
nda açı
klı
k bulunmayan.
* Sürekli, aralı
k vermeden.

aralı
kta
* Öbür ş
eyler arası
nda.

arama
* Aramak iş i, taharri.
* Saklanan sanı ğı
n ve suç belgelerinin elde edilmesi için bir kimsenin ev, işyeri gibi yerlerde, üzerinde ve

yası
nda yapılan araştırma işlemi.

arama emri
* Yapı
lacak araş

rma iş
lemi için yetkili organdan alı
nan buyruk.

arama kararı
* Arama yapı
labilmesi için hâkim tarafı
ndan verilmişkarar.

arama tarama
* Polisin kuş
kulu gördüğ
ü kimseler üzerinde bı
çak, silâh, esrar gibi yasak ş
eyler araması
.
* Denizdeki mayı
nları
toplama veya yok etme iş
lemi.

arama yapmak
* birini veya bir ş
eyi bulmaya çalı
şmak, taharri etmek.

aramak
* Birini veya bir şeyi bulmaya çalı
şmak.
* Bir yöntem bulmaya çalı şmak.
* Araş tı
rmak, yoklamak.
* Ziyarete, hatır sormaya gitmek.
* Bir şeyin yokluğ unu duyarak geri gelmesini istemek, özlemek.
* Önem verip istemek.
* Şart koşulmak.

aramak taramak (veya arayı p taramak)


* dikkatle aramak, çok aramak.

aramakla bulunmaz
* çok değerli, ancak rastlantıile ele geçer.

Aramca
* Bkz. Aramîce.

Aramîce
* Samî dillerinin batı
lehçelerini içine alan ve milâttan önceki dönemlerde kullanı
lmı
şbulunan ölü bir dil.

aranı
lma
* Aranı
lmak iş
i veya durumu.

aranı
lmak
* Aramak iş
ine konu olmak.
* Söz konusu olmak.

aranje
* Bu söz "düzenlemek" anlamı
nda "aranje etmek" biçiminde kullanı

r.

aranjman
* Düzenleme.

aranjör
* Düzenleyici.

aranma
* Aranmak iş
i.

aranmak
* Aramak iş ine konu olmak.
*İ steklisi bulunmak.
* Eksikliğ i duyulmak.
* Kendi üstünü aramak veya ortalı kta kendi kendine bir ş
eyler aramak.
* Şart koş ulmak.
* Olumsuz, kötü davranı şlarda bulunarak cezayıgerektirmek.

arantı
* Aranı
lan çözüm.

Arap
* Orta Doğ u ile Kuzey Afrika'nın büyük bir bölümünde yaş
ayan halk ve bu halkı
n soyundan olan (kimse).
* Arap halkı na özgü olan ş ey.
* (küçük a ile) Zenci, fellâh.
* Koyu esmer veya kara.
arap
* Negatif fotoğraf.

Arap gibi olmak


* simsiyah olmak, kararmak.

Arap olayım
* (ş
aka yollu) söylenen bir ş
eyin doğ
ruluğ
una inandı
rmak için kullanı

r.

Arap rakamları
* Bugün kullandı
ğı
mız sayı
ları
gösteren rakamlar.

Arap sabunu
* Potasla yapı
lan, yumuş
ak, esmer bir sabun.

arap saçıgibi
* karmakarı
şı
k.

arap saçı
na dönmek
* iş
ler çok karı
şı
p çözümlenmesi güç bir duruma gelmek.

Arap tavş
anı
* Kemirgen memelilerden bir hayvan (Daculus daculus).

Arap uyandı(veya Arabı n gözü açı ldı)


* geçen bir olaydan ders alındığı
nıanlatı
r.

Arap zamkı
* Akasyadan elde edilen bir zamk, zamkı
arabî.

Arapça
* Samî dilleri ailesine giren ve Arap ülkelerinde kullanı
lan dil.
* Bu dile özgü olan.

Arapçalaş
tırma
* Arapçalaş

rmak iş
i.

Arapçalaş
tırmak
* Arapçaya çevirmek.
* Arap dili özelliğ
i kazandı
rmak.

Araplaş
ma
* Araplaş
mak durumu.

Araplaş
mak
* Arap olmak, Araplı
ğıbenimsemek.

Araplaş

rma
* Araplaş

rmak iş
i.

Araplaş

rmak
* Arap kimliğini kazandı
rmak.

Araplı
k
* Arap olma durumu.

Arapsaçı
* Çözümlenemeyecek kadar karı
şı
k durum.

Arapsaçı
* Küçük, yuvarlak ve çok sı
k yeş
il yapraklarıolan uzadı
kça aş
ağıdoğ
ru sarkan bir tür süs bitkisi.
ararot
* Sıcak iklimlerde yetiş
en maranta adlıkamı
ştan ve baş
ka bitkilerin kökünden çı
karı
lan, çocuk maması
yapmaya yarayan un.

ararot kamışı
* Maranta.

Arasat
* Müslüman inanı
şı
na göre, kı
yamet günü bütün ölülerin toplanacaklarıyer.

arası(veya araları
) açılmak (açı
k olmak veya bozulmak)
* arkadaş lı
klarısarsı
lmak, arkadaş
lık bağlarıkopmak, birbirine darı
lmak.

arasıgeçmeden
* vakit geçmeden, sı
cağısı
cağ
ına.

arasıhoş(veya iyi) olmamak


*oş eyden hoş lanmamak, araları
nda gerginlik, geçimsizlik olmak.

arasıolmamak
* geçinememek.

arasısoğ
umak
* aradan zaman geçerek önemini yitirmek.

arası
na (veya araları
na) karı
şmak
* büyüyüp yetişmek.

arası
z
* Sürekli olarak, arkasıkesilmeden, ara vermeden, müstemirren, vira.

arasta
* Çarş
ılarda veya alı
şverişbölgelerinde aynıiş
i yapan esnafı
n bir arada bulunduğ
u bölüm.

araş
it
* Yer fı
stı
ğı
.

araş


* Araş

rma.

araş



* Araş
tıran, inceleyen, araş

rman, araş

rmacı(kimse).
* Meraklı, mütecessis.

araş




k
* Araş



nın yaptı
ğıiş
.

araş


lma
* Araş


lmak iş
i.

araş


lmak
* Araş

rma yapı
lmak, gözden, geçirilmek.

araş

rma
* Araş tı
rmak işi, taharri.
* Bilim ve sanatla ilgili olarak yapı
lan yöntemli çalı
şma.

araş

rma filmi
* Herhangi bir bilimsel araş

rmada alı


n salt bir kayı
t aracı
olarak kullanı
lması
yla elde edilen film.

araş

rma görevlisi
* Yüksek öğ retim kurumlarında yapı lan araş

rma, inceleme ve deneylerde yardı
mcıolan ve yetkili organlarca
verilen görevleri yapan öğretim yardı
mcısı, asistan.

araş

rmacı
* Bilim ve sanat alanları
nda araş

rma yapan kimse, araş

rman.

araş

rmacılı
k
* Araş

rmacı
olma durumu.

araş

rmak
* Birini veya bir ş
eyi bulmak için bir yeri gözden geçirmek.
* Bir gerçeği ortaya çıkarmak için aramalarda bulunmak, sormak, soruş
turmak.
* Bilimde ve sanatta yöntemli çalışmalar yapmak.

araş

rman
* Araş



.

aratı
ş
* Aratmak iş
i veya biçimi.

aratma
* Aratmak iş
i.

aratmak
* Aramak iş ini bir baş
kası
na yaptı
rmak.
* Arzu ettirmek, istetmek.

aratmamak
* yenisi, eskisinin yerini doldurabilmek, yokluğunu duyurmamak.

araya almak
* bir çevreye kabul etmek.

araya girmek
* iki kiş
inin arasındaki bir iş
e karı
şmak.
* iki kiş
iyi uzlaştı
rmaya çalı ş
mak.
* bir işyapı lı
rken ona engel olacak baş
ka bir ş
ey çı
kmak.

araya gitmek
* harcanmak, kaybolmak, karı
şı
klı
ğa kurban olmak.

araya koymak
* bir iş
te sözü geçer bir kimsenin aracı

ğı
na baş
vurmak.

araya soğukluk girmek


* dostluk bağıgevş
emek.

araya vermek
* yararsı
z bir iş
e harcamak.

arayıaçmak
* aradaki uzaklı
k artmak.

arayısoğutmak
* zaman geçmek, eski yakı
nlı
k, dostluk kalmamak.

arayıyapmak
* araları
açı
lmı
şiki kişiyi barı
ştı
rmak.
* arasıaçı
lmı
şkimse ile barı ş
mak.

arayı

* Bir ş
eyi aramayıişedinen kimse.
* Arama iş iyle görevlendirilmişkimse.
*İstenilen yı ldı
zıteleskop içine getirebilmek için büyük teleskoplara paralel olarak bağlı
, görüşalanı
geniş
olan küçük teleskop.

arayı
cıfiş
eği
* Bir tür donanma fiş
eği.

arayı
p da bulamamak
* beklenmedik iyi bir durumla karş
ılaş
mak.

arayı
p soranıbulunmamak (veya olmamak)
* kimsesi olmamak.

arayı
p sormak
* biri hakkı
nda haber sormak veya birinin ziyaretine giderek ona karş
ıilgi göstermek.

arayı
ş
* Aramak iş
i veya biçimi.

araz
* Belirtiler.
* Hastalı k belirtileri, semptom.
*İ linek.

arazbar
* Türk müziğinde bir birleş
ik makam.

arazbarbuselik
* Türk müziğinde bir birleş
ik makam.

arazi
* Yer yüzü parçası
, yerey, yer, toprak.

arazi açma
* fundalı
k, koruluk, sazlı
k yerleri temizleyerek tarı
ma elveriş
li duruma getirme.

araziye uymak
* ortama, çevreye uymak, görünmemeye çalı
şmak.

arbalet
* Kundaklı
, tetikli yay.

arbede
* Gürültülü kavga, patı
rtı
.

arbitraj
* Hisse senedi, tahvil, yabancıpara gibi değ
erli kâğ
ıtlarıdaha kârlıgörülen baş
ka kâğı
tlarla değ
iştirme iş
i.

arboretum
* Botanik bahçesinde ağ
aç ve benzeri bitkilerin dikimine ayrı
lmı
şbölüm.

arda
*İşaret olarak yere dikilen çubuk.
* Maden üzerine kazı ma yapmak ve çı
krı
kta çevrilen ş
eyleri yontmak için kullanı
lan çelik kalem.
* Ardıl.

ardak

çten çürümeye yüz tutmuşağaç.

ardaklanma
* Ardaklanma iş
i, durumu.
ardaklanmak
* (ağaçlarda) Mantarları
n sebep olduğ
u çürümeye uğ
ramak.

ardıarasıkesilmemek
* aralı
ksı
z olarak gelmek.

ardıardı
na
* Birbirlerini kovalayarak, ara vermeden, aralı
ksı
z.

ardıkesilmek
* arkasıgelmemek, tükenmek.

ardısı
ra
* Peş
inden, arkası
ndan.

ardı
ç
* Servigillerden, güzel kokulu yaprakları
nıkı
şı
n da dökmeyen, yuvarlak kara yemiş
leri ilâç olarak kullanı
lan
bir ağ
aççı
k (Juniperus).

ardıç kuşu
* Kara tavukgillerden, Avrupa ve Asya ormanları
nda yaş
ayan, sı
rtıkahverengi, karnı
ak, kuyruğ
u kara bir kuş
türü (Turdus pilaris).

ardı
ç otu
* Ardı
ç ağ
acı
nın küçük bitkisi.

ardı
ç rakı

* Cin.

ardı
l
* Birinin ardı
ndan gelip onun yerine geçen kimse, öncel karş
ıtı
, halef.
* Bir çı
karı mda varı
lan sonuç.

ardı
l görüntü
* Bir duyunun kaybolması
ndan sonra geriye kalan görüntü.

ardı
lma
* Ardı
lma iş
i.

ardı
lmak
* Birisinin sı
rtı
na asılmak.
* Musallat olmak, ası lmak, takı
lmak.
* Sataş mak, çatmak.

ardı
n ardı
n
* Geri geri, ardısı
ra.

ardı
na (veya arkası
na) düşmek
* arkasından gitmek, peş
ini bı
rakmamak.

ardı
na kadar açı
k
* (kapı
, pencere için) sonuna kadar açı
k.

ardı
nca
* Hemen arkası
ndan, hemen ardı
ndan, arkasısı
ra, ardısı
ra.

ardı
nda yüz köpek havlamayan kurt, kurt sayılmaz
* önemli kimseleri çekemeyip onlara dil uzatanları
n çok olduğ
unu anlatı
r.

ardı
ndan (veya arkası ndan) atlıkovalamak
* bir iş
i gereksiz bir telâş
la yapanlar için söylenir.
ardı
ndan sapan taşıyetişmez
* bir kimsenin çok hı
zlı
gittiğini anlatmak için kullanı

r.

ardı
nıalmak (veya getirmek)
* bitirmek, tamamlamak.

ardı
nıbı
rakmamak
* Bkz. peş
ini bı
rakmamak.

ardı
nıkesmek
* arkasıgelmemek, önlemek, son vermek, durdurmak.

ardı
şı
k
* Birbiri ardı
ndan gelen, mütevali.

ardı
şı
k görüntü
* Bir duyunun kaybolması
ndan sonra da devam eden görüntü.

ardı
şı
k olgular
* Bir hastalı
ktan sonra görülebilen fakat hastalı
ğı
n kesin sonucu olmayan olgular.

ardı
şı
k sayılar
* Bir, iki, üç gibi birbiri ardı
ndan gelen sayı
lar.

ardı
şı
klı
k
* Ardı
şı
k olma durumu.

ardiye
* Genellikle ticaret eş
yasınısaklamaya yarar yer, depo, antrepo.
* Böyle bir yerde saklanılan eş
ya için ödenen ücret.

ardiyeci
* Ardiye iş
leten kimse.
* Ardiyeye bakan kimse.

arduaz
* Kayağan taş
, kayrak.

arefe
* Bkz. arife.

arefe günü
* Bkz. arife günü.

arena
* Amfiteatrı n ortası
nda, boğa güreş
i, yarı
ş, oyun gibi türlü gösteriler yapı
lan alan.
* Siyasî çekişmelerin geçtiğ
i yer.

areometre
* Sı

ölçer.

argaç
* Dokuma tezgâhları
nda enine atı
lan iplik, atkı
.

argaçlama
* Argaçlamak iş
i.

argaçlamak
* Dokumada argaç atmak.

argali
* Boynuzlugillerden, Kuzeydoğu Asya'da yaş
ayan, büyük boynuzları
olan yaban koyunu (Ovis ammon).
argı
n
* Yorgun, zayıf, bitkin.
* Beceriksiz.

argı
nlı
k
* Argı
n olma durumu.

argı
t
* Geçit, boğaz, dağboğazı, derbent.
* Keklik tutmakta kullanı
lan, tahtadan kapanları
n yan tarafları
na bağ
lanan ağaç parça.

argo
* Kullanı lan ortak dilden ayrıolarak aynımeslek veya topluluktaki insanları
n kullandı
ğıözel dil veya söz
dağarcı
ğı
.
* Serserilerin, külhan beylerinin kullandı
ğısöz veya deyim.

argolaş
ma
* Argolaş
mak özelliği gösterme.

argolaş
mak
* Karşılı
klıargo konuş
mak.
* Söz argo durumuna gelmek.

argon
* Atom numarası18, atom ağı
rlı
ğı39,9 olan, havada %1 oranı
nda bulunan, rengi, kokusu ve tadıolmayan
bir element. Kı
saltmasıAr.

argonot
* Kafadan bacaklı
lardan, salyangoz kabuğu biçiminde kabuğ
u olan ve ahtapota benzeyen bir hayvan
(Argonauta argo).

argüman
* Bir çı

şkümesinin değ
işkenine verilen ad.

arı
* Temiz, münezzeh.
* Yabancışeylerden arı
nmı
ş, katı
şı
ksı
z, saf, halis.
* Günahsız.

arı
* Zar kanatlı
lardan, bal ve bal mumu yapan, iğnesiyle sokan böcek (Apis mellifica).

arıbal alacak çiçeği bilir


* iş
ini bilen kimse nereye baş
vuracağ
ını
bilir.

arıbeyi
* Her kovanda bir tane bulunan ana arı
.

arıbiti
* Kör, kanatsı
z, kı

lca renkli küçük sinek (Braula caeca).

arıdalağ
ı
* Bal peteğ
i.

arıgibi
* çok çalı
şkan.

arıgibi sokmak
* iğ
nelemek, acısöz söylemek.

arıkil
* Porselen yapmakta kullanı
lan bir çeş
it ak ve gevrek kil, kaolin.

ArıKovanı
* Yengeç takı
m yı
ldı
zıyöresinde bir yı
ldı
z kümesi.

arıkovanı
* Arı
ları
n içinde bal yaptı
klarıçeş
itli maddelerden yapı
lmı
şyuva.

arıkovanıgibi işlemek
* (bir yerin) gireni çı
kanı
çok olmak.

arıkuş
u
* Arıkuşugillerden, sı
rtısarı
, karnımavimsi yeş
il, Güney Avrupa, Kuzey Afrika, Orta Asya'da az ağ
açlı
klı
,
açı
k yerlerde yaş
ayan bir kuş(Merops apiaster).

arıkuş
ugiller
* Omurgalıhayvanlardan kuş
lar sı
nıfı
na giren bir familya.

arısili
* Tertemiz.

arısütü
* Genç iş
çi arı
nın baş
ındaki bezlerden salgı
ladı
ğıazotu çok madde.

arı

* Bal almak için arı
yetiş
tiren kimse.

arı


k
* Bal almak için arı
yetiş
tirme iş
i.

arı
k
* Ark.
* Fide veya fidan dikilen yer.

arı
k
* Eti, yağı
erimişzayı
f, cı

z, kuru, sı
ska.

arı
k çekmek
* tı
kanan, bozulan arkları
temizleyip açmak.

arı
k emek

şçinin, ek süre içinde harcadı
ğıve sonucunda artı
k değ
er yarattı
ğı
, karş
ılı
ğıödenmeyen emek.

arı
kçı
* Su yolu yapan kimse.

arı
klama
* Arı
klamak iş
i.

arı
klamak
* Arı
k (II) duruma gelmek.

arı
klaş
ma
* Arı
klaş
mak iş
i.

arı
klaş
mak
* Arı
k (II) olmak.

arı
klatma
* Arı
klatmak durumu.

arı
klatmak
* Arı
k (II) duruma getirmek.

arı
klı
k
* Zayı
flı
k, sı
skalı
k.

arı
lama
* Arı
lamak iş
i, tenzih.

arı
lamak
* Bir ş
eyde herhangi bir ayı
p veya kusur bulunmadı
ğı
nıbildirmek, tenzih etmek.

arı
lanma
* Arı
lanmak durumu, arı
laş
ma.

arı
lanmak
* Arı
laş
mak.

arı
lar
* Tek tek veya bir topluluk düzeni içinde yaş
ayan, vücutları
, özellikle karı
nlarıve arka ayaklarıkı
llarla örtülü
zar kanatlı
lar familyası
.

arı
laş
ma
* Arı
laş
mak durumu, arı
duruma gelme, özleş
me.

arı
laş
mak
* Arı
duruma gelmek, saflaş
mak, özleş
mek.

arı
laş

rma
* Arı
laş

rmak iş
i, özleş
tirme.

arı
laş

rmak
* Arı
duruma getirmek, özleş
tirmek.

arı

k
* Temizlik.
* Katı
şı
ksı zlı
k.
* Günahsı zlı
k.

arı

k
* Kovanları
n konulduğu yer, kovanlı
k.

arı
na dokunmak
* utanç duymak.

arı
ndı
rma
* Arı
ndı
rmak iş
i.

arı
ndı
rmak
* Arı
nması
nısağlamak.

arı

n yuvasına kazı k (veya çöp) dürtmek
* tehlikeli kişiyi kı
şkı
rtmak.

arı

ş
* Arı
nmak iş
i veya biçimi.

arı
nma
* Temizlenme.
* Ruhun tutkulardan temizlenmesi.
* Sanat yoluyla duyguları
n arı
nması.

arı
nmak
* Temizlenmek.
* Katı
şıksız, arıduruma gelmek.
* Rahatlamak.

arı
ş
* Kolun dirsekten parmaklara kadar olan bölümü.

arı
ş
* Çözgü.

arı
ş
* Araba oku.

arı


* Arı
tma özelliği olan.
* Deterjan.

arı



k
* Arı
tma iş
i.

arı

m
* (petrol, yağvb. için) Arı
tma iş
i, rafinaj.

arı

m evi
* Şeker, petrol gibi maddelerin arı

ldı
ğıyer, tasfiyehane, rafineri.

arı

ş
* Arı
tmak iş
i veya biçimi.

arı
tma
* Arı
tmak iş
i.

arıtma ünitesi
* Doğal gaz üretim kuyularından toplama hatları yla gelen gazı
n içerisindeki hidrojen sülfür, karbondioksit ve
su buharo gibi hidrokarbon bileş
iği olmayan gazlarla, hidrokarbon kondanstları nın tabiî gazdan ayrı
ldı ğıbirim.

arı
tmak
* Temizlemek.
* Katı
şı
ksız duruma getirmek, tasfiye etmek.

arı
z
* Sonradan ortaya çıkan.
* Bulaş
mı ş, musallat olmuş
.

arı
z olmak
* bulaşmak, sürekli görünür durumda olmak.
* sonradan ortaya çıkmak.

arı
za
* Engebe.
* Aksama, aksaklı k.
* Bir notanı
n sesini yarı
m ton yükseltmek, alçaltmak veya eski durumuna getirmek için notanı
n soluna
konulan diyez, bemol ve bekâr iş
aretlerinin ortak adı
.

arı
za yapmak
* Bozulmak, iş
lemez duruma gelmek.

arı
zalanma
* Arı
zalanmak iş
i.

arı
zalanmak
* Arı
za, aksaklı
k göstermek.
arı
zalı
* Engebeli.
* (Araç vb. için) Aksayan, iş
lemeyen, bozulmuş
.
* Yarım yamalak, idare edecek biçimde.

arı
zası
z
* Engebesiz, düz.
* Aksamayan, bozulmadan iş
leyen.
* Huzurlu, rahat, mutlu.

arı

* Sonradan olan, dı
ştan gelen.
* Geçici, eğreti.

Ari
*İ ran'dan geçerek Kuzey Hindistan'a yerleş
en halk veya bu halktan olan kimse.
* Bu halkla ilgili, bu halka özgü.

arî
* Çı
plak.
* Özgür, hür.

Ari dil
* Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İ
ran grubuna verilen ad.

aria
* Operalarda solistlerden birinin orkestra eş
liğ
inde söylediğ
işarkı
, arya.

arif
* Çok anlayı
şlıve sezgili (kimse), varı
şlı
.

arif olan anlası


n (veya anlar)
* herkesin anlayacağıkadar açı
k söylenmeyen bir sözün gerçek anlamı
nıkavrayanlar için söylenir.

arifane
* Arif olana yakı şacak yolda, biçimde.
* Yiyeceğ i ortaklaşa sağlanan (toplantı).

arifane ile
* ortaklaş
a.

arife
* Belirli bir günün, olayı
n bir önceki günü veya ona yakı
n günler, ön gün.

arife günü
* Dinî bayramlardan önceki gün.

arioso
* Dramatik ve lirik bakı
mdan yüksek bir anlatı
m gücü olan ağ
ır baş
lıhava.

Aristocu
* Aristotelesçi.

Aristoculuk
* Aristotelesçilik.

aristokrasi
* Ekonomik, toplumsal ve siyasî gücün soylular sı



n elinde bulunduğ
u tarihî yönetim biçimi.
* Soylular sı


.

aristokrat
* Aristokrasi yanlı

.
* Soylu.

aristokratik
* Aristokratlı
kla ilgili.

aristokratlı
k
* Aristokrat olma durumu.

Aristotelesçi
* Aristotelesçilik yanlı
sıolan kimse.

Aristotelesçilik
* Yunan filozoflarından Aristoteles'in felsefesi, gezimcilik.
* Bu felsefeyi benimsemişolma durumu.

aritmetik
* Matematiğ in, konusu sayı
lar, bunları
n özellikleri ve iş
lemler olan kolu.
* Bu bilimle ilgili.

aritmetik dizi
* Ardış
ık terimleri arası
ndaki ayrı
m değiş
meyen dizi: 1,3,5,7,9... dizisi aritmetik bir dizi olup ortak çarpan
denilen değiş mez oranı2 sayı sıdı
r.

aritmetik işlem
* Aritmetik yoluyla yapı
lan çözüm.

aritmetik orta
* Bir diziyi oluş
turan sayı
ları
n toplamı
nın, dizinin terim sayı

na bölünmesiyle elde edilen sayı
.

aritmetiksel
* Aritmetik ile ilgili.

aritmi
* Kalp atı
şları
ndaki düzensizlik ve eş
itsizlik.

aritmik
* Ritimli olmayan, düzensiz.

ariya
* Sancağ
ı, yelkeni veya sereni direkten aş
ağıalma.

ariyet
* Eğreti, ödünç.
* Belli bir taş
ını
r malı
n kullanı
lması
nın geri verilmek ş
artı
yla bedelsiz olarak bir kimseye bı
rakı
lması
.

ariyeten
* Eğ
reti olarak, ödünç olarak.

ariz amik
* Enine boyuna, her yönü ile.

ariza
* Yüksek bir makama sunulan mektup veya dilekçe.

arjantin
* Büyük bira bardağ
ı.

Arjantinli
* Arjantin halkı
ndan olan.

ark

çinden su akı
tmak için toprağı
kazarak yapı
lan açı
k oluk, arı
k, hark, cetvel, kanal.

arka
* Bir şeyin temel tutulan yüzünün tam ters yanı
.
* Bir şeyin sırt durumunda olan yüzeyi.
* Geri kalan bölüm.
* Art, peş .
* Otururken sı rtı
n dayandı ğıyer.
* (insan için) Vücut, beden.
* Arkada olan, arkada bulunan.
* Koruyucu, kayı rı
cı, iltimasçı, piston.
* Geçmiş , geride kalmı şzaman.

arka (veya sı
rt) çevirmek
* eski ilgiyi göstermez olmak, yabancı
gibi davranmak.

arka arka
* Geriye doğ
ru.

arka arkaya
* Hemen birbirinin arkası
ndan, art arda.

arka arkaya vermek


* birbirini korumak için birleş
mek, destek olmak, dayanı
şmak.

arka ayak
* Hayvanlarda vücudun gerisinde bulunan ayaklardan biri.

arka bulmak
* bir koruyucu, kayı

cıbulmak.

arka çı
kmak
* bir kimseyi baş
kaları
na karş
ıkorumak, kayı
rmak.

arka kapı
dan çı
kmak
* okuldan baş
arı

zlı
kla ayrı
lmak.

arka müziği
* Bir oyunda hareket ve sözlerin yanısı
ra etkiyi artı
rmak için hafifçe çalı
nan müzik.

arka olmak
* maddî, manevî yönden destek olmak.

arka plânda
* Geride.
* Önemsiz.

arka sokak
* Ana yola açı
lan ikinci derecedeki sokak.

arka teker
* Araçları
n arka düzeninde yer alan tekerlek.

arka vermek
* desteklemek, dayamak.

arka yüz
* Bir ş
eyin arkada kalan yüzü.

arkaç
* Ağı
l.
* Dağsırtları
nda davarları
n yatı

ldı
ğıdüz, rüzgâr almayan kuytu yer.
arkada bı
rakmak
* birinden daha ileri gitmek.

arkada bı
rakmak
* bir ş
eyden epey uzaklaşmı şbulunmak.
* zaman bakı mından geçmiş te bı
rakmak.
* (ölen kimseye göre) dünyada bırakmak.

arkada kalanlar (veya arkadakiler)


* bir kimsenin öldüğünde veya bir yere gittiğ
inde geride bı
raktı
ğıyakı
nları
.

arkada kalmak
* geriden gelmek, geride kalmak.
* değ erce ileride olanları
n arkası
nda kalmak, ileri gidememek, geride kalmak.

arkadan arkaya
* Gizli gizli, el altı
ndan, gizlice, belli etmeden.

arkadan söylemek
* kendisi bulunmadı
ğıbir yerde kimseyi çekiş
tirmek, dedikodusunu yapmak.

arkadan vurmak
* bir kimse kendisine güvenen ve inanan birine gizlice kötülük etmek.

arkadaş
* Bir iş
te birlikte bulunanlardan her biri, hempa, refik, yâren.
* Birbirlerine karşısevgi ve anlayı
şgösteren kimselerden her biri.

arkadaşcanlısı
* arkadaş

ğa değer veren, arkadaş
ları
na çok düş
kün olan kimse.

arkadaşdeğ il, arka taş


ı
* zarar veren arkadaş
lar için söylenir.

arkadaşolmak
* bir kimseyle dostluk kurmak, içten olmak.

arkadaş
ça
* Arkadaşolarak; içtenlikle, dostça.

arkadaş

k
* Arkadaşolma durumu, arkadaş
a yakı
şı
r davranı
ş, omuzdaş

k, ünsiyet.

arkadaş

k etmek
* bir işte birlikte bulunmak; huyu ve düşünceleri birbirine uymak.
* bir süre beraber bulunmak, birlikte gitmek, eşlik etmek, refakat etmek.

arkaik
* Arkaizmle ilgili, eskimiş(söz veya eser).
* Güzel sanatlarda klâsik çağöncesinden kalan.

arkaizm
* Konuş ulan ve yazılan dilde, kullanı
mdan düş müşolan eski söz ve deyim.
* Kullanıldı
ğıçağ dan daha eski bir çağdan kalma bir biçimin, bir yapı
nın özelliğ
i.

arkalama
* Arkalamak iş
i, yardı
m, müzaheret.

arkalamak
* Arkasına almak, yüklenmek.
* Bir kimseye güven vererek yardı
m etmek, destek olmak, korumak, müzaheret etmek.
arkalanma
* Arkalanmak iş
i.

arkalanmak
* Kendisine yardı
m edilmek, destek olunmak.

arkalı
* Koruyanı
, koruyucusu, dayanağıolan.

arkalı
ç
* Arkalı
k.

arkalı
k
* Ev içinde giyilen kolsuz, kalı
nca bir tür kısa hı
rka.
* Sı
rt dayamaya yarar yer.
* Sı
rtında yük taş ı
yan hamalları n, yük taşırken kullandı
kları
arka yastı
ğı
, semer, arkalı
k.

arkalı
klı
* Arkalı
ğı
, sı
rt dayayacak yeri olan.

arkalı
ksı
z
* Arkalı
ğı
, sı
rt dayayacak yeri olmayan.

arkası(veya sırtı) yere gelmemek


* sarsılmamak, yerinden düş
ürülememek, güçlü olmak.

arkasıalı
nmak
* sona erdirilmek, bitirilmek, bir yerde durdurulmak.

arkasıgelmek
* devamlıolmak, sürekli olmak.

arkasıkesilmek
* tükenmek, son bulmak.

arkasıolmamak
* kayı
racak kimsesi olmamak.

arkasıpek
* Güçlü birine veya sağ
lam bir ş
eye güvenen.

arkasısı
ra
* arkası
ndan.

arkasısı
ra
* Ardı
ndan, peş
inden.

arkasıyufka
* Sevilen bir yemeğin arkası ndan baş
ka bir yemeğ
in bulunmadı
ğı
nıanlatmak için söylenir.
* Soğuğ a karşıgereği gibi giyinmemişolma durumu.

arkası
na almak
* sı
rtı
na yüklemek, taşı
mak.
* desteğini sağ
lamak.

arkası
na bakmadan gitmek
* arkada kalanlarla hiç ilgilenmeden bir yerden ayrı
lmak.

arkası
na düşmek (veya takı lmak)
* bir işi sona erdirmek için sı
kıçalı
şmak.
* (birini) gözden ayırmayarak arkasından gitmek.
arkası
nda (veya sırtında) yumurta küfesi yok ya!
* eski düş üncesini değ
iştirmekte, sözünden caymakta sakı
nca görmeyenler için kullanı

r.

arkası
nda dolaş mak (veya gezmek)
* bir iş
i yaptı
rmak için ilgili veya yetkili bir kimsenin uğradı
ğıyerlere giderek görüş
me fı
rsatıaramak.

arkası
ndan
* birinin orada hazı
r bulunmaması
durumunda.

arkası
ndan koş mak
* işyaptırmak için birinin arzusunu kollamak, görüş
me fı
rsatı
aramak.
* birine çok ilgi duymak.

arkası
ndan sürüklemek
* arkası
ndan gelmesini sağ
lamak.

arkası
nı(bir ş
eye) vermek
* dönmek.

arkası
nı(birine) vermek
* birinin koruyuculuğ
una güvenmek.

arkası
nı(veya peşini) bı
rakmak
* vazgeçmek.

arkası
nıalmak
* bir iş
i tamamlamak.

arkası
nıdayamak
* birinin koruyuculuğ
una güvenmek.

arkası
nıgetirememek
* başladı
ğıbir iş
i sürdürüp sona erdirememek.

arkası
nısı
vamak
* okş
amak, övmek, iltifat etmek.

arkası
z
* Arkalı
ğıolmayan.
* Koruyanıolmayan, koruyucusu, dayanağıolmayan.

arkaüstü
* Arkasıyere gelecek biçimde.

arkaya bı
rakmak (veya koymak)
* sonraya, baş
ka zamana veya iş
in sonuna bı
rakmak; ertelemek.

arkaya kalmak
* geride kalmak, sonraya kalmak, geriden gelmek.

arke

lk ana madde.

arkebüz
* XV. yüzyı
lda Fransa'da kullanı
lmaya baş
lanan, taş
ınabilir ateş
li silâh.

arkeen
* Kambriyumlardan önce oluş
an en eski yer katı
.

arkegon
* Eğ
relti otları
nda, bazısu yosunları
nda, bütün kara yosunları
nda ve bazıaçı
k tohumlularda görülen diş
ilik
organı
.

arkeolog
* Kazıbilimci, arkeoloji uzmanıveya bilgini.

arkeoloji
* Tarih öncesi ve eski çağ
lardan kalma eserleri tarih ve sanat bakı
mından inceleyen bilim, kazıbilimi.

arkeolojik
* Arkeoloji ile ilgili.

arkeopteriks
* Hem kuşhem sürüngen özellikleri gösteren bir hayvan fosili.

arkı
t
* Köy evlerinde kapı
ları
n arkası
na konulan kalı
n kuş
ak.

arkoz
* Birleş
iminde feldspat bulunan, kum taş
ıtüründen bir tortul kayaç.

arktik
* Kuzey kutupla ilgili, kuzey kutup yakı
nında olan.

arlanma
* Arlanmak iş
i.

arlanmak
* (olumsuz olarak veya olumsuz anlamlıcümlelerde kullanı

r) Utanmak.

arlanmaz
* Utanmaz, sı

lmaz.

arlı
* Namuslu, utangaç, sı
kılgan.

arlıarı
ndan, huysuz huyundan vazgeçmez
* herkes kendi karakterine göre davranı
şta bulunur.

arma
* Bir devletin, bir hanedanı
n veya bir ş
ehrin sembolü olarak kabul edilmişresim, harf veya ş
ekil, ongun.
* Geminin yürümesine hizmet eden direk, seren, ip, halat ve yelken takı
mı.

arma donatmak
* armayıyerli yerine koymak.

arma soymak
* hareketli olan armayı
, limanda kı
şlamak, yağ
mur ve kardan korumak amacı
yla bir süre için sökmek.

arma uçurmak (veya arma budatmak)


* armayırüzgâra kaptı
rmak.

armada
* Donanma.

armador
* Geminin direk, seren, yelken ve ip gibi donanı
mınıdüzenleyen usta.

armadura
* Gemide direklere takı
lıhalatlarıbağ
lamak için küpeş
tenin iç tarafı
nda bulunan delikli ve çubuklu levha.

armağ
an
* Birini sevindirmek, mutlu etmek için verilen ş
ey, hediye.
* Ödül.
* Bir bilim adamı nı
n emek verdiği dalda onu anmak için hazırlanan bilimsel eser.
* Bağ ı
ş , ihsan.

armağ
an etmek
* birine bir ş
eyi armağan olarak vermek, hediye etmek.

armalı
* Armasıbulunan.

armatör
* Ticaret gemisi sahibi.

armatörlük
* Armatör olma durumu.
* Gemi iş
letme iş
i, gemi iş
letmeciliğ
i.

armatür
* Bir aletin ana bölümünü oluş turan kı
sım.
* Bir mı knatısın iki kutbu arası
nda, kuvvet akı
mınıtoplu bir duruma getirmek için bu kutuplar arası
na
yerleş
tirilen demir parçası .
* Bir kondansatördeki iki iletken yüzeyden her biri.

armoni
* Türlü sesler arası
nda sağlanan uyum.

armoni orkestrası
* Yalnız üflemeli çalgı
lardan oluş
an orkestra.

armonik
* Armoni ile ilgili olan.
* Armonika.

armonika
* Yan yana sı
ralanmı
şdeliklerden her biri üflenince, ayrınotada sesler çı
karan küçük ağı
z çalgı

, mı

ka.
* Akordeon.

armoniler
* Frekansı
, ana sesin frekansı
ndan tam katıolan sesler.

armonize
* Tamamlayı
cısesler eklenmiş(müzik parçası
).

armonyum
* Taş
ınabilir küçük org.

armudî
* Armut biçiminde olan.

armudiye
* Armut biçiminde nazarlı
k olarak takı
lan altı
n.

armudun iyisini (dağda) ayı


lar yer
* Bkz. Ahlatı n iyisini (dağ
da) ayı
lar yer.

armut
* Gülgillerden, çiçekleri beyaz, yurdumuzun her yerinde yetiş en, bir ağaç (Pirus communis).
* Bu ağacı n rengi sarı
dan yeş ile kadar değ
işebilen tatlı
, sulu, yumuş ak, ufak çekirdekli meyvesi.
* Fazla bön.

armut gibi
* çok anlayı
şsı
z, bön.

armut kabağı
* Ürünü, armut biçiminde olan bir süs kabağı
.

armut kurusu
* Daha sonraki mevsimlerde yenmek üzere kurutulmuşarmut.

armut pişağzı ma düş !


* bir iş
e hiç emek harcamaksı

n onun kendiliğinden olması
nıbekleyenlerin durumunu anlatı
r.

armut top
* Boksörün çalı
şmaları
nda kullandı
ğıiçi havalı
, dı
şıderi, armut biçiminde top.

armutun sapıvar, üzümün (veya kirazın) çöpü var demek


* her ş
eye kusur bulmak, hiçbir şeyi beğ
enmemek.

armuz
* Gemilerde güverte ve borda kaplama tahtaları

n yan yana gelmeleri sonucu araları
nda oluş
turduklarıçizgi.

Arnavut
* Arnavutluk ve çevresinde yaş
ayan bir halk.
* Bu halka özgü olan (ş
ey).

Arnavut bacası
* Çatıpenceresi.

Arnavut biberi
* Acıkırmı
zıbiber.

Arnavut ciğ
eri
* Ciğer tavası
.

Arnavut kaldı
rımı
* Yollarda irili ufaklıtaş
larla geliş
igüzel yapı
lan kaldı

m.

Arnavutça
* Hint-Avrupa dilleri ailesine giren, Arnavutları
n kullandı
ğıdil.

Arnavutlaş ma
* Arnavutlaş
mak.

Arnavutlaşmak
* Arnavut dilini ve kültürünü benimsemek.

Arnavutlaş tı
rma
* Arnavutlaş

rmak durumu.

Arnavutlaş tı
rmak
* Arnavut kimliğ
ini kazandı
rmak.

Arnavutluk
* Arnavut olma durumu.
* Arnavut halkı
nın bütünü.

arnika
* Öküz gözü, sı
ğı
r gözü, mastıçiçeği.

aroma
* Bitki özlerinden veya yağları
ndan elde edilen hoşkoku.

aromatik
* Hoşkokulu, aromalı
.

arozöz
* Kamyon, araba gibi bir taş
ıt aracı
na, doldurma ve boş
altma düzeni olan, bir su deposu eklenmesiyle
oluş
turulan, sulamaya yarar araç.

arp
* Bkz. harp (II).

arpa
* Buğdaygillerden, taneleri ekmek ve bira yapı
mında kullanı
lan, hayvanlara yem olarak verilen, yurdumuzda
çok yetiş
tirilen bir bitki (Hordeum vulgare).
* Bu bitkinin taneleri.

arpa boyu kadar gitmek (veya yol almak)


* pek az ilerlemek.

arpa ektim, darıçıktı


* ters sonuç veren iş
ler için söylenir.

arpa güvesi
* Tahı
llara dadanan bir güve türü.

arpa suyu
* Bira.

arpa ş
ehriye
* Arpa biçiminde dökülmüşş
ehriye.

arpacı
* Arpa alan ve satan kimse.

arpacıkumrusu gibi düşünmek


* ne yapacağınıbilmeyerek derin derin düş
ünmek.

arpacı
k
* Göz kapağ ının kenarı nda çı kan küçük çı
ban, it dirseği.
* Tüfek, tabanca gibi ateş li silâhlarda namlunun en ileri bölümünde bulunan ve niş
an alı
rken gezle birlikte
göz ile hedef arasında aynı çizgi üzerine getirilen küçük çı kıntı.
* Arpa biçiminde ş ehriye.

arpacı
k soğanı
* Tohumdan yetiş
tirilen ve tohumluk olarak kullanı
lan küçük soğ
an.

arpacı

k
* Arpa yetiş
tirme veya alı
p satma iş
i.

arpağ
an
* Yabanî arpa.

arpalama
* Atları
n ayakları
nda görülen ve rahat yürümelerini önleyen bir hastalı
k.
* Çok arpa yemekten ileri gelen bir hayvan hastalı
ğı
.

arpalı
k
* Arpa ekilen yer, arpa tarlası
.
* Arpa konulan yer.
* Hayvanın diş inde bulunan ve hayvan yaş landıkça silindiği için yaş
ınıbelli eden bir nişan.
* Müftü ve kazasker gibi din görevlilerine aylı
k yerine verilen giyecek, yiyecek gibi şeyler veya para.
* Başmaklı k.
* Karşı
lıksız yarar sağlanılan yer veya kimse.
arpalı
k etmek
* arpalı
k yapmak.

arpalı
k yapmak
* bir kaynaktan sürekli olarak çı
kar sağ
lamak.

arpasıçok gelmek
* coşmak, azmak, kudurmak.

arpçı
* Arp çalan kimse.

arpej
* Bir akort oluş
turan seslerin birbiri arkası
ndan çalı
nması
.

arsa
* Üzerine yapı
yapı
lmak için ayrı
lmı
şyer.

arsenik
* Atom numarası33, atom ağı rlı
ğı 74,91, yoğunluğu 5,7 olan, atmosfer bası
ncıaltı
nda 4500 C de
süblimleş
en, maden filizlerinde çok yaygın bulunan, metal görünümünde basit element, sıçan otu, zı
rnı
k. Kı
saltması
As.

arsı
ulusal
* Uluslar arası
.

arsı
z
* Utanması , sı

lması olmayan, yı

şı
k, yüzsüz (kimse).
* Aç gözlü davranan (kimse).
* Kolayca üreyebilen (bitki).

arsı
z arsı
z
* Utanmaz bir biçimde, yı

şarak, sı
rnaş
arak.

arsı
zca
* Arsı
z gibi, arsı
za yakı
şan biçimde.

arsı
zlanma
* Arsı
zlanmak iş
i.

arsı
zlanmak
* Arsı
zlı
k etmek.

arsı
zlaş
ma
* Arsı
zlaş
mak iş
i.

arsı
zlaş
mak
* Arsı
z duruma gelmek.

arsı
zlı
k
* Arsı
z olanı
n durumu veya arsı
za yakı
şacak davranı
ş, yı

şı
klı
k, sı
rnaş
ıklı
k.

arsı
zlı
k etmek
* utanmadan, sı

lmadan, yüzsüzce davranmak; aç gözlü davranmak.

arslan
* Aslan.

arslanı
n adıçıkmı ş
, çakallar başkeser
* haksı
zlı
ğı veya kötülüğü esas yapanı
n yerine bu konuda adıön plâna çı
kan kiş
iler anlamı
nda kullanı

r.

arslanlı
* Osmanlıdevletinde kullanı
lan arslan baskı
lıgümüşsikke.

arş

slâm dinî inanı
şı
na göre göğ
ün en yüksek katı
.

arş
* Askerlikte "yürü" komutu.

arş
e
* Keman yayı .
* Tren, troleybüs, tramvay gibi elektrikle iş
leyen taş
ıtlarda telden elektrik akı
mıalmaya yarayan, yukarı
ya
doğru uzanmışdemir yay.

arş
etip

lk örnek.

arş
ıâlâ
* Dokuzuncu kat gök.

arş
ın
* Yaklaş
ık olarak 68 cm ye eş
it olan uzunluk ölçüsü.

arş
ınlama
* Arş
ınlamak iş
i.

arş
ınlamak
* Arş
ınla ölçmek.
* Amaçsız, genişadı
mlarla dolaş
mak.

arş
ınlı
k
* Arş
ın ölçüsünde, arş
ın kadar.

arş
idük
* Avusturya'da imparator ailesi prenslerine verilen unvan.

arş
idüş
es
* Arş
idükün karısıveya kızı
.
* Avusturya hanedanında prenses.

arş
iv
* Belgelik.

arş
ivci
* Belgelik görevlisi veya uzmanı
.

arş
ivcilik
* Arş
ivcinin yaptı
ğıişveya görevi.

arş
ivleme
* Arş
ivlemek iş
i.

arş
ivlemek
* Arş
ive kaldı
rmak, arş
ivde saklamak.

art
* Arka, geri.
* Bir ş
eyin öbür yüzü.

art arda
* Birbirinin arkası
ndan.

art avurt
* Avurdun arka bölümü.

art avurt ünsüzü


* Dil ucunun art damağa çarpması
ndan oluş
an ve dilin yanları
ndan akan ses.

art bölge
* Deniz kı


nda bulunan bir yerin gerisindeki bölge, hinterland.

art damak
* Damağ
ın arka bölümü.

art damak ünsüzü


* Ciğerlerden gelen havanın dil sı
rtı
yardı
mıyla art damağ
ın çeş
itli noktaları
nda bazen patlayarak, bazen de
sızarak oluşturduğu ünsüz: k, g, ğ.

art düş
ünce
* Bir düş
üncenin arkası
nda gizli tutulan ası
l düş
ünce.

art elden
* birini oyalayı
p, ondan gizli olarak.

art eteğinde namaz kı l


* çok temiz huylu kimseler için söylenir.

art niyet
* Art düş
ünce.

art oda
* Gözde iris ile billûr cismin arası
ndaki boş
luk.

art teker

tici gücü sağ
layarak bisikleti yürüten teker.

art zamanlı
* Evrim açı

ndan ele alı
nan süre içinde birbirini izleyen, diyakronik.

art zamanlıdil bilimi


* Dil olayları
nıdeğ
işik zaman ve evrim açı

ndan ele alan dil bilimi.

art zamanlılı
k
* Değiş
ik zaman ve evrim açı

ndan incelenen dil olayları

n özelliği, diyakroni.

artağ
an
* Alı
şı
landan veya beklenilenden artı
k verimi olan, bereketli.
* Çoğalan, fazlalaş
an, artı
mlı
.

artağ
anlı
k
* Alı
şı
landan veya beklenilenden artı
k ürün verme durumu, bereket.

artakalma
* Artakalmak iş
i veya durumu.

artakalmak
* Artmak, geriye kalmak, fazla bulunmak.

artçı
* Yürüyüşdurumunda bulunan bir askerî birliğ
in güvenliğini sağlamak için arkadan gelmek üzere bı
rakı
lan

ta, dümdar.
* Geçmişbir sanat veya edebiyat çı
ğı

nısürdüren (sanatçı, hareket).

artçı

k
* Artçı

n görevi.
arter
* Atardamar.
* Trafiğ
i yoğ
un olan ana yol.

arterit
* Atardamar bozukluğu.

artezyen
* Toprağı
burgu ile delinerek açı
lan ve suyu yükseğe fı
şkı
ran kuyu.

artezyen kuyusu
* Artezyen.

artı
* Toplama iş
leminde + iş
aretinin adı, zait.
* Sı

rdan büyük, önünde artıiş
areti bulunan (sayı
), eksi karş
ıtı
, pozitif.

artı
sayı
* Kendisinden önce + iş
areti bulunan, sı

rdan büyük sayı
, pozitif sayı
.

artı

* Elektrikli çözümlemede, sı
vıya batı


p akı
mın geçmesini ağ
layan, metal uçlardan artıyüklü olanı
, anot.

artı
k
*İ çildikten, yenildikten veya kullanı
ldı
ktan sonra geriye kalan.
* Kalan veya artan bölüm.
* Bir şey harcandı ktan sonra onun artan bölümü.
* Daha çok, daha fazla.
* Bundan böyle, sonra, daha, yeter.

artı
k değer
*İşçinin, işgücünün karş
ılı
ğıolarak, ödenen değerin üzerinde ürettiği ve işverenin, karş
ılı
ğı
nıödemeksizin
sahip olduğu ek değ er.

artı
k emek
*İş
çinin, ek süre içinde harcadı
ğıve sonucunda artı
k değ
er yarattı
ğı
, karş
ılı
ğıödenmeyen emek.

artı
k gün
* Artı
k yı
llarda ş
ubat ayı
na eklenen, dört yı
lda bir gelen 29. gün.

artı
k yı
l
* Dört yı
lda bir gelen 366 günlük yı
l, seneikebire.

artı
klama
* Artı
klamak iş
i.

artı
klamak
* Yemekte artı
k bı
rakmak.

artı
m
* Artma, artı
ş, çoğalma.

artı
mlı
* Piş
ince ş
iştiğ
i için miktarı
artmı
şgibi görünen, artağ
an.

artı
n
* Katyon.

artı

lma
* Artı

lmak iş
i.
artı

lmak
* Artı
rmak iş
ine konu olmak, çoğaltı
lmak, tezyit edilmek.

artı

m
* Bir ş
eyi idareli harcayarak onun bir bölümünü artı
rma iş
i, tasarruf.
* Müzayedede artı rma.

artı
rma
* Artırmak iş i.
* Alıcılar arası ndaki yarı
şmaya dayanan ve en yüksek fiyatısürene malı
n verilmesiyle biten yöntem,
müzayede.

artı
rmak
* Artmasınısağ lamak, çoğ altmak.
* Bir malıbaşka alı
cıların verdiğ i fiyattan daha yüksek bir fiyatla almak istemek.
* Tutumlu davranı p biriktirmek, tasarruf etmek.
* Herhangi bir davranı ş
ta ileri gitmek.

artı
ş
* Artmak iş
i veya biçimi, artma, artı
m, çoğalı
ş.

artist
* Güzel sanatlardan birini meslek edinen kimse, sanatçı
, sanatkâr.
* Eğlence yerlerinde gösteri yapan kimse.

artist gibi
* boylu poslu, güzel ve alı
mlı(kimse).

artistçe
* Artiste benzer biçimde, artist gibi.

artistik
* Güzel sanatları
n gerektirdiği niteliğ
e uygun, sanatlı
.

artistlik
* Artistin görevi.
* Artist olma durumu.

artma
* Artmak iş
i.

artmak
* Büyük heybe.

artmak
* Eskisinden daha çok çoğ almak.
* Gereğ ince harcandı
ktan sonra bir miktar geri kalmak.
* Değeri yükselmek, fazlalaşmak.

artrit
* Eklem romatizması
.

artroz
* Genellikle ş
ekil bozucu, iltihapsı
z, süreğ
en eklem hastalı
ğı
.

arttı
rma
* Arttı
rmak iş
i.

arttı
rmak
* Artı
rmak iş
i yapı
lmak.
* Yükseltmek.
aruz
* Hecelerin uzunluk ve kı
salı
k, kapalı

k veya açı
klı
k değ
erlerine göre türlü ses kalı
pları
ndan oluş
an Divan
Edebiyatınazı
m ölçüsü.

arya
* Operalarda solistlerden birinin orkestra eş
liğ
inde söylediğ
i, genellikle kendi içinde bütünlüğü olan parça.

Aryanizm
* IV. yüzyı
lda Arius adlıbir papazı
n kurduğu ve Hristiyan inanı
şı
nın tersine olarak İ
sa'nı
n tanrı

ğı
nıinkâr
eden mezhep.

arz
* Sunma.
* (büyük bir makama) Anlatma, bildirme.

arz
* En, geniş
lik.

arz
* Yer, yeryüzü.

arz dairesi
* Bkz. enlem dairesi.

arz derecesi
* Bkz. enlem.

arz etmek
* sunmak.
* saygıile bildirmek.

arz odası
* Mevkii olan insanları
n, halkla görüş
tüğ
ü oda.

arz talep kanunu


* Belirli bir piyasada sunu ve talep dengesini düzenli tutma sistemi.

arz ve talep
* Üreticinin piyasaya mal çı
karmasıve tüketicinin piyasadan mal çekmesi olayları
, sunu ve istem.

arzanî
* Enine olan.

arziyat
* Yer bilimi, jeoloji.

arzu
*İstek, dilek.
* Heves.

arzu duymak
* birine veya bir ş
eye karş
ıistek duymak.

arzu etmek
* yürekten istemek.

arzuhâl
* Dilekçe, istida.

arzuhâl gibi (veya kadar)


* bir mektubun çok uzun olduğunu anlatmak için söylenir.
arzuhâlci
* Para ile dilekçe, mektup vb. yazan kimse.

arzuhâlcilik
* Arzuhâl yazma iş
i.

arzulama
* Arzulamak iş
i.

arzulamak
*İstek duymak, özlemek, istemek.

arzulu

stekli, hevesli.

arzusu kalmak
* isteği yerine gelmemek, hevesini alamamak.

As
* Arsenik'in kı
saltması
.

as
* Kakı
m.

as
*İ skambil kâğ ıtları
nda birli.
* Bir iş
te başta gelen (kimse veya ş
ey).

as-
* Ast sı
fatı
nın kı
saltı
lmı
şı
; eklendiğ
i kelimenin daha aş
ağıderecelisini anlatan yeni kelimeler türetmeye yarar.

as kat
* Herhangi bir ölçü biriminin bölündüğ
ü eş
it parçalardan her biri.

as yön
* Ara yön.

asa
* Bazıülkelerde, hükümdarları n, mareş allerin, din adamları
nın güç sembolü olarak, törenlerde taş
ıdı
klarıbir
tür ağaç veya metalden değ nek.
* Eskiden ihtiyarları
n baston yerine kullandı klarıuzun sopa.

asabî
* Sinirli.
* Sinirle ilgili, sinirsel.

asabîleş
me
* Asabîleş
mek iş
i.

asabîleş
mek
* Kı
zmak, öfkelenmek, sinirlilik belirtileri göstermek, sinirlenmek.

asabîlik
* Asabî olma durumu.

asabiye
* Sinir hastalı
klarıile ilgili hekimlik kolu.
* Sinir hastalı
klarıile ilgili hastahane bölümü.

asabiyeci
* Sinir hastalı
klarıuzmanı
.
asabiyet
* Sinirlilik, asabî yapı
lıolma.

asal
* Baş

ca, temel niteliğ
inde olan, esasî.

asal gazlar
* Atomlarının dı
şelektron halkaları
tamamı
yla veya geçici olarak elektrona doymuşolan gazlar (helyum,
neon, argon, kripton, ksenon), soy gazlar.

asal sayı
(lar)
* Bölenlerinin kümesi iki elemanlıolan elemanlardan biri 1, öbürü sayı
nın kendisi olan doğal sayı
(lar).

asalak
* Bir canlı
nın içinde veya üzerinde sürekli veya geçici olarak, onun zararı
na yaş
ayan baş
ka canlı
, tufeyli,
parazit.
* Baş
kaları

n sı
rtı
ndan geçinen (kimse), ekti.

asalak bilimi
* Asalakları
n yapısını
, yaşayışını, konakçı
yla iliş
kisini ve yaptı
ğıhastalı
klarla bu hastalı
klara karş
ıgiriş
ilecek
savaşıkonu alan bilim dalı, parazitoloji.

asalaklaş
ma
* Asalaklaş
mak durumu.

asalaklaş
mak
* Asalak duruma gelmek.

asalaklı
k
* Asalak olanı
n durumu.

asalet
* Soyluluk.
* Bir görevi yüklenmişolan, o görevin sahibi olan kimse, asillik, vekillik karş
ıtı
.
* Yazı da veya sözde bayağ
ısöz ve deyim bulunmamasıdurumu.

asaleten
* Bir görevde temelli olarak, ası
l olarak, vekâleten karş
ıtı
.
* Kendi adına hareket ederek.

asaleten atama
* Sürekli görev yapmak üzere bir göreve atama.

asamble
* Kurul.

asansör

nsanları
veya yükleri bir yapı
nın bir katı
ndan ötekine veya yüksek yerlere çı
karı
p indiren elektrikle iş
ler
araç.

asansör boş luğ


u
* Binalarda asansörün iş
lemesi için bı
rakı
lan boş
luk.

asansörcü
* Asansörün bakı m ve onarı mınıyapan kimse.
* Otel ve hastahane gibi büyük kuruluş
larda asansörün düzenli çalı
şması
nısağ
layan kimse.

asap
* Sinirler.

asar
* Yapı
lar, eserler.
asarı
atika
* Eski yapı
lar, eski eserler.

asayiş
* Bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunmasıdurumu, düzenlilik, güvenlik.

asayişberkemal
* Güvenliğ
in yerinde olduğ
unu anlatı
r.

asbaş
kan

kinci baş
kan.

asbest
* Tremolitin bozulması
ndan oluş
an lifli, kı

lmadan bükülebilen ve ateş
te niteliğ
i değiş
meyen bir mineral, taş
pamuğ
u, kaya lifi.

asbest yünü
* Asbestin iş
lenerek yün biçimine sokulmuş
u.

aselbent
* Hekimlikte ve koku yapı mı nda kullanılan, aselbent ağacı
nın kabuklarıçizilerek elde edilen bir reçine.
* Bu reçinenin elde edildiğ
i ağaç (Styrax officinalis).

asenkron
* Eşzamanlı
olmayan, baş
lama ve bitme anlarıbaş
ka olan (olaylar); senkron, eşzaman karş
ıtı
, yadı
n kurun.

asepsi

lâç kullanmadan, yalnı
zısıyardı
mıile aygı
t ve pansuman gereçleri gibi ş
eyleri mikropsuzlaş

rma iş
i.

aseptik
* Her türlü mikroptan arı
nmı
ş.

ases
* Gece bekçisi.
* Osmanlıİmparatorluğunda yeniçeri ocağ
ını
n kaldı

lması
ndan önceki güvenlik görevlisi.

asesbaş
ı
* Yeniçeri ocağındaki askerî görevinin yanısı
ra, baş
şehrin düzenini korumakla da yükümlü olan 28. ortanı
n
çorbacı
başısı
na verilen ad.

asetat
* Asetik asidin tuzu veya esteri, saydam.

asetatlı
* Birleş
imine asetat karı
ştı

lmı
ş.

asetik
* Sirkeyle ilgili, sirkeyle aynıözellikleri taş
ıyan.

asetik asit
* Sirkeye tadı
nıve özelliklerinden birçoğ
unu veren asit.

asetilen
* Renksiz, sarı
msak kokulu, güçlü ve beyaz bir ı
şı
k vererek yanan hidrokarbonlu bir gaz.

aseton
* Birçok organik maddeyi eritmekte kullanı
lan uçucu, kolayca alev alı
r, eter kokusunda bir sı
vı.

asfalt
* Siyah renkte ş
ekilsiz bir cins bitüm.
* Ana maddesi katran olan ve yolları n kaplanması
nda kullanı
lan karı
şı
m.
* Asfaltlanmı
ş.

asfaltit
* Petrolün ayrı
şmasıile oluş
an ve çoklukta tortul kayaçları
n gözeneklerinde bulunan doğal bitüm.

asfaltlama
* Asfaltlamak iş
i.

asfaltlamak
* Asfaltla kaplamak.

asfaltlanma
* Asfaltlanmak iş
i.

asfaltlanmak
* Asfalt dökülmek, asfaltla kaplanmak.

asgarı
müş
terek
* Herkes tarafı
ndan kabul edilen nokta, üzerinde anlaş
maya varı
lan husus, uyuş
ulan konu, ortak payda.

asgarî
* En az, en aş
ağı
, en azı
ndan, en düş
ük.
* Minimum.

asgarî ücret
*İ ş
çilere bir çalı
şma günü karşı
lığıolarak ödenen ve iş
çinin gı
da, konut giyim, sağlı
k, ulaş
ım ve kültür gibi
ihtiyaçları
nıgünün fiyatları üzerinden en az düzeyde karşı
lamaya yetecek ücret.

ashap
* Sahipler.
* Hz. Muhammed'in meclislerinde ve konuş
maları
nda bulunanlar, sahabeler.

ası
* Asmak iş
i.

-ası/ -esi
* Fiilden sı
fat yapan ek.

ası
da olmak (veya asıda kalmak)
* bir iş
e son verilmeyip öylece bı
rakı
lmı
şolmak veya kalmak.

ası
k
* Somurtkan.
* Ası

.

ası
k suratlı
* Hoş
nutsuzluğ
unu, kı
zgı
nlı
ğı
nıyüzüne sert bir anlam vererek belirten" öfkeli görünüş
lü yüzü olan.

ası
l
* Bir şeyin kendisi, örnek, kopya karş ıtı
.
* Kök, köken, kaynak.
* Gerçeklik, esas, hakikat.
* Soy, nesep.
* Gerçek.
* Bir şeyin temelini oluş turan, ana.
* Aranı lan nitelikleri en çok kendinde toplamı
şolan.
* (a'sı
l) Baş lı
ca, baş ta gelen, gerçek olarak.

ası
l nüsha
* Bir yazma eserin veya belgenin kopyaları
nın dayandı
ğıözgün biçimi.

ası
l sayı
lar
* Sı
ra veya üleş
tirme eki almamı
şyalı
n sayı
lar.

ası
l vurgu
* Kelimenin aslı
ndaki vurgu.

ası
lanma
* Ası
lanmak iş
i, intifa.

ası
lanmak
* Bir ş
eyden yarar sağ
lamak, intifa etmek.

ası

* Ası
lmı
şolan.

ası

ş
* Ası
lmak iş
i veya biçimi.

ası
llı
* Bir kökene dayanan, kökenli.

ası
lma
* Ası
lmak iş
i.

ası
lmak
* Asmak iş i yapılmak veya asmak iş ine konu olmak.
* Bir yere tutunup sarkmak.
* Tutup çekmek.
* Bir şey isterken karş ısı
ndakini tedirgin edecek derecede ileri gitmek üstelemek, ı
srar etmek.
* Hı zla eline almak.
* Boynuna ip geçirip sallandı rılarak öldürülmek, idam edilmek.
* Karş ıcinsin ilgisini çekmek için çarpı cıdavranışlarda bulunmak.
* Israrla üzerine gitmek, sonuna kadar mücadele etmek.

ası
lmı
şadam
* Salepgillerden, çiçekleri ası
lmı
şbir insana benzeyen ve köklerinden salep çı
karı
lan bir bitki.

ası
lsı
z
* Doğru olmayan, temelsiz, dayanaksı
z, köksüz (haber).

ası
ltı
* Çözünemeyen madde parçacı kları
nı n dibe çökmeden bir sı
vıortamda kalmı
şdurumu, süspansiyon.
* Böyle bir sı
vıkarı
şı
mı, süspansiyon.

ası
m
* Asma iş
i.

ası
m takı
m
* Kadı
nları
n takı
ndı
kları
süs eş
yası
.

ası
ntı
* Bir işi hemen yapmayı p bekleterek geri bı
rakma, tehir, tavik.
* Birini tedirgin edecek kadar üzerine düş me.
* Sırnaş an, tebelleşolan kimse.

ası
ntıolmak
* tebelleşolmak, sı
rnaş
mak.

ası
p kesmek
* (genellikle işbaş
ında bulunan bir kimse için) yasayıçiğneyerek sert davranmak.

ası
r
* Yüzyı
l.
* Çağ
.

ası
rlarca
* Yüzlerce yı
l.

ası
rlı
k
* Yüzyı
llı
k.

asi
* Başkaldıran, isyan eden.
* Hayı
rsız, dik başlı.

aside
* Un, et ve bamya ile yapı
lan bir Arap yemeğ
i.

asidimetre
* Asitölçer.

asil
* Soylu.
* Yüksek duygu ile yapı lan.
* Bir görevde temelli olan, vekil karş
ıtı
.

asileş
me
* Asileş
mek iş
i.

asileş
mek
* Karş
ıgelmek, başkaldı
rmak, isyan etmek.

asilik
* Asi olma durumu, isyan etme, isyankârlı
k.

asilik etmek
* karş
ıgelmek, başkaldı
rmak.

asillik
* Asil olma durumu, asalet.
* Soylu olma durumu, soyluluk.

asilzade
* Soylu.

asilzadelik
* Soyluluk.

asimetri
* Simetrisi olmayan, bakı
şı
msı
zlı
k.

asimetrik
* Simetrik olmayan, bakı
şı
msı
z.

asimilâsyon
* Benzer hâle getirme, kendine benzetme, kendine uydurma, özümleme.
* Benzeşme.

asimile
* Bu söz "benzeş
mek", "kendine uydurmak" anlamı
nda "asimile etmek" biçiminde kullanı

r.

asimptot
* Bir eğ
riye giderek yaklaş
an, ama sonuna kadar uzatı
lsa bile yaklaş

ğıhâlde eğ
riyi kesmeyen doğ
ru;
sonuş
maz.
asistan
* Yardımcı
.
* Araştı
rma görevlisi.

asistanlı
k
* Asistan, araş

rma görevlisi olma durumu asistanı
n görevi.

asit
* Turnusolün mavi rengini kı rmızı
ya çevirmek özelliğ
inde olan ve birleş
imindeki hidrojenin yerine maden
alarak tuz oluşturan hidrojenli birleş
ik, hamız.

asit alkol
* Aynızamanda asit ve alkol grupları
nıiçeren birleş
iklere verilen ad.

asit borik
* Bkz. borik asit.

asit fenik
* Bkz. fenol.

asitölçer
* Bir asidin özelliğ
ini, konsantrasyon derecesini ölçmeye yarayan cihaz, asidimetre.

ask
* Bkz. asklı
.

askarit
* Bağ
ırsak solucanı
.

asker
* Erden mareş ale kadar orduda görevli bulunan herkes.
* Askerlik görevi veya ödevi.
* Ordunun yalnı z er rütbesinde olan bölümü.
* Topluluk düzenine saygı sıolan, disiplinli.
* Yurdun korunmasıyolunda iyi dövüş mesini baş
aran.

asker çı
karmak
* (bir devlet) belli kanunlara bağlıolarak asker toplamak.
* kıyılara ve en çok düş man kı yıları
na asker indirme.

asker gibi
* disiplinli, düzgün.

asker kaçağı
* Askerlik ödevini yapmamak için asker ocağı
ndan ayrı
lan veya oraya gitmekten kaçan kimse.

asker ocağı
* Askerlik ödevinin yapı
ldı
ğıkı
şla, ordugâh, tahkimli bölge, gemi, tersane gibi hizmet yerlerine verilen ad.

asker olmak
* askerlik ödevine baş
lamak.

asker tayı

* Erlere verilen azı
k.

askerce
* Askere yakı
şı
r biçimde.

askerci
* Asker yanlı

.

askercilik
* Askerci olma durumu.
* Bir tür çocuk oyunu.

askere alı
nmak
* askerlik ödevini yapmak için er eğitim merkezine gönderilmek.

askere çağrılmak
* askerlik ödevini yapmak için ş
ubece istenmek.

askere gitmek
* askerlik ödevini yapmak için orduya katı
lmak.

askerî
* Askerlikle ilgili, askere özgü.

askerî ambargo
* Bir ülkeyi cezalandı
rmak amacı
yla askerî alanda yaptı

m uygulama.

askerî ataşe
* Bir ulusun yabancı
ülkelerdeki elçiliklerinde görevli askerî uzman.

askerî inzibat
* Askerî birlikler arası
nda düzeni, disiplini, kanunlarıyürütmekle görevli sı
nıf ve bu sı
nıftan olan asker.

askerî kaput
* Askerlerin giydiğ
i kalı
n kumaş
tan üstlük.

askerî rüş
tiye
* Askerî ortaokul.

askerîleş
me
* Askerîleş
mek iş
i.

askerîleş
mek
* Bir yer askerlikle iliş
kili duruma gelmek, askerlik niteliğ
i kazanmak.

askerîleş
tirme
* Askerîleş
tirmek iş
i.

askerîleş
tirmek
* Asker yönetimine geçirmek; (bir ş
eye) askerlik niteliği kazandı
rmak.

askeriye
* Askerlik.

askerlik
* Asker olma durumu; askerlik ödevi ordu hizmeti.

askerlik dairesi
* Yurttaş
larıaskere alma iş
leriyle görevli olan askerlik ş
ubelerinin bağlıbulunduklarıbölge dairesi.

askerlik etmek
* askerlik yapmak.

askerlik hizmeti
* Orduda belirli bir sürede yapı
lan yurt ödevi.

askerlik yapmak
* kanunlara göre yurttaş
ları
n yükümlü olduklarıordu ödevinde bulunmak.

askerlik yoklaması
* Askerlik ş
ubelerine kayı
tlıkimselerin belirli zamanlarda yapı
lan durum yoklaması
.
askı
* Üzerine herhangi bir ş ey asmaya yarar nesne.
* Pantolon veya giysilerin düş mesini önlemek için omuzdan aş ı
rılan bağ .
* Artırma, eksiltme gibi resmî işilânları nı n ilgili daire duvarında belli bir zaman süresince asılıdurması .
* Hastahanelerde kı rık kol veya bacakları n ası larak tutturulduğu araç.
* Çay, kahve taş ımaya yarar kahveci tepsisi, fener.
* Saklanmak için tavana ası lmışdizi veya hevenk.
* Yeni yapı lan yapıların çatısı
na, ev sahibi tarafı ndan usta için veya düğün arabaları na düğün sahibi
tarafından arabacıiçin armağan olarak ası lan kumaş .
* Gelinin oturacağıyerin üstüne ası lan süsler.
* Kadı nların kullandığıaltın dizisi veya zincirli mücevherat.
* Düğ ünlerde geline yakı nlarıtarafından takı lan hediye.
*İ pek böceğ inin kozası nısarmasıiçin yanı na konulan çalıçı rpı.
* Saz şairleri arası
nda yapı lan deyişyarı şında üstün gelene verilmek için duvara ası lan kumaş , tabanca gibi
ödül.

askı
da bı
rakmak
* sonuca vardı
rmamak.

askı
da kalmak
* (bir iş
) bir engel dolayı

yla sonuca varamamak.

askı

* Askı
sıolan.

askı

k
* Avcıları
n sırtları
na taktı
klarıaskıtakı
mı.
* Ası
lıp saklanacak sebze, meyve.
* Vestiyer.

askı
ntı
* Başkaları
nın sırtı
ndan geçinen.
* Karşıcinsi rahatsı
z eden kimse.

askı
ya almak
* altıboş alı
p desteği kalmayan yapı yıdikmelerle boşlukta tutarak yıkılmaktan kurtarmak.
* oturmuşveya batmı şbir gemiyi yüzdürmek için baş ka teknelere asarak kaldı
rmak.
* bir iş
i zamanı nda yapmayı p belirsiz bir zamana bı
rakmak, savsaklamak.

askı
ya çı
karmak (veya çıkarılmak)
* evlenecek kimselerin durumunu nüfus kayı
tları
nın bulunduğu yerde askıyoluyla ilân etmek.

askı
ya çı
kmak
* ipek böceğ
i koza sarmak üzere dallara çı
kmak.

asklı
* Sporlarıask denen torbalar içinde oluş
an (mantar).

askospor
* Asklımantarları
n sporuna verilen ad.

asla
* Hiçbir zaman, hiçbir biçimde.

Aslan
* Zodyak üzerinde, Yengeç ile Baş
ak burçlarıarası
nda yer alan burcun adı
, Zodyak.

aslan
* Kedigillerden, erkekleri yeleli, yı
rtı

, Afrika'da yaş
ayan, uzunluğ
u 160 cm, kuyruğu 70 cm ve ucu püsküllü,
çok koyu sarırenkli güçlü bir memeli türü, arslan.
* Gürbüz ve yiğ it adam.
aslan ağ

* Havuz kenarları
na konulan ve ağ
zından su akan aslan biçiminde süs taş
ı.

aslan gibi
* boylu boslu, güçlü ve yakı
şı
klı
.
* sağlı
ğıyerinde.

aslan kesilmek
* aslan gibi güçlü ve cesur duruma gelmek.

aslan payı
* Hak edilenden daha çok alı
nan pay.

aslan sütü
* Rakı
.

aslan yatağından belli olur


* bir kimsenin oturduğu yerin durumu, onun kiş
iliğini belli eder, uygun bir durumda olması
gerekir.

aslan yürekli
* Çok yiğ
it, hiçbir ş
eyden korkmayan.

aslanağzı
* Sı
raca otugillerden, türlü renkte, güzel, kokusuz çiçekleri olan bir bitki.

aslanca
* Aslana yakı
şı
r yolda, aslan gibi, yiğitçe.

aslangiller
* Kedi cinsinden olan bütün et oburlarıiçine alan hayvan familyası
.

aslanı
m!
* gençler, delikanlı
lar için kullanı
lan bir seslenme sözü.

aslanı
n ağzında
* elde edilmesi çok güç.

aslankulağı
* Bir sap üzerinde dizili sarıveya kı
rmı
zıçiçekli otsu bir bitki.

aslankuyruğu
* Ballı
babagillerden, eskiden hekimlikte terletici olarak kullanı
lan bir bitki, yer pı
rasası(Leonurus).

aslanlı
k
* Yiğitlik, cesaretlilik.

aslanpençesi
* Gülgillerden, sarı
, beyaz çiçekli bir yabanî bitki (Alchemilla).
* Şirpençe.

aslen
* Kök veya soy bakı
mından.

aslıastarı
* iç yüzü, gerçek ş
ekli.

aslıastarı
* Esası
, doğruluğu, geçerliliğ
i.

aslıastarı(veya aslıaslı
) olmamak
* yalan, ası
lsı
z olmak.
aslıçı
kmak
* gerçek olduğu anlaş
ılmak, gerçek olduğ
u ortaya çı
kmak.

aslıfaslıyok
* yalan, uydurma.

aslınesli
* Soyu sopu.

aslı
k
* Kı

r olan (kadı
n veya diş
i hayvan).

aslî
* Temel olarak alı
nan, esas olan.

aslî düş
ünce
* Ana fikir.

aslî maaş
* Devlet dairelerinde çalı
şan memurlara verilen aylı
ğı
n, yükselmeye temel olan her aş
aması
.

aslî nüsha
* Bir yazı
nın çoğ
altı
lması
na örneklik eden ilk nüsha.

asliye
* Temel, esas.

asma
* Asmak iş i.
* Ası
lmı
ş , ası lı
.

asma
* Asmagillerden, dalları çardak üzerine yayılan bitkilere genel olarak verilen ad.
* Belirli bir tür üzüm veren bitki (Vitis).

asma bahçe
* Ayak ve kemerler üzerine kurulan teraslardan yapı
lmı
şbahçe.

asma bı

ğı
* Asma dalları
nın çevresine tutunması
na yarayan yeş
il uzantı
lar, sülük.

asma biti
* Eşkanatlı
lardan, asmalara zarar veren, sarı
msırenkte bir böcek, filoksera (Phylloxera vestatrix).

asma kabağı
* Kabakgillerden sürüngen veya sarılgan, mevsimlik bir kabak türü (Lageneria vulgaris).
* Bu türün ince uzun, sebze olarak kullanı
lan ürünü.

asma kat
* Yapı
larda genellikle tabanla birinci kat arası
na yapı
lan, bası
k tavanlı
, altıboşkat.

asma kilit
* Kilitlenecek ş
eyin üstündeki halkalara geçirilip kapatı
lacak biçimde yapı
lmı
şkilit.

asma köprü
*İ ki baş
ındaki ayaklardan baş
ka dayanağı
olmayan, çoğ
unlukla uzun ve yüksek köprü.

asma merdiven
* Yukarıucundan bir yere ası
larak kullanı
lan ip merdiven.

asma yaprağ
ı
* Zeytinyağ
lıve etli dolma yapmakta kullanı
lan körpe asma yaprağ
ı.

asmagiller
*İki çeneklilerden, belli baş
lıtürü asma olan bitki familyası
.

asmak
* Bir şeyi aş
ağıya sarkacak biçimde bir yere iliş
tirip sarkı
tmak.
* Üzerine takınmak, kuş anmak.
* Bir kimseyi boğazı ndan ip geçirip sarkı
tarak öldürmek, idam etmek.
* Gitmek zorunda olunan bir yere özürsüz gitmemek veya görevi olan bir iş
i özürsüz yapmamak.

asmalı
* Asmasıolan.

asmalı
k
* Asma için ayrı
lmı
şyer veya toprak.

asmolen
* Piş
miştoprak, cüruf ve beton karı
şı
mından yapı
lan kiriş
, putrel nervürler arası
na konulan delikli tuğla.

asonans
* Yarım kafiye, her dizenin sonunda gelen, aynıaksanıveren ünlünün ondan sonra veya önce gelen ünsüzü
hiç dikkate almadan tekrarlama ş eklinde uyak.

asorti
* (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapı
da olan.

asortik
* (daha çok giyimde) Birbirine uygun, birbirini tutar renk ve yapı
da olan.

asosyal
* Sosyal olmayan.

asparagas
* Uydurma, gerçek olmayan, gerçekmişgibi gösteren haber.

aspidistra
* Zambakgillerden, genellikle saksı
da yetiş
tirilen, yapraklarıdoğ
rudan doğruya topraktan çı
kan bir süs bitkisi.

aspiratör
* Havadaki duman, toz vb. yabancımaddeleri emerek dı
şarıatan cihaz, emmeç.

aspirin
* Ağrıkesici ve ateşdüş
ürücü olarak kullanı
lan beyaz renkli, ekş
imtı
rak ilâç.

aspur
* Yalancı
safran.

asrı
saadet
* Hz. Muhammed'in yaş
adı
ğızaman.

asrî
* Modern, çağcı
l.

asrîleş
me
* Çağ
cıllaş
ma, çağ
daş
laş
ma.

asrîleş
mek
* Çağ
cıllaş
mak, çağdaş
laş
mak.

asrîlik
* Çağ
cıllı
k.
assai
* Birlikte kullanı
ldı
ğıterimin anlamı
na aş
ırı

k kazandı

r: Adagio assai çok yavaş
, çok ağı
r.

assolist
* Bir müzik programı
nda daha çok en son olarak sahneye çı
kan, alanı
nda tanı
nmı
şve çok ünlü olan sanatçı
.

ast
* Alt.
* Birinin buyruğ u altı
nda olan görevli, madun.
* (birine göre) Rütbe veya kıdemce küçük olan asker.

astar
* Giyecek, perde, çanta, ayakkabıgibi ş
eylerde, kumaş ı
n veya derinin iç tarafı
na geçirilen ince kat.
* Sı
va veya boyadan önce vurulan kat.
* Gemicilikte bir ş
eyi sağlamlaştı
rmak için kullanı
lan bez, halat, ağ
aç vb.

astar boyası
* Boyacılı
kta ası
l boyadan önce sürülen, kiri kapatmak ve sürülecek boyanı n dayanı
klı

ğınıartı
rmak için
kullanılan boya.
* Üzerine resim yapılacak bezin veya duvarın yağlıboyayıemmesi için, resim yapılmadan önce sürülen boya.

astar kaplama
* Kontratablalarda kör ağ
acı
n biçim değ
iştirmesini önlemek amacı
yla iki yüzüne yapı
ştı

lan kaplama katı
.

astar sürmek (veya vurmak, çekmek)


* astar boyasıile boyamak.

astarıyüzünden pahalıolmak
* bir iş
in ayrı
ntı
ları
na harcanı
lan para veya emek, elde edilen sonucun değ
erini aş
mak, masraflıolmak.

astarlama
* Astarlamak iş
i.

astarlamak
* Astar geçirmek.
* Boyacılıkta, astar vurmak, astar sürmek.

astarlanma
* Astarlanmak iş
i.

astarlanmak
* Astar geçirilmek.

astarlatma
* Astarlatmak iş
i.

astarlatmak
* Astar yaptı
rmak veya geçirtmek.

astarlı
* Astar geçirilmiş
, astarlanmı
ş.

astarlı
zarf
*İç yüzüne ince bir kâğ
ıt geçirilmişzarf.

astarlı
k
* Astar olmaya elveriş
li (kumaşvb.).

astarya
* Bir gemiye yükleme veya boş
altma için tanı
nan süre.
astası
m
* Öncüllerinden biri önceki tası
mın vargı
sıdurumunda olan bir ek tası
m.

astat
* Atom numarası85 olan, bizmutun alfa ı
şı
nları
yla bombardı
manısonucu elde edilen yapay element.

saltmasıAt.

astatin
* Astat.

asteğmen
* Orduda en küçük rütbeli subay.

asteğmenlik
* Asteğ
men rütbesi veya asteğmenin görevi.

astı
ğıastı
k, kestiği kestik
* acıması z, çok sert veya istediğ
i gibi davranan kimseler için kullanı

r.

astı
m
* Bronş
ları
n daralması
ndan ileri gelen nefes darlı
ğı
.

astı
mlı
* Astı
mıolan, astı
m hastalı
ğı
na tutulmuşolan.

astı
rma
* Astı
rmak iş
i.

astı
rmak
* Asmak iş
ini yaptı
rmak.

astigmat
* Net görmeyen, astigmatizme tutulmuş(göz).

astigmatizm
* Gözün saydam tabakası
nda meridyenlerin eş
itsizliği yüzünden net görememe durumu.

astragan
* Karakul kuzusunun kı

rcık ve parlak postu.
* Bu posttan yapı
lmı
şolan.

astrofizik
* Gök fiziği.

astrolog
* Yı
ldı
z falı
yla uğ
raş
an kimse, müneccim.

astroloji
* Yı
ldı
z falcı

ğı
, müneccimlik.

astronom
* Astronomi bilgini, gök bilimci.

astronomi
* Gök bilimi, felekiyat.

astronomik
* Gök bilimiyle ilgili olan.
* Aşı
rıçok yüksek.

astronomik fiyat
* Çok yüksek fiyat.
astronomik rakam
*İ nsana ş
aşkı
nlı
k verecek derecede büyük rakam.

astronot
* Uzay adamı
.

astronotluk
* Uzay adamıolma durumu veya uzay adamı

n görevi.

astropikal
* Tropikal bölgelere yakı
n, fakat daha yüksek bir enlemde olan.

astsubay
* SilâhlıKuvvetler yasası
na göre astsubay okulları
nda yetiş
erek SilâhlıKuvvetlere katı
lan astsubay çavuş
tan
astsubay kıdemli başçavuşa kadar rütbesi olan asker.

astsubay başçavuş
* Astsubaylı
ğı
n beş
inci basamağ
ı.

astsubay çavuş
* Astsubaylı
ğı
n ilk basamağ
ı.

astsubay kıdemli başçavuş


* Astsubaylığı
n altı
ncıve son basamağ
ı.

astsubay kıdemli çavuş


* Astsubaylığı
n ikinci basamağ
ı.

astsubay kıdemli üstçavuş


* Astsubaylığın dördüncü basamağı
.

astsubay üstçavuş
* Astsubaylı
ğı
n üçüncü basamağ
ı.

astsubaylı
k
* Astsubay olma durumu veya astsubayı
n görevi.

asude
* Sessiz, rahat, sakin.

asudelik
* Huzur içinde olma, mutluluk.

asuman
* Gök, gökyüzü.

Asurca
* Samî dilleri ailesine giren ve Milâttan önceki dönemlerde Ön Asya'da kullanı
lmı
şolan ölü bir dil.

Asyalı
* Asya'da yaşayan kimse.
* Asya'ya özgü olan, Asya ile ilgili (olan).

Asyalı

k
* Asyalıolma durumu.


* Piş
irilerek hazı
rlanan yemek.

aşdamı
* Bazıbölgelerde yemek piş
irilen yer, mutfak.
aşerme
* Aşermek durumu.

aşermek
* hamilelikte bazıyiyeceklere karş
ıaş
ırıdüş
künlük göstermek, çok arzulamak veya nefret etmek, tiksinmek.

aşevi
* Para ile yemek yenilen yer, aşçı, lokanta.
* Yoksullara parasız yemek yedirilen veya dağ ı

lan yer, aş
hane.
* Düğ ün ve benzeri toplantı larda, verilecek yemekleri hazırlamak için geçici olarak mutfak gibi kullanı
lan
yer.
* Tekkelerde yemek piş
irilen yer.

aşocağ
ı
* Yemek piş
irilip yoksullara dağ
ıtı
lan yer.

aştaş
ınca kepçeye paha olmaz
* sı
kış
ık zamanlarda önemsiz ş
eylerin değ
eri çoktur.

aşyermek
* Bkz. aşermek.


ağı
* Bir şeyin alt bölümü.
* Bir yere göre daha alçak yerde bulunan.
* Eğ imli bir yerin daha alçak olan yeri.
* Niteliği düş ük, kötü, adî.
* Bayağ ı, adî.
* Daha küçük, daha az; değ er yönünden daha az.
* Aş ağıya, yere doğru.


ağı
(falan) yukarı
* bir kimsenin adının dilden düşürmediğ ini, onun pek gözde olduğ
unu anlatı
r.
* bir hizmette çok kullanılan kiş
ice, yakı
nma olarak kullanı

r.


ağı
almak
* devirmek, yı
kmak.


ağı
bitkiler
* Su yosunları
, mantarlar ve kara yosunlarıgibi su dı
şı
nda fazla boy atmayan damarsı
z bitkiler.


ağı
düş
mek
* düzeyi, miktarı
, niteliğ
i alçalmak.


ağı
görmek
* küçük görmek, beğ
enmemek, hor görmek.


ağı
kalı
r yeri (veya yanı) yok
* nitelikleri bakımından baş
kaları
yla karş
ılaş


ldı
ğı
nda eksiğ
i olmayan, denk olan.


ağı
kalmamak
* herhangi bir nitelik bakı
mından ondan geri olmamak.


ağı
kurtarmaz
* bundan daha ucuza olmaz.
* daha aş
ağıbir durumu kendine lâyı
k görmez.


ağı
mahalle
* Yüksek bir yerleş
im bölgesine göre alçakta kalan yer, yerleş
im bölgesi.
* Genel ev.

ağı
tükürsem sakalı m, yukarıtükürsem bıyı
ğım
* iki karş
ıt ve aynıderecede sakı
ncalıdurum karş
ısı
nda karar verme zorluğunu anlatı
r.


ağı
yukarı
* Tama yakı
n, yaklaş
ık olarak.


ağı
yukarı(yürümek)
* bir baş
tan bir baş
a (yürümek).


ağı
dan almak
* sert konuş
an bir kimseye yumuş
ak bir dil kullanmak, alttan almak.


ağı
lama
* Aş
ağı
lamak iş
i.


ağı
lamak
* Değerinden düşük göstermek.
* Küçültücü davranı
şlarda bulunmak, hor görmek.


ağı
lanma
* Aş
ağı
lanmak durumu.


ağı
lanmak
* Aş
ağıduruma düş
ürülmek.


ağı
laş
ma
* Aş
ağıduruma düş
me, mezellet.


ağı
laş
mak
* Aş
ağı

k duruma düş
mek.


ağı
latma
* Aş
ağı
latmak iş
i.


ağı
latmak
* Aş
ağı
lamak iş
ine uğ
ratmak, tenzil etmek.


ağı
lıyukarı

* Aşağ
ısıve yukarı
sıolan; aş
ağı
sıyukarı
sıbirlikte.


ağı

k
* Aşağ ıolma durumu, adilik.
* Niteliğ
i düşük, adî.


ağı

k duygusu
* Kişinin gerçeklere uyan veya uymayan sebeplerle, benliğ
ini yetersiz ve küçük görmesi.


ağı

k kompleksi
* Kendini olduğ
undan yetersiz, yeteneksiz ve güçsüz görme duygusu.


ağı
sama
* Aş
ağı
samak iş
i.


ağı
samak
* Bir kimseyi veya bir ş
eyi aş
ağı

k ve değ
ersiz göstermek, hafife almak, hafifsemek, tezyif etmek.


ağı

* Aş
ağıtaraftaki.


ama
* Önem veya değ er bakımından gitgide yükselen bir sı
ra basamakları
n her biri, rütbe, mertebe, paye.
* Varı
lmasıistenen bir amaca doğru geçilmesi gerekli dönemlerden her biri, evre, basamak, merhale.
aşama sı
rası
* Önem ve değer bakı mından gitgide yükselen basamaklar dizisi, hiyerarşi.
* Otoritenin en genişölçüde en üst mertebede olarak değişik önem sı ralarıarası
nda katıve kesin bir biçimde
dağıldı
ğıtoplumsal teşkilâtlanı
şbiçimi, hiyerarş
i.


amalı
* Aş
amasıolan, kademeli.


ar
* Ondalı
k.
* Tarı
m ürünlerinden alı
nan onda bir nisbetindeki vergiler.


arî
* Ondalı
k.


çı
* Yemek piş
iren kimse, ahçı.
* Yemek piş
irip satan kimse.
* Yemek yenilen dükkân, aşevi, lokanta.


çıbaltası
* Kemikli et kesmeye yarar küçük balta.


çıbaş
ı
* Birkaç aşçının birlikte çalı
ştı
ğıyerde bulunanları n baş
ı.
* Bir lokanta veya evde yemek piş irmekle görevli kimse.


çıbaş
ılı
k
* Aş
çıbaş
ıolma durumu, aş
çıbaş
ını
n görevi.


çılı
k
* Aşçıolma durumu veya aşçının görevi.
* Yemek pişirme zanaatı
veya bilgisi.


erat
* Onluklar.


hane
* Aşevi.
* Mutfak.


ı
* Organizmada belli birtakı m hastalı
klara karş
ıbağı
şı
klık sağlamak için vücuda verilen, o hastalı
ğı
n
mikrobuyla hazı rlanmı şeriyik.
* Bir ağacın dalıveya gövdesi üzerine, aynıfamilyanı
n daha iyi bir türünden alı
nan dal, göz, tomurcuk gibi
parçalarıkaynaş tı
rma iş i veya böylece eklenen parça.
* Bu eriyiğin uygulanması .
* Aş ı
lı(kimse veya bitki).


ıboyalı
* Aş
ıboyası
renginde boyanmı
ş.


ıboyası
*İçine karı
şan demir hidroksit miktarı
na göre pas sarı

, kı

l veya koyu esmer renk almı
şgevrek kil.
* Koyuca kırmızı, kiremit rengi.


ıkâğ
ıdı
* Aş
ıolanlara verilen resmî belge.


ıolmak
* aş
ıyapı
lmak.

ıtaş
ı
* Taşdurumundaki aş
ıboyası
.


ıvurmak
* bağ
ışı
klı
k veya tedavi amacı
yla vücuda aş
ıvermek, aş
ıyapmak.


ıcı
* Aş
ıyapan kimse.


ıcı

k
* Aş
ıcı
nın yaptı
ğıiş
.

âş
ığa Bağ
dad sorulmaz
* bir ş
eye çok istekli olan kimsenin, o ş
eyi elde etmedeki zorluklarıhiçe saydı
ğı
nıanlatı
r.


ığıcuk oturmak
* iş
i çok olumlu bir biçim almak.

âş
ığıkesilmek
* tutku hâline getirmek.

âş ı
ğı n gözü kördür
* kendisini aş
ka kaptı
ran kimse, sevgilisinin kusurları
nıgörmediğ
i gibi, çevresinde olup bitenlerle de
ilgilenmez.


ık
* Baldır kemiğ i ile eklemleş
erek bileğin belli baş
lıoynak merkezini oluş
turan, ayak bileğinde bulunan küçük
kemiklerden biri.
* Yapıçatı ları
nda, uzun mertek, aş ırma.

âş
ık
* Bir kimseye veya bir ş eye karş ıaş ırısevgi ve bağlı
lık duyan, vurgun, tutkun (kimse).
* Halk içinde yetiş en, deyişlerini sazla söyleyen, sözlü şiir geleneğine bağ
lıhalk ş
airi.
* Sevişen bir çiftten kadına oranla genellikle erkeğe verilen ad.
* Dalgı n, kalender (kimse).
* Ahbap, arkadaşgibi bir seslenme.


ık atmak
* yarı
şetmek, yarı
şmak.


ık atmak (veya aş
ık oynamak)
* aşı
k kemiğiyle oyun oynamak.


ık kemiği
* Aş
ık.

âş
ık olmak
* sevmek, tutulmak.

âş
ıkane
* Âş
ığa yaraş
ır biçimde (olan).

âş
ıklı
k
* Âş
ık olanı
n durumu.

âş
ıklı

* çok seveni, düş
künü.

âş
ıktaş
* Birbirleriyle seviş
en erkek ve kadı
ndan her biri.
âş
ıktaş

k
* Karş
ılı
klıseviş
me, muaş
aka.

âş
ıktaş

k etmek
* karş
ılı
klıseviş
mek.


ılama
* Aş ı
lamak iş i.
* Yeni aş ılanmı şağ aç.
* Soğuğ a sıcak, sıcağa soğuk su katma.
* Bu yolla elde edilmiş .
* Bitkilerin aş ıyoluyla üretilmesi, ilkah.
* Aş ı
lanmı ş(ağ aç).


ılamak
* Organizmada bağı şıklı
k yaratmak veya yerleşmişbir hastalı
ğa karşıkoyabilmek için hazırlanmı
şbir aş
ıyı
vücuda vermek, aş ıyapmak.
* Elde edilmesi istenilen herhangi bir ağ
acın bir parçası
nıanaç üzerine kaynaş tı
rarak üretmek.
* Baş kası
na hastalık geçirmek.
* Birtakım düşünce veya duyguları baş kası
na benimsetmek, telkin etmek, etkilemek.
* Soğuğ a sı
cak, sıcağa soğuk su katmak.


ılanma
* Aş
ılanmak iş
i.


ılanmak
* Aş
ılamak iş
ine konu olmak.


ılatma
* Aş
ılatmak iş
i.


ılatmak
* Aş
ılamak iş
ini yaptı
rmak.


ılı
* Herhangi bir hastalı
ğa karş
ıaş ı
lanmı
şolan (kimse).
* Kendisine aşıyapılmış(bitki).


ılma
* Aş
ılmak durumu.


ılmak
* Aş
mak iş
ine konu olmak.


ım
* Erkek hayvanı
n diş
isiyle çiftleş
mesi.


ındı
rma
* Aş
ındı
rmak iş
i.


ındı
rmak
* Aş ınmak iş ine uğratmak.
* Dokunduğ u cisimleri eriterek aş
ınması
na yol açmak.
* (bir yere) Pek çok gidip gelmek.


ını
m
* Aşı
nmak işi.
* Erozyon.


ınma
* Aş
ınmak iş
i.
* Yer kabuğ unu oluş turan kayaçları n, baş
ta akarsular olmak üzere türlü dı
şetmenlerle yı
pratı

p, yerinden
koparı
lmaları
veya eritilmeleri, itikal, erozyon.


ınmak
* Birbirine sürtünerek incelmek.
* Eskimek, yı pranmak.
* Çıkıntılarısilinmek, düzleş
mek.


ıntı
* Aş
ınmı
şyer.


ır
* On sayı sı.
* Bir dinî tören sı
rası
nda veya cemaatle namaz kı

ndı
ktan sonra Kur'an'dan okunan on ayetlik bölüm.


ıramento
* Çalma, aş
ırma.


ırı
* Alışı
lan veya dayanı labilen dereceden çok daha fazla, taş
kın.
* Bir ş
eye gereğ inden çok fazla bağlanan, önem veren, müfrit.
* Bir ş
eyin gereğ inden çok olanı .
* Ötede, ötesinde.
* Gereğ inden fazla, çok.


ırı
bellem
* Belleme yetisinin olağ
anüstü bir durumda geliş
mişolması
.


ırı
besi
* Olağ
anüstü nicelikte yemek yeme veya yedirme.

aşı
rıdoyma
* Belli sı
caklı
ktaki bir sı
vıiçinde, eriyebildiği kadar eriyen bir maddenin, sı
caklı
ğı
n düş
mesine karş
ın bir sı

ra
kadar erimişolarak kalmasıdurumu.

aşı
rıduyu
* Herhangi bir duyu organı
yla ve özellikle dokunma duyusuyla sağ
lanan her tür uyarana karş
ıolağ
an dı
şıbir
duyarlı
k gösterme durumu.

aşı
rıerime
* Erime noktası
ndan daha aş
ağıbir ı
sıderecesine düş
mesine rağ
men birtakı
mşartlar altı
nda bir sı


n
katı
laşmamasıdurumu.


ırı
gitmek
* ölçüyü kaçı
rmak, usandı
rmak.


ırı
taş
ırı
* Çok aş
ırı
, fazla miktarda.


ırı

* Politika alanı
nda sağveya sol görüş
lerin en ateş
li ve yı

cıkanadı
.


ırı


k
* Beklenenin üstünde aş
ırı
davranma eğilimi.


ırı

k
* Aş
ırıolma durumu.


ırı
lma
* Aş
ırı
lmak iş
i.


ırı
lmak
* Aş
ırmak iş
ine konu olmak.


ırı
ntı
* Aş
ırı
lmı
şolan (ş
ey).


ırma
* Aşırmak iş i.
* Başkalarının yazı ları
ndan bölümler, mı
sralar alı
p kendininmişgibi gösterme veya baş
kaları
nın konuları

benimseyip değişik biçimde anlatma, intihal.
* Aşırılmış.
* Yapıçatı ları nda uzun mertek, aş
ık.
* Küçük kazan, kova, bakraç.


ırma kayış
* Bir çarkıdöndürmek için kasnaktan kasnağ
a geçirilen kuş
ak biçimindeki kayı
şçember.


ırmacı

k
* Baş kası
na ait olan bir şeyi izinsiz alma.
* Bir yazarı
n baş ka bir yazarı n eserinden konu veya biçim alması
.


ırmak
* Yüksek veya geçilmesi güç bir yerin üstünden öte yanı
na geçirmek.
* Çalı
p götürmek.
* Tehlike içinde bulunan bir ş
eyi acele kaçı
rmak.
* Başkasının eserinden parçalar alı
p kendininmişgibi göstermek.


ırmasyon
* Çalma, aş
ırma.


ırtı
* Aş
ırma iş
i.


ırtma
* Aş
ırtmak iş
i.


ırtmak
* Aş
ırmak iş
ini yaptı
rmak.
* Aş
ırmak.


ısı
z
* Herhangi bir hastalı
ğa karş
ıaş ı
lanmamı
şolan (kimse).
* Kendisine aşıyapılmamı ş(bitki).


ıt
* Siper, kuytu yer.
* Aş ı
lacak yer.
* Dağgeçidi.


ikâr
* Açı
k, apaçı
k, belli, meydanda olan.


ikâr etmek
* açı
klamak, belli etmek.


ikâr olmak
* belli olmak, ortaya çı
kmak, belirginleş
mek.


ikâre
* Açı
kça, belli ederek, saklamadan.


ina
* Bildik, dost, arkadaş
, tanı

k.
* Bilinen, tanı

k olan.


inalı
k
* Birbirini bilme, tanıma, tanı
ş ı
klı
k.
* Tanış ı
klığı gösterir davranış
.


inalı
k göstermek
* ilgilenmek, tanı

ğı
nıbelli etmek.


iret
* Oymak.


iyan
* Kuşyuvası .
* Ev, oturulan yer, mesken.


k
* Aş
ırısevgi ve bağ


k duygusu, sevi.


k etmek
* hı
zla vurmak.


k olmayı
nca meş k olmaz
* güçlü bir istek olmayı
nca hiçbir ş
ey elde edilemez.


k olsun
* "Aferin" sözünden daha güçlü olarak bir davranışın, bir tutumun çok beğ enildiğ
ini bildirir.
* Beğenilmeyecek bir davranış, bir tutum karşı
sında kınama, sitem bildirir.
* Dervişler arası
nda selâm sözü olarak kullanı
lır.


k yapmak
* cinsel iliş
kide bulunmak, seviş
mek.


ka düş
mek
* âş
ık olmak.


ka gelmek
* bir ş
eyi yapmak için büyük bir istek duymak, coş
mak, coş
kunluk göstermek.


kın
* Belli bir süreyi aş
mış
, ötesine geçmiş
.
* Benzerlerinden üstün.
* Çok, fazla.


kıncı

k
* Birey ve evrenseli birleş
tirmeye çalı
şan ahlâkî nitelikli Amerikan felsefesi.


lama
* Bkz. Aş
ılama.


lamak
* Bkz. Aş
ılamak.



k
* Aşyapmak için hazırlanan ve saklanan şeyler.
* Dövüldükten sonra savrularak temizlenen ve kurutulan buğday.
* Sı
rası
gelince kullanı
lmak için saklanan yemeklik ş
eyler, zahire.


ma
* Aş
mak iş
i.


mak
* Yüksek, uzak veya geçilmesi güç bir yerin öte yanı
na geçmek.
* (süre) Geçmek, bitmek, sona ermek.
* (erkek hayvan) Dişisiyle çiftleş
mek.
* Görünmeden kaçmak.


na
* Aş
ina.


na fiş
ne
* Gizli dost.
* Gizli dostluk.


oz
* Ahş ap gemilerin omurgaları nın uzunluğunca ve iki yanı
nda borda kaplamaları
nın en dar yüzünü
yerleş
tirmek için açılan keskin, sivri köşeli yuva.



rma
* Aş

rmak iş
i.



rmak
* Aş
mak iş
ini yaptı
rmak.


ure
* Buğday, nohut gibi taneleri, kuru yemiş
leri ş
ekerle kaynatarak yapı
lan bir tür tatlı
.


ure ayı
* Muharrem ayı
.


ure günü
* Aş
urenin piş
irildiğ
i Muharrem ayı

n onuncu günü.


urelik
* Aş
ure yapmada kullanı
lan.
* Aş
ure dağı
tmaya yarayan süslü kap.


üfte
* Oynak, açı
k saçı
k kadı
n, kokot.


üftelik
* Aş
üfte olma durumu.

At
* Astatin'in kı
saltması
.

at
* Atgillerden, binme, yük çekme veya taşıma gibi hizmetlerde kullanılan memeli hayvan.
* Satrançta, her yönde siyahtan beyaza ve beyazdan siyaha bir hane atlayarak L biçiminde hareket eden taş
.

-at

simden isim türeten ek (Arapça çokluk eki): gidiş
-at, gelir-at vb.

at anası
* Bkz. atlar anası
.

at baş
ı(beraber) gitmek
* eşit durumda olmak.

at binenin (veya işbilenin), kı


lıç kuş ananın
* her şey, onu gereğ i gibi kullanması
nıbilene yakı
şı
r.

at binicisine göre kişner


* insanları
n, baş
ları
nda bulunan kiş
inin etkisi altı
nda kalarak, onun tutumuna göre davrandı
kları
nıanlatı
r.
at cambazı
* At alıp satan kimse.
* Sirklerde veya eğlence yerlerinde, at üstünde hünerlerini gösteren kimse.

at çalı
ndı
ktan sonra ahı rı
n kapısınıkapamak
* işişten geçtikten sonra önlem almaya kalkı
şmak.

at çevirmek
* geri döndürmek.

at donu
* Atı
n tüyünün rengi.

at gibi
* vücudu iri yarı
olan (kadı
n).

at gözlüğ
ü
* Atları
n koşum takımı nda, göz hizası nda bulunan korumalı
k.
* Çevresinde olup bitenleri iyi algı
layamama, değerlendirememe, sabit fikirlilik.

at hı
rsı
zıgibi
* kılı
k kı
yafeti ve tutumu güven vermeyen (adam).

at izi it izine karı ş


mak
* iyiyi kötüden ayı
ramayacak kadar bir karı
şı
klı
k ortaya çı
kmak.

at kestanesi
* At kestanesigillerden, 15 ile 30 m yükseklikte, genişyapraklı
, çiçekleri kokulu bir ağaç (Aesculus
hippocastanum).
* Bu ağacın kestaneye benzeyen yemiş i.

at kestanesigiller
*İ ki çeneklilerden, örneğ
i at kestanesi olan bir bitki familyası
.

at koş
turacak kadar
* pek geniş.

at koş
turmak
* çok geniş
, alabildiğ
ine rahat hareket edilebilecek yer ve ortam yaratmak, veya bulmak.

at meydanı
* at koş
uları
nın yapı
ldı
ğımeydan.

at meydanı
* At veya at arabalarıkoş
uları
nın yapı
ldı
ğıyer.

at nalıkadar
* (niş
an, madalya, elmas, plâka gibi göğ
se takı
lan ş
eyler için) pek büyük.

at olur, meydan olmaz (bulunmaz), meydan olur (bulunur), at olmaz (bulunmaz)


* gerekli ş
artlar her zaman bir arada bulunmaz.

at oynatmak
* atla hüner göstermek.
* yarışmak.
* bildiği ve istediği gibi davranmak.

at pazarı
nda eş ek osurtmuyoruz!
* söyleneni dinlemeyene söylenen bir uyarma sözü.

at sineğ
i
* Çift kanatlılardan, uzunluğ
u 8 mm kadar olan, kanatlarıbüyük ve küt, at, sı
ğı
r ve domuzları
n bacak ve
kuyruk aralarında yaş ayan, eklem bacaklıbir sinek türü (Hippobosca equina).

at var, meydan yok


* yapacak güç var, ama kullanma imkânıyok.

ata
* Baba.
* Dedelerden ve büyük babalardan her biri.

ata et, ite ot vermek


* bir iş
i ters yapmak.

atabek
* Bkz. atabey.

atabey
* Eski Türk devletlerinde, özellikle Selçuklularda ş
ehzadelerin eğ
itimi veya bağ
ımsı
z olarak bir eyaletin
yönetimi ile görevli vezir.

atacı

k
* Uzaklarda bulunan ve birçok kuş
aktan beri görünmeyen birtakı
m özelliklerin yeni bir kuş
akta birden
ortaya çı
kması, ataya çekme, atavizm.

atadan babadan görmek


* gelenek hâlinde eskiden beri bilmek, yapmak, uygulamak.

ataerki
* Soyda temel olarak babayıalan ve ailede çocuklarıbaba soyuna mal eden topluluk düzeni, pederş
ahîlik.

ataerkil
* Ataerki temeline dayanan, pederş
ahî, patriarkal.

atak
* Düşüncesizce her iş
e atı
lan, cür'etkâr.
* Geveze, yalancı
.

atak
* Atılı
m, akı n.
* Saldı
rı, saldırı
ş, hücum, hamle.

atak yapmak
* akı
n yapmak, atı

m yapmak.

ataklı
k
* Atak olanı
n durumu veya atakça iş
, davranı
ş, cür'et.

atalet
* Tembellik.
*İ ş
sizlik, iş
siz kalma, iş
lemezlik.

atalı
k
* Ataya yakı
şı
r davranı
ş, babalı
k.

atama
* Atamak iş
i, tayin.

atamak
* Birini bir göreve getirmek, tayin etmek.

ataman
* Eskiden Rus Kazakları
n baş
buğ
una verilen unvan.
atanma
* Bir göreve getirilme, tayin edilme.

atanma yapmak
* tayin etmek.

atanmak
* Bir göreve getirilmek, tayin edilmek.

ataraksiya
* Hiçbir heyecan veya zihin etkisiyle uyarı
lmayan ruh dinginliğ
i, acı
ya olduğ
u kadar kı
vanca karş
ıda ilgisizlik.

atardamar
* Kalbin sağkarı
ncı
ğı
ndan akciğ
erlere, sol karı
ncı
ğı
ndan vücudun diğ
er bölümlerine kan taş
ıyan damar,
şiryan.

atari
* Bilgisayarlarda basit programlarla düzenlenmişbir oyun türü.

atarkanal
* Spermayıidrar yoluna salan iki kanal.

atasözü
* Uzun deneme ve gözlemlere dayanı larak söylenmişve halka mal olmuşsöz, darbı
mesel: Ayağı
nıyorganı
na
göre uzat. Atsan atı
lmaz, satsan satı
lmaz vb.

ataş
* Tutacak.

ataş
e
* Bir elçiliğe bağ
lıuzman, elçilik uzmanı
.

ataş
elik
* Ataş
e olma durumu veya makamı
.
* Ataş
enin görev yaptı
ğıyer.

Atatürkçü
* Atatürkçülük yanlı
sıolan (kimse), Kemalist.

Atatürkçülük
* Atatürk'ün düş ünce ve uygulamalarından kaynaklanan; Türk Devleti'nin bağı
msızlı
k ve bütünlüğünü, millî
egemenliğ i, kiş
i özgürlüğünü, çağdaşolmayıamaçlayan; akla, bilime ve gerçeğe dayanan, evrensel ağ
ırlı
klı
, geleceğ
e
yönelik, birbiri ile uyumlu amaçlar, uygulamalar ve ilkeler bütünü.
* Bu ilkeye bağlılık.

atavik
* Atacı

kla ilgili.

atavizm
* Atacı

k.

atbalı
ğı
* Su aygı

.

atçı
* Soy at yetiş
tiricisi.

atçı

k
* Soy at yetiş
tiriciliğinde yapı
lan at koş
uları
, at sergileri gibi çalı
şmalar.

ate
* Ateist.

atefleksiyon
* Döl yatağı

n biçiminin bozulması
.

ateh
* Bunama, bunaklı
k, ihtiyarlı
k yüzünden alı
k duruma gelme.

ateh getirmek
* bunamak.

ateist
* Tanrı
tanı
maz.

ateizm
* Tanrı
tanı
mazlı
k.

atelye
* Bkz. atölye.

aterina
* Gümüşbalı
ğı
.

ateş
* Yanı cıcisimlerin tutuş ması yla beliren ısıve ışı
k, od.
* Tutuş muşolan cisim.
* Isı
tma veya piş irme için kullanı lan yer veya araç.
* Patlayıcısilâhları n atı
lması.
* Vücut ı sısı.
* Coş kunluk.
* Tehlike, felâket.
* Büyük üzüntü, acı .
* Kırmı zı, alev renginde olan.
* Öfke, hı rs, hı
nç.

ateşaçmak
* ateş
li silâhla mermi atmaya baş
lamak.

ateşalmak
* yanmak, tutuş mak.
* (ateş
li silâh) patlamak.
* telâş
lanmak, öfkelenmek, heyecanlanmak, coş
mak, acele davranmak, acele etmek.

ateşalmaya mıgeldin?
* uğradı
ğıyerden hemen gitmeye kalkan kimseye sitem olarak söylenir.

ateşbacayı(veya saçağ ı) sarmak


* bir olay, önüne geçilemez, tehlikeli bir durum almak.

ateşbalı
ğı
* Sardalye.

ateşbasmak
* kı
zarmak, sı


p baş
ına kan yürümek.

ateşböceği
* Kı
n kanatlı
lardan, karanlı
kta ı
şı
ldama özelliğ
i olan böcek (Lampyris noctiluca).

ateşböcekleri
* Kın kanatlı
lardan, örneği ateşböceği olan böcekler takı
mı.

ateşçı
kmak
* Bkz. yangı
n çı
kmak.

ateşçiçeği
* Ballıbabagillerden, ateşkı
rmı

sırenginde çiçekler açan bir süs bitkisi (Salvia splendens).

ateşdüş
tüğü yeri yakar
* bir acıyıonu çekenden baş
kasıtam anlayamaz veya aynıölçüde üzülemez.

ateşetmek
* ateş
li silâhlarla mermi atmak.

ateşgecesi
* Hristiyanlarda 24 Hazirana rastlayan Yahya yortusunun, meydanlarda ateşyakmak, bu ateş
in üstünden
atlamak ve çevresinde oynamak yolu ile kutlanan bir önceki gecesi.

ateşgemisi
* Eski çağlarda düş
man gemilerini yakmak için özel bir biçimde yapı
lmı
ş, içi yakı
cımaddelerle dolu gemi.

ateşgibi
* çok sı cak.
* zeki, çalı
şkan ve becerikli.
* kı
pkı rmı zı .

ateşgibi yanmak
* ateş
i yükselmek.

ateşhattı
* Savaş
ta en ilerideki birliklerin ellerindeki silâhlarla ateşaçabilecekleri hat.

ateşkayı
ğı
* Ateşbalığıavlamak için kullanılan ve içinde ate şyakı
lan kayık.
* Yangın söndürmede kullanı lan tulumbayıtaş ı
mak için kullanılan büyük ve genişkayı
k.

ateşkesilmek
* çok kızgı
n davranı ş
larda bulunmak, ateşpüskürmek.
* (sonradan) çok çalı
şkan, hareketli ve becerikli olmak.

ateşkesmek
* ateş
li silâhlarla yapı
lan atı
şa son vermek.

ateşkı
rmı
zısı
* Yanan ateş
in rengi.

ateşolmayan yerden duman çı kmaz


* küçük de olsa birtakı
m belirtilerin önemli olaylara iş
aret olduğ
unu anlatı
r.

ateşolsa cirmi kadar yer yakar


* hasmı n pek önemsenmediğini anlatı
r.

ateşpahası
* Çok pahalı
.

ateşparçası
* Ateş
in bir bölümü.
* Çok canlı, hareketli, becerikli, çalı
şkan.
* Çok yaramaz (çocuk).

ateşpüskürmek
*ş iddetli, öfkeli konuş
mak.
* çok öfkeli olmak.

ateşsaçmak
* çok kı
zmak, çok öfkelenmek.

ateştuğlası
* Ocak, soba gibi yerlerde kullanı
lan, ateş
e dayanı
klıtuğla.

ateşvermek
* tutuş
turmak.

ateşyağ
dırmak
* ateş
li silâhlarla aralı
ksız mermi atmak.
* çevresindekilere ağ ı
r sözler söylemek.

ateş
!
* ateşetmek için verilen komut.

ateş
baz
* Osmanlılarda ş
enlikler için donanma fiş
eklerini hazı
rlayan kimse.
* Ateş
le hüner gösteren oyuncu.

ateş
çi
* Fabrika, vapur, lokomotif gibi ateş
le iş
leyen yerlerde ocaklara kömür atı
p ateş
in sürekli yanması
nısağlayan
kimse.

ateş
çilik
* Ateş
çinin iş
i.

ateş
e atmak
* bile bile çok tehlikeli bir iş
e giriş
mek.

ateş
e dayanıklı
* aşı
rıısı
dan zarar görmeyen.

ateş
e tutmak
* az ı
sıtmak.
* üzerine ateş
li silâhla mermi atmak.

ateş
e vermek
* ateşiçine sokmak.
* bir yeri kasten yakmak, kundak sokmak.
* aşırıtelâşa ve sı
kıntıya düşürmek.
* bir ülkeyi savaşa sokarak veya kargaş
a ve karı
şı
klı
k yaratarak sı

ntıve yı
kıma uğ
ratmak.

ateş
e vurmak
* bir yemeğ
i piş
mek üzere ocağ
a koymak.

ateş
e vursa duman vermez
* pek cimri olanlar için söylenir.

ateş
i baş
ına vurmak
* çok öfkelenmek, sinirlenmek, coş
mak.

ateş
i çı
kmak (veya yükselmek)
* (hasta için) vücut ı

sıolağ
andan çok artmak.

ateş
i düş
mek
* (hasta için) ateş
i geçmek veya azalmak.

ateş
i uyandı rmak
* sönmek üzere olan ateş
i canlandı
rmak.

ateş
in
* Ateş
li, coş
kun.
ateş
ine (veya nârına) yanmak
* bir kimse yüzünden zarara uğramak.

ateş
ini almak
* yüksek vücut ı sısı
nıdüş ürmek.
* derece ile ateş
i ölçmek.
* acı
yı, yanmayıazaltmak.

ateş
kes
* Savaş
an iki kuvvetin karş
ılı
klıolarak savaş
ıdurdurması
, bı
rakı
şma, mütareke.

ateşle barut bir yerde durmaz


* biri kı
z, biri erkek iki gencin bir yerde yalnı
z baş
ları
na kalmaları

n sakı
ncalıolduğunu anlatmak için
söylenir.

ateş
le oynamak
* pek tehlikeli bir iş
le uğ
raş
mak.

ateş
leme
* Ateş
lemek iş
i.

ateş
lemek
* Tutuş turmak, yakmak.
* Top, tüfek gibi patlayı
cımaddeleri patlatmak.
* Kışkırtmak, heveslendirmek.

ateş
lendirme
* Ateş
lendirmek iş
i.

ateş
lendirmek
* Coş
turmak, kı
şkı
rtmak, ş
iddetlendirmek.

ateş
lenme
* Ateş
lenmek iş
i.

ateş
lenmek
* Ateş
lemek işine konu olmak.
* Vücut ı

sıartmak.
* Coşmak, kı
zış mak, ş
iddetlenmek.

ateş
ler içinde
* (hasta) çok ateş
li bir durumda.

ateş
letme
* Ateş
letmek iş
i.

ateş
letmek
* Ateş
lemek iş
ini yaptı
rmak.

ateş
leyici
* Ateş leme niteliğ
i olan.
* Patlayıcımaddeleri ateş lemekte kullanı
lan cihaz.

ateş
li
* Ateşi olan.
* Coşkun, coş turucu, coş kulu.
* Cinsel istekleri güçlü olan.

ateş
li ateş
li
* Yoğun ve heyecanlı
bir biçimde, hararetli hararetli.
ateş
li silâh
* Patlayı
cımadde aracıile mermi atan top, tüfek gibi silâh.

ateş
lik
* Ateşyakı
lan veya konulan yer.

ateş
lilik
* Ateş
li olma durumu.

ateş
perest
* Ateş
e tapan.

ateş
ten gömlek
* acı
, üzüntü veren, dayanı
lmaz, sı

ntı
lıdurum.

atfen
* Mal ederek, yükleyerek.

atfetme
* Atfetmek iş
i, isnat.

atfetmek
* Bir iş
i veya bir sözü bir kimseye mal etmek, yüklemek, isnat etmek.
* Yöneltmek, çevirmek.

atgiller
* Atları
, eş
ekleri ve zebralarıiçine alan, tek parmaklımemeliler familyası
.

atıalan Üsküdar'ıgeçti
* fı
rsatı
n kaçırı

p artı
k yapı
lacak bir ş
ey kalmadı
ğı
nıanlatı
r.

atı

*İ yi niş
an alan, attı
ğ ınıvuran kimse.
* Yalancı, ası
lsı
zş eyler uydurup söyleyen.

atı


k
* Atı
cı olma durumu.
* Bazıateşli silâhlar kullanarak yapı
lan spor.
* Yalancılı
k, uydurmacı lı
k.

atı
f
* Yöneltme, çevirme.
*İliş
kili bulma.

atı
fet
*İyilik, bağı
ş, kayra, lütuf, ihsan, inayet.
* Karş ılı
k beklemeden gösterilen sevgi.

atı
k
* Süt veya yoğurt çalkamaya yarar küçük yayı
k.

atı
k
* Atı
lmı
ş, atı
lan.

atı
k kâğ
ıt
* Kâğ
ıt, iş
leme sürecinden veya kullanımdan sonra arta kalan ve kâğ
ıt veya karton üretiminde ve kâğı
t
hamuru yapı mı
nda tekrar kullanılan kâğı
t veya karton parçaları
.

atı
k su
* Evlerde, işyerlerinde kullanı
mdan dolayıkirlenen ve bina dı
şı
na sevkedilen pis su.

atı
l
* Tembel.
*İ ş
siz, aylak.
* Etkisiz, iş
e yaramaz.
* Bkz. süreduran.

atı
lgan
* Çekinip korkmadan kendini tehlike veya güçlüklere atan.
* Giriş
ken.

atı
lganlı
k
* Atı
lgan olma durumu.

atı

m
*İ leri atılma, atı
lma iş
i.
* Hı zla ilerleme, hamle, savlet.
* Herhangi bir konuda ilerleme çabası , hamle.
* Sayı kazanmak amacı yla yapılan atı

ş, hücum.

atı

mcı
* Durumunu geliş
tirme gücü gösteren, atı

m yapan, hamleci.

atı

ş
* Atı
lmak iş
i veya biçimi, atı
lma.

atı
lma
* Atı
lmak iş
i.

atı
lmak
* Atmak iş ine konu olmak.
* Saldırmak, hücum etmek.
* Bir şeye doğ ru birden gitmek, birden bir davranı
şta bulunmak.
* Bir işe giriş
mek, baş lamak.
* Patlamak.

atı
m
* Atmak işi.
* Atı
lan bir şeyin gidebildiği uzaklı
k.

atı
mcı
* Pamuğ
u, yünü yay veya tokmak gibi bir araçla kabartma, ditme iş
ini yapan kimse, hallaç.

atı
mcı

k
* Atı
mcı
nın iş
i, hallaçlı
k.

atı
mlı
k
* Silâhıdoldurmaya yetecek veya en az bir atı
m yapabilecek barut miktarı
.
* Konuş acak, yazacak söz veya bilgi.

atı
n ölümü arpadan olsun
* çok sevilen bir ş
ey yapı

rken veya sevilen bir yiyecek yenilirken sonuç kötü de olsa katlanı
lacağı
nıanlatı
r.

atı
nısağlam kazı
ğa bağ lamak
* eş
eğini sağ
lam kazığa bağlamak.

atı
p (veya atmak) tutmak
* bir kimse veya bir ş
ey için kötü konuş
mak.
* abartmalıkonuş mak.

atı
ş
* Atmak iş i veya biçimi.
* Bir silâhı
n mermisini amaca ulaş tı
rmak için gereken işve bilgi.
* (kalp, nabız için) Vuruş, çarpı
ş.
atı
şyeri
* Silâh atma alı
ştı
rmalarıyapı
lan yer, poligon.

atı
şma
* Atışmak iş i.
* Saz şairlerinin deyiş
le tartı
şmaları
.

atı
şmak
* Ağız kavgasıetmek.
* Kendisine dargı n olan bir kimseye barı şıkmı şgibi söz söylemek.
* Saz şairleri, belli bir ayak üzerine birbirlerini küçük düş ürmek amacı
yla karş
ılı
klıdeyişsöylemek.

atı
ştı
rma
* Atı
ştı
rmak iş
i.

atı
ştı
rma yeri
* Ayaküstü yemek yenilen yer.

atı
ştı
rmak
* Acele olarak yemek veya içmek.
* (yağ
mur veya kar) Serpiştirmek.

atı
ştı
rmalı
k
* Atı
ştı
rmaya yarayan.

ati
* Gelecek.

atik
* Çabuk davranan, çevik.

atik
* Eski, eski zamanla ilgili.

atik tetik
* Çabuk hareket edebilen, çevik.

atiklik
* Çabukluk, çeviklik.

atkı
* Soğuğa karşıomuzlara, başa, sı
rta veya boyna alı nan örtü.
* Bazıkadın ayakkabıları
nda ve çocuk patiklerinde ayağı n üstünden geçen, yandan iliklenen ince uzun parça.
* Büyük yaba.
* Kapıve pencerelerin yapımında üst tarafa konan ağaç, taşveya beton destek, üst eş ik.
* Dokuma tezgâhlarında mekikle enine atı lan iplik, argaç.

atkıiplik
* Dokumacı

kta mekikle enine atı
lan iplik kumaş
ın en ipliğ
i.

atkı
lama
* Atkı
lamak iş
i.

atkı
lamak
* Dokuma tezgâhları
nda mekikle atkıatmak, argaçlamak.

atkı

* Atkı
sıolan.

atkuyruğu
* Atkuyruğugillerden, kök sapıömürlü olan, daha çok nemli yerlerde yetiş
en ve ilâç olarak kullanı
lan bir
bitki (Equisetum arvense).
* Genç kı zları
n saçları
nıbaşları
nın arkası
na toplayarak uç bölümünü kaldı rı
p serbest bı raktı
klarısaç biçimi.

atkuyruğugiller
* Eğ relti otugillerden, örneği atkuyruğ
u olan bir bitki familyası
.

atla arpayıdövüş türmek (veya dalaştı


rmak)
* fesat karı
ştı
rmak, ara bozanlı
k etmek.

atladı
geçti Genç Osman!
* bir iş
in bittiğ
ini veya tehlikenin atlatı
ldı
ğı
nıanlatı
r.

atlama
* Atlamak iş i.
* Belirli bir yerden gerilip hı
z alarak yapı
lan sı
çrama ile vücudu yerden kesip daha uzak bir yere kondurma
veya belli bir yükseklikten aş ı
rma.
* Bu biçimde en uzağa atlamak veya en yükseğ i aş
mak amacı yla yarı
şı
lan atletizm dalı
.

atlama beygiri
* Yüksekliğ
i 1.70'e ayarlanabilen ve atlamalar için kullanı
lan beden eğitimi aracı
.

atlama tahtası
* Daha iyi bir duruma geçmek için araç olarak kullanı
lan yer veya kimse.

atlama taş
ı
* Suyu geçerken üzerine bası
p atlamak için konulan büyük taş
, atlangı
ç.

atlama taş
ıyapmak
* daha iyi bir yere geçmek için bir durumu veya bir kimseyi araç olarak kullanmak.

atlamak
* Bir engeli sı
çrayarak veya fı
rlayarak aşmak.
* Yüksek bir yerden alçak bir yere, ayaküstü gelecek biçimde kendini bırakmak.
* Binmek.
* (basında) Haberi zamanı nda verememek veya diğ er gazetelerden öğrenmek.
* Okuma, yazıyazma, sayısayma gibi iş lerde bazıbölümleri bı rakı
p geçmek.
* Sınıfıokumadan geçmek.
* Yanı lmak, aldanmak.
* Çıkmak, inmek.

atlambaç
* Çocukları
n atlama oyunu.

atlandı
rma
* Atlandı
rmak iş
i.

atlandı
rmak
* Ata bindirmek veya binecek at vermek.

atlangı
ç
* Suyu geçerken üzerine bası
p atlamak için konulan büyük taş
, atlama taş
ı.

atlanı
lma
* Atlanı
lmak iş
i.

atlanı
lmak
* Atlanmak.

atlanma
* Atlanmak iş
i.
atlanmak
* Ata binmek veya at edinmek.

atlanmak
* Atlamak iş
i yapı
lmak.

atlar anası
*İri yarı
, erkeksi kadı
n.

atlar nallanırken kurbağalar ayak uzatmaz


* küçükler büyüklerin yanı
nda hadlerini bilmelidir.

atlar tepiş
ir, arada eş
ekler ezilir
* büyüklerin çatışması ndan küçükler zarar görür.

atlas
* Yüzü parlak, sı
k dokunmuşbir tür ipekli kumaş
.

atlas
* Dünyanı n, bir ülkenin, bir bölgenin fiziksel ve siyasî coğ
rafyasıile ekonomi, tarih gibi konularda toplu bilgi
vermek için bir araya getirilmişcoğ rafya haritalarıderlemesi.
* Bir konuyu açı klamak için hazı rlanmı şresim veya levhalardan oluş muşkitap.

atlas çiçeği
* Uzun ve sarkı
k yapraklı
, parlak kı
rmı
zıçiçekler açan kaktüs.

atlas çiçeğigiller
* Kaktüsgiller.

atlas kemiği
* Boyun omurları
nın üstten birincisi.

atlatı
lma
* Atlatı
lmak iş
i.

atlatı
lmak
* Atlatmak iş
i yapı
lmak veya bu iş
e konu olmak.

atlatma
* Atlatmak iş
i.

atlatmak
* Atlamak işini yaptı rmak.
* Kötü bir durumu geçiş tirmek.
* Savmak.
* Savsaklamak.
* Aldatmak.
* (bası
nda) Baş ka ilgililerden önce bir haberin yayı
mlanması
nısağ
lamak.

atlaya zı
playa
* atlayarak.
* istekle, isteyerek.

atlet
* Atletizmle uğ
raş
an kimse.

atlet fanilâsı
* Kolsuz erkek fanilâsı
.

atletik
* Atletleri ilgilendiren.
* Vücudu geliş miş, biçimli, atlet gibi.
atletizm
* Beden gücünü, çevikliği, yetenekleri geliş
tirmeye yarayan koş
u, atlama, ağı
rlı
k kaldı
rma ve atma gibi, tek
baş
ına yapılan vücut çalı
şmaları
.

atlı
* Atıolan.
* Ata binmişkimse, süvari.
* Binek atıkullanan asker veya asker sı
nıfı
.

atlı
karı
nca
*İri bir karı
nca türü (Ponera grandis).

atlı
kovalarcasına
* gereksiz yere acele ederek.

atlı
spor
* At üzerinde yapı
lan bütün sporları
n genel adı
.

atlıkarı
nca
* Yere dikilmişbir eksen çerçevesinde döndürülen askı
lara takı

oyuncak atlar, uçaklar vb.den oluş
an bir
eğ lence aracı
.

atma
* Atmak iş
i.

atma Recep, din kardeş iyiz


* söylediklerin hep yalan (veya abartma), farkı
ndayı
z.

atmaca
* Kartalgillerden, ava alı
ştı

labilen küçük bir yı
rtı
cıkuş(Accipiter nisus).
* Sapan.

atmak
* Bir cismi bir yöne doğ ru fı
rlatmak.
* Bir ş eyi yere doğru bı rakmak.
* (bir kimseyi) Uzaklaş tırmak, göndermek, ilgisini kesmek.
* Koymak.
* Yerleş tirmek, bir kenara koymak.
* Uzatmak.
* Bir yerden baş ka bir yere taş ımak.
* (sille, tokat, kılıç) Vurmak.
* (top, tüfek gibi silâhlar için) Patlatmak.
* (kurş un, gülle, ok gibi ş eyleri) Hedefe iletmek.
* (zaman bildiren tümleçlerle) Geri bı rakmak.
* Örtmek.
* (yapı lmı şkötü bir iş i birine) Yüklemek.
* Sözle sataş mak.
* Kovmak, dı ş arıya çıkarmak, ilgisini kesip uzaklaş tı
rmak.
*İ stenilmeyen bir ş eyi kendi malıolmaktan çı karmak.
* Kullanı lmasıgelenek hâline gelmişbir ş eyi kullanmaktan vazgeçmek.
* Çı karmak, dı şarıya vermek.
* Patlayı cımaddelerle havaya uçurup yı kmak.
* Yay ve tokmakla ditmek, kabartmak.
*İ çki içmek.
* Bilmeden, kestirerek söylemek.
* Yalan veya abartmalısöz söylemek.
* Çatlamak, yı rtılmak veya yapı şı
k olduğu yerden ayrı lmak.
* (kalp, nabı z gibi kan dolaş ımıile ilgili organlar için) Vurmak, çarpmak.
* (sıkıntıdolayı sı yla) Giyilen bir ş eyi çıkarmak.
* Yazı lıveya banda alı nmı şbir metinden bazı bölümleri çıkarmak.
* Değerini eksiltmek.
* (renk için) Solmak.
* Söylemek.
* Göndermek, yollamak.
* Haykı rmak, bağ ı
rmak.
* Etkisi kaybolmak, alı
şmak, bı
rakmak.
* Götürmek, sahiplenmek.

atmasyon
* Uydurma, palavra.

atmasyoncu
* Uydurmacı
, palavracı(kimse).

atmasyonculuk
* Atmasyoncu olma durumu.

atmı
k
* Erkeklerin cinsel organı
ndan salgı
lanan madde, er suyu, bel, meni, sperma.

atmosfer
* Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz tabakası , gaz yuvarı
.
* Hava yuvarı .
*İ çinde yaşanı lan ve etkisinde kalınan ortam, hava.
* Basınç birimi olarak kullanı lan, 150 C de deniz yüzeyinde, 76 cm uzunluğ
unda ve tabanıl cm 2 olan cı
va
sütununun ağırlı
ğı(l kg 33 gr).

atmosfer basıncı
* Atmosferin yeryüzünde bulunan her cisim üzerine yaptı
ğıbası
nç.

atmosferik
* Atmosferle ilgili, cevvî.

atol
* Mercanları
n bir araya toplanması
ile oluş
muş
, halka biçiminde adacı
k, mercan ada.

atom
* Birkaç türü birleş
ince çeş
itli kimyasal birleş
ikleri (molekülleri), bir tek türü ise bir kimyasal ögeyi oluş
turan
parçacı
k.
* (eski Yunan filozofları
na göre) Gerçeğin son, artı
k bölünemez, bozulamaz diye tasarlanan temel ögeleri.

atom ağ
ırlı
ğı
* Herhangi bir atomun 16 sayı
sıile gösterilen oksijen atomuna göre ağı
rlı
ğı
.

atom bombası
* Atom çekirdeklerinin parçalanması
sonucu enerji oluş
masıtemeline dayanan bomba.

atom çağ
ı
* Atom enerjisinin insanlı
ğı
n hizmetine girdiğ
i çağ.

atom çekirdeği
* Atomun çekim kuvvetinin etkisiyle, çevresinde elektronlar dolaş
an, proton ve nötronlardan oluş
an pozitif
elektron yüklü merkez bölümü.

atom enerjisi
* Atom çekirdeklerinin parçalanması
ndan veya hafif atomları
n kaynaş
ması
ndan oluş
an büyük enerji.

atom numarası
* Bir atom çekirdeğ
inin içinde bulunan protonları
n sayı

.

atom reaktörü
* Nükleer parçalanma sonucu oluş
an enerjiyi kontrol etmekte kullanı
lan düzen.
atom santrali
* Atomdan yararlanarak enerji elde eden fabrika.

atom sayı

* Bir atom çekirdeğ
inin içerisinde bulunan protonları
n sayı

.

atomal
* Atomlarla ilgili olan.

atomcu
* Atomculuk yanlısı(kimse).
* Atomla ilgili.

atomculuk
* Evrenin, bölünmez parçaları
n kümelenmesinden oluş
tuğunu ileri süren öğ
reti.

atomik
* Atomla ilgili olan.

atonal
* Yeni bir bestecilik çı
ğı

na göre, ton ve makam temeline bağ
lıkalmadan oluş
turulan (beste).

atölye
* Zanaatçı
ları
n veya resim, heykel sanatları
yla uğ
raş
anları
n çalı
ştı
ğıyer, iş
lik.

atölye resmi
* Bir iş
in ayrı
ntı
ları
nıgösteren ve atölyede yapı
m sı
rası
nda kullanı
lan 1/1 ölçüdeki teknik resim.

atraksiyon
* Gazino gibi yerlerde yapı
lan, müş
terileri oyalayı

, eğlendirici, ilgi çekici gösteri.

atropin
* Güzelavrat otundan çı
karı

p hekimlikte kullanı
lan zehirli bir ilâç.

atsan atı
lmaz, satsan satı
lmaz
* iş
e yaramadı ğ
ıveya sı
kıntı
verdiğ
i hâlde vazgeçilemeyen ş
eyler ve kimseler için söylenir.

attan inip eşeğe binmek


* bulunduğu önemli görevden daha aş
ağıbir göreve alı
nmak.

attar
* Bkz. aktar.

attı
ğıtı
rnak kadar olamamak
* bir kimsenin sözü edilenden daha değersiz olduğunu anlatmak için kullanı

r.

attı
rma
* Attı
rmak iş
i.

attı
rmak
* Atmak iş
ini yaptı
rmak.

Au
* Altı
n'ı
n kı
saltması
.

aut
* Top oyunları
nda topun karş
ıtakı
m oyuncuları

n vuruş
uyla oyun alanı

n veya kale çizgisinin arkası
na
geçmesi.

av
* Karada, denizde, gölde veya akarsularda evcil olmayan hayvanlarıvurma veya yakalama iş
i.
* Bir hayvanı
n bir başka hayvanıyemek için yakalaması .
* Bu yollarla yakalanan hayvan.
* Tuzağa düş ürülen, kendisinden yararlanı
lan kimse.

-av / -ev
* Fiilden isim türeten ek: sı
na-v, gör-ev, öd-ev, iş
le-v, türe-v vb.

av avlanmı ş
, tav tavlanmı ş
* olan olmuş , işiş
ten geçmiş
, artı
k yapacak bir ş
ey yok.

av dönemi
* Av hayvanları
nın avlanmasıveya bu amaçla kullanı
lan av araçları
nın kullanı
lması

n serbest olduğ
u yı

n
belirli bölümü.

av köpeğ
i
* Tazı
, kopoy, zağ
ar gibi ava yardı
mcı

k etmeye alı
ştı

lmı
şköpek.

av kuş
u
* Avlanı
lan kuş
.

av mevsimi
* Av dönemi.

av yasağ
ı
* Yı

n av dönemi dı
şı
nda kalan zamanda konulan yasak.

ava çı
kmak
* avlanmak için gitmek.

avadancı
* Eski Osmanlısarayı
nda bir sı

f hademe.

avadanlı
k
* Bir iş
i yapmak, bir aracıonarmak için kullanı
lan alet takı
mı.

aval
* Ticarî senetlerde, ödemeden sorumlu olanları
n ödememesi hâlinde üçüncü bir kiş
inin alacaklı
lara senet
bedelini ödeyeceğine iliş kin verdiği güvence.

aval
* Saflı
ğısersemlik derecesine varan (kimse).

aval aval
* Aptal bir biçimde, aptal aptal.

avam
* Halkın aş
ağıtabakası
.
* Halk.

avanak
* Kolaylı
kla kandı

labilen veya aldatı
labilen, aptal, bön.

avanakça
* Avanak gibi, avanağa uygun düş
en biçimde.

avanaklı
k
* Avanak olma durumu, avanakça davranı
ş.

avanaklı
k etmek
* aptallı
k etmek, avanak gibi davranmak.

avangart
* Öncü.
avans
* Alacağ
ına sayı
lmak üzere önceden yapı
lan ödeme, öndelik, peş
inat.

avans almak
* öndelik almak.

avans çekmek
* öndelik çekmek.

avans vermek
* öndelik vermek.

avanta
* Bir kimsenin, emek vermeden sağladı
ğıkazanç.

avantacı
* Çı
karcı
, beleş
çi, bedavacı
.

avantacı

k
* Çı
karcı

k, beleş
çilik, bedavacı

k.

avantadan
* bedavadan, beleş
ten.

avantaj
* Üstünlük sağlayan ş
ey, yarar, kâr.

avantajlı
* Yarar sağ
layan, yararlı(durum veya ş
ey).

avantajsı
z
* Yarar sağ
lamayan, yararsı
z.

avantür
* Serüven, macera.

avantüriyer
* Serüvene atı
lan, maceracı
.

Avar
* Kuzeydoğu Kafkasya'da Dağ ı
stan Federe Cumhuriyeti'nde yaş ayan halk.
* III. - VI. yüzyı
llar arası
nda Moğolistan'da VI. - IX. yüzyı
llar arası
nda Orta Avrupa'da yaş
amı
şhalk.

avara
* Bir geminin baş ka bir gemiden veya kıyı
dan açılması .
* Kıyıya dayanılarak sandalın açı
lmasıiçin kürekçilere verilen komut.

avara
*İşe yaramaz, kötü.
* Üzerinde döndüğü ve kendisini taş
ıyan milden bağ
ımsı
z olarak çalı
şan mekanizma.

avara kasnak işlemek (veya dönmek)


* hiçbir iş
e yaramadan boş
una.

avaraya almak
* o bölümün çalı
şması
nıdurdurmak.

Avarca
* Avarları
n kullandı
ğıdil.

avare

şsiz, iş
siz güçsüz, baş
ıboş
, baş
ıboş
luk, aylak.

avare dolaşmak
* iş
siz, iş
siz güçsüz, baş
ıboş
, aylak dolaş
mak.

avare etmek
* bir kimseyi iş
inden alı
koymak.

avare olmak
* iş
siz güçsüz dolaş
mak.

avareleş
me
* Avareleş
mek durumu.

avareleş
mek
* Aylaklı
k etmek.

avarelik

şsizlik, baş
ıboş
luk, aylaklı
k.

avarı
z
* Kazalar, belâlar.
* Engebeler, engeller, tümsekler, yüzey biçimleri.
* Osmanlı larda önceleri yalnı
z olağanüstü durumlarda, sonralarıise sürekli olarak halktan toplanan vergi.

avarya
* Bir deniz yolculuğ unda geminin veya yükünün gördüğü zarar.
* Çeş itli sebeplerle dayanı
klı

ğınıve esnekliğ
ini kaybetmişyapağ ıve yün.

avaz
* Yüksek ses, nara.

avaz avaz (bağırmak)


* var gücüyle bağ
ırmak.

avazıçı
ktı
ğıkadar
* çok yüksek sesle.

avcı
* Avlanmayıseven veya avıkendine işedinen kimse.
* Avcı lara özgü olan.
* Baş ka hayvanlarıyakalamakta usta olan (hayvan).
* Bir şeyi büyük bir istekle izleyen ve bulup ortaya çı
karan, tanı
tan kimse.

avcıeri
* Piyade mangası
nda her ere verilen ad.

avcıhattı
* Savaş
ta düş
mana doğru dağ
ılarak ön safta ilerleyen asker topluluğ
u.

avcıotu
* Düğ
ün çiçeğ
igillerden, kokusuz, parlak zehirli bir bitki (Adonis).

avcıuçağı
* Düş
man uçakları
nıdüş
ürmek için kullanı
lan uçak.

avcı

k
* Avcıolma durumu veya iş
i.

avcı

k etmek
* avlanma ile uğraş
mak.
avcu kaş
ınmak
* halk inanı
şı
na göre eline bir yerden para geçeceğ
i anlaş
ılmak.

avcuna saymak
* peş
in olarak ödemek.

avcunu yalamak
* umduğunu ele geçirememek.

avcunun içi gibi bilmek


* (bir yeri, bir ş
eyi) çok iyi ve ayrı
ntı

olarak bilmek.

avcunun içinde tutmak


* ona istediğ
ini yaptı
racak güçte olmak.

avcunun içine almak


* bir kimseyi baskı
ve etkisi altı
na almak.

avdet
* Dönüş
, geri gelme.

avdet etmek
* dönmek, geri gelmek.

avdetî
* (genellikle Musevîler için) İ
slâm dinine dönmüşolan.

avene
* Yardakçı
lar.

averaj
* Ortalama.
* Sayıfarkı
.

avgı
n
* Duvarda suyun geçmesi için bı
rakı
lan delik veya üstü kapalısu yolu.

avisto
* Ödenmesi gereken poliçelere yazı
lan ve "görüldüğünde" anlamı
na gelen bir terim.

avize
* Tavana ası
lan, ş
amdanlı
, lâmbalı
, billûr, cam veya metal süslü aydı
nlatma aracı
.

avize ağacı
* Zambakgillerden, Amerika'dan dünyanı
n her yanı
na yayı
lmı
şolan, avize biçiminde sarkı
k, iri ve beyaz
çiçekli bir süs ağ
acı
(Yucca glosiosa).

avlak
* Avıçok olan yer, av yeri.

avlama
* Avlamak işi.
* Voleybolda karş
ıoyuncuları
n boşbı
raktı
ğıve yetiş
emeyeceği yere topu yavaş
ça indirip sayıalma.

avlamak
* Bir avıdiri veya ölü olarak ele geçirmek.
* Tuzağ a düş ürmek, kurnazlı kla kandı rmak.

avlanma
* Avlanmak iş
i.

avlanmak
* Avlamak işine konu olmak.
* Ava gitmek, ava çı
kmak, av için dolaş
mak.

avlatma
* Avlatmak iş
ini yaptı
rma.

avlatmak
* Avlanmak iş
ini yaptı
rmak.

avlu
* Bir yapı
nın veya yapıgrubunun ortası
nda kalan üstü açı
k, duvarla çevrili alan.

avokado
* Amerikan armudu (Persea americana).

avrat
* Kadın.
* Karı
, eş.

avrat pazarı
* Cariyelerin satı
ldı
ğıpazar.
* Kadı nları
n öteberi sattı
kları
pazar yeri.

avret
* Ut yeri.

Avrupa kayını
* Avrupa'da yetiş
en bir kayı
n türü.

Avrupaî
* Avrupalı
lara vergi, Avrupalı
lara benzer, Avrupalı
lar gibi.

Avrupalı
* Avrupa'da yaşayan, Avrupa halkından olan kimse.
* Avrupa'ya özgü olan, Avrupa ile ilgili (olan).

Avrupalı
laşma
* Avrupalı
laş
mak.

Avrupalı
laşmak
* Avrupalı
ları
n düş
ünce, davranı
şve yaş
antı
ları
nıbenimsemek.

Avrupalı

k
* Çağ
daşolma, düş
ünce ve davranı
şta batıölçülerinde bulunma.

Avş
ar
* Bkz. Afş
ar.

avuç
* Elin iç tarafı
.
* Elin yarıyumulmuşdurumu.
* Yarıyumulmuşelin alacağ
ımiktar.

avuç (veya el) açmak


* dilenmek, para istemek, yardı
m istemek.

avuç avuç
* Her defası nda bir avuç.
* (para için) Bol bol, pek çok.
* Avuçlayarak.

avuç dolusu
* (para için) Pek çok.

avuç içi
* Elin parmak dipleri ile bilek arası
ndaki iç bölümü.

avuç içi kadar


* pek küçük, dar (yer).

avuçlama
* Avuçlamak iş
i.

avuçlamak
* Avuçla kavramak, avuçla almak.

avukat
* Hak ve yasa iş
lerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde baş
kaları
nın hakkı

aramayı
, korumayımeslek edinen ve bunun için yasanı n gerektirdiğ
işartlarıtaş
ıyan kimse.
* Gerekmediğ i hâlde baş kasını
n savunması nıüstlenen kimse.

avukat tutmak
* adlî iş
lemleri gereğ
ince yerine getirmek için bir avukata vekâletname verip onu görevli kı
lmak.

avukatlı
k
* Avukat mesleği.
* Avukatın yaptı
ğ ıiş
.
* Gereksiz, boşsavunma.

avunç
* Acı
nın hafiflemesi veya unutulması
, avuntu, teselli.

avundurma
* Avundurmak iş
i.

avundurmak
* Oyalanması nısağlamak.
* Acı
sınıhafifletmek, acı
sını
unutturmak, teselli etmek.

avunma
* Avunmak iş
i, teselli.

avunmak
* Bir ş
eyle uğ
raşarak acı
sınıunutmak, sı

ntı
lardan uzaklaş
mak, teselli bulmak, müteselli olmak.
* Oyalanmak; yetinmek.
* (hayvan) Gebe kalmak.

avuntu

nsanıavutan ş
ey, teselli.

avurdu avurduna geçmek


* çok zayı
flamak.

avurt
* Yanağı
n ağ
ız boş
luğu hizası
na gelen bölümü.

avurt satmak (veya avurt zavurt etmek)


* beceremeyeceği ş eyleri becerebilecekmişgibi konuş
mak.
* korkutucu büyük sözler söylemek.

avurt ş

irmek
* yanağ
ın iç tarafı
ndaki boş
luğ
u su veya havayla doldurup ş
işkin duruma getirmek.

avurt ünsüzü
* Dil ucunun ön damağa veya art damağ
a çarpması
ndan oluş
an ve dilin yanları
ndan akan ses: Dil, bel, el, dal,
bal, al kelimelerindeki l ünsüzü gibi.

avurtlama
* Avurtlamak iş
i.

avurtlamak
* Büyülenmek.
* Çalı
m satmak, yüksekten atmak.

avurtlarıçökmek (veya avurtlarıbirbirine geçmek)


* çok zayı
fladı
ğıyüzünden belli olmak.

avurtlu
* Çalı
m satan, yüksekten atan.

Avustralya kara tavuğ u


* Serçegillerden, erkeğinin kuyruğ
u lir biçiminde ve çok süslü bir Avustralya kuş
u (Maenura superba).

Avustralyalı
* Avustralya kökenli olan (kimse).

Avusturyalı
* Avusturya kökenli olan (kimse).

avutma
* Avutmak iş
i, teselli.

avutmak
* (bir kimsenin acı

nıveya sı

ntı

nı) Yatı
ştı
rmak, teselli etmek.
* Oyalamak.

avutucu
* Avutan, teselli eden.

avutulma
* Avutulmak iş
i.

avutulmak
* Avutmak iş
ine konu olmak.

Ay
* Yer yuvarlağ ı
nın uydusu olan gök cismi, kamer.
* Yılın on iki bölümünden her biri.
* Art arda gelen iki yeni ay arası
nda geçen süre.
* Bir ayın herhangi bir gününden ertesi ayın aynıgününe kadar geçen veya yaklaş
ık 30 gün olarak kabul
edilen süre.

ay
* Birdenbire duyulan acı
, ağrıveya ş
aşı
rma, ürkme veya sevinç anlatı
r.

-ay / -ey

simden isim türeten ek: kol-ay, düz-ey, gün-ey, yüz-ey vb.

-ay / -ey, y
* Fiilden isim ve sı
fat türeten ek: ol-ay, dene-y, yapa-y vb.

ay ağı

* Ayı
n aylası
, hale.

ay aydı
n, hesap belli
* anlaş
ılmayacak bir ş
ey yok, hesap ortada, açı
k.
ay balı
ğı
* Ay balı
ğı
gillerden, 3 m boyunda, görünüş ü balı
k başı
na benzeyen, kuyruk yüzgeci hilâl biçiminde olan,
Akdeniz'de yaş
ayan bir balı
k türü, pervane balı
ğı
, kemer balı
ğı(Mola mola).

ay balı
ğı
giller
* Kemikli balı
klar takı
mını
n çengel çeneliler alt takı
mına giren bir familya.

ay balta
* Ağzıyarı
m daire biçiminde olan balta, teber.

ay çekirdeği
* Ay çiçeğinin tohumu.
* Genellikle vakit geçirmek için içi yenen kuru yemişçeş
idi.

ay dede
* (çocuk dilinde) Ay.

ay dedeye misafir olmak


* gece açıkta yatmak, geceyi açı
kta geçirmek.

ay dönümü
* Aybaş
ı.

ay evi
* Ayla.

ay gibi
* Bkz. ay parçası
.

ay harmanlanmak
* ayı
n çevresinde ayla oluş
mak.

ay ı
şı
ğı
* Ayı
n yeryüzüne verdiğ
iış
ık.
* Ayı
n dolunay durumundaki parlak durumu, mehtap.

ay karanlı
ğı
* Bulutlar arkası
nda kalan ayı
n yaydı
ğıhafif aydı
nlı
k.

ay modülü
* Gözlem araçları
nıiçinde taş
ıyan, ay araş

rmalarıiçin kullanı
lan ve ay yüzüne yumuş
ak inişyapan araç.

ay örümceği
* Ay modülü.

ay parçası(gibi)
* (kadı n veya kı
z için) çok güzel.

ay takvimi
* Ayı
n gökyüzündeki görünen hareketine ve evrelerine göre düzenlenen takvim, kamer takvimi.

Ay tutulması
* Yer yuvarlağ
ını
n Güneşile Ay arası
na girmesiyle, Ay'ı
n yer yuvarlağ
ıgölgesinde kalması
, husuf.

ay yı
ldı
z
* Türk bayrağ
ındaki ayça ve beşı
şı
nlıyı
ldı
zdan oluş
muşsimge.

ay yı

* Ayı
n on iki kez yeni aydan yeni aya gelmesi için geçen süre (354 gün 8 saat).

aya
* Elin parmak dipleriyle bilek arası
ndaki iç bölümü, avuç içi; ayak tabanı
.
* Yaprakları
n düz ve parlak bölümü.

ayağ
a düş
mek
* iş
e ilgisiz ve yetkisiz kimseler karı
şmak.

ayağ
a fı
rlamak
* hı
zla ayağa kalkmak.

ayağ
a kaldırmak
* telâşve heyecana düş
ürmek.

ayağ
a kalkmak
* ayaklarıüzerinde durmak, dikilmek.
* telâş
lanmak, telâş a kapı lmak, heyecanlanmak.
* (hasta) iyi olmak, iyileş
mek.
* saygıgöstermek için oturma durumundan ayak üzeri durumuna geçmek.

ayağ
ı(veya ayakları
) dolaşmak
* yürürken telâş
tan ayaklarıbirbirine takı
lmak.

ayağ
ı(veya ayakları) suya ermek
* bir gerçeği anlayarak aklıbaş
ına gelmek.

ayağ
ıalı
şmak (veya alışmamak)
* bir yere sürekli gitmek (veya gitmemek).

ayağ
ıdüş
mek
* Bkz. yolu düş
mek.

ayağ
ıdüze basmak
* güçlükleri yenerek ilerisinden korkmayacak bir duruma girmek.

ayağ
ıile (veya kendi ayağ ıile) gelmek
* kendi isteğiyle gelmek veya emek çekilmeden elde edilmek.

ayağ
ıuğ
urlu
* geldiğ
i yere uğur getirdiğ
ine inanı
lan (kiş
i).

ayağ
ıüzengide
* hemen yola çı
kmak üzere olan.

ayağ
ıyerden kesilmek
* ayağ ıyere değ mez olmak.
* bir taş
ıta binip yaya yürümekten kurtulmak.

ayağ
ıyürüten baş
tır
* halkı
n düzen içinde çalı
şması
nıbaş
takiler sağ
lar.

ayağ
ına (veya ayaklarına) kapanmak
* alçalı
rcası
na yalvarmak.
* bağ ı
şlanmak için yalvarmak.

ayağ
ına (veya bacağ ına) geçirmek
* aceleyle bir ş
eyi giymek.

ayağ
ına bağolmak
* (biri) bulunduğ
u yerden ayrı
lması
na veya yaptı
ğıiş
i sürdürmesine engel olmak.

ayağ
ına bağvurmak
* önüne bir engel çı
karmak.
ayağ
ına çabuk
* bir yere alı
şı
landan daha kı
sa sürede gidip gelen.

ayağ
ına çağırmak
* yanı
na gelmesini istemek.

ayağ
ına çelme takmak
* biri yürürken ayaklarıarası
na ayak uzatı
p düş
ürmek.
* (birinin) iş
inde yükselmesine engel olmak.

ayağ
ına dolanmak (veya dolaşmak)
* başkası
na yapmayıtasarladı ğıkötülük kendi başı
na gelmek.
* işyapmakta olan birine engel olmak, yürümesine engel olmak.

ayağ
ına düş mek
* çok yalvarmak.

ayağ
ına gelmek
* alçak gönüllülük göstererek birinin yanı
na gelmek.
* emek çekilmeden elde edilmek.

ayağ
ına getirmek
* sıra, saygıgözetmeksizin birinin yanı
na gelmesini sağ
lamak.

ayağ
ına gitmek
* alçak gönüllülük ederek veya saygı
göstererek birinin yanı
na varmak.

ayağ
ına ip takmak
* bir kimseyi çekiş
tirmek.

ayağ
ına kira istemek
* gelmeye nazlanmak, gitmeye üş
enmek.

ayağ
ına sı
cak su mu, soğuk su mu dökelim?
* ender gelen bir konuğa yarısitem, yarısevinçle söylenen söz.

ayağ
ına üşenmemek
* hamarat olmak, ayak iş
lerini bı
kmadan, yorulmadan yapmak.

ayağ
ında donu yok, fesleğen ister (veya takar) baş
ına
* yoksulluğuna bakmayarak süs ve gösterişyapmak ister.

ayağ
ını(veya ayakları

) altı
na almak
* tek bacağı
nı(veya bacakları
nı) kı


p üzerine oturmak.

ayağ
ını(veya ayakları
nı) öpeyim
* yalvarı
rım.

ayağ
ınıalamamak
* ağrıveya uyuş ma dolayı sı
yla ayağ
ını oynatamamak.
* alı
şılan bir yere gitmekten kendini alamamak.

ayağ
ınıbağlamak
* engel olmak.

ayağ
ınıçekmek
* sı
k sı
k gittiğ
i bir yere artı
k uğramaz olmak, ilgiyi kesmek.

ayağ
ınıdenk almak
* başkaları

n kendisine yapmasıihtimali bulunan kötülüklere karş
ıuyanı
k davranmak.
* dikkat.
ayağ
ınıdenk basmak
* dikkatli ve uyanı
k davranmak.

ayağ
ınıgiymek
* ayakkabı

nıgiymek.

ayağ
ınıkaydı rmak
* bir yolunu bulup birini iş
inden veya görevinden uzaklaş

rmak.

ayağ
ınıkesmek
* bir yere gitmez olmak, uğ ramamak.
* baş kasınıbir yere artı
k uğramaz duruma getirmek.

ayağ
ınısürümek
* verilen bir işi ağ
ırdan almak.
* bir yerden uzaklaş mak üzere bulunmak.
* halk inanışı na göre bir kimsenin gelmesi, ardı
ndan baş
kaları
nın da gelmesine yol açmak.
* ölmek üzere olmak.

ayağ
ınıtek almak
* bir iş
te iyi düş
ünüp dikkatli davranmak.

ayağ
ınıvurmak
* ayakkabıayağı
nıyara etmek.

ayağ
ınıyorganı na göre uzatmak
* giderini gelirine uydurmak.

ayağ
ını
n (veya ayaklar) altı
nda
* (yüksek bir yerden) genişbir alanı
görür durumda.

ayağ
ını
n (veya ayaklarının) altı
nıöpeyim
* "pek çok yalvarırım" anlamında kullanı

r.

ayağ
ını
n altı
na almak
* tekme ile dövmek.

ayağ
ını
n altı
na karpuz kabuğu koymak
* bir yolunu bulup bir kimseyi düzenle iş
inden uzaklaş

rmak.

ayağ
ını
n bağınıçözmek
* karısı
nıboş amak.
* serbest davranması
nıengelleyen iliş
kilere son vermek.

ayağ
ını
n bastı
ğıyerde ot bitmez
* uğradı
ğıyere bereketsizlik, uğ
ursuzluk getirir.

ayağ
ını
n pabucu olamamak
* değerce ondan çok aş
ağıolmak.

ayağ
ını
n pabucunu baş ına giymek
* dengi olmayan bir kimseyle evlenmek.
* değersiz bir kimseyi üstün bir yere geçirmek.

ayağ
ını
n tozu ile
* yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden.

ayağ
ını
n tozunu silmeden
* henüz yoldan gelmiş
ken.

ayağ
ını
n türabı olmak
* bir kimse baş
ka bir kimseye kul gibi bağlanı
p onun her emrini yerine getirmek.
ayak
* Bacakların bilekten aş ağı da bulunan ve yere basan bölümü.
* Bacak.
* Birtakı
mş eylerin yerden yüksekçe durması nı sağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri.
* Vücudun belden aş ağıbölümü.
* Büyük bir ı rmağa karı şan ikinci derecedeki akarsuları n her biri.
* Göl ayağı.
* Yürüyüş ün ağı rlı
k veya çabukluk derecesi.
* Basamak.
* Halk edebiyatı nda uyak.
* Halk edebiyatı nda koş uklarda kı sa yedekli dizelere verilen ad.
* Yarım arşı n veya 30,5 cm uzunluğ undaki ölçü birimi, kadem.
* 30,4 cm değ erinde İ ngiliz uzunluk ölçüsü birimi, fut.
* (buzdolabıölçülerinde) İ ngiliz ölçüsü fut'un kübü alı narak hesaplanan değer.
* Bir doğrunun baş ka bir doğruyu veya bir düzlemi kestiği nokta.
* Aş ağıdüzeyde, sı radan, bayağı .

ayak atmak
* girmek.
* ilk kez gitmek.

ayak atmamak
* bir yere hiç gitmemek, uğ
ramamak.

ayak ayak üstüne atmak


* otururken bir bacağ
ınıötekinin üstüne almak.

ayak bağ
ı
* Bir yere veya bir iş
e gidilmesine engel olan ş
ey.

ayak basmak
* bir yere varmak, ulaşmak.
* girmek, gelmek, uğ ramak.
* (bir yere veya mesleğe) girmek, bağ
lanmak.

ayak basmamak
* bir yere hiç uğramamak.

ayak bileğ
i
* Baldı
r kemikleriyle tarak kemikleri arası
nda bulunan ve yedi kemikten oluş
an ayağı
n arka bölümü.

ayak çekmek
* kandı
rmaya çalı
şmak, avutmak.

ayak değiştirmek
* talim yürüyüş
ünde kı
sa bir adı
m atmak yolu ile adı
mları
nıbaş
kaları
nınkine uydurmak.

ayak diremek
* bir düş
ünceyi, bir davranı
şısonuna kadar sürdürmek, kendi tutumundan ş
aşmamak.

ayak divanı
* Olağanüstü durumlarda o anda bulunulan yerde padiş
ahı
n katı
lması
yla bir konuyu görüş
mek ve karara
bağlamak için yapılan toplantı, ayakta toplanan meclis.
* Ayakta yapı lan sohbet.

ayak iş
i
* Birtakı
m getir götür iş
leri.

ayak izi
* Herhangi bir zemin üzerinde ayağı
n bı
raktı
ğıiz.
ayak keseri
* Ayakta durarak ağ
aç yontmaya elveriş
li uzun saplıkeser.

ayak kirası
* Bir haber veya eş
ya getirene emeğine karş
ılı
k verilen para, ayak teri.

ayak makinesi
* Ayak yardı
mıile iş
letilen makine.

ayak oyunu
* Hile.

ayak satı
cısı
* Gezgin satı

.

ayak sürümek
* verilen bir iş
i ağ
ırdan almak.
* gönderilen yere isteği ile gitmemek.

ayak takı

* Görgüsüzlükleri veya bilgisizlikleri dolayı

yla toplum içinde aş
ağıdurumda olan kiş
iler.

ayak tarağı
* Bkz. tarak.

ayak tedavisi
* Ayakta oluşan bir hastalı
ğın veya rahatsı
zlı
ğı
n tedavisi.
* Ayakta tedavi.

ayak teri
* Ayak parmaklarıarası ndan çıkan pis kokulu salgı
.
* Hizmet için bir yere gönderilen kimseye verilen ücret, ayak kirası
.

ayak topu
* Futbol.

ayak tutmak
* mani yarı
şmaları
nda karş
ısı
ndakine uymasıgereken uyağı
vermek.

ayak ucu
* Yatanı
n veya yatı
lan bir yerin ayak uzatı
lan yönü, yeri.
* Ayak parmak uçlarının oluşturduğu dar dayanak yüzeyi.

ayak uydurmak
* yürüyüş te adı
m atışı
nıbaşkalarını
nkine uydurmak.
* kendi gidişve davranı
şınıbaş kası
nınkine benzetmek.

ayak vermek
* âş
ık atı
şmaları
nda dinleyicilerden biri uyak belirtmek.

ayak yalı
n
* Yalı
n ayak.

ayak yapmak
* birini aldatmak, kandı
rmak için dalavere çevirmek.

ayakaltı
* Gelip geçenlerin çok olduğ
u yer.

ayakaltı
na almak
* hakir görülmek, gözden çı
karı
lmak.
ayakaltı
nda bırakmak
* ezilmesine, yok olması
na göz yummak, korumamak.

ayakaltı
nda dolaşmak
* bir iş
e yaramadı
ğıhâlde herkesin iş
ine engel olacak biçimde ortalı
kta dolaş
mak.

ayakbastı
* Bir yere dı
şarı
dan gelen insan ve eş
yadan alı
nan vergi, toprakbastı
.

ayakçak
* Merdiven, merdiven basamağ ı.
* Dokuma tezgâhıayaklığı.
* Çocukları
n, cambazların ayakları
na takı
p yürüdükleri çifte sı

k.

ayakçı
* Ayak işlerinde kullanılan kimse.
* Bir işsüresince tutulan hizmetçi.
* Gezici satıcı
, çerçi.

ayakçı
n
* Dokuma tezgâhları
nda atkıipliklerini hareket ettirmek için ayakla bası
lan tahta ayaklı
k.

ayakkabı
* Özellikle sokakta ayağı
korumak için giyilen ve altıkösele, lâstik gibi dayanı
klımaddelerden yapı
lan ayak
giyeceğ
i, pabuç.

ayakkabıvurmak
* (ayakkabı
) ayağı
zedelemek, ayağı
rahatsı
z etmek.

ayakkabı

* Ayakkabıyapan veya satan kimse, pabuççu.
* Ayakkabısatı
lan yer.

ayakkabı
cılı
k
* Ayakkabı

nın iş
i, pabuççuluk.

ayakkabı
ları
nıçevirmek
* konuk ayakkabılarınıgidişyönüne doğ ru düzgün biçimde sı
ralamak.
* bazıdavranı
şlarla konuğu gitmeye zorlamak.

ayakkabı

k
* Ayakkabıkonulan yer, ayakkabıdolabı .
* Ayakkabıyapmaya elverişli olan (deri, kösele gibi ş
eyler).

ayaklama
* Ayaklamak iş
i.

ayaklamak
* Ayakla ölçmek.

ayaklandı
rma
* Ayaklandı
rmak iş
i.

ayaklandı
rmak
* Ayaklanmak iş
ini yaptı
rmak.

ayaklanma
* Ayaklanmak işi.
* Birçok kimsenin cebir ve ş
iddet kullanarak devlet güçlerine karş
ıgelmesi, başkaldı
rma, isyan, kı
yam.

ayaklanmak
* (çocuk için) Yürümeye baş
lamak.
* (hasta için) Yürüyebilir duruma gelmek.
* Ayağa kalkı p gitmeye davranmak.
* (birçok kimse) Cebir ve ş iddet kullanarak devlet güçlerine karş
ıgelmek, başkaldı
rmak, isyan etmek.
* Uyanmak, uyanı p kalkmak.

ayaklar altı
na almak
* önem verilmesi gereken ş
eyleri hiçe saymak, çiğ
nemek.

ayaklar baş, başlar ayak olmak


* değ ersiz kimseler baş
a geçip, değ
erli kimseler ise en geride bı
rakı
lmak.

ayaklarıdolaşmak
* yürürken ayaklarıbirbirine takı
lmak.

ayaklarıgeri geri gitmek


* bir yere gönülsüz, istemeye istemeye gitmek.

ayaklarıyere değmemek
* çok sevinmek.

ayakları
na (veya ayağ
ına) kara su (veya sular) inmek
* uzun süre ayakta kalmak veya yürümekten çok yorulmak.

ayakları
nısürümek
* güçlükle yürümek, ayağ
ını
sürümek.

ayakları
nıyerden kesmek
* bir taş
ıta binerek yürümekten kurtulmak.

ayakları
nın (veya ayağının) ucuna basmak
* çok yavaş , sessiz, gürültü yapmamaya özen göstererek yürümek.

ayaklı
* Ayağıolan.
* Bir destekle yere dayanan.
* Ayakla işletilen.

ayaklı
canavar
* Çok hareketli, yaramaz, cin gibi çocuk.

ayaklı
koş
ma
* Halk ş
iirinde müstezat tarzı
nda söylenen deyiş
.

ayaklı
kütüphane
* Pek çok konuda bilgisi olan, çok ş
ey okumuşve öğrenmişolan, sorulan her soruya cevap verebilen kimse.

ayaklı
mani
* Cinaslıayaklarla söylenen bir mani türü.

ayaklı
k
* Ayakla iş
letilen makinelerde ayağı
n bastı
ğıyer, pedal.
* Ayak basacak yer.
* Ayakçak.
* Taban.

ayaksı
z
* Ayağıolmayan.

ayaksı
zlar
* Omurgalıhayvanlarda amfibyumlar sı
nıfı
nın en ilkel yapı
lıtürlerini içine alan bir takı
m.

ayakta
* Ayağa kalkmışdurumda.
* Telâş

, heyecanlı
.

ayakta kalmak
* oturacak yer bulamamak.
* yı
kılmamak, çökmemek.
* değerini yitirmemek, önemini korumak.

ayakta tedavi
* hastanı
n yatağa yatı

lmasıgerekli görülmeyerek kendisine ayakta yapı
lan tedavi.

ayakta tutmak
* oturtmak gerekirken oturtmamak.
* bozulması na, yı

lmasına, çökmesine engel olmak.
* bir kuruluş
un yaşaması nısağlamak.

ayakta tutmak
*oş eyin sürekliliğ
ini sağlamak.

ayakta uyumak
* aş
ırıdalgı
n, ş
aşkı
n veya yorgun olmak.

ayaktan
* (kesim hayvanlarıiçin) canlıolarak.

ayaktaş
* Arkadaş
, yoldaş
; hempa.

ayakucu
* Yeryüzünde bir noktada çekülün gösterdiğ
i doğrultudaki alt yön.

ayaküstü
* Oturmadan, ayakta durarak; kı
sa sürede.
* Acele olarak.
* Hazır yemek, festfut.

ayaküzeri
* Ayaküstü.

ayakyolu

nsanı
n besin artı
kları
yla idrarı
nıboş
alttı
ğıyer, abdesthane, helâ, kademhane, memiş
hane, kenef, tuvalet.

ayal
* Karı
, eş
.

ayan
* Belli, açı
k.

âyan
*İ leri gelenler.
* Senato üyeleri.

ayan beyan
* Besbelli, apaçı
k, açı
k seçik.

ayan olmak
* belli olmak, bilinir olmak.

ayandon
* 18 Ocak'ta baş
layan bir fı
rtı
na.

ayar
* Bir aygıtın gereken iş i yapabilmesi durumu.
* Saatler için belli bir yere göre kabul edilmişolan ölçü.
* Altın, gümüşgibi madenlerden yapı lmı şş
eylerin saflı
k derecesi.
* Bir işveya bir davranı şta gereken ölçü.
* Değer derecesi.

ayar etmek
* (bir aygı

n) çalı
şması
nıdüzeltmek, düzenli iş
ler duruma getirmek.

ayarcı
* Esnafı
n kullandı
ğıölçü aletlerini denetleyen görevli.

ayarıbozuk
* Belli bir ayarıolmayan.
* Ahlâk, karakter veya aklı
yerinde olmayan.

ayarlama
* Ayarlamak iş
i.

ayarlamak
* Bir ölçünün doğ ruluğunu belli bir örneğe göre düzeltmek, doğ rulamak.
* Bir aygı tıbelli bir işyapabilecek duruma getirmek.
*İ şleri birbiriyle çatışmayacak veya zamanı nda bitirecek biçimde düzenlemek.
* Kandı rmak.

ayarlanma
* Ayarlanmak iş
i.

ayarlanmak
* Ayar edilmek, birbirine uygun duruma getirilmek.

ayarlatma
* Ayarlatmak iş
i.

ayarlatmak
* Ayar ettirmek.

ayarlı
* (saat ve makine için) Ayarlanmı ş
, doğru çalı
şmasısağ
lanmı
ş, düzeltilmiş
, düzenli, doğ
ru.
* (altı
n ve gümüşiçin) Belirli bir ayarıolan.

ayarlıpense
* Vida, cı
vata ve musluk aksamı
nısı

ştı
rmak amacı
yla kullanı
lan, ağı
z açı
klı
ğıayarlanabilen özel alet.

ayarsı
z
* Ayarıyapı lmamı ş, ayarıbozuk, düzensiz.
* Davranı şlarıölçüsüz.
* (altı
n ve gümüşiçin) Belli bir ayarıolmayan.

ayarsı
zlı
k
* Ayarsı
z olma durumu.
* Ölçüsüzlük, düzensizlik.

ayartı
* Baş
tan çı
karma.

ayartı

* Baş
tan çı
karan, doğru yoldan saptı
ran, ayartan.

ayartı


k
* Ayartı

nın yaptı
ğıiş
.
ayartı
lma
* Ayartı
lmak iş
i.

ayartı
lmak
* Ayartmak iş
ine konu olmak.

ayartma
* Ayartmak iş
i.

ayartmak
* Baş tan çıkarmak, doğru yoldan saptırmak.
* Kandı rmak.
* Birini, çalı
ştı
ğıyerden ayırı
p başkasının yanı
nda çalı
şmaya kandı
rmak.

ayaz
* Duru, sakin havada çı kan kuru soğ
uk.
* (hava ve gece için) Soğuk.

ayaz kesmek
* uzun süre soğukta kalı
p üş
ümek.

ayaz paş
a kol geziyor
* dışarı
da çok soğ
uk var.

ayaz vurmak
* (sebze ve meyveler için) donmak.

ayaza çekmek
* kı
şı
n kuru soğ
uk artmak.

ayazda kalmak
* soğukta kalmak.
* boşyere beklemek, eline bir ş
ey geçmemek.

ayazlama
* Ayazlamak iş
i.

ayazlamak
* (hava) Ayaza çevirmek.
* Ayazda kalıp üşümek.
* Boşyere beklemek, eline bir ş
ey geçmemek.

ayazlandı

lma
* Ayazlandı

lmak durumu.

ayazlandı

lmak
* Ayazlanması
sağlanmak.

ayazlandı

lmışrakı
* Halk inanı
şı
na göre sı
tma tedavisinde kullanı
lmak üzere rakı
nın açı
larak balkonda veya dı
şarı
da bekletilmiş
hâli.

ayazlandı
rma
* Ayazlandı
rmak durumu.

ayazlandı
rmak
* Ayazlanması
nısağlamak.

ayazlanma
* Ayazlanmak iş
i.

ayazlanmak
* Ayazda bı
rakı

p soğ
umak.

ayazlatma
* Ayazlatmak iş
i.

ayazlatmak
* Soğukta bekletmek.
* Ayazda soğutmak.

ayazlı
k
* Evlerde serinlemek için kullanı
lan önü açı
k yer, tahtaboş
, balkon, taraça.

ayazma
* Rumları
n kutsal saydı
kları
kaynak veya pı
nar.

aybaş
ı
* Ayı
n ilk günü, ay dönümü.
* Ayı
n ilk günü.

aybaş
ıolmak
* (kadı
nın) ayda bir döl yatağ
ından kan gelmek, âdet görmek.

aybeay
* Aydan aya, ay ay olarak.

ayça
* Ayın ilk günlerinde aldı
ğıyay biçimi, hilâl.
* Bayrak ve sancak direklerinin tepesindeki pirinçten yapı
lmı
şay yı
ldı
zlısüs, alem.

ayçiçeği
* Birleşikgillerden, sarırenkli çiçeği çok iri olan, yurdumuzda çok yetiş
tirilen bir bitki, gün çiçeğ
i, günebakan;
gündöndü (Helianthus annuus).
* Bu bitkinin yağçı karılan tohumu.

ayçiçeği yağı
* Ay çiçeğ
inden çı
karı
lan yağ.

ayçöreği

çine tarçı
n, ceviz konularak ay biçiminde yapı
lmı
şçörek.

ayda yı
lda bir
* çok seyrek olarak.

aydemir
* Yüzü yay biçiminde bir çeş
it keser.

aydı
n
* Iş
ık alan, ı
şı
kl ı
, aydınlık.
* Kültürlü, okumuş , görgülü, ileri düşünceli (kimse), münevver.
* Kolayca anlaş ı
lacak kadar açı k (söz veya yazı), vazı
h.

aydı
nger
* Parlak yüzeyli, saydam, mimarlı
kta çizim için kullanı
lan özel bir kâğ
ıt.

aydı
nlanma
* Aydı nlanmak iş i.
* Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinme, tenevvür.
* Bir yüzeyin, karş ısı
na konulan eşit ı
şık kaynakları
nın sayı
sıile orantı
lıolarak aydı
nlı
k görünmesi.

aydı
nlanmak
* Aydı nlı
k olmak.
* Bir sorun üzerine gereği kadar bilgi edinmek, tenevvür etmek.
aydı
nlatı

* Aydı nlı
k verici.
* Bir sorunla ilgili gerekli bilgileri veren.

aydı
nlatı
lma
* Aydı
nlatı
lmak iş
i.

aydı
nlatı
lmak
* Aydı
nlatmak iş
ine konu olmak.

aydı
nlatma
* Aydınlatmak işi.
* Sahnelerin ı
şı
klandı

lmasıiş
i.

aydı
nlatmak
* Karanlığıgiderip görünür duruma getirmek.
* Bir sorun üzerine bilgi vermek.

aydı
nlı
k
* Bir yeri aydınlatan güç, ı
şı
k.
* Işı
k alan.
* Kolay anlaş ı
lacak derecede açı
k olan, vazı
h.
* Kötülükten uzak, temiz, saf.
* Bir yapını n ortası
na gelen oda ve öbür bölümlerin ı
şı
k almasıiçin, damı
n ortası
ndan zemine kadar açı
lan
boş
luk.

aydı
nlı
kölçer
* Aydı
nlı
kları
ölçmeye yarayan aygı
t, lüksmetre.

ayet
* Kur'an surelerini oluş
turan cümlelerden her biri.

aygı
n
* Bitkin.

aygı
n baygın
* Güçsüz, çok yorgun, bitkin.
* Duyguda ölçüyü kaçı rmış.
* Kendinden geçercesine âş ık, vurgun.

aygı
r
* Damı
zlı
k erkek at.

aygı
r deposu
* Aygı
rları
n bakı
ldı
ğıbüyük ahı
r.

aygı
r gibi
* iri yarı
cüsseli, güçlü (kimse).

aygı
t
* Birçok parçadan yapı lmışalet, cihaz.
* Vücutta belirli bir görevin sağlanması na yarayan organların hepsi, cihaz.
* Birkaç aletin uygun biçimde eklenmesinden oluş turulan ve bazıbelli deneylerin yapı
lması
na yarayan takı
m.

ay-gün takvimi
* Güneş
in görünen hareketlerine göre düzenlenen takvim.

ay-gün yılı
* Hem ay evreleri değiş
imi hem de güneş
in gökyüzündeki görünen hareketi göz önüne alı
narak düzenlenmiş
olan takvim yılı
.
ayı
* Memelilerin et obur takımı ndan, beşparmaklı
, tabanları
na basarak yürüyen, yurdumuzda boz türü
bulunan, iri gövdeli hayvan (Ursus arctos).
* Kaba saba.

ayı
balı
ğı
* Fok.

ayı
gibi
* iri yarı
.
* kaba, anlayı
şsı
z (kimse).

ayı
gördüm, yı ldı
za itibarım (veya minnetim) yok
* bir şeyin en iyisine alı
ştı
ktan sonra ondan aş
ağıolanlar beni doyuramaz.

ayı
görmeden bayram etme
* bir işgerçekleş
meden ona oldu gözüyle bakı

p sevinilmemelidir.

ayı
gülü

ki çenekliler sı
nıfı
nın düğün çiçeğigiller familyası
ndan bir ş
akayı
k türü (Peconia corollina).

ayı
üzümü
* Fundagillerden, küçük taneli yemiş
ler veren, tüylü bir bitki (Arbutus uva ursi).

ayı
yavrusu ile oynuyor
* iri ve yetiş
kin birinin ufak tefek birine, bir çocuğ
a el ş
akası
yapmasıveya gücünü onda denemesi karş
ısı
nda
ayı
plama yollu söylenir.

ayı
yürüyüşü
* Gergin kol ve bacaklarla dört ayak yürüme.

ayı
bacağı
* Çift yan yelkenlerden birini sağdan, birini soldan kullanma biçimi.

ayı

nıyüzüne vurmak
* birinin kusurunu yüzüne söylemek.

ayı
boğ
an

ri yarı
, kaba ve anlayı
şsı
z (kimse).

ayı

* Ayıoynatmayıişedinen kimse.
* Sert, kaba ve hoyrat (kimse).

ayı


k
* Ayı

nın iş
i, mesleğ
i.

ayı
giller
* Memeli et oburlardan, ayı
ları
içine alan bir familya.

ayı
k
* Sarhoş
luğ u veya baygı
nlığıgeçmişolan.
* Sarhoş
luğ u geçmişbir biçimde.
* Anlayı
şlı
, uyanık.

ayı
kla pirincin taş ı
nı!
* bir işin pek karı
şı
k ve içinden çı

lmaz durumda olduğ
unu anlatmak için kullanı

r.

ayı
klama
* Ayı
klamak iş
i.

ayı
klamak
* Bir şeyin içinden, iş
e yaramayan, gereksiz veya istenmeyen taneleri veya maddeleri ayı

p çı
karmak,
temizlemek.
* Bir görevde gereksiz görülenleri iş
inden ayırmak.

ayı
klanma
* Ayıklanmak işi.
* Yaşayan varlı
klarda ortamı
nşartları
na en iyi uyan türlerin veya bireylerin üreyip kalması
, uyamayanları
n
yok olması,ı
stı
fa.

ayı
klanmak
* Ayı
klamak iş
ine konu olmak.

ayı
klatma
* Ayı
klatmak iş
i.

ayı
klatmak
* Ayı
klamak iş
ini yaptı
rmak.

ayı
klı
k
* Ayı
k olma durumu.

ayı
kmak
* Ayı
lmak, kendine gelmek, uyanmak, aklıbaş
ına gelmek.

ayı
kulağ
ı
* Çuha çiçeğinin bir türü (Primula auricula).

ayı

k
* Kabalı
k, kaba davranı
ş.

ayı

k etmek
* kaba davranmak.

ayı

p bayılmak
* birini kendinden geçercesine sevmek.
* aşırıölçüde sinir bunalı
mlarıgeçirmek.

ayı
lma
* Ayı
lmak iş
i.

ayı
lmak
* Sarhoş
luk, baygınlı
k gibi bir durumdan kurtulmak, kendine gelmek.
* Aklıbaşı
na gelip gerçeği görmek.

ayı
ltı

çki içmişbir kimsenin duyduğ
u başağrı
sıve sersemlik, mahmurluk.

ayı
ltma
* Ayı
ltmak iş
i.

ayı
ltmak
* Ayı
lması
nısağlamak.

-ayı
m / -eyim
*İ stek kipi tekil 1. kiş
i eki: yaz-ayı
m, çiz-eyim, oku-y-ayı
m, bekle-y-eyim vb.

ayı
n
* Arap alfabesinde on sekizinci, Osmanlı
alfabesinde yirmi birinci harf.

ayı
n on dördü
* Dolunay.
ayı
n on dördü gibi
* yüzü çok güzel (kadı
n veya kı
z).

ayı
nga
* Kaçak tütün, tütün.

ayı
ngacı
* Tütün kaçakçı

.

ayı
ngacı

k
* Tütün kaçakçı

ğı
.

ayı

n kı
rk türküsü var, kı
rkıda Ahlat üstüne
* bir kimsenin hep aynış
eyi veya hikâyeyi anlatmasıkarş
ısı
nda söylenir.

ayı
nları
çatlatmak
* bu harfin gösterdiğ
i Arapçaya özgü sesi gı
rtlakta boğumlamaya çalı
şmak.

ayı
p
* Toplumun ahlâk kuralları
na aykı
rıolan, utanı
lacak durum veya davranı
ş.
* Kusur, eksiklik.
* Utanç veren.

ayı
p etmek (veya yapmak)
* yakı
şıksızca davranmak.

ayı
p yerler
* vücutta örtülü tutulması
gereken yerler.

ayı
plama
* Ayı
plamak iş
i, takbih.

ayı
plamak
* Kı
namak, takbih etmek.

ayı
planma
* Ayı
planmak iş
i.

ayı
planmak
* Ayı
plamak iş
ine konu olmak.

ayı
plı
* Ayı
bı, kusuru olan.

ayı
psı
z
* Ayı
bı, kusuru olmayan.

ayıptı
r söylemesi
* "bunu söylemek size karş
ısaygı

zlı
k olacak, ama söylemek zorundayı
m" anlamı
nda özür dilemek için
kullanılı
r.
* övünmek gibi olmasın ama.

ayı
raç
* Cisimleri, birleş
ime veya ayrı
şı
ma uğ
ratarak niteliklerini belirtmede kullanı
lan madde, miyar.

ayı
ran
* Iş
ığıyalı
n ögelerine ayı
rma özelliğ
i olan.

ayı


* Ayı
rma özelliğ
i veya gücü olan.

ayı

m
* Ayı
rmak iş
i.

ayı

m yapmak
* eş
it davranı
şta bulunmamak, fark gözetmek.

ayı

m yaratmak
* farklı

k çı
karmak, ikilik ortaya atmak.

ayı

mlama
* Ayı

m yapmak iş
i.

ayı

mlamak
* Ayı

m yapmak.

ayı
rma
* Ayı
rmak iş
i.

ayı
rmaç
* Bir ş
eyi benzerlerinden ayı
rt etmeye yarayan durum veya öge, farika.

ayı
rmak
* Bölmek.
* Bir bütünden bir parçayı herhangi bir amaçla bir tarafa koymak, saklamak.
* Bir yeri bir engelle bölmek.
* Birbirinden uzaklaş tırmak.
* Nitelik değiş ikliğini anlamak.
* Seçmek.
*İ ki veya daha çok kimse arası ndaki anlaş mayı , uzlaş
mayıbozmak.
* Farklıdavranmak, fark gözetmek.
* (bir ş
ey veya yeri) Bir ş ey veya kimse için kullanmayıbelirlemek, tahsis etmek.

ayı
rt edilmek
* Ayı
rt etmek iş
ine konu olmak.

ayı
rt etmek
* Birkaç ş
eyi birbirinden ayı
ran niteliğ
i anlamak, tefrik etmek, temyiz etmek.

ayı
rtı
* Aynıcinsten olan ş
eyler arası
ndaki ince fark, nüans.

ayı
rtma
* Ayı
rtmak iş
i.

ayı
rtmak
* Ayı
rmak iş
ini yaptı
rmak.

ayı
rtman
* Sı
navlarda, soruları
n hazı
rlanması
ndan notları
n verilmesine kadar bütün değ
erlendirme çalı
şmaları
na
katı
lan görevli, mümeyyiz.

ayı
rtmanlı
k
* Ayı
rtmanı
n görevi, mümeyyizlik.

ayı
t
* Mine çiçeğigillerden, Akdeniz çevresinde yetiş
en, mavi, beyaz veya menekş
e renginde çiçekler açan, 1-2 m
boyunda bir ağaççı
k, hayı t (Vitex agnus-castus).

ayı
ya kaval çalmak
* anlayı
şsız bir kimseye bir ş
ey anlatmaya çalı
şmak.

ayı
yıvurmadan postunu satmak
* henüz ele geçmemişbir ş
ey üzerinde hesap yapmak.
ayin
* Dinî tören, ibadet.
* Mevlevî tekkelerinde okunan ağ
ır bestelerin biçimi.

ayinicem
* Mevlevî ve Bektaş
î tekkelerinde kadı
n ve erkeğin birlikte katı
ldı
ğı
, dinî müzikli sohbet töreni.

aykı

* Alı
şılmış a, doğ
ru diye bellenmiş e uygun olmayan, karş ı
t, ters, mugayir.
* Gidilen yol üzerinde olmayı p gidişyönüne ters düşen.
* Çapraz, ters.
* Bütün noktalarıaynı düzlemde bulunmayan.

aykı
rıdoğ
rular
* Aynıdüzlemde bulunmayan doğrular.

aykı
rıdüş
mek
* uygun gelmemek, ters gelmek, ters düş
mek.

aykı
rıkatmanlaşma
* Katmanlarıdüzenli bir biçimde olmayan katmanlaş
ma.

aykı
rıolmak
* ters olmak, zı
t olmak.

aykı

lama
* Aykı

lamak iş
i.

aykı

lamak
* Dikey olarak gelmek; kestirmeden gitmek, düz yoldan ayrı
lmak.

aykı

laş
ma
* Aykı

laş
mak iş
i.

aykı

laş
mak
* Aykı
rıduruma gelmek.

aykı


k
* Aykı
rıolma durumu, mugayeret, muhalefet.

ayla
* Ayın ve bazıyıldızları
n dolayındaki ı
şı
k çevresi, ay ağ
ılı
, hale.
* Bazıkutsal kiş
ilerin başıetrafı
nda gösterilen ı
şı
k çevresi.

aylak

şsiz, boşgezen, avare.

şsiz, bir ş
ey yapmayarak.

aylak olmak
* boş
ta olmak, yapacak bir iş
i olmamak, boşoturmak.

aylakçı
* Temelli iş
i olmayan iş
çi.

aylakçı

k
* Temelli işsahibi olmama durumu.
*İ ş
sizlik, avarelik.

aylaklı
k
* Aylak olma durumu, iş
sizlik, avarelik.
aylaklı
k etmek
* boşdurmak, boşoturmak, iş
siz güçsüz dolaş
mak, çalı
şmamak.

aylama
* Aylamak iş
i.

aylamak
* Beklemek.
* Sürmek, devam etmek.
* Ayıdolduran bir süre geçirmek, aylarca kalmak.

aylandı
z
* Sedef otugillerden, Avrupa'ya Çin'den getirilmiş
, kı
sa zamanda yetiş
ip boy attı
ğıiçin bir gölge ağ
acı
olarak
dikilen, kötü kokan bir ağaç, kokar ağaç (Ailanthus glandulosa).

aylanma
* Aylanmak iş
i.

aylanmak
* Bir yerin çevresinde dolanmak.

aylı
* Üzerinde ay biçimi bulunan.
* Ay ı
şığıolan, mehtaplı.

aylı
ğa geçmek
* çalı
şmasıkarş ı
lığıolarak her ay belirli bir para alı
nacak bir iş
e baş
lamak.
* gündelikten veya ücretten kadroya geçmek.

aylı
k
* Birine, görevi karş ılı
ğıolarak veya geçimi için her ay ödenen para, maaş
.
* Bir ay içinde olan veya bir ay süren.
* Ayda bir kez yapı lan veya çı
kan.
* ... aydan beri var olan.
* Ay olarak, bir ay için.

aylı
k almak
* bir aylı
k çalı
şma karş
ılı
ğı
nda para almak.

aylı
k bağlamak
* emekli olan veya baş
ka sebeplerle çalı
şmayanlara her ay için belirli bir parayıödemeyi üstlenmek.

aylı
k vermek
* aylı
k olarak üstlenilen parayı
ödemek.

aylı
kçı
* Aylı
kla çalış an kimse.
* Başka geliri olmayıp yalnı
z aldı
ğıaylı
kla geçinen kimse.

aylı
klı
* Aylı
k alan (kimse), maaş lı
.
* Karşı
lığıaylıkla ödenen.

ayma
* Aymak iş
i.

aymak
* Kendine gelmek, aklıbaş
ına gelmek, ayı
lmak.
* Gerçeği anlamak.

aymaz
* Çevresinde olup bitenlerin farkı
na varmayan, gafil.
aymazlı
k
* Çevresinde olup bitenlerin farkı
na varamama durumu, aymaza yakı
şacak durum, gaflet.

ayn
* Göz.

ayna
* Işığıyansı tan, varlıkların görüntüsünü veren, cilâlıve sı rlıcam.
* Gemilerde iş aretçi erlerin kullandı ğıdürbün.
* Akı ntıve anaforun birleş tiği yerde oluşan su burgacı .
* Doğramacı lı
k ve yapı cı
lıkta çerçeve içine geçirilen tahta veya taşlevha.
* Küreğin yassıuç bölümü.
* (atlarda) Diz kapağı .
*İ yi bir durumda, yolunda.
* (Karagöz oyununda) Perde.
* Bir olayı, bir durumu yansı tan, göz önünde canlandı ran olay, durum, şey.

ayna gibi
* dümdüz ve parlak.
* (deniz için) kı
mıltı

z, durgun.

ayna taş
ı
* Yapı
, anı
t ve çeş
me gibi yerlere konan yazı
lıveya yazı

z süslü taşlevha.

ayna tı
rnağ ı
* Aynayı
duvara tutturmak için kullanı
lan nikel veya kromla kaplanmı
şmetal parçası
.

aynabakar
* Büyük, yumurtamsı
, kı
rmı

msı
mavi renkli bir erik türü.

aynacı
* Ayna yapan veya satan kimse.
* Hileci, iş
ine hile karı
ştı
ran.

aynacı

k
* Aynacı

n yaptı
ğıişveya aynacıolma durumu.

aynalı
* Aynasıolan.
* Parlak yüzlü, yakı
şı
klı
, güzel.

aynalısazan
* Üzerinde az sayı
da büyük pullar bulunan bir tür sazan balı
ğı.

aynalı
k
* Geminin ve bağ
lıbulunduğ
u limanı
n adıyazı
lan, düz veya az yuvarlak kı
ç bölüm.

aynalı
k tahtası
* Sandalları
n kı
ç tarafları
nda oturanı
n sı
rtı
nıdayaması
na yarayan tahta.

aynası
z
* Aynasıolmayan.
* Hoş a gitmeyen, kötü, yakı
şı
ksı
z, çirkin, ters, biçimsiz.
* Polis.

aynası
zlı
k
* Aynası
z olma durumu.

aynaz
* Bataklı
k.
aynaz
* Köy oyunları
nıyöneten kimse.

aynen
* Olduğu gibi, değiş
tirmeden, aynı
yla.

aynı
* Baş
kası değ il, yine o.
* Ayı
rt edilemeyecek kadar benzeri özdeş i, tı
pkı

.
* Değişmeyen, araları nda ayrı
m olmayan.

aynı
ağzıkullanmak
* aynışeyi söylemek, aynıdüş
ünceyi ileri sürmek.

aynı
kapı
ya çı
kmak
* sonuç bakı
mından fark etmemek, aynısonuca varmak.

aynı
potada erimek
* benzer konuları
ve sorunlarıbirlikte düş
ünmek veya değerlendirmek.

aynı
telden çalmak
* aynış
eyi söylemek.

aynı
yolun yolcusu
* kötü sonlarıbirbirine eşolan.

aynı
zamanda
* Hem de, bununla birlikte.

aynı

k
* Aynıolma durumu, özdeş
lik, ayniyet.

aynı
sefa
* Birleş
ikgillerden, çiçekleri sarırenkli bir kı
r bitkisi (Calendula arvensis).

aynı
yla
* Hiçbir değ
işiklik olmadan, olduğu gibi.

aynî
* Gözle ilgili.

aynî
* Para olarak değil, madde olarak verilen.

aynî hak
* Taş
ını
r veya taş
ınmaz üzerinde doğ
rudan doğruya egemenlik yetkisi veren ve herkese karş
ıileri sürülebilen
haklar.

ayniyat
* Kullanı
lmaya veya harcamaya elveriş
li, taş
ınması
kolay eş
ya.

ayniyet
* Aynı

k, özdeş
lik.

aynş
tayniyum
* Bkz. einsteiniyum.

ayol
* Daha çok kadı
nları
n kullandı
ğıbir seslenme sözü.

ayraç
* Yay ayraç.
ayraç açmak
* söz veya yazıiçine, ası
l konu ile ilgisi az olan bir bölüm sı

ştı
rmak.

ayran
* Süt veya yoğurt yayıkta çalkalanarak yağı
alı
ndı
ktan sonra kalan sulu bölüm.
* Yoğurdu sulandı rarak yapılan içecek.

ayran ağ
ızlı
* Aptal, budala, sersem.

ayran budalası
* Aptal, sersem.

ayran delisi
* Bön, safdil.

ayran gönüllü
* Çabuk âş
ık olan.

ayrancı
* Ayran yapan veya satan kimse.

ayrancı

k
* Ayran yapı
p satma iş
i.

ayranıkabarmak
* öfkelenmek, coş mak.
* aşı
rıbir cinsel arzu duymak.

ayranıyok içmeye, atla (veya tahtı


revanla) gider sı
çmaya
* yoksulluğuna bakmadan gösterişyapmaya kalkanları
n gülünçlüğünü anlatmak için kullanı

r.

ayranı
m budur, yarısısudur
* yapı
lan bir iş
in yarı
m yamalak olduğ
u bildirilmek için kullanı

r.

ayranlaş
ma
* Ayranlaş
mak özelliği veya durumu.

ayranlaş
mak
* Ayran durumuna gelmek.

ayrı
* Yerleri bir olmayan.
* Başka, baş ka türlü.
* Yalnız, tek başına olan.

ayrıayrı
* Birbirinden ayrıolan, değ
işik.
* Her biri için.
* (her biri) Ayrıolarak.

ayrıbası
m
* Genellikle bir dergide yayı
mlanmı
şbilimsel bir yazı
nın ayrıbir broş
ür olarak bası
mı.

ayrıbaşçekmek
* topluluktan ayrı

p kendi baş
ına işyapmak.

ayrıcinsten
* Farklıyapı
da olan, heterojen.

ayrıçanak yapraklı
lar
* Çanak yapraklarıbirbirine bitiş
mişolmayan bitkiler.

ayrıdüş
mek
* birbirinden uzakta kalmak.
* uyuş mamak.

ayrıgayrıbilmemek (veya ayrı sıgayrısıolmamak)


* birbirinden hiçbir ş
ey esirgemeyecek durumda olmak.

ayrıseçi yapmak
* birkaç ş
ey arası
nda fark gözetmek.

ayrıtaç yapraklı
lar
* Taç yaprakları
birbirine bitiş
ik olmayı
p yan yana yer almı
şbulunan bitkiler.

ayrıtutmak
* farklıdavranmak.

ayrı
ca
* Ayrıolarak.
* Ayrıbir önem verilerek.
* Bundan baş ka.

ayrı
calı
* Baş
kaları
na benzemeyen, ayrıtutulan, müstesna.

ayrı
calı
k
* Baş
kaları
ndan ayrıve üstün tutulma durumu, imtiyaz.

ayrı
calı
k tanınmak (veya göstermek)
* baş
kaları
ndan ayrıve üstün tutmak.

ayrı
calı
klı
* Ayrı
calı
ğıolan, ayrı
calı
k tanı
nan, imtiyazlı
.

ayrı
calı
ksı
z
* Ayrı
calı
ğıolmayan, ayrı
calı
k tanı
nmayan, imtiyazsı
z.

ayrı
cası
z
* Ayrıtutulmadan, istisnası
z.

ayrı
ç
* Yol kavş
ağı
, iki yolun ayrı
ldı
ğıyer.

ayrı
k
* Ayrı
lmı ş
.
* Ayrıtutulan, başkaları
na benzemeyen, ayrı
calı
, müstesna.
* Kur'a dı
şı, müstesna.
* Ayrı
k otu.
* Düzgün ve uygun olmayan, çarpık.

ayrı
k küme
* Ortak elemanlarıolmayan küme.

ayrı
k otu
* Buğdaygillerden, kökü hekimlikte idrar söktürücu olarak kullanı
lan yabanî bir bitki (Agropyrum repens).

ayrı
klı
* Ayrıtutulmuş
, benzerlerine uymayan, kural dı
şıolan, istisnaî.

ayrı
klı
k
* Ayrı
klıolma durumu, ayrı
tutma, ayrıtutulma, istisna.
* Bir konik (elips, daire, parabol, hiperbol) üzerinde hareket eden bir cismi, odağa veya merkeze birleş tiren
doğrunun büyük eksen ile yaptı ğıaçı .
* Önermelerin birbirine bağ lanmasıişleminde ya ... ya ve ya da ile gösterilen iliş
ki.
* Kaplamlarıbirbirinden ayrıolmakla birlikte aynıyakı n cinsin kaplamı na giren kavramlar arası
ndaki
bağlantı
.

ayrı
ksı
* Alı
şı
lagelmiştöre ve davranı
şlara aykı
rıolan, eksantrik.

ayrı
ksı
ay
* Ayı
n yörüngesindeki en beri noktası
ndan art arda iki geçiş
i arası
ndaki süre farkı
.

ayrı
ksı
yıl
* Yerin kendi yörüngesindeki günberi noktası
ndan art arda iki geçiş
i arası
ndaki süre farkı
.

ayrı
ksı

k
* Ayrı
ksıolma durumu.

ayrı
ksı
z
* Hiçbir ayrı
ğıolmadan veya hiçbirini ayrı
k tutmaksı

n, istisnası
z, bilâistisna.

ayrı
lanma
* Ayrı
lanmak durumu.

ayrı
lanmak
* Ayrıduruma gelmek.

ayrı
laş
ma
* Ayrı
laş
mak iş
i, teferrüt.

ayrı
laş
mak
* Benzerleri arası
nda ayrıbir yeri ve önemi olmak, teferrüt etmek.

ayrı

* Ayrı
lmı
şolan, ayrıduran, munfası
l.

ayrı

k
* Ayrıolma durumu.
* Birinden uzak düş me.
* Düş ünce, görüşveya duygu arası ndaki uymazlı k, mubayenet.
* Evlilik birliğinin yargı
ç kararı
ile geçici bir süre için kaldı

lması
.

ayrı

ş
* Ayrı
lmak iş
i veya biçimi.

ayrı

şma
* Ayrı

şmak iş
i veya durumu.

ayrı

şmak
* Birbirinden ayrı
lmak.

ayrı
lma
* Ayrılmak iş
i.
* Bir biçmeden geçen beyaz ı
şı
ğı
n türlü renklerde görünmesi.

ayrı
lmak
* Ayı rmak iş
ine konu olmak.
* Bir yerden, bir kimseden, bir ş eyden uzaklaş
mak.
* (karıve koca için) Evlilik birliğini bozmak.

ayrı
lmazlı
k
* Özelliklerin, kendilerini taş
ıyan nesnelerle; ilineklerin tözle bağlantı

, kalı


k karş
ıtı
.
ayrı
m
* Ayı rmak iş i, tefrik.
* Bir kimse veya nesnenin bir baş kasıyla karı ştırı
lmaması nısağlayan ayrı

k; benzer ş
eyleri birbirinden ayı
ran
özellik, başkalık, fark.
* Alt bölüm.
* Cinsleri ve türleri birbirinden ayıran ana karakter, fark.
* Ayrı lma noktası .
* Bir veya daha çok sahne içinde geliş tirilip, olayın tamamlanmı şbir parçasınıveren film bölüğü.

ayrı
mlama
* Senaryonun hazı rlanması nda geliş tirim ile çevrim senaryosu arası nda yer alan, senaryonun sahne ve
ayrı
mları
nın belirlendiğ
i, başlıca karakterlerin ayrıntılarıyla çizildiği, konuş
maları
n son biçimini aldığıaşama.

ayrımlaşma
* Ayrı mlaş mak iş
i, farklı
laşma.
* Hücrelerin veya canlı organizmaları
n işlevlerine veya yaş
ayı
ştürlerine iliş
kin yapı
sal nitelik kazanması
,
farklı
laş
ma.
* Bir iç kayanı
n katı laşmasısürecinde yer ve zamana göre ayrımların ortaya çıkması, farklı
laş ma.

ayrı
mlaş
mak
* Ayrı
mlıduruma gelmek, farklı
laş
mak.

ayrı
mlı
* Ayrı
mıolan, araları
nda ayrı
m bulunan, değiş
ik, farklı
.

ayrı
mlı

k
* Ayrı
mlıolma durumu, farklı

k.

ayrı
msama
* Ayrı
msamak iş
i veya durumu.

ayrı
msamak
* Bir ş
eyi anlamak, bir ş
eyi görmek, fark etmek.

ayrı
msı
z
* Ayrı
mlıolmayan, aynı
, farksı
z.

ayrı
msı
zlı
k
* Ayrı
msı
z olma durumu, farksı
zlı
k.

ayrı
ntı
* Bir bütünün önemce ikinci derecede olan ögelerinden her biri, detay.
* Edebiyat veya sanat eserlerinde bir bütünün ögelerinden her biri, teferruat, tafsilât.
* Bir tiyatro eserinde ana düşünceye yardımcıolan kelime, cümle veya eş ya.

ayrı
ntı
lara inmek
* bir konuyu en küçük noktası
na kadar inceleyip araş

rmak.

ayrı
ntı

* Ayrı
ntı
sıolan, teferruatlı
, tafsilâtlı
, detaylı
, mufassal.

ayrı
şı
k
* Ayrı
şmı şolan.
* Ayrıtürden, çeş
it çeş
it, muhtelif.

ayrı
şı
klı
k
* Ayrı
şı
k olma durumu.

ayrı
şı
m
* Ayrı
şmak iş
i.
ayrı
şma
* Ayrı
şmak iş i.
* Moleküllerin, türlü etkenlerle geçici olarak daha yalı
n atom ve moleküllere bölünmesi, tahallül.

ayrı
şmak
* Birbirinden ayrılmak, birliği bozmak.
* Moleküller, türlü etkenler sebebiyle geçici olarak daha yalı
n atom veya moleküllere bölünmek.

ayrı
ştı
rma
* Ayrı
ştı
rmak iş
i.

ayrı
ştı
rmak
* Bütünün bozulması
na sebep olmak.
* Ayrı
şmasınısağlamak.

ayrı
t

ki düzlemin ara kesiti.

aysar
* Ayı
n etkisiyle huyunun değiştiğ
i sanı
lan (kimse).
* Değiş
ken huylu, kararsız (kimse).

aysberg
* Buz dağı
.

aysfild
* Buzla, bankiz.

aysı
z
* Ay ı
şı
ğıolmayan (gökyüzü, gece).

ayş
ekadı
n
* Kı
lçı
ksı
z, lezzetli bir tür taze fasulye.

aytı
şma
* Aytı
şmak iş
i.

aytı
şmak
* Atı
şmak, tartı ş
mak, münakaş a etmek.
* Halk ş
airleri belli bir ayak çerçevesinde karş
ılı
klıatı
şmak.

ayva
* Gülgillerden, çiçekleri iri ve pembe, yapraklarını
n altıtüylü, orta yükseklikte bir ağ
aç (Cydonia vulgaris).
* Bu ağacı n büyük, sarırenkte, tüylü, mayhoş , dokusu sertçe, ufak çekirdekli meyvesi.

ayva göbekli
* göbeği çukur olan (kimse).

ayva hoş
afı
* Ayvadan yapı
lan hoş
af.

ayva kompostosu
* Ayvadan yapı
lan komposto.

ayva marmelâdı
* Ayva ve ş
ekerden yapı
lan ezme.

ayva reçeli
* Ayva ve ş
ekerden yapı
lan kokulu reçel.

ayva tüyü
* Vücuttaki ince, sarıtüyler.
ayvadana
* Yüksekliğ
i 15-70 cm , sı
k tüylü, soluk sarı
çiçekli, çok yı
llı
k ve otsu bir bitki (Achillea nobilis).

ayvalı
k
* Ayva ağ
açları
nın çok bulunduğ
u yer.

ayvan
* Teras, sundurma.
* Bir tarafıdı
şarı
ya açı
k olan oda.

ayvayı
yemek
* kötü duruma düş
mek, iş
i bozulmak.

ayvaz
* Büyük konaklarda mutfak ve yemek hizmetlerinde çalı
ştı

lan uş
ak.
* Koca, erkek, eş
.

ayvaz kasap hep bir hesap


* ha öyle ha böyle, ikisi de bir.

ayvazlı
k
* Ayvazı
n görevi.

ayyar
* Dolandı


, hilekâr.

ayyarlı
k
* Dolandı



k.

ayyaş

çkiye düş
kün, içkici, içken, bekri.

ayyaş

k
* Ayyaşolma durumu.

ayyuk
* Göğün en yüksek yeri.
* Göğün kuzey yarı
m küresinde bulunan bir takı
m yı
ldı

n en parlak yı
ldı

.

ayyuka çı
kmak
* (ses için) yükselmek.
* (dedikodu için) herkesçe duyulmak, yayı
lmak.

Az
* Azot'un kı
saltı
lması
. Bu gaz N kı
saltmasıile de gösterilir.

az
* Alı
şılmı şolandan, umulandan veya gerekenden eksik, çok karş
ıtı
.
* Nicelik, güç, nitelik, süre bakı
mından eksiklik bildirir.

az az
* Uzun süreli, yavaşyavaş
.
* Küçük ölçülerle.

az buçuk
* Bir parça, biraz.

az bulmak
* yeterli görmemek, az saymak, azı
msamak.

az buz olmamak
* (bir ş
ey) azı
msanacak kadar olmak.

az çok
* Bir parça, oldukça.

az daha
* az kalsı
n, neredeyse.

az değil!
* birinin herhangi bir karakter bakı
mından göründüğü gibi olmadı
ğı
nıanlatmak için söylenir.

az gelişmiş
* gelişmesi gecikmişolan.
* eğitim düzeyi düşük kalmı
ş, üretimi daha çok ilkel tarı
ma dayanan, doğ
al kaynakları
nıgereğ
ince
değ erlendiremeyen (ülke).

az gelmek
* yetmemek, daha çok istemek.

az görmek
* umduğundan eksik bulmak.
* azı
msamak.

az günün adamıolmamak
* çok yaş
amı
ş, çok görmüşbulunmak.

az kaldı(veya az kalsı
n)
* bir iş
in olması
, gerçekleş
mesi, bitmesi çok yakı
nken olmadı
ğı
nıanlatı
r.

az tamah çok ziyan getirir


* hı
rslıve pinti insan her zaman zararlıçı
kar.

aza
* Organlar, vücut parçaları
.
* Üye.
* Vücut parçası, organ.

aza çoğa bakmamak


* olanla yetinmek.

aza sormuşlar: "nereye?" "çoğun yanı na" demiş


* küçük kazançları n bile hep varlı
klıkimselere düş
tüğü inancı
nıbelirtir.

azade
* Baş
ıboş
, erkin, serbest.
* Baş
ıboş
, erkin, serbest olarak gürültüden azade yaş
amak.

azade azade
* bir ş
eyden kurtulmuş
, uzak.

azadelik
* Azade olma durumu, serbestlik.

azalma
* Azalmak iş
i, eksilme, tenakus.

azalmak
* Az denecek bir miktara inmek veya eskisinden az bir duruma gelmek.
* Etkisini yitirmek, hafiflemek.

azaltma
* Azaltmak iş
i.
azaltmak
* Az denecek bir miktara indirmek veya eskisinden az bir duruma getirmek, kı
rmak.
* Etkisini yitirmesine sebep olmak, hafifletmek.

azamet
* Ululuk, büyüklük.
* Gurur.
* Görkem, heybet.
* Debdebe.
* Çalı
m, kurum, tekebbür.

azamet satmak
* büyüklük taslamak, çalı
m satmak, böbürlenmek.

azametli
* Ulu, çok büyük.
* Gururlu.
* Görkemli, heybetli.
* Debdebeli.
* Çalı
mlı , kurumlu.

azamî
* En büyük, en yüksek, en çok, maksimum.

azap
* (Müslümanlıkta) Dünyada günah iş lemişolanlara ahrette verilecek ceza.
* Organik veya ruhî büyük sı
kıntı
, ezinç.

azap
* (Anadolu'nun birçok bölgesinde) Çiftlik uş
ağı
.
* Anadolu beyliklerinde donanmadaki görevlerde kullanı
lan asker.

azap çekmek
* ahrette ceza görmek.
* çok büyük sı kı
ntıya uğ
ramak.

azap vermek
* acıçektirmek, üzmek.

azar
* Paylama.

azar azar
* Süreyi uzatarak, yavaşyavaş
, az az.
* Küçük ölçülerle.

azar iş
itmek
* azarlanmak.

azarlama
* Azarlamak iş
i, paylama.

azarlamak
* Paylamak, tekdir etmek.

azarlanma
* Azarlanmak iş
i, paylanma.

azarlanmak
* Azarlamak iş
ine konu olmak, paylanmak, kötü sözle karş
ılaş
mak.
azarlatma
* Azarlatmak iş
i.

azarlatmak
* Azarlamak iş
ini yaptı
rmak veya azarlanması
na yol açmak.

azat
* Serbest bı
rakma.
* Okullarda paydos.
* Serbest bı
rakılmışolan.

azat etmek
* serbest bırakmak, salı vermek.
* (köle ve cariyeler için) özgürlüğünü geri vermek.

azat eylemek
* azat etmek.

azatlı
* Azat edilmiş(cariye veya köle).

azatlı
k
* Azat olma durumu, serbestlik.
* Azat edilme vakti gelmişolan (cariye, köle).

azatsı
z
* Azat edilemez.

azca
* Oldukça az.

azdı

lma
* Azdı

lmak iş
i.

azdı

lmak
* Azması
na yol açmak.

azdı
rma
* Azdı
rmak iş
i.

azdı
rmak
* Azmasına sebep olmak.
* Azgı
n duruma getirmek.
* Şı
martmak.
* Kötü davranışveya alı
şkanlı
klara sürüklemek, yoldan çı
karmak.

azelya
* Açalya.

Azerbaycanlı
* Azerbaycan halkı
ndan olan kimse.

Azerî
* Azerbaycan Cumhuriye'tinde ve güney Azerbaycan'da (İ ran'da) yaş
ayan Türk soylu halk veya bu halktan
olan kimse.
* Azerî halkı
na özgü olan, Azerî halkıile ilgili (olan).

Azerîce
* Azerbaycan Türkçesi.

azgı
n
* Azmı
şolan.
* (ten için) Çabuk iltihaplanan, yarası
hemen kapanmayan.
* (çocuk için) Çok yaramaz.
* Cinsel istekleri aş
ırıolan.

azgı
nlaş
ma
* Azgı
nlaş
mak iş
i.

azgı
nlaş
mak
* Azgın duruma gelmek.
* Cinsel istekleri aş
ırı
laş
mak.

azgı
nlı
k
* Azgı
n olma durumu.

azı
* Köpek dişlerinden sonra içeriye doğru, alt ve üst çenenin iki yanında beş
er tane bulunan ve yiyecekleri
öğütmeye yarayan diş
lerin ortak adı
, azıdişi, öğütücü diş .
* Öküz arabalarında ön ve arka yastı klarıdingile bağlayan ağaç çivi.

azı
çoğ
a saymak (veya tutmak)
* verilen küçük bir armağanıçok ve değ
erli kabul etmek.

azı
diş
i
* Azı
.

azı

k
* Çok az, biraz.
* (süre ve miktar için) Az olarak, biraz.

azı

k aş
ım kaygısı
z başı
m
* derdim olması
n da baş
ka bir ş
ey istemem.

azı
k
* Yiyecek, besin, gı
da.

azı
klı
* Azı
ğıolan.
* Yoksullarıdoyuran.

azı
klı
k
* Azı
k olarak ayrı
lan veya hazı
rlanan yiyecekler.
* Azı
k koymaya yarayan kap veya torba.
* Hemen yemek üzere, harman zamanı ndan önce biçilip savrulan ekin.

azı

* Gözü bir ş eyden yılmayan, azgı
n.
* Şiddetli, korkunç, çok etkili.

azı
msama
* Azı
msamak iş
i.

azı
msamak
* Bir ş
eyin umulduğundan az olduğ
u yargı

na varmak, daha fazlası
nıistemek, az görmek, az bulmak.

azı
nlı
k
* Bir toplulukta herhangi bir nitelik bakı
mından ayrıve ötekilerden sayı
ca az olanlar, ekalliyet, çoğ
unluk
karş
ıtı
.
* Bir ülkede egemen ulusa göre ayrısoydan ve sayı
ca az olan topluluk, ekalliyet.

azı
nlı
k hükûmeti
* Mecliste çoğunluğ
u olmayan bir partinin kurduğ
u hükûmet.
azı
nlı
kta kalmak
* bir toplulukta belli bir sorun üzerine oy verenler, karş
ıdüş
ünceye oy verenlerden daha az olmak.

azı
şma
* Azı
şmak iş
i.

azı
şmak
* Gittikçe kı

şmak, ş
iddetlenmek.

azı
ştı
rma
* Azı
ştı
rmak iş
i.

azı
ştı
rmak
* Azı
şması
na yol açmak.

azı
tma
* Azı
tmak iş
i.

azı
tmak
* Azgın duruma getirmek.
* Çı
ğırından çı
karmak.

azil
* Görevden alma.

azim
* Bir iş
teki engelleri yenme kararı
.

azimet
* Gidiş
.

azimet etmek
* gitmek, yola çı
kmak.

azimkârane
* Kararlı
.
* Kararlı
lıkla, kararlıolarak.

azimli
* Kararı
nda, tutumunda direnen, kararlı
.

azit
* Azothidrik asit HN3 deki hidrojenin yerine bir kökün geçmesi ile türeyen birleş
iklere verilen ad.

aziz
* Sevgide üstün tutulan, muazzez.
* Ermiş , eren.

azize
* Ermişkadı
n.

aziziye
* Sultan Abdülaziz'in ve devlet adamları
nın giydiğ
i fes.

azizlik
* Aziz olma durumu.
* Muziplik.

azizlik etmek
* muziplik etmek.

azledilme
* Azledilmek iş
i.

azledilmek
* Görevden alı
nmak.

azletme
* Azletmek iş
i.

azletmek
* Bir görevliyi iş
inden ayı

p açı
kta bı
rakmak, görevden almak, çı
karmak.

azlı
k
* Az olma durumu.
* Azınlı
k.

azlolunma
* Azlolunmak iş
i.

azlolunmak
* Görevinden alı
nmak, görevinden çı
karı
lmak.

azma
* Azmak işi.
*İki ayrıı
rkı n karı
şması
ndan doğ
an, kı
rma, melez, metis.

azmak
* Küçük su birikintisi, gölcük.
* Bataklı
k.

azmak
* Taş kınlıkta ileri gitmek, kötülüğ ünü artı rmak.
* (deniz, ırmak vb. için) Kabarmak, taş mak.
* (yara, hastalık vb. için) Etkili, tehlikeli duruma gelmek.
* Cinsel duygularıartmak.
* (çamaş ı
r) Artı k ağ artılamaz duruma gelmek.
* (hayvanlar için) İ ki ayrıırktan doğmak.

azman
* Çok gelişmiş .
* Azma.
* Kerestelik tomruk.

azman kaya
* Kaya balı
ğı

n bir çeş
idi.

azmanlaş
ma
* Azmanlaş
mak iş
i.

azmanlaş
mak
*İrileş
mek, kocaman duruma gelmek.

azmetme
* Azmetmek iş
i.

azmetmek
* Bir iş
teki engelleri yenmeye karar vermişolmak.

azmettirme
* Azmettirmek iş
i.

azmettirmek
* Bir suçu veya herhangi bir iş
i kesinlikle yapması
na karar verdirmek.
azmı
şkudurmuştan beterdir
* "coş
kun ve heyecana kapı
lmı
şkimseyi zaptetmek zordur" anlamı
nda kullanı

r.

aznavur
* Gürcüce, iri "yarı
" "kı


" sinirli, ası
k yüzlü, sert kimse.

aznavur gibi
* zalimce davranan.

aznif
* Bir tür domino oyunu.

azoik
*İçinde fosil bulunmayan (toprak).
* En eski jeolojik (sistem).

azol
* Heterosiklik birleş
iklerin önemli bir sı


na verilen ad.

azonal
* Yeryüzünün herhangi bir noktası
nda enleme bağlıolmaksı

n meydana gelen olay.

azot
* Atom numarası7, atom ağ
ırlı
ğı14,008 olan, havada beş
te dört oranı
nda bulunan, rengi, kokusu, tadı
olmayan element. Kı
saltmasıN.

azotlama
* Azotlamak iş i.
* Azotlu besin almayan bitki veya hayvanları
n dokuları
ndaki serbest azotu tespit etme iş
i.

azotlamak
* Azotla karı
ştı
rmak veya birleş
tirmek.

azotlanmı
ş
* Azotlama iş
lemi yapı
lmı
ş.

azotlu

çinde azot bulunan.

azotometre
* Bir organik maddede bulunan azotun gaz hacmini ayarlamaya yarayan aygı
t.

azotölçer
* Azotometre.

Azrail
* Tanrıbuyruğu ile insanları
n canı
nıalmakla görevli olduğuna inanı
lan melek.

Azrail'e bir can borcu olmak (veya kalmak)


* nasıl olsa öleceğ
ini kabul etmek.
* hiç kimseye borcu kalmamak, bütün borçları
ndan kurtulmak.

Azrail'in elinden kurtulmak


* ölümden kurtulmak.

Azrail'le burun buruna gelmek


* ölümle karş
ıkarşı
ya gelmek.

azvay
* Sarı
sabı
r.
B
* Bor'un kısaltması .
* Basso kısaltması.

b, B
* Türk alfabesinin ikinci harfi. Be adıverilen bu harf, ses bilimi bakı
mından ötümlü, çift dudak patlayı



gösterir.
* Nota iş
aretlerini harflerle gösterme yönteminde İ
ngilizler b harfiyle "si" yi, Almanlar ise "si bemol"ü
gösterirler.

Ba
* Baryum'un kı
saltması
.

baba
* Çocuğ un dünyaya gelmesinde etken olan erkek.
* Çocuğ u olmuşerkek.
* Tarikatların bazı sı
nda tekke büyüğü.
* Bu gibi kimselere verilen unvan.
* Silâh kaçakçı lı
ğı
,kara para aklama ve uyuş turucu madde ticareti gibi kirli ve gizli iş
ler yapan çetenin baş
ı.
* Yaratı cı
, kurucu kimse.
* Gemi veya iskelede halatı n takıldı
ğı yuvarlak baş lı
, iri demir, ağ
aç veya beton dikme.
* Kazı larda çıkarılan toprağın miktarını hesaplayabilmek için yer yer bı rakılan toprak dikme.
* Çatımerteğ i.
* Koruyucu, babalı k duygularıile dolu kimse; bir ülkeye veya bir topluluğ a yararlıolmuşkimse.
* Ata.

baba

baba adam
* Yaş

, ağ
ırbaş

, iyi yürekli, olgun adam.

baba bucağı
* \343 baba ocağ
ı.

baba değil, tı
rabzan babası
* babalı k görevlerini yapmayan babalar için söylenir.

baba evi
* Babadan, dededen kalma ev, toprak, yurt.

baba hindi
*İri ve iyi beslenmişerkek hindi.

baba koruk (veya erik) yer, oğlunun dişi kamaşır


* babanı n yaptığıkötü iş in sı
kıntısı
nıçocuğ
u çeker.

baba mirası
* Babanı
n yaş
adı
ğıdönemden kalan değerli mal veya dost.

baba nasihati
* Bir babanı
n verdiğ
i öğ
üt.

baba ocağı
* Babadan, dededen kalma mülk veya bir kimsenin içinde doğup büyüdüğü, yaş
adı
ğıev, toprak ya da yurt,
baba evi, baba bucağ ı
, baba yurdu.

baba oğluna bir bağbağ ışlamı ş; oğul babaya bir salkı


m üzüm vermemiş
* babalar çocuklarıiçin büyük fedakârlı klara katlanı
rlar, ama çocuklar babalarıiçin fedakârlı
kta bulunmazlar.

baba olmak
* (erkek için) çocuk sahibi olmak.
baba tatlı

* Bir çeş
it hamur tatlı

,şambaba.

baba yadigârı
* Babadan kalan, baba döneminde yapı
lmı
ş, babanı
n hatı
rası
nıtaş
ıyan.

baba yurdu
* Baba evi, baba ocağı
.

babaanne
* (çocuğ
a göre) Babanı
n annesi.

babaca
* Baba gibi, babaya yakı
n.

babacan
* Cana yakı
n, olgun, hoş
görülü, iyi kalpli, güvenilir (erkek).

babacanca
* Sevgi ve sevecenlikle, cana yakı
n olarak.

babacanlaş ma
* Babacanlaş
mak iş
i veya durumu.

babacanlaş mak
* Babacan duruma gelmek.

babacanlı
k
* Babacan olma durumu, cana yakı
nlı
k.

babacı
k
* Küçük baba.
* Sevimli, hoş
, sempatik baba.

babacı
l
* Babası
nıçok seven, babası
na çok düş
kün olan.

babacılık
* Devletin türlü sı

flar üzerinde babalı
k ederek bu sı
nıflar arası
nda denge kurmaya çalı
şmasıiş
lemi,
paternalizm.

babaç
* Erkek kümes hayvanları
nın en iri ve yaş
lıolanı
.

babaçko
* (kadı
n için) Güçlü ve gösteriş
li, iri yarı
.

babadan babaya
* dedelere doğru zincirleme.

babadan oğula
* torunlara doğru zincirleme.
* ataları
ndan beri.

babafingo
* Yelkenli gemilerde direklerin ve gabyanı
n üstünde bulunan en yüksek bölüm.

Babaî
* Babaîlik mezhebinden olan kimse.

Babaîlik
* XIII. yüzyı
lda Baba İ
shak'ı
n kurduğ
u mezhep.
babaköş
* Ayaksı
z olduğu için yı
lan sanı
lan, solucanla beslenen bir tür kertenkele (Anguis fragilis).

babalanma
* Babalanmak iş
i.

babalanmak
* Babalarıtutmak, öfkelenmek.
* Diklenmek, kabadayı ca davranmak.

babaları
mız
* bizden, bizim kuş
aktan öncekiler.

babalı
* Babasıolan.

babalı
* Zaman zaman sinir nöbeti geçiren.

babalı
k
* Baba olma durumu.
* Üvey baba.
* Kayın baba, kayı
n peder.
* Yaşlıveya küçümsenen adamlara seslenme olarak kullanı

r.

babalı
k etmek
* baba gibi davranmak.

babalı
k fı

n has işler
* babasının parasıile geçinenlere sitem olarak kullanı

r.

babam!
* teklifsiz bir seslenme sözü.
* tekrarlanan iki emir kipi arası
na getirilerek iş
in sürekliliğini anlatmaya yarar.

babamı
n (veya ustamı
n) adıHıdır, elimden gelen budur
* gücüm ancak bu kadarınıyapmaya yeter.

babana rahmet
* yapı
lan bir iş
, bir davranı
şkarş
ısı
nda "Allah senden razıolsun." anlamı
nda kullanı
lan bir söz.

babasıtutmak (veya babalarıüstünde olmak)


* gibi deyimlerde "çok öfkelenmek, öfkesi her hâliyle belli olmak" anlamı
nda geçer.

babası
na çekmek
* her yönü ile tamamen babaya benzemek.

babası
na rahmet okumak
* hakkı
nda iyilik düş
ünmemek.

babası
nın (veya babaları
nın) çiftliğ
i
* bir malıveya kuruluş u yalnı
zca kendi çı
karları
na araç yapmak.

babası
nın hayrına
* hiçbir çı
kar gözetmeksizin.

babası
nın oğlu
* her yönüyle babası
na benzeyen erkek çocuk.

babası
z
* Babasıölmüşçocuk, yetim.
babayani
* Gösteriş
i ve özentisi olmayan.

babayanilik
* Babayani olma durumu.

babayiğ
it
* Güçlü kuvvetli.
* Mert, korkusuz adam, kabadayı.
* Bir giriş
imde kendine güvenebilecek durumda olan.

babayiğ
itlik
* Babayiğit olma durumu, babayiğitçe davranı
ş, kabadayı

k.

Babı
âli
* Osmanlıimparatorluğ u döneminde İ stanbul'da sadaret (Baş bakanlı
k), dahiliye ve hariciye nezaretleri (İ
ç

leri ve Dışişleri bakanlı
kları
) ile ŞûrayıDevlet (Danıştay) dairelerinin bulunduğ u yapı.
*İ stanbul'da bu çevredeki bası n.
* Osmanlıhükûmeti.

babı
nda
* Konusunda.

babı
ndan
* Bkz. babı
nda.

Babî
* "Bâb'a ait" Babîlik yanlı

.

Babîlik
* XIX. yüzyı
lda, İ
ran'da Ali Muhammed Bab'ı
n kurduğ
u dinî öğreti.

baca
* Dumanıocaktan çekip havaya vermeye yarayan maden veya kâgir yol.
* Su yolu, lâğı
m, maden ocağı
gibi yer altı
yapı
ları

n hava deliği.

baca baş
ı
* Ocağ
ın üstündeki taşraf.

baca kulağı
* Ocağ
ın iki yanı
nda taş
tan yapı
lmı
şufak raf.

baca tomruğu
* Bacanı
n damdan yukarı
bölümü.

bacak
* Vücudun kası ktan tabana kadar olan bölümü.
* Hayvanlarda yürümeye veya atlamaya yarayan organ.
* Bazış
eylerin yerden yüksekçe durması nısağlayan dayak, destek veya bunlardan her biri, ayak.
* Oyun kâğıtları
nda, oğlan, vale.

bacak bacak üstüne atmak


* otururken bir bacağ
ınıötekinin üstüne koyarak oturmak.

bacak kadar
* ufacı
k.

bacak kadar boyu var, türlü türlü huyu var


* daha küçük, ama değ işik, herkesten farklıalı
şkanlı
klar, huylar edinmiş
.

bacak kalemi
* Kaval kemiği.

bacakkı
ran
* Nemli bölgelerde yetiş
en yeş
ilimsi sarı
çiçekli bir bitki (Narthecium).

bacaklarıkopmak
* çok yorulmak.

bacaklarıtutmamak
* ayakları
nın üzerine bası
p yürüyemeyecek duruma gelmek.

bacaklı
* Bacağıolan.
* Bacaklarıuzun olan, uzun boylu.
* Felemenk altı
nına verilen ad.

bacaklı
yazı

ri ve okunaklıyazı
.

bacaklı
k
* Özellikle hokey oyuncuları
nın giydikleri deriden yapı
lmı
şkoruyucu.

bacaksı
z
* Bacağıolmayan.
* Bacaklarıkı
sa olan, kısa boylu, bodur.
* Yaşı
ndan büyük iş lere kalkı
şan çocuklar için söylenir.

bacanak
* Karı
larıkardeşolan erkeklerden her biri.
* Dost, arkadaş
.

bacanaklı
k
* Bacanak olma durumu.

bacasıtütmek
* (aile için) yaş
amasısürüp gitmek.

bacasıtütmez olmak
* (aile için) dağ
ılmak veya iş
i bozulmak.

bacı
* Büyük kı z kardeş, abla.
* Kız kardeş .
* Bir evde uzun zaman çalı şmı
şyaş
lıkadı
nlara (daha çok yaş
lızenci kadı
nlara) verilen unvan.
* Tarikat ş
eyhlerinin karı sı
.

baç
* Osmanlıİ mparatorluğunda gümrük vergisi.
* Zorla alı
nan para, haraç.

-baç
* Fiilden isim türeten -maç/-meç ekinin türü.

baççı
* Baç alan kimse.

baççı

k
* Baç alma iş
i veya görevi.

bad
* Yel, rüzgâr.
badana
* Duvarlarıboyamak için kullanı
lan sulandı

lmı
şkireç veya boya.

badana etmek (veya vurmak)


* badanalamak, badana yapmak.

badanacı
* Geçimini badana yapmakla kazanan kimse.

badanacı
lık
* Badanacı
nın yaptı
ğıiş
.

badanalama
* Badanalamak iş
i.

badanalamak
* Duvarlarıboyamak için sulandı

lmı
şkireç veya plâstik boya sürmek.

badanalanma
* Badanalanmak iş
i.

badanalanmak
* Badana yapı
lmak.

badanalatma
* Badanalatmak iş
i.

badanalatmak
* Badanalamak iş
ini yaptı
rmak.

badanalı
* Badana edilmişolan.
* Yüzüne çok pudra ve boya sürmüşolan (kadı
n).

badanası
z
* Badana edilmemiş
.
* Badanasıbozulmuş .

badas
* Harman kaldı

ldı
ktan sonra yerde kalan toprak, çöp ve samanla karı
şı
k tahı
l taneleri, harman döküntüsü.

badat
* Birleş
ikgillerden, ş
ekeri çok, bir tür yer elması
.

bade
* Şarap, içki.

badehu
* Ondan sonra.

badeli
* Aş
k badesi içmişkimse.

badeli âş
ık
* Düş
ünde bir pirin elinden aş
k badesi içerek saz çalı
p söyleyen halk ş
airi.

badem
* Gülgillerden, yurdumuzun her yerinde yetiş
en ağ
aç (Amygdalus communis).
* Bu ağacı n yaşveya kuru yenilen yemiş
i.

badem ağ
acı
* Gülgillerden ilkbaharda beyaz ve pembe renkli çiçekler açan yüksekçe bir bitki, badem (Amygdalus
communis ve Prunus amygdalus).

badem bı
yık
* Badem içi biçiminde üst dudağ
ın her iki yanı
nda yer alan bı

k.

badem ezmesi
* Ezilmişbademle yapı
lan ş
ekerleme.

badem gibi
* (salatalı
k için) taze ve gevrek.

badem gözlü
* Badem içi biçiminde iri göz.

badem içi
* Bademin dı
şkabuğ
u alı
ndı
ktan sonra kalan içi.

badem kürk
* Tilki postunun yalnı
z bacak kesiminden yapı
lan kürk.

badem parmak
* Baş
parmak.

badem ş
ekeri
*İnce bir ş
eker tabakası
yla kaplanmı
şiç badem.

badem tı
rnak
* Badem biçiminde uzunca tı
rnak.

badem yağı
* Bademden çı
karı
lan ve deri, kösele gibi ş
eyleri yumuş
atmak için kullanı
lan yağ
.

badema
* Bundan sonra, bundan böyle.

bademci
* Badem satan kimse.

bademcik
* Boğ
azı
n iki yanı
nda birer tane bulunan, badem biçimindeki organ.

bademli

çinde badem bulunan yiyecek.

bademlik
* Badem ağaçları
çok olan yer, badem bahçesi.

bademsi
* Badem biçiminde olan.

baderna
* Halatı
n aş
ınabilecek yerine sarı
lan bez, halat sargı

.

badı
ç
* Bakla, fasulye, bezelye gibi taze sebzelerde, içinde tohumları
n sı
ralanmı
şbulunduğ
u kabuk.

badı
saba
* Sabah vakti esen ve ruhu okş
ayan, gönle ferahlı
k veren hafif rüzgâr.

badi
* Ördek.
badi badi yürümek (veya gitmek, koş mak)
* ördek gibi iki yana sallanarak yürümek (gitmek).

badik
* Ördek; palaz.
* Kı
sa boylu.

badikleme
* Badiklemek iş
i.

badiklemek
* Ördek gibi iki yana sallana sallana yürümek.

badikleş
me
* Badikleş
mek durumu.

badikleş
mek
* Ördek gibi sağa sol yalpa vurarak yürüme eğ
ilimi göstermek.

badire
* Birdenbire ortaya çı
kan tehlikeli durum.

badiye
* Çöl.

badminton
* Tenise benzeyen ve bir tür tüylü topla oynanan oyun.

badya
* Ağzıgeniş
, yayvan, büyükçe su kabı
.

bagaj
* Yolcu yükü.
* Tren, vapur gibi taş
ıtlarda yolcuları
n yüklerinin konulduğu yer.
* Otomobillerin yük konulabilen, genellikle arkada olan bölümleri.

bagaj kapağı
* Otomobillerde içine yük konulabilen bagajlarıkapatmaya veya kilitlemeye yarayan bölüm.

bagaj kilidi
* Bagaj kapağ
ınıkilitlemeye yarayan alet.

bagaj memuru
* Toplu taş
ım yerlerinde ve araçları
nda bagaj iş
lerini yürütmekle görevli kimse.

baget
*İ nce, kısa değ nek.
* Tıraşlanmı ş, dikdörtgen biçiminde değerli taş
.
* Düş ük gramajlıküçük boy ekmek.

bagetli
* Bageti olan.

bağ
* Bir ş eyi baş ka bir ş
eye veya birçok ş eyi topluca birbirine tutturmak için kullanı
lan ip, sicim, ş
erit, tel gibi
düğümlenebilir nesne.
* Sargı .
* Bağ lam, deste, demet.
*İ lgi, iliş
ki, rabıta.
* Kemikleri birbirine bağ lamaya, iç organlarıyerinde tutmaya yarayan lif demeti.
bağ
* Üzüm kütüklerinin dikili bulunduğ
u toprak parçası
.
* Meyve bahçesi.

bağbahçe
* Bahçe gibi taş
ınmaz mal.

bağbı çağ
ı
* Bağve bahçelerde yetiş
en meyve fidanları
nı, bitki ve özellikle üzüm kütüklerini budamaya yarayan kesici
alet.

bağbozmak
* bağ
ın üzümlerini toplamak.

bağbozumu
* Bağda ürünün toplanması.
* Bu iş
in yapı
ldı
ğ ımevsim, güz, sonbahar.

bağbudamak
* bağ
daki üzüm kütüklerini budamak.

bağçubuğu
* Asma fidesi.

bağdoku
* Hücre sayı
sıaz, hücre arasımaddesi çok ve genel olarak diğer dokularıbirbirine bağlayarak destek görevi
yapan doku.

bağfiil
* Fiillerin zarf olarak kullanı
lan ş
ekilleri, ulaç, zarf fiil: gül-e gül-e, koş
-arak, otur-up vb.

bağa
* Kaplumbağ a.
* Deniz kaplumbağası
nın kabuğ
u.
* Kaplumbağ a kabuğ
u.
* Kaplumbağ a kabuğ
undan yapılmı
şveya bu kabuğ
u andı

r biçimde olan.
* Ur.

bağa bak, üzüm olsun, yemeye yüzün olsun


* kiş
i, karş
ılı
k beklediğ
i iş
ten istediğ
ini alabilmek için gereken harcamalarıyapmalı
dır.

bağan
* Vakti gelmeden ölü doğan yavru, düş
ük.
* Ölü doğ an kuzunun derisi.

bağboğan
* Küsküt, ş
eytansaçı
.

bağcı
* Bağyetiştirip ürününü satan kimse.
* Bağlayan veya soğ uk haddehaneden çı
kan metal ş
erit bobinlere bant yapı
ştı
ran (kimse).

bağcı
k
* Bağ
lama iş
inde kullanı
lan ş
erit biçiminde bağ
.

bağcı
klı
* Bağ
ıolan, bulunan.

bağcı
ksı
z
* Bağ
ıolmayan, bağsı
z.

bağcı

k
* Bağyetiş
tirme ve ürününü satma iş
i.

Bağ
dad'ıtamir etmek
* karnınıdoyurmak.

bağdadî
* Ağaç direkler üzerine çakılmı
şçı
talara sı
va vurularak yapı
lan (duvar veya tavan).
* Yapı
larda kullanılan çıta.

bağdalama
* Bağ
dalamak iş
i.

bağdalamak
* Düş
ürmek için ayağ
ınıbirinin ayakları
na takmak, çelme atmak.

bağdama
* Bağ
damak iş
i.

bağdamak
* Birkaç ş
eyi birbirine geçirerek bağlamak.
*İ çinden çı
kılmayacak bir duruma getirmek, kör düğüm etmek.

bağdaş
* Sağayağ
ısol uyluğ
un, sol ayağ
ısağuyluğ
un altı
na alarak oturma biçimi.

bağdaşkurmak
* bu biçimde oturmak.

bağdaş
ık
* Her yeri aynıözelliğ
i gösteren, mütecanis, homojen.

bağdaş
ıklaşma
* Bağdaş
ıklaş
mak durumu.

bağdaş
ıklaşmak
* Aynıözelliğ
i göstermek, homojen duruma gelmek.

bağdaş
ıklaştı
rma
* Bağdaş
ıklaş

rmak iş
i.

bağdaş
ıklaştı
rmak
* Bağdaşı
k duruma getirmek, homojenleş
tirmek.

bağdaş
ıklı
k
* Bağ
daş
ık olma durumu, homojenlik.

bağdaş
ılma
* Bağ
daş
ılmak iş
i.

bağdaş
ılmak
* Bağ
daş
mak iş
ine konu olmak.

bağdaş
ım
* Tutarlı
k, tutarlı

k, insicam.

bağdaş
ma
* Bağ
daş
mak iş
i, imtizaç.

bağdaş
mak
* Anlaş
mak, uzlaşmak, uymak, imtizaç etmek.
* Çocuk oyunları
nda arkadaşolmak.
* Bağdaşkurup oturmak.
bağdaş
maz
* Uyuş
maz, tutarsı
z.

bağdaş
mazlık
* Uyuş
mazlı
k, geçimsizlik.

bağdaş



* Bağ
daş
ma sağ
layan.

bağdaş

rma
* Bağ
daş

rmak iş
i.

bağdaş

rmacı
* Bağ
daş

rmacı

k yanlı
sıkimse.

bağdaş

rmacılı
k
* Pek çok değiş
ik öğ retiyi birleştirmeyi amaçlayan felsefî veya dinî öğ reti.
* Farklıkökenlere sahip değiş ik kültür özelliklerini birleş
tirme veya kaynaş tı
rma iş
i.

bağdaş

rmak
* Bağ
daş
ması
nısağlamak.

bağı
* Büyü, sihir.

bağı

* Büyücü.
* Baştan çı
karı

.

bağı
l
* Görece, izafî.
* Başka bir cisme uyarak sürüklenen, aynızamanda kendine özgü bir kı
mıldanı
şıda bulunan bir cismin
görünürdeki bu kımı ldanış
ının niteliği, izafî.

bağı
l değer
* Bir aritmetik sayı

nın, önüne + ve - işaretleri yazıldı
ktan sonraki değeri.
* Bir sayını
n rakamlarından her birinin bulunduğ u basamağa göre aldığıdeğer, izafî değ
er.

bağıl nem
* Bir metre küp hava içinde bulunan su buharıağ
ırlı
ğı
nın, aynış
artlardaki havanı
n doymuşsu buharı
nın
ağı
rlığına oranı.

bağı
ldak
* Beş
ikteki çocuğun düşmemesi için beşiğe sarı

p bağlanan, kumaş
tan yapı
lmı
şenli bağ.
* Kadınları
n âdet zamanı
nda bağladıklarıbez.

bağı
llı
k
* Görece olma durumu, izafiyet, rölâtivite.

bağı
m
* Bir ş
eyin veya bir kimsenin gücü ve etkisi altı
nda bulunma durumu, tâbiiyet.

bağı
mlama
* Bağ
ımlamak iş
i.

bağı
mlamak
* Bir ş
eyi bağ
ım altı
na sokmak, etkisi altı
nda tutmak.

bağı
mlaş
ma
* Bağ
ımla ş
mak iş
i.
bağı
mlaş
mak
* Bir ş
eye veya bir kimseye tamamen bağ
ımlı
olmak.

bağı
mlı
* Baş
ka bir ş
eyin istemine, gücüne veya yardı
mına bağlıolan, özgürlüğü, özerkliği olmayan, tâbi.

bağı
mlısı
ralı
cümle
* Anlam bakı
mından birbirine bağ
lıolan ve özneleri, tümleçleri veya yüklemleri ortak olan cümle.

bağı
mlı

k
* Bağ
ımlıolma durumu, tâbiiyet.

bağı
msı z
* Davranı
şlarını , tutumunu, giriş imlerini herhangi bir gücün etkisinde kalmadan düzenleyebilen, hür, özgür,
müstakil.
* Herhangi bir kuruluş a, partiye bağlıolmayan kimse.

bağı
msı
z milletvekili
* Herhangi bir partinin adayıolmadan seçilen veya herhangi bir partiye bağ
lıolmayan milletvekili, bağı
msı
z.

bağı
msı
z sıralıcümle
* Anlam bakımı
ndan birbirine bağ
lıolduğu hâlde özneleri, tümleçleri, yüklemleri ayrıolan cümle.

bağı
msı
zlaşma
* Bağı
msı
zlaş
mak iş
i.

bağı
msı
zlaşmak
* Bağ
ımsı
z duruma gelmek.

bağı
msı
zlaştı
rma
* Bağı
msı
zlaş

rmak iş
i.

bağı
msı
zlaştı
rmak
* Bağı
msız duruma getirmek.

bağı
msı
zlık
* Bağ
ımsı
z olma durumu veya niteliği, istiklâl.

bağı
n

nşaatta veya kazısı
rası
nda toprağı
n çökmesini önlemek için yerleş
tirilen parça veya dayak.

bağı
n vurmak
* kazıduvarları
nın çökmemesi için bağ
ınlarla desteklemek.

bağı
ntı
* Bir nesneyi baş ka bir nesne ile uyarlıkılan bağ.
* Eş yayı, kavramlarıveya tasarı mlarıbirlik, bağlı
lık, birliktelik gibi durumlarda toplayan görünüşveya nitelik,
görelik, bağıllı
k, izafet, rölâtivite.
*İ ki veya daha çok nitelik arası nda matematik iş lemleri yardı mıile kurulan bağlılı
k veya eş
itlik.

bağı
ntı

* Bağ
ıntı


k yanlı
sıolan kimse, göreci, rölâtivist.

bağı ntıcılı
k
* Bağ ıntı


k öğretisi; özellikle bilginin bağ
ıntı
lıolduğunu ileri süren her türlü felsefe öğretisi; görecilik,
izafiye, rölâtivizm.

bağı
ntı

* Varlı
ğıbaş
ka bir ş
eyin varlı
ğı
na bağ
lıbulunan, mutlak olmayan, göreli, izafî, nispî, rölâtif.

bağı
ntı


k
* Var olabilmek veya belirlenebilmek için, bağı
ntıyolu ile baş
ka bir ş
eye bağlıbulunma durumu, görelilik,
izafiyet, rölâtivite.

bağı
r
* Göğüs.
* (ok yayıve dağiçin) Orta bölüm.
* Ciğer, bağ
ırsak gibi vücut boşlukları
nda bulunan organları
n ortak adı
, ahş
a.

bağı
r yeleği
* Eskiden zı
rh altı
na giyilen, köseleden yapı
lmı
şyelek.

bağı
rdak
* Bağ
ıldak.

bağı
rgan
* Bağ
ırı
p çağ
ıran, tepkisini hemen ve sert bir ş
ekilde dı
şa vuran kimse.

bağı
rıyanmak
* üzüntü çekmek, çok acıduymak.
* çok susamışolmak.

bağı

p çağ ı
rmak
* öfkeyle bağ
ırmak.

bağı

ş
* Bağ
ırmak iş
i veya biçimi.

bağı

şçağırı
ş
* Gürültü, ş
amata.
* Gürültüyle, ş
amata ederek.

bağı

şma
* Bkz. bağrı
şma.

bağı

şmak
* Bkz. bağrı
şmak.

bağı
rma
* Bağ
ırmak iş
i.

bağı
rmak
* (insan) Yüksek ve gür ses çı
karmak.
* Kendini belli etmek.
* Yüksek sesle azarlamak.

bağı
rsak
* Sindirim organı
nın mideden anüse kadar olan, ince bağ
ırsak ve kalı
n bağı
rsaktan oluş
an bölümü.

bağı
rsak askısı
*İ nce bağı
rsağ
ıkarnı
n arka bölümüne bağ
layan ve karı
n zarı
nın bir bölümünden oluş
an askı
.

bağı
rsak iltihabı
* Sindirim organı
nda oluş
an iltihabî durum ve buna bağ
lıhastalı
k.

bağı
rsak ingini
* Çoğ unlukla sürgün ve karı
n ağrı
sıile beliren bağı
rsak iltihabı
.

bağı
rsak kazı
ntı

* Kalı
n bağı
rsak hastalı
kları
nda çı
karı
lan sümüksü madde.

bağı
rsak kurdu
* Omurgalı
ları
n ve de özellikle insanları
n bağ
ırsağ
ında yaş
ayan asalak solucan.
bağı
rsak otu
* Farekulağ
ı.

bağırsak solucanı
* Ortalama 25 cm boyunda, insanları
n, özellikle çocukları
n bağı
rsakları
nda asalak olarak yaş
ayan yuvarlak
solucan, askarit.

bağı
rsakları
nıdeşerim
* "canı
na kıyarı
m, öldürürüm" anlamı
nda korkutmak, gözdağ
ıvermek üzere kullanı

r.

bağı
rtı
* Bağ
ırma sesi.

bağı
rtkan
* Çok bağı

p çağı
rmak huyunda olan (kimse).

bağı
rtlak
* Orta büyüklükte, eti sevilen bir cins göçebe ördek (Querquedula).

bağı
rtma
* Bağ
ırtmak iş
i.

bağı
rtmak
* Bağ ı
rması na yol açmak.
* Bir haberi, bir isteğ
i, birinin aracı

ğı
yla duyurmak.

bağı
ş
* Bağ
ışlamak işi veya biçimi.
* Bağ
ışlanan şey, hibe, teberru.

bağı
şçı
* Bağ
ışyapan kimse.

bağı
şı
k
* Herhangi bir ödevin veya yükümlülüğün dı şında kalan, muaf.
* Bazımikroplara karşıaşıveya doğal yolla direnç kazanmı şolan.

bağı
şı
klı
k
* Bir ödevin veya yükümlülüğün dı
şında kalma durumu, muafiyet.
* Bazımikroplara karş ıaş
ıveya doğal yolla kazanı
lmı
şdirenç durumu.

bağışıklı
k bilimi
* Bağ ı
ş ı
klık olayları
nın ortaya çı
kma ş
artları

, geliş
imini, alı
nabilecek önlemleri ve yapı
labilecek tedaviyi
inceleyen tı
p dalı, immünoloji.

bağı
şlama
* Bağı
ş lamak iş
i, affetme, af.
* Hibe etme.

bağı
şlamak
* Bir mal veya hakkıkarşılı
k beklemeden birine vermek, teberru etmek.
* Herhangi bir kötü davranışiçin ceza vermekten vazgeçmek, affetmek.
* Görevden çekmek, almak.
* Deyimlerde "Tanrıesirgesin, ayırması n" gibi anlamlarda kullanı

r.

bağı
şlamamak
* karş
ısı
ndakinin yanlı
şı
ndan, kusurundan doğ
acak fı
rsatlarıkaçı
rmamak, acı
madan değerlendirmek.

bağı
şlanma
* Bağ
ışlanmak iş
i, affedilme.
bağı
şlanmak
* Bağ
ışlamak iş
ine konu olmak, affa uğramak, affedilmek, affolunmak.

bağı
şlatma
* Bağ
ışlatmak iş
i.

bağı
şlatmak
* Bağ
ışlamak iş
ini yaptı
rmak.

bağı
şlayı

* Bağ
ışlayan.

bağı
t
* Sözleş
me, akit, mukavele, kontrat.

bağı
tçı
* Bağ
ıt yapanlardan her biri, âkit.

bağı
tlanma
* Bağ
ıtlanmak iş
i veya durumu.

bağı
tlanmak
* Bağ
ıt ile sonuçlanmak.

bağı
tlaş
ma
* Bağ
ıtlaş
mak iş
i veya durumu.

bağı
tlaş
mak
* Araları
nda bağı
t yapmak.

bağı
tlı
* Bağ
ıtla, sözleş
me ile bağlanmı
şolan.

bağkesen
* Makaslıböcek.

bağlaç
* Eşgörevli kelimeleri veya önermeleri birbirine bağlayan kelime türü, rabı
t: Ve, ya, veya, ya da birer
bağlaçtı
r.

bağlaç grubu
* Bağ
laç öbeği.

bağlaç öbeği
* Bağ
laçla veya bağlaçsı
z birbirine bağ
lanmı
şolan, aynınitelikte iki veya daha çok kelimeden oluş
an öbek.

bağlaçlı
* Bağ
lacı
olan.

bağlaçlıtamlama
*İsimleri, sı
fatlarıarası
na bağlaç alan isim veya sı
fat tamlaması
.

bağlaçlıyan cümle
* Birleş
ik cümlelerde ki bağlacı
yla temel cümleye bağ
lanan yan cümle.

bağladı
ğıyerde otlamak
* Bkz. bıraktı
ğı
m (bı
raktı
ğı
) bağ
ladı
ğı
m (bağ
ladı
ğı
) yerde (çayı
rda) otluyorsun (otluyor).

bağlam
* Cinsleri aynıveya birbirine yakı n olan şeylerin bir arada bağ
lanmı şı
, demet, deste.
* Bir ş
iirdeki dörtlüklerin her biri, bent.
* (herhangi bir olguda) Olaylar, durumlar, ilişkiler örgüsü veya bağlantısı
, kontekst.
* Bir dil birimini çevreleyen, ondan önce veya sonra gelen, birçok durumda söz konusu birimi etkileyen,
onun anlamını , değerini belirleyen birim veya birimler bütünü, kontekst.

bağlama
* Bağlamak iş i.
* Üç çift telli olan ve mı zrapla çalı
nan bir saz.
* Yapılarda duvarları birbirine bağlayan kiriş
, putrel vb.

bağlama zarf fiili


* Ve bağ lacıgörevinde kullanı larak, kendinden sonraki çekimli fiile veya fiilimsiye zaman ve kiş
i
bakımları
ndan uyan -ı p ekini almı
şfiil: Gelip gitti (Geldi ve gitti) Gülüp geçti (Güldü ve geçti) gibi.

bağlamacı
* Bağ
lama yapan veya satan kimse.
* Bağ
lama çalan kimse.

bağlamacı
lık
* Bağ
lamacı
nın iş
i veya mesleğ
i.

bağlamak
* Bağveya baş ka bir araçla tutturmak.
* Düğ ümlemek.
* (yara için) İlâç koyup bezle sarmak.
* Denk yapmak, paket yapmak.
* Oluş mak, tutmak, meydana gelmek.
* Bir işveya kimse için ayı rmak, tahsis etmek.
* (bir işiçin) Anlaş ma yapmak.
* Birinde bir ş eye karş ıilgi, istek uyandırarak o ş
eye ilgi, yakı
nlı
k duyması
nısağlamak.
* Uyulmasızorunlu olmak.
* Baş ka bir işle uğraş amaz durumda olmak.
* Sona erdirmek, bitirmek, tamamlamak.
* Gönlünü kazanmak.
* Bütün ilgisini bir yerde yoğ unlaş tı
rmak.
* Geçiş i engellemek.

bağlamalı
k
* Bağ
lama yapmaya yarayan.

bağlamsal
* Bağ
lam ile ilgili.

bağlamsal anlam
* Bir sözün kullanı
lan veya amaçlanan bağ
lama göre anlam kazanması
.

bağlanak
* Bağ
lanı
lacak ş
ey, bağlantı
, irtibat.

bağlanı
m
* Bağ lanmak iş i veya biçimi.
* (siyasî veya sosyal konularda) Yan tutma.

bağlanı
ş
* Bağ
lanmak iş
i veya biçimi.

bağlanma
* Bağ
lanmak iş
i.

bağlanmak
* Bağlamak işine konu olmak.
* Sevmek, içten bağ lıolmak.
* Beklenen şey elde edilmez olmak.
* Yalnızca belli bir işle uğraşmak.
* Bir ş
ey bir kimseye ayrı
lmak, tahsis edilmek.

bağlantı

ki veya daha çok ş eyin birbiriyle bağlı
, iliş
ik veya ilgili bulunması
, irtibat.

ki şey arası
nda iliş
ki sağlayan bağ .

bağlantıborusu
* Katlardaki pis ve kirli suları
toplayan, kolona ileten boru.

bağlantıkurmak
* irtibat sağlamak.
* haberleş me sağlamak.

bağlantıünlüsü
* Bkz. bağlayı
cıünlü.

bağlantıünsüzü
* Bkz. bağlayı
cıünsüz.

bağlantıyapmak
* iliş
ki kurmak; anlaş
ma, sözleş
me yapmak.

bağlantı

* Araları
nda bağlantıbulunan, irtibatlı
, rabı
talı
.

bağlantı

z
* Aralarında bağlantıbulunmayan.
* Askerî, siyasî yönden hiçbir bloka bağlıolmayan (ülke), bloksuz.

bağlantı

z ülkeler
* Bağlantısı
zlı
k siyaseti izleyen ülkeler, bloksuz ülkeler.

bağlantı

zlı
k
* Bağ
lantı

z olma durumu.

bağlantı

zlı
k politikası
* Askerî, siyasî yönden hiçbir bloka girmeme siyaseti.

bağlantı

zlı
k siyaseti
* Bağ lantı
sı z ülkelerin izlediğ
i siyaset.

bağlaş
ık
* Araları
nda anlaşma veya sözleş me sağlanmışolan (kimse veya topluluk), müttefik.
* Sonuç, sebep gibi birbiriyle sı
kısı
kıya bağ
lıve karşı
lıklıbağı
mlıolan (nesne, terim).

bağlaş
ıklı
k
* Bağ
laş
ık olma durumu.

bağlaş
ım
* Eşleme.
* Araları
nda ortak çı
kar bulunan devletler iliş
kisi.

bağlaş
ımlı
* Araları
nda karş
ılı
klıdestek ve bağı
mlı

k bulunan.

bağlaş
ma
* Bağ
laş
mak iş
i, ittifak.

bağlaş
mak
* Bir ş
ey yapmak için birbirine antlaş
ma veya sözleş
me ile bağlanmak, ittifak etmek.

bağlatma
* Bağ
latmak iş
i.

bağlatmak
* Bağ
lamak iş
ini yaptı
rmak.

bağlayı

* Bağlama niteliğ
i olan.
* Bağlamaya ve birleştirmeye yarayan: "Ve" bağ
layı
cıbir edattı
r.
* Uyulmasızorunlu.

bağlayı cıünlü
* Ünsüzle biten kelime kök ve gövdelerine ünsüz ile baş
layan eklerin getirilmesi sı
rası
nda ve kök ile eki
birbirine bağlayan ünlü: al-ı
-r, aç-ı
-l-mak, gec-i-k-mek vb.

bağlayı
cıünsüz
* Ünlü ile biten kelime kök ve gövdelerine ünlü ile baş
layan bir ek eklendiğinde araya giren y ünsüzü,
koruyucu ünsüz: okul-da-y-ı m, eski-y-ince vb.

bağlı
* Bir bağile tutturulmuşolan.
* Gerçekleş mesi bir şartıgerektiren, tâbi, vabeste.
* Bir kimseye, bir düş ünceye, bir hatı raya saygıveya aşk gibi duygularla bağ
lanan, tutkun.
* Sınırlanmı ş, sı
nırlı
.
* Kapatı lmışolan, kapalı .
* Bir kuruluş un yetkisi altında bulunan.
* Bir halk inanı ş
ına göre, büyü etkisiyle cinsel güçten yoksun edilmiş(erkek).
* Sadı k.

bağlıkalmak
* uymak, tâbi olmak.

bağlıkredi
* Kredi açan ülkeden mal veya hizmet satı
n alı
nması
şartıile sağlanan kredi.

bağlıolmak
* tâbi bulunmak.

bağlısu
* Ağaçta hücre zarı
nın emdiğ
i ve taş
ıdı
ğısu.

bağlı
k
* Bağyeri, üzüm bağ
larıçok olan (yer).

bağlı
k bahçelik,-ğ i
* Bağ ı, bahçesi zengin ve bol olan (yer).

bağlı
laş
ık
* Biri ötekine bağlıolarak var olan; biri olmadan öteki düş
ünülemeyen iki ş
eyin, bu iliş
ki yönünden durumu.

bağlı
laş
ım
*İki veya daha fazla değiş ken arası ndaki bağı ntı
.
* Organizmanı n değ işik yapı, özellik ve olaylarında görülen karş
ılı
klı
ilgi, korelâsyon.

bağlı
laş
ma
* Bağ

laş
mak iş
i.

bağlı
laş
mak
*İki ş
ey arası
nda karş
ılı
klı
bağ
ıntıolmak veya bağlı

k kurmak.

bağlı

k
* Bağ lıolma durumu, merbutiyet.
* Birine karş
ı, sevgi, saygıile yakı
nlı
k duyma ve gösterme, sadakat.
* Bkz. Bağlı
laş
ım.

bağnaz
* Bir düş
ünceye, bir inanı
şa aş
ırıölçüde bağlanı
p ondan baş
ka bir düş
ünce ve inanı
şıkabul etmeyen,
mutaassı
p.

bağnazlaş
ma
* Bağ
nazlaş
mak durumu.

bağnazlaş
mak
* Bağ
naz duruma gelmek.

bağnazlı
k
* Bağ naz olma durumu, bağnazca davranı ş, taassup.
* Bir düşünceye, bir inanı
şa aş
ırıölçüde bağlanı p ondan baş
kası
nıdüş
ünmeme durumu, taassup.

bağrıyanı
k
* Çok dert, acı
, sı

ntıçekmiş
.

bağrıyufka
* Yufka yürekli, merhametli.

bağrı
kara

skete kuş
unun bir türü (Saxicola torquata).

bağrı
na basmak
* kucaklamak.
* biriyle ilgilenerek onu koruyup kayı
rmak, yetiş
tirmek.

bağrı
na taşbasmak
* sesini çı
karmaksı

n her türlü acı
ya katlanmak.

bağrı
nıdelmek
* çok dokunmak, içine iş
lemek.

bağrı
nıezmek
* üzülmek, dertlenmek.

bağrı
ş
* Bağ
ırmak iş
i veya biçimi.

bağrı
şçağ
rış
* Gürültü, ş
amata.
* Gürültüyle, ş
amata ederek.

bağrı
şa çağ rı
şa
* Büyük gürültü ederek, bağı
rarak çağı
rarak.

bağrı
şma
* Bağ
rış
mak iş
i, birlikte bağ
ırma.

bağrı
şmak
* Birlikte veya karş
ılı
klıbağı
rmak.

bağrı
ştı
rma
* Bağ
rış

rmak iş
i veya durumu.

bağrı
ştı
rmak
* Bağ
ırması
na yol açmak, hep birden bağı
rtmak.

bağsı
z
* Bağ
ıbulunmayan.
baha
* Paha.

baha biçmek
* değ
erini belirlemek.

bahadı
r
* Savaş
larda, çarpı
şmalarda gücü ve yı
lmazlı
ğı
yla üstünlük kazanan veya yiğ
itlik gösteren (kimse).

bahadı
rlı
k
* Bahadı
r olma özelliğ
i, durumu.

Bahaî
* Bahaîlik yanlı
sıkimse.

Bahaîlik
* XIX. yüzyı
lda Babîlikten doğ
muşolan, İ
ran'dan baş
ka Avrupa ve Amerika'da da yayı
lmı
şbir din.

bahane
* Bir ş
eyin gerçek sebebi gizlenerek ileri sürülen sözde sebep.

bahane aramak
* bir iş
i yapmamak için sebep aramak.

bahane bulmak
* bir iş
i yapmak veya yapmamak için sözde sebep göstermek.

bahane etmek
* herhangi bir ş
eyi sebep olarak ileri sürmek.

bahaneli
* Bahanesi olan.

bahanesiz
* Bahanesi olmayan.

bahar
* Kuzey yarım küre için, 21 Martta gündüz gece eş itliğiyle baş
layarak 22 Haziranda gün dönümü ile biten,

şve yaz arası
ndaki mevsim; ilkyaz, ilkbahar.
* Bu mevsimde ağ açlarda açan çiçekler ve yapraklar.
* Gençlik çağı
.

bahar
* Yiyecek ve içeceklere hoşkoku ve tat vermek için kullanı
lan tarçı
n, karanfil, zencefil, karabiber gibi
maddeler.

bahar bayramı
* Genellikle mayı
s ayı

n ilk günlerinde kutlanan bayram.

bahar dönemi
* Yı
lın kı
ştan sonra gelen ilk ayları
.

bahar nezlesi
* Bkz. saman nezlesi.

bahar noktası
*İ lkbaharda gündüz gece eş
itliğ
i anı
nda güneş
in gök ekvatoru çizgisi üzerinde bulunduğu nokta.

baharat
* Tarçı
n, karanfil, zencefil, karabiber gibi maddelerin toplu adı
.
baharatçı
* Baharat satan kimse.

baharatçı

k
* Baharat satma iş
i.

baharatlandırmak
* Baharat ile süslemek, lezzetlendirmek veya baharat ekmek.

baharatlı
* Baharatıolan.

baharatsı
z
* Baharatıolmayan.

baharcı
* Baharat alı
m satı
mıyla uğraş
an (kimse).

baharıbaşına vurmak
* (alay yollu) gençliğ
in verdiğ
i coş
kuyla gereksiz veya aş
ırıdavranı
şta bulunmak.

bahariye
* Divan edebiyatı
nda, bahar tasviri ile baş
layan kaside.

baharlı

çinde karabiber, karanfil, tarçı
n gibi bahar bulunan.

bahçe
* Sebze yetiştirilen yer, bostan.
* Çiçek ve ağaç yetiş tirilen yer.

bahçe domatesi
* Tarla ve bahçelerde sun'î gübre kullanmadan, doğ
al olarak yetiş
tirilen domates türü.

bahçe kekiği
* Bahçelerde özel yöntemlerle yetiş
tirilen kekik.

bahçe makası
* Çeş
itli ot ve bitkileri düzgün kesmek ve budamak amacı
yla yapı
lan bir makas türü.

bahçe nanesi
* Bahçelerde yetiş
tirilen bir nane türü.

bahçeci
* Çiçek, ağ
aç ve sebze yetiş
tirme iş
iyle uğ
raş
an kimse.

bahçecilik
* Bahçecinin iş
i.
* Bahçe yapma iş i.

bahçeli
* Bahçesi olan.

bahçelik
* Bağ
ları
, bahçeleri olan (yer).

bahçemsi
* Bahçeye benzeyen, bahçe gibi düzenlenmişyer.

bahçesiz
* Bahçesi olmayan.
bahçı
van
* Geçimini bahçe ürünlerini yetiş
tirip satmakla sağlayan kimse.
* Bir bahçenin düzenlenmesi ve bakı mıyla görevli kimse.

bahçı
vanlı
* Bahçı
vanıbulunan.

bahçı
vanlık
* Bahçı
vanı
n yaptı
ğıiş
.

bahir
* Deniz.
* Aruzdaki vezin takı
mlarından her biri.
* Mevlid'in bölümlerinden her biri.

bahis
* Konuş ulan şey, konu.
* Görüş ünde veya iddiası
nda haklıçı kacak tarafa bir ş
ey verilmesini kabul eden sözlü anlaş
ma.
* Söz.
* Bir kitabın bölümlerinden her biri.

bahis açmak (veya açı lmak)


* belli bir konuda konuş
maya baş
lamak (baş
lanı
lmak).

bahis konusu
* Söz konusu.

bahis mevzuu olmak


* üzerinde konuş
ulmak, söz konusu olmak.

bahis tutuşmak
* karş
ılı
klıbahse girmek.

bahisçi
* Oyunlarda veya at yarı
şları
nda yarı
şı
n sonuçları
nıtahmin ederek bahis oynayan veya oynatan kimse,
müş
terek bahisçi.

bahname

çinde cinsel konularla ilgili açı
k saçı
k yazı
ları
n, resimlerin bulunduğ
u eser.

bahrî
* Denizle ilgili.

bahrî
* Yalı
çapkı

.

bahriye
* Bir devletin deniz güçlerinin ve kuruluş
ları

n bütünü.

bahriye çifte tellisi


* Hareketli bir halk oyunu ve ezgisi.

bahriyeli
* Deniz Kuvvetlerine bağlıasker.
* Deniz Harp Okulu öğrencisi.

bahse girmek
* görüş
ünde veya iddiası
nda haklı
çıkacak tarafa bir ş
ey verilmesini kabul eden sözlü anlaş
ma yapmak.

bahsetme
* Bahsetmek iş
i.
bahsetmek
* Bir konu üzerinde söz söylemek, konuş
mak, sözünü etmek.

bahsi geçmek
* bir konu üzerinde konuş
ulmuşolmak.

bahsi kapamak
* bir konu üzerindeki konuş
mayıkesmek.

bahsi kaybetmek
* ileri sürülen, savunulan görüş
ün yanlı
şolduğ
u ortaya çı
kmak.

bahsi kazanmak
* ileri sürülen, savunulan görüş
ün doğ
ru olduğu belli olmak.

bahsi tazelemek
* konuş
mayıaynıkonu üzerine getirmek.

bahş
etme
* Bahş
etmek iş
i.

bahş
etmek
* Bağ
ışlamak, sunmak.

bahş

* Bir hizmet görene hakkı
ndan ayrıolarak verilen para.

bahş
iş(veya beleş
) atın diş
ine bakılmaz
* para verilmeden sağ lanan bir ş
eyin ufak tefek kusurları
nıhoşgörmelidir.

baht
* Olacakların, kaçı
nılmaz olduğunu belirleyen ilâhî iradenin insan için veya bir toplum için çizdiğ
i hayat tarzı
,
kader, talih.
* Şans, mutluluk.

baht iş
i
* Talihe bı
rakı
lmı
ş, talihe bağ
lıiş
.

bahtıaçı
k
* Talihli.

bahtıaçı
k olmak
* bir konuda ş
ansıyaver gitmek, talih yüzüne gülmek.

bahtıaçı
lmak
* talihi dönüp uygun duruma veya arzulanan sonuca gelmek.

bahtıbağlıolmak
* talihi kapalıolmak.
* (kızlar için) evlenecek istekli çı
kmamak.

bahtıkapanmak
* talihsizliğ
e uğ
ramak, istenen sonuca ulaş
mamak.

bahtıkara
* Mutsuz, talihsiz.

bahtıkara olmak
* sürekli olarak talihi yaver gitmemek, mutsuz olmak.

bahtı
na küsmek
* talihsizliğ
inden yakı
nmak.
bahtiyar
* Bahtı
olan, bahtlı
, talihli, mutlu.

bahtiyarlı
k
* Bahtlıolma durumu, mutluluk.

bahtlı
* Bahtı
iyi olan, mutlu, talihli.

bahtsı
z
* Bahtı
kötü olan, mutsuz, talihsiz.

bahtsı
zlı
k
* Bahtsı
z olma durumu, mutsuzluk.

bahusus
* Hele, özellikle, üstelik.

bak bak!

aşma bildirir.

bak!
* işte.
*ş aş ma anlatı
r.
* küçümseme bildirir.

bakaç
* Dürbün.

bakakalma
* Bakakalmak iş
i veya durumu.

bakakalmak
* Şaş
kınlı
ğa uğ
rayı
p ne yapacağ
ını
bilmez durumda kalmak.

bakalı
m (veya bakayı m)
* içinde yer aldı
ğıcümlenin güvensizlik, kuş
ku, merak, uyarma gibi anlamları
nıpekiş
tirir.

bakalit
* Formaldehit ile bir fenolün yoğ
unlaş
ması
sonucu elde edilen yapay reçine.

bakalitli
* Bakalit bulunduran, bakalit kaplamalı
.

bakalorya
* (eskiden üniversite ve yüksek okullara girebilmek için lise öğ
reniminden sonra verilen) Olgunluk sı
navı
.

bakam
* Baklagillerden, odunundan kı
rmı
zıboya çı
karı
lan bir ağ
aç, bakkam (Haematoxylon campechianum).

bakan
* Bakmak iş
ini yapan (kimse).
* Hükûmet işlerinden birini yönetmek için, genellikle milletvekilleri arası
ndan, baş
bakan tarafı
ndan seçilerek
cumhurbaşkanı
nca onaylandıktan sonra işbaşına getirilen yetkili, vekil, nazır.

bakanak
* Gevişgetiren hayvanları
n ayakları

n arkası
ndaki körelmiştı
rnak, kemik çı

ntı

.

bakanlar kurulu
* Başbakan ve bakanlardan oluş
an kurul, hükûmet.
bakanlı
k
* Bakan olanı
n durumu ve görevi, vekillik.
* Bakanın yönetimi altı
ndaki kuruluş
ların bütünü veya bu kuruluş
ları
n bulunduğ
u yer, nezaret, vekâlet.

bakar
* Öküz, sı
ğı
r.

bakar kör
* Gözleri sağ
lam göründüğ ü hâlde göremeyen.
* Çok dikkatsiz (kimse).

bakar mı
sınız?
* seslenme ünlemi.

bakara

skambil kâğ
ıdıile oynanan bir kumar.

bakarak
* göre.

bakarsı
n
* olur ki.

bakaya
* Kalıntılar.
* Askerlik çağına girenlerden son yoklamada bulunarak askere alı nmı şolduklarıhâlde çağ
rıldı
kları
nda
gelmeyen veya gelip de kıtaları
na gitmeden toplandı klarıyerlerden veya yollardan savuşanlar.
* Ait olduğu yıl içinde toplanamayıp ertesi yı
la kalan vergiler.

bakı
* Özellikle dağlı
k yörelerde bir yamacı n güneşış
ınları
na, güneye veya kuzeye karş
ıkonumunu belirleyen,
bunun sonucu olarak da doğ al şartları
nıtespit eden durumu.
* Fal.

bakı

* Bakmak iş iyle görevlendirilen kimse.
* Bir ş
eyi satı
n almayıdüş ünmeden yalnı zca bakarak ilgilenen (kimse).
* Falcı
.

bakı


k
* Bakmak iş
i.
* Falcı

k.

bakı
lma
* Bakı
lmak iş
i.

bakı
lmak
* Bakmak iş
ine konu olmak veya bakmak iş
i yapı
lmak.

bakı
m
* Bir ş
eyin iyi geliş
mesi, iyi bir durumda kalması
için verilen emek veya emek verme biçimi.

bakı
m evi
* Bakı
ma ihtiyacıolan kimselerin bakı
ldıkları
, barındı
klarıkuruluş
.
* Kademe.
* Kurum ve kuruluşlarda motorlu araçları
n onarı ldı
ğıve korunduğ u yer veya birim.

bakı
m yapmak
* araç ve gereçlerin düzenli çalı
şmasıiçin onarı
mınıyapmak.

bakı
m yurdu
* Yoksul veya kimsesiz yaş
lıve sakatları
n barı
ndı


p bakı
ldı
klarıyurt, darülâceze.
bakı
mcı
* Bakı
m iş
ini yapan kimse.

bakı
mından
* Bakı
şveya görüşaçı

, yönü, değ
erlendirme açı

, -e göre.

bakı
mlı

yi bakı
lmı
ş, üzerinde iyi çalı
şı
lmı
ş.

bakı
mlı
k
* Filmin kartpostal büyüklüğ
ünde cam bir perde üzerinde görünmesini sağ
layan cihaz.

bakı
mlı

k
* Bakı
mlı
olma durumu.

bakı
msı
z
* Özen gösterilmemiş
, bakı
lmamı
ş.

bakı
msı
zlık
* Bakı
msı
z olma, terk edilme, yüzüstü bı
rakı
lma durumu.

bakı
ncak
* Tüfeklerde hedefin uzaklı
ğı
na, yakı
nlı
ğı
na göre ayar edilecek biçimde yapı
lmı
şiner kalkar gez, niş
angâh.

bakı
ndı
* Bak hele, olacak ş
ey mi? gibi ş
aşma anlatı
r.

bakı
nma
* Bakı
nmak iş
i.

bakı
nmak
* Bakmak işi yapı
lmak, çevreye göz gezdirmek, araş

rmak.
* Muayene olmak.

bakı
r
* Atom numarası29, yoğunluğu 8.95 olan, 10840 C ye doğru eriyen, doğ ada serbest veya birleşik olarak
bulunan, ı sıve elektriği iyi ileten, kolay dövülür ve iş
lenir olduğundan eski çağ
lardan beri türlü iş
lerde kullanılan, kı

l
renkli element. Kı saltmasıCu.
* Bakırdan yapı lmı şkap.
* Bakırdan yapı lmı ş.

bakı
r alaş
ımı
* %1'in üzerinde çözünmüşelementlerin oluş
turduğu bakı
r alaş
ımları
nın genel adı
.

bakı
r çalı
ğı
* Bakır tuzlarıile zehirli duruma gelmiş
.
* Yeşile çalar mavi renk.

bakı
r çalmak
* (bakı
r kaptaki yemek) bakı
r tuzları
ile zehirli duruma gelmek.

bakı
r kaplama
* Demir benzeri madenlerin yüzeyinde bakı
r katman oluş
turma iş
lemi.

bakı
r oksit
* Kimyasal formülü CuO veya Cu2O olan bakı

n oksit biçimi.

bakı
r pası
* Bakı
r üzerinde nemli havalarda oluş
an bakı
r hidrokarbonat.

bakı
r rengi
* Kızıla yakı
n kahverengi.
* Bu renkte olan.

bakı
r sülfat
* Göz taş
ı.

bakı
r taş
ı
* Malakit.

bakı
r tuzu
* Bakı
r sülfat, göz taş
ı.

bakı
rcı
* Bakı
r iş
leyen veya bakı
r kap kacak satan kimse.

bakı
rcı

k
* Bakı
r kap yapma veya satma iş
i.

bakı
rlaş
ma
* Bakı
rlaş
mak durumu.

bakı
rlaş
mak
* Bakı
r rengini almak, (rengi) bakı

n rengine benzemek.

bakı
rlı
* Bakı
r içeren maddeler.

bakı
ş
* Bakmak iş
i veya biçimi.

bakı
şaçı

* Bir olayda, konuyu, düş
ünceyi belirli bir yönden inceleme, görüşaçı

.

bakı
şatmak
* kı
sa bir sürede bakı
p geçmek.

bakı
şı
k
* Bkz. bakı
şı
mlı
.

bakı
şı
ksı
z
* Bkz. bakı
şı
msı
z.

bakı
şı
m
*İ ki veya daha çok şey arası
nda konum, biçim ve belirli bir eksene göre ölçü uygunluğ u.
* Eksen olarak alınan bir doğrudan, benzer noktaları
karş ı
lıklıolarak aynıuzaklıkta bulunan iki benzer
parçanı
n birbirine göre olan durumu, tenazur, simetri.

bakı
şı
mlı
* Bakı
şı
mıbulunan, simetrik, mütenazı
r.

bakı
şı
msı
z
* Araları
nda bakı
şı
m bulunmayan (iki ş
ey) veya iki yanıarası
nda bakı
şı
m olmayan (bir ş
ey), asimetrik.

bakı
şı
msı
zlı
k
* Bakı
şı
msı
z olma durumu, asimetri.

bakı
şma
* Bakı
şmak iş
i.

bakı
şmak
*İki veya daha çok kimse birbirine bakmak.
* Kaçamak ve gizli olarak birbirine bakmak.
baki
* Sürekli, kalı

, daimî.
* Bir ş
eyden artan (miktar).

baki kalmak
* sürekli, kalı
mlıolmak.
* bir ş
eyden artmak.
* artakalan, geride kalan, öteki.

bakir
* Cinsel iliş
kide bulunmamı ş(erkek).
* El değmemiş , kullanı
lmamı ş.
* (toprak için) İ şlenmemiş .
* Eskimemiş , yıpranmamı ş, yeni.

bakire
* Cinsel iliş
kide bulunmamı
şdiş
i; kı
z, kı
z oğ
lan kı
z.

bakirelik
* Bakire olma durumu, erdenlik.

bakirlik
* Bakir olma durumu; el değ
memiş
lik, bozulmamı
şlı
k.

bakiye
* Artı
k, artan, kalan, geri kalan.
* Kalı
ntı.

bakkal
* Yiyecek, içecek ve baş
ka ihtiyaç maddelerini perakende olarak satan kimse.
* Bu gibi ş
eylerin satı
ldı
ğıdükkân.

bakkal çakkal
* Bakkal ve benzeri iş
lerle uğ
raş
an esnaf için küçümseme sözü.

bakkal defteri
* Karış
ık, düzensiz yazı
larla dolu defter.

bakkal kâğıdı
* Kalı
n ve kaba kâğ
ıt.

bakkala bırakma!
* bir iş
i "bakalı
m!" diyerek savsaklamak isteyenlere söylenir.

bakkaliye
* Bakkal dükkânında satı lan ş
eyler.
* Büyük bakkal dükkânı .

bakkallı
k
* Bakkalı
n iş
i.

bakkam
* Bkz. bakam.

bakla
* Baklagillerden, yurdumuzun her yerinde yetiş tirilen, taneleri badı
ç içinde bulunan bir bitki (Vicia faba).
* Bu bitkinin yeş il ürünü veya kuru tanesi.
* Bir zinciri oluş
turan halka veya parçalardan her biri.

bakla çiçeğ i
* Sarı
mtı
rak eflâtuna çalan beyaz renkte olan bitki.
* Bu renkte olan.

bakla dökmek (veya atmak)


* bakla ile fala bakmak.

bakla falı
* Bakla taneleri ile bakı
lan bir fal türü.

bakla ı
slanmamak
* Bkz. ağzı
nda bakla ı
slanmamak.

bakla kadar
* (bit, pire gibi küçük böcekler için) çok iri.

bakla kı

* Beyazıçoğalmış, beyazlamaya yüz tutmuşrenk.
* At donları
ndan koyu ve iri lekeli kı
r.

bakla oda nohut sofa


* Bkz. nohut oda.

baklagiller
* Bakla, fasulye, akasya, keçiboynuzu gibi, badı
çlıpek çok sebze ve ağaçları
içine alan, iki çenekli ayrıtaç
yapraklılardan büyük bir bitki familyası , bakliye.

baklalı
* Baklasıolan.

baklalı
k
* Bakla tarlası
.

baklamsı
* Bakla biçiminde olan.

baklamsımeyve
* Bkz. badı
ç.

baklan
* Anguta benzeyen kı
rmı
zırenkli bir çeş
it yaban kazı(Otis tarda).

baklava
* Çok ince yufkadan yapılarak arası
na kaymak, fı
stı
k, ceviz, badem gibi ş
eyler konulan tatlı
.
* Eşkenar dörtgen biçiminde olan nesne.

baklava açmak
* baklava yapmak için gerekli olan ince yufkaları
hazı
rlamak.

baklava börek
* (bir baş
ka şeyle karş
ılaş


ldı
ğı
nda) çok kolay ve zevkli (iş
).
* çok tokluk durumunda "baklava börek olsa yemem" biçiminde kullanı

r.

baklava dilimi
* Eş kenar dörtgen biçiminde olan.

baklavacı
* Baklava yapan veya satan kimse.

baklavacı

k
* Baklava yapma veya satma iş
i.

baklavalı
*İçinde baklava bulunan.

çinde baklava desenleri olan.

baklavalı
k
* Baklava yapı
mında kullanı
lan veya baklava yapmaya elveriş
li olan.

baklayı
ağzından çı karmak
* sabrı tükenip o zamana kadar söylemediğişeyleri söylemeye baş
lamak.
* açık söylemekten kaçındığıbir sorunu sonunda açı klamak.

bakliyat
* Baklagillerden elde edilen ürün.

bakliye
* Bkz. baklagiller.

bakma
* Bakmak iş
i.

bakmak
* Bakı şıbir ş ey üzerine çevirmek.
* Aramak.
* (yer için) Yüzü bir yöne doğru olmak.
* Bir ş eyin geliş mesi veya iyi bir durumda kalmasıiçin emek vermek.
* Beslemek, geçindirmek.
* (bir iş ) Birinden beklenmek.
* (hasta için) Muayene etmek, tedavi etmek.
* Yoklamak, incelemek, denemek.
* Bir iş i yapmak, bir iş i yapmakla görevli olmak.
* Yapı labilmesi bir ş eye bağlıbulunmak.
* Gözetmek, ilgilenmek.
* Renklerde, Benzemek, andı rmak.
* Önem vermek, önem vererek üzerinde durmak.
* Anlamak, farkı na varmak.
* Baş ka bir ş eyle ilgilenmeyip elindeki veya önündeki iş
le uğraş
ır olmak.

bakraç
* Çoğ unlukla bakırdan yapılan küçük kova.
* Bir bakracı
n alabildiği miktar.

baksana! baksanı za!


* seslenme için kullanı

r.
* dikkat çekmek sözü.

bakteri
* Toprakta, suda, canlı
larda bulunan, çürüme, mayalanma veya hastalı
klara yol açan, küresel, silindirimsi,

vrı
k biçimde olan, bölünerek çoğ alan, klorofilsiz, tek hücre canlı
.

bakteridi
* Şarbon hücresi gibi hareketsiz bakteri.

bakterigiller
* Bakterilere verilen ad, bakterileri içine alan canlı
lar.

bakterisit
* Canlı
ları
n vücudunda veya laboratuar deneylerinde bakterileri fiziksel, kimyasal etkiyle öldüren (etken).

bakteriyel
* Bakterilerle ilgili.

bakteriyolog
* Bakterilerle ilgili, bakteriyoloji alanı
nda çalı
şan kimse.
bakteriyoloji
* Bakterilerin ve genel olarak mikropları
n biçimlerini, niteliklerini inceleyen bilim.

bakteriyolojik
* Bakteri bilimi ile ilgili.

bakteriyoskopi
* Bakterilerin mikroskopla incelenmesi iş
lemi.

baktı
kça alı
r
* güzelliği birdenbire göze çarpmayan.

baktı
rma
* Baktı
rmak iş
i.

baktı
rmak
* Bakması
na yol açmak, bakması
nısağlamak.

bal
* Özellikle bal arı
ları
nı n bitki ve çiçeklerden topladı klarıbal özünden yapı
p, kovanları
ndaki petek gözlerine
doldurdukları
, rengi beyazdan esmere kadar değiş en tatlı, koyu, sıvımadde.
* Olgunlaş mı şincirin, dışına sızan tatlısı
.
* Ağaçların kabuğundan sı zarak pı htılaşan besi suyu.

bal alacak çiçeği bilmek (veya bulmak)


* çıkar sağlanabilecek yeri veya ş
eyi bilmek veya bulmak.

bal arı

* Zar kanatlı
lardan, bal yapan eklem bacaklıtürü (Apis mellifica).

bal bal demekle ağ ı


z tatlı
lanmaz
* sözde kalan dilek ve tasarı
ları
n işbitirmede hiçbir etkisi olmaz.

bal baş
ı
* En temiz bal.

bal çiçeği
* Almaş
ık yapraklı
, kı
rmı
zıveya kı
rmı

ya çalar sarırenkli çiçekli ağ
aççı
k.

bal dök de yala


* bir yerin çok temiz olduğ
unu anlatı
r.

bal dudak
* Bkz. bal dudaklı
.

bal dudaklı
* Tatlıdilli.

bal gibi
* pek tatlı
.
*ş üpheye yer bı
rakmadan, çok iyi, adamakı
llı
.

bal kabağı
*İçi turuncu, iri ve tatlıbir kabak çeş
idi (Cucurbita moschata).
* Aptal, beyinsiz kimse.

bal kelebeği
* Bal kovanları
na çok zarar veren bir böcek (Galleria mellonella).

bal mumu
* Arı
ları
n peteklerini yapmak için karı
n halkalarıarasından salgı
ladı
klarıyumuş
ak ve sarı
msımadde.
* Bu maddenin sanayide kullanı lmak için yapay olarak hazı
rlanmışı
.
bal mumu gibi erimek
* çok zayı flamak.

bal mumu macunu


* Mobilyadaki kusurları
n onarı
mında kullanı
lan, toprak boya ile renklendirilmişbal mumu.

bal mumu yapı


ştı
rmak
* unutulmaması
için iş
aret edip dikkati çekmek.

bal özlü
* Bal özü bulunduran.

bal özü
* Bazıçiçeklerin içinde bulunan, arı
ları
n bal yapmak için emdikleri tatlısı

, nektar.

bal özü bezi


* Bitkilerin yaprak, yumurtalı
k ve erkek organları
nın dibinde bulunan ve bal özü çı
karan bez.

bal özülük
* Çiçeklerde bal özünü çı
karan bezlerin bulunduğ
u organ.

bal peteğ
i
* Arı
ları
n içine bal doldurduğu bal mumu levha.

bal rengi
* Kahverengine çalan sarırenk.
* Bu renkte olan.

bal sağ
mak
* kovandan bal ürünü almak.

bal tutan parmağ ınıyalar


* imkânlarıgenişbir iş
in baş
ında bulunan kimse bu imkânlardan az da olsa yararlanı
r.

bala
* Yavru, çocuk.

balaban
*İ ri, büyük.
* Şiş man, gürbüz (kimse, çocuk).

balaban
* Atmaca veya doğan gibi yı
rtı
cıbir kuş
.

balaban kuş u
* Bataklı
klarda yaş
ayan, balı
kçı
la benzer, eti yağ
lıve ağ
ır, iri bir kuş(Botaurus).

balabanlaşma
* Balabanlaş
mak durumu.

balabanlaşmak
* Balaban duruma gelmek, irileş
mek.

balabanlı
k
* Balaban olma durumu.

balak
* Bkz. malak.

balalayka
* Üç köş
eli, üç telli Rus halk sazı
.
balama
* Orta oyununda Rum tipi.
* Karagöz, matiz ve külhan beyi tipleri tarafı
ndan yabancıülkelerin tiplerine hitap ederken kullanı
lan söz.

balans
* Denge, muvazene.

balans ayarı
* Otomobilin sarsı
lması
nıönlemek için, tekerleklere gereğ
i kadar balans pensi denen kurş
un parçasıtakarak
denge sağlama iş
i.

balans pensi
* Arabaları
n tekerleklerindeki dengeli dönmeyi sağlamak için cant ile lâstik kenarı
na sı

ştı

lan kurş
un
parçası.

balar
* Çatıkiriş
i olarak kullanı
lan ve kiremitlerin altı
na döş
enen ince tahta, pedavra.

balast
* Demir yolları
nda traverslerin altı
na, ş
oselerde düzeltilmiştoprak üzerine döş
enen taşkı

kları
.
* Safra.

balast direnç
* Gerilimin büyük değ
işimlerinde, devredeki akı
mısabit tutmak için konulan direnç.

balast gemi
* Ambarları
nda yük bulunmayan gemi.

balast yem
* Çok büyük miktarda ham selüloz ihtiva eden ve dolayı sı
yla yoğ un yemlerden çok daha düş
ük sindirilebilir
besin maddeleri ihtiva eden ve hayvanlara tokluk hissi vermek amacıyla kullanı
lan yem.

balat
* Orta Çağ da, üç bentten oluş an bir Batış iiri türü.
* Batıda, belirli danslara eş
lik eden bir tür ş arkı.
* Serbest biçimli, romantik, müzik araçları yla çalı nan veya ş
arkıolarak okunan eser.

balata
* Soğuk ve sı
cakta büyük bir sürtünme kat sayısına sahip olan suya ve yağ a dayanı
klı
, yavaşaşınan madde.
* Motorlu araçlarda fren yapmayısağlayan, tekerlek mili üzerine yerleş
tirilmişyarım ay biçimindeki alet.

balayı
* Evlilik hayatı
nın ilk ayı
veya ilk günleri.

balbal
* Eski Türklerde kiş
inin anı
lması
için mezarı
nın veya bazı
kurganları
n etrafı
na dikilen taş
.

balcı
* Arı
yetiş
tirip bal alan veya satan kimse.

balcı

k
* Arı
yetiş
tirme veya bal alı
p satma iş
i.

balçak
* Kabza.
* Kabzanın demir siperi.

balçı
k
*İçinde çeşitli organik maddeler bulunan, daha çok killi, koyu, yapı
şkan çamur, mil.
* Güçlük çıkartan.
*İçindeki kil oranıyüksek, yağlı
, su geçirmez, koyu toprak.
balçı
k hurması
* Sandı
klara bası
larak kurutulan hurma (veya kuru incir).

balçı
k inciri
* Kurutulmuşincir, balçı
k hurması
.

balçı
klı
* Balçı
ğıolan.

baldı
r
* Bacağın dizden ayak bileğine kadar olan bölümü, incik.
* Bu bölümün yumuş ak ve şişkin olan arka tarafı
.

baldı
r bacak
* Açı
k saçı
k görülen kadı
n bacağı
.

baldı
r kemiği
* Baldı
rda bulunan iki kemikten ince olanı
.

baldı
rak
* Don ve pantolon gibi giysilerin dizden aş
ağıolan bölümü.
* Kı

ç kayışı
nın aşağıuzanan parçası .

baldı
ran
* Maydanozgillerden, nemli yerlerde yetiş
en zehirli bitkilerin ortak adı
, ağ
u otu. (Conium maculatum).
* Bu bitkiden çı
karı
lan zehir.

baldı
ran ş
erbeti
* Acıçekerek, yüz suyu dökerek elde edilen kazanç.

baldı
ranlı
k
* Çok baldı
ran yetiş
en yer.

baldı
rgan
* Baldıran.
* Şeytan otu, ş
eytan tersi otu (Ferula assa-foetida).

baldı
rıçı
plak
* Ayak takı
mından, iş
siz, serseri.

baldı

kara
* Nemli yerlerde yetiş
en birçok eğ
relti otu türünün ortak adı
, karabaldı
r.

baldı
rpatlatan
* Güreş
te hasmı
n bir ayağ
ınıtutarak diz kapağ
ına kadar büküp üzerine yüklenme oyunu.

baldı
rsokan
* Çift kanatlı
ları
n, sinekgiller familyası
ndan, karasineğe çok benzeyen, kan emen, hastalı
k bulaş

ran, hayvan
sağlı
ğıyönünden zararlıbir sinek türü (Stomaxys calcitrans).

baldı
z
* Erkeğe göre karı

nın kı
z kardeş
i.

baldo

ri ve dolgun taneli, pilâvlı
k pirinç.

bale
* Belli hafif figürlere, adı
m atı
şlara, çoğ
unlukla sahne düzenine ve müziğe dayalıgösteri türü.
* Bu tür gösteri yapan sanatçıtopluluğu.

balerin
* Bale yapan kı
z veya kadı
n sanatçı
.

balerinlik
* Ası
l mesleğ
i balerin olan kimse.

balet
* Bale yapan erkek sanatçı
.

balgam
* Solunum organları
nın salgı
ladı
ğı
, ağ
ızdan dı
şarı
atı
lan sümüksü madde.

balgam atmak
* yapı
lmakta olan bir işveya bir konu üzerine kuş
ku uyandı
racak bir söz söylemek.

balgam taşı
* Damarlı
ve yarısaydam bir tür Kadı
köy taş
ı, Hacı
bektaştaş
ı, mühresenk.

balgamlı
* Balgamıolan.

balgümeci
* Bal peteğ
ini andı
ran bir tür dikişbüzgüsü.

balhane
* Bal süzme ve paketleme iş
lemlerinin yapı
ldı
ğıyer.

balı
ğa çı
kmak
* balı
k avlamaya gitmek.

balı
k
* Omurgalı
lardan, suda yaş
ayan, solungaçla nefes alan ve yumurtadan üreyen hayvanları
n genel adı
.

balı
k
* Zodyak üzerinde, Kova ile Koç burçlarıarası
nda yer alan burcun adı
. Zodyak.

balı
k adam
* Deniz dibine inilebilecek donanı
mla su altı
nda çalı
şmayıişedinen kimse, dalgı
ç, kurbağ
a adam.

balı
k baş
tan kokar
* bir iş
te aksaklı
ğı
n baş
ta olanlardan baş
ladı
ğı
nıanlatı
r.

balı
k bilimci
* Balı
klar sı


nıinceleyen bilim adamı
.

balı
k bilimi
* Su ürünleri araş

rmaları
nda özellikle balı
klar sı
nıfı
nıinceleyen bilim.

balı
k çorbası
* Beyaz etli balıklardan yapı
lan bir tür çorba.
* Suda pişirilip kılçı
klarıayı
klanmı ş, incecik kı

lmı
şbalı
k ile soğ
an, yağ, havuç, patetes ve domatesten
hazı
rlanan bir çorba türü.

balı
k eti
* Omurgalı
lardan, suda yaş
ayan hayvanları
n yumuş
ak ve açı
k renkli eti.

balı
k etinde
* Ne ş

man, ne zayı
f olan, biçimli tombul.

balı
k istifi
* Çok sı

şı
k olarak bir yere dolmuş(insanlar).

balı
k kartalı
* Kartallardan, su kı

ları
nda yaş
ayan, balı
kla beslenen, beyaz, kahverengi çizgili, yı
rtı
cıkuş(Pandion
haliaetus).

balı
k kavağa çı
kınca
* hiçbir zaman olmayacak iş
ler için söylenir.

balı
k otu
* Cava ve Malabar'da yetiş
en, zehirli meyvesiyle balı
kları
sersemleterek avlamaya yarayan bir bitki
(Anamirta).

balı
k pazarı
* Balı
kçı
ları
n avladı
ğıbalı
kları
n günlük ve taze olarak satı
şa sunulduğ
u yer, ticarî merkez.

balı
k sütü
* Yumurtlama sı
rası
nda erkek balı
kları
n çı
kardı
ğıbeyaz madde.

balı
k tabağı
* Balı
k koymaya yarayan kap.
* Yayvan servis tabağ
ı.

balı
k tutkalı
* Balı
k endüstrisi artı
kları
ndan üretilen, yavaşkuruyan, fakat bağ
lama gücü yüksek yapı
ştı


.

balı
k tutmak
* balı
ğıavlamak.

balı
k unu
* Kurutulmuşbalı
ktan özel iş
lemlerle elde edilen un.

balı
k yağı
*İri balı
k ve deniz hayvanlarını
n sanayide kullanı
lan yağı.
* Morina balığını
n karaciğerinden çıkarı
lan ve hekimlikte zayı
flı
ğa karş
ıkullanı
lan iyotlu, vitaminli yağ
.

balı
k yemi
* Balı
k avlamada oltanı
n ucuna takı
lan genellikle yiyecek türü madde.

balı
k yumurtası
* Balı
kları
n daha çok sığyerlere bıraktıkları
, üremelerini sağlayan yumurta.
* Çoğunlukla mersin balı
ğı
nı n, eritilmişbal mumuna batı rı
larak hazı
rlanan yumurtası
, havyar.

balı
kçı
* Balı
k tutan veya satan kimse.
* Balı
kçılara özgü.

balı
kçıdüğümü
*İş
leme baş
langı

nda yapı
lan ve sonra kolayca çözülerek iş
in tersine de tutturulan düğüm ş
ekli.

balı
kçıkazağı
* Balı
kçı
ları
n soğ
uk ve nemli havalarda giydiği boğ
azlı
ve yünlü kalı
n kazak.

balı
kçıyaka
* Kazaklarda boynu saran ve katlanabilen yaka, boğ
azlı
k.

balı
kçı
l
* Balı
kla beslenen, balık yiyen.
* Uzun bacaklı lardan, boynu ve gagasıuzun, su kı

ları
nda yaş
ayan, balı
k yiyerek beslenen büyük bir kuş
(Ardea cinerea).

balı
kçı
lgiller
* Leyleksiler takı
mını
n balı
kçı
llar alt takı
mına giren bir familya.

balı
kçı

k
* Balı
k tutma, avlama iş
i.
* Balı
k üretme, balı
ktan yararlanma ve satma iş
i.

balı
kçı
llar
* Çoğ
unlukla uzun bacaklı
, uzun gagalıbalı
kçı
l cinsinden kuş
lar familyası
.

balı
kçı
n
* Perde ayaklı
lardan, uzunca gagalı
, uzun ve çatal kuyruklu, deniz kı

ları
nda yaş
ayan bir kuşcinsi, deniz

rlangı
cı(Sterna hirundo).

balıkgözü
* Ayakkabı
ları
n bağgeçirilen deliklerine ve kemer deliklerine takı
lan maden, kemik gibi ş
eylerden yapı
lmı
ş
halka.

balı
kgözü objektif
* Normal objektiflerden çok daha genişaçı
yıalan ve görüntüyü dı
şbükey ayna görüntüsü biçiminde veren
objektif türü.

balı
khane
* Balı
kları
n toptan satı
şa çı
karı
ldı
ğı
, soğ
uk hava deposu olan yer.

balı
klama
* (suya dalmada, atlamada) Balık gibi gergin, düz ve başaşağıbir biçimde.
* Bir iş
e, bir duruma, bir harekete sonucunun ne olacağ ı
nıdüşünmeden girişerek.

balı
klamak
* Balı
klama tarzısuya atlamak.

balı
klandı
rma
* Balı
klandı
rmak iş
i.

balı
klandı
rmak
* Balı
k ile doldurmak, süslemek.

balı
klava
* Deniz, göl ve ı
rmaklarda balı
k yatağ
ıolan yer.

balı
klı
* Balı
ğıolan.

balı
knefesi
* Balinagillerin baş
ından çı
karı
lan ve kozmetik maddeler ve süslü mumlar yapı
mında kullanı
lan bir yağ
.

balı
ksı
rtı
* Balı
k kılçığıbiçiminde birbirine paralel ve çapraz çizgili kumaşdeseni.
* Yollarda suları
n ortada toplanmayarak iki yana akmasıiçin yapı lan ş
işkinlik.

balı
ksı
z
* Balı
ğıolmayan.

baliğ
* Döl verme çağ
ına eren, buluğçağı
na ermişolan.

baliğolmak
* bulmak, erişmek.
* erinlik çağı
na ermek, erinleş
mek, buluğ
a ermek, akı
l baliğolmak.

balina
* Balinalardan, uzunluğu 20 m, ağ
ırlı
ğı 200 ton olan, yağıve çubuklarıiçin avlanan memeli hayvan, kadı rga
balı
ğı, falyanos (Balaena mistycetus).
* Giysilerin dik ve düzgün durmasıiçin bazıyerlerine özellikle yakaları
na konulan sert, esnek, yassı
, dar,
uzun çubuk.
balina çubuğ u
* Balinanın ağzı na aldığ ısuyu dı
şarı
ya süzüp içindeki deniz hayvanları
nıtutması
na yarayan ve üst çenesinin
iki yanında tarak dişleri gibi sı
ralanmı ş
, boynuz dokusunda, esnek kemiksi bölümlerin adı
.

balina yağ
ı
*İspermeçet balinası
nın kafa sinüslerinde bulunan yağ
.

balinalar
* Örnek hayvanıbalina olan, kutup denizlerinde yaş
ayan memeli hayvanlar familyası
.

balinalı
* Balina takı
lmı
şolan, balina geçirilmişolan (giysi).

balistik
* Ateş li silâhlarda barut gazı
nın bası
ncıile fı
rlayı
p hedefe varı
ncaya kadar merminin havadaki hareketini
inceleyen bilim.

balkan
* Sarp ve ormanlı
k sı
ra dağ
lar.

Balkanlar
* Hırvatistan, Sı
rbistan, Karadağ, Kosova, Slovenya, Arnavutluk, Makedonya, Bosna-Hersek, Bulgaristan,
Romanya, Yunanistan ve Trakya'yı içine alan bölge.

Balkanlı
* Balkan devletlerinden olan, Balkanlarla ilgili.

Balkanlı

k
* Balkanlıolma durumu.

Balkanolog
* Balkanoloji uzmanı
.

Balkanoloji
* Balkan ulusları

n dili, tarihi ve kültürü ile uğraş
an bilim dalı
.

Balkar
* Bkz. Malkar.

Balkarca
* Bkz. Malkarca.

balkı
* Güzel süslü, parlak.
* Ağrı
, sancı.

balkı
ma
* Balkı
mak iş
i.

balkı
mak
* Parlamak, parıldamak.
* Şimş ek çakmak.
* Su halkalanmak, dalgalanmak.
* Kesik kesik ağrımak, sancı
mak.

balkı
r
* Parı
ltı
.
* Şimşek.

balkon
* Bir yapı
nın genellikle üst katları
nda dı
şarı
ya doğ
ru çı
kmı
ş, çevresi duvar veya parmaklı
kla çevrili bölümü.
* Tiyatro ve sinema gibi büyük salonlarda asma kat.

balkonumsu
* Balkona benzer.

balköpüğ
ü
* Açı
k sarırenk.

ballandı
ra ballandıra
* Ballandırarak.

ballandı
rma
* Ballandı
rmak iş
i.

ballandı
rmak
*İmrendirecek biçimde övmek.

ballanma
* Ballanmak iş
i.

ballanmak
* Bal bulaş
mak, bal sürülmek.
* Tatlı
laşmak, tatlanmak, olgunlaş
mak.

ballı

çinde bal bulunan.

ballıbörek
* Çok lezzetli.

ballıbörekli olmak
* çok iyi anlaş
mak.

ballıpasta
* Bal ile yapı
lmı
şveya içine bal konmuşpasta.

ballı
baba
* Ballı
babagillerden, beyaz çiçekli ve çok yı
llı
k otsu bir bitki (Lamiumalbum).

ballı
babagiller
* Nane, lâvanta çiçeğ
i, kekik gibi kokulu bitkileri içine alan ve iki çenekli bitiş
ik taç yapraklı
lardan oluş
an bir
familya.

ballı
darı

ncir.

ballı
k
* Bal konulan kap.
* Bağ larda görülen külleme hastalı
ğı
.
* Ballıbaba.

ballı
klı
* Ballı
k hastalı
ğıolan.

balo
* Danslıve resmî giyimli gece toplantı

.

balo vermek
* baloyu hazı
rlamak, düzenlemek.

balon
* Isı

lmı
şhava veya havadan daha hafif bir gazla doldurulan, atmosferde uçabilen, küre biçiminde araç.
* Hava veya gazla doldurulmuş , kauçuktan yapılan çocuk oyuncağ
ı.
* Karnıyuvarlak ve şişkin, boynu dar cam kap.

balon lâstik
* Bisikletlerde kullanı
lan bir lâstik türü.

balon uçurmak
* ilgililerin ne diyeceklerini ve nası
l davranacakları
nıanlamak amacı
yla aslı
olmayan bir haber yaymak.

baloncu
* Balon satan kimse.

baloncuk
* Küçük balon.

balonculuk
* Balon yapmak veya satmak iş
i.

balonvari
* Balona benzer, balon gibi.

balotaj
* Bir seçimde adaylardan hiçbirinin, gerekli oyu sağlayamamasıdolayı

yla seçimin sonuçsuz kalması
.

baloz
* Gemici, iş
çi gibi kimselerin eğlenmek için gittikleri içkili, danslıyer.

balsam
* Bazıağ
açlardan elde edilen, parfüm ve ilâçları
n yapı
mında kullanı
lan reçine, belsem.

balsamlı
* Balsam içeren, antiseptik ve besleyici özelliğ
i olan (ilâç, merhem vb.).

balsı
ra
* Yaprakların üzerinde oluş
an bir tür küf.
* Bir tür kudret helvası
.

balta
* Kesmek, yarmak, yontmak gibi iş
lerde kullanı
lan ağ
aç saplı
, demir araç.

balta değmemiş(girmemişveya görmemiş )


* içinden hiç ağaç kesilmemiş
, sı
k ve gür (orman, koru).

balta olmak
* direnerek bir ş
ey istemek, vakitli vakitsiz tedirgin etmek, ası
lmak, musallat olmak.

balta vurmak
* balta ile kesmek, parçalamak.

baltabaş
* Başbodoslamasıomurga hattı
na dikey olarak çelik lâmadan yapı
lmı
ş(gemi).

baltacı
* Balta yapan veya satan kimse.
* Odun kı rı

.
* Yangı n söndürme kuruluş larında balta kullanan er.
* Önceleri sefer sı
rasında çalılık ve ormanlık yerleri temizlemek, yol açmak, çadırlarıkurup kaldırmak,
yükleri bindirip indirmekle; sonralarıkı zlar ağası
na bağ lıolarak sarayıkorumak ve sarayı n dışhizmetlerini yapmakla
görevli kimse.

baltacı
k
* Küçük el baltası
.
* Değirmen taş
ını
n ortası
nda bulunan haç biçimindeki alet.

baltadan kurtulmak
* kesilmemek.

baltalama
* Baltalamak iş i, sabotaj.
* Bilinçli ve kasıtlıolarak, bir iş
i veya bir durumu bozarak zarara yol açan harekette bulunma, sabote etme.

baltalamak
* Balta ile kesmek.
* Bir iş
i, bilinçli ve kası
tlıolarak bozacak veya yı
kacak davranı
şta bulunmak, sabote etmek.

baltalayı

* Baltalama hareketini yapan kimse.

baltalayı

lık
* Baltalama iş
ini yapan kimse.

baltalı
* Baltasıolan.
* Yollarıaçma ve düzenlemede balta ile donatı
lmı
şasker sı
nıfı
.

baltalı
k
* Sık sı
k kesimi yapı
lan orman.
* Bir köyün odun ihtiyacı
nısağ laması
na izin verilen koruluk veya orman bölgesi.

baltasıkütükten çıkmak
* bir engelden, bir sı

ntı
dan kurtulmak.

baltayıtaş
a vurmak
* farkı
nda olmayarak birine dokunacak sözler söylemek, pot kı
rmak.

Baltı
k
* Baltı
k denizine kı

sıolan ülkeler ve bu ülkelerin halkı
.

Baltı
k dilleri
* Baltı
k ülkelerinde konuş
ulan Hint-Avrupa dil grubu.

baltrap
* Atı


kta hedef vazifesi gören plâkaları
havaya fı
rlatan yaylı
alet.

balya
* Çember ve demir tellerle bağlanmı
şticaret eş
yası
.

balya makinesi
* Değişik tarı
m ürünlerini ip ya da çember ile balyalama veya denkleme iş
ini yapan alet.

balya yapmak
* balyalamak.

balyalama
* Balyalamak iş
i.

balyalamak
* Balya yapmak, denk yapmak.

balyalanma
* Balyalanmak iş
i.

balyalanmak
* Balyalamak iş
i yapı
lmak.
balyemez
* Eskiden kara ve deniz savaş
ları
nda kullanı
lan, orta çapta, uzun menzilli tunçtan top.

balyos
* Osmanlıİ
mparatorluğu döneminde Frenk ve özellikle Venedik elçilerine verilen ad.

balyoz
* Taş
larıkı
rmak, kazı
k çakmak gibi iş
lerde kullanı
lan, çok iri ve ağ
ır çekiç, varyos.

balyoz gibi
* çok ağ
ır, ezici (kol veya yumruk).

balyozlama
* Balyozlamak iş
i.

balyozlamak
* Balyozla vurmak, balyozla dövmek.

balyozlanma
* Balyozlanmak iş
i veya durumu.

balyozlanmak
* Balyoz ile dövülmek.

bam teli
* Bazısazlarda kalın ses veren tel veya kiriş
.
* Sakalı
n, alt dudağın hemen altı ndaki bölümü.

bam teline basmak (veya dokunmak)


* en çok kı
zacağışeyi yapmak veya sözü söylemek.

bambaş
ka
* Büsbütün baş
ka, apayrı
, değ
işik, farklı
.

bambaş
kalık
* Bambaş
ka olma durumu.

bambu
* Buğdaygillerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en, boyu 25 m kadar olabilen, mobilya, merdiven, baston gibi birçok

yanı
n yapımında kullanılan bir tür kamış
, Hint kamışı, hezaren (Bambusa vulgaris).
* Bu kamıştan yapı lmışolan.

bambul
* Kurtçuk evresinde ekinlerin kökünü, ergin evrede baş
aklarıkemiren, kahverengi, kı
n kanatlıböcek
(Anisoplia austriaca).

bambul otu
* Sı
cak ve ı

man bölgelerde yetiş
en otsu veya çalıtürü bir bitki (Heliotropium).

bamya
* Ebegümecigillerden bir bitki (Hibiscus esculentus).
* Bu bitkinin hem taze, hem kurutularak yenilen ürünü.

bamya tarlası
* Mezarlı
k.

ban
* Osmanlıİ
mparatorluğu döneminde Macaristan ve Hı
rvatistan'da sancak beylerine ve küçük prenslere
verilen unvan.

ban ağacı
* Asya'nın tropik bölgelerinde ve Afrika'nı
n kuzeyinde yetiş
en, yapraklarıtelek damarlı
, çiçekleri salkı
m
durumunda, meyvesinden kokusuz bir yağelde edilen ağ aç (Moringa oleifera).
* Sepetçi söğüdü, sorgun.

ban otu
* Asya, Kuzey Afrika ve Avrupa'nı
n sı
cak bölgelerinde yetiş
en zehirli ve otsu bir bitki (Hyoscyamus).

ban yağı
* Hint yağı
.

bana
* Ben zamirinin yönelme hâli ekli biçimi.

bana bak!
* "beni dinle" anlamı
nda teklifsiz bir seslenme ve gözdağısözü.

bana da ... demesinler


* bir iş
in kesinlikle yapı
lacağ
ınıbelirtmek için söylenir.

bana dokunmayan (veya beni sokmayan) yı lan bin yaş


ası
n
* birçok kimseler, kendilerine kötülüğü dokunmayan kiş
iye dokunmak istemezler.

bana mı

n dememek
* hiçbir ş
ey etkili olmamak, aldı

şetmemek.

banak
* Ekmek parçası
, lokma.

banal
* Herkesin kullandı
ğı
, herkesin anladı
ğı
.
* Bayağı
, sı
radan.

banallik
* Banal olma durumu.

banço
* Amerika zencilerinin çaldı
ğıgitar biçiminde, madenî gövdesi olan beşveya daha çok teli olan bir müzik
aleti.

bançolaş
ma
* Bançolaş
mak durumu.

bançolaş
mak
* Banço durumuna gelmek.

banda almak
* bir sesi, ses cihazıile bant üzerine kaydetmek.

bandaj
* Sargıile sarma.
* Bağ , sargı
.

bandajlama
* Bandajlamak iş
i.

bandajlamak
* Sargıile sarmak.

bandajlatma
* Bandajlatmak iş
i.

bandajlatmak
* Sargıile sardı
rmak, bandaj yaptı
rmak.

bandı
ra
* Geminin hangi devlete ait olduğ
unu gösteren bayrak.
* Yabancıdevlet bayrağı.

bandı
ralı
* Bandı
rasıolan.

bandırma
* Bandı rmak işi.
*İ pe dizilmişceviz, badem ve benzerlerinin, niş
asta ile kaynatı
lmışüzüm suyuna veya başka bir tatlı
ya
batı

lmasıyla yapılan sucuk.
* Kurutulacak üzümün güneş e serilmeden önce içine batı rıldı
ğıpotaslı
suyun konulduğu kap.

bandırmak
* Banmak.
* Çabuk kurumasıve renginin parlak sarıolmasıiçin üzüm salkı
mları
nıveya inciri küllü veya potaslıı

k suya
daldı
rıp çıkarmak.

bando
* Türlü üfleme ve vurgulu çalgı
lardan oluş
an ve daha çok geçit törenlerinde kullanı
lan mı

kacı
lar topluluğ
u
veya takı
mı, mızı
ka.

bandocu
* Bandoda görevi olan kimse, mı

kacı
.

bandoculuk
* Bandocu olma iş
i veya durumu.

bandrol
* Paket veya şişelerin ağ
ızları
na konulan ş erit veya etiket.
* Devletçe verginin kesildiğini gösteren etiket.
* Bayrak direğinin tepesine süs olarak konulan uzun, kumaşş erit.

bandrollü
* Bandrolü bulunan.

bangı
r bangır
* Yüksek sesle, gürültüyle.

bangı
r bangır ağ
lamak
* yüksek sesle, hı
çrı
karak ağlamak.

bangı
r bangır bağı
rmak
* yüksek sesle, avazıçı
ktı
ğıkadar bağı
rmak.

bangı
rdama
* Bangı
rdamak iş
i.

bangı
rdamak
* Öfkelenerek yüksek sesle bağı

p çağı
rmak, bangı
r bangı
r bağı
rmak.

Bangladeşli
* Bangladeşhalkı
ndan olan kimse.

bani
* Kurucu.
* Yapan, kuran.

bank
* Etibank, Sümerbank gibi belirtme grupları
nda banka sözünün yerine kullanı

r.
bank
* Çoğ
unlukla bahçelerde, parklarda oturulacak sı
ra.

banka
* Faizle para alı
p veren, kredi,iskonto, kambiyo iş
lemleri yapan, kasaları
nda para, değ
erli belge, eş
ya saklayan
ve daha başka ekonomik etkinliklerde bulunan kuruluş .
* Bankacı lı
k işleminin yapıldı
ğıyer.

banka cüzdanı
* Banka hesabıolanları
n sahip olduklarıküçük defter, banka cüzdanı
.

banka defteri
* Bkz. banka cüzdanı
.

banka gibi
* çok zengin (kimse).

banka kartı
* Banka iş
lemleri için otomatik makinede kullanı
lan özel ş
ifreli kart.

bankacı
* Bankacı

k iş
lemleri ile uğ
raş
an veya bankada görevli kimse.

bankacı

k
* Banka iş
lemleri yapma iş
i.
* Bankacının mesleği.

bankadan çekmek (veya almak)


* bankadaki hesabı
ndan para almak.

bankamatik
* Bankaları
n para iş
lemlerini günün her saatinde otomatik olarak yapan makine.

bankaya yatırmak
* bankadaki hesabı
na para koymak, biriktirmek.

banker
* Banka sahibi.
* Bankacı .
* Para, altı n gibi taş
ını
r değerlerin ticaretiyle uğraş
an kimse.
* Çok zengin (kimse).

bankerlik
* Banker olma durumu.
* Bankerin yaptı
ğıiş
.

bankerzede
* Banker ile olan işiliş
kilerinde zarara uğrayan kimse.

banket
* Şehirler arası
yolların iki tarafı
nda yayaları
n yürümesine ve taş
ıtları
n trafiği aksatmadan durabilmesine
yarayan çakıl veya toprak yol.

bankiz
* Buzla.

banknot
* Devlet bankası
tarafı
ndan piyasaya çı
karı
lan kâğ
ıt para.

banko

şyerlerinde üzerine eş
ya koymaya elveriş
li, iştakibi için gelenle görevli arası
na konulmuştezgâh.
* Talih oyunlarında, oyunu yönetenin ortaya koyduğu para.
* Talih oyunlarında oyunu yöneten kimse.
* Talih oyunlarında ortada toplanan paranın hepsine oynandı
ğı
nıanlatı
r.
* Su altıtepeliğ
i.

banko at
* Yarı
şlarda dereceye gireceği kesin olarak tahmin edilen at.

banko geçme
* Banko geçmek durumu.

banko geçmek
* Yarı
şlarda veya toto, loto gibi oyunlarda, bir atı
n veya sayı

n kesin olarak tutturulacağ
ını
tahmin edip

aretlemek.

banko sayı
* Sayı
sal loto oyununda, garanti olarak çı
kacağ
ıtahmin edilen sayı
.

banlama
* Banlamak iş
i.

banlamak
* Horoz ötmek.
* Bağ
ırmak.

banliyö
* Genellikle oturma alanıniteliğ
inde olan, ş
ehir merkezinden uzakta veya sı
nırları
na yakı
n yerlerde bulunan
ş
ehir yöresi, çevre, dolay.

banliyö treni
* Şehirle banliyö arası
nda iş
leyen tren.

banma
* Banmak iş
i.

banmak
* Katıbir ş
eyi sulu veya tuz, biber gibi toz durumundaki maddelerin içine batı

p çı
karmak.

bant
* Düz, ensiz, yassıbağ,şerit.
* Yara üzerine yapıştı

lan özel olarak hazırlanmışilâçlıküçük şerit.
* Ses alma cihazları
nda seslerin kaydıiçin kullanı
lan manyetik oksitli plâstik veya selüloz ş
erit.

bant çözmek
* manyetik bir bant üzerine alı
nmı
şsesleri yazı
ya aktarmak, deş
ifre etmek.

bant doldurmak
* bir bandıses kaydederek kullanmak.

bant zımpara
* Çekmeye dayanı
klı
, uzun kâğı
t veya bezden üretilmiş
, genellikle zı
mparalama makinelerinde kullanı
lan
aşı
ndı rma gereci.

bantlama
* Bantlamak iş
i.

bantlamak
* Bantla iki ş
eyi birbirine tutturmak, bant yapı
ştı
rmak.

bantlayı

* Bant yapan kimse.
* Bantlama makinesi.
banttan vermek
* genellikle radyo ve televizyonda banttan yararlanarak daha önceden alı
nmı
şbir sesi veya görüntüyü
yayı
nlamak.

banyo
* Yapı
larda, içinde yı
kanı lan bölüm, hamam.
* Banyo küvetinde yıkanma.
* Tedavi amacıile hazırlanan ilâçlısu.
* Vücudun bir bölümünü veya bütününü, fiziksel veya kimyasal bir etki altında bir süre bulundurma işlemi.
* Duyarlıyüzeylerin iş
lenmesinde belirli bir iş
lemin gerektirdiği maddeyi erimişolarak içinde bulunduran


.

banyo bataryası
* Sıcak ve soğ
uk su ile duşbağlantı

nın bir arada bulunduğu musluk takı
mı.

banyo almak
* banyo yapmak.

banyo dolabı
* Banyo için gereken bütün malzemenin içinde bulundurulduğ
u dolap.

banyo havlusu
* Banyo sonrasıkullanı
lan ve özel olarak yapı
lan havlu.

banyo kabini
* Duşkabini.

banyo kazanı
* Banyoyu ve suyu ı

tmak için yapı
lan özel kazan veya ı

tma aleti.

banyo küveti
* Genellikle içine su doldurulup yı
kanmaya elveriş
li tekne.

banyo sabunu
* Banyo yaparken vücudu yı
kamak için kullanı
lan sabun.

banyo takımı
* Banyo odaları
nda ı
slak zemine serilen altıplâstik, üstü havlu benzeri dokuma olan paspas.

banyo yapmak
* yı
kanmak.

banyolu
*İ çinde banyo bölümü olan.
* Banyodan henüz çıkmı şbir kimsenin durumu.

banyosuz
* Banyosu olmayan.

baobap
* Ebegümecigillerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en, çok yüksek olmamakla birlikte, gövdesinin çevresi 20 m yi

abilen bir ağ
aç (Adansonia digitata).

bap
* Kapı .
* (kitaplarda) Bölüm, baş

k.
* Konu, husus.
* Arap gramerinde mastar çeşitlerinden her biri.

bar
* Anadolu'nun doğu ve kuzey bölgesinde, en çok Artvin ve Erzurum yörelerinde el ele tutuş
ularak oynanan,
ağı
r ritmli bir halk oyunu.

bar
* Danslı , içkili eğ
lence yeri.
* Ayaküstü içki içilen meyhane.
* Bir salonda içki içmek için hazı
rlanmı
şköş
e.

bar
* Hava bası
ncıbirimi.

bar
* Cam kaplarda oluş
an pas.

bar
* Halterde kaldı

lmasıgereken alet.

bar ateş
i
* Yoğun yaylı
m ateş
i.

bar bağlamak
* kir bağlamak, paslanmak.

bar bar
* Bağı
rmak fiili ile kullanı
larak bağ
ırı
şı
n öfkeli ve yüksek sesle olduğ
unu anlatı
r.
* Apaçı
k görünmek, ortada olmak.

bar havası
* Bar oyunları
nda tek veya toplu olarak söylenen ezgi.

bar tutmak
* bar oynamak için hazı
rlanmak ve oyuna baş
lamak.

baraj
* Suyu toplamak, gücünden yararlanmak amacı yla akarsu üzerinde yapılan bent, büğ
et.
* Herhangi bir alanda başarı
yıtespit etmek için gerekli olan ş
art.
* Futbol veya hentbolda serbest atı
şıyapacak oyuncunun önünde karş ıtakım oyuncularını
n yanyana dizilip
oluş
turduklarıduvar.

baraj ateş
i
* Yoğun yaylı
m ateş
i.

baraj mesafesi
* Serbest atı
şsı
rası
nda, atı
şnoktası
ndan kaleye doğ
ru ve oluş
turulan baraja kadar belirlenen nizamî ara
açıklı
ğı.

baraj yapmak (veya kurmak)


* (futbol veya hentbolda kaleye yapı
lan vuruş
larıönlemek için) oyuncular kale önünü kapatacak biçimde

ralanmak, duvar yapmak.

barajıaş
mak
* herhangi bir sebeple konulmuşolan ş
artı
yerine getirip baş
arı
sağlamak.

barak
* Tüylü, kı llıçuha, kebe.
* Bir cins tüylü av köpeği.

baraka
* Tahta, çinko gibi hafif ş
eylerden yapı
lmı
ş, temelsiz eğreti yapı
.

barakacı
k
* Küçük baraka.
baran
* Yağmur.

barata
* Osmanlısarayı nda genel olarak bostancıların, baltacıve kapıcıları
n giydikleri, kı
rmı
zıçuhadan yapı
lmı
ş,
ucu kı
vrı
k, uzunca baş
lık.
* Bilim doktorlarını
n ve kardinallerin giydikleri dört köşe külâh veya başlık.

baratarya
* Kaptanı
n, tayfaları
n, gemi sahibine, armatöre veya sigorta ortaklı
ğı
na bilerek verdikleri zarar.

barba

htiyar Rum meyhanecilerine seslenmek için kullanı

r.

barbakan
* Kale duvarları
nda düş
mana ok atmak için açı
lmı
şdelik.

barbar
* Uygarlaşmamı ş .
* Uygarlaşmamı şkavim, topluluk.
* Kaba ve kırıcı.
* Kaba saba, ilkel.

barbarca
* Barbara yakı
şan bir biçimde.
* Kaba ve kırı
cıbir davranışla.

barbarizm
* Bir sözün fonetik veya morfolojik yapı

nda yapı
lan büyük yanlı
şlı
k.

barbarlaş
ma
* Barbarlaş
mak iş
i.

barbarlaş
mak
* Barbar gibi davranmak.

barbarlı
k
* Barbar olma durumu.

barbaş
ı
* Bar oyunları
nda sı
ranı
n sağbaş
ında yer alan ve oyunun düzenini sağ
layan kimse.

barbata
* Kalelerde mazgal ve mazgal siperlerinin oluş
turduğ
u girintili çı
kıntı
lıdı
şduvarları
n üst bölümü, kale
korkuluğu.

barbekü
* Özellikle balkonlarda ı
zgara et piş
irmekte kullanı
lan ve duvar içerisine gömülmüşocak.

barbunya
* Barbunyagillerden, kırmı zıpullu, beyaz etli, kemikli bir balık (Mullus barbahı
s).
* Taneleri yuvarlak, oval veya yassı, kı
rmızı benekli, bir tür fasulye.

barbunyagiller
* Dikenli yüzgeçliler alt takı
mına giren, vücutlarıiri pullarla kaplı
, barbunya ve tekir türleri iyi bilinen bir
familya.

barbut
* Zarla oynanan bir çeş
it kumar.

barcı
* Bar iş
leten kimse.

barcı

k
* Barcıolma durumu.
* Barcı
nın iş
i veya mesleğ
i.

barça
* Orta Çağda kullanı
lan kürekli ve yelkenli taş
ıma gemisi.
* Kalyon türünden küçük savaşgemisi.

barçak
* Kı

ç kabzası
nın siperi.

barda
* Dam ustalarını
n kullandı
ğı
, baş
ını
n bir ucu çember parçasıbiçiminde eğ
ri, öbür ucu keskin çekiç.
* Fı
çı
cıkeseri.

bardacı
k
* Bir tür küçük ve tatlıyaşincir.

bardacı
k eriği
* Bardak eriği.

bardağ
ıtaş ı
ran damla
* sabı
r tüketen aş
ırıdavranı
şveya durum.

bardağ
ıtaş ı
rmak
* sabrı
nıtüketmek.

bardak
* Su ve benzeri şeyleri içmek için kullanı
lan, genellikle camdan yapı
lan kap.
* Bir bardağı
n alacağımiktar.
* (bazıbölgelerde) Toprak testi.

bardak eriğ
i
*İ ri ve tatlı
bir tür erik.

bardakaltı
* Bardağı
n konulduğu yeri kirletmemesi için kullanı
lan, genellikle örgü, kâğı
t veya plâstik örtü.
* Yemek öncesi yenilen bardak altıbüyüklüğ ünde bir tür lâhmacun.

bardakçı
* Bardak veya çömlek yapan veya satan kimse.

bardaktan boş anı


rcasına yağmak
* (yağmur) çok şiddetli yağmak.

bardan
* Çok beyaz.

bardan
* Yük taş
ımak için kullanı
lan çanta veya çuval.

bardan bardan
* Beyaz beyaz.

bardo
* Aygı
r ile diş
i eş
ek çiftleş
mesinden üretilen her yaş
taki hayvan.

barem
* Devlet memurları
nın maaş
ları

n derece ve tutarları
nıdüzenleyen sistem ve çizelge.
baret

şçilerin baş
ları
na giydikleri, metal veya plâstikten yapı
lmı
şşapka.

baret
* Küçük takke, papaz takkesi.
* Bir tür süs iğnesi.

barfiks
* Çeş
itli beden hareketleri yapmaya elveriş
li yükseklikte, iki ayak üzerine tutturulmuşçubuklu jimnastik aracı
.

bargâh

çine izinle girilen yer, otağ
, yüksek divan.

bargam
* Levreğ
e benzer bir balı
k.

barhana
* Kafile, küçük kervan, göç.
* Göç eş yası
, ev eş
yası
.

barı
* Bahçe duvarı
, çit.

barı
nak
* Barı
nılacak yer, melce.

barı
ndı
rma
* Barı
ndı
rmak iş
i.

barı
ndı
rmak
* Barı
nması
nısağ
lamak.

barı
nma
* Barı
nmak iş
i.

barı
nmak
* Doğa etkilerinden korunmak için kapalıbir yere sı ğınmak.
* Yerleşmek, yaşamak için uygun ş artlar bularak oturmak.
* Çevresiyle uyumlu, dirlik içinde yaş amak.
* (soyut kavramlar için) Bir yerde etkili olmak, gelişecek ortamı
bulmak.

barı
ş
* Barı
şmak iş i.
* Savaşın bittiğinin bir antlaş
mayla belirtilmesinden sonraki durum, sulh.
* Böyle bir antlaş madan sonra insanlık tarihindeki süreç.
* Uyum, karş ılıklı
anlayı şve hoş
görü ile oluş turulan ortam.

barı
şgörüşolmak
* her türlü dargı
nlı
ğıunutarak barı
şmak.

barı
şyapmak
* barı
şantlaş
ması
nıimzalamak.

barı
şçı
* Barı
şıseven, barı
şsever, sulhçu, sulhsever, sulhperver.
* Barı
şıamaçlayan, barı
şıöngören.

barı
şçı
l
* Bkz. barı
şçı
.

barı
şçı

k
* Barı
şçıolma durumu, kavga etmeme eğ
ilimi.
barı
şı
k
* Baş
kası
ile barı
şdurumunda bulunan, dargı
n veya düş
man olmayan, sevecen, hoş
görülü.

barı
şı
k olmak
* sevecen ve hoş
görülü davranmak.

barı
şı
klı
k
* Barı
şı
k olma durumu.

barı
şma
* Barı
şmak durumu, uzlaş
ma, anlaş
ma.

barı
şmak
*İ ki taraf, araları
ndaki dargı
nlı
ğıkaldı
rmak, uzlaş
mak, anlaş
mak.
* Sevmek, zevk almak.

barı
şsever
* Barı
şçı
, barı
şçı
l, sulhçu, sulhsever, sulhperver.

barı
şseverlik
* Barı
şsever olma durumu.

barı
ştı
rma
* Barı
ştı
rmak iş
i.

barı
ştı
rmak
* Barı
şmaları
nısağlamak, ara bulmak.

bari
* Hiç olmazsa, hiç değilse, o hâlde, öyle ise.
* Keşke.

barikat
* Bir yolu veya geçidi kapamak için her türlü araçtan yararlanı
larak yapı
lan engel.

barikat kurmak
* engel oluş
turmak.

barikat yapmak
* çeş
itli araçlarla bir engel oluş
turmak.

barikatlama
* Barikatlamak iş
i.

barikatlamak
* Barikat ile çevirmek, barikat yapmak.

barisfer
* Bkz. ağı
r küre.

barit
* Baryum oksit (BaO) veya baryum hidroksit Ba(OH)2.

baritin
* Doğal baryum sülfat (BaSO4).

baritli

çinde barit bulunduran.

baritli yı
kama
* Kalı
nbağ
ırsağ
ın ve rektumun radyolojik iş
lemde baryum sülfatla doldurulmasıve yı
kanması
.
bariton
* Tenor ve bas arası ndaki erkek sesi.
* Basso ile alto arası
nda ses veren, pistonlu bir tür ağ
ız çalgı

.

bariyer
* Hemzemin geçitlerde kara yolu güvenliğ ini sağlamak için kullanı
lan açı

r kapanı
r engel.
* Kara yollarının kenarları
na yapı
lan korkuluk, engel.
* Herhangi bir yolu kapamak için yapı lan engel.
* Engelli at yarı
şları
nda üzerinden atlanmasıgereken yapay engel.

bariz
* Açı
k, göze çarpan, belirgin.

barizleş
me
* Barizleş
mek iş
i.

barizleş
mek
* Bariz duruma gelmek.

bark
* Bkz. ev bark.

barka
* Büyük sandal.

barkarol
* Venedik gondolcülerinin söz ve müziği önceden yazı
lmadan, içlerinden geldiği gibi söyledikleri ş
arkı
.
* Ritmi üç zamanlımüzik eseri.

barklanma
* Barklanmak iş
i veya durumu.

barklanmak
* Ev sahibi olmak; evlenmek.

barkot
* Çizgi im.

barlam
* Bkz. barlam.

barmen
* Bar tezgâhtarı
.

barmenlik
* Bar tezgâhtarlı
ğı
.

baro
* Bir ş
ehir veya bir bölge avukatları
nın bağ
lıolduklarımeslek kuruluş
u.

baro başkanı
* Baro genel kurulunca en az on beşyı
llı
k kı
demi olan avukatlar arası
ndan seçilen ve baroyu temsil eden
baro üyesi.

barograf
* Bir hava taş
ıtı
nın uçarken izlediğ
i yolun yüksekliklerini çizgi hâlinde göstermeye veya iş
aretlemeye yarayan
alet, yükseklikölçer.

barok
* M.S 1600 ile 1750 yı
llarıarası
ndaki klâsik sanatıizleyen resim, mimarlı
k üslûbu.
* Batı
edebiyatları
nda dengeden çok harekete, düş ünceden çok duyuma, biçimlerin serbestçe
yaratı
lması
ndan duyulan coşkuya önem veren, abartmalı, etkileyici, çeliş
kiden çekinmeyen edebiyat akı
mı.

barok müzik
* Çalgılar arası
nda veya çalgı
larla sesler arası
nda karş
ıtlı
klar kuran XVl-XVlll. yüzyı
llar arası
ndaki müzik
reformunu oluşturan müzik.

barokçu
* Barokçuluk yanlı
sıolan kimse.

barokçuluk
* Barok sanat ve edebiyat görüşve ilkelerini benimseyen akı
m.

barometre
* Bası
nçölçer.
* Gösterge.

baron
* Batı
ülkelerinde vikont ile ş
övalye arası
nda soyluluk unvanı
.

baronluk
* Baron olma durumu veya baronun görevi.

baroskop
* Havanı n içinde bulunduğ u cisimlerin ağırlı
ğıüzerine yaptı
ğıhafifletici etkiyi gösteren ve havası
boşaltı
labilen bir fanus içinde terazisi bulunan fizik cihazı
.

barparalel
* Düş
ey direkler üzerine paralel olarak tutturulmuşiki tahta çubuktan oluş
muşjimnastik aracı
.

barsak
* Bağ
ırsak.

barsam
* Yüzgeçleri dikenli ve zehirli bir çeş
it çarpan balı
ğı(Trachinus vipera).

barsama
* Güzel kokulu yapraklarıyemeklere konulan, nane ve yaban kekiğ
inin ortak adı
.

barudî
* Koyu gri renkte olan.

barut
* Ateş
li silâhla bir merminin atı
lması
na veya herhangi bir aracı
n fı
rlatı
lması
na yarayan, patlayı

, katı
madde.

barut esmeri
* Koyu esmer renkte olan (kimse).

barut fı
çı

* Barut koymaya, doldurmaya ve muhafaza etmeye yarayan kutu, fı
çı
.

barut fı
çı
sıgibi
* çok kızgın, sinirli ve kinle dolu kimse.
* her an olay çıkacak yer veya kavgaya yol açacak durum.

barut gibi
* öfkeli, huysuz, sert, aksi (kimse).
* pek ekş i veya acı
.

barut hakkı
* Mermiyi istenilen uzaklı
ğa atabilmek için gerekli barut gazıbası
ncı
nısağ
lamaya yetecek miktarda barut.
barut kesilmek (veya olmak)
* çok öfkelenmek.

barut kokusu gelmek


* savaştehlikesi sezilmek.

barut rengi
* Koyu giri.

barutçu
* Barut yapan kimse.

barutçuluk
* Barut yapma veya alı
p satma iş
i.

baruthane
* Barut yapı
lan veya saklanan yer.

barutla oynamak
* tehlikeli iş
lerle uğ
raş
mak.

barutluk
* Barut saklanan kap veya yer.

baryum
* Atom sayısı56, yoğunluğ
u 3.78 olan, doğada en çok baryum sülfat ve baryum karbonat olarak bulunan,
havada çabuk oksitlenen, gümüşrenginde, katıve basit bir element. Kı
saltmasıBa.

baryum karbonat
* Karbondioksidin, barit üzerine etkisiyle elde edilen beyaz bir katı
.

baryum sülfat
* Baritin.

bas
* En kalın erkek sesi.
* Sesi böyle olan sanatçı.
* En kalın sesli orkestra çalgı

.

bas (veya bas git)


* çekil, yürü, git, defol!.

bas bariton
* Bası
n çı
kamadı
ğıince tonlara çı
kabilen, buna rağmen bası
n indiğ
i kalı
n ve tok tonlara inemeyen sesi olan
sanatçı
.

bas bas
* Bağ
ırmak fiili ile kullanı
larak bağ
ırı
şı
n yüksek sesle olduğ
unu anlatı
r.

bas tutmak
* ince sesli çalgı
lara tek perdeden eş
lik etmek.

basak
* Merdiven.

basaklı
* Merdiveni olan.

basaksı
z
* Merdiveni olmayan.

basamak
* Bir yere çıkarken veya bir yerden inerken bası lan ve art arda gelen, birbirinden belirli aralı
klarla yükselen
düz yüzeylerden her biri.
* Derece, aş ama, kerte.
* Bir amaca ulaş mak için yararlanı
lan kişi, durum veya yer.
* (aritmetikte) On kuralı na göre yazılmışbir sayının, her rakamı nın bulunduğ u sı
ra, hane.
* (cebirde) Bir tam denklemde bulunan bilinmeyenin en yüksek kuvveti.

basamak basamak
* Yavaşyavaş(yükselme veya inme).
* Derece derece.

basamak yapmak
* bir durumu daha yükseğine eriş
mek için araç olarak kullanmak.

basamaklı
* Basamağı
olan, basamak basamak olan.

basar
* Göz.
*İleriyi görme, algı
lama yetisi.

basar
* Merdivenin ayakla bası
lan yüzeyi.

basarî
* Görme ile ilgili.

basarna
* Bir cismin bir yanı
nıkaldı
raçla yükseltme iş
i.
* Dalyanı n kapak yeri.

basbayağı
* Alı
şı
landan, bilinenden hiçbir değiş
ikliği olmayan.

basen
* Omurganı n bel ile kalça arası
ndaki bölümü.
* Kı
tasal uzantı
dan okyanus ortasısı rtları
na kadar devam eden ve 4000-5000 m derinliğ
i olan deniz dibi.

bası
* Resim kliş
esi, dökme harf, taşkalı
p kullanarak makine yardı
mıile kâğı
da ve bez gibi ş
eylere yazı
, resim
çı
karmak iş
i, tabı
.

bası

* Kitap, dergi gibi ş
eyleri basan kimse, tâbi.

bası


k
* Bası
cıolma durumu veya bası

nın iş
i.

bası
k
* Bası
lmış, yassı
laş
mış.
* Çok yüksek olmayan, alçak.
* Kısı
k.

bası
klaş

rma
* Bası
klaş

rmak iş
i.

bası
klaş

rmak
* Bası
k durumuna getirmek.

bası
klı
k
* Basık olma durumu.
* Bir elipsin büyük ve küçük eksenleri arası
ndaki farkı
n büyük eksene oranı
.
bası
la
* Bası
mcı

kta, provalarda "bası
nız, bası
lsı
n" anlamları
nda kullanı
lan terim.

bası
la vermek
* prova hâlindeki bir kitabı
n veya herhangi bir yazı
nın bası
ma uygun olduğunu bildirmek.

bası

* Bası
larak yerleş
tirilmiş
.
* Bası
m evinde bası lmış
, matbu.

bası

ş
* Bası
lmak iş
i veya durumu.

bası
lma
* Bası
lmak iş
i.

bası
lma dayanı

* Dokusunu basarak ezmeye çalı
şan dı
şetkilere ağ
acı
n gösterdiği direnç.

bası
lmak
* Basmak iş
ine konu olmak veya basmak iş
i yapı
lmak.

bası
m
* Basısanatı , tabaat.
* Basıişi, tabı, tipografya.

bası
m evi
* Basıiş
i yapı
lan yer, matbaa.

bası
mcı
* Bası
m evi iş
leten kimse, matbaacı
.

bası
mcı

k
* Bası
m evi iş
letme iş
i, kitap basma iş
i, matbaacı

k.

bası
n
* Gazete, dergi gibi belirli zamanlarda çı
kan yayı
nları
n bütünü, matbuat.

basın ataş
esi
* Resmî veya özel kurum ve kuruluş
larda, yabancıtemsilciliklerde bası
n ile ilgili konularıdüzenleyen yetkili
ve sorumlu kimse.

bası
n bildirisi
* Basın yayı
n organları
na bilgi vermek amacı
yla yetkili kurum veya kiş
iler tarafı
ndan hazı
rlanmı
şyazı

açı
klama.

bası
n dünyası
* Görsel ve yazı

bası
n organlarıile burada görevlilerin tümü.

bası
n kartı
* Mesleğ
i bası
n iş
leri olan kimselerin taş
ıdı
ğıkimlik belgesi.

bası
n özgürlüğü
* Görüşve düş
ünceleri bası
n ve yayı
n yoluyla açı
klayabilme ve yayabilme hakkı
.

basın toplantı sı
* Yetkili veya ilgili bir kimsenin, bir konu veya çeş
itli konular üzerinde açı
klamada bulunmak için
gazetecilerle yaptığı toplantı .

bası
n yasağı
* Bası
n yayı
n organları
nın bir konu hakkı
nda yayı
n yapması
nıkı

tlayı
p engelleme.
bası

* Bir yüzey üzerine etkide bulunan gücün yüz ölçümü birimine düş
en miktarı
, tazyik.

bası
nçlama
* Bası
nçlamak iş
i.

bası
nçlamak
* Hava taş
ıt araçları
nda, insan organizmasıiçin yeterli bası
nç düzeyini sağlamak veya ayarlamak.

bası
nçlı
* Bası
nç yüklenmişolan.

bası
nçlısu
* Bası
nç yüklenerek fı
şkı
rtı
lma düzeyine getirilmişsu, tazyikli su.

bası
nçölçer
* Hava bası
ncı
nıölçerek yer yükseltilerini ve hava değ
işimlerini tespit etmek için kullanı
lan alet, barometre.

bası
nçölçüm
* Hava bası
ncıölçümlerini inceleyen birim.

bası
ölçer
* Buharı
n veya herhangi bir gazı
n bulunduğ
u kabı
n yüzeyine yaptı
ğıbası
ncıbelirleyen alet.
* Akı
şkanları
n basıncınıölçen araç.

bası
p geçmek
* önde gideni geçmek.
* önem vermeyerek uğramamak.

bası
p gitmek
* birdenbire gitmek, aklı
na koyduğ
uşeyi yapmak üzere bulunduğu yerden uzaklaş
mak, çekip gitmek.

bası
rgama
* Bası
rgamak iş
i.

bası
rgamak
* Ağı
rlı
k çökmek veya basmak.
* Kâbus çökmek.

bası
rganma
* Bası
rganmak durumu.

bası
rganmak
* Üzerine ağı
rlı
k basmak, kâbus çökmek.

bası
ş
* Basmak iş
i.

basil
* Bakterilerin çomak biçiminde ince uzun olan türü.

basiret
* Doğru görüş
, uzağ
ıgörüş
, seziş
, uyanı
klı
k, anlayı
ş, kavrayı
ş, dikkat, sağgörü.

basireti bağ lanmak


* iyi düş
ünemez, gerçeğ
i göremez bir duruma düş
mek.

basiretli
* Gerçeği görebilen, uzağı
görebilen, basireti olan, sağgörülü.

basiretsiz
* Gerçekleri görebilmekten uzak, ileri ve uzak görüş
lü olmayan, sağ
görüsüz.

basiretsizlik
* Gerçekleri, ileriyi ve uzağıgörememe, sağ
görüden yoksun olma.

basit
* Yapı lmasıveya anlaş ı
lması kolay olan, karışı
k olmayan, bayağ
ı.
* Süssüz, gösterişsiz.
* Bilgi ve görgüsü sınırlıolan, bayağı, görgüsüz.
* Her zaman rastlanan, özelliği olmayan, olağan.
* Kolay.

basit cisim
* Maddesi tek elementten oluş
muşcisim.

basit cümle
* Tek yargıbildiren cümle.

basit faiz
* Faizleri üzerine eklenmemişana paraya belli bir dönem sonunda verilen faiz.

basit kelime
* Anlamlı
olarak daha küçük parçaya bölünemeyen, kök durumundaki kelime, yalı
n kelime.

basit kesir
* Payıpaydası
ndan küçük olan kesir.

basit renk
* Biçmeden geçen beyaz ı
şı
ğın ayrı
ldı
ğırenklerden her biri.

basitçe
* Basit olarak, kolay tarafı
ndan.

basite indirgemek
* basitleş
tirmek, sade bir biçime döndürmek,basite irca etmek.

basitleş
me
* Basitleş
mek iş
i.

basitleş
mek
* Basit duruma gelmek.

basitleş
tirme
* Basitleş
tirmek iş
i.

basitleş
tirmek
* Gereksiz ayrı
ntı
lardan arı
tarak sade duruma getirmek.

basitlik
* Basit olma durumu.

Baskça

spanya'nı
n Bask bölgesinde kullanı
lan dil.

basket
* Basketbolda kazanı
lan sayı
.

basket yapmak
* basketbolda sayıkazanmak.

basketbol
* Beş
er kiş
ilik iki takım arası
nda topu 3 m yükseklikteki karş
ılı
klı
duran ağgeçirilmişiki sepetten birine
sokup sayıkazanmak esası na dayanan bir oyun.

basketbolcu
* Basketbol oyuncusu.

basketbolculuk
* Basketbol oynama veya oynatmak iş
i.

basketçi
* Basketbol oyuncusu, basketbolcu.

baskı
* Bir eserin bası lışbiçimi veya durumu.
* Basısayı sı
.
* Bir eserin bası larak tekrarlanan her bir kezi.
* Giysinin içine kı vrılı
p dikilen kenarı.
* Hak ve özgürlükleri kı sıtlayarak zor altı
nda bulundurma durumu, tazyik.
* Bir maddeyi sı kıp ezen alet, pres.
* Belirli ruhî etkinlik ve süreçleri, kiş
inin isteği dı
şı
nda bilinçaltı
na itmesi veya bu itilenlerin bilince çı
kması

önleme durumu.
* Karş ıtakı m oyuncusunun hareketini ve sonuç alması nıengellemek amacı yla uygulanan yakı n savunma
durumu.

baskıaltı
nda tutmak
* özgürlüğünü engellemek, kı

tlamak.

baskıgrubu
* Bir iş
in yapı
lması
nda, gerçekleş
tirilmesinde veya tamamlanması
nda baskıoluş
turan güç.

baskıkalı

* Kitap kapları
na süslemeler basmak için kullanı
lan kalı
p.

baskıresim
* Gravür tekniği ile yapı
lan resim, kazı
ma resim.

baskıyapmak
* bir kimseyi bir iş
i yapmaya zorlamak, zor kullanmak.

baskı

*İşlenecek kumaş lar üzerine kalıplara resim basan kimse.
* Matbaacılıkta baskı iş
lerini yapan kimse.
* Kısı
tlayı
cı.

baskı


k
* Baskı

nın iş
i.

baskı
da kalmak
* yağ
mur yağ
dıktan sonra toprağı
n üst kı
smısertleş
erek tohumlar fidelenip toprak üstüne çı
kmak.

baskı

* Baskı
sıolan.

baskı

k
* Bir masadaki kâğ
ıtları
n uçmamasıiçin üzerlerine konulan özel biçimdeki ağı
rlı
k.

baskı
n
* Suç iş lediği veya suçluları
n bulunduğu sanı
lan bir yere ansı

n girme.
* Kı sa süreli, beklenmedik saldırı.
* (sertlik, zorluk bakımı ndan) Üstün.

baskı
n basanı
ndı
r
* düş
manıgafil avlayı
p saldı
ran taraf savaş
ıkazanı
r.

baskı
n çı
kmak (veya gelmek)
* (karş
ılaş

rma konusu olan kimseyi) geçmek, üstünlüğünü göstermek.

baskı
n vermek
* anî ve habersiz girmek, saldı

da bulunmak.

baskı
n yapmak
* suç iş
lendiği veya suçluları
n bulunduğu sanı
lan bir yere ansı

n girmek.
* düşmana ansı zı
n saldırmak.
* ansızı
n konuk gelmek.

baskı
na uğramak
* düş manı n beklenmedik bir saldı


yla karş
ılaş
mak.
* bir yerde suç üstü yakalanmak.
* beklenmedik bir zamanda konuklar gelmek.

baskı
ncı
* Baskı
n yapan kimse.

baskı

z
* Hak ve özgürlükleri kı

tlanmamı
ş.
* Disiplinsiz.
* Terbiyesiz, ahlâksı
z.

baskı

z büyümek
* serbest bir eğitimle yetiş
mek.

basklârnet
* Kalı
n sesli klârnet.

baskül
* Çoğ unlukla bir kütleyi çok daha küçük bir kütle yardı
mıyla tartmaya yarayan alet.
*İ ki kolu sı
ra ile kalkıp inebilen, ortası
ndan veya uçları
ndan birine az çok yakın değ iş
mez bir noktaya
dayanan kaldıraç.

basma
* Basmak iş i.
* Üzerinde basıile yapı lmı şrenkli biçimler bulunan pamuklu kumaş .
* Bu kumaş tan yapı lmışolan.
* Gazete, dergi, kitap gibi basıile hazırlanmışyazılış
eyler, matbua.
* Basılmı
ş , matbu.
*İ skambil kâğ ı
dıile oynanan bir oyun.
* Gübre, tezek.

basma kalı

* Kitap, kumaşgibi ş
eylerin baskı
sıiçin hazı
rlanan kalı
p.

basmacı
* Basma yapan veya satan kimse.
* Pamuklu, tülbent vb. üzerine kalı
pla desen basan kimse.
* Bohça ile köylerde eş
ya satan kadın, bohçacı.

basmacı

k
* Basma alım satı
mı .
* Pamuklu, tülbent vb. üzerine kalı
pla desen basma iş
i.
* Matbaacılı
k.

basmahane
* Basma yapı
lan işyeri.
basmak
* Vücudun ağ ırlı
ğınıverecek biçimde ayak tabanı nıbir yere veya bir şeyin üzerine koymak.
* (küçük çocuklar için) Ayakta durabilmek.
* Bir şeyi, üzerine kuvvet vererek itmek.
* Sıkıştı
rarak yerleş tirmek.
* Basıiş i yapmak, tabetmek.
* Örtmek, bürümek, kaplamak.
* Bir şey üzerinde kalı p, mühür gibi bir araçla iz yapmak.
* Baskı n yapmak.
* Bazıisimlerle birlikte sertlik, aş ı
rılı
k anlamları
nda yardı mcıfiil olarak kullanı

r.
* Bir kimse bir yaş a girmek.
* Çevreyi kaplamak, çökmek.
* Basınç yaparak sı vıve gazları itmek.
* Kümes hayvanları kuluçkaya yatmak.
* Bir şeyin etkisinde kalı p eziklik, üzüntü ve ağı
rlık duymak.

basmakalı
p
* Özgünlüğü olmayan, değiş
iklik göstermeyen, bilineni tekrarlayan, harcı
âlem, kliş
e.

basmakalı
plaşmak
* Basmakalı
p durumuna gelmek.

basmalı
* Basma özelliğ
i olan.

basmalı
k
* Üzerine bası
lacak ş
ey.

basso
* En kalı
n erkek sesi.
* En kalı
n sesli orkestra çalgı

.

bastana salatası
* Domates, taze soğ
an, yeş
ilbiber, maydanoz, nane ve limon suyu kullanı
larak yapı
lan bir salata türü.

bastarda
* Bkz. baş
tarda.

bastı
* Kıyma ile piş
irilmişsebze.
* Bastı
rma.

bastı
bacak
* Bacaklarıkı sa veya çarpı
k (kimse).
* (çocuk için) Yaramaz.

bastı
ğıyerde ot bitmez
* gittiği yere uğ
ursuzluk götürür, gittiği yerin bereketini kurutur.

bastı
ğıyeri bilmemek
* çok sevinmek.
*ş aş kı
nlı
ktan nerede olduğ
unu seçememek, durumunu kontrol edememek.

bastı
k
* Pestil.

bastı
rak
* Yol yapı
mında çakı
l, kum, curuf gibi maddeleri ezmeye ve sı

ştı
rmaya yarayan alet.

bastı

k
* Kapıyıarkadan bastırmak için kullanı
lan ağaç dayak.
* Ağı
rlık, baskı
, yük.
bastı

lma
* Bastı

lmak iş
i.

bastı

lmak
* Bastı
rmak iş
ine konu olmak.

bastı

m
* Ruh dünyası
nda oluş
an tepkimelerin bilinç dı
şı
na yansı
ması
.

bastı
rma
* Bastı
rmak iş
i.
* Bastı
.

bastı
rmak
* Basmak iş ini yaptırmak.
* Zararlıbir olayı önlemek.
* Üstünlüğünü göstermek.
* Bir kumaş ı
n kenarı nıkı vırı p dikmek.
* Gidermek.
* (cevap için) Hemen yetiş tirmek.
* Ansı zı
n birinin yanı na gitmek.
* Birdenbire ve pek çok etkisini göstermek.
* Kümes hayvanları nıkuluçkaya yatı rmak.
* Baskıyapmak, üzerine iyice düş mek.

bastika
* Bir yelken serenine veya herhangi bir ağaca açı
lan delik.

baston
* Yürürken dayanmaya yarayan ağaç veya metalden yapılan araç.
* Geminin baştarafı
ndaki yatı
k direğin (cı
vadranın) dı
şarıya doğ ru uzanan parçası
.

baston francala
*İnce, uzun ekmek.

baston gibi (veya baston yutmuşgibi)


* dimdik duran veya yürüyen (kimse).

bastoncu
* Baston yapan veya satan kimse.

bastonculuk
* Baston yapma veya satma iş
i.

bastonlu
* Bastonu olan.

bastonsuz
* Bastonu olmayan.

basur
* Kalı
n bağı
rsağı
n alt bölümünde ve anüste toplardamarları
n geniş
lemesiyle oluş
an varis, hemoroit.

basur memesi
* Anüste geniş
leyip meme gibi uzamı
şdamar yı
ğı

.

basur otu
* Düğ ün çiçeğigillerden, nemli ormanlarda biten, köklerinde basur memelerine iyi gelen bir madde bulunan,
sarıçiçek açan küçük bir bitki (Ranunculus ficaria).

basurlu
* Basuru olan, hemoroitli.

basübadelmevt
* Ölümden sonra dirilme.

basya
* Sapotgillerden, tohumları
ndan sabunculukta kullanı
lan bir yağelde edilen, Asya'da yetiş
en bir ağaç (Basia).

baş
*İ nsan ve hayvanlarda beyin, göz, kulak, burun, ağ ı
z gibi organlarıkapsayan, vücudun üst veya önünde
bulunan bölüm, kafa, ser.
* Bir topluluğu yöneten kimse.
* Baş langı ç.
* Temel, esas.
* Arazide en yüksek nokta.
* Bir ş eyin genellikle toparlakça ucu.
* Bir ş eyin uçları ndan biri.
* Kasaplı k hayvanlarda ve bazıyiyeceklerde tane.
* Para değiş tirirken verilen veya alınan üstelik, sarrafiye.
* Bir ş eyin yakı nıveya çevresi.
* "Baş " kelimesi birçok deyimde "öz varlı k, kendisi" anlamı nıtaş ı
yan bir zamir niteliğindedir.
* Önem veya yönetim bakı mından ileride olan, en önemli, en üstün anlamı nda birleşik kelimeler yapar.
* Güreş te pehlivanları n ayrıldıklarıbeşderecenin en yükseğ i.
* "... baş ına" adlardan sonra ve nicelik anlatan kelimeden önce gelerek üleş tirme anlamı verir.
* Deniz teknelerinde ön taraf.
* En uç, yüksek nokta veya en ön.

baş
* Çı
ban.

başağ
ırlı
k
* Ağı
r sı
klet.

başağ
rısı
* Başın ağrıması, başta oluş
an rahatsı
zlı
k.
* Sürekli sı
kıntıyaratan durum veya kimse.

başağ
rısıolmak
* sı

ntıvermek, uğ
raş

rmak.

başağ
rıtmak
* tedirgin etmek, bı
kkı
nlı
k vermek, can sı
kmak.

başalamamak
* çok uğ
raş

ran bir konu yüzünden vakit ve fı
rsat bulamamak.

başalmak
* fı
rsat bulmak.

başaş
ağı
* Baş
ıaş
ağıgelmek üzere.

başaş
ağıdüş mek
* kiş
iliğ
inden kaybederek toplum içindeki durumu sarsı
lmak.

başaş
ağıetmek
* tersine çevirmek.

başaş
ağıgelmek
* tepesi üstü düş
mek.

başaş
ağıgitmek
* sürekli zarar görmek veya kötüleş
mek.

başaş
ağıgitmek
* iş
leri ters gitmek, sürekli zarar etmek.

başbağ
lamak
* baş ına bir örtü örtmek.
* baş ak vermek.
* birine veya bir şeye bağ lanmak, intisap etmek.

başbaş
* çocukları
n "Allaha ı
smarladı
k" anlamı
nda ellerini baş
ları
na götürmelerini sağlamak için söylenir.

başbaş
a
* Birlikte, beraberce.

başbaş
a (veya kafa kafaya) vermek
* iki veya daha çok kimse bir kenara çekilip konuş
mak.
* dayanı şmak.

başbaş
a bırakmak
* birinin, bir ş
eyle veya bir kimseyle yalnı
z kalması
nısağlamak.

başbaş
a kalmak
* biriyle veya bir ş
eyle yalnı
z kalmak.

başbaş
a olmak
* birlikte bulunmak, beraber yaş
amak.

başbelâsı
* Sı

nt ı
, üzüntü veren.

başbezi
* Mendil.

başbı
çağı
* Ustura.

başbiti
* Bkz. bit.

başbulmak
* (alı
şveriş
te) kazanç bı
rakmak.

başçanağ
ı
* Kafa tası
.

başçekmek
* ön ayak olmak.

başçevirtmek
* baş ıarkaya doğru döndürtmek.
* birinin arkası
ndan hayranlı
kla bakmak.

başdöndürmek
* baş
arı
dan, gururdan, sevinçten çok mutlu duruma getirmek, aş
ırıheyecanlandı
rmak.

başdöndürücü
* (çabuklukta) olağanüstü, aş
ırı
.
* baygınlı
k verici.

başdöndürücü
* Şaş
kına, serseme çevirici.

başdönmesi
* Göz kararı
p düş
ecek gibi olma.

başedebilmek
* bir kimseyi yola getirmeye veya bir ş
eyi yapmaya gücü yetmek.

başeğ
mek
* saygıgöstermek için başeğerek selâmlamak.
* direnmekten vazgeçip buyruk altı
na girmek, inkı
yat etmek.

başelde iken
* ölmeden, yaş
arken sağiken.

başetmek (veya edememek)


* gücü yetmek (yetmemek), baş
arıkazanmak (kazanmamak).

başgelmek
* yenmek, gücü yetmek.

başgöstermek
* belirmek, ortaya çı
kmak, zuhur etmek, vuku bulmak.

başgöz etmek
* evlendirmek.

başgöz olmak
* evlenmek.

başkaldı
rma
* başkaldı
rmak iş
i, isyan.

başkaldı
rmak
* ayaklanmak, yönetime karş
ıgelmek, isyan etmek.
* iyice coş
mak, kabarmak.

başkaldı
rmamak
* Bkz. baş
ınıkaldı
rmamak.

başkesmek
* selâm için başeğ
mek.

başkı
ç vurmak
* baş
tan gelen dalgalarla gemi, baş
ıve kı
çıüzerinde inip kalkmak.

başkı


r fes içinde, kol kırılı
r yen içinde
* aile içindeki, arkadaş lar arası
ndaki uyuş
mazlı
klar yabancı
lara duyurulmamalı
dır.

başkomak (koymak)
* bir ş
ey uğruna ölümü göze almak.

başkoş
mak
* bir iş
i baş
armak için çalı
şmak.

başnereye giderse, ayak da oraya gider


* küçükler büyüklerin izinde gider, her iş
te onları
örnek tutarlar.

başol da, istersen soğ


an baş ıol
* küçük bir işte de olsa, baş
ta olmak önemlidir.

başolan boşolmaz
* bir yerde başolan kimse taş ı
dı ğ
ıdeğer dolayı

yla o yere gelmiş
tir.
* işbaş ındaki kiş
inin iş
i çoktur.

başörtüsü
* Bkz. baş
örtü.

başsağlı
ğı
* Ölen bir kimsenin yakı
nları
na söylenen ilgi ve yakı
nlı
k anlatan söz.

başsağlı
ğıdilemek
* ölen bir kimsenin yakı
nları
na ilgi ve yakı
nlı
k anlatan söz söylemek.

başsallamak
* karş
ısı
ndakinin her sözünü uygun bulur görünmek.

baştacı
* Çok sevilen, çok yüksek tutulan (kimse veya ş
ey).

baştacıetmek

baştacıetmek
* çok sevmek ve saymak, el üstünde tutmak.

baştutamamak
* rüzgâr, fı
rtı
na yüzünden, yapı

şı
ndaki veya yükseliş
indeki bir bozukluk sebebiyle gemi dümene uymamak,
rotadan çıkmak.

baştutmak
* elebaş
ıolmak.

başucu
* Yatı
lan bir yerin başkonulan yönü veya yakı
nı.

başucu kitabı
* Sık sı
k yararlanı
lan, ana bilgileri veren, değ
erini hiç yitirmeyen eser.

başüstünde tutmak
* çok iyi ağı
rlamak.

başüstünde yeri var


* büyük bir saygıve ilgi ile karş
ılanı
r veya ağ
ırlanı
r.

başüstüne
* bir dileğin yerine getirileceğ
ini içtenlikle belirtmek için "peki" anlamı
nda kullanı
lan söz.

başvermek
* (çı
ban) olgunlaş mak.
* (buğday vb. bitkiler) baş
ak bağ
lamaya baş
lamak, baş
ak oluş
mak.
* (gemi, kayı
k) döndürmek, çevirmek.

başyakmak
* kötü duruma düş
ürmek.

başyapmak
* (kuaför) saç bakı
m ve tuvaleti yapmak.

başyarı

r (kırılır) börk (fes) içinde, kol kı


r kürk (yen) içinde
* aile içindeki kişilerin anlaşmazlıklarıaile içinde kalmalı

r.

başyarma
* Vida yapı
mında kullanı
lacak olan perçinlerin baş
ları
na tornavida yerleri açmak iş
i.
başyastı
ğı
* Yatakta baş
ın altı
na konulan yastı
k.

başyemek (baş ı
nıyemek)
* birinin ölümüne veya yok olması
na sebep olmak.
* birinin güç duruma düşmesine yol açmak.

baş
a baş
* birinden üstün olmadan.

baş
a baş
* Eş
it durumda, dengeli olarak.

baş
a başgelmek
* eşit olmak, denk olmak.

baş
a başnoktası
* bir yabancıparanı
n veya değ
erli kâğ
ıdı
n piyasa değeri ile üstünde yazı

değ
erin aynıolmasıdurumu.

baş
a çı
kmak
* güçlükler çı
karan biriyle olan iş
ini, kendi istediğ
i yolda sonuçlandı
rabilmek.

baş
a çı
kmak
* bir ş
eye gücü yetmek.

baş
a geçmek
* en üstün yeri almak.

başa gelen çekilir


* çaresiz durumlara düş
üldüğ
ünde insanı
n kendini üzüntüye kaptı
rmayı
p bu durumlara katlanması
nın olağ
an
ve doğru bulunduğunu anlatı r.

baş
a gelmek
* (kötü bir duruma) uğ
ramak.

baş
a güreşmek
* yağlıgüreşte, en usta pehlivanlar baş
pehlivanlı
k için yarı
şmak.
* en üstün sonucu elde etmek için mücadele vermek.

baş
a vermek
* değ
iştokuşyaparken üste bazış
eyler vermek.

baş
ağaç
* Boyuna dikey yönden kesilmişolan ve yı
l halkalarıçember biçiminde görüntü veren ağ
aç.

Baş
ak
* Zodyak üzerinde Aslan ile Terazi burçlarıarası
nda bulunan burcun adı
, Zodyak.

baş
ak
* Arpa, buğday, yulaf gibi ekinlerin taneleri taş
ıyan kı
lçıklıbaş
ı.
* Tarlalarda, bağ
larda dökülmüşveya tek tük kalmı şolan ürün.

baş
ak bağlamak (veya tutmak)
* arpa, buğ
day, yulaf gibi ekinlerde baş
ak oluş
mak.

baş
ak toplamak
* tarlalarda kalmı
şbaş
aklarıveya bağlarda dökülmüşmeyveleri toplamak.

baş
akçı
* Tarlalarda kalmı
şbaş
aklarıveya bağ
larda dökülmüşmeyveleri toplayan kimse.

baş
akçı
k
* Çiçeklerde baş
ağıoluş
turan çiçek demeti veya topluluğu.

baş
aklama
* Baş
aklamak iş
i.

baş
aklamak
* Tarlalarda, bağ
larda kalmı
şdöküntüleri toplamak.

baş
aklanma
* Baş
aklanmak durumu.

baş
aklanmak
* Baş
ak bağ
lamak, tutmak.

baş
aklı
* Başağıolan (ekin).
* Arka ucu başka biçimde olan (ok).

baş
aktör
* Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli erkek oyuncu.

baş
aktörlük
* Baş
aktörün iş
i veya mesleği.

baş
aktris
* Bir filmde veya bir tiyatro eserinde en önemli kadı
n oyuncu.

baş
aktrislik
* Baş
aktrisin iş
i veya mesleği.

baş
altı
* Yağ
lıgüreş te pehlivanların ayrı
ldığıbeşderecenin ikincisi.
* Gemilerde tayfa ve erlerin baştaraftaki koğuş
ları
.

baş
arı
* Baş
armak iş
i veya baş
arı
lan iş
, muvaffakı
yet.

baş
arıgöstermek (veya kazanmak)
* başarmak.

baş
arı

* Baş
arıgösteren, muvaffakı yetli.
* Baş
arı
lmış , üstesinden gelinmiş .
* Baş
arı
lıbir biçimde, baş arıgöstererek.

baş
arı
lma
* Baş
arı
lmak iş
i.

baş
arı
lmak
* Baş
arı
ile sona ermek.

baş
arı
m
* Elde edilen bir baş
arı
.
* Bir sporcunun yapabileceği en iyi derece, takat sı
nırı
, performans.

baş
arı

z
* Baş
arıgöstermeyen, muvaffakı yetsiz.
* Baş
arı
lamayan, muvaffakıyetsiz.
* Baş
arıgöstermeyerek.

baş
arı

z olmak
* baş
arı
sağlayamamak, baş
arıgösterememek.
baş
arı

zlı
ğ a uğramak
* başarısı
z olmak.

baş
arı

zlı
k
* Baş
arı

z olma durumu, muvaffakı
yetsizlik.

baş
arma
* Baş
armak iş
i.

baş
armak
* Bir iş
i istenilen biçimde bitirmek, muvaffak olmak.

baş
asistan
* En üst derecedeki asistan.

baş
asistanlı
k
* Baş
asistan olma durumu.
* Baş
asistanın görevi.

baş
at
* Benzerleri arası
nda güç ve önem bakı
mından baş
ta gelen, hâkim, dominant.

baş
at karakter
* Bir melezde her zaman ortaya çı
kan karakter.

baş
atlı
k
* Baş
at olma durumu, hâkimiyet.

baş
atlı
k yasası
* Irk karı
şması
nda güçlü öz yapı
nın sonraki soylardan üstün geldiğ
ini kanı
tlayan yasa.

baş
bakan
* Hükûmet baş
kanı
; bakanlar kurulunun baş
ı, kabinenin baş
ı, baş
vekil.

baş
bakanlı
k
* Baş
bakan olma durumu ve baş bakanın görevi.
* Baş
bakanın makamı .
* Baş
bakan ve görevlilerinin çalı
ştı
ğıdaire.

baş
bayi
* Bir dağ
ıtı
m iş
inde bütün bayilerin bağ
lıbulunduğ
u ana bayi.

baş
buğ
* Eski Türklerde baş , baş
kan, komutan.
* Osmanlıİ mparatorluğunda savaşzamanıbaş
ka birliklerden ayrı

p bir araya getirilerek oluş
turulan birliğ
in
veya milis güçlerinin komutanı .

baş
çavuş
* Astsubay baş çavuş .
* Yeniçeri ocağının çavuş
u.

baş
çavuş
luk
* Astsubay baş
çavuşrütbesi.

baş
çı
*İ ş
çi baş
ı.
* Çiğveya piş
mişkoyun, kuzu, sı
ğı
r baş
ısatan kimse.

baş
çık
* Çiçeklerin erkek organları
nda çiçek tozunu taş
ıyan torbacı
k, haş
efe.
baş
danı
şman
* Danı
şmanları
n baş
ı.

baş
danı
şmanlı
k
* Baş
danı
şmanı
n iş
i veya görevi.

baş
dekorcu
* Dekorcuları
n baş
ı, dekor hazı
rlamada en üst sorumlu.

baş
dekorculuk
* Başdekorcunun iş
i veya mesleğ
i.

baş
dizgici
* Bir bası
m evindeki dizgicilerin baş
ı, baş
mürettip, sermürettip.

baş
dizgicilik
* Dizgicilerin baş
ı.

baş
dümenci
* Dümencilerin baş
ı.

baş
dümeni
* Gemi veya teknelerin baş
ına yerleş
tirilen ve iyi bir manevra sağ
layan dümen.

baş
efendi
* Devlet dairelerinde kı
demli memur, baş
kâtip.

baş
eksper
* Eksperlerin baş
ı.

baş
eser
* Kendi türünde en mükemmel eser, baş
yapı
t, ş
aheser.

baş
eski
* En kıdemli kimse.
* Yeniçeri bölüklerinin en kı
demsiz subayıve erlerinin en kı
demlisi.

baş
fiyat
* En iyi ürün için tespit edilen fiyat.

baş
gardiyan
* Gardiyanları
n baş
ı.

baş
garson
* Garsonları
n baş
ı, metrdotel.

baş
garsonluk
* Başgarson olma durumu.
* Başgarsonun iş
i, metrdotellik.

baş
gedikli
* En yüksek rütbeli astsubay.

baş
hakem
* Yarı
şmayıveya oyunu yöneten hakemlerin baş
ı.

baş
hekim
* Bir hastahaneyi yönetmekle görevlendirilen hekim, baş
tabip, sertabip.

baş
hekimlik
* Baş
hekimin görevi.
* Baş
hekimin makamı .
baş
hemş
ire
* Bir klinik veya hastahanede hemş
ireleri yönetmekle görevlendirilmişhemş
ire.

baş
hemş
irelik
* Baş hemş
ire olma durumu.

baş
hostes
* Hava yolları
nda hosteslerin en deneyimlisi ve yapı
lan sefer boyunca hizmetten sorumlu kimse.

baş
ıaçı
k
* Örtü veya ş
apka ile baş
ıörtülmemiş
.

baş
ıağ
rımak
* bir iş
ten dolayısorumlu duruma düş
mek.

baş
ıbağ
lanmak
* biri evlendirilmek.
* birini yandaşolarak kazanmak, kendi yanı
nda tutmak.

baş
ıbağ

* Serbest olmayan.
* Evli.

baş
ıbelâda
* çözülmesi güç, sı
kıntı
lıbir durumda.

baş
ıbelâya girmek (veya uğ ramak)
* sı
kıcı
, üzücü bir durumla karş
ılaş
mak.

baş
ıbütün
* eş
i hayatta olan (karıveya koca).

baş
ıçatlamak
* baş
ıçok ağrı
mak.

baş
ıçekmek
* herhangi bir konuda önde gitmek, ön ayak olmak.

baş
ıdara düşmek
* sı

ntı
ya girmek.

baş
ıdaralmak
* (para yönünden) sı

ntı
ya, darlı
ğa düş
mek.

baş
ıdarda kalmak
* parası
zlı
ktan dolayısı

ntı
da olmak.

baş
ıderde girmek
* sıkı
ntı
lıbir duruma düş
mek.

baş
ıdertte
* çözülmesi güç, sı
kıntı
lıdurumda.

baş
ıdevletli
* Talihli, bahtıaçı
k.

baş
ıdimdik
* Onurlu, gururlu.

baş
ıdinç
* Kaygı

z ve tasasıolmayan.
baş
ıdönmek
* insana, eş
yanın dönmesi, ayağı
nı n altı
ndan yerin çekilmesi gibi bir duygu gelmek.
* sıkı
ntıyaratan bir durum karşı
sında bunalmak.
* görkemli bir ş
ey karşısı
nda şaş
ırmak.
* para veya mevki sebebiyle ş
aşı
rıpş ımarmak.

baş
ıdumanlı
* Doruğunu sis bürümüş(dağ).
* Sevdadan veya içkiden sarhoş
.

baş
ıgöğe ermek (veya değ
mek)
* beklenmeyen bir mutluluğ
a ermek.

baş
ıhavada
* sevinçli.

baş
ıhoşolmamak
* bir ş
eyden hoş
lanmamak.

baş
ıiçin
* "çocuğumuzun baş
ıiçin", "annenizin baş
ıiçin" gibi sözlerde değerli bir kiş
i ortaya konarak kullanı
lan ant
veya yalvarma sözü.

baş
ıkalabalık
* yanı
nda bir iş
i konuş
amayacak kadar çok kimse var.

baş
ıkazan gibi olmak
* başında çok ağrıve uğultulu bir sersemlik olmak.

baş
ınâra yanmak
* baş
kası
uğruna büyük bir zarara uğ
ramak.

baş
ıönünde
* uslu, çevrede gözü olmayan.

baş
ısı
kılmak (veya sı
kış mak)
* herhangi bir güçlük karş
ısı
nda kalmak, bunalmak.

baş
ısı
kıya gelmek
* herhangi bir güçlük karş
ısı
nda bunalmak, zor durumda kalmak.

baş
ıtaş
a değmek
* ağ
ır bir durum kendisine ders olmak.

baş
ıtutmak
* gürültüden veya üzüntüden baş
ıağ
rımak.

baş
ıüstünde yeri olmak
* her zaman iyi karş
ılanmak, ağı
rlanmak.
* bir düşünce veya davranı
şıuygun bulmak.

baş
ıyastı
ğa düşmek
* yorgunluktan veya güçsüzlükten uykuya dalmak.

baş
ıyastı
k yüzü görmemek
* yatağa yatı
p uyumamı
şolmak.

baş
ıyerde
* utançla, kı
rgı
nlı
kla, üzüntüyle.

baş
ıyerine gelmek
* zihin yorgunluğu geçmişolmak.

baş
ıyukarda
* onurlu, kibirli, kendini beğenmiş
.

baş
ıyumuşak
* Uysal, söz dinler (kimse).

baş
ızapt olunmamak
* binicisini alı
p götürmek.

baş
ıboş
* Bir şeye veya kimseye bağ lıolmayan.
* Bağ lanmamı ş , serbest bı
rakılmış.
* Yönetimsiz, baskı sı
z, denetimsiz.

baş
ıboşbırakmak
* üstünde hiçbir baskıveya denetim bulundurmamak, kendi havası
na bı
rakmak.

baş
ıboşkalmak
* baskıaltı
nda bulunmamak, karı
şanı
, görüş
eni olmamak.

baş
ıboş
luk
* Baş
ıboşolma durumu.

baş
ıbozuk
* Askerlerin arası
na katılmışsivil savaş
çı.
* Düzensiz topluluk.
* Kargaşalı, karı
şı
k, içinden çı
kılamayan.

baş
ıbozukluk
* Başı
bozuk olma durumu.
* Düzensiz davranı
ş, düzensizlik, disiplinsizlik.

baş
ıkabak
* Saçı
dökülmüşveya dibinden kesilmiş
.
* Başı
nıörtmeden.

baş
ım gözüm üstüne
* belirtilen istekleri içtenlikle yapmayıkabul etmeyi anlatı
r.

baş
ımla beraber
* memnunlukla, seve seve.

baş
ın sağolsun
* yakı
nları
ndan birini toprağ
a vermişbir kimseye söylenen ilgi ve yakı
nlı
k anlatan söz.

baş
ına balta kesilmek (veya olmak)
* sürekli istemek, ı
srar etmek, inat etmek.

baş
ına belâ açmak
* kötü bir olay dolayı

yla dert sahibi olmak.

baş
ına belâ almak
* bir sorunla karş
ılaş
mak, kötü bir duruma düş
mek.

baş
ına belâ olmak (veya kesilmek)
* sıkı
ntıvermek, tedirgin etmek, musallat olmak.

baş
ına bir hâl gelmek
* kötü bir duruma uğramak.
* ölüm ihtimalini bildirmek için kullanı

r.
baş
ına buyruk
* kimseden izin almaksı

n dilediği gibi davranan.

baş
ına çalmak
* bir ş
eyi öfkeyle, nefretle geri vermek.

baş
ına çalsı
n
* birine verilmek istenilen bir ş
eyin öfke ve nefretle geri çevrildiğ
ini anlatmak için söylenir.

baş
ına çı
karmak
*şı
martmak, çok yüz vermek.

baş
ına çı
kmak
* birinden yüz bulup ona karş
ıpek ş
ımarı
kça davranmak.

baş
ına çorap örmek
* birine, haberi olmadan kötü duruma düş
ürücü davranı
şta bulunmak.

baş
ına dert etmek (veya açmak)
* bir ş
eyi üzüntü konusu yapmak.

baş
ına devlet kuş
u konmak
* beklemediği büyük bir nimeti ele geçirmek.

baş
ına dikmek
* birini veya bir ş
eyi korumak için bir kimseyi görevlendirmek.
* bir içeceği kabıyukarıkaldı
rarak sonuna dek içmek.

baş
ına dolamak
* musallat etmek.

baş
ına dünyanın belâsınısarmak
* büyük felâket getirmek.

baş
ına ekşimek
* ağır yük olmak.
* üstüne kalmak.

baş
ına geçirmek
* baş ı
na giymek.
* bir ş
eyi öfke ile birisinin baş
ına vurmak.

baş
ına geçmek
* görevi altı
nda bulundurmak.
* bir iş
in yönetimini ele almak.
* bir iş
i yapmaya baş lamak.

baş
ına gelmek
* bir görevin baş
ına gelmek.
* kötü bir durumla karşılaş
mak.
* beklenmedik, şaşırtı
cıbir olay veya durumla karş
ılaş
mak.

baş
ına güneşgeçmek
* güneşçarpmak.

baş
ına işaçmak
* uğraş


cıve üzücü bir iş
in çı
kması
na yol açmak.

baş
ına işçıkarmak
* istenilmeyen veya uğ
raş


cıbir iş
e yol açmak.
baş
ına işçıkmak
* boş
a gitmeyen ve beklenmedik bir işveya olayla karş
ılaş
mak.

baş
ına kakınç etmek
* yapılan bir iyiliğ
i sürekli olarak söyleyerek bı
ktı
rmak.

baş
ına kakmak
* yapı
lan bir iyiliğ
i yüzüne vurarak birini üzmek.

baş
ına kalmak
* istemediğ
i hâlde bir iş
i yapmak veya bir kimseye bakmak zorunluğ
u ile karş
ılaş
mak.

baş
ına kan çıkmak
* öfkelenmek, hiddete kapı
lmak, kontrolünü yitirmek.

baş
ına karalar bağ
lamak
* çok kederlenmek.

baş
ına oturmak
* Bir iş
i yapmaya baş
lamak, iş
e koyulmak.

baş
ına sarmak
* birine musallat etmek.

baş
ına taç etmek
* çok değer vermek, ilgi göstermek.

baş
ına taşdüş mek (veya yağ
mak)
* felâkete uğ
ramak.

baş
ına vur, ağ
zından lokması nıal
* uysal ve sessiz kimseler için kullanı

r.

baş
ına vurmak
* (içtiğ
i içki) ne yaptı
ğınıbilemez bir duruma düş
ürmek.
* (gaz veya sı caktan) baş
ıağrımak.

baş
ına yı
kmak
* harap etmek, zor durumda bı
rakmak.

baş
ında
* (bir ş
eyin) sı
rada önde olanı
, önde geleni.

baş
ında beklemek (veya durmak)
* yanı
nda durup gözetlemek.

baş
ında değirmen çevirmek
* gürültü ile tedirgin etmek.

baş
ında kavak yeli esmek
* (genç için) sorumluluk duygusundan uzak, zevk, eğlence peş
inde koş
mak.
* gerçekleş meyecek şeyler düş
ünerek vakit geçirme.

baş
ında olmak
* aynısı
kıntı
lıdurumda bulunmak.

baş
ında olmak
* yöneticisi olmak.

baş
ında paralansın
* yapılan bir iyilik çok söylendiğ
inde o iyiliğin artı
k istenmediğ
ini belirten bir söz.
baş
ında torbasıeksik
* eş
ek gibi bir adam.

baş
ından almak
* kurtulmak, sorumluluğ
u atmak.

baş
ından aşağıkaynar sular dökülmek
* üzüntülü veya kötü bir olay karş
ısı
nda birdenbire büyük bir sı
kıntıduymak.

baş
ından aş kı n olmak
* işi pek çok olmak.

baş
ından atmak
* yapılmasıgüç bir iş
i yapmaktan kendini kurtarmak.
* sürdürülmesi gereksiz görülen bir bağ


ğa, bir iliş
kiye son vermek.

baş
ından büyük işlere giriş
mek (veya kalkışmak)
* gücünün üstünde olan işlere kalkı
şmak.

baş
ından geçmek
* daha önce aynı
duruma uğ
ramı
şolmak.

baş
ından kesmek
* yapı
lması
istenmeyen bir iş
i baş
tan engellemek.

baş
ından korkmak
* hayatı
ndan kaygıduymak, cezalandı

lmaktan korkmak.

baş
ından savmak
* bir istekte bulunanısözde bir sebeple uzaklaş

rmak.

baş
ınıağrıtmak
* gereksiz sözlerle birini bunaltmak.
* bir işiçin birini tedirgin etmek, uğ
raş

rmak.

baş
ınıağrıtmamak (veya baş ını
zıağrı tmayayım)
* uzun uzun anlatı
lan bir sorunu sonuca bağ
larken sözün uzadı
ğı
nıanlatmak için söylenir.

baş
ınıalamamak
* bir ş
eyden kurtulamamak.

baş
ınıalı
p gitmek
* izin almadan ve gideceği yeri bildirmeden gitmek, savuş
mak.

baş
ınıateşlere yakmak
* başına büyük bir dert almak.

baş
ınıbağlamak
* birini niş
anlamak veya evlendirmek.

baş
ınıbeklemek
* gözetlemek.

baş
ınıbelâya sokmak
* birini, kötü sonuçlar verecek bir duruma itmek.

baş
ınıbir yere bağlamak
* birini bir iş
e yerleş
tirmek, iş
sizlikten, baş
ıboş
luktan kurtarmak.

baş
ınıboşbı rakmak
* yalnız veya serbest bı
rakmak.
baş
ınıçatmak
* başağ
rısı
nıönlemek için alnı
n üstünden arkaya doğru eş
arp ve benzeri ş
eyleri çepeçevre bağlamak.

baş
ınıçı
karmak
* (bitki için) filizlenmeye baş
lamak.

baş
ınıderde sokmak
* sı

ntı
lıbir duruma girmek veya getirilmek.

baş
ınıdik tutmak
* onurunu korumak.

baş
ınıdinlemek
* sessiz, sakin kalmak.

baş
ınıdöndürmek
* mutluluktan yarısarhoşduruma getirmek.
* kendine hayran bırakmak.

baş
ınıduman almak
* sis kaplamak, sis bürümek.

baş
ınıezmek
* bir daha kötülük edemeyecek duruma getirmek.

baş
ınıgözünü yarmak
* bir iş
i kötü yapmak, bir iş
i istenildiğ
i gibi yapmamak.

baş
ınıistemek
* öldürülmesini istemek.

baş
ınıkaldı rmamak (veya kaldıramamak)
* bir iş
i aralı
ksı
z sürdürmek.
* iyileş
ememek, yataktan çıkamamak.

baş
ınıkaş
ımaya vakti olmamak (veya baş ınıkaşı
yacak vakti olmamak)
* arada en ufak baş
ka bir işyapamayacak kadar sı
kı ş
ık durumda bulunmak.

baş
ınıkoltuğunun altı
na almak
* ölümü göze alarak bir iş
e giriş
mek.

baş
ınıkurtarmak
* canınıkorumak.
* geçimini sağlayacak bir duruma gelmek.

baş
ınınâra yakmak
* birini ağı
r bir zarara uğ
ratmak.

baş
ınıortaya koymak
* bir iş
e giriş
irken ölümü göze almak.

baş
ınısokmak
* barı
nacak bir yer bulmak.

baş
ınıtaş
tan taşa vurmak
* çaresiz kalarak çok piş
man olmak.

baş
ınıtoplamak
* (kadı
n) saçı
nıtoplayı
p baş
ına bir çeki düzen vermek.

baş
ınıuçurmak
* Bkz. kellesini uçurmak.
baş
ınıvermek
* kendini feda etmek.

baş
ınıyakmak
* güç bir duruma sokmak.

baş
ınıyemek
* yok olması
na sebep olmak.

baş
ını
n altında
* yastı
ğı
nın altı
nda.

baş
ını
n altından çı kmak
* birinin hilesiyle yapı
lmak.

baş
ını
n çaresine bakmak
* kimseden yardı
m görmeden kendi iş
ini kendi yapmak.

baş
ını
n derdine düş mek
* başka bir ş
eyle ilgilenmeyecek kadar sı

ntı
lıdurumda bulunmak.

baş
ını
n dikine gitmek
* kendi düşünce ve görüş
ünün en iyi olduğuna inanarak kimsenin öğ
üdünü, uyarı

nıdinlememek.

baş
ını
n etini yemek
* karş ı

ndakini bezdirinceye, bı
ktı

ncaya kadar sürekli konuş
mak veya söylemek.

baş
ını
n gözünün sadakası
* baş
a gelecek bir belâyısavmak veya önlemek için yapı
lan bağı
ş, özveri.

baş
imam
* Birden çok imam bulunan camilerde yönetici durumundaki imam.

baş
ka
* Bilinenden ayrı , değiş
ik, farklı
, özge.
* Nitelik yönünden alı ş
ılmı şı
n dı şı
nda bir üstünlüğü olan.
* Konu edilen, bilinenden ayrınesne ve kimse için teklik veya çokluk olarak baş kası
, baş
kalarıbiçiminde
kullanı

r.
* "Ayrı ca üstelik bir yana" anlamları nda -dan / -den başka biçiminde kullanı

r.

baş
ka biri
* diğ
er bir kimse.

baş
ka iş
i yok mu?
* Bu iş
e ne diye karı
şı
yor? Bu işonu ilgilendirmez.

baş
ka olmak
* farklıolmak, değ
işik görünmek.

baş
kaca
* Ayrı
ca.

baş
kafiye
* Dize baş
ları
nda aynıkelime olmamak kaydı
yla aynı
sesleri veren kelimelerden oluş
an kafiye.

baş
kahraman
* Bir eserde baş
rolü oynayan kiş
i, baş
kiş
i.

baş
kalaş
ım
* Bir kütlenin fizikçe ve kimyaca değ
işmesi, istihale, metamorfizm.
baş
kalaş
ma
* Başkalaş
mak işi.
* Embriyon evresinden ergin olana değ
in bir hayvanı
n geçirdiği biçim ve yapıdeğiş
imleri, istihale,
metamorfoz.

baş
kalaş
mak
* Başka bir varlı
ğa, niteliğ
e dönüş mek, değiş
mek, farklı

k kazanmak.
* Biçim değ iş
tirmek, istihale etmek.
* Kötüleşmek, bozulmak.

baş
kalaş

rma
* Baş
kalaş

rmak iş
i.

baş
kalaş

rmak
* Baş
ka bir duruma getirmek.

baş
kaldı

* Ayaklanma, isyan.

baş
kalı
k
* Alı
şı
lana benzememe, değiş
ik olma durumu, değiş
iklik.

baş
kan
* Bir topluluğun, bir toplantı
nın veya bir derneğin baş
ında bulunan kimse, reis.
* Bazıülkelerde devletin ve hükûmetin baş ı.

baş
kan vekili
* Baş kanı
n iş
ini görmesi için yerine bı
raktı
ğıveya yetki verdiği kimse.

baş
kan yardımcı

* Baş
kana yardı
m eden sorumlu ve yetkili kimse.

baş
kanlı
k
* Baş
kan olma durumu.
* Baş
kanın görevi veya makamı
, reislik, riyaset.

baş
kanlı
k etmek
* bir toplantıveya topluluğ
u, baş
kan olarak yönetmek.

baş
kanlı
k makamı
* Baş
kanı
n odası

n bulunduğu veya oturduğu yer.

baş kanlı
k sistemi
* Devlet yönetiminde tek bir kiş
inin baş
kanlı
ğı
nda hükûmet etme ve devleti yönetme esası
na bağ
lısiyasî
sistem.

baş
karakter
* Oyunun önde gelen aslî karakteri , aslî tipi.

baş
kası
* Diğer bir ş
ahı
s, herhangi bir kimse, diğeri, ötekisi.

baş
kâtip
* Bir resmî dairede veya kuruluş
ta çalı
şan kâtiplerin baş
ı, baş
yazman.

baş
kâtiplik
* Bir resmî dairede veya kuruluş
ta çalı
şan kâtiplerin baş
ı, baş
yazman.

baş
kent
* Baş
şehir.

baş
kentlik
* Baş
kent olma durumu.

baş
kesit
* Ağacı
n boyuna dikey yönde kesilmesi sonunda yı
l halkaları

n çember biçiminde görüntü verdiği yüzey.

baş
kilise
* Piskoposluk makamıolan büyük kilise, katedral.

baş
kiş
i
* Bir eserin veya bir oyunun en önemli kiş
isi, baş
kahraman.

baş
komutan
* Savaşta bir devletin bütün kara, deniz ve hava kuvvetlerine komuta eden en büyük komutan,
baş
kumandan, serdar.

baş
komutanlı
k
* Başkomutanı
n görevi.
* Başkomutanı
n makamı .

baş
konakçı
* Asalağı
n en iyi geliş
tiğ
i, dolayı

yla en çok yararlandı
ğıve yaş
amaktan hoş
landı
ğıkonakçı
.

baş
konsolos
* En yüksek derecedeki konsolos.

baş
konsolosluk
* Başkonsolosun görevi.
* Başkonsolosun makamı .

baş
köş
e
* Bir yerde en saygı
n kiş
inin veya büyüklerin oturması
için ayrı
lan yer.

baş
köş
eye kurulmak
* saygın kiş
ilere ayrı
lan yere oturmak.

baş
kumandan
* Başkomutan.

baş
kumandanlı
k
* Başkomutanlı
k.

Baş
kurt
* Rusya'daki Başkurdistan Federe Cumhuriyeti'nde yaş
ayan Türk halkıveya bu halkı
n soyundan olan kimse.
* Bu halka özgü olan, bu halkla ilgili.

Baş
kurtça
* Baş
kurt Türkçesi.

baş
lâhana
* Yapraklarısı
kı, yuvarlak baş
lılâhana (Brassica oleracea).

baş
lama
* Baş
lamak iş
i.

baş
lama meridyeni
* Boylamları
n hesabı
nda baş
langı
ç olarak kabul edilen meridyen.

baş
lama vuruş u
* Futbolda oyuna ilk baş
lamada veya her golden sonra topu santrada yeniden oyuna sokmada yapı
lan vuruş
.

baş
lama!
* (hoşolmayan bir söz veya davranı
şla ilgili olarak) "tekrarlama" anlamı
nda emir.
baş
lamak
* Bir iş
e giriş
mek, harekete geçmek.
* Çalışı
r, iş
ler, yürür duruma girmek.
* Olmak, oluş mak, ortaya çı
kmak, doğmak.
* Görünmek.
* Etkisini gösterme.
* Hoşolmayan bir davranı şa koyulmak.

baş
langı
ç
* Bir iş
in, bir dönemin, bir hayatı
n vb.nin ilk bölümü.
* Ön söz veya giriş, mukaddime.

baş
langı
ç noktası
* Bir işin veya şeyin baş
ladığıyer.
* Sıfı
r sayısının, sayıdoğrusundaki yeri.
* Parametrelenmişbir yayı n uçlarından biri.

baş
langı
ç tutmak
* bir iş
i, bir dönemin, baş
ladı
ğınokta veya tarih olarak kabul etmek, belirtmek.

baş
lanı
lma
* Baş
lanı
lmak iş
i.

baş
lanı
lmak
* Baş
lanmak.

baş
lanma
* Baş
lanmak iş
i.

baş
lanmak
* Başlamak iş
ine konu olmak.
* Başoluşmak.

baş
latı
lma
* Baş
latı
lmak iş
i.

baş
latı
lmak
* Baş
latmak iş
i yapı
lmak.

baş
latma
* Baş
latmak iş
i.

baş
latmak
* Baş lamasına yol açmak.
* (birinin) Kötü konuşmasına yol açmak.

baş
layı

* Bir ş
ey öğrenmeye yeni baş
layan (kimse), müptedi.

baş
layı
ş
* Baş
lamak iş
i veya biçimi.

baş

* Baş
ıolan.

baş
lıbaş
ına
* Baş
ka ş
eylerden ayrıolarak kendi baş
ına, tek baş
ına.

baş

ca
* En önemli, baş
ta gelen.
baş

k
* Genellikle baş ıkorumak için giyilen nesne, takke, külâh, serpuş.
* Hayvan koş umunun baş a geçirilen bölümü.
* Bir sütunun, bir direğ in tepeliği.
* Bir yazının, bir kitabın bölümlerinin baş ı
na konulan ve konuyu kısaca tanı
tan yazı
, serlevha, antet.
* Bazıbölgelerde, evlenirken, damadı n kaynatasına ödemesi görenek olan para.
* Tablaların veya işparçaları nı n düzgün kalması nısağlamak amacıile baştaraflarına takılan parça.
* Tekerlek parmakları nın çakılıolduğu kı sı
m, top.

baş

k atmak (veya koymak)
* bir yazı
ya baş

k olarak ad bulmak.

baş

k vermek
* bazıbölgelerde, evlenirken damat kaynatası
na para veya mal vermek.

baş

kçı
* Baş

k yapan veya satan (kimse).

baş

klı
* Baş
lığıolan.
* Antetli, anteti olan.

baş

ksı
z
* Baş

ğıolmayan.

baş
mabeyinci
* Osmanlısarayı
nda mabeyincilerin baş
ı.

baş
mak
* Ayakkabı
, paş
mak.

baş
makale
* Baş
yazı
.

baş
makçı
* Ayakkabıyapan, satan kimse, paşmakçı .
* Camilerde, girişbölümünde, çıkarı
lan ayakkabı
lara bekçilik eden kimse.

baş
makçı

k
* Baş
makçı
nın iş
i.

baş
maklı
k
* Padişahı
n anne, kı
z kardeş
, kı
z ve hasekilerine bağ
lanan ödenek, has, arpalı
k.
* (camide) Ayakkabıkonulan yer.

baş
mal
* Anamal, sermaye, kapital.

baş
misafir
* En değ
erli konuk.

baş
muallim
* Baş
öğretmen.

baş
muallimlik
* Başöğretmenlik.

baş
mubassı
r
* Gözetmenlerin baş
ıolan kimse.

baş
muharrir
* Başyazar, sermuharrir.
baş
muharrirlik
* Baş yazar olma durumu.

baş
murakıp
* En üst düzeydeki denetçi.

baş
murakıplı
k
* Başmurakı
bın yaptı
ğıiş
.

baş
müdür
* En üst düzeydeki müdür.

baş
müdürlük
* Başmüdürle yönetilen kuruluş
.
* Başmüdürün çalı
ş tığıdaire.

baş
müfettiş
* En üst düzeydeki müfettiş
.

baş
müfettiş
lik
* Baş müfettişolma durumu.

baş
mühendis
* En üst düzeydeki mühendis.

baş
mühendislik
* Baş mühendisin yaptı
ğıişveya görev.

baş
mürettip
* Baş
dizgici, sermürettip.

baş
mürettiplik
* Baş mürettibin yaptı
ğıiş
.

baş
müsevvit
* Yazımüsveddeleri hazı
rlayan ve adı
na müsevvit denen memurları
n baş
kanı
.

baş
nokta
* Baş
langı
ç noktası
.

baş
oda
* Geleneksel Türk evinde özellikle konukları
n ağ
ırlandı
ğıbüyük ve özenli döş
enmişoda.

baş
oyuncu
* Bir filmde veya tiyatro eserinde baş
rolü canlandı
ran oyuncu.

baş
oyunculuk
* Başoyuncu olma durumu.

baş
öğretmen
* (ilkokullarda) Yönetimden sorumlu olan öğ
retmen, müdür.

baş
öğretmenlik
* Başöğretmen olma durumu.

baş
örtü
* Kadı
nları
n saçları
nıörtmek için kullandı
klarıörtü, eş
arp.

baş
örtülü
* Baş
ını
baş
örtü ile örtmüşolan (kadı
n).
baş
papaz
* Bazıkiliselerin papazları
na, öteki papazlara göre bir üstünlük veren unvan.

baş
papazlı
k
* Baş
papazı
n görevi ve makamı .
* Baş
papazı
n sorumluluğ unda olan bölge.

baş
parmak
* El ve ayakta bulunan en kalı
n parmak.

baş
pehlivan
* Birçok pehlivanıyenerek gücünü kabul ettirmişpehlivan.

baş
pehlivanlı
k
* Başpehlivan olma durumu.

baş
piskopos
* Katoliklerde piskoposları
n baş
ıolan din adamı
.

baş
piskoposluk
* Başpiskoposun görevi ve makamı
.

baş
rahip
* Manastı
rlarda en kı
demli ve yönetimden sorumlu rahip.

baş
rahiplik
* Baş
rahibin görevi.

baş
rejisör
* Baş
yönetmen.

baş
rejisörlük
* Baş
yönetmenlik.

baş
rol
* Baş oyuncunun rolü.
* Bir filmin veya bir tiyatro eserinin baş
kiş
isini canlandı
rma iş
i.

baş
savcı
* En üst düzeydeki savcı
.

baş
savcı

k
* Baş
savcıolma durumu.
* Baş
savcı
nın görevi veya makamı
.

baş
sız
* Baş
ıolmayan.
* Yöneticisi, baş
kanıolmayan.

baş
sızlı
k
* Başıveya başkanıbulunmama durumu.
* Yasasıve hükûmeti olmayan topluluk, erksizlik, anarş
i.

baş
şehir
* Bir devletin yönetim merkezi olan ş
ehir, devlet merkezi, baş
kent.

baş
ta (veya baş ı
nda) bulunmak
* bir iş
in yöneticisi olmak.

baş
ta gelmek
* önde olmak, üstün durumda olmak.
baş
ta gitmek
* en ileri durumda bulunmak.

baş
ta taş
ımak
* çok saygıgöstermek.

baş
taban
* Yunan ve Roma mimarlı kları
nda, sütunları
n üstüne oturan ve iki sütun arası
ndaki uzaklı
ğı
n üstünü örten
büyük, uzun taşkiriş
lerin oluş
turduğu bölüm.

baş
tabip
* Baş
hekim.

baş
tabiplik
* Baş
hekimlik.

baş
tan
* baş
ından alarak, bir kez daha, yeniden.

baş
tan aş
ağı
* Hepsi, bütünü, bir uçtan öbür uca kadar.

baş
tan aş
mak
* pek çok olmak, pek çoğ
almak.

baş
tan başa
* Tamamen, bütünüyle, hepsi bir arada.
* Baş
ından sonuna kadar.

baş
tan çı
karmak
* ayartmak, kötü yola sürüklemek, doğ
ru yoldan saptı
rmak.

baş
tan çı
kmak
* ahlâkı
bozulmak.

baş
tan kalmış(veya kalma)
* baş
kasıtarafı
ndan kullanı
lmı
ş.

baş
tan kara etmek
* batma tehlikesi karş
ısı
nda, gemi baş
ınıkaraya vurup oturmak.

baş
tan kara gitmek (veya etmek)
* sonunu düş ünmeyerek hesapsı
z, batarcası
na yaş
amak.

baş
tan savma
* üstünkörü, özen göstermeden.

baş
tan savmacı
* Bir iş
i yapmamak veya savsaklamak için bahane bulma, baş
ından savma veya atma.

baş
tan savmacı lı
k
* Bir iş
i yapmamak için bahane bulma iş
i.

baş
tan sona
* Daima, her zaman.

baş
tanı
maz
* Asi, isyancı
, düzen bozucu.

baş
tanı
mazlık
* Anarş
izm.
baştankara
* Ötücü kuş lar takı
mının, baş
tankaragiller familyası
ndan, Kuzey Afrika, Avrupa ve Asya'da yaş
ayan, çesitli
renklerde olabilen bir kuştürü (Parus maior).

baş
tankaragiller
* Omurgalıhayvanları
n, ötücü kuş
lar takı
mından yüz kadar kuştürünü içine alan genişbir familya.

baş
tarda
* Osmanlıdonanması
nda yer alan kadı
rga cinsinden bir tür savaşgemisi.

baş
teknisyen
* En yüksek düzeyde bulunan teknisyen.

baş
teknisyenlik
* Başteknisyenin görevi.

baş
ucu
* Bir yerin düş
eyinin gök küreyi kestiğ
i nokta.

başucu noktası
* Yeryüzündeki bir gözlem noktası
ndan geçen düş
ey doğ
rultusunun gökyüzünü deldiğ
i iki noktadan, ufkun
üstünde olanı, semtürreis.

baş
ucu uzaklı
ğı
* Gökyüzünde verilen bir nokta veya yı
ldı

n baş
ucu noktası
ndan açı
sal uzaklı
ğı
.

baş
uzman
* En yüksek düzeyde bulunan uzman.

baş
uzmanlı
k
* Baş
uzman olma durumu.
* Baş
uzmanın görevi.

baş
ülke
* Sömürge imparatorlukları
nda sömürgelere egemen olan ülke.

baş
üstü
* Geminin ön bölümünde çapanı
n bulunduğu yer.

baş
vekâlet
* Baş
bakanlı
k.

baş
vekil
* Baş
bakan.

baş
vekillik
* Baş
vekil olma durumu.

baş
vurdurma
* Baş
vurdurmak iş
i veya durumu.

baş
vurdurmak
* Başvuru iş
i yaptı
rmak, müracaat etmesini sağ
lamak, müracaat ettirmek.

baş
vurma
* Baş
vurmak iş
i, müracaat.

başvurmak
* Bir işin yapılmasıiçin bir kimsenin aracılı
ğı
nıistemek veya bir iş
te bir ş
eyden yararlanmak amacı
yla ona el
atmak, müracaat etmek.
* Bilgi sahibi olmak için bir kaynağıkullanmak.
baş
vuru
* Baş vurmak iş i, müracaat.
* Bilgi sahibi olmak için bir kaynağıkullanma, bilgiye ulaş
ma, referans.

baş
vurucu
* Bir işiçin baş
vuran kimse, müracaatçı
.

baş
vurulma
* Baş
vurulmak durumu.

baş
vurulmak
* Baş
vuru yapı
lmak, müracaat edilmek.

baş
yapı
t
* Şaheser.

baş
yardı
mcı
* Bir kurum veya kuruluş
ta görevli amirin yardı
mcı
ları
ndan en üst düzeyde olanı
.

baş
yargı

* Oyunu yöneten yargı

lardan, anlaş
mazlı
k durumunda, kararda yetki üstünlüğü olanı
, baş
hakem.

baş
yaver
* Yaverlerin baş
ıolan kimse.

baş
yaverlik
* Baş
yaver olma durumu.
* Baş
yaverin görevi veya makamı
.

baş
yazar
* Bir gazete veya derginin baş
yazı
ları
nıyazan kimse, baş
muharrir, sermuharrir.

baş
yazarlı
k
* Baş
yazar olma durumu.
* Baş
yazarın görevi.

baş
yazı
* Gazete ve dergilerde ilk sütuna veya birinci sayfaya konulan önemli yazı
, baş
makale.

baş
yazman
* Bir dairedeki yazmanları
n baş
ı, baş
kâtip.

baş
yazmanlık
* Başyazman olma durumu, baş kâtiplik.
* Başyazmanın görevi veya makamı .

baş
yemek
* Geleneksel Türk mutfağ
ında çorbadan sonra gelen en önemli yemek.

baş
yıldı
z
* Çift yı
ldı
zlarda büyük olan yı
ldı
z.

baş
yönetmen
* Bir filmde veya tiyatro oyununda en üst düzeyde yönetmenlik yapan kimse, baş
rejisör.

baş
yönetmenlik
* Başyönetmenin iş
i veya mesleğ
i.

baş
yukarı
* Bir yer altıkuyusunun üst kı
smı
na geçmeyi sağlayan geçit.

bat
* Kurş
un boruları
n ağzı
nıaçmakta kullanı
lan, ş
imş
irden yapı
lmı
ş, ucu sivri bir çeş
it takoz.

bata çı
ka
* Güçlükle zorlukla.

batağa saplanmak
* içinden çı

lmasıgüç bir durumda olmak.

batak
* Üzerine bası
nca çöken çamurlaş mı ştoprak.
* Hayır gelmez, yarar sağlamaz, batmış.
* Kötü durum, içinden çı kılmaz iş.

batak çulluğu
* Çullukgillerden, bataklı
klarda yaş
ayan, rengi kahverengiye çalan siyah, 30 cm uzunluğ
unda bir çulluk türü
(Gallinago gallinago).

batakçı
* Borcunu ödememeyi alı şkanlı
k hâline getirmişolan (kimse).
* Eline geçen parayıbatı
ran.

batakçı
l
* Bataklı
klarıseven, bataklı
klarda yaş
ayan (bitki, hayvan).

batakçı

k
* Batakçıolma durumu.

batakhane
* Gidenlerin dolandı
rıldı
ğıveya kötü bir durumda bı
rakı
ldı
ğıyer.
*İşlerin zamanında ve gereğince yapı
lmadı ğıyer.

bataklı
* Bataklı
ğıolan (yer).

bataklı
k
* Çok derin olmayan sularla örtülü batak bölge.
* Uygunsuz ve kötü, ahlâk dışıdurum.

bataklı
k ardıcı
* Bataklı
k ve sı
k bitki örtülü yerlerde yaş
ayan küçük ve ötücü kuş(Acrocephahus palustris).

bataklı
k baykuşu
* Baykuş
giller familyası
ndan, sı
rt tüyleri pas rengi olan, bataklı
klarda yaş
ayan bir kuştürü, ishak kuş
u (Asio
flammeus).

bataklı
k gazı
* Metan.

bataklı
k keteni
* Papirüs familyası
ndan, bataklı
klarda yetiş
en bir bitki, pamuk otu (Eriophorum).

bataklı
k kırlangıcı
* Kısa gagalı
, uzun kanatlı
, uçarken deniz kı
rlangı

nıandı
ran bir tür kuş(Glareda).

bataklı
k kuşları
* Omurgalıhayvanlardan hem tavuksulardan, hem yağ
mur kuş
ları
nıiçine alan kuş
lar sı
nıfı
.

bataklı
k nergisi
* Avrupa ve Kuzey Amerika'da güneş
li su kı

ları
nda yetiş
en çok yı
llı
k bir bitki (Caltha palustris).

batar
* Zatürree.
batarya
* En küçük topçu birliği.
* Savaşgemilerinde borda toplarıve bunları n bulunduğu güverte parçası.
* Birkaç aygı

n bir araya getirilerek belirli biçimde eklenmesinden oluş an takı
m.

batarya ateşi
* Bir bataryada bulunan topları
n hep birden ateşdüzenine geçmesi.

batarya kutusu
* Bataryanı
n bütün olarak taş
ınması
nısağ
layan sandı
k.

bataryalı
* Batarya ile güçlendirilmişveya desteklenmiş
.
* Batarya ile çalı
şan (radyo, telefon vb.).

bateri
* Orkestrada vurma çalgı
lar takı
mı, davul.

baterist
* Bateri çalan kimse, davulcu.

batı
* Yeryüzündeki baş lı
ca dört yönden güneş in battı
ğıyön, gün indi, garp.
* Bu yönde olan, bu yönle ilgili, garbî.
* Bulunulan yere göre güneş in battı
ğıyönde olan bölge, garp.
* (siyasî anlamda) Avrupa ve Kuzey Amerika.
* Güneş in 22 Martta ve 23 Eylülde battı
ğınokta.

batıbloku
* Batı
Avrupa ülkeleri ile Kuzey Amerika ülkelerinin oluş
turduğ
u blok.

BatıTürkçesi
* Hazar Denizinin batı

ndaki Türk dünyası
nda XIII. yüzyı
ldan beri kullanı
lan ve Oğ
uzcaya dayanan Türk
dili.

batı

* Batı
yanlı
sıolan kimse, garpçı
.

batı


k
* Batı
yanlı
sıolma durumu, garpçı

k.

batı
k
* (gemi için) Batmı
ş.

batı
l
* Doğru ve haklıolmayan.
* Çürük, temelsiz.

batı
l inanç
* Doğa üstü olaylara, gizli ve akı
l dı
şıgüçlere, kehanetlere aş
ırı
derecede bağlıboşinanç, batı
l itikat.

batı
l itikat
* Boşinanç.

batı

* Batı
ülkeleri veya batıbölgesi halkı
ndan olan (kimse), garplı
.
* Batı
uygarlığ ı
nıbenimsemişbulunan (kimse).

batı

laş
ma
* Batı

laş
mak iş
i, garplı
laş
ma.
batı

laşmak
* Özellikle Avrupa ülkelerinin düş
üncede, çalı
şmada, görüşve anlayı
şta izledikleri temel ilkeleri benimsemiş
olmak, garplı
laş
mak.

batı

laş

rma
* Batı

laş

rmak iş
i, garplı
laş

rma.

batı

laş

rmak
* Batı

laş
ması
nısağ
lamak, garplı
laş

rmak.

batı


k
* Batı
lıolma durumu.
* Batıuygarlı
ğı
nıbenimseme, garplı

k.

batı
n
* Karı
n.
* Göbek, kuş
ak.

Batı

* Batıniye mezhebinden olan kimse.
*İ çrek.

Batı
nîye
* Görünürdeki olayları
n ardı
nda gizli gerçeklerin bulunduğ
unu kabul eden tarikatlara verilen ad.

batı

k
* Köftelik bulgur, dövülmemişceviz içi, soğan, domates, nane, maydanoz, tahin ve limon suyu kullanı
larak
yapı
lan, taze asma yaprağ ıveya lahanaya sarı
larak tüketilen bir salata tütü.

batı

lma
* Batı

lmak iş
i.

batı

lmak
* Batı
rmak işine konu olmak.
* Yok edilmek.

batı
rma
* Batı
rmak iş
i.

batı
rmak
* Sıvının veya yumuş ak bir maddenin içine gömülmesine yol açmak, batması
nısağlamak.
* Bir işte sermayeyi yitirmek.
* Bir kimseyi çekiştirip iyice kötülemek.
* Kirletmek.
* Mahvetmek.

batı
ş
* Batmak iş
i veya biçimi.

bati
* Yavaş
, ağı
r.

batik
* Kumaş , deri veya kâğıt süslemede kullanı
lan bir yöntem.
* Bu yöntemle hazı rlanmı şkumaş .
* Bu kumaş tan yapı lmışolan (giysi).

batisfer
* Su üstü araçları
na çelik kablo ile bağlanmı
ş, negatif yüzebilirliğ
i bulunan dalı
şküresi.

batiskaf
* Deniz diplerinde inceleme yapmak için kullanı
lan araç.
batkı
* Batkı
nlı
k, iflâs.

batkı
n
* Borçları
nıödeyemez duruma düş
en, iflâs etmiş(kimse), müflis.

batkı
nlı
k
* Borçları
nıödeyemediğ
i mahkeme kararıile tespit ve ilân olunan tüccarı
n durumu, iflâs.

batma
* Batmak iş i.
* Yıkılma, çökme; yok olma, inkı raz.
* Bir gök cisminin (Ay, Güneş , Yıldı z vb.) ufkun altı
na inmesi.

batmak
* Bir sıvının üstünde iken içine gömülmek.
* (Güneş , Ay, yı
ldı
z için) Dünyanı n dönüş ü dolayısıyla ufkun altı
na inmek.
*İ flâs etmek.
* Kirlenmek.
* Saplanmak.
* Dokunmak, incitmek.
* (tedirgin etmemesi gereken ş eyler için) Tedirgin etmek.
* Hoş a gitmeyen bir duruma uğramak.
* Yok olmak.
* Daha kötü bir duruma uğramak.
* Çökmek.
* Yı kılmak egemenliğ i sona ermek.

batman
* Miktarıbölgelere ve tartı
lacak ş
eylere göre değiş
en eski bir ağı
rlı
k ölçüsü.

batonsale
* Tuzlu hamurdan yapı
lan ince uzun çubuk, tuzlu çubuk.

batöz
* Harman makinesi, harman dövme makinesi.

batsat
* Ara sı
ra, seyrek olarak tek tük.

battal
*İşe yaramaz, kullanı
lmaz.
* Alı
şılmışolandan büyük.

battal edilmek
* kullanı
lamaz duruma getirilmek, bozulmak.

battal etmek
* kullanı
lamaz bir duruma getirmek.

battal olmak
* kullanı
lamaz, iş
e yaramaz duruma gelmek.

battaniye
* Yorgan yerine veya yorgan üstünde kullanı
lan, çoğ
u yünden dokunmuşkalı
nca örtü.

battaniyeli
* Battaniyesi olan.

battıbalı
k yan gider
* iş
ler kötü gittiğ
ine göre artı
k istenildiğ
i gibi davranı
labilir.
batur
* Bahadı
r.

batyal
* 200 ile 2000 m arası
nda derinliği olan (deniz).

bav
* Hayvanıavcı

ğa alı
ştı
rma iş
i.

bavcı
* Şahin ve köpek gibi hayvanları
avcı

ğa alı
ştı
ran kimse.

bavlı
* Ava alış

rılmış(hayvan).
* Avcıları
n, köpeklerini ava alı
ştı
rmak için kullandı
klarıyapay kuşvb.

bavlı
ma
* Bavlı
mak iş
i.

bavlı
mak
* Şahin ve köpeğ
i ava alı
ştı
rmak.

bavul
* Yolculukta, içine eş
ya konulan büyük çanta.

bavul ticareti
* Gümrüksüz ve vergisiz ithaline izin verilen eş
yayıyabancıülkelerden satı
n alı
p, bavul veya çantalarla yolcu
beraberinde sı nı
rdan geçirerek iç piyasada değerlendirmek işi.

bavulcu
* Bavul yapan veya satan kimse.

bavullu
* Bavulu olan.

Bavyeralı
* Bavyera halkı
ndan olan (kimse).

bay
* Parası
, malıçok olan, zengin (kimse).

bay
* Bey yerine kullanı
lan bir unvan.
* Erkek özel adlarıyerine kullanı
lır.

bayağ
ı
* Aşağılı
k, pespaye.
* Kibar olmayan, basit adî, sı
radan, amiyane, banal.
* Her zamanki gibi olan, hiçbir özelliğ
i bulunmayan.
* Hemen hemen, âdeta.
* Gerçekten, çok, oldukça, epey.
* Çok iyi, pekâlâ.

bayağ
ıkaçmak
* (söz, davranı
ş, giyinişiçin) yakı
şmamak, uygunsuz olmak.

bayağ
ıkesir
* Ondalı
k olmayan kesir.

bayağ
ılaş
ma
* Bayağ
ılaş
mak durumu.
bayağ
ılaş
mak
* Bayağ
ıbir durum almak, bayağ
ıbir duruma girmek.

bayağ
ılaş
tırma
* Bayağ
ılaş

rmak iş
i.

bayağ
ılaş
tırmak
* Bayağ
ılaş
ması
na sebep olmak.

bayağ
ılı
k
* Bayağ
ıolma durumu veya bayağı
ca davranı
ş.

bayan
* Hanı m yerine kullanılan bir unvan.
* Kadı n özel adlarıyerine kullanı
lır.
* Eş, karı.

bayat
* Taze olmayan.
* Güncelliğini, önemini, özelliğ
ini yitirmiş
, çok söylenmiş
.

Bayat
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

bayatı
* Azerî ve Türkmen halk ş
iirinde mani türüne verilen ad.

bayatî
* Klâsik Türk müziğ
inde uş
şak dörtlüsüne buselik beş
lisi katı
lması
yla yapı
lmı
şeski bir makam.

bayatîaraban
* Araban ve bayatî makamları
ndan oluş
turulan bir birleş
ik makam.

bayatîbuselik
* Bayatî makamı
nın buselik beş
lisi veya dörtlüsü ile sona ermesinden oluş
an bir birleş
ik makam.

bayatlama
* Bayatlamak durumu.

bayatlamak
* Bayat duruma gelmek, tazeliğ
ini yitirmek.

bayatlatma
* Bayatlatmak iş
i.

bayatlatmak
* Tazeyken kullanmayı
p bayatlamasıiçin bekletmek.

bayatlı
k
* Bayat olma durumu.

bayatsı
* Bayatlamaya baş
lamı
ş.

bayatsı
mak
* Bayatlamaya yüz tutmak.

baygı
n
* Bayılmı
ş , kendinden geçmiş
.
* Süzgün.
* Gönül vermiş .
*İ nsanıkendinden geçirir gibi olan.
* Yığılmı
ş, dökülmüş.

baygı
n baygın bakmak
* kendinden geçmişbir ş ekilde, çevreye göz gezdirmek.
* hayranlı
kla seyretmek.

baygı
n düşmek
* çok yorulmak.

baygı
nlaş
ma
* Baygı
nlaş
mak iş
i.

baygı
nlaş
mak
* Baygı n duruma gelmek.
* (göz için) Süzülmek.

baygı nlık
* Baygın olma durumu.
* Duyumları n durması , kan dolaş
ımını
n ve solunum görevlerinin duraklaması
, vücudun kı
mıldanamaması
gibi fizyolojik aksamalarla beliren kendinden geçme durumu.

baygı
nlı
k geçirmek
* bayılmak.
* çok heyecanlanmak, telâş
lanmak.

baygıntı
* Baygınlı
k.
*İ pek böceklerinin sindirim organları
nda görülen ve yemden kesilmelerine yol açan bir hastalı
k; bu sebeple
koza yapamama durumu.

bayı
la bayıla
*İ steyerek, istekle, çok isteyerek, severek.

bayı
lma
* Baygı
n duruma girme, kendinden geçme.

bayı
lmak
* Baygın duruma girmek, uyur gibi olmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek.
* Çok hoş lanmak, çok sevmek.
* Sı
cak, açlık, susuzluk, yorgunluk gibi etkenlerle dayanma gücünü yitirmek.
* Vermek, ödemek.

bayı
ltı

* Bayı
ltan.
* Bayı
ltacak gibi etkide bulunan.

bayı
ltma
* Bayı
ltmak iş
i.

bayı
ltmak
* Bayı
lması
nısağ
lamak, bayı
lması
na yol açmak.

bayı
lttı
rma
* Bayı
lttı
rmak iş
i veya durumu.

bayı
lttı
rmak
* Bayı
lması
na yol açmak, bayı
lması
nısağlamak.

bayı
ndı
r
* (yer için) Geliş
ip güzelleş
mesi, hayat ş
artları
nın uygun duruma getirilmesi için üzerinde çalı
şı
lmı
şolan,
mamur.
Bayı
ndı
r
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

bayı
ndı
rcı
* Bayı
ndı
r duruma getirici.

bayı
ndı
rlaş ma
* Bayı
ndı
rlaş
mak durumu.

bayı
ndı
rlaş mak
* Bayındı
r duruma gelmek.

bayı
ndı
rlaş tı
rma
* Bayı
ndı
rlaş

rmak iş
i, imar etme.

bayı
ndı
rlaş tı
rmak
* Bir yeri bayı
ndı
r duruma getirmek, imar etmek.

bayı
ndı
rlı
k
* Bayı
ndı
r olma durumu, ümran.
* Bayı
ndı
r duruma getirme iş
i, imar.

Bayı
ndur
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

bayı
r
* Küçük yokuş
.

bayı
r aş
ağı
* Tepeden düze doğ
ru.

bayı
r kuş
u
* Çalıbülbülü.

bayı
r turpu
*İri bir turp türü (Cochlearia armoracia).
* Kaba, terbiyesiz erkek.

bayı
r yukarı
* Tepeye doğ
ru, yokuşbaş
ına yönelerek.

bayı
rlaş
ma
* Bayı
rlaş
mak durumu.

bayı
rlaş
mak
* (yer ve yol için) Dikleş
mek.

bayi
* Bazımaddeleri satma izni olan kimse, dükkân veya kuruluş
.

bayilik
* Bir maddeyi sürekli satma iş
i.
* Bu işin yapı
ldı
ğıyer.

baykuş
* Baş
ında, kulak yerinde iki sorgucu bulunan, yı
rtı
cıgece kuş
ları

n genel adı
.

baykuşgibi
* uğursuzluk getirdiğ
ine inanı
lan kimseler için söylenir.

baykuş
giller
* Büyüklükleri çeş
itli olan kukumav, puhu gibi yı
rtı
cıkuş
larıiçine alan kuş
lar familyası
.

baylan
* Nazlı
,şı
marı
k (biçimde).

baylanlı
k
* Zenginlik.
* Şı
marıklık, naz, iş
ve.

baylanma
* Baylanmak iş
i.

baylanmak
* Nazlanmak, ş
ımarmak.

bayma
* Baymak iş
i.

baymak
* (yiyecek) Baygı
nlı
k vermek, mideyi bulandı
rmak, midede ezinti yapmak.
* Aldatmak, kandırmak, etki altı
nda bı
rakmak.

baypas
* Damar aktarma.
* Devre dı
şıbırakma.

baypas ameliyatı
* Kalpte tı
kanmı
şbir damarı
n beslediği bölgeye kan akı
şı
nıartı
rmak için o bölgeye eklemek için yapı
lan
damar ameliyatı.

bayrağı
yarıya indirmek
* millî yas ilân etmek için bayrağ
ıdireğ
in yarı

na kadar indirmek.

bayrak
* Bir milletin, belli bir topluluğ un veya bir kuruluş un simgesi olarak kullanı
lan, renk ve biçimle
özelleştirilmiş , genellikle dik dörtgen biçiminde kumaş .
* Öncü.
* Simge, sembol.
* Baklagil çiçeklerinde diğ erlerinden daha üstte bulunan, daha büyük olan ve çoğunlukla baş ka bir renkte ve
yuvarlakça olan taç yaprağ ı.
* Gerektiğ inde indirilip kaldı rılan, açı

p kapatı lan kol.

bayrak açmak
* gönüllü asker toplamaya giriş
mek.
* bir ülkü yolunda toplanmaya çağ
ırmak.

bayrak çekmek (veya asmak)


* bayrağı
bir direğ
e veya ipe takmak.

bayrak dikmek
* bayraklıbir sopayıbir yere saplamak.

bayrak direği
* Bayrak asmak için hazı
rlanmışuzun direk.
* Gemilerde güvertenin en yüksek direğ
i.

bayrak gibi
* kendini belli edecek bir biçimde.

bayrak merasimi
* Bkz. bayrak töreni.
bayrak töreni
* Bayrak karş
ısı
ndaki saygıduruş
u.

bayrak yarı şı
* Atletizmde dört sporcudan oluş
an ekibin araları
nda paylaş

klarımesafelere baş
larken elden ele geçirmek
yoluyla bir sopayı , bayrağ
ıdüşürmeden yaptı
klarıkoş u.

bayrakaltı
* Ordu hizmeti, askerlik.

bayrakçı
* Bayrak çeken kimse.
* Bayrak yapan, diken veya satan kimse.

bayraklarıaçmak
* bağ
ırı
p çağ
ırarak, hı
rçı
nlı
k etmek.

bayraklaş
ma
* Bayraklaş
mak iş
i veya durumu.

bayraklaş
mak
* Bayrak değ
eri kazanmak.

bayraklı
* Bayrağıolan, üzerine bayrak çekilmişbulunan (yer).
* Bkz. eli bayraklı
.

bayraklı
k
* Bayrak olmaya uygun kumaş .
* Bayrak asmaya uygun direk.

bayraktar
* Bayrağıtaş
ıyan kimse.

bayraktarlı
ğınıyapmak
* bir akı
mın, bir görüş
ün yayı
lması
nda öncü olarak çalı
şmak.

bayraktarlı
k
* Bayraktarı
n görevi.

bayraktarlı
k etmek
* öncülük etmek, yol göstermek.

bayram
* Millî veya dinî bakı
mdan önemi olan ve kutlanan gün veya günler.
* Sevinç, neş e.
* Özel olarak kutlanan gün.

bayram alayı
* Bayram günlerinde padiş
ahları
n camiye gidişve gelişsı
rası
nda yapı
lan tören.

bayram ayı
* (Hicrî takvime göre) Ramazandan sonra gelen ay, ş
evval.

bayram çocuğu
* Bayram dolayı

yla süslenmiş
, donatı
lmı
ş, sevinçli çocuk.
* Bayram günü doğmuşçocuk.

bayram değ il, seyran değil, eniş


tem beni niye öptü
* gösterilen bu ilginin, bu yakı
nlığ ı
n bir sebebi olacak.

bayram etmek (veya yapmak)


* çok sevinmek.

bayram günü
* Bayrama rastlayan, bayramı
n kutlandı
ğıgün.

bayram haftası
nı mangal tahtasıanlamak
* sözü, konu ile hiçbir ilgisi olmayacak biçimde ters anlamak.

bayram havası
* Neşeli, sevinçli bir ortam.

bayram hediyesi
* Bayram günleri karş
ılı
klıveya tek yanlıverilen armağ
an.

bayram koçu gibi


* gösteriş
li ve zevksiz bir biçimde süslenmişolan.

bayram namazı
* Dinî bayramları
n ilk gününde sabah namazı
ndan sonra kı

nan özel namaz.

bayram ş
ekeri
* Özellikle dinî bayramlarda konuklara ikram edilen ş
eker veya çikolata.

bayram tebriği
* Bayramıkutlamak için yazı

p gönderilen kart veya birine yapı
lan ziyaret.

bayram topu
* Dinî bayramları
n baş
ladı
ğını
duyurmak için atı
lan top.

bayram yeri
* Bayram günlerinde çocuklar için kurulan açı
k eğlence yeri.

bayram ziyareti
* Dinî bayram günlerinde, bayramıkutlamak için yapı
lan kı
sa ziyaret.

bayramda seyranda
* seyrek olarak, arada sı
rada.

bayramdan bayrama
* çok seyrek olarak, nadir olarak, nadiren.

Bayramî
* HacıBayram Veli'nin tarikatı
na girmişolan kimse.

Bayramîlik
* Bayramî tarikatı
.
* Bayramî tarikatı
ndan olma durumu.

bayramlaşma
* Bayramlaş
mak iş
i.

bayramlaşmak
* Birbirinin bayramı
nıkutlamak.

bayramlı
k
* Bayramda kullanılan, bayrama özgü olan.
* Bayramlarda verilen armağan.

bayramlı
k ad
* Birisi tarafı
ndan hakaret yollu kullanı
lan sözün kendisine ait olduğ
unu bildirmek için kullanı

r.

bayramlı
k ağ
ız
* küfür.

bayramlı
k ağzınıaçmak
* kaba konuş
mak, küfretmek.

bayramüstü
* Bayrama yakı
n.

bayramüzeri
* Bkz. Bayramüstü.

bayrı
* Çok eski zamanda var olmuşveya eskiden beri var olan, kadim.

bayrı

k
* Bayrıolma durumu, kı
dem.

baysal
* Huzur ve refah içinde olan.

baysallı
k
* Huzur ve refah içinde bulunma durumu.

baysungur
* Şahin cinsinden, yı
rtı
cıbir kuş
.

baytar
* Hayvan hastalı
klarıhekimi, veteriner.

baytarlı
k
* Baytarı
n mesleğ
i.

baz
* Temel, esas.
* Bir asitle birleş
ince bir tuz oluş
turan madde, esas.
* Taban.

baz losyon
* Cildin esnek ve sağ

klı
görünmesini sağ
lamak ve özellikle yağlıciltlerin parlak görüntüsünü gidermek için
kullanılan bir tür losyon.

baza
* Mobilyanı
n uzunluğunca konulan dar ayak.
* Dolap gövdesinin zemine düzgün oturması na yarayan çerçeve ş
eklindeki kaide.

bazal
* Bazıçok olan (tuz) veya bazı
n özelliklerini taş
ıyan (madde), esasî.

bazalt
* Koyu renkli, sert, bir çeş
it yanardağkültesi.

bazar
* Çarşı
, pazar.
* Pazarlı
k, alı
şveriş
.

bazen
* Ara sı
ra, arada bir, kimi vakit.

bazı
* Birtakım, kimi.
* Ara sıra, arada bir, kimi vakit.
bazı
bazı
* Ara sı
ra, arada bir.

bazı
dingil döner bazıteker
* karşılı
klıiliş
kilerde her iki tarafa da zaman zaman söz söyleme hakkı
doğ
ar anlamı
nda kullanı

r.

bazı
ları
(veya bazısı)
* birtakı
mı , kimisi.

baziçe
* Oyun.

bazidiyospor
* Bazitli mantarları
n sporları
na verilen ad.

bazik
* Baz niteliği gösteren.
* Birleş
iminde asit ve baz ağı
rlı
ğıoranı
normal tuza göre az, fakat baz oranınormal tuza göre yüksek olan
(tuz).

bazik oksitler
* Çoğu oksijen bakı
mından zayı
f olan, su ile birleş
ince baz etkisi gösteren, asitlerle birleş
ince tuzlarıveren
oksitler.

bazilika
* Kral sarayı
.
* Dikdörtgen biçiminde, uç kı smı nda yarı
m çembere benzeyen bir çı kıntı
sıolan Roma mahkemesi.
* Ortadaki yüksek, yanlardakiler daha alçak olmak üzere içi, iki sı
ra sütunla, üç salona ayrı
lmı
ş, dikdörtgen
biçiminde kilise.

bazit
* Bazit mantarları
n üreme organı
.

bazitli mantarlar
* Sporlarıbazitlerin içinde bulunan mantarlar grubu.

bazlama
* Sacda piş
irilmişyuvarlak pide.
* Tatlı
sıbol, kalı
n gözleme.

bazlamaç
* Bazlama.

bazlaş
ma
* Bir maddenin baz durumuna gelmesi.

bazuka
* Roketatar.

Be
* Berilyum'un kı
saltması
.

be
* Türk alfabesinin ikinci harfinin adı
.

be
* (teklifsiz konuş
mada) Ey, hey, yahu.

bebe
* Bebek, küçük çocuk.

bebe aspirini
* Küçük çocuklara içirilmek üzere, ilâcı
özel olarak yapı
lmı
şaspirin.

bebecik
* Küçük veya acı
nacak durumda olan bebek.
* Yaş
ına yakı
şmayacak davranış
larda bulunan kimse.

bebek
* Meme veya kucak çocuğu.
* Plâstik, tahta, bez vb.den yapı lan insan biçiminde oyuncak.
* Sevgi sesleniş i olarak kullanı

r.
* Göz bebeği.

bebek beklemek
* (kadı
n) gebe durumda bulunmak.

bebek gibi
* çok güzel (kadın).
* bebeğe yakı ş
ır biçimde.

bebek ölümü
* Çeş
itli hastalı
klardan, 0-2 yaşgrubunda bulunanları
n ölümü.

bebekçe
* Bebek gibi, bebeğ
e yakı
şı
r biçimde.

bebekleş
me
* Bebekleş
mek iş
i.

bebekleş
mek
* Şı
marı
kça davranı
şlarda bulunmak.

bebeklik
* Bebek olma durumu.
* Yeni doğan yavrunun yetişkinlerin bakı
mına sürekli olarak bağ
ımlı
olduğ
u dönem.
* Bebek gibi davranı
şlarda bulunma.

bebeklik etmek
* bebek gibi davranı
şlarda bulunmak.

Beberuhi
* Karagöz oyunundaki kambur cücenin adı .
* (küçük b ile) Sevimsiz, budala, bücür erkek.

becayiş
* Yer değiş
me, karş
ılı
klı
yer değ
iştirme.

becayişetmek
* değ
işik yerdeki görevliler, karş
ılı
klıyer değ
iştirmek.

becelleş
me
* Becelleş
mek iş
i.

becelleş
mek
* Cebelleş
mek.

beceri
* Elinden işgelme durumu, ustalı
k, maharet.
* Kişinin yatkı
nlık ve öğ
renime bağlıolarak bir iş
i baş
arma ve bir iş
lemi amaca uygun olarak sonuçlandı
rma
yeteneğ
i, maharet.
* Vücudun, yapı lmasıgüç alı
ştı
rmalara yatkın olmasıdurumu.

becerikli
* Becerisi olan, elinden işgelen, usta, maharetli, mahir.

beceriklilik
* Becerikli olma durumu, ustalı
k, maharet.

beceriksiz
* Becerisi olmayan, usta olmayan.

beceriksizlik
* Beceriksiz olma durumu.

becerme
* Becermek iş
i.

becermek
* Güç görünen bir işveya duruma çözüm bulmak, üstesinden gelmek.
* Bir şeyi kullanı
lmaz duruma getirmek, bozmak, kirletmek.
* Irzına geçmek, kirletmek.
* Birini öldürmek.

becet
* Serçegillerden, küçük bir kuş(Passer).

becit
* Gerekli, lüzumlu.
*İvedi, acele.

Beç tavuğ
u
* Tavukgillerden, baş
ıküçük ve çı
plak, tüyü mavimtı
rak kül renginde, tavuk büyüklüğ
ünde, evcil bir hayvan
(Numida meleagris).

Beçene
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

bedahet
* Besbelli, apaçı
k olma durumu.
* Bir konuda hazı rlı
ksı
z konuş
abilme yeteneği.

bedaheten
* Birdenbire, ansı

n, düş
ünmeksizin.

bedava
* Karş
ılı
ksı
z, parası
z, emeksiz.

bedava sirke baldan tatlı


dır
* masrafsız veya emeksiz elde edilen ş
eylere herkes istek gösterir.

bedavacı
* Her ş
eyi bedavadan sağlamaya çalı
şan (kimse).

bedavacı

k
* Bedavacıolma durumu.

bedavadan
* Bedava olarak.

bedavadan ucuz
* çok ucuz.

bedavalaş
ma
* Bedavalaş
mak durumu.
bedavalaş
mak
* Bedava duruma gelmek.

bedavası
na
* Bkz. bedavadan.

bedavaya
* Çok ucuza.

bedayi
* Estetik yönü ağ
ır basan güzellikler.

bedbaht
* Mutsuz, bahtsı
z, talihsiz.

bedbaht etmek
* üzmek.

bedbaht olmak
* üzülmek.

bedbahtlı
k
* Mutsuzluk, bahtsı
zlı
k.

bedbin
* Kötümser, karamsar, pesimist.

bedbin etmek
* üzmek, karamsarlı
ğa sokmak, ümitsizliğ
e düş
ürmek.

bedbin olmak
* ümitsizliğ
e düş
mek, kötümserliğe kapı
lmak.

bedbinleş
me
* Bedbinleş
mek iş
i.

bedbinleş
mek
* Kötümserleş
mek, kötümser olmak, karamsar olmak.

bedbinleş
tirme
* Bedbinleş
tirmek iş
i.

bedbinleş
tirmek
* Kötümser, karamsar duruma getirmek.

bedbinlik
* Kötümserlik, karamsarlı
k, pesimizm.

bedçehre
* Kötü yüzlü.
* Ası
k suratlı
, lânetlenmiş
, suratsı
z.

beddua

lenme, ilenç.

beddua etmek
* ilenmek, intizar etmek.

beddua sinmek
* ilencin tutmasıyüzünden, birinin iş
i sürekli ters gitmek.

bedduasıtutmak
* ilenci yerine gelmek.

bedduası
nıalmak
* biri tarafı
ndan kendisine ilenilmek.

bedel
* Değer, fiyat, kı ymet.
* Bir ş eyin yerini tutabilen karş
ılık.
* Eş it, denk.
* Askerlik yapmamak veya yapı lacak süreyi kı
saltmak isteyenlerin devlete ödedikleri para.
* Baş kası nın adına ve onun parasıile hacca giden kimse.
* Uş ak, hizmetçi, çoban.

bedel tutmak
* kendi yerine askerlik yapmasıiçin birini para ile tutmak.

bedel vermek
* askerlik yapmamak veya kı
sa süre yapmak için devlete para ödemek.

bedelci
* Bedel verdiği için kı
sa süre hizmet gören asker.

bedelli
* Bedeli olan, bedel ödenilen.
* Bedelci.

bedelli askerlik
* Askerlik çağ
ına gelmişgençlerin belirlenen miktardaki parayıödeyerek yaptı
klarıkı
sa süreli vatanî görev.

bedelsiz
* Bedeli olmayan, bedel ödenilmeyen.
* Çok değerli, bedeli belirlenemeyen.

bedelsiz ithalât
* Yurt dışı
ndaki iş
çilerin veya geçici görevle yurt dışına giden kamu görevlilerinin dönüş
lerinde kendi
mesleklerinin icrasıveya kişisel kullanı
m için getirdikleri mallar için yapı
lan düzenleme.

beden
* Canlıvarlı
kların maddî bölümü, vücut.
* Vücudun, baş , kol ve bacak dı
şı
nda kalan bölümü, gövde.
* Kale duvarı
.

beden cezası
*İ nsan vücudu üzerine uygulanan ceza.

beden eğ
itimi
* Vücudu güçlendirmek ve sağ

ğıkorumak amacı
yla araçlıveya araçsı
z hareketler yapma.

beden terbiyesi
* Spor iş
lerinden sorumlu makam.
* Bkz. beden eğitimi.

bedence
* Beden bakı
mından.

bedenci
* Beden eğ
itimi öğretmeni.

bedenen
* Bedeniyle, vücuduyla, fiilen.

bedenî
* Bedenle ilgili, bedensel.

bedenli
* Bedeni olan.

bedensel
* Bedenle ilgili, bedenî.

bedesten

çinde değerli eş
ya alı
nıp satı
lan kapalı
çarş
ı.

bedevî
* Çölde, çadırda yaşayan göçebe.
* Böyle bir hayat sürdüren kimse.
* (büyük b ile) Bedevîlik tarikatı
ndan olan derviş
.

bedevîlik
* Bedevî olma durumu.
* (büyük b ile) XIII. yüzyı
lda kurulan bir Sünnî tarikatı
.

bedhah
* Kötülük isteyen, kötü yürekli.

bedihî
* Besbelli, apaçı
k.

bediî
* Güzellik ölçülerine uyan, gözü gönlü okş
ayan, beğenilen.
* Estetik.

bediîleş
me
* Bediîleş
mek iş
i.

bediîleş
mek
* Bediî duruma gelmek.

bediiyat
* Estetik bilimi, güzel sanatlar.

bedik
* Kazak Türklerinde bir hastalı
ğı
n iyileş
mesi için yapı
lan tören.

bedir
* Dolunay, ayı
n on dördü.

bedirik
* Temizlenip taranmı
şve eğ
rilmeye hazı
r duruma getirilmişyün veya pamuk topağ
ı, yumağı
.

bedirlenme
* Bedirlenmek durumu.

bedirlenmek
* Dolunay biçimini almak.
* Parlak ve sağlı
klıgörünmek.

bedirleş
me
* Bedirleş
mek durumu.

bedirleş
mek
* Ay bedir durumunu almak, bedirlenmek.

bednam
* Kötü ün kazanan, kötülüğ
ü ile dillere düş
en.

bedük
* Çam sakı

, reçine.

begayet
* Son derece, pek çok, aş
ırı
.

Begdili
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

begonvil
* Akdeniz bölgesinde yaygı
n bir çiçek.

begonya
* Begonyagillerden, dekoratif yapraklarıve renkli çiçekleri olan, pek çok çeş
itleri bulunan sı
cak ülke bitkisi
(Begonia).

begonyagiller
*İ ki çeneklilerden, örneğ
i begonya olan bir bitki familyası
.

begüm
* Hint prenseslerine verilen unvan.

beğ
* Bey.

beğ
ence
* Övücü tanı
tma yazı

, takriz.

beğ
endi
* Bkz. hünkârbeğ
endi.

beğ
endirme
* Beğ
endirmek iş
i.

beğ
endirmek
* Beğ
enilmesini, hoşgörünmesini sağ
lamak.

beğ
eni
* Güzel veya çirkin yargı
sınıverdiren duygu, zevk.
* Güzeli çirkinden ayırma yetisi, zevk, gusto.

beğ
enilir
* Beğ
enme duygusu veren, beğ
enilen.

beğ
enilme
* Beğ
enilmek iş
i veya durumu.

beğ
enilmek
*İ yi ve güzel bulunmak.
* Sevilmek, hoş a gitmek.

beğ
enirlik
* Beğ
enme durumu, beğ
enilir olma durumu.

beğ
eniş
* Beğ
enme.

beğ
enme
* Beğ
enmek iş
i.
beğ
enmek
*İ yi veya güzel bulmak.
* Benzerleri arasından birini seçip ayı
rma.
* Onaylamak, kabul etmek, tasvip etmek.

beğ
enmemek
*İyi veya güzel bulmamak.
* Kuş ku duymak, kuşku ile karş
ılamak.
* Küçümsemek, hor görmek.
* Onaylamamak.

beğ
enmeyen kızını(veya küçük kı

nı) vermesin
* bir durumun beğenilmemesi karşısı
nda, beğ
enmeyenin umursanmadı
ğı
nıanlatı
r.

beğ
enmezlik
* Beğenmeme, iyi veya güzel bulmama.

beğ
lik
* Beylik.

behavyorizm
* Davranı
şçı

k.

behemehal
* Her hâlde, ne olursa olsun, ne yapı
p yapı
p, mutlaka.

beher
* Her bir.

behey
* Çı

şma bildirmek için kullanı
lan bir ünlem.

behime
* Dört ayaklıhayvan.

behimî
* (duygular için) Hayvanca, hayvana yakı
şı
r biçimde olan.

behimîlik
* Behimî olma durumu.

behiş
t
* Cennet, uçmak.

behre
* Pay, nasip, hisse.

behresiz
* Payı
, nasibi, hissesi olmayan; bîbehre.

beis
* Engel, uymazlık.
* Kötülük, zarar.

beis görmemek
* sakı
nca, zarar görmemek.

beis yok
* zararı
yok, önemi yok.

bej
* Sarı
ya çalan açı
k kahverengi.
* Bu renkte olan.

bek
* Sert, katı
; sağ
lam.

bek
* Savunucu.

bek
* Hava gazılâmbası

n ucu.

beka
* Kalı


k, ölmezlik.

beka bulmak
* ölmezlik erdemine ulaş
mak, ölümsüzleş
mek.

bekar
* Diyezli veya bemollü bir sesin eski durumuna getirilmesini gösteren nota iş
areti.

bekâr
* Evlenmemişkimse.
* Evli olduğu hâlde ailesinden ayrı
, yalnı
z yaş
ayan kimse.

bekâr kalmak (veya yaşamak)


* evlenmemek, evlenmemişolmak.
* ölüm veya boşanma dolayı

yla eş
ini yitirmek.

bekâr odası
* Bekârları
n, taş
radan gelmişiş
çilerin kalacağ
ıoda.

bekâra karıboş amasıkolaydı r


* bilgi ve tecrübesi olmayan bir kimsenin iş
i hafife alması
, önemsememesi, gereğince değerlendirememesi
tâbiîdir.

bekâret
* Kız oğ lan kız olma durumu, kızlık, erdenlik.
* Saflı
k, temizlik, masumluk.
* Sanat ve düş üncede özgünlük, yenilik.
* Doğallı k, tazelik.

bekârhane
* Bekârları
n kalmasıiçin ayrı
lmı
şveya düzenlenmişoda.
* Bekârları
n yaşadı
ğımüstakil ev.

bekârlı
k
* Bekâr olma durumu.

bekârlı
k sultanlık
* evlenmeden tek baş
ına yaş
amanı
n daha iyi olduğunu anlatı
r.

bekas
* Çulluk.

bekçi
* Bir ş
eyi veya bir yeri bekleyip korumakla görevli kimse.

bekçi kalmak
* koruyucu, gözcü, denetleyici olarak beklemek.

bekçilik
* Bekçinin yaptı
ğıiş
.
bekçilik etmek
* (bir ş
eyi) bekleyip korumak.

bekinme
* Bekinmek iş
i.

bekinmek
*İnat etmek, direnmek.
* Kapanmak, tıkanmak.

bekitme
* Bekitmek iş
i.

bekitmek
* Kapamak, tı
kamak.

bekle yârin köşesini!


* yakı
nda gerçekleş
eceği sanı
lmayan umutlar karş
ısı
nda söylenir.

bekleme
* Beklemek işi.
* Vakit öldürme.

bekleme odası
* Bir kimseyi veya bir taş
ıtıbeklemek için gelenlerin oturduklarıyer.

bekleme salonu
* Doktor, avukat vb. ile görüş
me öncesinde oturulan yer.

bekleme yeri
* Bir kimseyi veya taş
ıtı
beklemek için ayrı
lan bölme, bekleme odası
, bekleme salonu.

beklemek
* Bir işoluncaya, biri gelinceye değin bir yerde kalmak, durmak.
* Süre tanı mak, acele etmemek.
* Bir şeyi, bir kimseyi gözetmek, korumak, muhafaza etmek.
* Ummak.
* Karş ılaşılmasıihtimali bulunmak.
* Aramak, istemek.

beklemeli
* Sı
nıfta kalı
p derslere devam etmeyen (öğrenci).

beklenilme
* Beklenilmek iş
i veya durumu.

beklenilmek
* Beklenmek.

beklenme
* Beklenmek durumu.

beklenmedik
* Birdenbire, ansı

n.

beklenmek
* Beklemek iş
ine konu olmak.

beklenmez
* Beklenmeyecek durumda olan.
beklenmezlik
* Beklenmeme durumu.

beklenmezlik fiili
* -acağ ı /-eceği biçimindeki sı
fat-fiil ekine tutmak fiili getirilerek yapı
lan ve iş
in istenmeden, beklenmeden
olduğunu anlatan birleş ik fiil.

beklenti
* Bir olgunun sonunda gerçekleş mesi beklenen şey.
* Bireyin belli ş
art ve durumları
n alacağı
biçimler veya kendisinden beklenenler konusundaki ön görüş
ü.

bekleş
me
* Bekleş
mek iş
i veya durumu.

bekleş
mek
* Birlikte veya karş
ılı
klıbeklemek.

bekletilme
* Bekletilmek iş
i veya durumu.

bekletilmek
* Bekletmek iş
ine konu olmak veya bekletmek iş
i yapı
lmak.

bekletme
* Bekletmek iş
i.

bekletmek
* Beklemek iş
ini birine yaptı
rmak.

bekleyiş
* Beklemek iş
i veya biçimi.

bekri

çkiye düş
kün, içkici, ayyaş
.

bekrilik

çkiye düş
künlük, ayyaş

k.

Bektaş
î
* HacıBektaşVeli'nin tarikatı
na girmişolan kimse.

Bektaş
î babası
* Bektaş
î tarikatı
ndan olan derviş
.

Bektaş
î dedesi
* Bektaş
î tarikatı
nda daha üst makamlarda bulunan ve yönetimde sorumluluk taş
ıyan derviş
.

Bektaş
î sı
rrı
* Çok gizli tutulan sı
r.

Bektaş
î üzümü
* Taşkırangillerden bir çalı(Ribes grossularia).
* Bu çalını
n mayhoş , nohut büyüklüğ ünde, ak veya kara yemiş
i.

bektaş
îkavuğu
* Büyük ve güzel çiçekler veren, ı

k iklimlerde yetiş
en bir kaktüs (Echinocactus).

Bektaş
îlik
* Bektaş
î tarikatı.
* Bektaş
î tarikatı
ndan olma durumu.

bel

şaret.

bel
*İ nsan bedeninde göğ üsle karı n arası
nda daralmı
şbölüm.
* Bu bölümün, sı rtı
n altına rastlayan bölgesi.
* Hayvanlarda omuz baş ıile sa ğrıarası
.
* Dağsı rtları
nda geçit veren çukur yer.
* Geminin orta bölümü.

bel
* Atmı
k, meni, sperm.

bel
* Toprağı kazmaya veya kirizma yapmaya yarayan, uzun saplı
, ayakla bası
lacak yeri tahta, ucu sivri kürek
veya çatal biçiminde bir tarı
m aracı
.

bel
* Ses ş
iddetiyle ilgili birim.

bel ağrı

* Bel çevresinde oluş
an ve duyulan ağ
rı.

bel bağı
* Bel kemeri.

bel bağlamak
* birisinin kendisine yardı
mcıolacağ
ına inanmak, güvenmek.

bel bel
* Durgun, anlamsı
z bakmayıanlatan bel bel bakmak deyiminde geçer.

bel bellemek
* toprağ
ıbelle kazmak.

bel etmek
* iş
aret koymak, iş
aret vermek.

bel evlâdı
* (bir kimsenin) Öz çocuğ
ı.

bel fı

ğı
* Bel bölgesinde fı

k.

bel gevş
ekliğ
i
* Cinsel gücü yitirme.

bel kemeri
* Elbise üzerinden bele dolayarak bir toka ile tutturulan, deri, kumaşveya metalden yapı
lan özel bağ
.

bel kemiği
* Omurga.
* Bir ş
eyin varlı
ğıile ilgili en önemli bölümü, temel, esas.

bel kı
ra kı
ra
* kı

ta kı

ta, salı
na salı
na.

bel kı
rmak
* gövdeyi, belden sağ
a sola bükmek.

bel kündesi
* (güreş
te) Ellerin arkadan gelip hasmı
n göbeğ
i üzerinde kilitlenmesi yolundaki kündeleme.
bel soğ
ukluğu
* Üreme organları
nın akı
nt ı
lıve bulaş
ıcı
bir hastalı
ğı
.

bel soğ
ukluğuna uğratmak
* bir iş
e veya bir söze gereksiz yere karı
şarak onun akı
şı
nısektirmek.

bel vermek
* (duvar gibi dik ş
eyler) dı
şarı
ya veya (tavan gibi yatay ş
eyler) aş
ağı
ya doğ
ru kamburlaş
mak.
* destek olmak.

belâ
*İ çinden çı
kılmasıgüç, sakıncalıdurum.
* Büyük zarar ve sıkıntı
ya yol açan olay veya kimse.
* Hak edilen ceza.
* (istenmedik bir davranı
şa zorlayan) Etki.

belâ aramak
* kavga çı
karmak için fı
rsat aramak.

belâ çı
karmak
* kavga çı
karmak.

belâ kesilmek
* birisine sı

ntıve eziyet vermek, musallat olmak.

belâ okumak
* birine beddua etmek.

belâgat
*İ yi konuşma, sözle inandı rma yeteneği.
* Söz sanatlarınıinceleyen bilgi dalı
, retorik.
* Konuyu bütün yönleriyle kavrayarak, hiçbir yanlı
şve eksik anlayı
şa yer bı
rakmayan, yorum gerektirmeyen,
yapmacı
ktan uzak, düzgün anlatma sanatı .
* Bir şeyde gizli olan derin anlam.

belâgatli
* Belâgati olan.

belâgatsiz
* Belâgati olmayan.

belâhat
* Alı
klı
k.

belâlar mübareği
* istenilmeyen, kaçı
nılan bir durumun gerçekleş
tiğ
i bildirilirken alay yollu söylenir.

belâlı
* Yorucu, üzücü, can sıkıcı
.
* Kavgacı,şirret.
* Yolsuz kadınların zorba dostu.

belâsı
* -den dolayı
, -den sebebiyle.

belâsı
nıbulmak
* hak ettiği cezayıgörmek.

belâya çatmak (girmek veya uğramak)


* beklenmedik bir belâ ile karş
ılaş
mak.

belâya uğ
ramak
* çok kötü bir durumla karş
ılaş
mak.

belâyısatı
n almak
* göz göre göre belâyıüstüne çekmek.

belce

ki kaşarası
.

Belçikalı
* Belçika halkı
ndan olan (kimse).

belde
* Şehir.
* Mekân, yer, çevre.

beldeitayyibe
* Medine ş
ehri.

beledî
* Şehirle ilgili.
* Yerleş ik.
* Bir tür pamuklu, kalı
n kumaş
.

belediye
*İ l, ilçe, bucak gibi yerleşim merkezlerinde temizlik, aydı nlatma, su ve esnafı
n denetimi gibi kamu
hizmetlerine bakan, üyeleri halk tarafı ndan seçilen, tüzel kiş
iliği olan teşkilât.
* Bu teş kilâtı
n bulunduğ u bina.

belediye başkanı
* Belediye teş
kilâtı
nıyöneten kimse.

belediye çavuşu
* Zabıta iş
lerinde üst görevli.

belediye encümeni
* Belediye kanununda belirtilmişgörevleri yerine getiren, özel kanunlarla belediye meclisince verilen
görevleri, belediye meclisi toplu bulunmadı
ğızaman, tetkik eden ve karara bağ layan organ.

belediye meclisi
* Belediye tüzel kiş
iliğ
ine tanı
nan yetkileri kendinde toplayan organ.

belediye nikâhı
* Medenî kanuna göre kı

lan resmî nikâh.

belediye polisi
* Zabı ta görevlisi.

belediye reisi
* Belediye baş
kanı
.

belediye sarayı
* Belediyeye ait bütün iş
lerin yapı
ldı
ğıve büroları
n bir arada bulunduğ
u büyük yapı
.

belediye suçları
* Belediye buyrukları
na ve yasakları
na aykı
rıdavranı
şlar.

belediye teş kilâtı


* Nüfusu iki binden fazla olan yerleş
im yerlerinde hükûmet kararı
yla kurulan, belediye baş
kanı
, belediye
meclisi, belediye encümeni ve belediye memurları ndan oluş an kuruluş
.

belediyeci
* Belediye iş
leri görevlisi.
belediyecilik
* Belediye iş
leri.

belediyelik
* Belediyeyle ilgili.

belediyelik olmak
* belediye ile ilgili bir iş
i olmak.

belek
* Kundak, çocuk bezi.
* Beş
iğe konulan yatak.

beleme
* Belemek iş
i.

belemek
* (çocuğu) Kundaklamak.
* Beşiğe yatı

p bağlamak.
* Bulamak, bulaştı
rmak.

belemir
* Orta Anadolu'da tarlalarda yetiş
en, çiçekleri mavimsi renkte bir yı
llı
k bir bitki, peygamber çiçeği, mavi
kantaron (Cephalaria syriaca).

belen
* Bel.
* Tepe, yüksek yer; bayı
r.
* Dağüzerindeki yüksek geçit, dik dağyolu.

belenme
* Belenmek iş
i.

belenmek
* Kundaklanmak.
* Bulanmak, bulaş
mak, örtülmek.

belerme
* Belermek iş
i.

belermek
* (göz için) Akıiyice belirecek biçimde açı
lmak.

belertme
* Belertmek iş
i.

belertmek
* Gözlerini, akıçok görünecek biçimde açmak.

beleş
* Karş
ılı
ksı
z, emeksiz, parası
z elde edilen.

beleş(veya bahşiş) atı


n dişine (veya yaş
ına) bakı
lmaz
* bedava gelen şeyde kusur aranmaz.

beleş
çi
* Parası
z geçinmeyi seven, lüpçü, bedavacı
.

beleş
çilik
* Beleş
çi olma durumu.
beleş
e konmak
* emek, para vermeden elde etmek.

beleş
ten
* Emek vermeden, karş
ılı
ksı
z.

beletme
* Beletmek iş
i.

beletmek
* Kundaklatmak.

belge
* Bir gerçeğe tanı
klı
k eden yazı
, fotoğ
raf, resim, film vb. vesika, doküman.

belge almak
* (iki yı
l aynı
sını
fta üst üste kalan öğrenci) okuldan uzaklaş


lmak, okuldan çı
karı
lmak.

belgeci
* Belgesel filmler yapan, yöneten sinemacı
.

belgegeçer
* Yazı

, bilgi ve belgelerin telefon sistemi vası
tası
yla bir yerden bir yere iletilmesini anı
nda sağlayan araç,
faks.

belgeleme
* Belgelemek iş
i, tevsik.

belgelemek
* Bir olgunun doğru olduğ
unu belge ile göstermek, ortaya çı
karmak, tevsik etmek.

belgelendirme
* Belgelendirmek iş
i.

belgelendirmek
* Belge göstererek belirtmek.

belgelenme
* Belgelenmek iş
i.

belgelenmek
* Belgelemek iş ine konu olmak.
*İ ki yı
l üst üste aynısını
fta kalan öğ
renci okuldan çı
karı
lmak.

belgeli
* Belgesi olan.
*İ ki yı
l üst üste sı
nıfta kaldı
ğıiçin okula devam etme hakkı
nıyitirerek belge alan.

belgelik
* Belge ve yazı
ları
n saklandı
ğıyer, arş
iv.

belgesel
* Belge niteliği bulunan (ş ey), dokümanter.
* Belge niteliği taş
ıyan film veya televizyon programı
.

belgesel film
* Hayattan alınan herhangi bir olguyu, kendi tabiî çevresi ve akı
şıiçinde veya gerçeğe en yakı
n biçimde
hazırlanmı şyapay bir yerde iş
leyen, belirli bir amacı
yansıtan film.

belgeselci
* Belgesel, film çeken veya bunun üzerinde çalı şan (kimse).
* Belgesel niteliğindeki eserleri seven veya bunlarla ilgilenen (kimse).
belgeselcilik
* Belgeselcinin yaptı
ğıiş
.

belgi
* Bir ş
eyi benzerlerinden ayıran özellik, ş
iar, alâmet, niş
an.
* Duyuş , düşünüşve inanı ştaki ayı
rıcıözellik, ş iar.

belgileme
* Belgilemek iş
i.

belgilemek
* Belgi ile göstermek.

belgili
* Belgiye dayanan, belirli olan.

belgin
* Tam ve kesin olarak belirlenmişolan, sarih.

belginlik
* Belgin olma durumu, sarahat.

belgisiz
* Belirli olmayan, iş
aret edilemeyen, gayrimuayyen.

belgisiz sı
fat
* Bkz. belirsizlik sı
fatı
.

belgisiz zamir
* Bkz. belirsizlik zamiri.

belgisizlik
* Belgisiz olma durumu.

belgit
* Senet.
* Bir önermeyi tanı
tlamak için gösterilen ve daha önce doğru diye kabul edilen baş
ka önerme, hüccet,
burhan.

beli
* Evet.

beli açı
lmak
* küçük aptesini tutamaz olmak.

beli bükük
* Beli bükülmüş
, güçsüz, zavallı
.

beli bükülmek
* yaş


k yüzünden güçsüz kalmak, bir işyapamayacak duruma düş
mek.

beli çökmek
* kamburlaş
mak.

beli gelmek
* cinsel birleş
me sı
rası
nda salgıboş
almak.

beliğ
* Belâgati olan, belâgatli.

belik
* Saç örgüsü.

belik belik
* Örgü örgü, örgü hâlinde.

belikleme
* Beliklemek iş
i.

beliklemek
* Saçlarıörmek.

belinden gelmek
* birinin dölü olmak.

belini bükmek
* çaresizlik içinde bı
rakmak.

belini doğ
rultmak (veya doğ
rultamamak)
* yeniden durumunu düzeltmek.

belini kı
rmak
* birini bir ş
eyi yapamaz duruma getirmek.

belini vermek
* dayamak,yaslanmak.

belinleme
* Belinlemek iş
i.

belinlemek
* Birden uyanarak çevresine korku ile ş
aşkı
nşaş
kın bakmak, irkilmek.

belirgin
* Belirmişdurumda olan, besbelli, açı
k, bariz, sarih.

belirginleşme
* Belirgin duruma gelme.

belirginleşmek
* Belirgin duruma gelmek.

belirginleştirme
* Belirgin duruma getirme.

belirginleştirmek
* Belirgin duruma getirmek.

belirginlik
* Belirgin olma durumu.

belirleme
* Belirlemek iş
i, tayin.

belirlemek
* Belirli duruma getirmek, belirli kı
lmak, tayin etmek.
* Yeni bir kavramı , özünü oluş turan ögeleri açı
klayarak tanı
mlamak, sı
nırlamak.
* Bir kavramı , ayı

cı bir öge ekleyerek sı
nı rlamak, kapsam bakı
mından daraltmak, genellemek karş
ıtı
.

belirlenim
* Belirli duruma gelme işi.
* Bir kavramı n anlamı
nı n, içeriğinin, yapı

nın veya sı
nırları

n tam olarak belirlenmesi iş
i, gerektirim,
determinasyon.
belirlenimci
* Belirlenimcilik yanlı
sıolan (kimse), gerekirci, determinist.

belirlenimcilik
* Her olayı
n baş
ka olayları
n gerekli ve kaçı
nılmaz bir sonucu olduğunu ileri süren öğ
reti, gerekircilik,
determinizm.

belirlenme
* Belirlenmek iş
i.

belirlenmek
* Belirli duruma getirilmek.

belirlenmezci
* Belirlenmezcilik yanlı
sıolan (kimse), indeterminist.

belirlenmezcilik
* Nedensellik yasası
na bağlıolmayan, bir sebebe bağlanmayan olay ve durumları n da bulunduğunu öne
süren görüş , indeterminizm.
*İnsan iradesinin hiçbir ş
arta bağ
lıolmadı ğını
, içinde bulunduğu ş artlarla belirlenmediğ ini, insanı
n özgür
iradesinin nedensellik yasası
na bağlıolmadı ğı
nısavunan görüş , indeterminizm.

belirleş
me
* Belirleş
mek iş
i veya durumu.

belirleş
mek
* Belirgin duruma girmek.

belirli
* Açı
k ve kesin olarak sı
nırlanmı
şveya kararlaş


lmı
şolan, muayyen.

belirli belirsiz
* Yarıbelirgin durumda, az çok belli olan.

belirli geçmiş
* Fiilin belirttiği kavramı
n, içinde bulunan zamandan önce olup bittiğ ini kesinlikle bildiren kip, -di'li geçmiş
,
görülen geçmiş . Bu zaman Türkçede -dı(-di) / -tı(-ti) ekiyle karş
ılanı
r.Aldı
, biçti, uçtu vb.

belirli nesne
* Belirtme durumu ekini almı
ş, geçiş
li fiil durumunda olan yüklemle ilgili kelime veya kelime grubu.

belirlilik
* Belirli olma durumu.

belirme
* Belirmek iş
i, tebellür etme.

belirmek
* (önce belli veya görünür olmayan bir şey için) Ortaya çı
kmak, tezahür etmek.
* Bir düşünce veya durum için, kesin bir biçim almak, tebellür etmek.
*İ yice görünür ve anlaşı

r bir durum almak, tebarüz etmek.

belirsiz
* Belirli olmayan, gayrimuayyen.
* Niteliğ i hakkı
nda tam bir bilgi edinilemeyen, müphem.
* Bilinmeyen, meçhul.

belirsiz geçmiş
* Fiilin belirttiği kavramın, içinde bulunulan zamandan önce olup bittiğ
ini baş
kası
ndan duyarak veya belirsiz
olarak bildiren kip, -miş 'li geçmiş
, görülmeyen geçmiş . Türkçede bu zaman -mış/ -mişekiyle kurulur: Gelmiş
,
gülmüş , ağlamı şgibi.
belirsizlik
* Belirsiz olma durumu, müphemiyet.

belirsizlik sı
fatı
*İsimleri yaklaş
ık, kabataslak belirten sı
fat: bazı
, birkaç, her, birtakı
m, filan vb.

belirsizlik zamiri
*İ smin yerini belirsiz, kabataslak tutan zamir: bazı

, birkaçı
, birçoğu, azı
, herkes, biri vb.

belirteç
* Zarf.

belirten
* Tamlayan.

belirti
* Bir olayı
n veya durumun anlaş
ılması
na yardı
m eden ş
ey, alâmet, niş
an, niş
ane.

belirtik
* Açı
k, belli, sarih.

belirtilen
* Tamlanan.

belirtili
* Belirtisi olan.
* Belirtilmişolan, belirli kı

nan.

belirtili nesne
* Belirtme durumundaki nesne, sarih meful.

belirtili tamlama
* Tamlayanı-in (-nin) takısı, tamlananı
üçüncü kiş
i iyelik eki alan ve belirli bir kavram taş
ıyan tamlama:
Doğ an'ı n kalemi, çiçeğin kokusu gibi.

belirtilme
* Belirtilmek iş
i.

belirtilmek
* Belirtmek iş
ine konu olmak.

belirtisiz
* Belirtisi olmayan.
* Belirtilmemişolan.

belirtisiz nesne
* Yalın durumdaki nesne.

belirtisiz tamlama
* Tamlayanıyalı
n durumda olan, tamlananıgenellikle üçüncü kiş
i iyelik eki alan ve çoğu kez tür kavramı
veren isim tamlaması : Ankara kedisi. Tuz Gölü gibi.

belirtken
* Bir özlü sözle birlikte kullanı
lan iş
aret.
* Soyut bir şeyin, bir kavramı n sembolü olan varlı
k veya eş
ya, amblem.
* Gösterge.

belirtme
* Belirli kı
lma, görüşbildirme, tasrih.

belirtme durumu
* Yüklemi geçiş li bir fiil olan cümlede fiilin doğrudan etkilediğ
i -i (-ı
, -u, -ü) ekini almı
şisim, yükleme
durumu, i hâli, akuzatif. Evi gördüm. Yazı yıokudum.

belirtme grubu
* Tamlamalardan daha genişkelime dizisi: Kalı
n bir kitabı
n süslü cilt kapağ
ıbir belirtme grubudur.

belirtme sı
fatı
* Bir ismi gösterme, soru, sayıveya belirsizlik bakı
mları
ndan belirten sı
fat: Bu kapı
. Birinci dönem. Kaç
öğrenci? Hangi ev? Üç çocuk gibi.

belirtmek
* Açı
klamak, tebarüz ettirmek.

belit
* Kendiliğ
inden apaçık ve bundan dolayıöteki önermelerin ön dayanağı
sayı
lan temel önerme, mütearife,
aksiyom: "Tüm, parçaları
n her birinden büyüktür" sözü bir belittir.

belitken
* Belitler sistemi.

belitleme
* Belitlemek iş
i.
* Tümden geliş imci bir bilime esas olacak belit sistemi.

belitlemek
* Belgeye dayanarak ortaya koymak.
* Belitleme kuramınıortaya koymak.

belitlenebilirlik
* Belitlenebilen kuram.

beliye
* Felâket, keder, tasa.

belki
* Muhtemel olarak, olabilir ki.
* Olsa olsa, ya ... ya, ihtimal.

belki de

u da olabilir.

belkili
* Olası

, muhtemel.
* Doğru olabileceği gibi, yanlı
şda olabilen, belli ve kesin olmayan, olası

, ihtimalî.

belladonna
* Güzelavrat otu.

belleğini yitirmek
* bellek kaybı
na uğramak.

bellek
* Yaş ananları, öğrenilen konuları
, bunları
n geçmiş le iliş
kisini bilinçli olarak zihinde saklama gücü, akı
l,
hafı
za, dağarcık.
* Bir bilgisayarda, programıdeğiş meyen verileri, yapılacak işiçin gerekli olan ara sonuçlarıtoplayan bölüm.

bellek karışı
klı
ğ ı
* Kelimelerin doğru anlamı nıhatırlayamamak veya ilk olarak görülen bir ş
eyi önce gördüğ
ünü sanma
duygusuna kapı lmak biçiminde beliren bir ruh hastalı
ğı
.

bellek kaybı
* Bellek yitimi.
bellek yitimi
* Büyük sarsıntıveya humma yüzünden belleğin bozulmasıveya kaybolmasıbiçiminde beliren ruh hastalı
ğı
.
* Belleğ
in kısa bir süre durup iş
lememesi.

bellem
* Bellemek yetisi.

belleme
* Bellemek iş
i.

belleme
* At ve benzeri hayvanları
n sı
rtı
na vurulan keçe, meş
in veya kalı
n kumaşparçası
, yapı
k, haş
a.

bellemek
* Öğrenip akı
lda tutmak.
* Sanmak.

bellemek
* Bel denilen araçla toprağı
işlemek.

bellenmek
* Bellenmek (I) iş
ine konu olmak, öğrenilmek.

bellenmek
* Bellenmek (II) iş
ine konu olmak.

belleten
* Bilim kurumları
nın çalı
şmalarıile ilgili yazıve haberlerin yayı
mlandı
ğıdergi.

belletici
* Çalı
ştı


, öğretici, müzakereci.

belletme
* Belletmek iş
i.

belletmek
* Bellemesini sağ
lamak, öğ
retmek.

belletmen
* Orta öğretimde etütleri denetleyen kimse, belletici.

belli
* Beli olan.

belli
* Bilinmedik bir yanıolmayan, malûm.
* Gizli olmayan, ortada olan, anlaş
ılan, bedihî, zahir, aş
ikâr.
* Belirli, muayyen.

belli baş

* Belirli, muayyen.
* Önemli.

belli belirsiz
* Zorlukla seçilebilen, yarıbelli, yarıbellisiz, duyulabilen, çok az belli olan.

belli etmek
* açıklamak, iyice görünür anlaş
ılı
r duruma getirmek.
* sezdirmek, hissettirmek.

belli olmak
* anlaş
ılmak, açı
klanmak.

bellik

şaret, marka.

bellilik
* Belli olma durumu, bedahet, muayyeniyet.

bellisiz
* Belli olmayan, bilinemeyen.

belsem
* Bkz. balsam.

bembeyaz
* Çok beyaz veya her yanıbeyaz, apak.
* Pı

l pı
rıl, apaçı
k.

bemol
* Bir sesin yarım ton kalı
nlaştı
rılacağ
ınıgösteren nota iş
areti.
* Böylece kalı nlaştı

lmış(ses).

ben
* Çoğ u doğ uş tan, tende bulunan ufak, koyu renkli leke veya kabartı
.
* En çok üzümde görülen olgunlaş ma belirtisi.
* Saçta, sakalda beliren beyazlı
k.

ben
* Olta veya tuzağ
a konulan yem.
* Kuş un yavrusuna taş
ıdı
ğıyem.

ben
* Tekil birinci kişiyi gösteren zamir.
* Kiş iyi öbür varlıklardan ayı ran bilinç.
* Bir kimsenin kiş iliğini oluş
turan temel öge, ego.

ben bu iş
te yokum
* ben bu iş
e karı
şmam.

ben hancı
, sen yolcu oldukça
* özel iliş
kilerimiz sürüp gittikçe (senin bana iş
in düş
er).

ben ş
ahı
mı(veya şeyhimi) bu kadar severim
* ben bundan daha çok özveride bulunamam.

benbenci
* Kendini çok öven, hep kendinden söz eden, kibirli, gururlu.

benbencilik
* Benbenci olma durumu.

bence
* Bana göre, düş
ündüğ
üm gibi.

benci
* Kendini beğ
enen, kendini her konuda üstün gören, hodpesent, megaloman.

bencil
* Yalnı
z kendini düş ünen, kendi çı
karları
nıherkesinkinden üstün tutan, hodbin, hodkâm, egoist.
* Bencillik öğretisine inanan.

bencil olmak
* bencilce davranı
şta bulunmak.

bencilce
* Bencile yakı
şı
r biçimde.

bencileyin
* Benim gibi.

bencilik
* Benci olma durumu, hodpesentlik, egoizm.
*İ nsanın bütün eylemlerinin ben sevgisiyle belirlenmişolduğunu, buna göre ahlâklı

ğı
n da yalnı
zca kendini
koruma içgüdüsünün bir biçimi olduğunu ileri süren öğ reti.
* Kendi benini ve çıkarı
nı hayatı
n mutlak ilkesi yapan anlayış.

bencilleş
me
* Bencilleş
mek iş
i.

bencilleş
mek
* Bencil duruma gelmek.

bencillik
* Bencil olma durumu, hodbinlik, egoistlik, egoizm.

bencillik etmek
* bencil davranmak.

bende
* Kul, köle.

bendegân
* Kullar, köleler.

bendegî
* Kulluk, kölelik.
* Köle ile ilgili, köleye ait.

bendehane
* Bendenin, kölenin evi.

benden de al o kadar
* Bkz. al benden de o kadar.

benden günah gitti


* Bkz. benden söylemesi.

benden söylemesi
* ben üzerime borç saydı
ğı
mşeyi söyledim, kendimi suçlu saymam.

bendeniz
* alçak gönüllülükle ben yerine ve "köleniz'" anlamı
nda kullanı

r.

bendeniz cennet kuş u


* kendini tanıtı
rken kullanı
lan bir deyim.

bendezade
* Bendenin oğlu.

bendir
* Alaturka çalgıaleti.

benefş
e
* Menekş
e.
benek
* Herhangi bir ş
ey üzerindeki ufak leke, nokta, puan.
* Güneşlekeleri yöresinde görülen, parlak taneciklerden ve parlak damarlardan oluş
muşbölüm, fekül.

beneklenme
* Beneklenmek iş
i.

beneklenmek
* Benek oluş
mak.

benekleş
me
* Benekleş
mek iş
i veya durumu.

benekleş
mek
* Benek benek durum almak.

benekli
* Ufak lekeleri bulunan.

benekli köpek balı


ğı
* Kara benekli, küçük boyda bir cins köpek balı
ğı(Scylliorhinus canicula).

bengi
* Sonu olmayan, hep kalacak olan, ölümsüz, ebedî.

bengi
* Ege ve Güney Marmara bölgesinin halk oyunları
ndan biri.

bengi su

çene sonsuz hayat verdiğ
ine inanı
lan ve efsanelerde geçen su, abı
hayat.

bengileme
* Bengilemek iş
i.

bengilemek
* Bengi kı
lmak, sonsuz yaş
ama niteliğ
i kazandı
rmak, ölümsüzleş
tirmek, ebedîleş
tirmek.

bengileş
me
* Bengileş
mek iş
i.

bengileş
mek
* Sonsuz yaş
ama niteliğ
i kazanmak, ölümsüzleş
mek, ebedîleş
mek.

bengilik
* Zamanla ilgisi, baş
langı
cıve sonu olmayan varlı
k.
* Ölmezlik, ebedîlik.
* Sonsuz ve ölçülmez zaman.

beni sokmayan yı lan bin (yı


l) yaşası
n
* zararlıolduğ u bilinen, ama kimseye kötülüğü dokunmayan kiş
iyle uğ
raş
mamalı

r.

beniâdem
* Âdemoğulları
, insanlar.

benibeş
er

nsan.

beniçinci
* Kiş
inin benliğ
ini merkez sayma görüş
ü, benmerkezci.

beniçincilik
* Dünyada kiş
inin benliğ
ini merkez sayan felsefe görüş
ü, benmerkezcilik, egosantrizm.

benildeme
* Benildemek iş
i.

benildemek
* Belinlemek.

benim diyen
* kendine güvenen, güçlü olduğuna inanan.

benim oğlum bina okur, döner döner yine okur


* "çok çalı
şması
na karş
ılı
k verimli ve yararlı
olmuyor" anlamı
nda kı
nama veya eleş
tiri belirtmek için
kullanı

r.

benimseme
* Benimsemek iş
i, sahip çı
kma, tesahup.

benimsemek
* Bir ş
eyi kendine mal etmek, sahip çıkmak, kabullenmek, tesahup etmek.
* Bir ş
eye, birine bağlanmak, ı
sınmak.

benimsenme
* Benimsenmek iş
i.

benimsenmek
* Benimsenmek iş
ine konu olmak.

benimsetme
* Benimsetmek iş
i.

benimsetmek
* Birinin benimsemesini sağ
lamak.

benimseyiş
* Benimsemek iş
i veya durumu.

beniz
* Yüz rengi.

beniz geçmek
* benzi solmak.

benizli
* Benzi bulunan, benze sahip olan.

benlenme
* Benlenmek iş
i.

benlenmek
* Ben oluş
mak.

benli
* Teninde ben bulunan.

benli
* Bkz. senli benli.

benliği yoğ urmak


* kiş
iliğ
i oluş
turmak.

benliğinden çı
kmak
* kendine benzemez olmak.

benlik
* Bir kimsenin öz varlı
ğı, kiş
iliğ
i, onu kendisi yapan şey, kendilik, şahsiyet.
* Kendi kişiliğine önem verme, kiş iliğ
ini üstün görme, kibir, gurur.

benlik çatı
şması
* Benliğin ön plâna çı
kmasıile baş
gösteren çatı
şması
.

benlik davası
* Her ş
eyi kendi düş
üncesine uydurmak ve her ş
eyde söz sahibi olmak çabası
.

benlik ikileşmesi
* Öznenin kişiliğini iki veya daha çok bilinç merkezine bölen ve tek kiş
ide çeş
itli kiş
ilikler durumunda
beliren bir ruh hastalı
ğı
.

benlik yitimi
* Kiş
ilik duygusunun ve benlik bilincinin yitirilmesi ile beliren ruh hastalı
ğı
.

benlikçi
* Her konuda hep kendini ileri süren, hep kendinden söz eden (kimse).
* Benlikçilik yanlı
sıolan (kimse).

benlikçilik
* Her konuda hep kendini ileri sürme, hep kendinden söz etme durumu.
* Kendi benliğ
inin geliş
imini, bütün davranı ş
ları
nın ilkesi yapan kiş
inin niteliği, egotizm.

benmari
* Bir kabı
kaynar suya oturtmak yolu ile içindekini ı

tmak veya eritmek yöntemi.

benmerkezci
* Beniçinci.

benmerkezcilik
* Beniçincilik.

bent
* Bağ, rabıt.
* Kanun maddesi; kitaplarda kendi içinde bütünlük oluş
turan bölüm.
* Suyu biriktirmek için önüne yapı
lan set, büğet.
* Gazete yazı sı
.
* Bağlam.

bent etmek
* kendine bağ
lamak.

bent olmak
* bağ
lanmak, tutulmak.

benzeme
* Benzemek iş
i.

benzemek
*İ ki kiş
i veya nesne arası
nda birbirini andı
racak kadar ortak nitelikler bulunmak, andı
rmak.
* Sanı sı
nı uyandırmak, gibi görünmek.

benzemeklik
* Benzer olma durumu.

benzemez
*İskambil veya okey oyununda farklıkâğ
ıtları
n veya taş
ları
n bir araya gelmesi.
benzen
* Maden kömürü katranı
ndan çı
karı
lan C6H6 formülündeki hidrokarbonun bilimsel adı
.

benzer
* Nitelik, görünüşve yapıbakı mından bir baş kası
na benzeyen veya ona eşolan (ş
ey), müşabih, mümasil.
* Bkz. benzeş im.
* Bazıönemsiz veya tehlikeli sahnelerde ası
l oyuncunun yerine çı
kan, yapıve yüz bakımından bu oyuncuyu
andı
ran kimse, dublör.

benzer ş
ekiller
* Kenarları
nın uzunluklarıarası
ndaki oran değiş
memekle birlikte karş
ılı
klıaçı
larıeş
it olan ş
ekiller.

benzeri
* Benzerlik gösteren, benzer.

benzerlik
* Benzer olma durumu.
*İ ki üçgende köş
elerinin eş
lenmesine göre karş
ılı
klı
açı
ları
n eşve karş
ılı
klıkenarları
n orantı

ndan doğan
durum.

benzersiz
* Benzeri olmayan, eş
siz.

benzersizlik
* Benzersiz olma durumu.

benzeş
* Birbirine benzeyen, araları
nda benzerlik bulunan, müş
abih, nazir.

benzeş en
* Ünlü veya ünsüz benzeş melerinde etki altı
nda kalan ünsüz veya ünlü: Sütçü (süt-çü), ekmekten (ekmek-
ten), odalardan (oda-lar-dan) kelimelerinde bulunan -çü, -ten, -dan eklerindeki ünsüz veya ünlüler gibi.

benzeş
ik
* Benzeş
me özelliğ
i gösteren.

benzeş
im
* Bazıortak yönleri olan iki ş
ey arası
ndaki benzeşme.
*İ ki ş
eklin kenarları
nın uzunluklarıarası
ndaki oran değiş
memekle birlikte, karş
ılı
klıaçı
ları

n eş
it bulunması
durumu.

benzeş
im oranı
*İki ş
eklin kenarları
nın arası
ndaki oran.

benzeş
lik
* Benzeşolma durumu, müş
abehet.

benzeş me
* Benzeş mek iş
i.
* Bir kelimede bir sesin baş
ka bir sesi kendisine benzetme etkisi: yurt-daş> yurttaş
, çarş
anba > çarş
amba, o
+ bir < öbür gibi.

benzeş
mek
* Birbirine benzemek, müş
abih olmak.

benzeşmezlik
* Bir kelimede bulunan aynıveya benzeri seslerden birinin değ
işikliğe uğraması
, disimilâsyon: Kı
nnap >

rnap, attar > aktar, kehribar > kehlibar gibi.

benzeti
* Benzetme, aslı
ndan kopya edilmiş
, teş
bih.
benzeti ressamı
* Büyük sanatçı
ları
n yaptı
kları
nı, orijinaline bakarak yapan ve benzeti olduğunu belirten ressam.

benzetici
* Benzeterek yapan, sahteci, kopyacı
.

benzetici ressam
* Büyük sanatçı
ları
n üslûbunda çalı
şarak, yaptı
ğıiş
leri orijinal eser diye satan sahteci ressam.

benzetilme
* Benzetilmek iş
i.

benzetilmek
* Benzetmek iş
ine konu olmak.

benzetiş
* Bir ş
eyi baş
ka bir ş
eye benzetmek iş
i veya biçimi.

benzetme
* Benzetmek iş i.
* Bir ş
eyin neteliğini anlatmak için, o niteliğ
i eksiksiz taş
ıyan bir ş
eyi örnek olarak gösterme iş
i, teş
bih.

benzetmek
* Benzer duruma getirmek.
* Bir ş
eyde başka ş
eye benzeyen yönler bulmak.
* Kötü bir duruma getirmek, bozmak.
* Dövmek.

benzetmek gibi olmasın


* kötü bir sona uğramı şbirinden veya bir ş
eyden söz ederken, ona benzetilen kimse veya ş
ey için kötü bir
duygu beslenilmediğini anlatı
r.

benzeyiş
* Bir ş
eyin baş
ka bir ş
eye benzemesi durumu.

benzeyiş
sizlik
* Benzeş
memek durumu.

benzi atmak (veya uçmak)


* ansı
zın yüzünün rengi sararmak, solmak.

benzi kül gibi olmak


* yüzünden kan çekilmek, yüzü sararmak.

benzi sararmak
* yüzünün rengi solmak.

benzi uçmak
* yüzü sararmak.

benzin
* Petrolün damı

lmasıile elde edilen, özgül ağ
ırlı
ğıyaklaş
ık 0,65 olan, renksiz, uçucu, kendine özgü kokusu
bulunan bir sı

.
* Benzen.

benzin istasyonu
* Araçları
n benzin, yağgibi ihtiyaçları
nıkarş
ılayan, yolculara dinlenme ve alı
şverişimkânıveren tesis,
benzinlik.

benzin pompası
* Benzinlikte araç depoları
na benzin koyma ve verilen benzin tutarı
nıgösterme aracı
.
benzinci
* Benzin satı
lan yer veya benzin satan kimse.

benzincilik
* Benzincinin iş
i veya mesleği.

benzinde kan kalmamak


* kansızlı
k sebebiyle yüzü sararmak.

benzine kan gelmek (veya benzi kanlanmak)


* sağlı
klıduruma gelmek, canlanmak.

benzinleme
* Benzinlemek iş
i veya durumu.

benzinlemek
* Benzin dökerek yakmak.
* Bir nesneyi benzine bulamak.

benzinli
* Benzinle çalı
şan (motor, makine vb.).

benzinlik
* Benzin satı
lan yer, benzin istasyonu.

benzol
* Benzin ve tolüen karı
şı
mıbir akaryakı
t.

beraat
* Aklanma.

beraat etmek
* aklanmak, temize çı
kmak.

beraatı
zimmet
* Borcu, vereceğ
i olmama durumu, borçsuzluk.

beraatı
zimmet ası kdır
* tersi ispatlanmadı
kça insanları
n suçsuz sayı
lmalarıilkesini anlatı
r.

beraber
* Birlikte, bir arada.
* Aynıdüzeyde.
* -e rağmen, -e karş ın.

beraberce
* Birlikte, beraber olarak.

berabere bitmek
* (oyun, yarı
şma) takı
mları
n aynı
sayı
yıalması
yla sonuçlanmak.

berabere kalmak
* (oyun, yarı
şma için) takı
mlar aynı
sayı
yıalmak veya denk gelmek, baş
a başkalmak, baş
a başgelmek.

beraberinde
* yanı
nda.

beraberlik
* Birlikte olma durumu.
* Başbaş a kalma durumu.

beraberlik müziği
* Orkestra, koro veya oda müziğinde olduğu gibi birçok sesin oluş
turduğu müzik.

berat
* Bir buluş
tan, bir haktan yararlanmak için devletçe verilen belge, patent.
* Osmanlıİ mparatorluğunda bir göreve atanan, aylı k bağlanan, san, nişan veya ayrı
calı
k verilen kimseler için
çı
karı
lan padişah buyruğu.

Berat Gecesi
* Hz. Muhammed'e peygamberliğin Cebrail aracı

ğı
yla bildirildiği ş
aban ayı
nın 15. gecesine rastlayan kandil
gecesi.

Berat Kandili
* Bkz. Berat Gecesi.

berbat
* Kötü.
* Bozuk.
* Çirkin, beğenilmeyen.
* Darmadağı n, bakı
msız, periş
an, viran.

berbat etmek (veya eylemek)


* kötü duruma getirmek.
* bozmak.

berbat olmak
* kötü duruma gelmek; kirlenmek.
* bozulmak.

berber
* Saç ve sakalı
n kesilmesi, taranmasıve yapı
lmasıiş
iyle uğ
raş
an veya bunu meslek edinen kimse.
* Bu işin yapı
ldığıdükkân.

berber balı ğ
ı
* Hanigillerden, kuyruğunun çatalıçok uzun olan, Akdeniz'de yaş
ayan, eti yenilen bir balı
k (Serranus
anthias).

berber bataryası
* Berber dükkânları
nda lâvaboya su akması
nısağlayan deve boynu biçimindeki musluk takı
mı.

berber çı
rağı
* Berber ustası
nın yanı
nda yetiş
tirilmek üzere çalı
şan çocuk.

berber dükkânı
* Berber.

berber koltuğu
* Berberler için yapı
lan hareketli, oynar baş

klıözel koltuk.

berber salonu
* Büyük berber dükkânı
.

Berberî
* Kuzey Afrika'daki Cezayir bölgesinde Berberistan halkı
ndan veya bu halkı
n soyundan olan kimse.

berberlik
* Berberin yaptı
ğıiş
.

berceste
* Sağlam ve lâtif.
* Seçilmiş, seçme.
* Sanat değeri yüksek anlamlar taş
ıyan dize.
berdelacuz
* Halk tahminine göre, 9-18 Mart arası
nda görülen kocakarısoğ
uğu.

berdevam
* Sürmekte olan, sürüp giden.

berduş
* Baş ıboş, serseri.
* Pis, bozuk, bakı msı
z.

bere
* Vurma ve incitme sonucu vücudun herhangi bir yerinde oluş
an çürük.
* Herhangi bir ş
eyde görülen çizik, ezik.

bere
* Yuvarlak, yassıve sipersiz baş

k.

bereket
* Bolluk, gürlük, ongunluk, feyz, feyezan.
*İ yi ki, neyse ki, iyi bir rastlantıolarak.
* Yağmur.

bereket ki (veya bereket versin ki)


* iyi ki, Tanrı
'ya ş
ükür ki.

bereket versin
* para alan kimsenin söylediğ
i iyi dilek sözü.
* bir kimsenin bir durumdan hoş nutluğ unu anlatması
, teselli bulması
.

bereketlenme
* Bereketlenmek iş
i veya durumu.

bereketlenmek
* Çoğalmak, artmak.

bereketli
* Bol, verimli.

bereketli ola! (veya olsun!)


* yemek yemekte olanlara veya ürünlerini devş
irenlere söylenen iyi dilek sözü.

bereketlilik
* Bereketli olma durumu.

bereketsiz
* Kendinden beklenen yararlı
ğısağ
layamayan (ş
ey).

bereketsizlik
* Bereketsiz olma durumu.

bereleme
* Berelemek iş
i.

berelemek
* Bereli duruma getirmek.

berelenme
* Berelenmek iş
i veya durumu.

berelenmek
* Bereli duruma gelmek.
bereli
* Beresi olan.

bereli
* Beresi olan.

berenarı
* Şöyle böyle, az çok, biraz, oldukça.

bergamodî
* Sarı
msıpembe renginde olan.

bergamot
* Turunçgillerden bir ağaç (Citrus bergamia).
* Bu ağacı
n, kabukları ndan reçel yapılan ve esans çı
karı
lan meyvesi.

bergüzar
* Anmak için verilen hatı
ra, armağ
an, yadigâr.

berhane
* Büyük, harap, kullanı
şsı
z ev.

berhane gibi
* gereğ
inden çok büyük (ev).

berhava
* Havaya verilmiş
, uçurulmuş
.
* Yararsı
z, boş.

berhava etmek
* havaya uçurmak.
* bitirmek, yok etmek.

berhava olmak
* patlama yolu ile havaya uçmak.
* boş a gitmek.

berhayat
* Hayatta olan, canlı
, yaş
ayan.

berhudar
* Mutlu.

berhudar ol!
* "iyi günler göresin" anlamı
nda dilek olarak kullanı

r.

beri
* Konuş anı
n önündeki iki uzaklı
ktan kendisine daha yakı n olanı
.
* Bu uzaklı
kta bulunan.
* Çı
kma durumundaki kelimelerden sonra getirilerek bir işin başlangı

nıgösterir.

beribenzer
* Sı
radan bayağ
ı, alelâde.

beriberi
* Genellikle Uzak Doğu ülkelerinde B vitamini eksikliğ
inden ileri gelen bir hastalı
k.

beriki
* Beride olan.
* Beride olan şey veya kimse.

beril
* Doğada altı
gen billûrlar durumunda bulunan, saydam, çoğ
u yeş
il renkli berilyum ve aliminyum silikat.

berilyum
* Atom numarası4, yoğ unluğu 1,84, atom ağı rlı
ğı9,013 olan, zümrüt gibi bazıtaşları
n birleş
iminde bulunan,
29700C de eriyen, havanı
n etkisine karşıince bir oksit tabakasıyla kaplıelement. Kı saltmasıBe.

berjer
* Arkasıkabarı
k ve yüksek oturacak yeri genişkoltuk.

berk
* Sert, katı
.
* Sağlam.

berkelyum
* Atom numarası97, atom ağı
rlı
ğı294 olan, amerikyum veya küryumdan elde edilen yapay element.
KısaltmasıBk.

berkemal
* Mükemmel, pek iyi.

berkime
* Berkimek iş
i.

berkimek
* Sağlamlaş
mak, güç kazanmak, pekiş
mek.

berkinme
* Berkinmek iş
i veya durumu.

berkinmek
* Berkimek.
* Pekiştirilmek.

berkitme
* Sağlamlaş

rma, tahkim, takviye.

berkitmek
* Sağlamlaş

rmak, tahkim etmek, takviye etmek.

berklik
* Sağlamlı k.
* Sertlik, katı

k.

berlam
*İnce pullu, sı
rtıaçı
k kahverengi, yanları
ve karnıbeyaz, ortalama 30-40 cm boyunda, Marmara ve Ege
deniziyle Akdeniz'de bol bulunan bir balı
k türü (Merluccius merluccius).

bermuda
* Dizlere kadar inen dar ve kı
sa pantolon.

bermutat
* Alı
şı
lagelen biçimde, her zaman olduğu gibi.

berrak
* Duru, temiz, aydı
nlı
k, açı
k.

berraklaş
ma
* Berraklaş
mak iş
i veya durumu.

berraklaş
mak
* Berrak duruma gelmek, durulaş
mak.
berraklaş
tırma
* Berraklaş

rmak iş
i.

berraklaş
tırmak
* Berrak duruma getirmek, durulaş tı
rmak.
* Açık, net ve kolay anlaş
ılı
r duruma getirmek.

berraklı
k
* Berrak olma durumu, duruluk.

berri
* Kara ile (toprakla) ilgili, karasal.

bertafsil
* Açı
klamalı
, uzun uzadı
ya, açı
k olarak.

bertaraf
* Bir yana, ş
öyle dursun.

bertaraf etmek
* ortadan kaldı
rmak, gidermek.

bertaraf olmak
* ortadan kalkmak, yok edilmek.

bertik
* Yara, bere.
*İ ncinmiş, burkulmuş .
* Deride mor leke, çürük.

bertilme
* Bertilmek iş
i veya durumu.

bertilmek
*İ ncinmek, burkulmak.
* Berelenmek yaralanmak.
* Morarmak, çürümek.

bertme
* Bertmek iş
i.

bertmek
* Bertilmek.

berzah
* Kı
stak, dar dil.

besalet
* Yiğitlik, yararlı

k.

besbedava
* Pek ucuz.

besbelli
* Açık, apaçı
k, çok belli.
* Anlaşıldı
ğına göre, anlaşı

yor ki.

besbeter
* Çok kötü.

beselemek
* Bkz. eselemek beselemek.
beserek
* Tüylü ve damı
zlı
k erkek deve.

besermek
* Bkz. esermek besermek.

besi
* Yaş atmak ve geliş tirmek için gereken besinleri yedirip içirmek işi.
* Bir şeyi istenilen durumda tutmak ve oturtmak için kullanı lan takoz gibi ş
eyler.

besi doku
* Tohumların içinde embriyonu çevreleyen bölüm.
* Yumurta akımaddesi.

besi dokulu
* Besi dokusu olan.

besi dokusu
* Besi doku.

besi dokusuz
* Besi dokusu olmayan.

besi hayvanı
* Beslenmek amacı
yla yavru iken alı
nan veya besiye çekilen hayvan.

besi merası
* Besleme değeri oldukça yüksek mera bitkileri ile kaplıolan ve gerektiğ
inde ilâve yemler de verilerek
özellikle kesime gönderilecek hayvanları
n fazla canlıağırlık kazanmalarıiçin otlatıldı
klarıdoğ al veya sun'î verimli
mera.

besi örü
* Tohum çimlenirken yeni çı
kan bitkiyi beslemeye yarayan ve embriyonun çevresine yayı
lmı
şbulunan
besleyici maddelerin bütünü.

besi suyu
* Bitkilerin damarları
nda dolaş
an besleyici su.

besici
* Sı
ğı
r, davar gibi hayvanlarıbesleyerek semirten, satan kimse.

besicilik
* Besicinin yaptı
ğıiş
.

besihane
* Besi yapı
lan yer.

besili
* Semiz, semirtilmiş
.

besin
* Yenilebilir, beslenmeye elveriş
li her tür madde, azı
k, gı
da.
* Yaşamak, varlı ğınısürdürmek için gerekli ş
ey.

besinli
* Besini olan, gı
dalı
.

besinsiz
* Besini olmayan, yeterli besin almayan, gı
dası
z.

besinsizlik
* Besinsiz olma durumu, gı
dası
zlı
k.

besiye çekmek
* hayvanı
semirtmek için çalı
ştı
rmadan beslemek.

besle kargayı
, oysun gözünü
* nankörlük edenler için söylenir.

beslek
* Besleme, hizmetçi, ahretlik.

besleme
* Beslemek işi.
* Evlâtlı
k olarak alı
nan, ev iş
lerinde çalı
ştı

lan kı
z.
* Herhangi bir kuruluşu, onun maddî yardı mlarıdolayı

yla körü körüne destekleyen.

besleme bası
n
* Çı
kar uğ
runa, herhangi bir kuruluş
un veya iktidardaki güçlerin görüş
lerini savunan bası
n.

besleme gibi
* giydiğ
ini kendine yakı
ştı
ramayan (kı
z).

besleme kı
z
* Besleme.

beslemek
* Yiyecek ve içeceğini sağ
lamak.
* Yedirmek.
* Semirtmek.
* Eklenmek, katı lmak, çoğaltmak.
* Bir şeyi korumak veya sağlamca durması
nısağ
lamak için, çevresini veya altı
nıdesteklemek, doldurmak,
pekiş
tirmek.
* Yetiştirmek.
* Bir duyguyu gönülde yaş atmak.
* Maddî yardı m yapmak, desteklemek.

beslemelik
* Besleme.
* Besleme olarak.

beslenen
* Sönümsüz.

beslengi
* Hizmetçi, evlâtlı
k, besleme.

beslenilme
* Beslenilmek iş
i veya durumu.

beslenilmek
* Beslenmek iş
ine konu olmak.

beslenme
* Beslenmek iş i.
* Vücut için gerekli besin maddelerinin alı
mı.

beslenme bozukluğu
* Bazıorgan ve dokularda veya organizmanı
n bütününde ş
ekil veya çalı
şma düzensizliği meydana getiren,
bir veya birkaç beslenme görevinin bozulması.

beslenme çantası
* Anaokulu ve ilköğretim okulları

n öğ
rencilerinin beslenme saatinde yiyeceklerini içinde bulunduran çanta.
beslenme eğitimcisi
* Beslenme eğitimi ile uğraş
an uzman.

beslenme eğitimi
* Besin maddelerinin özellikleri, insan vücudunun gelişmesinde yiyeceklerin etkisi ve görevi, yiyecek
seçiminde dikkat edilmesi gereken noktalar, iyi beslenmenin sağlı
k yönünden önemi, ucuz ve dengeli beslenmenin
yolları
gibi konularıişleyen bilim dalı
.

beslenme odası
* Anaokulu, ilköğretim okulu gibi eğ
itim kurumları
nda yemek yenilen yer.

beslenme saati
* Anaokulu, ilköğretim okulu gibi eğ
itim kurumları
nda yemek yeme zamanı
.

beslenme uzmanı
* Beslenmenin genel özelliklerini kitle çapı
nda ele alan, inceleyen yetkili.

beslenmek
* Kendini beslemek.
* Beslemek işine konu olmak.

besletme
* Besletmek iş
i veya durumu.

besletmek
* Beslemek iş
ini baş
kası
na yaptı
rmak.

besleyici
* Besleyen, beslemeye yarayan, besin değeri yüksek, mugaddi.
* Yüz ve boyunda güneşlekelerini azaltıp ölü hücreleri atan krem türü.

besli
* Bkz. besili.

besmele
* "Acı
yan ve esirgeyen Tanrı'nın adıile" anlamı
na gelen ve bir iş
e baş
larken söylenilen Arapça
bismillahirrahmanirrahim sözünün kı saltması.

besmele çekmek
* bismillahirrahmanirrahim sözünü söylemek.

besmelesiz
* Çocuklar için "piç" anlamı
nda kullanı
lan bir sövgü.
* Besmele çekmeden.

beste
* Bir müzik eserini oluş
turan ezgilerin bütünü.

beste bağ
lamak
* bestelemek.

beste yapmak
* bir müzik eseri yaratmak.

besteci
* Beste yapan kimse, bestekâr, kompozitör.

bestekâr
* Besteci.
besteleme
* Bestelemek iş
i.

bestelemek
* Beste yapmak.

bestelenme
* Bestelemek iş
i.

bestelenmek
* Bestelemek iş
ine konu olmak, bestesi yapı
lmak.

besteli
* Bestesi olan, bestelenmiş
.

bestelik
* Beste olma durumu.

bestenigâr
* Klâsik Türk müziğ
inde en eski birleş
ik makamlardan biri.

bestesiz
* Bestesi olmayan.

bestseller
* Çoksatar.

beş
* Dörtten sonra gelen sayı
nın adıve bu sayı
yıgösteren rakam, 5, V.
* Dörtten bir fazla.
* Beşsınıflıilkokul.

beşaltı
* Biraz, bir parça, birkaç.

beşaş
ağıbeşyukarı
* Bkz. üç aş
ağı
, beşyukarı
.

beşbeter
* Besbeter.

beşbinlik
* Beşbin liralı
k bütün kâğ
ıt para.

beşbir
* Bkz. pencüyek.

beşdört
* Oyunda, atı
lan zarlardan birinin beş
, öbürünün dört benekli yüzünün üste gelmesi.

beşduyu
* Dokunma, görme, iş
itme, koklama, tat alma duyuları
.

beşiki
* Bkz. pencüdü.

beşkardeş
* Şamar, tokat.

beşmilyonluk
* Beşmilyon liralı
k bütün kâğ
ıt para.
beşon
* Az sayı
da, biraz.
* Beşve on santim ölçülerinde biçilmişkereste.

beşpara almamak
* hiç para almamak.

beşpara etmez
* hiçbir değeri yok, iş
e yaramaz.

beşparalı
k
* Değersiz, aş
ağı

k, bayağı
.

beşparalı
k etmek
* Bkz. on paralı
k etmek.

beşparalı
k olmak
* alçalmak, kusurları
açı
ğa çı
kmak.

beşparası
z
* parası
z, yoksul.

beşparmak bir olmaz


* ana ve babaları
bir olduğ
u hâlde kardeş
ler arası
nda çeş
itli farklı

klar bulunur.

beşüç
* Bkz. pencüse.

beşvakit
* Günün belirli beşvaktinde kı

nan namaz.

beşyüzlü
* Beşyüzü olan cisim.

beşyüzlük
* Beşyüz liralı
k bütün kâğıt para.
*İ çinde beşyüz tane bulunan.

beş
aret

yi haber, müjde, muş
tu, erim.

beş
bıyı
k

ri muş
mula.

beş
er

nsanoğ
lu, insan.

beş
er
* Beşsayı


n üleş
tirme biçimi, her birine beş
, her defası
nda beş
i bir arada.

beş
er ş
aşar
* insan her zaman yanı
labilir.

beş
erî
*İ nsanoğ
lu ile ilgili.
* Bedensel, bedenle ilgili.

beşerî coğrafya
*İ nsanları
n yerleş
ik bulunduğ
u yöre ile ilgisini ve o yörenin veya yerin türlü olayları
nıinceleyen coğ
rafya
kolu.

beş
eriyet

nsanlı
k, insanoğulları
.

beş
eriyetçi
* Beş
eriyet yanlı
sı(kimse), hümanist, insancı
l.

beş
eriyetçilik
* Beş eriyetçi olma iş
i veya durumu, hümanizm, insancı
llı
k.

beş
erli
* Beş
er beş
er sı
ralanmı
ş.

beş
gen
* Beşkenarlı
çokgen.

beş
ibirlik
* Kadı
nları
n süs için takı
ndı
kları
, beşaltı
n lira değ
erinde olan altı
n.

beş
ibiryerde
* Bkz. beş
ibirlik.

beş
iğini sallamak
* çocukluğ
undan veya çok eskiden tanı
mak, büyümesine hizmet etmek.

beş
ik
* Süt çocukları
nı yatırmaya ve sallayarak uyutmaya yarayan, tahta veya demirden yapı lmı şsallanı
r bir çeş
it
küçük karyola.
* Bir şeyin doğ
up geliş tiğ
i yer.
* Yüz üstü yatı
şta, geriye bükülü ayak bileklerini ellerle kavrayarak karı
n üzerinde başve ayak yönünde
sallanma.
* Ambalâjlanacak malı n biçimine uygun olarak alta konulan parça veya parçaları n tümü.

beş
ik kertiğ
i
* Daha beş
ikte iken anasıbabasıtarafı
ndan niş
anlanmı
şkimse.

beş
ik kertme
* Daha beş
ikte iken anasıbabasıtarafı
ndan niş
anlanma.

beş
ik salı
ncak
* Bayram yerinde kurulan bir tür salı
ncak.

beş
ikçi
* Beş
ik yapan veya satan kimse.

beş
iklik
* Beş
ik olmaya uygun.

beş
iklik etmek
* beş
ik vazifesini, fonksiyonunu yapmak.

beş
ikörtüsü
*İ ki yana akı
ntı
sıolan çatı
.

beş
ikten mezara kadar
* bütün hayatıboyunca, ölünceye kadar.

beş
inci
* Beşsayı


n sı
ra sı
fatı
, sı
rada dördüncüden sonra gelen.

beş
inci kol
* Bir ülkede gizli olarak, düş
man için çalı
şan örgüt.

beş
iz
* Beş
i bir arada doğ
an (kardeş
ler).

beş
izli
* Beştanesi bir arada olan.

beş
leme
* Beşlemek iş
i.
* Tahmis.

beş
lemek
* Bir işi beşkez yapmak.
* Bir şeyin sayı
sınıbeş
e çıkarmak.

beş
li
* Beşparçadan oluşan, kendinde herhangi bir ş eyden beştane bulunan.
*İ skambil, domino gibi oyunlarda üzerinde beşiş areti bulunan kâğıt veya pul.
* Divan edebiyatı
nda beşdizeli bölümlerden oluş muşmanzume, muhammes.
* Beşses veya beşmüzik aracıiçin yazı lan müzik eseri, kentet.
* Beşmüzisyenin çaldı ğıcaz orkestrası
.
* Halk edebiyatı
nda üçlemeli bir bende, konu ile ilgili aynıölçüde bir çift dizenin bağ
lanması
yla oluş
an
manzume.

beş
lik
* Beşpara, beşkuruşveya beşlira değerinde olan akçe.
* Beşi bir arada olan, beştane alabilen.

beş
lik simit gibi kurulmak
* kendine değ er vererek bir yere yayı

p oturmak.

beş
me
* Her çubuğu ayrıayrıbeşrenkte olan, yollu bir çeş
it kumaş
.
* Çı
krıkçıtezgâhının kütüğ
ü.

beş
me
* Tabaklanmamı
şham deri.

beş
parmak
* Derisi dikenlilerden, beşı
şı
nlıyı
ldı
z biçiminde bir deniz hayvanı
, beş
pençe (Uraster).
* Beşrenkte dokunmuşçubuklu kumaş .

beşparmak otu
* Gülgillerden, yol kı

ları
nda ve çayı
rlarda yetiş
en, sürgüne karş
ıkullanı
lan bir bitki, kurt pençesi (Potentilla
reptans).

beş
pençe
* Bkz. beş
parmak.

beş
taş
* Beştaş
la oynanan bir tür çocuk oyunu.

beş

* Güler yüzlü, güleç, gülümser.

bet
* Beti benzi atmak, beti benzi uçmak, beti benzi sararmak gibi deyimlerde beniz kelimesi ile birlikte, "çehre"
anlamı nda ikileme oluşturur.
* Bet bereket kalmamak, beti bereketi gelmek, beti bereketi kaçmak gibi deyimlerde bereket kelimesi ile
birlikte "bolluk" anlamı nda ikileme oluşturur.

bet
* Kötü, çirkin, tuhaf.
bet beniz kalmamak
* yüzü sararı
p solmak.

bet bet bakmak


* kötü kötü bakmak, bir kötülük yapacakmı
şgibi durmak.

bet suratlı
* Yüreğinin kötülüğ
ü yüzünden belli olan.

beta
* Yunan alfabesinin ikinci harfi -B.

beta ı
şı
nları
* Radyoaktif cisimlerin yaydı
kları
üç ı
şı
ndan biri.

betatron
* Elektronlarıhı
zlandı
ran elektromanyetik bir araç.

betelemek
* Bkz. etelemek betelemek.

betelenmek
* Karş
ıgelmek, dikleş
mek, kafa tutmak.

beter

yice kötü.

beter etmek
* daha kötü duruma getirmek.

beterin beteri var


* çok kötü bir duruma düş
en kimse, bundan daha kötü durumları
n da bulunduğ
unu düş
ünerek teselli
bulmalı dı
r.

beterleş
me
* Beterleş
mek iş
i veya durumu.

beterleş
mek
* Beter duruma girmek veya o durumda bulunmak.

beti
* Resim ve heykel sanatları
nda varlı
kları
n biçimi.

beti benzi kireç kesilmek (beti benzi atmak, solmak veya beti benzi uçmak)
* herhangi bir sebeple kanıçekilip yüzü solmak, korkmak.

beti bereketi kalmamak (veya kaçmak)


* azalmak, kı
tlaşmak, çabuk tükenmek.

betik
* Yazı
lıolan ş
ey, kitap, mektup, tezkere, pusula.

betili

çinde insan, hayvan ve doğa ögeleri bulunan (resim veya heykel), figüratif.

betili sanat
* Doğanı
n görünen biçimlerini iş
leyen sanat, figüratif sanat.

betim
* Betimlemek iş i, betimleme.
* Bir ş
eyi, bir kimseyi, bir olay veya duyguyu betimleyen söz veya yazı
, tasvir.
betimleme
* Betimlemek iş
i, tasvir.

betimlemeci
* Betimlemeye ağ
ırlı
k veren, tasvirci.

betimlemek
* Bir nesnenin, kendine özgü belirtilerini tam ve açı
k biçimde söz veya yazıile anlatmak, tasvir etmek.

betimlenme
* Betimlenmek durumu.

betimlenmek
* Betimlemek iş
i yapı
lmak.

betimleyici
* Betimleme yanlı

.

betimsel
* Betimle ilgili, tasvirî.

betimsel dil bilgisi


* Bir dilin belirli çağ
ınıinceleyen dil bilgisi, betimlemeli dil bilgisi, tasvirî dil bilgisi.

betine gitmek
* gücüne gitmek, kendine yedirememek.

betisiz

çinde insan, hayvan ve doğa ögeleri bulunmayan (resim veya heykel), nonfigüratif.

betisiz sanat
* Beti kullanmayan nonfigüratif sanat.

beton
* Çimentonun su yardı
mıyla kum, çakı
l gibi maddelerle karı
şmasısonucu oluş
an sert, dayanı
kl ı
, bağ
layı

yapay yı
ğı
şım.

beton gibi
* çok sağlam, dayanı
klı
, sert.
* güçlü.

betonarme
* Yapı
da gücü, esnekliğ
i artı
rmak için metal ve çimentodan yararlanma yöntemi, demirli beton.

betoncu
* Yapı
larda beton dökme iş
leriyle uğ
raş
an usta veya iş
çi.

betoniyer
* Beton karma makinesi.

betonkarar
* Beton karma makinesi.

betonlaş
ma
* Betonlaş
mak durumu.

betonlaş
mak
* Beton duruma gelmek.

bevliye

drar yolları
hastalı
kları
, üroloji.
bevliyeci

drar yolu hastalı
klarıhekimi, ürolog.

bevliyecilik
* Bevliyecinin iş
i veya mesleği.

bevvap
* Kapı
cı .
* Mahalle okulları
nda hademe.

bey
* Günümüzde erkek adları ndan sonra kullanı lan saygı
sözü.
* Erkek özel adları yerine kullanı lı
r.
* Eş , koca.
* Zengin, ileri gelen kimse, bay.
*İ skambil kâğ ıtları
nda birli, as.
* Boy gibi küçük bir toplumun veya küçük bir devletin baş kanı
.
* Komutan.
* Erkek sı fatlarının hemen arkası na eklenir.

bey (veya paşa) gibi yaş


amak
* bolluk içinde yaş
amak.

bey armudu
*İ ri, kokulu ve tatlıbir armut türü.

bey erki
* Zengin erki, plutokrasi.

bey kardeş
* erkekler için seslenme sözü.

bey mi yaman, el mi yaman


* Bkz. el mi yaman, bey mi yaman.

beyaban
* Çöl.

beyan
* Söyleme, bildirme.
* Bir eserde, düşüncelerin, duyguları
n, hayallerin doğuşve değerlerini, bunları
n anlatı
mında tutulacak yolları
konu edinen bir edebiyat bilgisi dalı
.

beyan etmek
* bildirmek, söylemek, ileri sürmek, anlatmak.

beyanat
* Demeç, bildiri.

beyanat vermek (veya beyanatta bulunmak)


* demeç vermek.

beyanname
* Bildirge.

beyaz
* Ak, kara karşı
tı.
* Bu renkte olan.
* Beyaz ırktan olan kimse.
* (baskı
da) Normal karalı kta görünen harf çeş
idi.

beyaz adam
* Beyaz ı
rka mensup olan kiş
i.
* Avrupalı.

beyaz baston
* Görme özürlülerin yürürken kullandı
kları
madenî çubuk.

beyaz cam
* Televizyon ekranı
.

beyaz dizi
* Genellikle sevgi konuları
nıbasit bir biçimde iş
leyen romanlardan oluş
an dizi.

beyaz eş
ya
* Buzdolabı
, çamaş
ır makinesi, bulaş
ık makinesi gibi ev aletlerine toplu olarak verilen ad.

beyaz et
* Tavuk, balı
k vb. etlere verilen genel ad.

beyaz etmek (veya beyaza çekmek)


* yazı
yıtemize çekmek.

beyaz ı
rk
* Avrupa, Kuzey Amerika, Güney ve BatıAsya ile Kuzey Afrika'da yaş
ayan ve teninin rengi açı
k olan ı
rk.

beyaz iş
* Beyaz pamuklu veya keten kumaş
lar üzerine beyaz veya renkli ipliklerle yapı
lan sarma iş
.

beyaz kitap
* Bir sorunu aydı
nlatmak ve savunmak için bir kurum veya hükûmetçe yayı
mlanan kitap.

beyaz kömür
* Akarsulardan elde edilen elektrik gücü.

beyaz oy
* Onaylayı
cıoy.

beyaz perde
* Göstericiden çı
kan görüntülerin üzerinde yansı

ğı
, sinema filminin oynatı
ldı
ğıyüzey.
* Sinema.

beyaz peynir
* Beyaz renkli bir tür peynir.

Beyaz Rus
* Ekim ihtilâlinde komünist kızıl yönetimden kaçan Rusyalıkimse.
* Beyaz Rusya halkı ndan olan kimse.

beyaz sabun
* Beyaz renkli bir tür sabun.

beyaz ş
arap
* Sadece beyaz üzüm ş
ırası
ndan yapı
lan ş
arap.

beyaz zehir
* Eroin, kokain gibi sı
vıolmayan uyuş
turucu madde.

beyazı
msı
* Beyaza çalan.

beyazı
mtı
rak
* Beyaza çalar renk.
beyazı
n adı, esmerin tadı
* esmerleri övmek için söylenir.

beyazlanma
* Beyaz duruma gelme, ağ
arma.

beyazlanmak
* Beyaz duruma gelmek, ağ
armak.

beyazlaş
ma
* Beyazlaş
mak iş
i veya durumu.

beyazlaş
mak
* Beyaz duruma getirmek.

beyazlatı

* Daha beyaz duruma getiren kimyasal madde.
* Dokunan kumaş ları
n renk tonları
nıaçan veya beyazlatan ve kumaş
lar üzerindeki lekeleri gideren (kimse).

beyazlatı
lmak
* Beyaz duruma getirilmek, ağartı
lmak.

beyazlatma
* Beyazlatmak işi, ağartma.
* (kâğıtçı

kta) Parlaklığı
n iyileş
tirilmesi için hamur bileş
enlerinin renginin az veya çok oranda değ
iştirilmesi
veya giderilmesi.

beyazlatmak
* Beyaz duruma getirmek, ağ
artmak.

beyazlı
* Beyazıbulunan.

beyazlı
k
* Beyaz olma durumu.
* Ağartı
.

beyazsinek
* Özellikle pamukları
n üzerinde üreyerek bitkinin öz suyunu emen ve kuruması
na sebep olan bir sinek türü.

beyaztilki
* Tilkinin kı
şlı
k tüyünden yapı
lan kürk.

beybaba
* Yaşlıerkeklere teklifsizce seslenişbiçimi.
* Çocukların babalarıiçin kullandı ğısaygısözü.

beyefendi
* Saygıbelirtmek için erkek adları

n sonuna getirilen veya bu adları
n yerine kullanı
lan san.

beygir
* At.
* Yük taşı
yan, araba çeken, üstüne binilen at.
* Atlama beygiri.

beygir gücü
* Saniyede 75 kilogrammetrelik işyapan bir motorun gücü.

beygirci
* Beygir besleyen veya kiraya veren kimse.

beygirli
* Beygiri olan.

beygirlik
* Beygire ait, beygir için.
* Beygir gücünde.

beygirsiz
* Beygiri olmayan.

beyhude
* Boşuna.
* Yararsı
z, anlamsı
z.

beyhude yere
* boşyere, boş
u boş
una, gereği yokken.

beyhudelik
* Beyhude olma durumu.

beyin
* Kafatası nın üst bölümünde beyin zarıile örtülü, iki yarı
m yuvar biçiminde sinir kütlesinden oluş
an, duyum
ve bilinç merkezlerinin bulunduğu organ, dimağ .
* Muhakeme, usa vurma.
* Bir şeyi yönetmede önemli görevi olan kimse.
* Bilgisi, eğitimi, düşüncesi yüksek düzeyde olan kimse.

beyin cerrahı
* Beyin konusunda uzmanlı
k yapmı
şcerrah.

beyin cerrahîsi
* Hastahanelerde beyin konusunda ameliyat yapabilen bölüm.

beyin göçü
*İ leri düzeydeki meslek ve bilim adamlarıile uzmanları
n bir baş
ka geliş
mişülkede yerleş
ip çalı
şmak amacı
ile kendi ülkelerinden ayrılması.

beyin gücü
* Bir ülkede ileri düzeyde iyi yetiş
mişolan meslek ve bilim adamlarıile uzmanları
n fikir gücü.

beyin jimnastiğ
i
* Bkz. zihin jimnastiği.

beyin kanaması
* Beyni besleyen damarlardan bir veya birkaçı
ndan dı
şarı
kan sı
zmasısonucu, beslenen bölgenin çalı
şmaz
duruma gelmesi.

beyin karı
ncıkları
*İçinde beyin-omurilik sı

sıbulunan, kafa içinin, dört boş
luğundan her biri.

beyin omurilik sı
vısı
* Örümceksi zarla ince zar arası
ndaki boş
lukta bulunan beyinle omuriliği çepeçevre saran sı

.

beyin orağı
* Beynin iki lopu arası
ndaki zar.

beyin takı

* Bir kurum veya kuruluş
un yönetiminde etkin rol oynayan kimseler.

beyin üçgeni
* Beynin alt tarafı
ndaki üç kı
vrı
mlıyuvarlak çı

ntı
.

beyin yı
kamak
* insanı
, kendine özgü düş ünce ve dünya görüş
üne yabancı
laş

rmak, baş
ka yönde düş
ünür ve davranı
r
duruma getirmek amacı yla çeş
itli yollarla etkilemek.

beyin zarı
* Beyni üst üste saran zar, korteks.

beyin zarları
* Beyni üst üste saran üç zar.

beyincik
* Kafatası

n art bölümünde ve beynin altı
nda, hareket dengesi merkezi olan organ, dimağçe.

beyinli
* Beyni olan.
* Akıllı
, düş
ünceli.

beyinsel
* Beyinle ilgili.

beyinsi
* Beyne benzeyen.

beyinsiz
* Beyni olmayan.
* Akılsı
z, düş
üncesiz.

beyit
* Ev.
* Anlam bakı
mından birbirine bağ
lıiki dizeden oluş
muşş
iir parçası
.

beyitli
* Beyti bulunan, içinde beyit olan.

beyiye
* Bkz. satı
mlı
k.

beylerbeyi
* Sancak beylerinin baş
ı.

beylik
* Bey olma durumu.
* Devletle ilgili, devlete özgü olan, devlet malıolan, mirî.
* Herkesin kullandı ğı, çok bilinen, herkesin bildiği, basmakalıp.
* Rahat yaş ama.
* Merkeze tam bağlıolmayarak bir beyin yönetimi altı ndaki ülke, emirlik, emaret.
* Hükûmet.
* Bir çeş
it küçük ve ince asker battaniyesi.

beylik fı

n has çıkarır
* devlet görevlisi olmanı
n insana birçok kazançlar sağladı
ğı
nış
aka yollu anlatmak için söylenir.

beylik söz
* Herkesin kullandı
ğı
, etkisi kalmamı
şsöz.

beylikçi
* Divanıkaleminin baş
ı.

beynamaz
* Namazsı
z, namaz kı
lmayan, pis (kimse).

beynelmilel
* Milletler arası
, uluslar arası
, enternasyonal.
beynelmilelci
* Bkz. uluslar arası

.

beynelmilelcilik
* Milletlerin sosyal sı
nıflarıarasında uygunluk olması
ve birlikte davranı
lması
gerektiğ
ini savunan görüş
,
milletler arası
cı lı
k, uluslar arası
cılık, enternasyonalizm.

beyni atmak
* Bkz. tepesi atmak.

beyni bulanmak
* sersemlemek, düş ünemez olmak.
* kötü bir ş
ey sezinlemek.

beyni karı
ncalanmak
* zihin yorgunluğundan düş
ünemez olmak.

beyni kaynamak
* aş
ırısı
caktan sersemlemek, bunalmak.

beyni sı
çramak
* aklıbaş
ından gitmek.

beyni sulanmak
* düzgün düş
ünemez olmak, bunamak.

beyninde
* Arası
nda.

beyninde ş
imş ekler çakmak
* çok üzülmek, sarsılmak.
* zihninde birden bir düşünce doğ
mak.

beyninden vurulmuşa dönmek


* beklenmedik bir durum karş
ısı
nda olağ
anüstü bir üzüntü ve ş
aşkı
nlı
ğa uğramak.

beynine girmek
* herhangi bir konuda birisini yönlendirmek, ikna etmek.

beynine vurmak
* (içki etkisiyle) ne yaptı
ğı
nıbilemez duruma gelmek.

beynini kemirmek
* rahatsı
zlı
k vermek, huzurunu kaçı
rmak.

beysbol
* Dokuzar kiş
ilik iki takı
m arası
nda bir top ve sopayla oynanan, Amerika Birleş
ik Devletlerinde yaygı
n bir
çeş
it oyun.

beysbolcu
* Beysbol oynayan ve oynatan (kimse).

beytülmal
* Devlet hazinesi.

beyyine
* Bir olayı
n doğruluğunu ortaya koyabilen yöntem.
* Duruş ma sı
rası
nda bir düş
ünceyi gerçekleştirmek için baş
vurulan belge, kanı
t, tutamak, delil.

beyzade
* Bey oğ
lu.
* Soylu kimse.
* Özenle büyütülmüş
, nazlı
kimse.

beyzadelik
* Soyluluk.

beyzî
* Yumurta biçiminde, söbe, oval.

bez
* Pamuk veya keten ipliğ inden yapı lan dokuma.
* Pamuktan, düz dokuma.
* Herhangi bir cins kumaş .
* Herhangi bir işiçin kullanı lan dokuma.
* Geliş
igüzel kumaşparçası , çaput.
* Bezden yapılmı ş.

bez

çinden geçen kandan veya öz sudan bazımaddeler ayı
rarak salgı
oluş
turan organ, gudde.

bez bağlamak
* bebeklere altları
nıkirletmesinler diye bez koymak.

bez tüyler
* Bitkilerde salgı
çıkaran tüyler.

bezci
* Bez yapan veya alı
p satan (kimse).

bezcilik
* Bezcinin iş
i veya mesleğ
i.

bezdirici
* Usanç veren.

bezdirilme
* Bezdirilmek iş
i veya durumu.

bezdirilmek
* Bezmesine sebep olmak, bezmesine yol açmak.

bezdirme
* Bezdirmek iş
i.

bezdirmek
* Bı
ktı
rmak, usandı
rmak, bı
kkı
nlı
k vermek.

beze
* Yara veya çı
ban sebebiyle vücudun herhangi bir yerinde oluş
an ş
işkinlik.
* Bez (I).

beze
* Hamur topağ
ı, pazı
.

beze
* Yumurta akıve pudra ş
ekeri ile yapı
lan bir çeş
it kuru pasta.

bezek
* Süs, ziynet.
* Bir eseri süslemeye yarayan motiflerin her biri.

bezekçi
* Duvar ve tavanları boyayıp birtakı
m resim veya ş
ekillerle süsleyen kimse, nakkaş
.
* Gelinleri süsleyen kadın.

bezekleme
* Bezeklemek iş
i.

bezeklemek
* Süslemek, bezemek.

bezekli
* Bezeği olan, süslü, süslenmiş
.

bezeleme
* Bezelemek iş
i.

bezelemek
* Hamur topağ
ıyapmak.

bezeli
* Bezeği olan, bezekli.

bezelye
* Baklagillerden, yurdumuzun her yanı
nda yetiş
tirilen, tı
rmanı
cıbir bitki (Pisum sativum).
* Bu bitkinin yuvarlak tanesi.

bezeme
* Süsleme, tezyin.
* Süs, süsleyen ş
ey.

bezemeci
* Bezeme yapan oymacıveya nakkaş
.

bezemecilik
* Bezemecinin yaptı
ğıiş
.

bezemek
* Süslemek, donatmak, tezyin etmek.

bezemeli
* Süslü, dekoratif.

bezen
* Bezek, süs.

bezeniş
* Bezenme iş
i veya biçimi.

bezenme
* Bezenmek iş
i veya durumu.

bezenmek
* Bezemek işine konu olmak, süslenmek.
* Kendini bezemek, süslenmek.

bezetme
* Bezetmek iş
i.

bezetmek
* Bezeme yaptı
rmak, süsletmek.

bezeyici
* Bezekleme yapan ressam, dekoratör.
bezeyiş
* Bezeme iş
i veya biçimi.

bezgi
* Süs, bezek.

bezgin
* Yaş
ama veya işgörme isteğini yitirmiş
.

bezginleş
me
* Bezginleş
mek iş
i.

bezginleş
mek
* Bezgin duruma gelmek.

bezginlik
* Bezgin olma durumu, usanç, yorgunluk.

bezi herkesin arşı


nına göre vermezler
* genel kurallar kiş
ilerin isteklerine göre bozulmaz.

bezik

ki, üç veya dört kiş
i arası
nda 96 kâğ
ıtla oynanan bir çeş
it iskambil kâğ
ıdıoyunu.

bezilme
* Bezilmek iş
i.

bezilmek
* Bezmek iş
ine konu olmak, bezmek durumuna gelinmek.

bezir
* Keten tohumu.
* Bkz. bezir yağı
.

bezir yağı
* Keten tohumundan çı
karı
lan ve yağ
lıboya yapmak için içine renkli maddeler katı
lan, çabuk kurur bir yağ.

bezirgân
* Tüccar.
* Alı
şveriş te çok kâr amacınıgüden kimse.
* Mesleğini sadece kazanç için kullanan kimse.
* Yahudilere verilen ad.

bezirgânbaş ı
* Padişahın kullanacağ
ıçuha, bez, tülbent gibi eş
yalarısağ
lamak ve bunlarıkorumakla görevli kimse.
* Bir çocuk oyunu.

bezirgânlı
k
* Bezirgâna yakı
şı
r davranı
ş.

bezirleme
* Bezirlemek iş
i.

bezirlemek
* Bezir yağıile yağlamak, bezir yağı
sürmek.

bezleme
* Bezlemek iş
i.

bezlemek
* Bez veya kumaşile örtmek veya kaplamak.
* Çocuğ
un altı
na bez koymak, çocuğ
u belemek.

bezm

çki meclisi, dost toplantı

.

bezme
* Bezmek iş
i.

bezmek
* Bezgin duruma gelmek, bezginlik getirmek, bı

p usanmak.

bezsi
* Bez dokusunda olan, bezi andı
ran.

bezzaz
* Kumaşalı
p satan kimse,manifaturacı
.

bezzazlı
k
* Kumaşsatma iş
i, manifaturacı

k.


cıbı

* (çocuk dilinde) Yı
kanma.
* Genellikle benzinliklerde bulunan otomobil yı
kama aleti ve yeri.


cıbı
cıyapmak
* yı
kanmak.



l
* Aşı
k kemiğinin altı
nda bulunan küçük bir kemik.
* Bu kemikle oynanan bir oyun.



lgan
* Bkz. bı
çı
lgan.



r bı

r
* Sürekli ve çok konuş
ma için kullanı

r.



rgan
* Boru biçimindeki maden parçaları
n içini düzleş
tirip parlatmakta kullanı
lan alet.


çak
* Bir sap ve çelik bölümden oluş an kesici araç.
* Çeş itli kesme iş
lerinde kullanı
lan keskin ağı zlıaraç.
* Jilet.


çak altı
na yatmak
* (insan için) ameliyat olmak.


çak atmak
* bir hedefe bı
çak fı
rlatmak.
* bıçaklamak.
* ameliyat etmek.


çak bı
çağa gelmek
* bıçakla birbirine saldı
racak kadar zorlu kavga etmek.


çak çekmek
* üzerindeki bı
çağ
ıbirden ele alarak birine saplamaya hazı
rlanmak.


çak gibi
* ince, keskin.

çak gibi kesilmek
* (söz, konuş
ma, sohbet) birden bitmek, duruvermek.


çak gibi kesmek
* çok keskin olmak.
* birdenbire ve tamamen ortadan kaldı
rmak.


çak gibi saplanmak
* (sancı, ağrı
) birden ve güçlü olarak gelmek.


çak kemiğe dayanmak
* çekilen sı
kıntıartı
k katlanı
lamayacak bir duruma gelmek.


çak kı

nıkesmez
* kötüler yararlandı
kları
kimselere kötülük etmekten çekinirler.


çak sı
rtı
* Bı
çağın keskin olmayan ters yanı .
* Çok az (fark), çok yakı
n (aralı
k).


çak silmek
* bir iş
i bitirmek.


çak vurmak
* bı
çakla kesmek.
* bı
çaklamak.


çak yarasıonulur, dil yarasıonulmaz
* hakaret, ağır söz gibi gönül kı

cıdavranı
şları
n hiçbir zaman unutulmayacağ
ını
anlatı
r.


çak yemek
* bı
çaklanmak.


çakçı
* Bı
çak ve daha baş
ka kesici araçlar yapan veya satan kimse.


çakçı

k
* Bı
çak ve benzeri ş
eyleri yapma veya satma iş
i.


çaklama
* Bı
çaklamak iş
i.


çaklamak
* Bı
çakla kesmek.
* Bı
çakla yaralamak.


çaklanma
* Bı
çaklanmak iş
i.


çaklanmak
* Bıçaklamak iş
ine konu olmak.


çaklatma
* Bı
çaklatmak iş
i.


çaklatmak
* Bı
çakla saldı

yıtahrik etmek, bı
çakla saldı
rtmak ve yaralatmak.


çaklı
* Bı
çağı
olan.


çaklı
k
* Bı
çak koyacak yer.
* Bı
çak yapmaya elveriş
li (maden).


çı
k
* Sel veya dere yatağı
.


çı
lgan
* Azmış, yayı
lmı ş(yara).
* Hayvanların tı
rnak kökünde oluş
an yara.


çkı
* Tahta veya ağ aç biçmekte kullanı lan, karş
ılı
klıiki sapıolan ve iki kiş
i tarafı
ndan kullanı
lan büyük testere.
* Motorla çalı
ş an bir çeş
it güçlü testere.
* Saraç bı
çağı.
* Bağbudamaya yarayan diş li bı
çak.


çkı
evi
* Tomruklardan kalas, kalaslardan daha ince tahtalar kesen, boyları
nıve kenarları
nıdüzgün ve eş
it olarak
düzelten işyeri.


çkı
tozu
* Doğramacı

kta bı
çkı
dan çı
kan ve çoklukla yakacak olarak kullanı
lan toz ve talaş
.


çkı

* Bı
çkıile ağaç ve tahta kesen kimse.
* Bı
çkıyapı p satan kimse.


çkı
hane
* Bı
çkıevi.


çkı
n
* Külhanbeyi, kabadayı.
* Korkusuz, gözü pek, yürekli, cesur.


çkı
nlaş
ma
* Bı
çkı
nlaş
mak iş
i.


çkı
nlaş
mak
* Kabadayı

k taslamak.


çkı
nlı
k
* Bı
çkı
n olma durumu.


dık
* Kı
sa ve tı
knaz.


kılma
* Bı

lmak iş
i.


kılmak
* Usanı
lmak.


kıp usanmak
* çok bezmek.


kış
* Bı
kma iş
i veya biçimi.


kış
ma
* Bı

şmak iş
i.


kış
mak
* Karş
ılı
klıolarak birbirinden bı
kmak.


kkı
n
* Çok bı
kmı
ş, usanmı
ş, bezmiş
.


kkı
nlı
k
* Çok bı
kmı
şolma durumu.


kkı
nlı
k gelmek
* bı
kmak, usanmak, bunalmak.


kkı
nlı
k vermek
* bir ş
eyi sürekli tekrarlayarak karş
ısı
ndakini usandı
rmak.


kkı
ntı
* Bı
kma duygusu.


kma
* Bı
kmak iş
i.


kmak
* Tekrarlanması
, sürüp gitmesi yüzünden bir ş
eyden doygunluk veya yorgunluk duyarak onu istemez
duruma gelmek, usanmak.
* Dayanamaz duruma gelmek.


ktı


* Bı
kkı
nlı
k verici.


ktı
rma
* Bı
ktı
rmak iş
i.


ktı
rmak
* Bı
kması
na yol açmak, bı
kkı
nlı
k vermek, usandı
rmak.


ldı
r
* Geçen yı
l, bir yı
l önce.


ldı
rcı
n
* Tavukgillerden, boz renkli, benekli, yurdumuzda en çok güzün, eti için avlanan göçebe kuş(Coturnix).


ldı
rcı
n eti
* Bıldı
rcı
n kuş
unun saka ve avcı
larca beğ
enilen kı
rmı
zıeti.


ldı
rcı
n gibi
* kı sa boylu, dolgunca, alı
mlı(kadı
n).


lkı
ma
* Bı
lkı
mak iş
i veya durumu.


lkı
mak
* Bozulmak, yumuş
amak, zedelenmek, erimek.


llı
k bı
llı
k
* Çok tombul, etli butlu.


ngı
l bı
ngıl
* Dolgun ve pelte gibi titrek.


ngı
ldak
* Kafatasıkemikleş
meden önce kemiklerin birleş
me yerlerinde bulunan kı
kırdak bölümü.


ngı
ldama
* Bı
ngı
ldamak iş
i.


ngı
ldamak
* (et ve sı
vıiçin) Yumuş
aklı
k veya ş

manlı
k sebebiyle oynamak, titremek.


rak Allah'ınıseversen
* bir kimse veya nesnenin değ
ersizliğini belirtmek için kullanı

r.


rak ki
* saymasak, hesaba katmasak da.


rakı
lma
* Bı
rakı
lmak iş
i veya durumu.


rakı
lmak
* Bı
rakmak iş
ine konu olmak, terk edilmek.


rakı
m
* Bı
rakmak iş
i.


rakı
ş
* Bı
rakma iş
i veya biçimi.


rakı
şma
* Karş
ılı
klıbı
rakmak iş
i, ateş
kes, mütareke.


rakı
şmak
* Savaş
ma, çarpı
şma gibi durumlarıkarş
ılı
klı
bırakmak, ateş
kes yapmak, mütareke yapmak.


rakı
t
* Tereke.


rakma
* Bırakmak işi.
* Salı
verme, terk.


rakmak
* Elde bulunan bir ş eyi tutmaz olmak.
* Koymak.
* Bir işi başka bir zamana ertelemek.
* Unutmak.
* Eski bulunduğu yerini veya durumunu değiş tirmemek.
* Saklamak, artı rmak.
* Bir işin sorumluluğ unu, yükümlülüğünü baş kası na vermek, görevlendirmek.
* Engel olmamak.
* Sarkı tmak.
* (ölen, ayrılan birinden iş , kişi, nesne vb.) Kalmak.
* Bir alışkanlıktan veya bir iş ten vazgeçmek.
* Uğ raş maz olmak, artı k uğ raşmamak.
* (bıyık veya sakal) Uzatmak.
* Özgürlük vermek, hürriyetine kavuş ması nısağ lamak.
* Boş amak.
* Kötü bir durumda terk etmek.
* Ayrı lmak; terk etmek.
* Sınıf geçirmemek, döndürmek.
* Bir pazarlıkta, belli bir fiyata vermeyi kabul etmek.
* Bakı lmak, korunmak için vermek.
* Yanı na almamak, yanı nda götürmemek.
* Sahiplik hakkı nıbaş kasına vermek.
* Yapı ş ı
k olan bir şey yapı ş ı
klıktan kurtulmak.
* (bulunduğ u veya dokunduğ u yerde) Oluş turmak, meydana getirmek.

raktı
ğı
m (bıraktı
ğı), bağladı
ğı m (bağladığı) yerde (çayı rda) otluyorsun (otluyor)
* uzun süredir hiçbir ilerleme ve değişiklik göstermiyor (veya göstermiyorsun).


raktı
rma
* Bı
raktı
rmak iş
i.


raktı
rmak
* Bı
rakması
nısağlamak, bı
rakması
na yol açmak.



rak
* Kı
rlarda yetiş
en yabanî bir otun dı
şıdikenli tohumu.



ğıterlemek
* bı

ğıyeni yeni çı
kmaya baş
lamak.



ğı
nıbalta kesmez olmak
* kimseden korkusu olmamak.



ğı
nısilmek
* bir iş
i olmuşbitmişsayarak onunla uğraş
maktan vazgeçmek.



k
* Üst dudak üzerinde çı kan kıllar.
* Balı
klarda deri uzantı sı.
* Asma gibi bitkilerde, sarılı
p tutunmaya yarayan sürgün.



k altı
ndan gülmek
* birinin durumuna belli etmemeye çalı
şarak gülümsemek.



k bı
rakmak
* bı

k uzatmak.



k burmak (veya bükmek)
* çalı
m yapmak amacı
yla bı

kları
nıkı

rmak.



klanma
* Bı

klanmak iş
i.



klanmak
* Bı

ğıçı
kmak, bı

klıduruma gelmek.



kları
ele almak
* delikanlı

k çağ
ına girmek.



klı
* Bı

ğıolan, bı

ğı
nıtı
raşetmemişolan.



klıbalı
k
* Sazangillerden, büyüklerinin boyu 2 m yi bulan, eti sevilen bir balı
k (Barbus fluviatilis).



ksı
z
* Bı

ğıolmayan, bı

ğı
nıtı
raşetmişolan.


zbı
z
* Davula sol elle vurulan ince değ
nek.


zdı
k
* Ufak çocuk.



r
* Kadı
nlı
k organı
nın üst yanı
nda cinsel zevk duyumu noktası
olan bölüm, klitoris.
Bi
* Bizmut'un kı
saltması
.

bîaman
* Hoş
görüsüz, amansı
z, gaddar, zalim.

biat
* Bir kimsenin egemenliğini tanı
ma.
* Osmanlıİ mparatorluğunda padişah ölünce tahta geçecek oğlunun devlet yönetimindeki etkili gruplarca
kabul ve tasdik edilmesi.

biat edilmek
* birinin egemenliğ
i tanı
nmak.

biat etmek
* birinin egemenliğ
ini tanı
mak, kabul etmek.

bîbaht
* Bahtsı
z, kadersiz, kötü talihli.

bîbehre
* Payıolmayan, pay almamı
ş.

biber
* Patlı
cangillerden, yurdumuzda çok yetiş en bir bitki (Capsicum annuum).
* Bu bitkinin, tazeyken sebze olarak yenilen veya kurutulup baharat olarak yararlanı
lan ürünü.

biber atmak
* içine biber koymak.

biber gibi
* çok acı
.

biber gibi yanmak


* (deri, göz vb.) çok acı
mak.

biber salçası
* Kı
rmı
zıbiberden yapı
lmı
şsalça.

biber turş
usu
* Yalnı
zca uzun yeş
il biberden yapı
lmı
şturş
u.

biberiye
* Ballıbabagillerden, Akdeniz çevresinde çok yetişen, güzel kokulu yaprakları
nıdökmeyen, çiçekleri soluk
mavi renkli, çok yı
llı
k bir bitki (Rosmarinus officinalis).

biberleme
* Biberlemek iş
i.

biberlemek
* Biber serpmek, biber katmak.

biberli
*İçine biber katı
lmı
ş.
* Acı.

biberlik
* Biber konulan küçük kap.
* Biber yetiş
tirilen yer.

biberon
* Genellikle süt çocukları
na süt ve sulu yiyecekleri içirmekte kullanı
lan emzikli ş

e.
bibersiz
*İçine biber katı
lmamı
ş.
* Acısı
z.

bibi
* Babanı
n kı
z kardeş
i, hala.

bibliyofil
* Kitapsever.

bibliyograf
* Bibliyografya uzmanı
, kaynaklarıbilen uzman.

bibliyografi
* Bibliyografya.

bibliyografik
* Kaynakla ilgili.

bibliyografya
* Kaynaklar, kaynakça.

bibliyoman
* Bibliyomanisi olan (kimse).

bibliyomani
* Hastalı
k derecesine varan kitap sevgisi, kitap düş
künlüğü.

bibliyotek
* Kitaplı
k, kütüphane.

bibliyotekçi
* Kütüphaneci.

biblo
* Çeş
itli maddelerden yapı
lan heykel, vazo gibi zarif küçük süs eş
yası
.

biblo gibi
* ufak tefek, zarif (kı
z).

bici
* Bkz. cici bici.

bicik
* Meme, meme baş
ı.

bicili
* Bkz. cicili bicili.

bîçare
* Çaresiz, zavallı(kimse).

bîçare olmak
* çaresiz kalmak.

bîçarelik
* Biçare olma durumu, zavallı

k, çaresizlik.

biçem
* Üslûp.
biçenek
* Her yı
l belirli bir süre otlatı
ldı
ktan sonra yeniden geliş
en bitkilerin biçilerek değ
erlendirildiğ
i tabiî çayı
r.

biçerbağ
lar
* Ekini hem biçen, hem de bağdurumuna getiren makine.

biçerdöver
* Ekin biçen, döven, taneleri ayı
ran, samanıbağ
lam veya balya durumuna getiren makine.

biçici
* Biçmek iş
ini yapan (kimse).

biçicilik
* Biçicinin iş
i veya mesleği.

biçilme
* Biçilmek iş
i.

biçilmek
* Biçmek iş
ine konu olmak.

biçilmişkaftan
* bütünü ile uygun, elveriş
li (iş
).

biçim
* Dışgörünüş ,şekil.
* Yakış ı
k alan şekil, uygun şekil.
* Herhangi bir ş eyin benzeri.
* Sanat ve edebiyat eserlerinde dı şgörünüş
, form.
* Tarz.
* Manzumelerin kuruluşve uyak düzenlerine göre olan dı
şgörünüş
ü, ş
ekil.

biçim
* Biçmek iş
i.

biçim almak
* biçimlenmek, belli bir biçime girmek, ş
ekillenmek.

biçim bilimi
* Yapıbilimi, morfoloji.

biçim birimi
* Kelimelere gramer bakı
mından biçim veren, çoğ
u ek durumunda olan öge, morfem.

biçimci
* Biçimcilik yanlı
sıolan (kimse).
* Alışı
lmışkural, tutum, davranı şveya belli biçimin dı
şı
na çı
kmayan (kimse), ş
ekilci, formaliteci, formalist.

biçimcilik
* Biçime sıkısı kıya bağlı

k.
* Özü, içeriği yeterince önemsemeden, yalnı
z biçim üzerinde duran, biçime ağı
rlı
k veren görüş
.

biçime sokmak (veya biçim vermek)


* bir ş
eyi biçimlendirmek.

biçimine getirmek
* sı
rası
nı, fı
rsatı
nıbulmak, punduna getirmek, en uygun durumunu yakalamak.

biçimleme
* Çeş
itli maddelerin biçimsel imkânlarıile birbirleri arası
ndaki düzen iliş
kilerini araş

rma iş
i.

biçimlendirilme
* Biçimlendirilmek iş
i.

biçimlendirilmek
* Bir ş
eye biçim verilmek.

biçimlendirme
* Biçimlendirmek iş
i, ş
ekillendirme.

biçimlendirmek
* Bir ş
eye belirli bir biçim vermek, ş
ekillendirmek.

biçimlenme
* Biçimlenmek iş
i, ş
ekillenme.

biçimlenmek
* Bir ş
ey belli bir biçim kazanmak, ş
ekillenmek.

biçimli
* Biçimi güzel olan, mevzun.
* Ortamı na uygun düş en, yakı
şı
k alan.

biçimsel
* Biçime dayanan, biçimle ilgili, ş
ekle ait, ş
eklî, formel.

biçimselleş tirme
* Biçimselleş
tirmek iş
i.

biçimselleş tirmek
* Biçimsel duruma getirmek.
* Bir kuramıbiçimsel bir kurama dönüş
türmek.

biçimsellik
* Biçime uygun olma durumu.

biçimsiz
* Kendine özgü bir biçimi olmayan, biçimi bozuk, ş
ekilsiz.
* Kötü, hoşolmayan, yakı şıksı
z.
* Kendine özgü billûrlaş
mı şbir biçimi olmayan (madde), amorf.

biçimsizleş me
* Biçimsizleş
mek iş
i.

biçimsizleş mek
* Biçimsiz duruma gelmek, biçimi bozulmak.

biçimsizlik
* Biçimsiz olma durumu.
* Çirkinlik, yakı
şı
ksı
zlı
k.

biçiş
* Biçmek iş
i veya biçimi.

biçki
* Dikilecek kumaş
ıbelli bir modele ve ölçüye göre kesme sanatı
.

biçki dikişkursu
* Terzilik mesleğini öğretmek amacı
yla verilen kurs.

biçki dikişyurdu
* Halka açı
k terzilik mesleğ
ini öğ
retme ve uygulama yeri.

biçki yapmak
* dikilecek kumaş
ıbelli bir modele ve ölçüye göre kesmek.

biçki yurdu
* Biçki ve dikişokulu.

biçkici
* Kumaş
ıbelli bir modele göre biçen (kimse).

biçme
* Biçmek iş i.
* Alt ve üst tabanlarıbirbirine paralel ve eş
it iki çokgenden, yanal ayrı

ları
da eş
it ve paralel doğ
rulardan
oluş
an çok düzlemli cisim, menş ur, prizma.
* Yontulmuşyapıtaş ı
.

biçmek
* Belli bir biçim vererek kesmek.
* Dikilecek kumaş ıbelli bir ölçüye ve modele uygun olarak makasla kesmek.
* Ekini, otu orakla, tı rpanla, makine ile kesmek.
* Yaylı m ateş iyle öldürmek.
* (değ er, paha, fiyat) Koymak.

biçtirme
* Biçtirmek iş
i.

biçtirmek
* Biçmek iş
ini yaptı
rmak.

bîdar
* Uyanı
k, uyumayan.

bid'at
*İ slâm dininde Hz. Muhammed zamanı
ndan sonra ortaya çı
kan değ
işik yargı
lar ve ilkeler.
* Sonradan türeyen şey.

bidayet
* Baş
lama, baş
langı
ç.

bide
* Bedenin belden aş
ağıbölümlerini yı
kamakta kullanı
lan tuvalet aracı
.

bidon

çine sı
vımaddeler konulan, sac, plâstik veya çinkodan yapı
lmı
ş, çoğ
unlukla silindir biçiminde kap.

bidoncu
* Bidon satan kimse.

bienal
* Yı
l aş
ırı
, iki yı
lda bir olan.

biftek
* Izgara veya tavada piş
irilen dana eti dilimi.

bîgâne
* Yabancı .
*İ lgisiz.

bîgânelik
* Bîgâne olma durumu.

bigudi
* Kadı
nları
n saçları
nıkı
vırmak için kullandı
kları
, metal veya plâstikten, boru biçiminde küçük araç.
bîgünah
* Suçsuz, günahsı
z.

bîhaber
* Habersiz, bilgisiz.

bihakkı
n
* Hakkıile, hakkıolarak, gerçekten.

bîhuş
* Şaş
kın, sersem, aklıbaş
ında olmayan, deli.

bîilâç

lâçsı
z, çaresiz, umutsuz.

bijon anahtarı
* Araba tekerleklerinin somunları
nısökmek için kullanı
lan alet.

bijuteri
* Kuyumcunun yaptı ğıdeğerli takı
ların tamamı.
* Değerli olmayan maden veya taşlardan yapı
lmı ştakı
, süs eş
yası
.

bîkarar
* Kararsı
z, tereddütlü.

bikarbonat
* Hidrojen karbonatları
n genel adı
.

bîkes
* Kimsesiz.

bîkeslik
* Bîkes olma durumu.

bikini

ki parçalıkadı
n mayosu.

bikir
* Kı
zlı
k, erdenlik.

bilâder ağacı
* Amerika elması
.

bilâhare
* Sonra, sonradan, daha sonra, sonraları
.

bilâistisna

stisnası
z, ayrı
ksı
z, ayrı
m yapı
lmadan.

bilâkaydüşart
* Kayı
tsı
z ve ş
artsı
z olarak, herhangi bir kı

tlama olmaksı

n.

bilâkis
* Tersine olarak, tam tersine, tersine, aksine.

bilânço
* Bir kuruluş un veya bir ticarethanenin belirli bir dönem sonundaki veya belirli bir gündeki taş ınır ve
taş
ınmaz varlıklarıile bunlarısağlamak için kullanı lan öz ve yabancıkaynaklarıdengeli olarak gösteren çizelge.
* Giriş ilen herhangi bir iş
te, belirli bir süre sonunda elde edilen iyi ve kötü sonuçları
n karşı

klıdurumu.

bilâr
* Katranlı
kıldan yapı
lan ve kalafat iş
lerinde kullanı
lan bir tür macun.
bilârdo
* Yeş
il çuha kaplıbir masa üzerinde, fil diş
i toplarla ve isteka ile oynanan bir oyun.

bilârdocu
* Bilârdo oynayan veya oynatan kimse.

bilârdoculuk
* Bilârdo salonunu iş
letme veya oynama iş
i.

bilâvası
ta
* Vası
tası
z, araçsı
z, aracı

z, dolaysı
z, doğ
rudan doğ
ruya.

bilcümle
* Bütün, hep ...-in hepsi.

bildiğinden şaşmamak (veya kalmamak)


* hiçbir etkiye aldı

şetmeyerek doğ
ru bildiğ
i davranı
şısürdürmek.

bildiğini okumak
* herkes ne derse desin bildiği, istediği gibi davranmak.

bildiğini yapmak
* verilen öğ
ütleri dinlemeyerek tutumunu sürdürmek.

bildiğini yedi mahalle bilmez


* bir kimsenin çok kurnaz, çok bilmişolduğunu anlatı
r.

bildik
* Tanı

k.

bildik çı
kmak
* birbirlerini eskiden bildiklerini veya ailece tanı
ştı
kları
nıanlamak.

bildim bileli (veya bildik bileli)


* öteden beri, eskiden beri.

bildirge
* Bir kimsenin resmî bir kuruluşa herhangi bir durumu bildirmek için verdiği çizelge, beyanname.
* Vergi yükümlülerinin belli zamanlarda, bağlıolduklarıvergi dairelerine verdikleri gelir bildirme belgesi,
beyanname.

bildiri
* Resmî bir makam, kurum veya bir topluluk tarafından herhangi bir durumu ilgililere duyurmak için yazı
lan
yazı
, tebliğ, tebligat.
* Bilimsel bir konu üzerine yazı
lan açı
klama, tebliğ
.

bildirilme
* Bildirilmek iş
i veya durumu.

bildirilmek
* Bildirmek iş
ine konu olmak, duyurulmak, haber verilmek.

bildirim
* Yazılıolarak yapılan açıklama, tebliğ.
* Bu açıklamanı n yapıldığıkâğıt, ihbarname.

bildirim ödencesi
* Süresi belli olmayan sürekli işsözleş
melerinin daha önce bildirim yapı lmaksı
zın yürürlükten kaldı

lması
sebebiyle yükümlü olanlarca karş ıtarafa verilmesi zorunlu olan ödence, ihbar tazminatı
.

bildiriş
* Bildirmek iş
i veya biçimi.

bildiriş
im

letiş
im, haberleş
me, komünikasyon.

bildiriş
me
* Bildiriş
mek iş
i veya durumu.

bildiriş
mek
* Bir duygu veya düş
ünceyi iş
aretle veya sesler dizgesiyle bildirerek anlaş
mak.

bildirme
* Bildirmek iş
i, beyan.

bildirme cümlesi
* Yüklemi bildirme kiplerinden biriyle kurulan cümle.

bildirme kipleri
* Belli zaman kavramıveren, belirli geçmiş , belirsiz geçmiş
,şimdiki zaman, genişzaman, gelecek zaman
kipleri: Gel-di, gelmiş
, gel-iyor, gel-ir, gel-ecek gibi.

bildirmek
* Herhangi bir şeyi haber vermek.
* Herhangi bir konuda bilgi vermek.
* Anlatmak, ifade etmek.

bile
* Birlikte.
* Aynızamanda, da, de, dahi.
* Üstelik.

bile bile
* Bilerek, isteyerek, önceden tasarlayarak, düş
ünülerek, kasten.

bile bile lâdes


* Kötü bir durumu öyle gerektiği için kabullenmişgörünme, bilerek aldanmı
şgörünme.

bilecen
* Her ş eyi bilen, her şeyden anlayan.
* Bilgiçlik taslayan, ukalâ.

bilecenlik
* Bilecen olma durumu.

bileği
* Kesici araçlarıbilemek için kullanı
lan alet.

bileği taş
ı
* Bı
çak, çakı
, makas gibi kesici araçlarıbilemekte kullanı
lan ince taneli sarış
ist.

bileğinde altı
n bileziği olmak
* Bkz. kolunda altın bileziği olmak.

bileğine güvenmek
* gücüne veya hünerine güvenmek.

bileğine kadar (veya bileklerine kadar)


* (çamur, kar için) ayaklarıiçine gömülecek biçimde.
* (giysi eteğ
i için) yalnı
z ayaklar görünecek kadar (uzun).

bileğinin hakkıile
* kendi gücü ve kendi çalı
şmasıile.
bilek
* Elle kolun, ayakla bacağı
n birleş
tiğ
i bölüm.
* Güç, kuvvet.

bilek damarı
* Nabı
z.

bilek gibi
* (saç veya akarsu için) gür, kalı
n.

bilek gücü
* Kol kuvveti.

bilek güreş i
* Karş
ılı
klıiki kiş
i dirseklerini dayayarak birbirlerinin bileğini bükmek.

bilek kuvveti
* Beden kuvveti, kol kuvveti.

bilek saati
* Bileğe takı
lan küçük saat.

bileklik
* Oyunlarda bileğ
in incinmesini önlemek için bileğ
e takı
lan meş
in sargı
.

bileme
* Bilemek iş
i.

bilemedin (veya bilemediniz)


* en çok, en fazla.

bilemek
* Kesici aletleri zı
mpara veya bileği taş
ında keskinleş
tirmek, keskin duruma getirmek, keskinleş
tirmek.
* Güçlendirmek, etkisini artırmak.

bilenme
* Bilenmek iş
i.

bilenmek
* Bilemek iş
ine konu olmak, keskin duruma getirilmek.
* Bir iş
e yoğ
un bir biçimde hazı rlanmak, konsantre olmak.
* Hırslanmak, aşı
rıderecede istemek.

bilerek
* isteyerek, kasten.

bileş
en
* Bir bileş
ke oluş
turan kuvvetlerin her biri.

bileş
ik
* Birleş
erek oluşmuş, basit olmayan, mürekkep.
* Kimyasal tepkimeler sonucu iki veya daha çok elementten oluş
an ve bunlardan bağı
msı
z fiziksel, kimyasal
nitelikler gösteren (madde).
* Ses ve görüntünün birlikte yer aldı
ğıfilm parçası
.

bileş
ik faiz
* Süre tarihine dek birikmişfaizlerin ana paraya eklenmesiyle elde edilen toplam üstünden ödenen faiz,
mürekkep faiz.

bileş
ik kap
* Birleş
ik kap.
bileş
ik kaplar
* Birleş
ik kaplar.

bileş
ik kesir
* Payıpaydası
na eş
it veya payı
paydası
ndan büyük olan kesir.

bileş
ik önerme
* En az iki önermeden oluş
an yeni önerme.

bileş
ikgiller
* Bitiş
ik yapraklıiki çeneklilerden, çiçekleri kömeç durumunda toplu olarak bulunan, bazıcinsleri uçucu yağ
veya süt taş ı
yan bir familya.

bileş
im
*İ ki veya daha çok öge bir araya gelerek yeni bir öge oluş
turma, terkip.
* Bir maddenin hangi kimyasal türlerden oluş tuğunu belirleyen verilerin tamamı
.
* Bileşme sonucu oluş an cisim.
* Bileşmek işi veya durumu.

bileş
ke
* Bir cisme uygulanan birkaç kuvvetin toplam etkisine eş
it olan tek kuvvet, muhassala.

bileş
me
* Bileş
mek iş
i, terekküp.

bileş
mek

ki veya daha çok öge bir araya gelerek yeni bir öge oluş
turmak, terekküp etmek.

bileş
tirici
* Bileş
tirmek iş
ini yöneten kimse.

bileş
tirme
* Bileş
tirmek iş
i.

bileştirmek
* Bileşmesini sağlamak.
*İ ki veya daha çok vektörün, paralel kenar kuralı
na uygun olarak geometrik toplamı
nıalmak, geometrik
toplam.

bilet
* Para ile alı
nan, konser, sinema, tiyatro gibi eğlence yerlerine girme, ulaş
ım araçları
na binme veya bir talih
oyununa katı
lma imkânı nıveren belge.

bilet kesmek
* bileti koparı
p alı

ya vermek, bilet satmak.

biletçi
* Bilet satan görevli.

biletçilik
* Bilet satma iş
i.

biletli
* Bileti olan.

biletme
* Biletmek iş
i.

biletmek
* Bilemek iş
ini yaptı
rmak.
biletsiz
* Bileti olmayan.

bileyici
* Kesici aletleri bilemeyi işedinmişolan kimse, zağcı
.

bileyicilik
* Bileyicinin yaptı
ğıiş
, zağ
cılı
k.

bilezik
* Bileğe süs için takı lan halka.
*İ ki borunun ucunu birleş tirmeye yarayan halkaya benzer parça.
* Motor pistonları na, yağlama, soğ utma, özellikle sı
zıntı yıönleme gibi amaçlarla yerleş tirilmiş , genel olarak
dökme demirden yapı lmı ş, uçlarıaçık ve esnek halka.
* Kelepçe.
* Mobilyaları n ayak altları na takılan kare, dikdörtgen, silindir, kesik koni ve benzeri ş
ekilli, pirinç veya nikel
kaplıdemirden yapı lmı ş, iki ucu delik gereç.

bilezikli
* Bileziği olan.
* Bilezik takmı şolan.

bilfarz
* Tutalı
m ki, sayalı
m ki, söz geliş
i, diyelim ki.

bilfiil

şolarak, işedinerek, gerçekten.

bilge
* Bilgili, iyi ahlâklı
, olgun ve örnek (kimse), hakim.

bilgece
* Bilgeye yaraş
ır (biçimde), hâkimane.

bilgelik
* Bilge olma durumu ve niteliğ
i.
* Bilgi, hikmet.
* (İ
lk Çağfelsefesinde) Kendini tanı
manı
n bilgisi, vukuf.

bilgi
*İ nsan aklı
nın erebileceğ i olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen ad, malûmat.
* Öğrenme, araş tırma veya gözlem yolu ile elde edilen gerçek, malûmat, vukuf.
*İ nsan zekâsı
nı n çalışmasısonucu ortaya çı kan düş ünce ürünü, malûmat, vukuf.
* Genel olarak ve ilk sezi durumunda zihnin kavradı ğ
ıtemel düş ünceler, malûmat.
* Bilim.
* (biliş
imde) Kurallardan yararlanarak kiş inin veriye yönelttiği anlam.

bilgi edinmek
* öğrenmek, bilgi almak.
* Bir durumu öğrenmek.

bilgi iş
lem
* Özellikle bilgisayar vb. makinelerle yapı
lan iş
lemlerin düzenli biçimde yürütülmesi.

bilgi kuramı
* Bilginin temelini, bilim alanı
nda uygulanan yöntemleri, sı
nır ve güvenilirlik bakı
mından inceleyip araş

ran
felsefe dalı
, epistemoloji.

bilgi ş
öleni
* Belli bir konunun tartı
şı
ldı
ğıbilimsel toplantı
, sempozyum.

bilgi toplamak
* değ
işik yer ve kaynaklardan sağ
lanan bilgileri bir araya getirmek.

bilgici
* Sofist.

bilgicilik
* Antik Yunan felsefesinde eleş
tiri akı
mı, sofizm.
* Baş
kası nıyanı
ltmak için doğru olmadı ğıbilinerek yapı
lan uslamlama ve çı
karsama, safsatacı

k.

bilgiç
* Bilgili kimse.
* Bilgisiz olduğ u hâlde bilgili görünmek isteyen, bilgili geçinen kimse.

bilgiç bilgiç
* Bilgisi olduğ
unu göstererek, bildirerek.

bilgiçlik
* Bilgiç olma durumu.

bilgiçlik satmak (veya taslamak)


* bilmediği hâlde bilir görünmek, bilgin geçinmek.

bilgilendirme
* Bilgilendirmek iş
i veya durumu.

bilgilendirmek
* Bir konuda bilgi sahibi olması
nısağ
lamak, haberdar etmek.

bilgilenme
* Bilgilenmek iş
i veya durumu.

bilgilenmek
* Bilgi sahibi olmak, öğ
renmek.

bilgili
* Bilgi sahibi olan, malûmatlı
, haberli.
* Bilerek.

bilgilik
* Ansiklopedi.

bilgin
* Bilimsel bir konuda çok bilgisi olan (kimse), âlim.

bilgince
* Bilgine yakı
şı
r, bilgin tavrı
nda, bilgin gibi.

bilginlik
* Bilgin olma durumu.

bilgisayar
* Çok sayıda aritmetiksel veya mantı ksal iş
lemlerden oluş
an bir iş
i, önceden verilmişbir programa göre
yapı
p sonuçlandıran elektronik araç, elektronik beyin, kompüter.

bilgisayarcı
* Bilgisayar alı
m satı
mcısı .
* Bilgisayar programcısı
, yapı
mcı
sıveya mühendisi.

bilgisayarcılı
k
* Bilgisayar ticareti veya uzmanlı
ğı
.

bilgisayarlamak
* Bilgisayara geçirmek.

bilgisayarlaşmak
* Bilgisayar düzeniyle donatı
lmak.

bilgisiz
* Bilgi sahibi olmayan, malûmatsı
z, cahil.

bilgisizlik
* Bilgisiz olma veya bilgi yokluğ
u durumu, cehalet.

bilgiyazar
* Elektronik sistemle dizgi yapan alet.

bilhassa
* Hele, her ş
eyden önce, baş
ta, özellikle, en çok, mahsus.

bili
* Bilgi, malûmat.

bili bili
* Tavuk gibi kümes hayvanları
nıçağı
rmak için çı
karı
lan ses.

bilici
* Bilen.

bililtizam
* Bile bile, bilerek ve isteyerek.

bilim
* Evrenin veya olayların bir bölümünü konu olarak seçen, deneye dayanan yöntemler ve gerçeklikten
yararlanarak yasalar çıkarmaya çalı
şan düzenli bilgi, ilim.
* Genel geçerlik ve kesinlik nitelikleri gösteren yöntemli ve dizgesel bilgi.
* Belli bir konuyu bilme isteğinden yola çı kan, belli bir amaca yönelen bir bilgi edinme ve yöntemli araş

rma
süreci.

bilim adamı
* Bilimsel çalı
şmalarla uğ
raş
an kimse, bilgin, âlim.

bilim dı
şı
* Bilime aykı

, bilime uymaz, gayriilmî.

bilim kadı

* Bkz. bilim adamı
.

bilim kuramı
* Bilimlerin koyduklarıdüş ünsel sorunlarıinceleyen ve tek tek bilimlerin yöntemlerini, ilkelerini,
varsayımlarınıaraştıran felsefe dalı
.

bilim kurgu
* Çağ
daşbilim verileriyle düşgücünden oluş
an film, roman vb.

bilim kurgusal
* Biyoloji ve elektrikle ilgili olan, biyonik.

bilimci
* Bilgin.

bilimcilik
* Bilginin, temeli olarak yalnı
z bilim yöntemine önem verme, ilimcilik.

bilimsel
* Bilimle ilgili, bilime dayanan, ilmî.

bilimsel deneycilik
* Her bilginin deneyle veya gözlemle doğ
rulanabileceğini, sı
nanabileceğini savunan felsefe akı
mı.

bilimsel düş ünce


* Bilim temeline dayanan özgür eleş
tirici, araş


cıve bağı
msı
z düş
ünce.

bilimsel sosyalizim
*İhtilâlci sosyalizm, Marxçı

k.

bilimsel toplantı
* Uzmanları
n katı

mıile gündemi bilimsel konuları
n oluş
turduğu toplantı
.

bilimselleştirme
* Bilimselleş
tirmek iş
i.

bilimselleştirmek
* Bilimin metotları
na uygun duruma getirmek.

bilimsellik
* Bilimsel olma durumu.

bilimsiz
* Bilime, bilim yöntemlerine uygun olmayan gayriilmî.

bilimsizlik
* Bilimsiz olma durumu bilimsizce iş
.

bilincine varmak
* anlamak, kavramak.

bilincini yitirmek
* bilincini herhangi bir sebeple yitirmek.

bilinç
*İ nsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneğ i, ş
uur.
* Algıve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci, ş
uur.
* Temel bilgi, temel görüş .
* Bir toplumdaki ruhî etkinliklerin veya ruhî durumları n bütünü.
* Dimağ.

bilinç akı
şı
* Düşüncelerin arka arkaya birbirini izlemesi.
* Kiş
inin aklı
ndan geçenlerin birinci kiş i ağ
zından yansı

lması
.

bilinç dı
şı
* Bilinçsizce yapı
lan işve etkinliklerin bütünü gayrişuur.
*İ nsan ruhunun, baskıaltı nda tutulan isteklerle bunlara bağlıdüş
üncelerden oluş
an ve bilince ulaş
amayan
bölümü.

bilinç kaybı
* Hafı
za yitimi.

bilinçaltı
* Bilinç dı
şıolmakla birlikte, dilendiğ
i zaman kapsamı
ndakilerin bilince çağrı
labildiğ
i zihin bölgesi, ş
uuraltı
tahteşş uur.

bilinçlendirme
* Bilinçlendirmek iş
i.

bilinçlendirmek
* Bilinçli duruma getirmek.

bilinçlenme
* Bilinçlenmek iş
i.

bilinçlenmek
* Bilinçli duruma gelmek, ş
uurlanmak.

bilinçli
* Bilinci olan, bilinçle yapı
lan, ş
uurlu.
* Eleş tirmeli bir biçimde, kendi etkinliğ
inin farkı
nda olan, ş
uurlu.

bilinçlilik
* Bilinçli olma durumu şuurluluk.
* Nesne, olay ve edimlere uyanık bulunma durumu, ş
uurluluk.

bilinçsiz
* Bilinci olmayan, bilinçle yapılmayan, şuursuz.
* Kendi etkinliğini eleştirmeli bir biçimde sezmeyen, ş
uursuz.

bilinçsizlik
* Biliçsiz olma durumu, ş uursuzluk.
* Nesne, olay ve işlere karş
ıuyanı k bulunmama durumu, ş
uursuzluk.

bilindik
* Bilinen.

bilinemez

nsan aklı
yla bilinemeyen ş
ey.

bilinemezci
* Bilginin bağıntı
lıolduğuna inanan (kimse).
* Tanrı 'nı
n ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğ
ini ve bilinemeyeceğ
ini ileri süren öğretiyi benimseyen
(kimse), lâedri, agnostik.

bilinemezcilik
* Bilginin bağıntı
lıolduğuna ve bundan dolayısalt olmadı ğına inanan öğreti.
* Tanrı 'nı
n ve evrenin nereden türediğinin bilinmediğ
ini ve bilinemeyeceğ ini ileri süren öğreti, lâedriye,
agnostisizm.

bilinen
* Değeri belli olan nicelik, bilindik, malûm.

bilinme
* Bilinmek iş
i.

bilinmedik
* Bilinmeyen.

bilinmek
* Bilmek iş
ine konu olmak, anlaş
ılmak, öğ
renilmek.

bilinmeyen
* Değeri belli olmayan, bilinmeyen (nicelik), bilinmedik, meçhul.

bilinmez
* Anlamıgizli ve anlaşılmasıgüç olan, muğ
lâk.
* Belli olmaz, kuş
kulu, meçhul.

bilinmezlik
* Bilinmez olma durumu.
bilir
* "Anlar", "sayar", "yapar" anlamlarıile isimlerle birleş
erek birleş
ik sı
fat kurar.

bilir bilmez
* yarı
m bilgi ile, bilip bilmediğini göz önüne almadan.

bilirkiş
i
* Belirli bir konudan iyi anlayan ve bir anlaş
mazlı
ğıçözümlemek için kendisine baş
vurulan kimse, uzman,
ehlihibre, ehlivukuf, eksper.
* Çözümlenmesi özel veya bilimsel bilgiye dayanan konularda oyuna veya düş üncesine baş
vurulan kimse,
ehlihibre, ehlivukuf.

bilirkiş
i raporu
* Bilirkiş
inin hazı
rlamı
şolduğ
u rapor.

bilirkiş
ilik
* Bilirkiş
inin yaptı
ğıiş
.

bilisiz
* Öğrenim görmemiş
, cahil.

bilisizlik
* Bilisiz olma durumu, cahillik.

bilistifade
* Yararlanarak.

biliş
* Canlını n, bir nesne veya olayı
n varlı
ğı
na iliş
kin bilgili ve bilinçli duruma gelmesi, vukuf.
* Bildik, tanıdık, dost.

bilişçı
kmak
* tanı
mak, önceden tanı
şolmak.

biliş
im
* Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletişimde kullanı
lan ve özellikle elektronik aletler aracı

ğıile
düzenli bir biçimde iş
lenmeyi ön gören bilim, informatik, sibernitik.

biliş
im ağı
* Teknik, ekonomik ve toplumsal alanlardaki iletiş
im sistemi.

biliş
im teknolojisi
* Biliş
imde kullanı
lan bütün araç ve gereçlerin oluş
turduğu sistem.

biliş
imci
* Biliş
im alanı
nda uzman kiş
i.

biliş
me
* Biliş
mek iş
i.

biliş
mek
* Karşı

klıolarak birbirini tanı
mak, muarefesi olmak.
* Öğrenmek.

billâhi
* Tanrı
'ya ant içerim" anlamında bir ant.
* "İ
nan olsun" anlamı nda kullanı

r.

billûr
* Bazıcisimlerin aldı kları
geometrik biçim.
* Duru ve temiz kesme cam, kristal.
* Billûrdan yapı
lmı ş.
* Koç yumurtası
.

billûr cisim
* Gözde, irisin arkası
nda, mercek görevini yapan, mercimek biçim ve büyüklüğ
ündeki saydam cisim.

billûr gibi
* çok duru, çok temiz (su).
* çok beyaz ve pürüzsüz (kol, gerdan, göğüs).
* (ses için) pürüzsüz.

billûrî
* Billûra benzer, billûr gibi.

billûriye
* Billûrdan yapı lmışveya billûrla ilgili.
* Genellikle billûrdan yapılmı şeş ya satan dükkân.

billûrlaş
ma
* Billûr durumuna gelme.
* Herhangi bir cisim moleküllerinin bazıfizik ve kimya değ
işmeleriyle geometrik biçim alması
, kristalleş
me.

billûrlaş
mak
* Billûr durumuna gelmek, billûr durumunda yoğunlaş
mak, kristalleş
mek.
* Belirgin duruma gelmek, netlik kazanmak.

billûrlaş

rma
* Billûrlaş

rmak iş
i.

billûrlaş

rmak
* Billûr durumuna getirmek.

billûrlu
*İ çinde billûr bulunan.
* Bol ış
ıklı, pırı
l pı

l parlayan (yer).

billûrsu
* Billûra benzeyen, billûru andı
ran, kristaloit.
* Diyalize uğrayarak çözümlenen madde, koloit karş
ıtı
.

bilme
* Bilmek iş i.
* Bir şeyin ne olduğ
unun bilincine varma.
* Bilgi edinmenin gaye ve sonucu.

bilmece
* Bir şeyin adı
nıanmadan, niteliklerini üstü kapalısöyleyerek o ş
eyin ne olduğunu bulmayıdinleyene veya
okuyana bırakan oyun, muamma.
* Bilinmeyen şey, muamma.

bilmece çözmek
* bilmecenin cevabı
nıbulmak.

bilmece gibi konuş mak


* açık, anlaş
ılı
r biçimde konuş
mamak.

bilmeden
* bilmeyerek.
* sonucun ne olacağı
nıkestiremeden.

bilmediği beşvakit namaz


* her ş
eyi pek iyi bilir, anlamı
nda bir söz.
bilmek
* Bir şeyi anlamı şveya öğ renmişbulunmak.
* Bir bilim veya sanat dalı nda yeterli olmak.
* Bir işyapmaya alı şmı şolmak, elinden gelmek.
* Tanı mak, hatı rlamak.
* Sanmak, var saymak, farz etmek.
* Anlamak.
* Sorumlu tutmak.
*İ nanmak.
* Bazen "iş ine gelmek", "uygun bulmak" anlamı nda da kullanı

r.
* -a/-e ekli fiillerle yeterlik bildiren birleş
ik fiiller oluş
turur.
* Saymak.
* Genişzamanı n olumsuz birinci tekil kiş isi olarak bilmem biçiminde kullanı

nca duraksama, ş
aşma,
tereddüt anlamı nıverir.

bilmem hangi (veya bilmem kaç, kim, nası l, ne)


* önemli veya anlatı
lması gerekli görülmeyen ş
eyler için kullanı

r.

bilmemek
* birlikte kullanı
ldı
ğıfiilin bir türlü gerçekleş
emediğ
ini anlatı
r.

bilmemezlik
* Bilememe durumu, bilmezlik.

bilmez
* Anlamaz, kavramaz, hatı
rbilmez, kadirbilmez gibi sözlerle "yapamaz", "edemez" anlamları
nda kullanı

r.

bilmezleme
* Bilmezlemek iş
i, teçhil.

bilmezlemek
* Bir kimseyi, bir ş
ey bilmez göstermek, teçhil etmek.

bilmezlenme
* Bilmezlenmek iş
i.

bilmezlenmek
* Bilmiyor gibi görünmek, bilmezlikten gelmek, tecahül etmek.

bilmezlik
* Bilmez olma durumu, cehalet.

bilmezlikten gelme
* yazarın, bildiği belli olan bir ş
eyi bilmez veya baş
ka türlü bilir görünecek yolda bir anlatı
şsanatı
,
tecahülüarifane.

bilmezlikten gelmek
* bilmiyor görünmek.

bilmiş
* Her şeyi bilir geçinen, bilgiçlik taslayan.
* Bkz. çok bilmiş .

bilmukabele
* Karşılı
klıolarak, karş
ılı
k olarak.
* (davranıştöresinde) Ben de, size de, sizlere de.

bilmünasebe
* Sırası
gelince, sı
rası
düş
ünce.

bilsat
* Kuruluş
lar, ş
irketler arası
nda bilgi satma, bilgileş
im, bencmarking.
bilumum
* Bütün, hep, kamu, ... -in hepsi.

bilvası
ta
* (birinin) Aracı

ğıile, araçla; doğ
rudan doğruya olmayarak, dolaylı
.

bilye
* Taş, maden, toprak, cam gibi ş eylerden yapı lmışküçük yuvarlak, misket.
* Motorlu taş ı
tlarda dönme veya sürtünme etkilerini azaltmak, aş ı
nmayıve enerji yitimini önlemek için,
göbeklerdeki yataklara yerleştirilen, çoğunlukla çelikten, küçük yuvarlak.

bilyeli
* Bilyesi olan.

bilyeli yatak
* Bisiklet, otomobil gibi taş
ıtları
n tekerleklerinde sürtünmeyi azaltmak amacı
yla içine çelik bilye yerleş
tirilmiş
bölüm.

bilyon
* Milyar.

bin
* On kere yüz, dokuz yüz doksan dokuzdan bir artı k.
* Bu sayı nı
n adıve bu sayıyıgösteren rakam, 1000, M.
* Bir isimden önce geldiğinde aş
ırılı
k ve çokluk bildirir.

bin bilsen de bir bilene danı ş


* bir insan bir ş
eyi ne kadar iyi bilirse bilsin, gene de onu kendisinden daha iyi bilen bulunabilir.

bin bir
* Pek çok, çok sayı
da.

bin bir ayak bir ayak üstüne


* herkesin ayakta olduğu kalabalı
k.

bin can ile


* çok isteyerek, gönülden.

bin dallı
* Çoğ
unlukla mor kadife üzerine sı
rma ile kabartma dal, yaprak ve çiçek iş
lenmişgiysi veya örtü.

bin derde deva


* pek çok iş
e yarayan; her sı
kıntı
yıgideren.

bin dereden su getirmek


* birini kandı
rmak için birçok sebep ileri sürmek, dil dökmek.

bin iş
çi, bir başçı
* her iş
e, başolacak bir kimse gerekir.

bin kalı
ba girmek
* birbirine benzeyen birçok işyapmak, sürekli olarak düş
ünce değiş
tirmek.

bin kat
* Pek çok, kı
yaslanmayacak ölçüde.

bin nasihatten bir musibet yeğ dir


* yaşanmı şolaylar, öğütlerden çok daha etkilidir.

bin piş
man olmak
* çok piş
man olmak.
bin tarakta bezi olmak
* birçok iş
le uğraş
mak.

bin türlü
* Birbirinden çok farklı
, çok değ
işik.

bin yaş
a!
* (memnunluk bildirmek için kullanı
lan söz) çok yaş
a!.

bin zahmetle
* çok zor, büyük zorlukla.

bina
* Yapı.
* Arapça fiil çatı

nıkonu edinen bilim ve kitap.
* Çatı
.

bina etmek
* yapmak, kurmak, inşa etmek.
* (bir düş
ünce sistemine göre) kurmak, dayamak, yapmak.

binaen
* -den dolayı
, -den ötürü, -diği için.
* Dayanarak.

binaenaleyh
* Bundan dolayı
, bundan ötürü, bunun için, bunun üzerine.

bînamaz
* Bkz. beynamaz.

binbaş
ı
* Rütbesi yüzbaş
ıile yarbay arası
nda bulunan ve ası
l görevi tabur komutanlı
ğıolan subay.

binbaş
ılı
k
* Binbaş
ırütbesi veya binbaş
ını
n görevi.

binde bir
* çok seyrek olarak.

bindi
* Destek, hamil.

bindiğ
i dalı kesmek
* (kendisine gerekli ve yararlıolan ş
eyi) farkı
nda olmadan yararsı
z duruma getirmek, kendi eliyle yok etmek.

bindirilme
* Bindirilmek iş
i veya durumu.

bindirilmek
* Bindirmek iş
i yapı
lmak.

bindirilmişkuvvetler
* Motorlu taş
ıtlara bindirilmişasker birlikleri.

bindirim
* Fiyat artı
rma, zam.

bindirimli
* Fiyatı
artı

lmı
ş, zamlı
.
bindirme
* Bindirmek iş i.
* Birbiri üzerine gelerek eklenen levha, kiremit, ahşap parçalarının durumu.
* Çıkarma harekâtı na katılacak birliklerin, çı
karma yerine gitmek için kendilerine ayrı
lan deniz araçları
na
binmeleri.

bindirme kilit
* Gövdesi kutu biçiminde olan, kapak veya kapı
nın arkası
na doğrudan vidalanan, basit mekanizmalı
kilit.

bindirmek
* Bir kimseyi bir ş
eyin üzerine çıkartmak, oturtmak veya içine yerleş
tirmek, binmesini sağlamak.
* (taşı
t) Baştarafından başka bir taşıta çarpmak veya bir yere vurmak.
* Eklemek, katmak.

binek
* Binmeye ayrı lmışş ey ve daha çok at.
* Üzerine binilen, binmeye yarayan.

binek atı
* Sadece binmek, gezmek veya binicilik sporu için yetiş
tirilen at.

binek taş
ı
* At veya arabaya binmek için üstüne çı

lan yüksekçe taş
.

biner
* Bin sayı

nın üleş
tirme biçimi, her birine bin, her defası
nda bini bir arada olarak.

bingi
* Kemerler üzerine oturtulmuşkubbe ile kemerlerin arası
nıkapatan üçgen biçimindeki kubbe parçaları
ndan
her biri.

bini
* Binme işi.
* Kapı, dolap gibi ş
eylerin, kanatlarıkapanı
nca kalan aralı
ğıörtebilmek için bu kanatları
n kenarı
na çakı
lan
çı
ta.

bini aş
mak
* çok fazla olmak.

bini bir paraya


* pek çok ve ucuz.
* pek çok yapılan, pek çok olan.

binici
* Binen.
* Ata iyi binen kimse.

binicilik
* Ata binme ustalı ğ
ı.
* Ata binilerek yapı
lan spor.

binilme
* Binilmek iş
i.

binilmek
* Binmek iş
i yapı
lmak.

binin yarı
sıbeşyüz (o da bizde yok)
* çok düş
ünceli görünen birine ş
aka yollu "aldı
rma!" anlamı
nda söylenir.

bininci
* Bin sayı

nın sı
ra sı
fatı
, sı
rada dokuz yüz doksan dokuzuncudan sonra gelen.
biniş
* Binmek iş i veya biçimi.
* Atlıalay.
* Atlıalayda giyilen giysi.
* Yüksek aş amalıbilginlerin ve yeniçeri subayları nı
n giydikleri cübbe.
* Üniversite öğ retim üyelerinin giydikleri cübbe.

biniş
me
* Biniş
mek durumu.

biniş
mek
*İki parçadan biri, öbürünün üstünde olmak.
* Kas kiriş
leri birbiri üstüne binmek.
* Kırı
k bir kemiğ in iki parçasıbirbiri üstüne gelmek.

binit
* Üstüne binilen hayvan, binek atı
.

binit
* Hamur durumundaki ekmeklerin, fı

na atı
lmadan önce, içine konulduğ
u oyuk gözlü tahta.

binlerce
* Birçok bin; pek çok.

binlik
* Bin liralı
k kâğ ı
t para.
* Yaklaş ık olarak üç litrelik büyük ş

e.
* Bin tanesi bir arada olan.

binme
* Binmek iş
i.

binmek
* Yüksek bir ş eyin veya bir hayvanı n üstüne çı
kıp ayakları nısallandırarak oturmak.
* Bir yere gitmek için tren, vapur, uçak, otomobil gibi bir taş
ıtta yer almak.
* (bisiklet motosiklet, binek hayvanıiçin) Kullanmak.
*İ şistenilmeyen veya beklenilmeyen bir biçim almak.
* Bir şey sıkış
arak yanı ndakinin üstüne çı kmak.
* Fiyat artmak.
* Eklenmek, katı lmak.

binnetice
* Sonuç olarak, nihayet.

binyı
l
* Bin yı
lıiçine alan zaman dilimi.

biokütle
* Belirli zamanda sı
nırlarıbelirli bir biyotopta bulunan canlıorganizmaları
n toplam kütlesi.

biomedikal
* Hem biyoloji hem de tı
pla ilgili olan.

biomekanik
* Biyoloji, fizyoloji ve tı
p konuları
nımekanik kanunlar yöntemiyle irdeleme.

biomikroskop
* Kendine özgü bir ı
şı
k ile kullanı
lan çift göz mercekli mikroskop.

bîperva
* Çekinmez, sakı
nmaz, korkusuz, gözü pek.
* Çekinmeden, korkmadan.

bir
* Sayı ların ilki.
* Bu sayı yıgösteren rakam 1, I.
* Bu sayıkadar olan.
* Herhangi bir varlı ğıbelirsiz olarak gösterir.
* Tek.
* Birleş ik.
* Eş , aynı , bir boyda.
* Ortaklaş a olan, müş terek.
* Değer, önem bakı mları ndan birbirinden farksı z, birbirine eş
it, birbirine benzer.
* Sıfat veya zarf durumunda baş ına geldiği kelimelere kuvvet, istek veya kesin olmayan anlamlar katar.
* (tekrarlanarak) Bir kez.
* Sadece.
* Ancak, yalnı z.

bir (veya sağ) elinin verdiğ ini öbür (veya sol) elin duyması
n
* yapılan bir iyilik gizli tutulmalı
, onunla övünülmemelidir.

bir (veya tek başı


na)
* yalnı
z olarak, yanında kimse bulunmadan.
* başka birinin yardı
mıolmaksı zı
n.

bir ..., bir (veya bir de)


* hem .... hem.

bir abam var atarı


m, nerede olsam yatarı
m
* tek baş
ına bulunan kimsenin istediği yerde barı

p rahat edebileceğini anlatı
r.

bir acıkahvenin kırk yıl hatı


rıvardır
* Bkz. bir fincan kahvenin kı
rk yı
l hatı
rıvardı
r.

bir ağ
ızdan
* hep birlikte, beraberce, hep birden.

bir ağ
ızdan çıkıp bin dile yayılı
r
* ortaya atı
lan bir söz çok çabuk yayı

r.

bir alay
* Birçok, bir sürü, pek çok.

bir âlem
* Kendine özgü bir niteliğ
i olan.

bir an
* Çok kı
sa bir süre için kullanı

r.

bir an önce
* Bir ara, olabildiği kadar tez.

bir ara
* Kı
sa bir süre.
* Geçmiş te bir zaman.

bir araba
* Odun, kömür gibi bazış
eylerin ölçü birimi.
* Pek çok, fazla.

bir arada
* Toplu bir durumda, birlikte, toplu olarak.
bir aralı
k
* Bir ara.

bir araya gelmek


* bir yerde toplanmak, buluş
mak.

bir araya getirmek


* toplamak.

bir arpa boyu (gitmek veya yol almak)


* çok az.

bir aş
ağıbir yukarı
* amaçsı z olarak gidip gelmeyi anlatı
r.

bir atı
mlı
k barutu olmak (veya kalmak)
* bir konuda yapabileceği çok az ş
eyi bulunmak.

bir avuç
* Bir avuç dolduracak kadar.
* Az, çok az.

bir ayağ
ıçukurda olmak
* yaş
ayacak çok az zamanıkalmı
şolmak; çok yaş
lanmı
şolmak.

bir ayak önce (evvel)


* bir an önce.

bir ayak üstünde bin yalan söylemek (veya bir ayak üstünde kı
rk yalanı
n belini bükmek)
* çok kı
sa sürede pek çok yalan söylemek.

bir baba dokuz evlâdıbesler, dokuz evlât bir babayıbeslemez


* çok çocuğu olan baba, her çocuk babası na bakı
lması
nıötekinden beklediğ
i için sı

ntı
da kalı
r.

bir bakı
ma
* Baş
ka bir görüş
le, baş
ka bir düş
ünüş
le.

bir baltaya sap olmak


* belirli bir işsahibi olmak.

bir bardak suda fı


rtı
na koparmak
* önemsiz, küçük bir sorunu büyütmek.

bir baş
ına
* Tek baş
ına.

bir baş
tan (veya uçtan) bir baş a (veya uca)
* bir yerin bir sı
nırdan öbür sınırına kadar.

bir ben, bir de Allah bilir


* sıkı
ntılıdurumlarda söylenilen bir deyim.

bir biçimine getirmek


* çözüm yolu bulmak.

bir bir
* Bkz. hepyek.

bir bir
* Birer birer, ayrıayrı
.
* Olduğu gibi, tam tamı na, eksiksiz.
bir boy
* Bir kez.
* Hele.

bir boyda
* Boyları
eşit.

bir boydan bir boya


* Bir yerin bir ucundan öbür ucuna kadar, baş
tan baş
a.

bir bu eksikti
* sıkıntı
lıbir durum varken bir yenisinin çı
kmasıüzerine söylenir.

bir çatı
altı
nda (olmak veya bulunmak)
* aynıyapıiçinde.

bir çekirdek geri kalmamak


* bütünüyle denk olmak.

bir çenekliler
* Oğulcuğ
u bir çenekten oluş
muş
, kapalıtohumlulardan bir bitki sı
nıfı
.

bir çenetli
* Kapsüllü yemiş
lerin tek parçalıolanları
.

bir çı
rpı
da
* bir ele alı
şta, ele alı
r almaz, çabucak.

bir çiçekle bahar (veya yaz) olmaz


* küçük, güzel bir belirti ile doyurucu sonuca ulaş
ılmaz.
* çapkın kimseler için kullanı lı
r.

bir çift
* Bir takım.
* Biraz, bir iki.

bir çift söz


* Bir iki söz.

bir çift sözü olmak


* söyleyecek bir ş
eyleri bulunmak.

bir çokları
* çok sayı
da olan (kimse veya ş
ey).

bir çöplükte iki horoz ötmez


* bir yerde iki kiş
i başolmaz.

bir çuval inciri berbat etmek


* düzelmekte olan bir durumu yersiz, yanlı
şdavranı
şlarla bozmak.

bir daha
* bir kez daha.
* hiçbir zaman.

bir daha yüzüne bakmamak


* darı

p ilgiyi kesmek.

bir dalda durmamak


* sı
k sı
k işveya düş
ünce değiş
tirmek.

bir damla
* Çok az.
* (çocuk için) Çok küçük.

bir de
* ve olana katarak, fazladan.
* umulanı n veya beklenilenin dı
şı
nda bir durumu anlatan cümlelerin baş
ına gelir.

bir dediği bir dediğini tutmamak


* söyledikleri birbirine uymamak, tutarsı
z konuş
mak.

bir dediği iki olmamak


* her istediğ
i yapı
lmak.

bir dediğini iki etmemek


* her istediğini hemen yapmak.

bir defa
* Olup bitti anlatan cümlelere katı

r.
* "ilk önce", "hele" anlamı
nda da kullanı

r.

bir defada
* ara vermeksizin.

bir defalı
k
* Bir kere yapmaya yetecek kadar.
* Bir kereye özgü olan, bir kereye özgü olarak.

bir deli kuyuya bir taşatar, kı


rk akı
llıçıkaramazmı ş
* bazen bir kimsenin yaptı ğıyersiz bir iş
, birçok kimse tarafı
ndan düzeltilemez.

bir derece (veya bir dereceye kadar)


* biraz.

bir deri bir kemik (kalmak)


* çok zayıflamak.

bir dikili ağacı olmamak


* evi veya mülkü olmamak.

bir dirhem
* Çok az, birazcı
k.

bir dirhem bal için bir çeki keçiboynuzu çiğnemek


* verimi az, zahmeti çok olan bir işle uğraş
mak.

bir dirhem et bin ayıp örter


* biraz kilo almak bazen insanı
güzelleş
tirir.

bir dokun bin ah işit (dinle) kaseifağfurdan


* insanlarıkonuş turmak için biraz dertlerini deş
mek yeter.

bir dolu
* Birçok.

bir don bir gömlek


* yarıçı
plak.

bir dostluk kaldı !


* az bir mal kalı
nca satı

ları
n kullandı
ğıbir özendirme deyimi.

bir dudağ
ıyerde bir dudağıgökte
* masallardaki dev gibi korkunç ve çirkin.
bir düziye
* Sürekli olarak.

bir el
* (ateş
li silâh için) bir kez atı
m.

bir el bir eli yı


kar, iki el bir yüzü yıkar
* bazıdurumlarda yardı mcısız işyapı
lmayacağı
nıanlatı
r.

bir elden
* aynıkimse tarafı
ndan.
* bir merkezden.

bir eli yağda bir eli balda (olmak)


* varlı
k ve bolluk içinde olmak.

bir elin sesi çıkmaz


* bir davanı
n bir kiş
i tarafı
ndan savunulmasıetkili ve yeterli değildir.
* yardımlaşarak iş
ler daha kolay baş
arı

r.

bir elini bırakıp ötekini öpmek


* aşı
rısaygıgöstermek.

bir elle verdiğini öbür elle almak


* yapar göründüğü bir iyiliğ
i, sağladı
ğıbir çı
karla ödetmek.

bir elmanın yarısıo, yarısıbu


* birbirlerine çok benzeyen kimseler için kullanı

r.

bir evcikli
* Mı

r, ceviz, fı
ndı
k gibi erkek ve diş
i organlarıayrıçiçeklerde, ancak aynıkök üzerinde bulunan (bitki).

bir fende kazık kakmak


* bir bilgi veya bilim dalı
nda saplanmı
şkalmak.

bir fincan (veya bir acı) kahvenin kırk yı


l hatı
rıvardı
r
* iyilik küçük de olsa unutulmaz.

bir gecelik
* Bir gece için, bir gece içinde olup biten, bir geceye ait.

bir gömlek aş ağı


* bir derece daha düş
ük (birinden).

bir gömlek fazla eskitmişolmak


* birinden daha yaş
lıve daha görmüşgeçirmişolmak.

bir göz ağ
larken öbür göz gülmez
* keder veya sı

ntıvarken dostlar, akrabalar eğlenmemelidir.

bir göz gülmek


* hem gülüp hem ağ
lamak.

bir gözeli
* Yapı
sıtek bir hücreden oluş
an (hayvan veya bitki), tek hücreli.

bir gözeliler
* Yapı
sıtek bir hücreden oluş
an hayvanlar veya bitkiler.

bir gün evvel


* olabildiğ
i kadar çabuk.
bir günden bir güne
* hiç, hiçbir zaman.

bir günlük beylik beyliktir


* hoşa giden bir durum, kı
sa da sürse çekici ve güzeldir.

bir güzel
* Çok iyi, iyice.

bir hâl olmak


* bir ş
eyin çok tekrarlanmasıyüzünden bitkin duruma gelmek, usanmak, bezmek, fenalı
k gelmek.
* huyu değiş mek.
* kazaya uğramak, ölmek.

bir hamlede
* Çabucak, bir atı

şta.

bir hayli
* Epey, çok.

bir hoş
* Tuhaf bir ş
ekilde, garip.

bir hoşeylemek
* hüzünlendirmek.

bir hoşolmak
*ş aşı
rmak.
* hüzünlenmek.

bir hoş
luğu olmak
* bir rahatsı
zlı
ğı
, bir neş
esizliği olmak.

bir hücreli
* Bkz. bir gözeli.

bir içim su (gibi)


* (kadın için) çok güzel.

bir iğ
ne bir iplik olmak
* Bkz. iğ ne ipliğ
e dönmek.

bir iki
* Birtakı
m, bazı
, bir parça, biraz, çok az sayı
da, birkaç kez.

bir iki demeden (demeye kalmadan) (veya bir iki derken)


* duraksamadan, karş
ısı
ndakine vakit bı rakmadan, duraksamadan.

bir iş
aretine bakmak
* bir iş
i yapmak için hazı
r beklemek.

bir iş
tir oldu
* istenmeyen, kötü bir durum karş
ısı
nda söylenir.

bir kafada
* aynıdüş
üncede.

bir kalem
* Bir an için.
* Aynı , benzer, tek tür.
bir kalem geçmek
* boşvermek, bir an için göz ardıetmek.

bir kalemde
* birden ve toptan.

bir kapı
ya çı
kmak
* aynısonuca varmak.

bir karar
* Aynıdurumunu koruyarak, belli durumunu değ
iştirmeden.

bir kararda bir Allah


* insan talihinin her an değiş
ebileceğ
ini ve bunun olağ
an karş
ılanması
nıöğütler.

bir karı
ş
* Çok kısa.
* Çok az.

bir karı
şbeberuhi
* çok kı
sa boylu kimse.

bir karı
yla bir koca, dı
rdır eder her gece
* sıkıntıveya yalnızlı
k yüzünden iki dost (bile) birbiriyle dalaş
ır, anlamsı
z konuş
ur.

bir kaş
ık suda boğ mak
* bir kimseye çok kı
zmak veya çok öfkelenmek.

bir kazanda kaynamak


* anlaş
mak, uyuş
mak, bağ
daş
mak.

bir kenarda durmak


* gerektiği zaman kullanmak üzere hazı
rda tutmak.

bir kere
* Aslında.
* Bir kez, bir defa.

bir kerecik
* Bir defaya mahsus olarak.

bir kı
yamettir gitmek (veya kopmak)
* çok fazla gürültü, patı
rtı
, telâşolmak.

bir kı
zıbin kişi ister, bir kiş
i alı
r
* güzel ş eyi herkes ister, ama o, ancak bir kiş
iye kı
smet olur.

bir kol çengi (olmak)


*şen sözler ve davranı
şlarla çevresine neş
e saçanlar için söylenir.

bir koltuğa iki karpuz sı


ğmaz
* aynızamanda birden çok iş
le ilgilenmek baş
arıiçin sakı
ncalı

r.

bir koş
u
* Koş
arak, koş
a koş
a, çabucak.

bir koyundan iki post çıkmaz


* birinden, gücünün yetmediğ
i bir özveriyi beklememek gerekir.

bir Köroğlu, bir Ayvaz


* bir karıkocanı
n çocukları
nın, yakı
nları

n yanları
nda bulunmadı
ğı
nıveya hiç çocuklarıolmadı
ğı
nıanlatı
r.
bir köş
eye atmak
* gerektiğinde kullanı
lmak için bir yere koymak.

bir köş
eye koymak
* saklamak, biriktirmek.

bir kulağı
ndan girip öbür kulağ
ından çı
kmak
* söylenen söze önem vermemek.

bir kurş
un atımı
* kurş
unun gidebileceğ
i uzaklı
k.

bir lokma bir hı


rka
* hayatta azla yetinmeyi, derviş
çe geçinmeyi anlatı
r.

bir mum al da derdine yan


* başkalarıyla uğ
raş
acağ
ına kendi durumunu düş
ün.

bir nebze
* Çok az, bir parça.

bir nefeste
* (söz ve içecekler için) Ara vermeden.

bir nice
* Bir hayli, birçok.

bir numara
* Tek, birinci.

bir numaralı
* Birinci, baş
ta gelen.

bir o kadar
* Ne kadar varsa o kadar daha, bir katı
, bir misli.

bir o yana, bir bu yana


* rastgele, birçok yerlere, çeş
itli yönlere.

bir olmak
* bir araya gelmek, işbirliğ
i yapmak.

bir ölçüde
* Biraz, belli oranda.

bir örnek
* Aynıbiçimde olan, yeknesak.

bir papel etmemek


* hiç bir iş
e yaramamak, değeri olmamak.

bir paralı
k etmek
* çok utanacak, iş
e yaramaz bir duruma düş
ürmek.

bir parça
* Biraz, azı

k, çok az.

bir parmak
* Parmak ucuyla alı
nan miktar veya parmak ucuyla alarak.
* Çok küçük (çocuk).

bir postum var atarı


m, nerede olsa yatarı
m
* istediğ
im yere gider, istediğim biçimde davranı

m.

bir pul etmemek


* hiç değ
eri olmamak.

bir pula satmak


* bir kimseyi bir çı
kar uğruna harcamak.

bir sı
çrarsın çekirge, iki sı
çrarsı
n çekirge, sonunda yakalanırsın çekirge (veya üçüncüsünde avucuma düşersin çekirge)
* birkaç kez saklanabilen bir suç günün birinde ortaya çı
karak yapanıkötü bir duruma düşürür, suçlu cezasız
kalmaz.

bir sı

mlık canıolmak
* çok cı

z ve güçsüz olmak.

bir sı
ra
* Üst üste, ardıardı
na.

bir solukta
* Çabucak, çarçabuk, çok kı
sa bir sürede, hemen.

bir söyle on dinle


* az konuş
up çok dinlemek yaralı
olur.

bir söyledi pir söyledi


* uzatmadan, gereği gibi söyledi.

bir sözünü iki etmemek


* birinin her istediğ
ini hemen yerine getirmek.

bir sürü
* Çok sayı
da, pek çok.

bir şey sanmak


* (bir kimseyi, bir ş
eyi, bir yeri) gerçeğinden, olduğundan baş
ka türlü düş
ünerek hayal kı

klı
ğı
na uğramak,
değ erlendirmede yanı lmak.

bir ş
ey söylemek
* konuş mak.
* belirtmek, anlatmak, ifade etmek.

bir ş
eye benzememek
* iş
e yarar durumda olmamak.

bir ş
eyin şuyuu vukuundan beterdir
* söylenti veya dedikodu olayı
n gerçekleş
mesinden daha kötüdür.

bir ş
eyler (veya bir şey) olmak
* huyu, durumu, tutumu değ işmek, yeni huylar edinmek.
* bayılır gibi olmak, birden fenalı
k gelmek.
* ölmek.

bir ş
eyler, bir ş
eyler
* daha fazla açı
klamamak, kı
sa kesmek gerektiğ
inde söylenir.

bir tahtada
* bir defada, yekten.

bir tahtasıeksik
* akı
lca eksik, yarı
m akı
llı
.

bir tane
* Biricik, yegâne.

bir tanem
* Sevgi sözü.

bir tarafa bı
rakmak (veya koymak)
* önemsememek, benimsememek, ertelemek.

bir taş
la iki kuşvurmak
* bir davranı
şla birden çok yararlısonuca ulaş
mak.

bir tek atmak


* bir kadeh içki içmek.

bir temiz
* Adamakı
llı
.

bir terimli
* Araları
nda yalnı
z çarpma, bölme, kuvvete yükseltme, kök alma iş
lemleri yapı
lacak olan (nicelikleri gösteren
terim).

bir torba kemik


* çok zayı
f.

bir tuhaflı
ğıolmak
* kendini iyi hissetmemek.

bir tutmak (veya bir görmek)


* eşit saymak, eş
it görmek.

bir türlü
* (tekrarlıkullanı
ldığında) işin yapı
lması

n da, yapı
lmaması
nın da aynıderecede kötü olduğ
unu belirtir.
* hiçbir biçimde, hiçbir yolla.

bir vakitler
* Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle.

bir varmı
şbir yokmuş
* bir masala başlarken, "eskiden" anlamı nda söylenen bir tekerleme.
* masal gibi geçip gitmiş, artı
k hayal olmuş.

bir yakadan başçı karmak


* bir çatıaltı
nda dirlik düzenlik içinde yaş
amak.

bir yana
* -den baş
ka, sayı
lmazsa, hariç tutulursa.

bir yana dünya bir yana


* bir varlı
ğa çok değ
er verildiğ
ini anlatmak için kullanı
r.

bir yandan (yanda)


* bir taraftan (tarafta), hem ... hem.

bir yastı
ğa başkoymak
* (karıkoca) evli bulunmak.

bir yastı
kta kocamak
* (karıkoca birlikte) uzun bir ömür sürmek.

bir yaş
ına daha girmek
*şimdiye değin görmediğ
işaş
ılacak yeni bir ş
eyle karş
ılaş
mak.
bir yı
ğı
n
* birçok, pek çok, bir sürü.

bir yiyip bin ş


ükretmek
* kötü durumda olanlara bakarak kendi durumunun değ
erini bilmek.

bir yol
* Bir kez.

bir yol tutturmak


* bir davranı
ş, bir tutum biçimi belirlemek.

bir yolunu bulmak


* bir iş
i sonuçlandı
rmak için çare bulmak.

bir zaman
* Geçmişzamanda, eskiden, vaktiyle.
* Belirli bir süre, biraz.

bir zamanlar
* Zamanı
nda, vaktiyle, eskiden.

bira
* Arpa ile ş
erbetçi otunu mayalandı
rarak yapı
lan bir içki, arpa suyu.

bira bardağı
* Bira içmek için yapı
lmı
şözel bardak.

bira mayası
* Mayalanmı
şdurumdaki biranı
n yüzünden alı
nan bir tür mantar.

biracı
* Bira yapı
p satan kimse.
* Çok bira içen (kimse).

biracı

k
* Bira yapma ve satma iş
i.

birader
* Erkek kardeş .
* "Yahu, dost, arkadaş " anlamında seslenme olarak kullanı

r.
* Masonların birbirlerine verdikleri ad.

birahane
* Genel olarak sadece bira içilen, aynı
zamanda da çabuk hazı
rlanan bazısı
cak veya soğuk yemeklerin
yenildiğ
i yer.

birahaneci
* Birahane iş
leten kimse.

biralı
k
* Bira yapmakta kullanı
lan.

biraz
* Kısa bir süre için.
* Yeterince değ il, yeter ölçüde değil.
* Az miktarda, çok değil.

birazcı
k
* Pek az, çok az.

birazdan
* Az sonra.

birazı
* Bir parça.

birbiri
* Karş ılı
klıolarak biri ötekini, öteki de onu.
* Biri diğerinin yanısıra.

birbiri için yaratılmı şolmak


* birbiriyle çok iyi anlaş
mak.

birbiri üstüne gelmek


* arkasıarkası
na, ara vermeden.

birbirine düş mek


* araları
açı
lmak, araları
nda anlaş
mazlı
k çı
kmak.

birbirine girmek
* kavga etmek, dövüş mek.
* karı şmak.
* (iplik vb. için) dolaş
mak, çözülmeyecek duruma gelmek.

birbirine katmak
* araları
nıaçmak, araları
nıbozmak, olay çı
karmak.

birbirini tutmaz
* birbiriyle ilgisi olmayan, tutarsı
z.

birbirini yemek
* iki veya daha çok kimse birbiriyle uğ
raş
mak, birbirine kötülük etmek.

birbirinin ağzına girmek


* birbirine çok düş
kün olmak.

birbirinin ağzına tükürmek


* bir sorunda, bir olayda sözleş
mişgibi, ağı
z birliğ
i yapmak.

birbirinin gözünü çı
karmak
* kı
yası
ya dövüş
mek.

birbirinin gözünü oymak


* araları
nda aş
ırıgeçimsizlik olmak.

birci
* Tekçi, monist.

bircilik
* Tekçilik, monizm.

birçoğu
* Çok sayı
da olan kimse veya ş
ey.

birçok
* Oldukça çok, sayı
sıbelirsiz, bir hayli, müteaddit.

birden
* Bir defada, hepsi bir arada.
* Ansı zın, hemencecik.
* Birlikte, beraberce.

birdenbire
* Ansı

n, hemencecik, beklenmedik bir sı
rada.

birdirbir
* Oyuncuları
n birbirinin üstünden atlayarak oynadı
klarıbir oyun.

bire ... vermek


* (buğday, arpa, nohut, fasulye gibi ürünler için) toprak, kullanı
lan tohumun belli bir katıkadar ürün vermek.

bire beşkatmak
* eklemek, abartmak, bire bin katmak.

bire bin katmak


* çok abartmak.

bire bir
* Verilen ölçüdeki karş
ılı
k, miktar.

bire bir eşleme


*İ ki kümenin elemanlarıarası
nda, bir elemana karş
ı, bir eleman alı
narak yapı
lan eş
leme.

birebir
* Etkisi kesin olan.
*İ stenildiğ
i gibi, uygun.

birebir gelmek
* etkisini hemen ve kesin olarak göstermek.

birer
* Bir sayı

nın üleş
tirme sayı
sıfatı
, her birine bir.

birer birer
* Her biri ayrıolarak.

birer ikiş
er
* Tek veya birkaçıbirlikte olarak.

bireş
im
* Parçaları
n veya ögelerin bir araya getirilip bir bütün olarak birleş tirilmesi.
* Bu biçimde oluşan bütün.
* Element veya başka maddeleri bir araya getirerek, sun'î olarak bileş ik cisimler oluş
turma, sentez.
* Yalından karmaş ı
k olana, küllîden cüz'îye, zorunludan olası ya, ilkeden onun uygulanması na, genel yasadan
bireysel duruma, nedenden etkiye, öncülden varı lan sonuca giden düş ünme biçimi, terkip, sentez.

bireş
imli
* Bireş
im yolu ile elde edilen, sentetik.

birey
* Kendine özgü nitelikleri yitirmeden bölünemeyen tek varlı k, fert.
* Bir türün kapsamı içine giren somut varlı k.
* Doğa bilgisinde türü oluşturan tek varlı klardan her biri.
* Toplumlarıoluş turan ve düş ünsel, duygusal, iradeyle ilgili nitelikleri toplum içinde belirlenen insanları
n her
biri, fert.
*İnsan topluluklarını oluş turan, insanları
n benzer yanları
nıkendinde taş
ımakla birlikte, kendine özgü ayı


özellikleri de bulunan tek can, fert.

birey oluş
* Yumurtanın döllenmesinden bireyin yetkin duruma gelmesine kadar geçirdiğ
i geliş
im evrelerinin bütünü,
ontogenez, soy oluşkarşı

.

birey üstü
* Tek bir bireyi aşan.
* Genellikle fertlerin çevresini aş
an, bireylerin bilincinden bağ
ımsı
z olan.
bireyci
* Kişi haklarınısavunan.
* Bireycilikten yana olan, ferdiyetçi.

bireycilik
* Bireylerin yararlarınıtoplumsal yararlardan daha üstün veya daha önemli sayan öğ reti, tutum veya
politikaları
n genel adı , ferdiyetçilik, individüalizm.
* Bütüne, genele değil de, bireye, tek olana üstünlük tanı
yan görüş, ferdiyetçilik, individüalizm.

bireyleş
me
* Türle ilgili bir örneğin bireyde gerçekleş
mesi.
* Bağımsı z kişiliğe varan geliş
me süreci.

bireyleş
tirme
* Bireye özgü kı
lma.

bireyleş
tirmek
* Bireye özgü kı
lmak, baş
kaları
ndan ayı
rmak.

bireylik
* Bir kimseyi dışgözlemciler gözünde benzersiz, tek kı
lan özellikler veya bunları
n tek biçimi, ferdiyet.
* Bireyi benzerlerinden ayı
ran niteliklerin bütünü.

bireysel
* Bireyle ilgili olan, bireye özgü olan, ferdî.

bireyselleştirme
* Bireysel duruma getirme.
* Ancak ortaklaşa ve genel olarak var olan ş eyi bireylere uygulama ve yayma.
*İ nsanların doğal, toplumsal ve tarihî geliş
mesinden; kendine özgü olan ş eylerin, özelliklerin, bireysel olanı
n
çekilip çıkarılması.

bireyselleştirmek
* Bir ş
eyi ayrıolarak, bireysel olarak göz önüne almak.

bireysellik
* Birey olma olgusu.
* Bir kiş
iyi benzerlerinden ayı
ran özelliklerin bütünü, ferdiyet.

biri
* Bir tanesi.
* Bilinmeyen bir kimse.
* Tamlanan olarak kullanı
lan bazıisim tamlamaları nda tamlayanı n küçümsendiğ ini, hor görüldüğünü anlatı
r.
* Yüklem durumunda olan bir isim takı mının belirtileni olarak kullanı
ldı
ğı
nda, belirtenin hor görüldüğünü
anlatı
r.

biri çok olmak


* haddini aş
arak karş
ısı
ndakini usandı
rmak.

biri eş
ikte biri beş
ikte
* ufak cocuğu çok olan kimseler için söylenir.

biri yer biri bakar, kı


yamet ondan kopar
* bir ş
eyden yalnı
z bir veya birkaç kiş
i yararlanı
r da baş
kaları
na yararlanma imkânıverilmezse bundan büyük
sorunlar çı kar.

birice
* En fazla, tek.

biricik
* Eş
i, benzeri, ikincisi olmayan ve çok sevilen, tek, yegâne.
birikim
* Birikme, bir yerde toplanıp yığılma.
* Gözlemler, deneyler sonucu elde edilmişş eylerin bütünü.
* Toplumları n kültürel varlı
klarının geliş
ip geniş lemesi ve uygarlı
k düzeyinin yükselmesi süreci.
* Mal ve paranı n toplanıp çoğalma süreci.
* Herhangi bir aş ı
nma sürecinde veya taş ıma işi yapılı
rken alüvyonlu maddelerin bırakı
lması .

birikinti
* Bir yerde kendi kendine birikmişolan ş
ey.

birikinti konisi
* Dağlı
k bölgelerden veya yamaçlardan suları
n getirdiğ
i kum veya taşparçaları
nın bir düzlükte oluş
turduğu
yelpaze biçimindeki yı ğ
ın.

birikiş
* Birikme iş
i veya biçimi.

birikiş
me
* Birikiş
mek iş
i.

birikiş
mek
* Bir yere toplanmak, bir araya gelmek.

birikme
* Toplanı
p yı
ğı
lma.

birikme havzası
* Kar ve yağmur suları

n biriktiğ
i bölge.

birikmek
* Toplanı p yığılmak.
* Birbirine eklenip çoğ
almak.

biriktirim
* Biriktirme.

biriktirme
* Biriktirmek iş
i, tasarruf.

biriktirmek
* Toplayı p yı
ğ mak.
* Bir ş
eyi, parayıölçülü kullanarak artı
rmak, tasarruf etmek.
* Öğrenme, yarar sağlama gibi sebeplerle bazınesneleri bir araya getirmek, koleksiyon yapmak.

birileri
* Bazıkimseler.

birim
* Bir kümenin her elemanıveya bir çokluğu oluş turan varlıkları
n her biri, ünite.
* Bir niceliği ölçmek için kendi cinsinden örnek seçilen değ işmez parça, vahit.
* Herhangi bir kuruluş taki alt bölümlerden her biri.
* Dilin, oluş turduğu yapıiçinde, belli bir düzlemde yer alan öbür ögelerle kurduğ u bağ
ıntı
larla tanı
mlanan
ayrınitelikli öge, ünite.

birimci ekonomi
* Birime bağ
lıekonomi.

birimler bölüğ ü
* Birden dokuz yüz doksan dokuza kadar olan sayı
lar bölüğü.

birincası
f
* Birleş
ikgillerden hekimlikte kullanı
lan bir bitki.

birinci
* Bir sayısı
nın sı
ra sı
fatı
.
* Zaman, yer, sıra bakımından baş kaları
ndan önce gelen.
* Sırada, önem sırasında en üstün olan kimse.
* (ulaşı
m araçlarında) Mevki, sınıf, orun.

birinci çağ
* Yeryüzünün yaklaş
ık üç yüz milyon yı
llı
k çağı
, paleozoik.

birinci gelmek (veya çıkmak)


* birçoklarıarası
nda en iyi olarak seçilmek.

birinci olmak
* baş
ta gelmek, önde gelmek.

birinci orun
* (tren, vapur, uçak vb.) Birinci mevki.

birinci zar
* Yemiş
lerin derisi, dı
şkabuk, meyve dı
şı
.

birincil
* Sı
rada, önemde ilk yeri alan, ana, temel, esas.

birincil grup
*İçten, samimî, yüz yüze iliş
kilere dayanan iki veya daha çok insandan meydana gelen topluluk.

birincilik
* Birinci olma durumu.
* (çoğul durumda) Şampiyonluk için yapı
lan yarı
şmalar.

birincivasıf
* Birleş
ikgillerden, hekimlikte kullanı
lan bir bitki.

birinden) buz gibi soğumak


* birinden tiksinmek.

birinin başına dikilmek


* birinin yanından uzaklaş mamak, onu denetim altı
nda bulundurmak.
* bir işi yaptı
rmak için yanı
nda ayakta durmak.
* bir şeyin yanında ve ayakta beklemek.

birinin çanına ot tıkmak (tı


kamak veya tıkanmak)
* sesini çı
karamayacak, kötülük edemeyecek bir duruma getirmek (getirilmek), susturmak.

birisi
* Bilinmeyen bir kimse.

birisinden biri
* içlerinden biri, birkaç kiş
iden herhangi biri.

birkaç
* Çok olmayan, az sayı
da, az.

birkaçı
* Az sayı
da olan kimse veya ş
ey.

birleme
* Bir etme, tek duruma getirme.
* Tanrı 'nı
n birliğini dile getirme, tevhit.
birlemek
* Bir etmek, tek duruma getirmek.
* Tanrı 'nı
n birliğini dile getirmek, zikretmek.

birler
* Ondalı
k sayısistemine göre yazı
lan bir tam sayı
da sağ
dan sola doğru ilk sayı
nın bulunduğ
u basamak.

birleş
en
* Birbirini kesen, bir noktada kesiş
en (doğru, yay).

birleş
ik
* Bir araya gelmiş
, birleş
mişolan, müttehit.

birleş
ik cümle
* Birkaç yan cümle veya ara cümle ile bir temel cümleden kurulan cümle.

birleşik fiil
*İ sim soyundan bir kelime ile biçim veya anlam bakı
mından kaynaş
ıp bütünleş
en fiil: Reddetmek,
hissetmek, kaybolmak, bakakalmak, hasta olmak, tedavi etmek gibi.

birleşik isim
* Birleş
ik kelime biçiminde belirli kurallar içinde kalı
plaş
mışisim: Aslanağ
zı, baş
şehir, kaptı
kaçtı
, gecekondu
gibi.

birleş
ik kap
* Alt tarafı
ndan birleş
tirilmişkaplardan her biri.

birleş
ik kaplar
* Alt tarafları
ndan değiş
ik boyut ve kesitlerde borularla birleş
tirilmişsistem.

birleşik kelime
* Ses düş mesi, ses türemesi, kelime türünün değiş mesi, üzerindeki ekin görevini kaybetmesi veya anlam
kayması dolayısıyla araları
na ek girmeyerek kalı plaş
mı şiki veya daha çok sözden oluş an kelime: pazartesi (< pazar
ertesi), hissetmek (< hiss etmek), ayakkabı (< ayak kabı), delikanlı
(<deli kanlı), kaptı
kaçtı(< kaptıkaçtı) gibi.

birleş
ik oturum
* Bir arada yapı
lan oturum.

birleş
ik oy pusulası
* Seçime katı
lan bütün partilerin adayları
nıayrıayrıgösteren oy pusulası
.

birleşik zaman
* Yalı
n zamanlıve çekimli bir fiilin -di (i-di), -miş(i-miş
,), -se (i-se) gibi ek fiil eklerinden birini alarak
bildirdiği zaman: Sevdiydi (sevdi-y-di <sevdi+i-di), sevecekmiş(sev-ecek-miş< sev-ecek + i-miş ) sev-er-se (sev-erse
< sev-er + ise) gibi.

birleş
ilme
* Birleş
ilmek iş
i veya durumu.

birleş
ilmek
* Birleş
mek iş
i yapı
lmak, bir araya gelinmek, buluş
ulmak.

birleş
im
* Birleş
mek iş i.
* Bir meclisin bir gün içindeki toplanmaları , inikat.
* Döllenmek için erkekle diş i hayvanın bir araya gelmesi.

birleş
me
* Birleş
mek iş
i.

birleş
me değ
eri
* Basit bir cismin bir atomu ile birleş
ebilecek olan hidrojen atomları
nın en yüksek miktarı
.

birleş
mek
* Ayrıiken tek bir bütün durumuna gelmek.
* Buluşmak, bir araya gelmek.
* Uyuşmak, aynı görüşte olmak.
* Aynıamaç çevresinde toplanmak.
* Kaynaş mak.
* Cinsel iliş
kide bulunmak.

birleş
tirici
* Birliği sağ
layan.
* Uzlaş mayısağlayan.
*İ ki veya daha çok nesnenin birleş
mesini sağ
layan.

birleş
tirme
* Birleş
tirmek iş
i veya durumu.

birleş
tirmek
* Bir araya getirmek.

birli

skambil, domino gibi oyunlarda bir iş
aretini taş
ıyan kâğ
ıt veya pul, as.

birlik
* Tek, bir olma durumu, vahdaniyet.
* Bir taneden oluş muş , bir tane alabilen.
* Birleş miş , bir arada olma durumu, vahdet.
* Bağ lılı
k, benzerlik, bağ lantı , vahdet.
* Belli bir topluluğ un yararları nıkorumak için kurulmuşdernek.
* Askerlikte bölük, tabur, alay gibi bir bütün sayı lan topluluk.
* Konunun bir ana düş ünce çevresinde toplanması .
* Bölünmezliğ i içeren yalın bütün.
* En büyük değerdeki nota, dört dörtlük.

birlik olmak
* bir iş
i yapmak için anlaş
mak.

birlikte
* Bir arada, beraberce.
* Yanı nda, beraberinde.

birliktelik
* Birlikte olma durumu.

birlikten kuvvet doğ ar


* toplu veya beraber davranmak daha büyük güç sağ
lar.

birsam
* Sanrı
, halüsinasyon.

birtakı
m
* Belirsiz olarak çokluğ
u anlatı
r (nitelediği isim çokluk biçimde olur), kimi, bazı
.

birun
* Osmanlısarayı
nda Harem dairesinin ve Enderun'un dı
şı
nda kalan bölüm.

biryan
* Tandı
rda susuz piş
irilen kebap.

biryan pilâvı
* Biryan yağıile piş
irilen pilâv.
biryan yağı
* Tandı
rda susuz piş
irilerek yapı
lan kebaptan çı
kan yağ.

biryancı
* Biryan yapan veya satan kimse.

bisiklet
* Tekerleğin ayakla çevrilmesiyle hareket eden iki tekerlekli taş
ıt, çiftteker.

bisiklet yolu
* Trafikte bisikletlerin geçmesine ayrı
lmı
şdar yol.

bisikletçi
* Bisikletle spor yapan kimse, çifttekerci.

bisikletçilik
* Bisikletle yapı
lan spor, çifttekercilik.
* Bisiklet satma, onarma iş i.

bisikletli
* Bisikleti olan.

bisikletsiz
* Bisikleti olmayan.

bisküvi
* Un, süt, ş
eker veya tuzla yapı
lan ince, gevrek kuru pasta türü.

bismillâh
* "Allah'ı
n adıile" anlamı
nda, bir iş
e baş
larken söylenen veya ş
aşı
rma, korku gibi duygularıbelirten söz.

bismillah demek
* bir iş
e uğurlu olmasıdileğ
i ile baş
lamak.

bistro

çkili kahve, küçük lokanta.

bisturi
* Neş
ter.

bisülfat
* Hidrojenli sülfatlara verilen ad.

bisülfür
* Molekülünde iki kükürt atomu bulunduran birleş
ik.

biş
ek
* Yayı
k dövmede kullanı
lan araç.

biş
i
* Çörek, tatlıbir ekmek türü.

bit
* Yarım kanatlı
lar alt takı
mına giren, insan ve memeli hayvanları
n vücudunda asalak olarak yaş
ayan böcek,
kehle (Pediculus).

bit kadar
* en küçük, en ufak, çok küçük.

bit otu
* Sı
racagillerden, birçok çeş
itleri bulunan ve kuzey yarı
m kürede yetiş
en bir bitki.
* Bitlere karş
ıkullanı
lan bir madde.

bit yeniğ
i
* Bir iş
in gizli kalmı
şkötü ve aksak yanı
, kuş
kulu bir nokta.

bîtap
* Bitkin, yorgun.

bîtap düş
mek
* çok yorulmak, yorgun düş
mek.

bîtaraf
* Yansı
z, tarafsı
z.

bîtaraflı
k
* Yansı
z olma durumu, yansı
zca davranı
ş.

bitek
* Bol ve iyi bitki yetiş
tiren, verimli (toprak), mümbit.

bitelge
* Toprağı
n bitki yetiş
tirme gücü.

bitevi
* Bkz. biteviye.

biteviye
* Aynıbiçimde, sürekli olarak.

biteviyelik
* Aynıbiçimde sürüp gitme durumu.

bitey
* Bitki örtüsü, flora.

biti kanlanmak
* sı

ntıiçinde yaş
ayan bir kiş
i para ve varlı
k yönünden güçlenmek.

bitik
* Yorgunluk veya hastalı
ktan gücü kalmamı
ş.
* Durumu kötü, fena.
* Yapış
ık, dolaş
ık,ekli.

bitiklik
* Bitik olma durumu.

bitim
* Bitmek işi.
* Son, nihayet, münteha.

bitimli
* Sonu olan, sonlu.

bitimsiz
* Sonu olmayan, sı

rlandı


p belirlenmeyen, namütenahi.

bitirilme
* Bitirilmek durumu.

bitirilmek
* Bitirmek iş
ine konu olmak.
bitirim
* Çok hoş a giden (kimse, yer).
* Barbut oynatılan yer, kahve, kumarhane.
* Yaman, zeki, çok beğenilen.

bitirim yeri
* Kumarhane.

bitirimci
* Barbut kahvesi iş
leten, barbut oynatan kimse.

bitirimhane
* Kumar oynanan yer, kumarhane.

bitirişyemi
* Et üretimi için beslenen hayvanlara belirli bir devreden itibaren besi sonuna kadar yedirilen ve enerji değ
eri
daha yüksek olan karma yem.

bitirme
* Bitirmek iş
i, itmam, mezuniyet.

bitirme fiili
* Etmişbiçimindeki sı fat-fiille ve olmak yardı
mcı

yla yapı
lan ve fiilin, yardı
mcı
fiilin iş
aret ettiğ
i zamandan
önce olup bittiğini anlatan birleşik fiil.

bitirmek
* Bitmesini sağlamak,sona erdirmek, tüketmek, tamamlamak, sonuçlandı
rmak.
* Güçsüz düş ürmek, bitkin duruma getirmek, yormak.
* Onulmaz duruma getirmek, mahvetmek.

bitirmiş
* Bir bilim dalında veya baş
ka bir alanda bilginin doruğ
una ulaş
mış(kimse).
* Bilgili, açı
kgöz.

bitiş
* Bitmek iş
i veya biçimi, bitme, sona erme.

bitiş
ik
* Birbirine dokunacak kadar yakı
nlaş
mışveya yan yana olan.
* Yandaki ev, komş u.
* Yan, yandaki.

bitiş
ik çanak yapraklı
lar
* Çanak yapraklarıbirbirine bitiş
mişbulunan bitkiler.

bitiş
ik taç yapraklı
lar
* Taç yaprakları
birbirleriyle yandan bitiş
ik olan bitkiler.

bitiş
iklik
* Bitiş
ik olma durumu.

bitiş
imli
* Bitiş
ken.

bitiş
ken
* Kelime üretim ve çekiminde ekler getirilirken kökü veya gövdesi değ
işikliğ
e uğ
ramayan (dil), iltisakî.

bitiş
ken dil
* Kelime kökleri değiş
meyen, eklerle türetilen dil.

bitiş
kenlik
* Bitiş
ken olma durumu.
* Yeni bir kelime türetmek için köklere ek getirme özelliğ
i.

bitiş
me
* Bitiş
mek iş
i, ittisal.

bitiş
mek
* Birbirine dokunacak kadar yanaş
mak.

bitiş
tirme
* Bitiş
tirmek iş
i.

bitiş
tirmek
* Bitiş
mesini sağlamak.

bitki
* Bulunduğ u yere kökleriyle tutunup gelişen, döl veren ve hayatı
nıtamamladı
ktan sonra kuruyarak varlı
ğı
sona eren, yosun, ot, ağaç gibi canlı
ların genel adı
, nebat.

bitki bilimci
* Bitki bilimiyle uğraş
an, bitki bilimi uzmanı
, botanikçi.

bitki bilimi
* Bitkileri inceleyen bilim kolu, botanik.

bitki bitleri
* Bitkiler üzerinde yaş
ayan, kı
rmı
z böceği, ağ
aç biti, çiçek veya fidan biti gibi böceklerin ortak adı
.

bitki coğrafyası
* Yeryüzünün bitki örtüsünü ve bu örtünün çevreyle ilgisini inceleyen coğrafya bilimi.

bitki örtüsü
* Bir bölgede yetiş
en bitkilerin topu, bitey, flora.

bitki patalojisi
* Bitki hastalı
kları
nıinceleyen bilim dalı
.

bitki sütü
* Süt görünüş
ünde bitki öz suyu.

bitki topluluğu
* Benzer doğal olaylara ve yaş
ama koş
ulları
na uymuş
, belirli bir görünüşalmı
şbitkilerin bir araya gelmiş
durumu.

bitkici
* Bitki yetiş
tiren kimse.

bitkicilik
* Bitki yetiş
tirme iş
i.

bitkileş
me
* Bitkileş
mek iş
i veya durumu.

bitkileş
mek
* Bitki durumuna gelmek.

bitkimsi
* Bitkiye benzer, bitkiyi andı

r.

bitkimsi hayvanlar
* Mercan, sünger gibi bitki görünümünde olan hayvanlar.

bitkin
* Gücü tükenmişolan, çok yorgun.

bitkinlik
* Bitkin olma durumu.

bitkisel
* Bitki ile ilgili, bitki cinsinden olan; bitkiden elde edilen, nebatî.

bitkisel hayat
* Hastalı
k veya kaza sebebiyle bilinçsiz ve hareketsiz duruma gelen kiş
inin hayatı
.

bitkisel kazein
* Küspe ve sı
vıyağartı
kları
ndan elde edilen azotlu madde.

bitkisel yağ
* Bitkilerden değ
işik yöntemler kullanı
larak elde edilen yağ.

bitleme
* Bitlemek iş
i.

bitlemek
* Birinin bitlerini ayı
klamak.

bitlenme
* Bitlenmek iş
i.

bitlenmek
* Üzerinde bit üremek.
* Kendi bitlerini ayı
klamak.

bitler
* Kanatlı
lar alt sı
nıfı
na giren, ağı
z yapı
larısokup emmeye elveriş
li, memelilerde yaş
ayan ve kanla beslenen bir
böcek takımı.

bitli
* Üstünde bit bulunan.
* Cimri.

bitli (veya kurtlu) baklanı


n da kör alı
cısıolur
* iş
e yaramaz da olsa, her ş
eyin isteklisi bulunduğ
unu anlatı
r.

bitli kokuş
* üstü baş
ıkirli, vücut temizliğine bakmayan (kadı
n).

Bitlis köftesi
* Yağsı
z kı
yma, köftelik bulgur, pirinç, yağ
, nar, yumurta ve baharat kullanı
larak hazı
rlanan ceviz
büyüklüğünde bir yemek.

bitme
* Bitmek iş
i.

bitmek
* Tükenmek.
* Sona ermek.
* Çok yorulmak, güçsüz kalmak, çok zayı
flamak.
* Çok sevmek, bayılmak, beğenmek.

bitmek
* Bitki, tüy, saç gibi ş
eyler için, çı
kıp yetiş
mek.
* Beklenmedik zamanda ortaya çı kmak.

bitmek tükenmek bilmemek


* bir türlü sonu gelmemek, eksilmemek.

bitmez tükenmez (veya bitip tükenmez)


* hiç bitmeyen, sonu gelmeyen, uçsuz bucaksı
z.

bitmiş
i
* pazarlı
kta bir ş
eyin son fiyatı
.

bitnik
* Genel davranı
şlarıve hı
rpanî giysileri ile toplum hayatı
ndan kopma eğ
ilimi gösteren ve toplum dı
şı
nda bir
yaş
antı
sıolan genç.

bitpazarı
* Eski eş
yanı
n alı
nıp satı
ldı
ğıpazar.

bittabi
* Doğal olarak, tabiatıile, tabiî, elbette.

bitter
* Bir çeş
it acıbira.
* Bir çeş
it ardıç rakı

.
* Acıçikolata.

bitüm
* Keskin bir koku, alev ve koyu duman çı kararak yanan, karbon ve hidrojen bakı
mından çok zengin tabiî
yakıt maddelerinin genel adı , yer sakızı.
* Yol kaplaması nda, kâğı t ve çatı
ların su geçirmez duruma getirilmesinde, kömür tozundan briket yapımı nda
vb. kullanılan, tabiî ı

da katı
, yoğunluğ u bire yakın, koyu kestane renginde madde.

bitümleme
* Bitümlemek iş
i.

bitümlemek
* Belirli bir kalı
nlı
kta bitüm ile örtmek.

bitümlü

çinde bitüm bulunan veya bitümün bütün özelliklerini gösteren.

bîvefa
* Sevgisine bağ
lıolmayan, vefası
z.

biyaprak
* Yapraklarıhalka diziliş
li, daha çok akvaryumlarda bulundurulan su bitkisi.

biye
* Genellikle giysinin yaka, kol, etek çevresine kendi kumaş
ından veya baş
ka kumaş
tan geçirilen ince ş
erit.

biyel
* Makinelerde, bir ucu pistona, öbür ucu volanıçeviren kaldı
raca geçirilmişbulunan hareketli çubuk.

biyelcik
* Küçük biyel, küçük hareketli çubuk.

biyeli
* Biye geçirilmiş
, biyesi olan.

biyesiz
* Biyesi olmayan, biye geçirilmemişolan.

biyoelektrik
* Canlıvarlı
kları
n ürettiği elektrik.
biyoelektronik
* Moleküler biyolojinin hücrelerin yapı

na giren moleküller arası
nda geçerli elektrostatik güçlerini inceleyen
bölümü.

biyoenerji
* Biyokütlenin kimyasal dönüş
ümüyle elde edilen enerji.

biyofizik
* Fizyolojide geçen fiziksel olayları
n bilimi, biyolojik fizik.

biyogaz
* Ahı
r gübresinden elde edilen yanı
cıgaz, gübre gazı
.

biyograf
* Hayat hikâyesi yazarı
.

biyografi
* Hayat hikâyesi, tercüme-i hâl, hâl tercümesi.

biyografik
* Biyografi ile ilgili.

biyojeografi
* Bitki ve hayvanları
n yeryüzü üzerindeki dağ
ılı
mınıve bunun sebeplerini inceleyen bilim, biyoloji
coğrafyası.

biyokatalizör
* Canlıdokuları
n hepsinde çok az bulunan ve hayat için gerekli kimyasal tepkimeleri uyandı
ran veya
kolaylaştıran madde.

biyokimya
* Hücreden en geliş
mişorgana kadar canlıdokularıinceleyen ve bunlarıoluş
turan maddeleri araş

ran bilim
dalı
.

biyolog
* Biyoloji ile uğ
raş
an kimse, biyoloji uzmanı
.

biyoloji
* Bitki ve hayvanları
n doğma, geliş
me, üreme gibi yaş
ayı
şevrelerini inceleyen bilim, dirim bilimi.

biyolojici
* Okulda biyoloji dersini veren öğretmen.

biyolojik
* Biyoloji ile ilgili, dirimsel, dirim bilimsel.

biyometeoroloji
* Canlı lar üzerinde hava olayları
nın etkisini inceleyen bilim.

biyonik
* Biyoloji ve elektronikle ilgili olan.
* Dirim kurgu.

biyopsi
* Mikroskopta yapı

nıincelemek amacı
yla canlı
dan bir doku parçasıalma.

biyopsi yapmak
* parça almak.

biyosfer
* Üzerinde hayat olan yeryüzü bölgesi.
biyoş
imi
* Organ dokuları
ndaki kimyasal olaylarıinceleyen kimya kolu.

biyotit
* Bir çeş
it kara renkli mika.

biz
* Çoğ ul birinci kiş
i zamiri.
* Resmî konuş mada, bazen teklik birinci kiş
i zamiri ben yerine kullanı

r.
* (bazıyazarlar için) Ben zamirinin yerine kullanılı
r.

biz
* Katıbir ş
eyi dikerken iğ
ne geçirecek yeri delmek için kullanı
lan, çelikten yapı
lmı
ş, sivri uçlu ve ağ
aç saplı
araç, tı
ğ.
* Maraşiş
inde kalın karton parçaları nı n iğneyi kı
rmaması
nısağlamak ve delik delmek iş
leminde kullanı
lmak
üzere hazırlanmı
ştahta saplı
, ince sivri uçlu bir tür çuvaldız.

biz
* Ülkemiz suları
nda yaş
ayan bir mersin balı
ğıtürü, ş
ip (Acipenser nudiventris).

biz attı
k kemik diye, el kaptıilik diye
* bizim iş
e yaramaz diye vazgeçtiğ
imizi baş
kaları
değ
erli buldu.

biz bize
* Yalnı
z biz, aramı
zda yabancıbir kimse olmaksı

n.

biz bize benzeriz


* aramızda fark yok, özelliklerimiz veya tutum ve davranı
şları
mız aynı
dır.

biz kı
rk kişiyiz, birbirimizi biliriz
* birbirimizi çok yakı ndan tanı

z; onun öyle bir üstün durumu olmadı
ğı
nıbiliriz.

bîzar
* Tedirgin, bezmiş
, usanmı
ş, bezginlik getirmiş
.

bizar etmek
* tedirgin etmek, usandı
rmak.

bizar olmak
* usanmak, bı
kmak.

bizatihi
* Kendiliğ
inden, kendinden, özünden, kendisi.

bizce
* Bize göre.

bizcileyin
* Bizim gibi.

bizden
* Bizim tarafı
mızda olan (kimse).

bizdenlik
* Bizden olma durumu.

bize de mi lolo?
* işin içinde bir işolduğ
unu bilmez miyiz sanı
yorsunuz?.

bizim gelin bizden kaçar, tutar ellere başınıaçar


* bize yabancıduran yakı nımı z, dostumuz, akrabamı
z baş
kaları
na rahatça içtenlikle, yardı
m eder.
bizimki
* Bizim olan, bizimle ilgili olan.
* Kadınların kocalarından, kocaların karı
ları
ndan söz ederken kullandı
klarısöz.
* Yakın çevremizde olan bir kimseden söz ederken kullanılır.

bizleme
* Bizlemek iş
i.

bizlemek
* Ucu çivili değ
nekle hayvanıdürtmek.

bizlengiç
* Ucu çivili değ
nek.

bizmut
* Atom sayı sı83, atom ağı rlı
ğı209 olan, 271,3° C de eriyen, yoğunluğ
u 9,8 olan, kı


msı
beyaz renkli,


lgan ve katıbir element. Kı saltması Bi.
*İ lâç olarak kullanılan ve ası
l maddesi bizmut olan karışım.

bizon
* Amerika'da yaş
ayan bir cins hörgüçlü yaban öküzü.

bizzat
* Kendi, kendisi, ş
ahsen.

blâstulâ
* Yumurta hücresi embriyon olurken morulânı
n geliş
erek içi boşyuvarlak biçime girmesi durumu, morulâ.

blender
* Piş
irmeden önce malzemeyi kesip karı
ştı
ran elektrikli alet.

blok
* Kocaman ve ağ ır kitle.
* Birden çok bölümü bir araya getirilmişolan, bir bütün oluş turan.
* Politik çıkarlarısebebiyle birlik kuran devletler topluluğ
u.
*İ çine resim veya yazıkâğ ı
tlarıkonulan karton kap.
* Birbirine bitişik büyük yapı lar.
* Voleybolda, file üstünde karş ı oyuncunun topu sert vururken, önünde iki veya üç kiş
inin elleri ile
oluş
turdukları perde.

blok inş
aat
* Birbirine bitiş
ik yapı
lan yapı
lar.

blokaj
* Bloke etmek iş i.
* Hareketine engel olma, hareketini durdurma.
* Sivri taş
ları
n toprak zemine dikine çakı larak, üzerine beton dökülmesiyle yapılan dolgu.
* Bankacı lı
kta bir varlı
ğı
n yetkili otoritelerin izni olmadan sahibi tarafı
ndan kullanılamamasıdurumu.

bloke
* Kullanı
lmasıönlenmiş
, el konulmuş
.

bloke çek
* Keş
ideci tarafı
ndan anlaş
mazlı
ğı
n çözümüne kadar ödemenin durdurulduğu çek türü.

bloke etmek
* kullanılmasınıönlemek amacı yla el koymak.
* savaşdurumundaki bir ülkenin dı şülkelerle iliş
kisini engellemek.
* kapatmak, durdurmak.
* (futbolda kaleci) topu yakalamak.

bloklaş
ma
* Bloklaş
mak iş
i.

bloklaş
mak
* Blok durumuna gelmek.

bloknot
* Yapraklarıkolayca çı
kartı
labilecek biçimde yapı
lmı
şnot defteri.

bloksuz
* Hiçbir bloka girmemişolan; bağlantı

z.

bloksuzluk
* Bloksuz davranma, bağ
lantı

zlı
k.

blöf
*İ skambil oyunları
nda elindeki kâğıtlarıolduğ undan baş ka gösterme davranışı
.
* Karş ı

ndakini yanı
ltarak veya yıldı
rarak bir işten caydı
rmak için söylenen ası
lsı
z söz veya takı
nılan aldatı

tavı
r, kuru sıkı
.

blöf yapmak
* karşı

ndakini yanı
ltarak veya yı
ldı
rarak bir iş
ten caydı
rmak için aslıolmayan söz söylemek veya aldatı

tavır takı
nmak.

blöfçü
* Blöf yapan (kimse).

blûcin
* Giysi yapı
lan bir tür mavi, kaba pamuklu kumaş
.
* Bu kumaş tan yapı lan (giysi).

blûm
* Bir tür iskambil oyunu.

blûz
* Vücudun üst bölümüne giyilen, genellikle ince kumaş
tan yapı
lan veya iplikten örülen kadı
n giysisi.

boa
* Boagillerden, yalnı
z Güney Amerika'da yaş ayan, zehirsiz, çok iri, güçlü bir yı
lan (Boa constrictor).
* Kadınların boyunlarına aldı
klarıyı
lan biçiminde dar ve uzun kürk, boyun kürkü.

boagiller
* Avlarınıyutmadan önce uzun gövdeleriyle sarı
p sı
karak boğ
an ve ezen sarı
lgan yı
lanlarıkapsayan zehirsiz

lanlar familyası.

boalar
* Sürüngenler sı
nıfı
nın, yı
lanlar takı
mını
n bir bölümü.

bobin
* Makara.
* Fotoğraf filmi rulosu.
* (kâğıt ve karton için) Tampon silindiri veya mihver boru etrafı na sarı lmı şkâğ ıt veya kartonun sürekli
uzunluğu.
*İ çinden elektrik akımıgeçebilen yalıtı
lmı ştel ile bu telin, makara tiresi gibi sarı
lıbulunduğ u silindirden
oluş
an aygıt.

bobin kı


* Dağı

k iplik bobinlerini düzelten ve boyamaya elveriş
li biçime getiren makinede çalı
şan (kimse).

bobinaj
* Bir filmi veya mı
knatı
slı
kuş
ağıbir makaradan baş
ka bir makaraya sarma.

boca
* Geminin rüzgâr almayan yanı
, rüzgâr üstü, orsa veya rüzgâr üstü karş
ıtı
, poca.

boca alabanda
* Boca etme komutu.

boca etmek
* geminin baş ınıbocaya rüzgâr almayan tarafa çevirmek.
* (birden çevirip) boş
altmak, dökmek.

bocalama
* Bocalamak iş
i.

bocalamak
* (gemi) Rüzgâra karş
ıgidemeyerek sürüklenmek.
* Bir iş
te tutulması
gereken yolu kestirememek, ne yapacağ
ınıbilememek, kararsı
z olmak.

bocalatma
* Bocalatmak iş
i.

bocalatmak
* Bocalaması
na yol açmak.

boci
* Ağı
r yük taş
ımaya yarayan, iki kalı
n ve küçük tekerleğ
i olan el arabası
.

bocuk
* (Ortodokslarca kutlanan) İ
sa'nı
n doğ
um yortusu.
* Domuz.

bocuk domuzuna dönmek


* çok semiz ve besili olmak.

bocurgat
* Ağır yükleri çekmek için manivelâ ile döndürülen ve döndürüldükçe, çekilecek ş
eyin bağlıbulunduğ
u
urganıkendi üzerine saran çı
krı
k.

bodoslama
* Gemi omurgası
nın başve kı
ç tarafı
ndan yukarı
ya uzanan ağ
aç veya demir direklerden her biri.

bodoslama
* Bodoslamak iş
i.

bodoslamadan
* Ön taraftan, baştaraftan.

bodoslamak
* Açı
klamak, belirtmek, ileri sürmek.

bodrum
* Bir yapı
nın yol düzeyinden aş
ağı
da kalan bölümü.

bodrum gibi
* bası
k tavanlı
, genellikle güneşgörmeyen (oda).

bodrum katı
* Bir yapı
nın zemin katı
nın altı
nda olan ve oturulabilen en alt katı
.

boduç
* Ağaç veya topraktan yapı
lmı
şküçük testi.

bodur
* Enine göre boyu kı
sa ve tı
knaz.
bodur kalmak
* boyu uzamamak.
* geliş
memek.

bodur pas
* Arpa yaprakları
na yerleş
en ve seyrek olarak yurdumuzda da görülen ilkel mantar (Puccinia hordei).
* Bu mantarın yol açtı
ğıhastalı
k.

bodur tavuk her gün (veya her dem) piliç


* kı
sa boylular oldukları
ndan daha genç görünürler.

bodurlaş
ma
* Bodurlaş
mak iş
i veya durumu.

bodurlaş
mak
* Bodur duruma gelmek.

bodurluk
* Bodur olma durumu.

Boğa
* Zodyak üzerinde, Koç ile İ
kizler burçlarıarası
nda yer alan burcun adı
, \343 Zodyak.

boğa
* Damı
zlı
k erkek sı
ğı
r.

boğa gibi
* çok güçlü görünen, vücudu iyi geliş
miş(delikanlı
).

boğa güreşi
* Daha çok İ
spanya ve Meksika'da, özel olarak yetiş
tirilmişboğayıyenmek amacı
yla yapı
lan gösteri.

boğada
* Küllü veya sodalısu ile çamaşı
r yı
kama.
* Yı
kanmak üzere hazı rlanmı şçamaşırı
n üzerine sı
cak kül suyu süzme iş
i.

boğak
* Anjin.

boğalı
k
* Boğ
a olarak kullanı
lmak için ayrı
lan bir yaş
ından yukarıerkek sı
ğı
r.

boğan otu
* Düğ
ün çiçeğ
igillerden, özellikle kökünde akonitin adı
nda bir zehir bulunan bitki, kurtboğan otu (Acunitum
napellus).

boğanak
* Sağanak, bora.

boğasak
* Boğ
aya gelmişveya boğ
a isteyen inek.

boğasama
* (inek) Boğasamak iş
i veya durumu.

boğasamak
* (inek) Boğa istemek veya boğaya gelmek.

boğası

nce bez, astar.
boğaya çekmek
* (inek) boğa ile cinsel iliş
kide bulundurmak, keleye çekmek.

boğaz
* Boynun ön bölümü ve bu bölümü oluş turan organlar, imik.
* Şişe, güğüm gibi kaplarda ağ za yakın dar bölüm.
*İ ki dağarası nda dar geçit, derbent.
*İ ki kara arasındaki dar deniz.
* Yiyeceğ i içeceği sağlanan kimse.
* Yeme içme.
* Yedirip içirme yükümü, iaş e.

boğaz açmak
* ağaçları
n dibini kazarak toprağ
ıkabartmak.

boğaz boğaza (veya gı


rtlak gı
rtlağ
a) gelmek
* zorlu kavga etmek.

boğaz derdi
* geçim için uğraşma.
* yemek piş irme, hazırlama sı
kıntı
ları
.

boğaz dokuz boğumdur


* bir söz iyice düş
ünmeden söylenmemelidir.

boğaz durmaz
* yeme içme ihtiyacı
nın baş
ka ihtiyaçlar gibi geri bı
rakı
lamayacağı
nıanlatı
r.

boğaz içinde kavga var


* aş
ırıbir biçimde açlı
ğı
nıgidermeye çalı
şanlar için söylenir.

boğaz kavgası
* Geçim için yapı
lan didinme.

boğaz meselesi
* Geçim derdi.

boğaz ola
* "afiyet olsun, yarası
n, bereketli olsun" anlamı
na, yemek yiyenlere söylenir.

boğaz olmak
* boğazıağrı
mak.
* imrenmekten boğ
azış
işmek.

boğaz tokluğuna
* ayrı
ca ücret verilmeden yalnı
z karnı
nıdoyurarak.

boğazıaçılmak
* iş
tahıartmak.

boğazıdüğ ümlenmek
* üzüntüden boğazıtı
kanmak.

boğazıinmek
* bademcikleri ş
işmek, iltihaplanmak.

boğazıiş
lemek
* durmadan bir ş
eyler yemek.

boğazıkurumak
* çok susamak.
boğazı
na bir yumruk tı
kanmak (veya gelip oturmak)
* konuş amaz olmak, sesi çı
kmamak.

boğazı
na dikkat etmek
* yiyeceğ ine, içeceğine özen göstermek.

boğazı
na dizilmek
* (üzüntü, kaygıgibi sebeplerle) isteksiz yemek, iş
tahı
kesilmek.

boğazı
na durmak
* yediği ş
eyi yutamamak.

boğazı
na düşkün
* yiyip içmeyi çok seven (kimse).

boğazı
na indirmek
* fazla ve geliş
igüzel yemek.

boğazı
na kadar
* pek çok, lüzumundan fazla, aş
ırıölçüde.

boğazı
na sarı
lmak
* üstüne yürümek.

boğazı
nda düğümlenmek
* söylemek istediğini heyecan veya üzüntü yüzünden diyememek.

boğazı
nda kalmak
* ağzındaki lokmayıüzüntü dolayı

yla yutamaz duruma gelmek.

boğazı
ndan artırmak
* yiyeceğinden kı

p parası
nıartı
rmak.

boğazı
ndan geçmemek
* sevdiği bir kimsenin yokluğu veya yoksulluğ
u dolayı

yla bir yiyeceği yalnı
z baş
ına yemekten üzüntü
duymak.

boğazı
ndan kesmek
* yiyip içmede çok tutumlu davranmak.

boğazı
nıdoyurmak
* karnı
nıdoyurmak.

boğazı
nısevmek
* yiyip içmeye düş
kün olmak.

boğazı
nısı
kmak
* bunaltmak, sı

ntıvermek.

boğazı
nıyırtmak
* olanca gücüyle bağı
rmak.

boğazkesen
* Bir boğ
azısavunmak için deniz kı


nda yapı
lan hisar.

boğazlama
* Boğ
azlamak iş
i.

boğazlamak
* Hayvan veya insanıboğazı ndan keserek öldürmek.
* Gaddarca, kan dökerek öldürmek.
boğazlanma
* Boğ
azlanmak iş
i.

boğazlanmak
* Boğ
azlamak iş
ine konu olmak veya boğazlamak iş
i yapı
lmak.

boğazlaş
ma
* Boğ
azlaş
mak iş
i.

boğazlaş
mak
* Birbirini boğazlamak veya kı
yası
ya dövüş
mek.

boğazlatma
* Boğ
azlatmak iş
i.

boğazlatmak
* Boğ
azlamak iş
ini yaptı
rmak.

boğazlı
* Boğazıolan.
* Çok yemek yiyen, yemek isteğ
i çok olan, iş
tahlı
.

boğazsı
z
* Boğazıolmayan.
* Çok az yemek yiyen, iş
tahsı
z.

boğdurma
* Boğ
durmak iş
i.

boğdurmak
* Boğ
mak iş
ini yaptı
rmak.

boğdurtma
* Boğ
durtmak iş
i.

boğdurtmak
* Boğ
durmak iş
ini birine yaptı
rmak.

boğdurulma
* Boğ
durulmak iş
i.

boğdurulmak
* Boğ
durmak iş
i yapı
lmak.

boğma
* Boğ mak iş i.
*İ ncir, dut, kuru üzümün mayalandı
ktan sonra ilkel araçlarla damı

lması
yla elde edilen, alkol derecesi düş
ük
bir tür rakı.

boğmaca
* Çoğ
unlukla çocuklarda nöbet nöbet öksürüklerle görülen bulaş
ıcı
bir hastalı
k.

boğmacalı
* Boğ
macaya tutulmuşolan (kimse).

boğmak
* Bir canlı yı, soluk alması na engel olarak öldürmek.
* El, ip veya benzeri ile bir ş eyi çepeçevre sı kmak.
* Silik bir duruma getirmek, bastı rmak.
* Tamamı yla kaplamak, sarmak.
* Peş peş e yapmak, bir kimseyi bir ş eyin fazlası
na eriş
tirmek veya uğ
ratmak.
* (motorlu taş ıtlarda) Fazla yakıt, motoru çalışmaz duruma getirmek.
* Bir durumu baş ka bir durum yaratarak örtmeye çalı
şmak.
* Gelişmesine engel olmak.
* (renkler için) Uygun düş memek.
* Bunaltmak.

boğmak
* Boğ
um yeri.

boğmak boğmak
* boğ
um boğum.

boğmaklı
* Boğ
maklarıolan.

boğmaklı
kuş
* Toygar kuş
unun bir türü.

boğucu
* Boğ ma özelliğ
i olan.
* Solunumu güçleş tiren.
* Çok sı
cak, sıkıntı veren.

boğuk
* Kı

lmı
ş(ses).

boğuk boğuk
* Boğ
uk bir biçimde, kı

k kı

k.

boğuklaş
ma
* Boğ
uklaş
mak iş
i.

boğuklaş
mak
* (Ses) Boğ
uk duruma gelmek, kı

klaş
mak.

boğula boğula
* Boğ ulacakmı
şgibi, boğ
uk bir biçimde.

boğulma
* Boğ
ulmak iş
i.

boğulmak
* Boğmak işine konu olmak.
* Havası
zlıktan ölmek.
* Bunalmak.

boğum
* Boğ ulmuş, sı

lmışyer.
* Parmak veya kamı ş
, saz gibi bitkilerin ş
işkince bölümü.
*İ nce damarları
n veya sinirlerin yumak gibi toplandı ğı
yer.

boğum boğum
* Çok boğumlu.

boğumlama
* Boğ
ulmak iş
i.

boğumlamak
* Boğ
um durumuna getirmek.

boğumlanma
* Boğ
umlanmak iş
i.
* Ciğerlerden gelen havanı
n, ağı
z ve burundaki çeş
itli nokta ve bölgelerde engellemeye uğrayarak ses olarak
çı
kması
, telâffuz.

boğumlanma bölgesi
* Ağız boşluğ
unda seslerin oluş
tuğ
u çeş
itli bölgelerden her biri.

boğumlanma noktası
* Ağız boş
luğ
unda seslerin oluş
tuğ
u noktaları
n her biri, çı
kak, mahreç.

boğumlanmak
* Boğ um oluş mak, boğ um boğum olmak.
* Bir ses çı
karmak için ses yolunun herhangi bir yerinde daralma veya kapanma olmak.

boğumlu
* Boğ
umu olan.

boğuntu
* Zor soluk alma.
* Sıkınt ı
.
* Bir şeyi değ
erinden çok yükseğ
e satma iş
i, vurgunculuk, ihtikar.

boğuntuya getirmek
* birini bunaltı
pşaş
ırtmak yolu ile kendisinden, bir işveya mal karş
ılı
ğıolarak çok miktarda para çekmek.

boğunuk
* Kısı
k, boğ uk.
* Sı
kınt ı

, kapalı
, donuk.

boğuş
ma
* Boğ
uşmak iş
i.

boğuş
mak
* Birbirinin boğazı
na sarı
lmak, dövüş
mek.
*İ tiş
ip kakışmak.

boğuş
ulma
* Boğ
uşulmak iş
i veya durumu.

boğuş
ulmak
* Boğ
uşmak iş
i yapı
lmak.

bohça
*İçine çamaş ı
r, elbise gibi ş
eyler koyup sarmaya yarayan dört köş
e kumaş
.
* Ufak ve seçme tütün dengi.

bohça böreği
* Bohça biçiminde sarı
lan bir çeş
it börek.

bohçacı
* Bohça içinde dokuma eş
ya gezdirip satan kadı
n.

bohçacı

k
* Bohçacı
nın iş
i.

bohçalama
* Bohçalamak iş
i.

bohçalamak
* Bir ş
eyi bohça içine koyup sarmak.
* Güreşte rakibin kol ve ayakları
nıüst üste getirerek kı
mıldayamaz hâlde alttan kavrayı
p kucaklamak.

bohçası
nıkoltuğuna almak
* kendi isteğiyle ayrı
lmak.

bohçası
nıkoltuğuna vermek
* kovmak, işine son vermek.

bohçası
nıtoplamak
* eş
yasınıtoplamak.

bohem
* Yarı nı
nıdüş
ünmeden günü gününe tasası
z, derbeder bir yaş
ayı
şıolan edebiyat ve sanat çevresinden (kimse
veya topluluk).

bohem hayatı
* Başı
boşyaş
ayı
ş.

bok
* Dışkı.
* (kaba konuş
mada) Hor görülen, tiksinilen.
* Güç durum.

bok atmak
* (birine) leke sürmek, kara çalmak.

bok böceği
* Kı n kanatlı
lardan, genellikle otçul memeli hayvanları
n gübrelerinde yaş
ayan ve bokla beslenen böcek
(Geotrupes stercorarius).

bok canı
na olsun
* bı
kılan, kötülüğ
ü görülen ş
eylere karş
ıbir sövgü sözü olarak söylenir.

bok etmek
* (bir iş
i, bir ş
eyi) bozmak, berbat etmek.

bok karı
ştı
rmak
* bir iş
i bozacak biçimde davranmak.

bok püsür
* hoş
a gitmeyen, can sı
kan ş
ey ve onun ayrı
ntıve pürüzleri.

bok üstün bok


* çok kötü, çok berbat.

bok yedi başı


* burnunu her iş
e sokan, her iş
e karı
şan.

bok yemek
* yakı
şı
ksı
z bir işyapmak.

bok yemek düş mek


* birinin bir iş
e karı
şmaması
, burnunu sokmamasıgerekir.

bok yemenin Arapçası


* yakı
şı
ksızlı
ğı
n büyüğü.

bok yoluna gitmek


* yararsı
z, gereksiz bir ş
ey uğ
runa yok olmak.

boka nispetle tezek amberdir


* çok kötü bir ş
eyin yanı
nda, ondan daha az kötü olanı
güzel görünür.

boklama
* Boklamak iş
i.
boklamak
* (bir yeri veya bir iş
i) Kötü bir duruma getirmek.

boklanma
* Boklanmak durumu.

boklanmak
* Kötü bir duruma gelmek, pislenmek.

boklaş
ma
* Boklaş
mak durumu.

boklaş
mak
* Kötü bir duruma girmek.

boklu
* Boku olan; pis.

bokluk
* Pislik.
* Kötü durum.

boks
* Belirli kurallara uyularak yapı
lan yumruk dövüş
ü, yumruk oyunu.

boksit
* Korindon.

boksör
* Boks oynayan kimse, yumruk oyuncusu.

boksörlük
* Boksörün iş
i veya mesleği.

boktan
* temelsiz, derme çatma, yararsı
z.

boku bokuna
* boş
u boş
una, yok yere.

boku çı
kmak
* bir işveya durum tatsı
zlaş
mak.

bokun soyu (veya bok soyu)


* kı
zılan veya tiksinilen bir ş
eye karş
ısövgü olarak söylenir.

bokunda boncuk bulmak


* birine hak etmediğ
i hâlde çok değ
er vermek.

bokunu çıkarmak
* bok etmek.

bokuyla kavga etmek


* çok sinirli ve geçimsiz olmak, her ş
eye öfkelenir olmak.

bol
*İ çine girecek ş
eyin boyutları
ndan daha büyük veya genişolan, dar karş
ıtı
.
* (nicelik bakı
mı ndan) Olağandan veya alı
şı
landan çok, kı
t karş
ıtı.

bol
* Özel bir cam içinde likör, ş
arap, meyve ve maden suyu karı
ştı

larak hazı
rlanan içki.
bol bol
* Fazla, büyük miktarda, sı

ntı
ya düş
meden.

bol bolamat
* Refah, zenginlik, bolluk.

bol bulamaç
* Bol bol, pek çok.

bol doğramak
* (parası
nı) saçı
p savurmak.

bol kepçe
* Servis sı
rasında yiyeceği bol bol dağı
tma.
* Cömert, eli açı
k, zengin gönüllü.

bol keseden
* bol bol, ölçüsüz, çok.

bol paça
* Genişpaçalı
.
* Dökük, saçı
,şapş
al.

bolalma
* Bolalmak iş
i veya durumu.

bolalmak
* Bollaş
mak.

bolarma
* Bolarmak iş
i veya durumu.

bolarmak
* Bol duruma gelmek.

bolca
* Oldukça çok, çokça.
* Oldukça geniş.

bolero
* Kısa ve kolsuz kadı n ceketi.
* Ağır ritmli bir İ
spanyol dansı .
* Bu dansı n müziğ i.

boliçe
* Yahudi kadı

.

Bolivyalı
* Bolivya halkı
ndan olan.

bollanma
* Bol duruma gelme.

bollanmak
* Bol duruma gelmek, geniş
lemek.

bollaş
ma
* Bollaş
mak iş
i veya durumu.

bollaş
mak
* Bol durumda olmak.
bollaş

rma
* Bollaş

rmak iş
i veya durumu.

bollaş

rmak
* Bol duruma getirmek.

bollatma
* Bol duruma getirme.

bollatmak
* Bol duruma getirmek, geniş
letmek.

bolluk
* Bol olma durumu.
* Her şeyin bol olduğu zaman.
* Her şeyin bol olduğu (yer).
* Fazlalı
k.

bolometre
* Iş
ını
mölçer.

Bolş
evik
* Bolş
eviklik yanlı sı kimse.
* Bolş
eviklikle ilgili olan.

Bolş
eviklik
* Rusya'da XX. yüzyı
l baş
ları
nda doğ
an ve Lenin tarafı
ndan geliş
tirilen komünist hareket.

Bolş
evizm
* Bolş
eviklik, komünistlik.

bom
* Bir çeş
it kumar.

bomba
* Canlıveya cansız hedeflere atı
lan, içi yakı
cıve yı
kıcımaddelerle doldurulmuş
, türlü büyüklükte patlayı

,
ateş
li silâh.
* Büyük fı
çı veya varil.
* Bomba biçiminde, kalı n demirden kap.

bomba
* Yan yelkenlerin alt yakası
nıgerip açmak için kullanı
lan yatay seren.

bomba gibi
* iyi, sağ
lam, göz alı
cı, gösteriş
li.
* iyi hazırlanmış
, çok çalışmı ş(öğ renci).

bomba gibi patlamak


* öfkelenerek, birdenbire ve yüksek sesle bağı

p çağı
rmak.
* bir olay birdenbire ortaya çı
karak herkesi ş
aşı
rtmak.

bombacı
* Bomba kullanan veya yapan kimse.

bombacı

k
* Bombacı

n iş
i veya mesleği.

bombalama
* Bombalamak iş
i.

bombalamak
* Belli bir hedefe, çoğunlukla havadan, bomba atmak.

bombalanma
* Bombalanmak iş
i.

bombalanmak
* Bombalanmak iş
ine konu olmak.

bombalatma
* Bombalatmak iş
i.

bombalatmak
* Bombalamak iş
ini yaptı
rmak.

bombardı
man
* Topa tutma.
* Bombalama.

bombardı
man etmek
* top ateşi veya bomba ile bir yere saldı
rmak.
* bir kimseyi ağır sözlerle paylamak.

bombardı
man uçağı
* Bombalama iş
inde kullanı
lan uçak.

bombardon
* Bandoda en kalı
n sesi veren, pistonlu, nefesli çalgı
.

bombe
* Şiş
kin, kabarık, tümsekli.
* Şiş
kinlik, kabarıklı
k.

bombe bezi
* Ayakkabısayaları
nın burun bölümlerine içten dikilen bir kumaştürü.

bombeli
* Şiş
kinliğ
i, kabarı
klı
ğıolan.

bombesiz
* Bombesi olmayan.

bombok
* Çok kötü, çok berbat.

bomboş
* Büsbütün, tamamen boş
.

bomboz
* Çok boz.

bon otu
* Patlı
cangillerden, hekimlikte kullanı
lan, uyuş
turucu ve zehirli, bir veya iki yı
llı
k otsu bir bitki (Hyoscyamus
niger).

bonbon
* Şeker ş
erbeti içinde kaynatı

p üzeri ş
ekerle kaplanmı
şmeyve.

bonbon ş
ekeri
* Bkz. bonbon.

bonboncu
* Bonbon yapan veya satan kimse.
bonbonculuk
* Bonbon yapma veya satma iş
i.

boncuk
* Cam, taş
, sedef, tahta, plâstik gibi maddelerden yapı
lan, ortasıdelik, çoğ
u yuvarlak ve renkli süs tanesi.

boncuk boncuk
* boncuk gibi yuvarlak taneler durumunda.

boncuk fasulye
* Bir tür iri taneli fasulye.

boncuk gibi
* küçücük (göz).

boncuk mavisi
* Yeş ile çalan bir mavi.

boncuk tutkalı
* Boncuk biçiminde glüten tutkalı
.

boncukçu
* Boncuk yapan veya satan kimse.

boncukçuluk
* Boncukçunun iş
i veya mesleğ
i.

boncuklanış
* Boncuklanmak iş
i veya durumu.

boncuklanma
* Boncuklanmak iş
i.

boncuklanmak
* Gözyaş
ı, çiy, ter boncuk biçiminde yuvarlak taneler oluş
mak.

boncuklaşma
* Boncuklaş
mak iş
i.

boncuklaşmak
* Boncuk biçimini almak.

boncuklu
* Boncuğ
u olan, boncukla süslenmiş
.

boncukluk
* Boncuk olmaya elveriş
li (nesne).

boncuksuz
* Boncuğ
u olmayan.

bone
* Düz veya kı
vrı
mlı
her çeş
it yumuş
ak kumaşvb. maddeden yapı
lan baş

k.

bonfile
* Kasaplık hayvanlarda karnı
n içinde, bel kemiğ
inin iki yanı
ndan aş
ağı
ya doğ
ru uzanan ve yumuş
aklı
ğı
dolayı

yla beğenilen et bölümü.

bonfilelik
* Bonfile yapmaya elveriş
li (et).
bonjur
* Günaydı n.
* Uzun siyah ceketle, çizgili pantolondan oluş
an erkek giysisi.

bonkör
*İ yi yürekli.
* Eli açık, cömert.

bonkörlük
*İyi yüreklilik, eli açı
klı
k, cömertlik.

bonmarş
e

çinde her türlü giyim, süs eş
yasıoyuncak vb. satı
lan büyük mağaza.

bono
* Belirli bir sürenin sonunda, belirli bir paranı
n, belirli bir kimseye ödeneceğ
ini belirten senet.

bono kı
rdırmak
* bir bonoyu, süresi dolmadan, eksiğine paraya çevirmek.

bono vermek
* borç alı
ndı
ğı
nıgösteren vadeli senedi imzalayı
p teslim etmek.

bonservis
* Çalı
ştı
ğıyerden ayrı

rken görevini iyi yaptı
ğı
nıbelirtmek amacı
yla birine verilen belge, temiz işkâğı
dı.

bop
* Poker oyununda, oyuna girmek için ortaya konması
gereken en az miktar.

bopluk
* Bop tutarı
nda olma.

bopstil
* Züppece giyinişbiçimi.
* Bu biçimde giyinen kimse.

bor

şlenmemiş
, taş

k, sert, ekilmemiş(toprak).

bor
* Atom sayısı5, atom ağı
rlı
ğı10,8 olan, tabiatta bor asidi veya boratlar durumunda bulunan, yoğ
unluğu 2.45
olan basit element. KısaltmasıB.

bora
* Genellikle arkası
ndan yağmur getiren sert ve geçici yel.

bora gibi
* çok sert, öfkeli, ş
iddetli.

borak
* Bor (I).

boraks
* Yoğunlaş
mışbir borik asitten türeyen sodyum tuzu.

boralı
* Yağmurlu, sert rüzgârlı
ve soğuk havalı
.

boran
* Rüzgâr ş
imş
ek ve gök gürültüsü ile ortaya çı
kan sağ
nak yağ
ışlı
hava olayı
.

borani
* Pirinçli, yumurtalıve yoğurtlu ı
spanak veya benzeri sebze yemeğ
i.

borasit
* Sert billûr veya yumuş
ak beyaz kütle durumunda bulunan magnezyum boratı
.

borat
* Bor asidi ile bir oksidin birleş
mesinden oluş
an tuz.

borazan
* Üfleyerek çalı
nan, perdesiz çalgı
, boru.
* Bu boruyu çalan kimse.

borazancı
* Borazan çalan kimse.

borazancı
baş ı
* Birçok borazancı
nın baş
ıolan borazancı
.

borazancı
lık
* Borazancı

n iş
i.

borca almak
* veresiye almak.

borca batmak
* çok borçlu olmak.

borca girmek
* borçlanmak, borç para almak.

borcunu bilmek
* borcunu zamanı
nda öder olmak.

borcunu bilmek (veya saymak)


* bir ş
ey yapmayıyerine getirilmesi gereken bir işolarak değ
erlendirmek.

borcunu kapatmak (veya borçtan kurtulmak)


* borcunu ödeyip bitirmek.

borç
* Ödenmesi gerekli para veya baş ka bir ş
ey.
* Birine karş
ıbir ş
eyi yerine getirme, gerekliğ
i, yükümlülük, vecibe.

borç
* Pancar, lâhana ve et veya krema konularak yapı
lan sebze çorbası
.

borç almak
* daha sonra ödemek üzere birinden para veya bir ş
ey almak.

borç altı
na girmek
* borç para almak.

borç bini aşmak


* (borç) pek çok olmak, altı
ndan kalkı
lamayacak duruma gelmek.

borç etmek
* borçlandı
rmak.

borç gı
rtlağına çı
kmak
* Bkz. borca batmak.

borç harç
* Borçlanarak veya benzeri yollara baş
vurarak.

borç ödemekle (veya vermekle), yol yürümekle tükenir


* birden ödenmeyen bir borç azar azar verilerek ödenebilir.

borç yapmak
* borç olarak almak.

borç yemek
* borçla geçinmek.

borç yiğ
idin kamçı sıdır
* borç, kişiyi daha çok çalı
şmaya zorlar.

borç yiyen kesesinden yer


* borçla alı
şverişyapan, aldı
kları

n parası
nıhemen vermez, ama aldı
kları
nın karş
ılı
ğıkesesinden çı
kacaktı
r.

borçlandı
rılma
* Borçlandı

lmak iş
i veya durumu.

borçlandı
rılmak
* Borçlanması
na yol açı
lmak.

borçlandı
rma
* Borçlandı
rmak iş
i.

borçlandı
rmak
* Borçlanması
na yol açmak, borçlu duruma getirmek.

borçlanı
lma
* Borçlanı
lmak iş
i veya durumu.

borçlanı
lmak
* Borca girilmek, borç edilmek.

borçlanma
* Borçlanmak iş
i, istikraz.

borçlanmak
* Karş
ılı
ğını sonra vermek ş artı
yla birinden para veya bir ş
ey almak.
* Manevî bir yükümlülük altına girmek.

borçlu
* Borcu olan, borç almı şolan, verecekli, medyun.
* Bir yüküm altı nda bulunan.
* Bir şeyi birinin yardı
mı yla elde etmişolan.

borçlu bulunmak (veya olmak)


* borçlu duruma düş
mek.

borçlu çı
kmak
* görülen hesapta vereceğ
i kalmak.

borçlu ölmez, benzi sararır


* borç kiş
iyi öldürmez, ancak hasta edecek kadar üzer.

borçluluk
* Borçlu olma durumu.

borçluluk dengesi
* Bir ülkenin belli bir tarihe kadar birikmişdı
şborç ve alacakları
nıgösteren durum veya belge.
borçsuz
* Borcu olmayan.

borçsuz harçsız
* Hiç borç yapmadan.

borçsuzluk
* Borçsuz olma durumu.

borda
* Geminin veya kayı
ğı
n yanı
.

borda bordaya
* yan yana.

borda etmek
* yandan yanaş
mak.

borda fenerleri
* Gemilerde biri (solda) kı
rmı

, biri (sağda) yeş
il olarak iki yanda yakı
lan fenerler.

borda hattı
* Donanma gemilerinin bir sı
rada ve paralel olarak gitmek için aldı
klarıdurum.

bordalama
* Bordalamak iş
i.

bordalamak
* Gemiyle bir baş
ka gemiye borda bordaya gelmek veya kazayla ona çarpmak.

bordo
* Mora çalan kırmızı
renk, ş
arap tortusu rengi.
* Bu renkte olan.

bordro
* Bir hesabı
n ayrı
ntı
ları
nıgösteren çizelge.

bordür
* Kaldı rı
mları n kenarlarında bulunan taş lar.
* (genellikle giyim kuşam malzemesindeki) Kenar süsü.
* Cilt kapağ ındaki kalı
n çizgiler.
* Banyo, tuvalet ve mutfak gibi ı slak zeminlerde duvar döş
emeleri arası
na konan motifli bir tür fayans.

borik
* Bordan türeyen bir asit ve anhidrite verilen ad.

borik asit
* Etkisi az, beyaz, sedef görünümde bir madde, asit borik.

borikli

çinde borik asit bulunan.

borina
* Dört köş
e yelkenlerin yan yakaları
na, alt tarafa doğru bağlanan halat.

Bornova misketi
* Bir çeş
it üzüm.

bornoz
* Banyodan çıkarken kurulanmak için kullanı lan, önden açık, havludan yapı lmı
şgiyecek.
* Kuzey Afrika'da Berberîlerin giydikleri baş
lıklı
, geniş
, kı
sa kollu bir üstlük.
borsa
* Bazıtüccarları n ve özellikle sarraflarla değerli kâğ
ıt ve tahvil alı
şveriş
iyle uğraş
anları
n alı
m satı
m ve
değ
işim amacı yla devlet denetimi altında işyaptı klarıyer.

borsa acentesi
* Müş teriden aldı
klarıalı
şve satı
şemirlerini borsada yerine getirip karş
ılı
ğı
nda komisyon alan kimse.

borsa cetveli
* Borsada belirlenen fiyatlarıgösteren günlük bülten.

borsa değeri
* Borsada arz ve talebe göre oluş
an fiyat.

borsa kâğ
ıdı
* Borsada kayı
tlı
, alı
nıp satı
lan hisse senedi.

borsa oyunu
* Borsada oynanan hava oyunu.

borsa simsarı
* Müşteri ile borsa acenteleri arası
nda aracı

k yapan kimse.

borsa tahtası
* Borsada alı
m satı
m fiyatları

n ilân edildiği pano.

borsacı
* Değerli kâğı
t, para ve tahvil üzerine borsa oyunu yapan kimse.

borsacı

k
* Borsacı
nın iş
i veya mesleğ
i.

borş
* Borç (II).

boru
* Bir yerden baş
ka bir yere sı
vıveya gaz aktarmaya yarayan, içi boş
, uçlarıaçı
k, uzun ve dar silindir.
* Nefesle çalı
nan perdesiz madenî çalgı, borazan.

boru ağı
* Tesisatıoluş
turan boruları
n bütünü.

boru askı

* Her tür borunun ası
lması
nda kullanı
lan, lâma demiri veya çelik çemberlerden yapı
lan askı
.

boru bileziği
* Soba boruları
nın ek yerine geçirilen süslü çember.

boru çalmak
* borazan öttürmek.

boru çiçeği
* Çan çiçeği.
* Tatula.

boru çiçeğigiller
* Çan çiçeğigiller.

boru değil (veya boru mu bu?)


* azı msanacak, küçümsenecek, önem verilmeyecek ş
ey değil.

boru hattı
* Doğal gaz arıtma ünitesinden alınan gazı n, bir veya daha fazla dağı

m merkezlerine veya tüketim
merkezlerine doğ
al gaz taşı
nması amacıyla tesis edilen boru ş ebekesi.

boru kabağı
* Boğ
umsuz, boru gibi uzun su kabağ
ı.

boru kelepçesi
* Boruyu duvara tespit etmekte kullanı
lan gereç.

boru mengenesi
* Kesme, dişaçma gibi iş
lemler için borunun sı

ca bağlandı
ğıalet.

boru yolu
* Petrolü, çı
ktı
ğıyerden baş
ka yere akı
tan boru tesisatı
, payplayn.

borucu
* Boru yapı
p satan kimse.
* Boru montajında çalı
şan kimse.

boruk
* Dağlarda yetiş
en, kokulu, süpürge ve yakacak olarak kullanı
lan bir ot türü.

borulu
* Borusu olan.

borumsu
* Boru biçiminde olan.

borusu ötmek
* sözü geçmek, yetkisi olmak.

borusu tutmak (veya üstünde)


* (zenciler için) ağ
zıköpürerek kriz geçirmek, çok öfkelenerek etrafa saldı
rmak.

borusunu çalmak
* çıkar sağladı
ğıkimsenin davası
nıgütmek.

bos
* Bkz. boy bos.

boslu
* Bkz. boylu boslu.

bostan
* Sebze bahçesi.
* Kavun, karpuz tarlası
.
* Kavun ve karpuza verilen ortak ad.

bostan bekçisi
* Bostanıkoruyan ve kollayan kimse.

bostan bozuntusu
* Korkak, yüreksiz, iş
e yaramaz adam.

bostan dolabı
* Sebze bahçesini sulamak için bir at bağ
lanarak diklemesine dönen kovalarla kuyudan su çı
karmaya yarayan
dolap.

bostan kebabı
* Patlı
can ve yeş
illikler ile kuğ
u inceliğ
inin toprak tencerede piş
irilmesiyle yapı
lan kebap.

bostan korkuluğ
u
* Kuşlarıürkütüp yaklaştı
rmamak için tarlaya dikilen kukla.
* Kendisinden beklenilen görevi yapmayan veya kendisinden çekinilmeyen güçsüz kimse.

bostan patlı
canı
* Az çekirdekli, iri ve yuvarlak bir patlı
can türü.

bostancı
* Bostan iş
leriyle uğraş
an kimse.
* Osmanlıtarihinde sarayın korunması
na ve ş
ehrin güvenliğ
ine bakmakla görevli olan erlerden her biri.

bostancıocağı
* Bostancı
ları
n bağ
lıolduklarıocak.

bostancı

k
* Bostan iş
leriyle uğraş
ma.
* Bostancının görevi.

bostanlı
k
* Bostan olmaya elveriş
li yer.

boş
*İ çinde, üstünde hiç kimse veya hiçbir ş ey bulunmayan.
*İ şsiz.
* Bir iş e yaramayan.
* Bilgisiz.
* Görevlisi olmayan (iş , görev), münhal.
* Yapı lacak işi olmayan.
* Verimsiz.
* Anlamsı z.

boş(veya boş ta) gezmek veya gezinmek


* iş
siz güçsüz dolaşmak.

boşatı
p dolu tutmak (vurmak)
* umutsuz olarak giriş
ilen bir iş
, iyi sonuç vermek.

boşbaş
ak dik durur
* bilgisiz olan üstün görünmek için kası

r.

boşbı
rakmak
* bir yerde kimse oturmamak, boşkalmak.

boşbı
rakmamak
* (para, yiyecek gibi ş
eylerle) yardı
m etmek.
* iş
siz bırakmamak.

boşboşbakmak
* amaçsı
z, anlamsı
z ve bilinçsizce bakmak.

boşböğ
ür
* Bkz. böğür.

boşbulunmak
* dikkatsiz ve dalgı
n bulunmak.
* söylenmesi sakı ncalı
olan bir ş
eyi söyleyivermek.

boşçı
kmak
* umduğ
u gerçekleş
memek, sonuç vermemek.

boşçı
kmamak
* bir iş
ten az da olsa, bir kazançla çı
kmak.
boşdönmek
* hiçbir ş
ey elde edemeden geri gelmek.

boşdurmak
* iş
siz kalmak, çalı
şmamak.

boşdurmamak
* her zaman bir iş
le uğraşmak.
* birinin yaptı
ğı
na karşılı
k olarak bir harekette bulunmak.

boşdüş
mek
* (kadı
n) ş
eriat hükümlerine göre kocası
ndan ayrı
lmak.

boşgezenin boşkalfası
* işsiz güçsüz dolaş
an kimse.

boşgezmekten bedava çalı


şmak yeğdir
* çalı
şmak insanıtembellikten kurtarı
r.

boşgözlerle bakmak
* anlamsı
z bakmak.

boşinanç
* Kaynakları
bilimsel ve dinî temele dayanmayan, dar, biçimci inanma, batı
l itikat.

boşkafalı
* akı
lsı
z veya bilgisiz.

boşkâğı

* Eski ş
eriat hükümlerine göre, ayrı
lmak isteyen kocanı
n, karı

na gönderdiğ
i boş
anma kâğ
ıdı
.

boşkalmak
* kimse oturmamak.
* iş
siz kalmak.

boşkile dipsiz ambar


* Bkz. dipsiz kile boşambar.

boşkonuşmamak
* gerçekleri söylemek, bilgisine dayanarak anlatmak.

boşkoymak
* yoksun bı
rakmak, mahrum etmek.

boşküme
* Hiçbir ögesi olmayan küme.

boşlâf
* Gereksiz, verimsiz, iş
e yaramayan ş
ekilde konuş
ma.

boşol (veya olsun)


* erkeğ in karı

nıboş
amak için söylediği söz.

boşolmak
* evlilik birliğ
i sona ermek, boş
anmak.

boşoturmak
* hiçbir iş
i, uğ
raş
ıolmamak.

boşsöz
* Bir düş
ünce anlatmayan, lâf olsun diye söylenmişsöz.
boştorba ile at tutulmaz
* çıkar veya karşı

k gösterilmeden bir kimse bir yere bağ
lanmaz.

boşvermek
* aldı
rmamak.

boşyere
* Boş
una.

boşyerine vurmak
* böğürlerine vurmak.

boşzaman
* Çalı
şarak geçirilen saatler dı
şı
nda kalan süre.

boş
a almak
* askı
ya almak.
* (motorlu araçlarda) vites kolunu vitesten kurtarmak, rölântiye almak.

boş
a çı
karmak
* olumlu bir sonuç alı
nması
nıengellemek.

boş
a çı
kmak
* (umut, düş
ünce gibi ş
eyler) sonuç vermemek, gerçekleş
memek.

boş
a gitmek
* (harcanan emek, para) hiçbir iş
e yaramamak, olumlu bir sonuca ulaş
amamak.

boş
a koysan dolmaz, doluya koysan almaz
* içinden çı
kılamayan güç bir durum karş
ısı
nda kalı
ndı
ğı
nda söylenir.

boş
a vermek
* boşgeçirmek.

boş
alı
m
* Boş
almak iş
i, deş
arj.

boş
alma
* Boşalmak iş i, inhilâl.
* Derdini birine açarak ferahlama, rahatlama.
* Elektrik yükünün baş ka bir iletkene geçiş
i veya sı

ra düş
mesi.

boş
almak
* Boşduruma gelmek, içinde bir ş ey kalmamak, inhilâl etmek.
* Dışarıya akmak, dökülmek.
* Gevş emek, açılmak.
* Derdini, sı
kıntı
sınıbirine anlatarak ferahlamak, deşarj olmak.
* (hayvan) Bağından kurtulmak.

boş
altaç
* Bir kabı
n içindeki havayıboş
altmaya yarayan araç, hava boş
altma makinesi.

boş
altı
* Boş
altı
m.

boş
altı
lma
* Boş
altı
lmak iş
i veya durumu.

boş
altı
lmak
* Boş
altmak iş
ine konu olmak.

boş
altı
m
* Boş altmak işi.
* Sistemlerin çalış
abilmesi için sürekli olarak gereken boş altma iş
lemleri.
* Sindirimden sonra bağ ırsaklarda kalan posanı n, idrar torbası
ndaki idrarın ve ter, tükürük, sümük gibi
salgı
ları
n vücuttan dı şarıatılması
, ifrağ.

boş
altı
m organı
* Vücuttan dı
şarıatı
lmasıgereken maddeleri toplayı
p boş
altan organ.

boş
altma
* Boş
altmak iş
i.

boş
altma havzası
* Suları
nıı
rmağa veya göle veren yerlerin bütünü.

boş
altmak
* Boşduruma getirmek.
* Dökmek, boca etmek.
* Bir silâhta ne kadar mermi varsa hepsini arka arkaya patlatmak.
* Derdini dökmek.
* Kusmak.
* Gevş etmek, açmak.

boş
ama
* Boş
amak iş
i.

boş
amak
* Kanunlara göre iki eş
, aile iliş
kisini kesmek.
* Karı
sıile arası
ndaki nikâh bağı nıbozmak.

boş
andı
rma
* Boş
andı
rmak iş
i veya durumu.

boş
andı
rmak
* Boş anması nısağlamak.
* (karıile kocayı
)İstekleri üzerine kanunlara uyarak ayı
rmak.

boş
anma
* Boşanmak iş i.
* Eşlerden birinin boş
anma ilâmıalması
yla evlilik birliğinin son bulması
.

boş
anma davası
* Eşlerden birinin evlilik birliğ
ine son verecek kararıelde etmek için açtı
ğıdava.

boş
anma ilâmı
* Mahkemenin boş
anmayı
kesin hükme bağ
ladı
ğı
nıbelirterek verdiği resmî belge.

boş
anmak
* (karıve koca) Mahkeme kararıile birbirinden ayrı lmak.
* (hayvan) Baş lı
ğından, koş
um takı mı ndan veya bağı ndan kurtulmak.
* Birdenbire ve bol bol akmak.
* (baskıaltında gergin duran bir ş
ey) Birden ve hızla kurtulmak.
* (kapalıbir yerde bulunan insanlar) Birden dı
şarıçı kmak.
* Dertlerini, yakınmalarınıanlatmak.
* Çok ağlamak.
* Sıyrı
lmak kurtulmak.

boş
atma
* Boş
atmak iş
i.

boş
atmak
* Boş
amak iş
ini yaptı
rmak.
boş
attı
rma
* Boş
atma iş
ini yaptı
rtma.

boş
attı
rmak
* Boş
atma iş
ini yaptı
rtmak.

boş
boğaz
* Saklanmasıgereken ş eyleri söyleyiveren, sı
r saklayamayan, geveze.
* Yerli yersiz konuş
an (kimse).

boş
boğazlık
* Boş
boğ
az olma durumu.

boş
boğazlık etmek
* gereksiz, yersiz, düş
üncesiz konuş
mak.

boş
lama
* Boş
lamak iş
i, ihmal.

boş
lamak
* Bı rakmak.
*İ lgi göstermemek, ihmal etmek.

boş
luk
* Oyuk, çukur, kapanmamı şyer.
* Kesinti, kopukluk.
* Boşgeçen süre.
* Eksiklik, yoksunluk duygusu.
* Yetersizlik.
*İ çinde hiçbir cisim bulunmayan uzay, vakum.

boş
luk tulumbası
* Bkz. boş
altaç.

boş
luklu serpme
* Zımpara üretiminde tanecikler arası
nda %50 boş
luk kalacak biçimde düzenlenen tane yapı
ştı
rma iş
lemi.

Boş
nak
* Bosna halkından veya bu halk ı
n soyundan olan kimse.
* Boşnaklara özgü olan, Boşnaklarla ilgili olan.

Boş
nak güzeli
* Sarısaçlı
, al yanaklı
, ablak yüzlü güzel.

Boş
nakça
* Çoğ
unlukla Bosna-Hersek Cumhuriyet'inde yaş
ayan Bosna Müslümanları
nın kullandı
ğıdil.

Boş
naklı
k
* Boş
nak olma durumu.

boş
ta gezmek
* iş
siz olmak.

boş
ta kalmak
* iş
siz kalmak.

boş
u boş
una
* Gereksiz yere, boş
una.

boş
una
* gereksiz, yararsı
z yere, boşyere, beyhude, nafile.
boş
una
* Boşyere, yararsı
z yere, gereksiz, beyhude, nafile, tevekkeli.

bot
* Küçük gemi.
* Ağaç, plâstik veya kauçuktan yapı
lmı
şküçük sandal.

bot
* Uzun konçlu, kapalıayakkabı
.

botanik
* Bitki bilimi, nebatat.

botanik bahçesi
* Otsu veya çalıtürü bitkilerin yetiş
tirildiği ve incelemelerinin yapı
ldı
ğıhalka açı
k bahçe.

botanik parkı
* Otsu ve çalıtürü bitkiler ve değ
işik ağaç türleri ile düzenlenmiş
, dinlenme ve gezme amacı
yla halka açı
k
genişalan.

botanikçi
* Bitki bilimci.

boy
* Bir şeyin tabanıile en yüksek noktasıarasındaki uzaklık.
* Bir yüzeyde, en sayılan iki kenar arası
ndaki uzaklı
k, en karş
ıtı
.
* Uzunluk.
* Yol, ırmak, deniz kıyısı.
* Kumaşiçin ölçü.
* Süre.
* Uzaklı k.
* Destan.

boy
* Ortak bir atadan türediklerine, birbirleriyle kan akrabalı
ğ ıbulunduğuna inanarak evlenmeyen, toplumsal ve
ekonomik iliş
kilerini anaerkil, ataerkil anlayı
şıuygulayan geleneksel topluluk, kabile, klân.

boy abdesti
*İ slâm dininin gerekli bulduğ
u durumlarda ve biçimde yı
kanı
p abdest alma, gusül.

boy almak (veya sürmek)


* boyu uzamak, boylanmak.

boy atmak
* boyu uzamak, boylanmak, geliş
mek.

boy aynası
*İnsanıbütünüyle gösteren büyük ayna.

boy beyi
* Boyun en saygı
n ve lider kimliğ
ine sahip kiş
isi.

boy bos
* Vücudun yapı sıbakı
mından biçimi.
* Geçerlilik, değer.

boy bos yerinde


* uzun ve biçimli.

boy boy
* Çeş
itli büyüklük ve nitelikte.
boy göstermek
* görünmek.
* gösterişyapmak.

boy menteşe
* Düz yaprak menteş
e benzeri 1,75-3,50 cm uzunluğ
unda menteş
e.

boy otu
* Baklagillerden, çiçekleri mavi, sarıveya beyaz renkli, kurutulan tohumlarıçemen yapı
mında kullanı
lan bir
bitki (Trigonella faenum-graecum).

boy ölçüş
mek
* yarı
şmak.

boy pos
* Bkz. boy bos.

boy vermek
* (su) insan boyunu aş acak kadar derin olmak.
* suya dalarak boyu ile suyun derinliğini ölçmek.
* büyümek.

boy vermemek
* sı
ğolmak, (su) insan boyunu geçmemek.

boya
* Renk vermek, dı şetkilerden korumak için eş
yanı
n üzerine sürülen veya içine katı
lan renkli madde.
* Renk.
* Yazmak için kullanılan mürekkep.
* Aldatıcıgörünüş .

boya çekmek
* boyuna büyümek, uzamak.

boya fı
rçası
* Boya sürmek veya resim yapmak için kullanı
lan değ
işik tür ve ölçülerde fı
rça.

boya kalemi
* Resim yapmak için kullanı
lan değ
işik renkli kalem.

boya kökü
* Bitki köklerinden elde edilen tabiî boya.

boya kullanmak
* boyanmak, makyaj yapmak.

boya kutusu
*İçine çeş
itli renkli kalemleri ve fı
rçalarıkoymaya yarayan kutu.

boya tabakası
* Şablonları
n sulu kenar kapatı

sıile kaplanması
.

boya tabancası
* Sı
vıboyayı
püskürtmek için kullanı
lan alet.

boya tutmak
* (boyanan nesne) iyi boyanı
r olmak.

boya vurmak (veya çekmek, sürmek)


* boyamak.

boyacı
* Boya satan kimse.
* Boyama iş ini, boyacı

ğımeslek edinen kimse.
* Boya satı
lan dükkân.

boyacıküpü
* Bir işin kolayca ve çabucak yapı lamayacağ ı
nıanlatmak için boyacıküpü mü bu? boyacı
küpü değ
il ki
(hemen daldırıp çıkarasın) gibi deyimlerde kullanı

r.

boyacıküpüne girmişgibi
* çok boyalı
kadı n.

boyacısandı ğı
* Ayakkabıboyacı ları
nın boya, fı rça, cilâ gibi gereçlerini koyduklarıve müş
terinin ayağı
nıbası
p ayakkabı


boyattı
ğı, omuza ası
larak taşınabilir bir çeşit küçük sandı k.

boyacı

k
* Boya yapma veya satma iş
i.
* Boyacının yaptı
ğıiş
.

boyahane
* Boya iş
leri yapı
lan yer.

boyalama
* Boyalamak iş
i.

boyalamak
* Geliş
igüzel boya sürmek.

boyalanma
* Boyalanmak durumu.

boyalanmak
* Boya sürülmek.

boyalı
* Boya sürülmüş , boyanmışveya boyaya batı

lmış .
* Renkli.
* (kadı
n için) Yüzünü çok boyamışolan, makyajlı
.

boyalıbasın
* Okuyucunun ilgisini çekmek için renkli fotoğ
rafa yazıve haberden çok yer veren, kupon veya çekiliş
lerle
armağ an dağı
tan bası
n.

boyama
* Boyamak iş i.
* Renkli yazma veya mendil.
* Rengi boya ile sonradan verilmişolan.

boyama kazanı
* Örgü yünlerinin veya ipliklerin boyanma iş
leminin yapı
ldı
ğıbüyük tekne.

boyama kitabı
* Küçükleri eğitici nitelikte içinde boyanacak resimler bulunan kitap.

boyamak
* Boya sürerek veya boyaya batı
rarak renk vermek.
* Ağır söz söylemek, aş
ağılamak.

boyana
* Boyna.

boyanma
* Boyanmak iş
i.

boyanmak
* Boyamak iş i yapı
lmak.
* Kendi kendini boyamak, yüzüne boya sürmek, makyaj yapmak.
* Boya veya renkli bir ş
ey sürülmek.

boyar
* Tuna bölgesinde, Transilvanya'da, Rusya'da soylulara verilen unvan.

boyar
* Boyama özelliğ
i olan madde, boyar madde.

boyar madde
* Bazıortamlarda çözünerek ortama belli renk veren doğ al veya yapay renkli madde.
* Hücre öz suyu içinde eriyik durumunda bulunan renkli madde.

boyasıatmak
* boyası
solmak.

boyası
z
* Boya sürülmemiş .
* Renksiz.
* (kadı
n için) Yüzünü boyamamı
şolan, makyajsı
z.

boyası
zlı
k
* Boyası
z olma durumu.

boyatı
lma
* Boyatı
lma iş
i.

boyatı
lmak
* Boyamak iş
i yaptı

lmak, boya sürdürülmek.

boyatma
* Boyatmak iş
i.

boyatmak
* Boyamak iş
ini yaptı
rmak, boya sürdürmek.

boyayı

* Boyama özelliğ
i olan.

boyca
* Boy bakı
mından.

boydak
* Yükü olmayan yaya.
* Bekâr, yalnı
z, serbest.

boydan boya
* Bir uçtan öbür uca kadar.

boydaş
* Aynıboyda olan.
* Akran.

boydaş

k
* Boydaşolma durumu.

boykot
* Bir iş
i, bir davranı
şıyapmama kararıalma.
* Bir kimse, bir topluluk veya bir ülkeyle amaca ulaş
mak için her türlü iliş
kiyi kesme.

boykot etmek
* bir iş
i, bir davranı
şıyapmama kararıalmak.

boykotaj
* Boykot etmek iş
i.

boykotçu
* Boykot yapan veya boykota katı
lan kimse.

boykotçuluk
* Boykot yapma iş
i.

boylam
* Yeryüzündeki herhangi bir noktanın meridyen dairesiyle baş
langı
ç olarak alı
nan Greenwich gözlem evinin
meridyen dairesi arası
ndaki açıdeğeri, tul.

boylama
* Boylamak iş
i.

boylamak
*İ stemeyerek bir yere gitme durumunda kalmak.
* Batmak.
* Düş mek.
* Yükselmek, çıkmak.
* Destan söylemek, anlatmak.

boylamasına
* Boyu doğrultusunda.

boylanı
ş
* Boylanmak iş
i veya biçimi.

boylanma
* Boylanmak iş
i.

boylanmak
* Boyu uzamak.

boyler
* Kalorifer kazanı
nın sı
caklı
ğı
ndan yararlanarak, içindeki suyun ı


lmasısağlanan depo.

boylu
* Boyu olan.
* Boyu benzerlerinden uzun olan.

boylu boslu
* Uzun boylu, yakı
şı
klı
, gösteriş
li.

boylu boyunca
* Boyu uzanabildiğ
i kadar, boyu uzunluğ
unca.

boylu poslu
* Bkz. boylu boslu.

boyluca
* Uzun boylu gibi olan.

boyna
* Sandalıkı
çtan yürüten kı
sa kürek.
boyna etmek
* sandalı
kıçtan tek kürekle yürütmek.

boynu altında kalsın!


* ölsün, gebersin.

boynu armut sapına dönmek


* çok zayı
flamak.

boynu bükük
* Üzgün, kı

lmı
ş, kimsesiz, acı
nacak ve yardı
m bekler durumda, zavallı
.

boynu eğri
* Asmaları
n yeni sürgünlerini yiyen veya kemiren bağzararlı

.

boynu eğri
* herhangi bir sebeple birine karş
ıdirenecek veya söz söyleyecek durumda olmayan.

boynu kı
ldan ince olmak
* haksı
z olduğu anlaş
ıldı
ğı
nda verilecek her cezaya razıolmak.

boynuna
* üstüne.

boynuna almak
* bir ş
eyi borç veya ödev olarak üzerine almak.

boynuna geçirmek
* bir ş
eyi kendine mal etmek, zimmetine geçirmek.

boynunda kalmak
* bir sözü iletmediğ
i veya birine ödenecek parayı
ödemediğ
i için üzerinde borç kalmak.

boynunu bükmek
* acındı rıcı, çaresiz bir durumda kalmak.
* bir durumu, bir iş i ister istemez kabul etmek.
* (bitki için) canlılığı nıyitirmek.

boynunu kırmak
* çekip gitmek.

boynunu uzatmak
* her ş
eye, her cezaya razı
olmak.

boynunu vurmak
* baş
ınıkeserek öldürmek.

boynuz
* Bazıhayvanları
n başında bulunan, tı
rnaksıbir maddeden, uzun, kı
vrık veya çatallıkorunma organı
.
* Bu organdan yapı
lmı ş
.
* Kurşun borudan kol alma iş
leminde kullanı
lan demirden yapılmışalet.

boynuz çekmek
* boynuz kullanarak kan çekmek, hacamat etmek.

boynuz dikmek
* (kadı
n) baş
ka erkekle iliş
ki kurarak kocası
nıaldatmak.

boynuz eğmek
* istemeyerek uymak, karş
ıtarafı
n gücünü kabul etmek.

boynuz isterken kulaktan olmak


* daha iyisini, mükemmelini ararken mevcut olanıyitirmek, Dimyat'a pirince giderken evdeki bulgurdan
olmak.

boynuz kulağıgeçmek
* bir konuda daha sonra yetiş
enler yetenek bakı
mından eskileri geçmek.

boynuz takmak (veya takı


nmak, taktırmak)
* (koca) karı
sıbaş
ka bir erkekle iliş
ki kurarak aldatı
lmak.

boynuzlama
* Boynuzlamak iş
i.

boynuzlamak
* (hayvan) Boynuzu ile vurmak, süsmek.
* (kadı
n için) Kocası
nıbaş ka bir erkekle aldatmak.

boynuzlanma
* Boynuzlanmak iş
i veya biçimi.

boynuzlanmak
* Boynuzu çı kmak.
* Boynuz batı rı
lmak, boynuz yarasıalmak.
* (erkek için) Karı
sıveya bir kadı
n yakınıtarafı
ndan aldatı
lmak.

boynuzlaşma
* Boynuzlaş
mak iş
i veya durumu.

boynuzlaşmak
* Boynuz durumuna girmek.

boynuzlatma
* Boynuzlatmak iş
i.

boynuzlatmak
* Erkek, karı
sıveya bir kadı
n yakı
nıtarafı
ndan aldatı
lmak.

boynuzlu
* Boynuzu olan (hayvan).
* Karısı
nın veya kadı
n yakınları
ndan birinin iffetsizliğine göz yuman (erkek).
* Troleybüs.

boynuzlugiller
* Keçi, koyun, sı
ğı
r ve antiloplarıiçine alan, içi boşolan boynuzlarısürekli kalan ve dallıolmayan,
omurgalıların memeliler sı
nıfı
.

boynuzluteke
* Kı n kanatlı
lardan, kurtçuğ
u meş
e ağ
açları
nda yaş
ayan bir böcek (Carambyx).

boynuzsu
* Boynuza benzer, boynuz gibi.

boynuzsuz
* Boynuzu olmayan.

boysuz
* Boyu benzerleri arası
nda kı
sa olan.

boyu
* (bir isim tamlaması
nda tamlanan olduğ
unda) süresince, boyunca.

boyu (bosu) devrilsin (veya devrilesi)


* "ölsün" anlamı nda ilenç sözü.
boyu (veya boyuna, boyunca) beraber
* kendi boyu kadar.

boyu bacadan mıaş tı


?
* daha evlenecek yaş
ta değ
il.

boyu boyuna, huyu huyuna


* karıkoca veya arkadaş
lar arası
nda her bakı
mdan uygunluk olmasıgerekir.

boyun
* Gövdenin baş la omuz arasında kalan bölgesi.
* Şiş
e, güğüm gibi kapları
n veya vida, cıvata gibi araçları
n dar olan üst bölümü.
* Sorumluluk.
* Dağsı rtları
nda geçmeye elveriş
li alçak yer.

boyun bağı
* Gömlek yakası
nın altı
ndan geçirilip süs olarak bağ
lanan uzun, enlice kumaşparçası
, kravat.

boyun bir karışuzadı


* gereğ
i olmayan o iş
i yapmakla sanki yükseldin anlamı
nda söylenir.

boyun borcu
* Yapı
lmasıgereken ödev, vecibe.

boyun bükmek
* Bkz. boynunu bükmek.

boyun eğmek
* isteyerek veya istemeyerek uymak, katlanmak.

boyun kesmek
* baş
ını
eğmek.

boyun kı
rmak
* saygıduyulan bir kimse karş
ısı
nda, ayakta iken baş
ıöne bükmek.

boyun olmak
* kefil olmak.

boyun vermek
* buyruk altı
na girmek.

boyuna
* Ene dik olarak, boyunca, uzunlaması
na, tulânî.
* (bo'yuna) Ara vermeden, durmaksızın.

boyuna bosuna bakmadan


* fizik yapı

nın gereğince geliş
memişolması
nıgöz önünde bulundurmadan.

boyunca
* Boyu veya uzunluğu kadar.
* Sürdüğü zaman kadar, süresince.

boyunca çocuğ u olmak


* yetiş
kin çocuğu olmak.

boyunduruğ a atmak (veya almak)


* (güreşte) hasmın baş
ınıkoltuk altı
na alı
p boynuna kol dolamak.

boyunduruğ a vurmak
* baskıaltı
na almak.
boyunduruk
* Çift süren veya arabaya koş ulan hayvanların birlikte yürümelerini sağ
lamak için boyunları
na geçirilen bir
tür ağaç çember.
* Zulüm ve zorbalı k baskısı, esaret.
* Güreş te hasmı n başı
nıkoltuk altı na alı
p boynuna kol dolama oyunu.
* Kapıveya pencere gibi açı klı kları
n üzerine konulan ağaç, taşveya beton kiriş, lento.
* Mengenenin üst yanı ndaki kemer biçimli bölüm.

boyunduruk altına girmek


* başkasının baskı
sıaltı
nda kalmak.

boyunduruk parası
* Bir mahalleden veya köyden baş
ka yere gelin götürülürken, kaynatanı
n, gelinin ayrı
ldı
ğıyerin delikanlı
ları
na
verdiğ
i bahş iş.

boyunlandırmak
* Kapsam kazandı
rmak.

boyunlu
* Boynu olan.

boyunluk
* Boyuna sarı
lan ş
ey, boyun sargı

.

boyunun ölçüsünü almak


* kendi yetersizliğ
ini, beceriksizliğini anlamak; beklediği yakı
nlı
ğıgörememek.

boyut
* Bir cismin herhangi bir yöndeki uzanı mı .
* Nitelik, geniş lik, kapsam.
* Durum.
* Doğruları n, yüzeylerin veya cisimlerin ölçülmesinde ele alı
nan üç doğ
rultudan uzunluk, geniş
lik ve
derinlikten her biri, buut.

boyut katmak
* baş
ka veya yeni bir görüşaçı
sıvermek, geniş
lik, kapsam ve içerik kazandı
rmak.

boyut kazanmak
* yeni bir durum, içerik, geniş
lik, kapsam kazanmak.

boyutlandı
rma
* Boyutlandı
rmak iş
i.

boyutlu
* Boyutu olan.

boyutsuz
* Boyutu olamayan.

boz
* Açık toprak rengi.
* Bu renkte olan.
* Açılmamı ş, sürülmemiş(toprak).

boz bulanı
k
* Çok bulanı
k.

boz madde
* Sinir hücrelerinden oluş
an, beyinde dı
ş, omurilikte iç tabaka.

boz yel
* Lodos.

boza
* Arpa, darı
, mı

r, buğ
day gibi tahı
lları
n hamurunun ekş
itilmesiyle yapı
lan koyuca, tatlıveya mayhoşiçecek.

boza gibi
* (sı

lar için) koyu ve bulanı
k.

boza olmak
* utanmak, bozum olmak.

bozacı
* Boza yapan veya satan kimse.

bozacı

k
* Boza yapma veya satma iş
i.

bozahane
* Boza yapı
lan yer.

bozarı
k
* Bozarmı
şolan.

bozarma
* Bozarmak iş
i veya durumu.

bozarmak
* Rengi boz olmak, renk değ
iştirmek, rengini atmak.

bozayı
* Tehlikeli bir cins ayı
.

bozbakkal
* Karatavukgillerden, boz renkli ardı
ç kuş
u (Turdus pil ris).

bozca
* Rengi boza çalan.
*İ ş
lenmemiş , çalı

k toprak, ham tarla.

bozdoğ
an
* Bir doğan türü (Falco aesalon).
* Yeniçeriler tarafı
ndan kullanılan ve atları
n eyerlerinde ası
lıduran altıtoplu gürz.

bozdur bozdur harca


* çok az olan ş
eyler için alay olarak kullanı

r.

bozdurma
* Bozdurmak iş
i.

bozdurmak
* Bozmak iş
ini yaptı
rmak.

bozdurtma
* Bozdurtmak iş
i veya durumu.

bozdurtmak
* Bozdurmak.

bozdurulma
* Bozdurulmak iş
i veya durumu.

bozdurulmak
* Bozmak iş
i yaptı

lmak.

bozgeven
* Yurdumuzda Erciyes dağ
ında yetiş
en bir geven türü (Astragalus microcephalus).

bozgun
* Bir toplulukta karşılı
klıgüvenin bozulmasıile beliren karı
şı
klık.
* Yenilen bir ordunun, düzen bağı nıyitirerek asker onurunun gerektirdiğ
i bütün bağları
bozması
, hezimet.
* Bu durumda bulunan.
* Morali bozulmuş , çökmüş , yı
lgı
n.

bozguna uğ ramak (veya vermek)


* yenilip periş
an olmak, dağı
lmak, hezimete uğ
ramak.

bozguncu
* Bozgunluk yaratan (kimse, güç vb.).

bozgunculuk
* Bozguncuya yakı
şı
r davranı
ş.

bozgunluk
* Bozgun.
* Bozgun olanı
n durumu.

bozkı
r
* Kurakçı
l otsu bitkilerden oluş
an, sı
cak ve ı

man iklimlerde genişalanlara yayı
lan, ağaçsı
z doğ
al bölge, step.

bozkı
r kedisi
* Genellikle bozkı
rlarda yaş
ayan yabanî kedi (Otocolobus manul).

bozkı
r koyunu
* Asya koyunu (Ovis vignei).

bozkı
r tavuğu
* Bağı
rtlak.

bozkı
rlaş
ma
* Bozkı
rlaş
mak iş
i veya durumu.

bozkı
rlaş
mak
* Bozkı
r durumuna gelmek.

bozkurt
* Birçok Türk destanı
nda yer alan kutsal hayvan.

bozlak
* Orta ve Güney Anadolu'nun birçok bölgelerinde bir türkü ezgisi.
* Bu ezgiyle söylenen, konusu acı
klıtürküler.

bozlama
* Bozlamak eylemi.

bozlamak
* (deve) Bağ
ırmak.
* Çığlı
k koparmak.

bozma
* Bozmak iş i.
* Biçimi ve kullanı

şıdeğiş
tirilmiş
.

bozmacı
* Eski ş
eyleri alı
p bozarak parça parça satan kimse.
bozmak
* Bir şeyi kendisinden beklenilen iş i yapamayacak duruma getirmek.
* Bir yerin, bir şeyin düzenini karı ş
tı rmak.
* Dokunmak, zarar vermek.
* Kötü duruma getirmek.
* Geçersiz bir duruma getirmek.
* Büyük parayı ufak birimlere ayı rmak.
* Bir kimseyi beklemediğ i bir davranı şkarşı
sında bı
rakarak veya sözünü yalana çı
kararak küçük düş
ürmek.
* Bozguna uğ ratmak, yenmek, mağlûp etmek.
* Altınıparaya çevirmek, bozdurmak.
* Bağveya bostanı n son ürününü toplamak.
* Kızlığına zarar vermek.
* Aklını yitirecek derecede bir ş eye düş kün olmak.
* Biçimini ve kullanı lı
şı
nıdeğ iştirmek.
* Bırakmak, dağı tmak.

bozördek
* Tatlısularda bulunan bir tür ördek.

bozrak
* Rengi boza çalan.

bozuk
* Bozulmuşolan.
* (bir organ) Görevini yapamaz duruma gelmiş
.
* Kı zgın, sı
kıntı

.
* Madenî, küçük değerli para.
* Kötümser, gergin, huzursuz, karı
şı
k.

bozuk
* Türk halk müziğ
inde, bağ
lamadan biraz büyük ve meydan sazı
ndan küçük dokuz telli bir saz.

bozuk çalmak
* canısı

lmı
ş, yüzü ası
lmı
şolmak.

bozuk düzen
* Düzensiz, düzeni bozuk olan.

bozuk para
* Ufak birimlere ayrı
lmı
şpara, ufaklı
k, bozuk.

bozuk para gibi harcamak


* değ erini düş
ürecek biçimde bir kimseden yararlanmaya kalkı
şmak.

bozukça
* Biraz, bozuk, bozuk gibi.

bozukluk
* Bozuk olma durumu.
* Bir paranı
n ufak birimlere ayrı
lmı
şdurumu, ufaklı
k, bozuk para.

bozulma
* Bozulmak iş
i.

bozulmak
* Bozmak iş ine konu olmak.
* (yiyecek için) Kokmak, yenilemeyecek duruma gelmek, ekş
imek.
*İ yi ve değerli niteliğ
ini yitirmek.
* Bir şeye kızmak, içerlemek.
* Sağlığınıyitirip zayıflamak.
* Dağı lmak, bozguna uğ ramak.
bozuluş
* Bozulmak iş
i veya biçimi.

bozum
* Bozulmak iş
i, utangaçlı
k, mahçupluk.

bozum etmek
* utandı
rmak, mahcup etmek.

bozum havası
* Utangaçlı
k, mahcupluk, yenilmiş
lik.

bozum olmak
* utanmak, utanacak duruma düş
mek, mahcup olmak.

bozumca
* Kurş
un renginde iri bir kertenkele.

bozuntu
* Bozulmuşbir şeyin kalan bölümleri, döküntü.
* Kendinde bulunmasıgereken nitelikleri taş
ımayan kimse veya ş
ey.
* Şaş
kınlı
ğa düşme.

bozuntuya uğramak
*ş aş
kınlı
ğa kapı
lmak.

bozuntuya vermemek
* bir kimsenin hoş
a gitmeyen bir durumunda fark etmemişgibi davranmak.

bozuş
ma
* Bozuş
mak iş
i.

bozuş
mak
* Aralarıaçı
lmak.

bozuş
uk
* Aralarıaçı
lmı
ş, bozulmuşolan.

bozuş
ukluk
* Bozuk durumda, karş
ılı
klıbozulma içinde.

bozyürük
* Üstü hafif benekli, baş
ıküçük, kuyruğu kalı
n ve kı
sa, zehirsiz ve zararsı
z bir yı
lan (Eryx).

böbrek
* Kandaki zararlımaddeleri süzen, idrar salan, omurganı
n sağve sol yanı
nda bulunan çift organlardan her
biri.

böbrek taşı
* Böbreklerde oluş
an taş
.

böbrek üstü bezi


* Böbreklerin üstünde bulunan, hormon niteliğ
inde salgı
sıolan bez (II).

böbrek yağı
* Kasaplı
k hayvanları
n böbreklerinin çevresinde oluş
an yağ
.

böbreksi
* Böbrek biçiminde olan.

böbür
* Memelilerden, sı
cak ülkelerde yaş
ayan, derisi benekli, yı
rtı
cıhayvan (Hyrax syriensis).
* Böbürlenme, kibir.

böbürlenme
* Böbürlenmek iş
i.

böbürlenmek
* Övünerek kabarmak, kurulmak.

böbürlenmek
* çok böbürlenmek.

böbürtü
* Böbürlenme.

böce
* Böcü.

böcek
* Eklem bacaklı ları
n, altıbacaklı
, çoğu kanatlıve vücutlarıbaş, göğ üs, karın olarak eklemlerden oluşmuş
hayvan sı
nıfı, haş
ere.
* Kelebek, kurt ve tı
rtılın dı
şı
nda kalan küçük hayvancı klara verilen ad.
*İ stakoza benzer, uzunluğu 30-40 cm kadar olan, sarırenkli, kısa kıskaçlı, yenilen bir deniz hayvanı
.

böcek bilimci
* Böcek bilimi uzmanı
, entomolojist.

böcek bilimi
* Böceklerin yapı


, yaş
ayı
şı
nıve hastalı
k yapı
cıniteliklerini inceleyen bilim dalı
, entomoloji.

böcek çı
karmak
* ipek böceğ
i yetiş
tirmek.

böcek gibi
* ufak tefek ve esmer (çocuk).

böcek kabuğu
* Mor ile yeş
il arası
nda ve metal parlaklı
ğı
nda olan renk.
* Bu renkte olan.

böcekbaş
ı
* Osmanlıİ
mparatorluğunda zabı
ta görevlisi.

böcekçil
* Böcek yiyen, böcekle beslenen (hayvan veya bitki).

böcekçiller
* Omurgalıhayvanlardan memeliler sı


na giren, böcek yiyen, karada yaş
ayan hayvanlar takı
mı.

böcekhane
* Böceklik.

böcekkapan
* Örnek bitkisi drosera olan ve bazıorganlarıböcek yakalamaya, sindirmeye elveriş
li olan bitkilerin ortak
adı
.

böceklenme
* Böceklenmek iş
i.

böceklenmek
*İçinde veya üstünde böcek üremek.
böcekler
* Vücutlarıbaş , göğ
üs ve karı
n olarak üç bölgeye ayrı
lan, duyargalarıbirer, kanatlarıikiş
er, ayakları
yla ağı
z
parçalarıüçer çift olan eklem bacaklı
lar sı

fı.

böcekli

çinde veya üstünde böcek bulunan, böceklenmiş
.

böceklik

pek böceğ
i yetiş
tirilen yer, böcekhane.

böceksavar
* Evdeki zararlı
böcekleri savı
p öldürmekte kullanı
lan ve ilâç püskürten sprey.

böceksiz

çinde böcek bulunmayan.

böcelenme
* Böcelenmek iş
i veya durumu.

böcelenmek
* (tahı
l) Böceklenmek.

böcü
* Kurt.
* Böcek.
* Çocuklarıkorkutmak için söylenen ve hayalet, hortlak vb. gibi hayalî bir varlı
ğa verilen ad.

böcül böcül
* Gözlerini iki yana oynatarak (bakmak).

böğ
* Eklem bacaklı
lardan, soluk sarırenkli, zehirli bir örümcek türü.

böğür
*İ nsan ve hayvan vücudunun kaburga ile kalça arası
ndaki bölümü, boşböğ
ür.
* Yan taraf.

böğüre böğüre
* Bağ ı
rarak.

böğürme
* Böğ
ürmek iş
i.

böğürmek
* (öküz, manda, deve) Bağı rmak.
* (insan) Anlaş
ılmaz bir biçimde yüksek sesle bağ
ırmak.

böğürtlen
* Gülgillerden, bahçe çitlerinde, yol kenarları
nda kendiliğ
inden yetişen dikenli ve çok yı
llı
k bir çalı
, diken
dutu (Rubus caesus).
* Bu bitkinin önce kırmı zıiken olgunlaş ınca kararan mayhoşyemiş i.

böğürtlenlik
* Böğ
ürtlen çalı
ları
nın çok olduğ
u yer.

böğürtme
* Böğ
ürtmek iş
i.

böğürtmek
* Böğ
ürtmek iş
ini yaptı
rmak.

böğürtü
* Böğ
ürme sesi.

böğürüş
* Böğ
ürmek iş
i veya biçimi.

böke
* Kahraman, güçlü kimse.
* Ulusal veya uluslar arasıbir yarı
şmada ilk dereceyi alan, birinci olan (kimse), ş
ampiyon.

bökelik
* Böke olma durumu, ş
ampiyonluk, ş
ampiyona.

böldürme
* Böldürmek iş
i.

böldürmek
* Bölmek iş
i yaptı

lmak.

bölen
* Bir bölme iş
leminde bölünen sayı
nın kaç eş
it parçaya ayrı
ldı
ğı
nıgösteren sayı
.

bölge
* Sı
nırlarıidarî veya ekonomik birliğe, toprak, iklim ve bitki özelliklerinin benzerliğ
ine veya üzerinde yaş
ayan
insanları
n aynısoydan gelmişolmaları na göre belirlenen toprak parçası , mı ntıka.
* Vücut yüzeyinde sı nırları
belli herhangi bir bölüm, nahiye.

bölgeci
* Belli bir bölgenin çı
karlarıiçin çalı
şan (kimse).

bölgecilik
* Belli bir bölgenin çı
karlarıiçin çalı
şma durumu.

bölgesel
* Bölge ile ilgili veya bir bölgeye özgü olan.

bölme
* Bölmek iş i, ayı
rma, parçalama, taksim.
* Salon, oda veya sofa gibi büyük bir yerden ayrı lmışdaha küçük yer.
* Büyük bir yeri, alanıküçük oda veya kı sımlara ayı
ran ince duvar veya tahta perde.
* Bölmek iş lemi, taksim.
* Cins kavramları nıtür, alt tür kavramlarına ayırmak işi.
* Gemilerin içinde, su baskı nı
, yangın gibi durumlarda, ara kapılar kapanı
nca arızanın veya hasarı
n
yayı
lması
nıönlemek için kullanı lan birbirlerinden ayrılmışyerler.
* Kalın ağaç gövdesinden odun veya tekne yapmak için ayrı lan tomruk.

bölme iş
areti
* Bölme iş
leminin yapı
lacağ
ınıifade eden bölü "/" iş
areti.

bölmeç
* Ambalâj içinde bulunan malları
birbirinden ayı
rmaya yarayan koruyucu parça.

bölmek
* Bir bütünü iki veya daha çok parçaya ayı rmak, taksim etmek.
* Birliğ
in bozulması na yol açmak, parçalamak.
* Bir niceliğ
i iki veya daha çok eşit parçaya ayı
rmak.

bölmeli
* Bölme ile ayrı
lmı
şolan.

bölü
* Bölme iş
lemini gösteren iş
aretin "/" okunuş
u, taksim; "a/b" anlatı
mı, "a bölü b" diye okunur.
* Bir bayağı
kesrin gösteriliş
inde pay ile payda arası
na konulan yatay çizginin okunuş
u; "a/b" kesri "a bölü
b" diye okunur.

bölücü
* Bölme iş ini yapan, bölen.
* Bir topluluğu, birliğ i parçalama, bölme amacında olan, fesatçı
, münafı
k.
* Bir siyasî partinin birliğini parçalamayı
, bozmayıamaç edinen kimse.

bölücülük
* Bölücünün yaptı
ğıiş
, ara bozuculuk.

bölük
* Bir bütünden ayrılmışolan parça, kı sı
m.
* Saç örgüsü.
* Hizip.
* Takı mlardan oluşan, üçü veya dördü bir tabur oluş
turan ve öbür birliklerin temeli sayı
lan birlik.
* On kuralına göre yazılan bir tam sayını
n, sağdan sola doğru üçer üçer ayrı lan basamaklarından her bir üçlü
takı
mı.

bölük bölük
* Parçalara ayrı
lmı
ş, kı

m kı

m.

bölük pörçük
* Bütünlüğ
ü sağlanamamı
şdurumda, parça parça.

bölükbaş
ı
* Yeniçeri ordusunda üst rütbeli bir görevli.

bölüm
* Bir bütünü oluş turan parçaları
n her biri, kı

m.
* Bir kuruluş un yönetim birimlerinden her biri, departman, seksiyon.
* Bir okul veya üniversitenin herhangi bir bilim ve uzmanlı k dalında eğ itim sağlayan birimlerinden her biri,
departman.
* Çağ , devir.
* Bölme iş lemi sonunda elde edilen sayı .
* Canlı ları
n bölümlenmesinde filumları n bir araya gelmesiyle oluşan birlik.

bölümleme
* Bölümlemek iş
i, sı

flama, tasnif.

bölümlemek
* Birçok ş
ey arası
nda, birbirine eş
it veya benzer olanlarıkümelere ayı
rmak, sı
nıflamak, tasnif etmek.

bölümlendirme
* Bölümlendirmek iş
i, sı
nıflandı
rma.

bölümlendirmek
* Bir ş
eyi bölümlere ayı
rmak, sı

flandı
rmak.

bölümleniş
* Bölümlenmek iş
i veya biçimi.

bölümlenme
* Bölümlenmek iş
i veya durumu.

bölümlenmek
* Bölümlemek iş
ine konu olmak, sı

flanmak.

bölümsel
* Bölünme ile ilgili, kı
smî.

bölünebilme
* Kalansı
z bölünür olma durumu.

bölünen
* Bölme iş
lemine uğratı
lan sayı
; eş
it bölümlere ayrı
lmasıgereken miktar veya sayı
.

bölüngü
* Fraksiyon.

bölünme
* Bölünmek iş i.
* Hücrelerin, belli bir büyüklüğe varınca eşit bölümlere ayrı

p çoğalması
.
* Yarış
ta toplu olarak koş arken birbirinden ayrılma.

bölünmek
* Bir bütün, belirli bölümlere, parçalara ayrı
lmak.

bölünmez
* Parçalanamaz, ayrı
lamaz.

bölünmezlik
* Bölünmez olma durumu.

bölüntü
* Bölünmüşparça.
* Fraksiyon.

bölüntüler
* Bir bütünün ayrı
lmı
şolduğ
u bölümler, taksimat.

bölünüş
* Bölünmek iş
i veya biçimi.

bölüş
* Bölmek iş
i veya biçimi.

bölüş
me
* Bölüş
mek iş
i.

bölüş
mek

ki veya daha çok kimse araları
nda herhangi bir ş
eyi paylaş
mak, üleş
mek, payı
nıalmak, taksim etmek.

bölüş
türme
* Bölüş
türmek iş
i.

bölüş
türmek
* Bölüş
mek iş
ini yaptı
rmak.

bölüş
üm
* Bölüş
me, paylaş
ma.

bölüt
* Eklem bacaklıları
n vücudunu oluş
turan yan yana dizili parçaları
n her biri, halka.
* Zigotun bölünmesinden sonra embriyonda ortaya çıkan ve az çok birbirine benzeyen parçaları
n her biri.

bölütlenme
* Döllenmişyumurtanı
n blâstulayıoluş
turuncaya dek art arda bölünmesi.

bölütlü
* Bölütlere, halkalara ayrı
lmı
şolan.

bön
* Budala, saf.
bön bön
* Budala ve safca bakarak.

bön bön bakmak


* anlamayarak, safça, ş
aşkı
nşaş
kın bakmak.

bönce
* Budala, saf (bir biçimde).

bönleş
me
* Bönleş
mek iş
i.

bönleş
mek
* Bön duruma gelmek, aptallaş
mak.

bönlük
* Bön olma durumu, budalalı
k, aptallı
k, sersemlik, saflı
k.

börek
* Açı
lmışhamurun veya yufkanı
n arası
na, peynir, kı
yma, ı
spanak gibi ş
eyler konularak piş
irilen çeş
itli
biçimlerde hamur iş
i.

börek açmak
* börek yapmak için hamurdan ince yufkalar hazı
rlamak.

börekçi
* Börek yapan veya satan kimse.

börekçilik
* Börek yapma veya satma iş
i.

böreklik
* Börek yapmaya elveriş
li olan, börek için ayrı
lmı
şolan.

börk
* Genellikle hayvan postundan yapı
lan baş

k.

börkenek
* Gevişgetiren hayvanları
n midelerinin ikinci bölümü.
* Yağmurdan veya soğ uktan korunmak için giyilen ucu sivri boş
luk, külâh.

börtme
* Börtmek iş
i.

börtmek
* Az piş
irmek, haş
lamak.

börttürme
* Börttürme iş
i.

börttürmek
* Börtmek iş
i yaptı

lmak.

börtü böcek
* Çeş
itli böcekler.

börtük
* Haş
lanarak veya ateş
te biraz kı
zartı
larak piş
mişolan (ş
ey).

börtülme
* Börtülmek iş
i.
börtülmek
* Börtmek iş
ine konu olmak.

börülce
* Fasulyeye benzer bir bitki ve bunun göbeğ i koyu benekli tohumu (Vigna sinensis).
* Bu bitkinin sebze olarak yararlanı
lan yeş
il ürünü.

bösme
* Bösmek iş
i.

bösmek
* Bir madde birdenbire gaz durumuna gelerek patlamak, infilâk etmek.

böyle
* Bunun gibi, buna benzer.
* Bu yolda, bu biçimde.
* Bu derece.
*İ çinde "ne", "nası
l" gibi sorular bulunan cümlelerin sonuna geldiğ
inde, o cümlede anlatı
lan ş
eyin hoş
karş
ılanmadı ğınıveya ona şaşıldığınıanlatır.

böyle baş
a, böyle tı raş
* kişilere yaraşan iş
lemler uygulanı
r.

böyle böyle
* Böylelikle.

böyle gelmişböyle gider


* her zaman böyle olmuş
, gene de böyle olacak.

böylece
* Tam böyle, bu biçimde.
* Sonunda, böylelikle.

böylecene
* Böylece, böylelikle.

böylelikle
* Bu yolda yürüyerek, sonunda.

böylemesine
* Bu biçimde, bu yolda.

böylesi
* Bunun gibisi, bu biçimde olanı
.

böylesine
* Aş
ırıbir biçimde.

Br
* Brom elementinin kı
saltması
.

brahma

ri yapı

, bacaklarıtüylü, paçalıbir tavuk ı
rkı
.

Brahman
* Hint kastları
nda ilk kast.
* Bu kasttan olan kimse.

Brahmanizm
* Brahmanlı
k.
Brahmanlı
k
* Kalı

m yoluyla geçen bir kast bölünmesine dayalıtoplumsal bir kuruluş
u içeren Hint dini, Brahmanizm.

braket
* Dikiş
ten çı
kan kitapları
n sı
rtı
na makine ile bez geçirme.

brakisefal
* Kafatası

n ön alt eksenine göre kı
sa olan (kimse), kı
sa kafalı
.

branda
* Gemilerde tayfa ve erlerin yattı
ğıdikdörtgen biçiminde, astarlanmı
şbezden yapı
lan, halatlarla bir yere
tutturulan ası
lıyatak.

branda bezi
* Keten ve pamuk ipliğ
inden sı
k ve sağ
lam dokunmuşbez.

branş
* (bilim için) Dal, kol.

bravo
* Aferin, yaş
a!.

bre
* "Ey, hey" anlamı nda kullanı lı
r.
* "Be" yerine kullanılı
r.
* "Vay" gibi şaşma anlatı r.
* Tekrarlanan iki emir kipi arasına getirilerek iş
in sürekliliğini anlatı
r.
* Şaş
kı nlı
k, coşku anlatı r.

Brehmen
* Bkz. Brahman.

breş
* Doğal çimento ile lâvlı
, kavkı

, kabuklu, kemikli kı

ntı
ları
n kaynaş
ması
yla oluş
muşkütle.
* Bir tür yapay mermer.

brezil
* Baklagillerden bazı
ağaçları
n kı
rmı
zıboya çı
karı
lan odunu.

brı
çka
* Üstü kapalı
, kı
şı
n kı
zak olarak kullanı
lan tek atlı
, yaylı
hafif araba.

briç
* Dört kiş
i arası
nda oynanan bir iskambil oyunu.

brifing
* Bir konuda özet olarak verilen bilgi veya açı
klama.

brik

ki direkli, seren yelkenli, birkaç top taş
ıyan gemi.

brik
* Önde çok yüksek bir oturma yeri, arkada da boylaması
na yerleş
tirilmişoturacak yerleri bulunan dört
tekerlekli, yaylıat arabası
.

briket
* Linyit ve kömür tozundan bası nçla elde edilen yakıt.
* Linyit, kömür tozu ve katran tortusundan bası nçla elde edilen, tuğ
la biçimli yapımalzemesi.

briketçi
* Briket yapan veya satan kimse.
briketçilik
* Briketçinin iş
i veya mesleğ
i.

briketleme
* Briketlemek iş
i.

briketlemek
* Briket hâline getirmek.

briyantin
* Saçı
parlatmak ve yatı
rmak için kullanı
lan güzel kokulu bir madde.

briyantinli
* Briyantinle süslenmiş
, briyantin sürünmüş
.

brizbiz
* Pencerelerin çerçevesine, içeriden tutturulan ince perde.

brokar
* Sı
rma veya gümüşiş
lemeli bir tür ipekli kumaş
.

brokkoli
* Küçük, yeş
il yumrular hâlinde olan, haş
lanarak yemeği hazı
rlanan bir tür sebze.

brom
* Atom numarası35, atom ağı rlı
ğı79,909 olan, deniz sularında az, bazıgöllerde çok miktarda bulunan,
yoğ
unluğu 2,97 olan kı
rmı
zırenkli, pis kokulu, zehirli sı
vıbir element. Kı
saltmasıBr.

bromhidrik
* Bromun hidrojenle birleş
mesinden oluş
an.

bromhidrik asit
* Bromun hidrojenle birleş
mesinden oluş
an HBr aside verilen ad.

bromür
* Bromhidrik asidin tuzu veya eteri.

bromürlü
* Yapı

nda bromür bulunan.

bronş
* Soluk borusunun akciğerlere giden iki kolundan her biri ve bunları
n dalları
.

bronş
çuk
* Bronş
ları
n uç dalları
ndan her biri.

bronş
it
* Bronşve bronş
çukları
n iltihaplanması
.

bronz
* Tunç.

bronz gibi
* tunca benzeyen, tunç renginde olan.

bronzlaş
ma
* Bronzlaş
mak iş
i.

bronzlaş
mak
* Bronz rengini almak.

broş
* Kadı
nları
n takı
ndı
kları
süs iğnesi.

broş
ür
* Sayfa sayı
sıaz, küçük kitap, risale.

brovning
* 7.65 mm lik otomatik tabanca.

bröve
* Diploma, ş
ahadetname.

Bruxelles lâhanası
* Bkz. Brüksel lâhanası
.

Brüksel lâhanası
* Ceviz büyüklüğ
ünde bir lâhana türü, Frenk lâhanası
(Brassica oleracea gemmifera).

brülör
* Sı
vıyakı
tıkolayca yanabilecek taneciklere ayı
rarak püskürten araç, yakmaç.

brüt
* Kesintisi yapı
lmamı ş
, kesintisiz (para).
* Kabıile darasıçıkarı
lmadan tartı lan (ağı
rlı
k).

bu
* Yerde, zamanda veya söz zincirinde en yakın olanıgösterir.
* En yakında bulunan bir varlı
ğıveya biraz önce anılan bir ş
eyi iş
aret yolu ile belirtmek için kullanı

r (Çekim

rası
nda bunu, buna, bunda, bundan, biçimlerine girer. Çokluk biçimi bunlar).

bu (veya şu) kadar


* bir sayı
dan sonra gelerek o sayı
dan artı
k miktarıbildirir.

bu abdestle daha çok namaz kı lı



r
* bir tutum veya davranı
şın etkisinin sürekli olacağ
ınıanlatı
r.

bu arada
* Bu süre içinde.
* Birlikte, beraber.

bu cümleden
* bunlar arası
nda, bunlar gibi.

bu gidiş
le
* bu biçimde, bu tarzda.

bu gözle
* bu anlayı
şla.

bu günlerde
* içinde bulunduğumuz zamanda, bu birkaç gün içinde.

bu haysiyetle
* bu bakı
mdan.

bu kabil
* bu gibi, bu türlü.

bu kabilden
* gibi, çeş
idinden.

bu kadar
* bu denli.
bu kadar kusur kadıkı zı
nda da bulunur
* üzerinde durulmaya değmeyecek kadar küçük bir kusurdur.

bu meyanda
* Bkz. bu arada.

bu meyanda
* Bu arada.

bu ne perhiz bu ne lâhana turşusu!


* sözleri ve davranı
şlarıbirbirini tutmuyor, çeliş
iyor.

bu sefer
* Bu defa, bu kez.

bu sı
cağ
a kar mıdayanır?
* aşırıharcamalarla eldeki imkânları
n tükeneceğini anlatı
r.

bu türlü
* böyle, bu biçimde.

bu yüzden
* bundan dolayı
, bunun için.

buat
* Elektrik akı
mıdevrelerinde birleş
tirme yapmak veya akı
mıbir veya daha fazla kollara ayı
rmak için
kullanı
lan araç, kutu.

bubi
* Küçük bir dokunma ile patlayan, kamufle edilmişbombadan oluş
an bubi tuzağ
ıteriminde geçer.

bucak
* Kenar, köş e, yer.
*İlçelerin, bir müdürle yönetilen bölümlerinden her biri, nahiye.

bucak bucak
* Her yerde, her yanda, her tarafta.

bucak bucak aramak


* her yerde aramak.

bucak bucak kaçmak


* bir olay, bir durum veya bir kimseyle karş
ılaş
mamaya çalı
şmak.

buçuk
* (sayıve üleş
tirme sı
fatları
ndan sonra gelir, tek baş
ına kullanı
lmaz) ... ve yarı
m.

buçuklu
* Kesirli.

budak
* Ağacı n dal olacak sürgünü.
* Dal.
* Dalı n gövde içindeki başlangı
ç yeri olan ve tahtalarda görülen yuvarlak koyuca renkte sert bölüm.

budak deliği
* Tahtalardaki budak yerinin çı
karı
lması
ndan sonra açı
lan boş
luk.

budak özü
* Taze sürgün.
budaklanma
* Budaklanmak iş
i.

budaklanmak
* Budak sürmek, dallanmak.

budaklı
* Budağ
ıolan.

budala
* Zekâca geri.
* Bir ş
eye aş
ırıölçüde düş kün.
* Zekâca geri olan kimse.

budala budala
* budala gibi, budalaca.

budalaca
* Budalaya yakı
şı
r (biçimde).

budalacası
na

budalalaş
ma
* Budalalaş
mak iş
i.

budalalaş
mak
* Budala duruma gelmek, budala gibi davranmak.

budalalı
k
* Budala olma durumu.
* Budalaca yapı
lan iş
.

budalalı
k etmek
* akı
lsı
zca davranmak.

budama
* Budamak iş
i.

budamak
* Daha çok ürün almak veya düzgün bir biçim vermek amacı yla ağaç, asma gibi bitkilerin dalları
nıkesmek,
dalları
nıkısaltmak.
* Yeni filiz sürmesi için bir bitkinin dalları
nıkesmek.
* (güreşte) Rakibinin ayakları nıbir ayak oyunu veya vuruş
u ile yerden kesmek.
* Bir ş
eyi eksiltmek, azaltmak.

budanı
ş
* Budanmak iş
i veya biçimi.

budanma
* Budanmak iş
i.

budanmak
* Budamak iş
ine konu olmak.

budatma
* Budatmak iş
i.

budatmak
* Budamak iş
ini yaptı
rmak.

Buddhist
* Buddhizm dininden olan kimse.
Buddhizm
* Tabiatüstü kişileşmişbir tanrıdüşüncesi yerine, salt varlı
ğıkoyarak onun insanda arzu biçiminde
belirdiğ
ini, bundan da ıstırabın doğduğ unu, ı
stıraptan kurtulmak için var olmaktan vazgeçmek gerektiğ ini ileri süren,
Hindistan ve Çin'de yaygı n olan, Buddha'nın ileri sürdüğü mistik dünya görüşü ve din.

Budist
* Bkz. Buddhist.

budun
* Araları
nda töre, dil ve kültür ortaklı
ğıbulunan, boy ve soy bakı
mından da birbirine bağlıinsan topluluğu,
kavim.
* Ulus, millet.

budun betimci
* Etnograf.

budun betimi
* Etnografya, kavmiyat.

budun bilimci
* Budun bilimi uzmanı
, etnolog.

budun bilimi
* Etnoloji, ı
rkiyat.

budun bilimsel
* Etnolojik.

budunsal
* Kavmî, etnik.

bugün

çinde bulunduğumuz gün.

çinde bulunduğumuz çağ, zaman.

çinde bulunduğumuz günde.

bugün bana ise yarın sana


* bugün birinin baş
ına gelen kötü bir durumun, daha sonra baş
kası
nın da baş
ına gelebileceğini hatı
rlatmak
için söylenir.

bugün yarı
n
* çok yakı
nda, nerede ise.

bugünden tezi yok


* hemen ş imdi, derhal.

bugünden yarı
na
* az zaman sonra.
* bugün yaşayanlardan gelecek kuş
aklara.

bugüne bugün
* "unutma ki", "ş
unu iyi bil ki" anlamı
nda kullanı

r.
* bugüne değin.

bugünkü
* Bugüne özgü, bugün olan, bugün yapı
lan.

bugünkü günde
*şimdi, içinde bulunduğ
umuz zamanda, ş
imdiki ş
artlarda.

bugünkü tavuk yarı


nki kazdan iyidir
* sağlanmı
şbir kazancı
n umulan daha büyük bir kazanca feda edilmemesini öğ
ütler.

bugünlük
* Bugün için.

bugünlük yarı
nlık
* çok yakı
nda olmasıbeklenen ş
eyler için söylenir.

buğday
* Buğdaygillerin örnek bitkisi (Triticum).
* Bu bitkinin başaktan ayrılmı ştanesi.

buğday başak verince orak pahaya çıkar


* ihtiyaç duyulan şey değ
er kazanı
r.

buğday benizli
* Açı k esmer.

buğday biti
* Yarı
m kanatlı
lardan, vücudu yeş
il, baş
ısiyah, ekinlere zararlıbir böcek, ekin biti (Sitophilus granarius).

buğday güvesi
* Tahıla zarar veren küçük bir kelebek (Tinea granella).

buğday pası
* Pas mantarı
gillerden asalak bir mantar (Puccinia graminisi).
* Bu mantarın buğ day ve benzeri bitkilerin yaprakları
nda oluş turduğ
u hastalı
k.

buğday rengi
* (ten için) Açı
k esmer.

buğday sürmesi
* Buğday baş
aklarından oluşan ilkel mantar (Tilletia tritici).
* Bu mantarı
n yol açtı
ğıhastalı
k.

buğday unu
* Yabancımaddelerinden temizlenmişve tavlanmı
şbuğ
dayları
n tekniğine uygun olarak öğ
ütülmesiyle elde
edilen bir ürün.

buğdaycı
l
* Bataklı
k yerlerde, patates, pancar tarlaları
nda yaş
ayan göçücü bir kuş(Luscinia svecica cyanecula).

buğdaygiller
* Bir çeneklilerden, örneğ
i buğday, yulaf, arpa, pirinç, çavdar, mı

r, ayrı
k ve çayı
r otları
, kamı
ş, bambu olan,
çiçekleri başak durumunda büyük bir bitki familyası .

buğdaysı
* Buğdayıandı
ran.

buğdaysı
meyve
* Çok ince olan kabuğu, zarı
ndan ayrı
lmayacak derecede kaynaş
mışolan tohum izlenimi veren bir kuru
meyve.

buğdaysı
tane
* Bkz. buğdaysı
meyve.

buğdaysı
tohum
* Bkz. buğdaysı
meyve.

buğra
* Erkek deve, iki hörgüçlü deve.
buğu
* Isı
etkisiyle gaz durumuna geçen sı vı.
* Soğuk bir cisim üzerinde ince bir tabaka durumunda yoğ
unlaş
mışsı

.

buğu evi
* Hastalı
k dolayı

yla mikroplu sayı
lan eş
yanı
n sı
cak buğ
u ile temizlendiğ
i yer, tephirhane.

buğu kebabı
* Et, arpacı
k soğanı
, domates, sarı
msak, kekik ve baharat kullanı
larak hiç su konmadan hazı
rlanan bir et
yemeğ i.

buğul buğul
* Buğu çı
kararak.

buğulama
* Buğulamak iş
i.
* Buğuda piş
miş(yemek).

buğulamak
* Buğudan geçirmek, buğuya tutmak.
* Bazıyemekleri buğu ile piş
irmek.

buğulandı
rma
* Buğulandı
rmak iş
i.

buğulandı
rmak
* Buğulanması
na yol açmak.

buğulanı
ş
* Buğulanmak iş
i veya biçimi.

buğulanma
* Buğulanmak iş
i.

buğulanmak
* Üzerinde buğu oluş
mak, buğu ile kaplanmak.

buğulaş
ma
* Buğulaş
mak iş
i, buharlaş
ma.

buğulaş
mak
* Buğu durumuna gelmek, buharlaş
mak.

buğulaş

rıcı
* Suyu buğ
u durumuna getirmek için kullanı
lan (araç).

buğulu
* Üzerinde buğu bulunan, buğulanmış
.
* Süzgün, dalgı
n bakı
şlıolan (göz).

buğulu buğulu
* Nemli, dolu dolu, yaş

.

buğur
* Buğra.

buğusu üstünde
* sı
cak sı
cak, sı
caklı
ğıazalmamı
şdurumda.

buhar
* Isı
etkisiyle sı

ları
n ve bazıkatı
ları
n dönüş
tükleri gaz durumu.
buhar kazanı
* Buhar elde etmekte kullanı
lan kazan.

buhar kurutucusu
* Buhar içerisindeki su damlacı
kları
nıayı
ran ve kuru buhar elde edilmesini sağlayan araç.

buhar makinesi
* Buhar bası
ncı
yla iş
leyen makine.

buhar olmak
* yok olmak, kaybolmak.

buhar valfı
* Buharlıı

nma sisteminde, kalorifer dairelerinde buhar akı
şı
nıkesmeye ve dengelemeye yarayan alet.

buharlaş
ma
* Buharlaş
mak iş
i, buğ
ulaş
ma, tebahhur.

buharlaş
ma noktası
* Bir sı
vını
n kaynatı
lma sonucunda buhar durumuna geçme derecesi.

buharlaş
mak
* Buhar durumuna dönüş mek, buğ ulaş
mak, tebahhur etmek.
* Dalgı
nlaşmak, hayaller içinde kalmak.

buharlaş

rıcı
* Buharlaş
ma iş
lemini gerçekleş
tiren alet.

buharlaş

rma
* Buharlaş

rmak iş
i.

buharlaş

rmak
* Bir sı
vıyıkaynatarak buhar durumuna getirmek.
* Bir sı
vıyıince damlacıklar durumunda damıtmak.

buharlayı

* Buhar hâline getiren (makine vb.).

buharlı
* Buharıolan.
* Buhar gücü ile çalı
şan.

buharlıgemi
* Buhar gücüyle çalı
şan gemi.

buharlıı

tma
* Buharı
n taş
ıdı
ğıı

dan yararlanarak yapı
lan ı

tma.

buharlımakine
* Buharla çalı
şan makine.

buharlıtren
* Buhar gücüyle çalı
şan tren.

buharlıütü
* Çı
kardı
ğıbuharla kuru çamaş
ırlarıütülemeye hazı
r duruma getiren ütü.

buhran
* Bunalı
m, bunluk, kriz.

buhran geçirmek
* bunalım geçirmek.
buhrana tutulmak
* buhran geçirmek.

buhranlı
* Bunalı
mlı
.

buhur
* Dinî törenlerde yakı
lan kokulu ağ
aç vb. maddeler, tütsü.

buhurdan
* Buhurluk.

buhurdanlık
* Buhur yapmak için kullanı
lan araç.

buhurluk

çinde tütsü için kullanı
lan maddeler yakı
lan kap.

buhurumeryem
* Tavşankulağı
, siklâmen.

buji
* Patlamalımotorlarda gazıtutuş
turmaya yarayan elektrikli araç.

bukağ
ı
* Ağı
r cezalı
ları
n ayakları
na takılı
p ucuna pranga bağ lanan demir halka.
* Kaçmamasıiçin hayvanları n ayağı
na takılan zincir, demir köstek.

bukağ
ıvurmak
* bukağı
takmak.

bukağ
ılama
* Bukağı
lamak iş
i.

bukağ
ılamak
* (hayvan için) Ayağa bukağ
ıtakmak.

bukağ
ılı
* Ayağı nda bukağ ıbulunan.
* Bilekleri beyaz olan (hayvan).

bukağ
ılı
k
* Hayvanları
n ayağ
ına bukağı
takı
lacak yer, bilek.

bukalemun
* Bukalemungillerden, 20-30 cm boyunda, renk değiştirmesiyle ünlü sürüngen türü, kaya keleri (Chamaeleo
chamaeleon).
* Çı karı
na göre davranı
şı
nı, görüş
ünü değiştiren kimse.

bukalemun gibi renkten renge girmek


* sürekli düş
ünce değ iştirmek.

bukalemungiller
* Sürüngenler sı
nıfı
nın renklerini bulunduklarıyerin rengine uyduran, hareketleri yavaş
, bukalemun türlerini
içine alan bir familyası
.

bukanak
* Ayak.

buke
* Güzel koku, rayiha.
buket
* Çiçek demeti.

bukle
* Küçük lüle durumunda, kı
vrı
mlısaç.

bukle bukle
* Kı
vrı
m kı
vrı
m, bukleli (saç).

bukleli
* Kı
vrı
mlarıolan (saç).

buklesiz
* Kı
vrı
mlarıolmayan (saç).

buklet
* Bükülmüşiplik.
* Bu iplikten dokunmuş(giyecek).

bukran
* Saraçları
n kullandı
ğıyün kı
rpı
ntı

.

bul
* Yalnı
z iki genişyüzü testere ile düzeltilmiştahta.

bula
* Yenge, amca veya dayıkarı

.

bula bula bunu (onu, bir ş eyi, bir kimseyi) bulmak


* var olanların en değersizini seçmek.
* kötü bir raslantıyı anlatmak için kullanılı
r.

bulada
* Büyük piliç.

bulak
* Kaynak, pı
nar.

bulama
* Bulamak iş i.
* Genellikle üzüm ş
ırası
nın kaynatı
lması
ile yapı
lan koyu pekmez.

bulamaç
* Sulu, cıvı
k hamur.
* Bu koyulukta yapı lan çeş
itli hamur yemekleri.
* Karışık, oradan buradan toplanmı ş.

bulamak
* Bir nesnenin her yanı
nıbir ş
eye değ
direrek üstünü onunla kaplamak, bir nesneyi baş
ka bir maddeye
batı
rmak.
* Kirletmek.

bulandı


* Bulantıveren.
* Tiksindirici, nefret uyandı
ran.

bulandı

lmak
* Bulandı
rmak iş
i yapı
lmak.

bulandı
rmak
* Bulanması
na yol açmak, bulanması
nısağlamak.

ki veya daha çok ş
eyi birbirlerinden fark edilmeyecek biçimde karı
ştı
rmak.

bulanı
k
* Bulanmı şolan, duru olmayan.
* Bulutlu, kapalı.
* Açık seçik görünmeyen, net olmayan.
* (bakış) için, Donuk, anlamsız; fersiz.
* Niteliği tam anlaş ı
lmayan.

bulanı
kça
* Biraz bulanı
k olan, çok duru olmayan.

bulanı
klaşma
* Bulanı
klaş
mak iş
i veya durumu.

bulanı
klaşmak
* Bulanı
k olmak.

bulanı
klaştı
rmak
* Bulanı
k duruma getirmek.

bulanı
klı
k
* Bulanı
k olma durumu.

bulanı
ş
* Bulanmak iş
i veya biçimi.

bulanma
* Bulanmak iş
i.

bulanmak
* Bulamak iş ine konu olmak, her yanıbir ş
eyle kaplanmak.
* Duruluğ unu yitirmek.
* Parlaklığınıve açı klı
ğı
nıyitirmek.
* (iç, mide içi) Bulantı
sıolmak.
* Karı şmak.

bulantı
* Midede duyulan ve insana kusacak gibi bir duygu veren durum.

bulantı
vermek
* (içini, midesini) bulandı
rmak.

bulaş
ıcı
* Birinden baş
kası
na geçen, bulaş
an, sri.

bulaş
ıcıhastalı
k
* Mikrop yolu ile yayı
lan hastalı
k.

bulaş
ık
* Yiyecek veya içecekte kullanı
lan yı
kanmamı
şmutfak eş
yası
veya kap kacak.
* Bulaş mı şolan.
* Yapı şkan, sulu.
*İ z, etki, kalı
ntı
.

bulaş
ık adam
* Yolsuz, uygunsuz iş
ler yapan, sataş
ma alı
şkanlı
ğıolan kimse.

bulaş
ık bezi
* Bulaş
ıklarıyı
kamak için kullanı
lan bez.

bulaş
ık deniz
* Mayı
n tehlikesi olan deniz.

bulaş
ık deterjanı
* Bulaşık tozu.

bulaş
ık eldiveni
* Bulaşı
k yı
karken kullanı
lan plâstikten yapı
lmı
şgeçirimsiz eldiven.

bulaş
ık gemi
* Tayfaları
nda veya içindeki yolcular arası
nda bulaş
ıcıhastalı
k bulunan gemi.

bulaş
ık iş
* Yolsuz, uygunsuz, kirli iş
.

bulaş
ık makinesi
* Bulaş
ı k yı
kamaya yarayan alet.

bulaşı
k makinesi tuzu
* Bulaş
ı k makinelerinde suyun içinde veya yı
kananları
n üzerinde kireç kalı
ntı
ları
nıyok eden kimyasal
bileş
im.

bulaş
ık suyu
* Bulaş
ık yı
karken kullanı
lan su.

bulaş
ık suyu gibi
* (sulu yiyecek ve içecekler için) kötü hazı
rlanmı
ş, tadıtuzu olmayan.

bulaş
ık tozu
* Bulaş
ıklarıyı
karken kullanı
lan, temizleme ve arı
tma özelliğ
i bulunan toz.

bulaş
ıkçı

şi kirli kaplarıyı
kamak olan kimse.

bulaş
ıkçı

k
* Bulaş
ıkçı

n iş
i.

bulaş
ıkhane
* Kı
şla, okul, otel gibi yerlerde bulaş
ık yı
kamaya ayrı
lan özel bölüm.

bulaş
ıklı
k
* Bulaş
ık olma durumu.

bulaş
ılma
* Bulaş
ılmak iş
i veya durumu.

bulaş
ılmak
* Bulaş
mak iş
ine konu olmak.

bulaş
kan
* Bulaştı
ğıyerden kolay temizlenemeyen, yapı
şkan.
* Sataş
ma, kavga etme alışkanlığı
olan.

bulaş
kanlık
* Bulaş
kan olma durumu.

bulaş
ma
* Bulaş
mak iş
i.

bulaş
mak
* Bir nesne, üzerine sürülen bir ş
ey yüzünden kirlenmek.
*İ stenilmeyen bir madde bir ş eye sürülmek.
* (hastalı
k) Geçmek, sirayet etmek.
* Çatmak, sataş
mak, tedirgin etmek.
*İ stemeden veya rastlantısonucu bir iş
e karı
şmak.

bulaş


lma
* Bulaş


lmak iş
i veya durumu.

bulaş


lmak
* Bulaş

rmak iş
ine konu olmak.

bulaş

rma
* Bulaş

rmak iş
i veya durumu.

bulaş

rmak
* Bulaş
ması
na yol açmak.

bulatmak
* Bulaş

rmak.

buldok
* Köpekgillerden, burnu bası
k, alt çenesi üsttekinden uzun, iri ve güçlü bir köpek türü (Canis familiaris
molosus hibernicus).

buldozer
* Önündeki genişbı
çakla toprağ
ısı


p engebeleri kaldı
ran, tekerlekli veya tı
rtı
llı
bir yol makinesi.

buldukça bunar (veya bulmuşda bunuyor)


* bulduğ uyla yetinmiyor da daha çoğunu istiyor.

buldumcuk
* Sonradan görme.

buldumcuk olmak
* bir ş
eye sonradan ulaş
ınca ş
ımarmak.

buldurma
* Buldurmak iş
i.

buldurmak
* Bulmak iş
ini yaptı
rmak.

buldurtma
* Buldurtmak iş
i.

buldurtmak
* Bulması
nıveya buldurması
nısağ
lamak.

Bulgar
* Slâvları
n güney kolundan olan bir halk veya bu halkı n soyundan olan kimse.
* Bulgaristan'a özgü olan, Bulgaristanla ilgili olan.

Bulgarca
* Bulgar dili.

bulgari
* Dört telli bağ
lama.

Bulgaristanlı
* Bulgaristan halkı
ndan olan ( kimse).

bulgu
* Var olduğu hâlde bilinmeyeni bulup ortaya çı
karma iş i ve bu iş
in sonunda elde edilen ş
ey.
* Araştı
rma verilerinin çözümlenmesinden çı karılan bilimsel sonuç, netice.
* Vücuttaki iş
levsel bir bozukluğ
un, hastalı
ğı
n belirlenmesine yarayan olgu veya olay, araz, semptom.

bulgulama
* Bulgulamak iş i.
* Yeni olaylarıve bilgileri bulma yöntemi ve öğretisi.

bulgulamak
* Yeni olaylarıve bilgileri bulmak.

bulgur
* Kaynatı lı
p kurutulduktan ve kabuğu çı
karı ldı
ktan sonra kı

lan buğ
day.
* Sert ve ufak taneler durumunda yağan kar, ebe bulguru.

bulgur bulgur
* Bulgur tanesi gibi.

bulgur çorbası
* Domates, bulgur, taze biber, soğ
an, tereyağ
ıve salça kullanı
larak hazı
rlanan bir çorba türü.

bulgurcu
* Bulgur yapan ve satan kimse.

bulgurcuk
* Güneşyüzeyinde teleskopla seçilebilen küçük, dairesel görünüş
lü parçacı
klardan her biri.

bulgurculuk
* Bulgurcunun iş
i veya mesleği.

bulgurlama
* Bulgurlamak iş
i.

bulgurlamak
* Bulgur tanaleri gibi küçük parçalara ayı
rmak.

bulgurlanma
* Bulgur taneleri gibi küçük parçalara ayrı
lma.
* Güneşyüzeyinde bulgurcuk denilen taneciklerin kaynaş
masıolayı
.

bulgurlu köfte
*İnce bulgurla yoğ
rulmuşköfte.

bulgurlu pilâv
* Bulgurla piş
irilen pilâv.

bulgurluk
* Bulgur yapmaya elveriş
li.

Bulgurlu'ya gelin mi gidecek?


* gereğ i yokken ivedi ve sürekli olarak dikiş
, nakı
şgibi iş
lerle uğ
raş
anlara ş
aka yollu söylenir.

bulgusal
* Bulguyla ilgili, bulguya ait.

bulgusal yöntem
* Öğretilmek istenen ş
eyi, öğ
rencilerin kendilerinin bulması
nısağ
layan öğ
retim yöntemi.

bullak
* Bkz. allak bullak.

bulma
* Bulmak iş
i.
bulmaca
* Çeş
itli biçimlerde düzenlenen ve düş
ündürerek, aratarak buldurmayıamaç edinen oyun.

bulmak
* Arayarak veya aramadan, bir ş eyle, bir kimse ile karş
ılaşmak; bir ş
eyi elde etmek.
* Kaybedilen bir ş eyi yeniden ele geçirmek.
* Varlı ğıbilinmeyen bir ş eyi ortaya çıkarmak, keş fetmek.
*İ lk kez yeni bir şey yaratmak, icat etmek.
*İ stenilen ş eye kavuş mak, nail olmak.
* Bir yer, bir noktaya eriş mek, ulaş mak.
* Herhangi bir görüş e, bir yargıya varmak.
* Seçmek, uygun saymak.
* Sağlamak, temin etmek.
* (kabahat, suç, kusur için) Yüklemek.
* Eriş mek.
* Cezaya uğ ramak.
* Hatı rlamak.

bulucu
* Bir ş
eyi bulan, bir buluşyapan kimse, kâş if.
* Gazları, mayınları, radyoaktif mineralleri, manyetik dalgalarıbulmaya yarayan araç, detektör.

bulûğ
* Erin olma, baliğolma, erinlik.

bulûğçağ
ı
* Ergenlik çağı
.

bulûğa ermek
* erinleş
mek.

bulundurma
* Bulundurmak iş
i.

bulundurmak
* Var olmasını
, hazı
r bulunması
nısağlamak.
* Eksik etmemek.

bulunma
* Bulunmak iş
i.

bulunmak
* Bulmak iş ine konu olmak.
* Herhangi bir durumda olmak.
* (bir yerde) Olmak.
* Bulunmaz, eş siz, benzersiz, güç bulunan.

bulunmaz Hint kumaş ı


* çok az bulunduğ
u ve çok değ
erli olduğu sanı
lan ş
ey.

buluntu
* Kazıveya araştı
rmalarla ortaya çı
karı
lmı
şolan, bazen de rast gelinerek bulunan eski çağlardan kalma eş
ya.
* Sokakta bulunup alı
nan çocuk.

bulup buluş turmak


* çaba göstererek sağ
lamak, yaratmak.

buluş
* Bulmak iş i veya biçimi.
*İ lk defa yeni bir şey yaratma, icat.
* Bilinen bilgilerden yararlanarak daha önce bilinmeyen yeni bir bulguya ulaşma veya yöntem geliş tirme, icat.
* Konu, duygu, düş ünce ve hayalde başkaları
nı n etkisinden sı
yrı
larak, bunları
n iş
leniş
inde yeni bir yol tutma.
buluşhakkı
* Bir buluşun veya o buluş
u uygulama alanı
nda kullanma hakkı
nın bir kimseye ait olduğunu gösteren belgeye
karşı

k kazanılan hak.

buluş
ma
* Buluş
mak iş
i.

buluş
ma yeri
* Buluş
ulacak yer.

buluş
mak
* Bir araya gelmek; karş
ılaş
mak.
* Önceden belirlenmişbir yer ve zamanda bir araya gelmek.
* Kavuş mak.

buluş
turma
* Buluş
turmak iş
i.

buluş
turmak
* Bir araya gelmelerini sağlamak, bir araya getirmek.

buluş
ulma
* Buluş
ulmak iş
i.

buluş
ulmak
* Buluş
mak iş
i yapı
lmak.

bulut
* Atmosferdeki su damlacı klarıve buz taneciklerinin görülebilir yoğ
unluk kazanması
yla oluş
an, biçimleri,
yükseklikleri ve yol açtı
klarıhava olaylarıyla birbirinden ayrı
lan yı
ğınlar.
* Herhangi bir ş eyden oluşan yoğ un yı ğın.
* Keder, endiş e.

bulut gibi
* çok sarhoş
.

bulutçuk
* Küçük bulut.

bulutlanma
* Bulutlanmak iş
i.

bulutlanmak
* Bulutlarla kaplanmak.
* Kederlenmek, hüzünlenmek.

bulutlu
* Bulutlarla kaplanmış, bulutlanmı ş
.
* Üzerinde bulut varmı şgibi bulanık görünen.
* (bellek için) Karı
şı
k, net olmayan.

bulutsu
* Uzayda ekseni çevresinde yavaş
ça dönen, kı
zgı
n gaz ve tozlardan oluş
muşgök varlı
ğı
, nebülöz.

bulutsuz
* Bulutu bulunmayan, açı
k, berrak.

buluttan nem kapmak


* en küçük bir ş
eyden alı
nmak, çok alı
ngan olmak.

bulvar
* Şehir içinde ağaçlı
, genişcadde.

bumbar
* Büyükbaşve küçükbaşhayvanları n kalı
n bağırsağı
.
* Bu bağı
rsağa ciğer, kı
yma, pirinç veya bulgur doldurularak yapılan yemek.
* Soğuğun girmesini önlemek için kapıve pencere aralıklarına takılan, içi pamuk dolu, uzun bez kı

f.

bumburuşuk
* Çok, iyice buruş
muşolan.

bumbuz
* Çok soğ
uk.

bumerang
* Kı
vrı
k bir sopaya benzeyen ve fı
rlatı
ldı
ğı
nda geri dönen, ağ
açtan yapı
lma bir av aracı
.

bumlama
* Bumlamak iş
i.

bumlamak
* Lâstik tı
rnakları
nın janta iyi oturmaması
ndan dolayıjantı
n iç lâstik üzerine basmasısonucu lâstik patlamak.

bun
* Sı

nt ı
.

buna
* Bu zamirinin yönelme eki almı
şdurumu.

buna değdi (idi) buna değmedi (idi) diyerek


* birçok ş
ey arası
ndan, iyilerini seçmeye baş
lamı
şken önce beğenmeyip bı
raktı
kları
nıda sonradan, yeniden
seçip alarak.

bunak
* Bunamı
şolan (kimse), ateh getirmişolan (kimse), matuh.

bunakça
* Bunağ
a benzer, biraz bunak.
* Bunağ
a yakı
şır (bir biçimde), bunak gibi.

bunaklı
k
* Bunak olma durumu.

bunalı
m
* Doğal bir süreçte birdenbire oluş an aykı rı

k, bunluk, buhran, kriz.
* Tehlikeli sonuç doğ urabilecek gerginlik, buhran.
* Bir hastalıkta iyileşme veya ölümle sonuçlanan, birdenbire olan fizyolojik değ iş
iklik, kriz.
* Çoğ unluğ a ilişkin satın alma gücünün durması , satı
şdeğerlerinin düş
mesi, çalış
ma gücünün azalmasıgibi
sebeplerle ortaya çı
kan iktisadî durum, kriz.
* Ruhî yönden sonucu tehlikeli olabilecek durum.

bunalı
m geçirmek
* herhangi sebeple oluş
an bunalı
mıyaş
amak.

bunalı
ma düşmek
* ruhî bakı
mdan gerginlik veya sı

ntıiçine girmek.

bunalı
mlı
* Gerginlik, sı

ntıveren, gerginliğ
i olan.

bunalı
ş
* Bunalmak iş
i veya biçimi.
bunalma
* Bunalmak iş
i.

bunalmak
* Soluk almasıgüçleş mek.
* Çok sıkılmak, çok tedirgin olmak.

bunaltı
* Sı

nt ı
, iç sı

ntı

.

bunaltı

* Boğ
ucu, sı
kıcı
, sı
kıntıveren.

bunaltı
lma
* Bunaltı
lmak iş
i veya durumu.

bunaltı
lmak
* Bunalması
na yol açı
lmak.

bunaltma
* Bunaltmak iş
i.

bunaltmak
* Bunalması
na yol açmak.

bunama
* Frengi, alkolizm gibi dı
şsebeplerden veya yaş


k, damar tı
kanmasıgibi iç sebeplerden ileri gelen, zihnî
bağı
ntı
nın kopması , ateh.

bunamak
* Frengi, alkolizm gibi dı
şsebeplerden veya yaş


k, damar tı
kanmasıgibi iç sebeplerle zihnî bağı
ntıkopmak,
ateh getirmek.

bunayı
ş
* Bunamak iş
i veya biçimi.

bunca
* Epey, çok.
* Bu kadar, bu denli.

buncağ
ız
* Bunun gibi.

bunda
* Bu zamirinin kalma durumu.

bunda bir işvar


* olayı
n bir iç yüzü, durumun gizli bir yönü var.

bundan
* Bu zamirinin çı
kma eki almı
şdurumu.

bundan böyle
* bundan sonra.

bundan iyisi can sağ


lığı
* bu en iyisidir, daha iyisi olamaz.

bungalov
* Hindistan'da tek katlı
, genellikle tahtadan yapı
lmı
ş, veranda ile çevrili ev.
* Genellikle tahtadan yapılmı ş, tek katlıev.
bungun
* Sı

nt ı

.

bungunlaştı
rmak
* Bungun hâle getirmek.

bunlar
* Bu zamirinin çoğul eki almı
şdurumu.

bunlu
* Sı

nt ı

.

bunluk
* Bunalı
m, sı
kıntı
.

bunmak
* Beğ
enmemek, azı
msamak, küçümsemek.

bunu
* Bu zamirinin belirtme eki almı
şdurumu.

bunun
* Bu zamirinin tamlayan durumu.

bunun burası
* dikkati çekmek için "burası
" anlamı
nda kullanı

r.

bununla birlikte
* Buna ek olarak.
* Bunun böyle olduğ
una bakmayarak.

bura
* (bu ve ara kelimelerinden) Bu yer.
* Kalma ve çı kma durumları nda orta hecenin düş
tüğ
ü ve burda, burdan biçimlerinin kullanı
ldı
ğıda görülür.

buracı
kta
* Çok yakı
n ve belirli bir yeri gösterir.

burada
* Bu yerde.

buradan
* Buradan.

buradayı
m diye bağ ı
rmak
* göze çarpacak bir yerde bulunmak.

burağ
an
* Güçlü esen rüzgâr.

buralar
* bu yerler.

buralı
* Bu memleketli, bu yerin halkı
ndan.

buram buram
* (duman, koku gibi havada yayı
lan ş
eyler için) Pek çok.

burası
* Bu yer, bura.
burcu
* Güzel koku, ı

r.

burcu burcu
* (koku için) Güzel güzel, pek güzel.

burcumak
* Güzel koku yaymak.

burç
* Kale duvarları
ndan daha yüksek, yuvarlak, dört köş e veya çok köş
eli kale çı

ntı

.
* Zodyak üzerinde yer alan on iki takı
m yı
ldıza verilen ortak ad.

burç
* Ökse otu.

burçak
* Baklagillerden, taneleri hayvan yemi olarak kullanı
lan yı
llı
k bir yem bitkisi (Vicia ervilia).
* Bu bitkinin mercimeğ e benzeyen tanesi.

burçlar kuşağı
* Gök küresinde tutulma çemberinin geçtiği ve üzerinde on iki burçun (Koç, Boğ
a, İkizler, Yengeç, Aslan,
Başak, Terazi, Akrep, Yay, Oğlak, Kova, Balı
k) eş
it aralı
klarla dağ
ıtı
ldığıkuşak. \343 Zodyak.

burdurma
* Burdurmak iş
i.

burdurmak
* Burmak iş
ini yaptı
rmak.

burgacı
k
* Bkz. kargacı
k burgacı
k.

burgaç
* Anafor, girdap.

burgata
* Tel ve bitkisel halatları
n pus (2.54 cm) olarak çevresini belirten birim.

burgu
* Tahtada belirli delik açmaya yarayan delgiye takı lısarma, yivli, keskin, çelik alet.
* Tıpa çekmeye yarayan, ucu sivri ve helis biçiminde demir alet, tirbuş on.
* Yerin orta ve derin katmanları na inebilmeyi sağ
layan delici alet.
* Telli sazlarda, telleri germeye yarayan mandal.

burgu makarna
* Burgu biçiminde dökülmüşve fı

nlanmı
şmakarna.

burgulama
* Burgulamak iş
i.

burgulamak
* Burgu ile delmek, delik açmak.

burgulanma
* Burgulanmak iş
i.

burgulanmak
* Burgulamak iş
ine konu olmak, burgu ile delinmek.

burgulu
* Burgusu olan.
* Burgulanmı
şolan.

burgusuz
* Burgusu olmayan.
* Burgulanmamı şolan.

burhan
* Kanı t.
* Belgit.

burjuva
* Şehirlerde yaşayan, özel imtiyazlardan yararlanan ş
ehirli.
* Orta sınıftan olan kimse, kent soylu.

burjuva edebiyatı
* Orta sı

f halk kesimine hitap eden edebiyat.

burjuvaca
* Burjuva gibi, burjuvaya yakı
şan biçimde.

burjuvalı
k
* Burjuva olma durumu.

burjuvazi
* Burjuva sı
nıfı
, kent soyluluk.

burkma
* Burkmak iş
i.

burkmak
* Burarak çevirmek.
* Burkulmak.
* Acıvermek, üzmek.

burkucu
* Burkma iş
ini yapan.
* Üzücü.

burkulma
* Burkulmak iş
i.

burkulmak
* Burkmak iş ine konu olmak.
* Vücuttaki organlardan biri birdenbire kendi eklemi üzerinde dönmek.
* Üzüntü duymak.

burlesk
* Sanat alanı
nda ve özellikle edebiyatta rastlanan, komikliğe dayanan bir tür.

burma
* Burmak iş i.
* Sarı
ğ ı
burma tatlısını
n bir adı.
* Burularak yapılmı şbilezik.
* Burulmuş , burularak yapı lmı
ş , kı
vrı
lmı
ş.
* Hadı m etme, iğdişetme.
* Musluk.
* Eğrilmek için bükülmüşyün.
* Yaşiken burularak kurutulan ot.
* Kuru incir.

burmak
* Bir ş
eyi iki ucundan tutup ekseni çevresinde çevirerek bükmek.
* Hadım etmek, iğdişetmek.
* Ağza kekre tat vermek.
* (mide, bağırsak) Sancı
mak.
* Üzmek, sı kıntıvermek.

burnaz

ri ve uzun burunlu.

burnu bile kanamamak


* tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak.

burnu büyük
* kibirli.

burnu büyümek
* kibirlenmek, büyüklenmek.

burnu havada
* kendini çok beğenmiş(olmak).

burnu havada (veya kaf dağ ında) (olmak)


* çok kibirli (olmak).

burnu kı
rılmak
* büyüklenemez duruma gelmek.

burnu sürtülmek (veya burnu sürtmek)


* sı

ntıçektikten sonra daha önce beğ
enmediği bir durumu kabul etmek, gururundan vazgeçmek.

burnu yere düşse almaz


* kendini beğ
enmiş
, kibirli.

burnuna girmek
* birine çok sokulmak.

burnunda (veya gözünde) tütmek


* çok özlemek.

burnundan (fitil fitil) gelmek


* elde ettiğ i güzel ş
ey, sonradan gelen üzüntüler üzerine kendisine zehir olmak.

burnundan ayrı
lmamak
* yanı
ndan gitmemek, uzaklaş
mamak.

burnundan düş en bin parça olmak


* çok ası
k suratlıolmak.

burnundan kıl aldı


rmamak
* kendisine hiç söz söyletmemek, çok huysuz olmak.

burnundan solumak
* çok öfkelenmişolmak.

burnundan yakalamak
* birini yönetimi altı
na almak, kaçamak bulamayacağ
ıduruma getirmek.

burnunu çekmek
* sümüğünü çekmek.
* umduğunu bulamamak, amacı
na ulaş
amamak.

burnunu kırmak
* birini güç durumda bı
rakarak büyüklenmesini veya direniş
ini yok etmek.
burnunu sıksan canıçı kacak
* çok zayıf ve güçsüz kimseler için kullanı

r.

burnunu sokmak
* gerekmediğ
i hâlde her iş
e karı
şmak.

burnunun dibi
* çok yakı

.

burnunun dibine sokulmak


* çok yaklaş
mak, iyice yaklaş
mak.

burnunun dikine (veya doğrusuna) gitmek


* öğüt dinlemeyerek kendi bildiğ
i gibi davranmak.

burnunun direği kırı


lmak
* çok pis bir koku duyarak tedirgin olmak.

burnunun direği sı
zlamak
* (maddî veya manevî) çok acıduymak, çok üzülmek.

burnunun ucundan ötesini (veya ilerisini) görmemek


* kı
t düş
ünceli olmak.

burnunun ucunu görmemek


* çok sarhoşolmak.

burnunun yeli harman savurmak


* büyüklenmek, kibirlenmek.
* çok öfkelenmek.

burs
* Bir öğ
rencinin öğrenimini yapmasıveya bir kimsenin bilgi ve görgüsünü artı
rması
için belli bir süre devlet
veya özel kuruluşlarca, ödenen aylı
k para.
* Bu amaçla vakfedilmişparanı n veya malı
n geliri.

burslu
* Burs alan, bursu olan.

burssuz
* Burs almayan, bursu olmayan.

burtlak
* Taş

k, çalı

k yer.

buru
* Sancı
, buruntu.

buruk
* Burulmuşolan.
* Tadıkekre olan.
* Alı
narak küskünlük gösteren, gücenmiş(kimse).
* Uygun olmayan ş artlar sonucu dönerek büyüyen ağacı
n kerestesi.

buruk buruk
* Buruk bir biçimde.

burukça
* Tadı
biraz buruk olan.

buruklaş
ma
* Buruklaş
mak iş
i veya durumu.

buruklaş
mak
* Buruk durum almak.

burukluk
* Buruk olma durumu, kekrelik.
* Küskünlük, gücenmişlik.

buruksu
* Buruğ
a benzer, buruk gibi.

burulma
* Burulmak iş
i.

burulma dayanımı
* Elyafı
nıbükerek kı
rmaya çalı
şan kuvvete karş
ıağ
acı
n gösterdiği direnç.

burulmak
* Ekseni çevresinde döndürülmek.
* Sancı
mak, ağ rımak.
* Alı
narak küskünlük göstermek, gücenmek.

burum burum
* Burulmak fiili ile birlikte "çok fazla burulmak" anlamı
nda kullanı

r.

burun
* Alı
nla üst dudak arası nda bulunan, çı

ntılı
, iki delikli koklama ve solunum organı
.
* Bazış eylerin ön ve sivri bölümü.
* Karanı n, özellikle yüksek ve dağlı
k kı

larda, türlü biçimlerde denize uzanmı şbölümü.
* Kibir, büyüklenme.

burun boşlukları
* Burun deliklerinden yukarıdoğ
ru açı
lan, mukozayla kaplıboş
luklar.

burun buruna
* Birbirine çok yakı
n ve yüz yüze.

burun buruna gelmek


* beklenmedik bir anda karş
ılaş
mak, birbirlerine çok yaklaş
mak.
* karşı
sında hissetmek.

burun bükmek
* beğ
enmemek, önem vermemek.

burun deliğ
i
* Burnun iki boş
luğundan her biri.

burun kanadı
* Burun deliğinin yan tarafı
ndaki kabarı
k bölüm.

burun kı
vırmak
* önem vermemek, küçümsemek, beğenmemek.

burun otu
* Burna çekilen tütün, enfiye.

burun perdesi
* Burun boş
luğunu ikiye ayı
ran bölme.

burun ş
işirmek
* kibirlenmek.
burun yapmak
* üstünlük taslamak.

Burundili
* Burindi halkı
ndan olan (kimse).

burunduruk
* Hayvanlarınallarken ı

rmamasıiçin dudakları
nıkı
stı
rmaya yarayan kı
skaç, yavaş
a.

burunlamak
* Dı
şlamak, aş
ağı
lamak.

burunlu
* Herhangi bir biçimde burnu olan.
* Çı
kıntı
sıolan.
* Kendini beğenmiş , onurlu, kibirli.

burunluk
* Burunsak.

burunsak
* Hayvan yavrusunun anasından süt emmesini önlemek için burnuna geçirilen baş

k.
* Hayvanları
n burunları
na geçirilen ip.

burunsalı
k
* Burunsak.

buruntu
* Buru, sancı
, bağ
ırsak bozukluğ
u.

buruşburuş
* Çok buruş
muş
.

buruş
ma
* Buruş
mak iş
i.

buruş
mak
* Düzgünlüğ ü bozulmak, üzerinde kı

şı
k ve katlamalar olmak.
* (ağı
zda) Kekrelik duymak.
* Tiksinmek, hoş lanmamak.

buruş
turma
* Buruş
turmak iş
i.

buruş
turmak
* Buruş
uk duruma getirmek.

buruş
uk
* Gerginliği, düzgünlüğü kalmamı
şburuş
muşolan.

buruş
ukça
* Biraz buruş
uk olan, pek düzgün olmayan.

buruş
ukluk
* Buruş uk olma durumu.
* Ciltte oluşmuşkı rı
şı
k.

buruş
uksuz
* Buruş
uğu olmayan.

busbulanı
k
* Çok bulanı
k.

buse
* Öpücük, öpme, öpüş
.

buselik
* Klâsik Türk müziğ
inde on üç basit makamdan biri.

buselikaş
iran
* Klâsik Türk müziğ
inde birleş
ik bir makam.

busines klas
*İ ş
lik orun.

but
* Vücudun kalça ile diz arasındaki bölümü.
* Hayvanları
n, bacakları nın gövdeye bitiş
ik olan dolgun, etli bölümü.

butafor
* Oyun için gerekli sahne eş
yası
.

butaforcu
* Oyun için gerekli sahne eş
yası
nıyapan uzman.

butik
* Giyim ve süs eş
yasısatı
lan dükkân.

butikçi
* Butik iş
leten kimse.

butikçilik
* Butik iş
letme iş
i.

butlan
* Batı
l olma durumu.
* Geçersizlik, hükümsüzlük.
* Yanlışlı
k, haksızlı
k.

buton
* Çalı
ştı
rmaya yarayan düğ
me.

buut
* Boyut.
* Uzunluk.

buydurmak
* Dondurmak, çok üş
ütmek.

buyma
* Buymak iş
i.

buymak
* Soğuktan donarak ölmek.
* Çok üşümek.

buyot
* Yatakta ı

nmak için kullanı
lan sı
cak su torbası
.

buyruğ
u altı
na girmek
* bir kimse baş
ka bir kimsenin isteklerini ister istemez yerine getirmek zorunda olmak.

buyruk
* Belirli bir davranı
şta bulunmaya zorlayı
cısöz, emir, ferman.
* Egemenlik.

buyruk kulu
* Emir kulu.

buyrukçu
* Buyuran, emreden (kimse).

buyrulma
* Buyrulmak iş
i.

buyrulmak
* Buyurmak iş
i yapı
lmak.

buyrultu
* Sadrazam, vezir, beylerbeyi gibi yüksek devlet görevlilerince yazı
lan buyruk.
*İ rade.

buyur
* Buyurun anlamı
nda bir hitap sözü.

buyur etmek
* "buyurun" diyerek konuğ
u saygıile içeri almak veya sofraya çağ
ırmak.

buyur?
* anlamadı m, sözünüzü tekrarlar mı

nız?.
* söyleyiniz, emrediniz.

buyurgan
* Sı
k sı
k buyruk veren, buyruk verir gibi konuş
an.

buyurganlı
k
* Buyurgan olma durumu.

buyurma
* Buyurmak iş
i.

buyurmak
* Bir ş
eyin yapılmasınıveya yapılmaması nıkesin olarak söylemek, emretmek.
* Söylemek, demek, düş üncesini bildirmek.
* Gelmek, gitmek, geçmek, girmek.
* Almak.
* 'Etmek, eylemek' anlamında yardı mcı fiil olarak kullanı

r.

buyuru
* Buyruk, emir.

buyurucu
* Buyruk, emir veren.

buyurun cenaze namazına!


* hiç beklenmedik kötü bir durum karş
ısı
nda, ş
aka yollu üzüntü anlatı
r.

buz
* Donarak katı
duruma gelmişsu.
* Çok soğ
uk bir etki uyandı
ran ş
ey veya kimseleri anlatmak için kullanı

r.

buz alanı
* Buzla.

buz bağlamak
* (sı

lar için) yüzeyi donmak.

buz dağı
* Kutup bölgelerinde buzullardan koparak akı
ntı
larla yer değ
iştiren büyük buz parçası
, aysberg.

buz duvarı
* Samimî olmamaktan ortaya çı
kan, arzu edilmeyen, arada soğ
ukluk yaratan durum.

buz gibi
* çok soğ uk.
* (kötü nitelikler için) kesin bir gerçeğ
i belirtir.
* (et için) temiz ve yağ lı
.

buz kalı

* Suyun belli biçimlerde donması
nısağ
layan özel kap.

buz kesilmek
* buz gibi soğumak; buz durumuna gelmek.
* çok üşümek, donmak.
*ş aş
ılacak, üzülecek bir durum karş
ısı
nda donakalmak.

buz kesmek
* çok üş
ümek.

buz torbası
* Tedavi amacı
yla kullanı
lan ve içinde buz parçalarıbulunan plâstik bir torba.

buz tutmak
* (sı
vıiçin) üstünde buz oluş
mak, buzla kaplanmak.

buz üstüne yazı yazmak


* süresi, etkisi çok az olacak bir işyapmak.
* bir kimseye etki yapmayan sözler söylemek.

buz yalağı
* Yüksek dağ
larda kalı
cıkar ve buzulun birlikte oluş
turduğu, arkasıve yanlarıdik, önü açı
k, çember biçimli
çukurluk.

buzağ
ı
* Sütten kesilmemişsı
ğır yavrusu.

buzağ
ılama
* Buzağ
ılamak iş
i.

buzağ
ılamak
* (sı
ğı
r için) Yavrulamak.

buzağ
ılaş
ma
* Buzağ
ılaş
mak iş
i.

buzağ
ılaş
mak
* Buzağ
ıdurumuna gelmek.

buzağ
ılı
* Buzağ
ısıolan.

buzağ
ısı
z
* Buzağ
ısıolmayan.

buzcu
* Buz satan kimse.
buzculuk
* Buzcunun iş
i veya mesleğ
i.

buzçözer
* Buzu çözen, donmayıönleyen alet, defroster.

buzdolabı
* Yiyecek ve içecek gibi ş
eyleri soğ
uk olarak saklamaya yarayan, motorla çalı
şan dolap.

buzhane
* Buz yapı
lan yer.
* Soğuk hava deposu.

buzkı
ran
* Donmuşdeniz, göl veya ı
rmaklarda ulaş
ımıöteki gemilere kolaylaş

rmakta kullanı
lan, buzlarıkı
rarak yol
açmak için yapı
lmı
şgemi.

buzla
* Deniz suyunun donması
yla kutup bölgelerinde oluş
an buz alanı
, bankiz, aysfild.

buzlanma
* Buzlanmak iş
i.

buzlanmak
* Buzla kaplanmak, buz tutmak.

buzlar çözülmek
* buzlar erimeye ve kırı
lmaya başlamak.
* aradaki soğukluk, dargı
nlı
k, gerginlik ortadan kalkmak.

buzlaş
ma
* Buzlaş
mak iş
i.

buzlaş
mak
* Buz durumuna gelmek.

buzlu
* Buz tutmuş , buz bağ lamı şolan.
* Buz içinde tutularak, içine buz katı
larak soğutulmuş
.
* Buğulanmı şgibi olan, saydam olmayan.

buzlu cam
* Saydamlığıgiderilmişcam.
* Televizyon ekranı.

buzluğ
an
* Üzerinde buz eksik olmayan yüksek dağtepesi.

buzluk
* Yiyecek ve içecekleri soğutarak saklamak için kullanı
lan, buzla soğ
utulan kap veya dolap.
* Buzdolabını n içinde buz yapan bölme.

buzuki
* Bağ
lamaya benzer, bozuk düzen çalı
nan bir Yunan çalgı

.

buzul
* Kutup bölgelerinde veya dağbaş
ları
nda aş
ağı
ya doğ
ru ağ
ır ağ
ır yer değ
iştiren büyük kar ve buz kütlesi,
cumudiye.

buzul bilimci
* Buzul bilimi uzmanı
, glâsyolojist.
buzul bilimi
* Fizikî coğ
rafyanı
n buzullarıve yeryüzündeki iş
levlerini konu alan bölümü, glâsyoloji.

buzul çağı
* Dördüncü zamanı
n, yeryüzünün bugünkünden daha büyük bölgelerinin buzullarla örtülü bulunduğu
dönemi, pleistosen.

buzul dönemi
* Buzulları
n yayı
ldı
ğıdördüncü zaman.

buzul kar
* Bir buzulun oluş
ması
nda temel olan katı
laş
mışkar kümesi.

buzul kaynağı
* Buzulun eriyerek toprağ
ın altı
na inen suyunu dı
şarı
ya veren kaynak.

buzul masası
* Çevresindeki buzlar erirken, altı
na rastlayan bölümü erimekten koruyan ve böylece buzdan bir ayak
üzerinde kalan kütle.

buzul seli
* Buzulun erimesiyle oluş
an sel.

buzul taş
* Buzulları
n taş
ıyı
p biriktirdikleri, üzerleri çok kez parı
ltı
lıveya çizikli taş
lar, moren.

buzullaş
ma
* Buzul durumuna gelme.
* Geçmişçağ larda ve ş
imdi genişveya dar bir bölgenin buzullarla örtülmesi olayı
.

buzullaş
mak
* Buzul durumuna gelmek.

buzullu
* Buzulu olan.

buzulsuz
* Buzulu olmayan.

bücür
* Ufak tefek ve kı
sa boylu, bodur (kimse).

bücürleş
me
* Bücürleş
mek iş
i.

bücürleş
mek
* Bücür duruma gelmek.

bücürlük
* Bücür olma durumu.

Büdü
* Bkz. Edi ile Büdü.

büfe
*İ çine sofra takı mlarını n konduğ u dolap.
* Toplantı larda yiyecek ve içeceklerin konulduğ u masa.
*İ çki, yiyecek türü ş eylerin satı

p tüketildiğ
i yer.

büfeci
* Büfe iş
leten kimse.
büfecilik
* Büfe iş
letme iş
i.

Bügdüz
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

büğe
* Büve.

büğelek
* Büve.

büğeme
* Büğemek iş
i.

büğemek
* Suyu önüne bent yaparak toplamak.

büğet
* Su birikintisi, gölcük.

büğlü
* Küçük büğ lü, soprano büğlü, alto büğ
lü, bariton büğlü olarak dört türü bulunan, bakı
rdan, perdeli veya
pistonlu müzik araçlarının adı.

büğrü
* Bkz. eğri büğ
rü.

bühtan
* Kara çalma, iftira.

bühtan etmek
* kara çalmak, iftira etmek.

bük
* Ovada veya dere kıyısında çalıve diken topluluğu.
* Böğürtlen.
* Akarsu kıyıları
ndaki verimli tarlalar.
* Dönemeç.

büken
* Oynak kemikleri arası
ndaki açı
larıdaraltan kasları
n genel adı
, açan karş
ıtı
.

büklük
* Akarsu kı

ları
ndaki verimli tarlalar, bük.

büklüm
* Bükülmüş, kı
vrı lmı
şşeylerin oluş
turduğ
u kat.
* Dönemeç, viraj.

büklüm büklüm
* Çok büklümlü, kı
vrı
m kı
vrı
m.

bükme
* Bükmek iş
i.
* Bükülmüşkaytan veya iplik.
* Vücudun bir bölümünü yanı ndaki bölüm üzerine kı

rma.

bükmek
* Sertçe çevirmek, kı vırmak.
* Birkaç tel ipliği burarak sarmak.
* Eğ mek.
* Katlamak.
* Döndürmek.

büktürme
* Büktürmek iş
i.

büktürmek
* Bükmek iş
ini yaptı
rmak, kı

rtmak.

bükücü
* Ağaç veya kontraplâklarıkalı
pla veya elle bükerek ş
ekil veren kimse.

bükücülük
* Bükücünün iş
i veya mesleğ
i.

bükük
* Bükülmüş
, eğilmişolan.

bükülgen
* Kolay eğilip bükülen.
* Bükünlü.

bükülgenlik
* Bükülgen olma durumu.

bükülme
* Bükülmek iş
i.

bükülmek
* Bükmek iş ine konu olmak, katlanmak.
* (iplik için) Eğrilmek.
* Eğ ilmek.
* Yönelmek.

bükülü
* Bükülmüşolan.

bükülüş
* Bükülmek iş
i veya biçimi.

büküm
* Bükmek iş i.
* Bir ş eyin bükülmüşyeri, kat, kı vrım.
* (iplik, yün vb. için) Bir defada eğrilmişip miktarı
.

bükümlü
* Bükülmüşolan, bükümü olan.

bükümsüz
* Bükülmemişolan, bükümü olmayan.

bükün
* Gramer görevleri ve yapıbakı
mından, kelime köklerinin baş
ında, içinde veya sonunda türlü değiş
ikliklerin
olması
, insiraf.

bükünlü
* Türetmede ve çekimde kelime kökleri değ
işikliğe uğ
rayan (dil), insirafî.

bükünlü dil
* Gramer görevleri ve yapıbakı
mından kelime köklerini değiş
tiren dil: Arapça fail, fiil; ş
air, ş
iir gibi.

bükünme
* Bükünmek iş
i.

bükünmek
* Kıvrılmak, bükülmek.
* Ağrıdan, sancı
dan kı
vranmak.

büküntü
* Bükme sonucu oluş an biçim veya iz.
* Bağı
rsakta olan ağ
rı.
* Dönemeç, viraj.

büküş
* Bükmek iş
i veya biçimi.

bülbül
* Karatavukgillerden, sesinin güzelliğ
i ile tanı
nmı
şolan ötücü kuş(Luscinia megarhynchos).
* Sesi çok güzel olan kimse.

bülbül çanağı
* Çok ufak (kâse).

bülbül gibi bilmek


* çok iyi öğrenmişolmak.

bülbül gibi konuşmak (veya okumak)


* kolaylı
kla konuşmak, okumak.

bülbül gibi konuş turmak (veya söyletmek)


* itiraf ettirmek.

bülbül gibi söylemek


* hiçbir ş
ey saklamadan bildiklerini söylemek, itiraf etmek.

bülbül gibi ş
akımak
* güzel sesle, neş
eyle konuş
mak.

bülbül kesilmek
* bir etki veya baskıaltı
nda çokça konuş
mak.

bülbülkonağı
* Bir tür hamur tatlı

.

bülbülleş
me
* Bülbülleş
mek iş
i.

bülbülleş
mek
* Bülbül gibi ötmek veya ş
akı
mak.

bülbülü altı
n kafese koymuşlar, "ah vatanı
m" demiş
* kiş
i, yurdu dı
şı
nda ne kadar zengin olursa olsun, yine de yurdunu özler.

bülbülün çektiğ i dili belâsı


* ilerisi düş ünülmeden söylenen söz insanı
n baş
ına dert açabilir.

bülbülyuvası
* Daire biçiminde, ortasıçukur ve bu çukur yere piş
tikten sonra dövülmüşAntep fı
stı
ğıkonulan bir tür
hamur tatlısı
.

bülten
* Özel veya resmî kurum ve kuruluş
lar veya yetkili kiş
ilerce herhangi bir durumla ilgili olarak süreli veya
süresiz yayımlanan duyuru.
* Dergi.
bünye
* Vücut yapısı
.
* Yapı
, kuruluş .

bünyece
* Bünye olarak, bünye bakı
mından.

bürgü
* Başörtüsü.
* Çarşaf.
* Atkı.
*İ nce perde.

bürgülü
* Bürgüsü olan.

büro
* Çalı
şma odası, yazı
hane.
* Danışma ve yazıişlerinin yürütüldüğ
ü işyeri.
* Bölüm, ş
ube.
* Yazımasası.

bürokrasi
* Kı
rtasiyecilik.
* Kamu yönetimi.

bürokrat
* Devlet dairesinde çalı
şan görevli.
* Kı
rtasiyeci.

bürokratik
* Kı
rtasiyecilikle ilgili.
* Kamu yönetimi ile ilgili.

bürudet
* Soğukluk.

bürük
* Duvak.

bürülü
* Bürünmüş
.

bürüm
* Bürülmüş
, dürülmüş
, katlanmı
şolan ş
ey.

bürümcek
* Koza gibi yumaklanmı
şşey.

bürümcük
* Ham ipekten dokunmuşgiysi kumaş ı
.
* Ham ipekten dokunan bir tür iç çamaşı
rıkumaş
ı.

bürüme
* Bürümek iş
i.

bürümek
* Sarmak, kaplamak, örtmek, basmak, istilâ etmek.
* Çok, güçlü etkilemek.

bürünme
* Bürünmek iş
i.

bürünmek
* Bürümek iş ine konu olmak.
* Sarınmak, örtünmek.
* Bir görünüşe girmek.

büryan
* Bkz. biryan.

büryan pilâvı
* Kemiksiz koyun eti, pirinç, soğ
an, domates, baharat ve yağkarı
şı
mıyla fı

nda piş
irilen bir pilâv türü.

büryancı
* Bkz. biryancı
.

büsbütün

yiden iyiye, iyice, tamamen, tamamı
yla, temelli.

büst
* Vücudun, omuzlarla birlikte göğ üsten yukarı
bölümü.
* Heykeltı
raşlı
kta baş
ı, göğ sü, bazen de omuzlarıiçine alan sanat ürünü.

bütan
* Metal bidonlar içinde az bir bası
nç altı
nda sı

laş
an, yakı
t olarak yararlanı
lan HC formülündeki
hidrokarbür gazı.

bütçe
* Devletin, bir kuruluşun, bir aile veya bir kimsenin gelecekteki belirli bir süre için tasarladı
ğıgelir ve
giderlerini tür ve ayrıntıları
yla gösteren çizelge.
* Devlet ve öteki kuruluşveya toplulukları n belirli bir dönem içindeki gelir ve giderlerinin oranlama
niceliklerini önceden belirleyen, onaylayan ve bu iş lemlerin yapı lması
na izin veren kanun veya karar.

bütçe açı
ğı
* Bütçede belirlenen giderlerin gelirlerden çok olmasıdurumu.

bütçe yı

* Bir bütçenin uygulanmaya baş
ladı
ğıgünden ertesi yı
l aynıgüne kadar geçen süre.

bütçeleme
* Bütçelemek iş
i.

bütçelemek
* Bütçe yapmak veya hazı
rlamak.

büten
* Olefin grubundan C4H8 formülünde iki hidrokarbonun adı
.

bütün
* Eksiksiz, tam.
* Parçalanmamı ş.
* Çok sayı daki varlı
k ve nesnelerin hepsi, bütünü.
* Ufaklı k, bozukluk olmayan (para).
* Birlik, tamlık.

bütün bütün
* Büsbütün.

bütün bütüne
* Bütün olarak, tamamı
yla.

bütüncü ekonomi
* Ekonominin bütün alanları
nıkapsayan yapıve oluş
um, makro ekonomi.

bütüncül
* Totaliter.

bütüncüllük
* Bütüncül olma durumu.

bütünleme
* Bütünlemek iş
i, bütün, tek parça durumuna getirme, tamamlama, ikmal.
* Bütünleme sı
navı .

bütünleme sı navı
*İlk ve orta dereceli okullarla üniversite ve yüksek okullarda bütünlemeye kalan öğ
renciler için genellikle yaz
tatili veya dönem sonunda açı lan sı
nav, ikmal imtihanı .

bütünlemek
* Eksiksiz duruma getirmek, tamamlamak.
* Ufak, bozuk paralarıbüyük para durumuna getirmek.

bütünlemeli
* Bütünleme sı
navı
na girmesi gereken (öğrenci).

bütünlemeye kalmak
* bir öğrenci yarıyı
l veya öğretim yı
lısonunda bir veya birden çok dersten bir kez daha sı
nava girmek üzere
başarı
sızlı
ğ a uğramak, ikmale kalmak.

bütünlenme
* Bütünlenmek iş
i veya durumu.

bütünlenmek
* Bütünlemek iş
ine konu olmak, ikmal edilmek, tamamlanmak.

bütünler
* Bütün durumuna getiren veya bütün durumuna getirmek için eklenen, mütemmim.

bütünler açı
* Ölçülerinin toplamı
nı180° ye çı
karan açı
lardan her biri.

bütünleş
me
* Bütünleş
mek iş
i.

bütünleş
mek
* Bütün duruma gelmek.

bütünletme
* Bütünletmek iş
i.

bütünletmek
* Bütün durumuna getirmek, tamamlatmak.

bütünleyen
* Bütün durumuna getiren, mütemmim.

bütünleyici
* Bütünleme iş
ini yapan.

bütünlük
* Bütün olma durumu.

bütünsel
* Bütün niteliğ
inde olan, bütünle ilgili, total.
bütünsellik
* Bütün olma durumu.

büve
* Daha çok sı
ğı
rlara saldı
ran, onları
n kanı
nıemen, vı

ltı
ları
yla tedirginlik yaratan sokucu sinek (Hypoderma
bovis).

büvelek
* Büve.

büvet
* Bkz. Büğet.

büvet
* (istasyon, tiyatro, sinema gibi yerlerde) Yiyecek ve içecek satı
lan küçük büfe.

büyü
* Tabiat kanunları na aykı rısonuçlar elde etmek iddiası
nda olanları
n baş
vurduklarıgizli iş
lem ve davranı
şlara
verilen genel ad, afsun, sihir, füsun, bağı
.
* Karşıdurulmaz güçlü etki.

büyü bozmak
* yapı
lmı
şbir büyüyü etkisiz duruma getirmek.

büyü bozulmak
* yapı
lmı
şbir büyü etkisiz duruma getirilmek.

büyü yapmak
* büyü yolu ile etki altı
na almaya veya aldı
rmaya çalı
şmak.

büyücek
* Biraz büyük, büyüğ
e yakı
n.

büyücü
* Büyü yapan kimse, sihirbaz.
* Çevresindekileri çabuk ve güçlü olarak etkileyen kimse.

büyücülük
* Büyücünün yaptı
ğıiş
, sihirbazlı
k.

büyüğümsü
* Büyüğ
e yakı
şı
r, büyük gibi, büyüklere özgü.

büyük
* (somut nesneler için) Boyutları, benzerlerinden daha fazla olan, küçük karş
ıtı
.
* (soyut kavramlar için) Çok, ortalamayıaş an.
* Niceliği çok olan.
* Üstün niteliğ i olan.
* Yetişkin, belli bir yaş
a gelmiş
.
* Önemli.

büyük (söz) söylemek


* yapacağıbir ş
ey hakkı
nda kesin konuş
arak övünmek.

büyük abdest
* Dı ş
kı, kaka.

büyük abdesti gelmek


* göden bağ ırsağ
ını
boş
altma gerekliğini duymak.

büyük aile
* Büyük baba, büyük anne ile bunları
n evli oğ
ulları
ndan, gelinlerinden ve çocukları
ndan oluş
an aile.

büyük amiral
* Bazıülkelerde kara ordusunda mareş
ale denk sayı
lan donanma subayları
nın en yüksek aş
aması
ndaki
amiral.

büyük ana
* Büyük anne.

büyük anne
* Annenin veya babanı
n annesi, nine.

büyük atardamar
* Kalbin kası
lması
ile karı
ncı
klardaki kanıbütün vücuda taş
ıyan ana atardamar.

büyük baba
* Annenin veya babanı
n babası
, dede.

büyük balı
k küçük balı ğıyutar
* güçlüler, güçsüzleri ezer.

büyük başın derdi büyük olur


* büyük iş lerin baş
ında bulunanları
n karş
ılaş
acağ
ıgüçlükler de çoktur.

büyük boy
* Normal ölçülerden daha büyük.

büyük çember
* Bir kürenin merkezinden geçen bir düzlemde ara kesiti olan çember.

büyük dalga
* (radyo yayı
nıiçin) Uzun dalga.

büyük defter
* Ticarî bir kuruluş
un aylı
k ve bilânço hesapları
nıgösteren defter.

büyük elçi
* Üstün aş
amalıelçi.

büyük elçilik
* Büyük elçi olma durumu.
* Büyük elçinin makamı.

büyük görmek (bilmek veya tutmak)


* kendini veya baş
kasınıolduğ
undan üstün saymak, yüceltmek.

büyük hanım
* Yaş
lıkadı
n.

büyük harf
* Özel adlarla cümle baş
larıgibi yerlerde kullanı
lan ve büyük yazı
lan, özel biçimli harf, majüskül.

büyük kalori
* 1 atmosfer bası
nç altı
nda 1 kg suyun sı
caklı
ğı
nı14.50 C den 15.50 C ye çı
karmak için gereken ı
sımiktarı
,
kilokalori.

büyük kan dolaşı



* Kalbin sürekli kası

p gevş
emesiyle kan ve lenfin vücudun büyük bölümünü dolaş
ması
.

büyük lâf etmek


* Bkz. büyük söz söylemek.
büyük lokma ye büyük söyleme
* baş
aramayacağın, sonuçlandı
ramayacağ
ın bir konuda kesin sözler söyleme.

büyük mağaza
* Her türlü tüketim maddesinin bol miktarda satı
şa sunulduğu yer.

büyük mevlit ayı


* Ay takviminin üçüncü ayı
, rebiyülevvel.

büyük oynamak
* çok para koyarak kumar oynamak.
* büyük bir tehlikeyi göze alarak bir iş
e giriş
mek.

büyük önerme
* Tası
mın öncüllerinden büyük olanı
, majör.

büyük para
* Çok para.

büyük peder
* Büyük baba, dede.

büyük sesli uyumu


* Kelimede kalı
n ünlülerden (a, ı
, o, u) sonra kalı
n, ince ünlülerden (e, i, ö, ü) sonra ince ünlülerin gelmesi
kuralı
, büyük ünlü uyumu.

büyük sözüme tövbe!


* bir konuda çok kesin konuş
ulduğ
unda, tersi bir durumun baş
a gelmemesi dileğini belirtir.

büyük ş
ehir
* Ana kent.

büyük tansiyon
* Kan bası
ncı
nın yüksek olması
.

büyük terim
* Kapsamıdaha genişolan son uç önermesinin yüklemi görevini taş
ıyan terim.

büyük tövbe ayı


* Ay takvimin beş
inci ayı
, cemaziyülevvel.

büyük ünlü uyumu


* Türkçe bir kelimenin ilk hecesinde kalın bir ünlü varsa, ondan sonra gelen bütün hecelerin kalın ünlülerle,
ince bir ünlü varsa sonraki hecelerin de ince ünlülerle sürüp gitmesi kuralı
: Çocuklaşmak, denizcilik gibi.

büyük yemin etmek


* bir ş
eyi yapmamak konusunda en kutsal ş
eyler üzerine ant içmek.

Büyükayı
* Kuzey yarı
m kürede yedi yı
ldı
zdan oluş
muştakı
m yı
ldı
z, Yedigir, Dübbüekber.

büyükbaş
* Sı
ğı
r, manda gibi hayvanları
n niteliğini belirtmek için kullanı

r.

büyükçe
* Biraz büyük.
* Oldukça önemli.

büyükle büyük, küçükle küçük olmak


* her yaşve durumdaki kiş
ilere karş
ıdostça, arkadaş
ça davranmak.

büyüklenme
* Kendini büyük gösterme, kibir.

büyüklenmek
* Kendini büyük göstermek, büyüklük taslamak, kibirlenmek.

büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öpmek


* sevgi ve saygıgöstermek.

büyüklü küçüklü
* Büyük küçük hepsi bir arada.

büyüklük
* Büyük olma durumu, ululuk.
* Büyüklere yaraş
ır bağı
şlayı
cıdavranı
ş.

büyüklük göstermek
* gönül ululuğu göstermek.

büyüklük hastalı
ğı
* Kendini olduğ
undan daha büyük ve önemli görme, gösterme hastalı
ğı
, megalomani.

büyüklük satmak
* gururlanı
p üstünlük taslamak.

büyüklük taslamak
* kendini üstün görmeye çalı
şmak, böbürlenmek.

büyükseme
* Büyüksemek iş
i.

büyüksemek
* Büyük olduğunu kabul etmek.

büyüksü
* Büyük gibi, büyümüş
e benzer.

büyükten büyüğ e
* mirasın önce büyüğe, o ölünce kalanları
n en büyüğüne geçmesi kuralı
, ekber evlât hakkı
.

büyüleme
* Büyülemek iş
i.

büyülemek
* Büyü ile etki altı
na almak.
* Etkisi altı
na almak, birini kendine bağlamak, teshir etmek.

büyüleniş
* Büyülenmek iş
i veya biçimi.

büyülenme
* Büyülenmek iş
i.

büyülenmek
* Büyülemek iş
ine konu olmak.

büyüleyici
* Etkileyen, çekici niteliğ
i olan.

büyüleyici özellik
* Sürekli büyüleyici ve etkileyici olma.

büyüleyiş
* Büyülemek iş
i veya biçimi.

büyülteç
* Fotoğraf ve resim büyültmeye, büyültüp basmaya yarayan aygı
t, agrandisor.

büyültme
* Büyültmek iş i.
* Fotoğraf ve resimlere boyut kazandı
rma iş
lemi, agrandisman.

büyültmek
* Bir şeyi büyük duruma getirmek, büyütmek.
* (resim, harita gibi ş
eyler için) Daha büyük örneğ
ini yapmak.
* Abartmak.

büyülü
* Kendisine büyü yapı lmı ş(kimse).
* Büyü gücü olan, sihirli.

büyüme
* Büyümek iş
i.
* Organizmanı n bütününde veya bu bütünün bir bölümünde boyutları
n artması
.

büyümek
* Organizmanı n bütününde veya bu bütünün bir bölümünde, boyutlar artmak, irileş
mek, eskisinden büyük
duruma gelmek.
* Yetişmek.
* Yaşı artmak, yaşlanmak.
* Artmak, güçlenmek, ş iddeti artmak.
* Sayıca artmak.
* Geniş lemek.
* Önem ve değer kazanmak.

büyümüşde küçülmüş
* (çocuk için) konuş
masıve davranı
şlarıyaş
ına uymayan, büyüklerinki gibi olan.

büyüsel
* Büyü ile ilgili olan.

büyüteç
* Odak boyutu birkaç santimetre olan yaklaş


cımercek, pertavsı
z.

büyütken doku
* Sürgen doku.

büyütme
* Büyütmek iş i.
* Birisi tarafı
ndan yetiş
tirilmişkimse.
* Uzakta duran cisimlere dürbün veya benzeri bir araçla bakı
ldı
ğı
nda cismi gören açı
nın çı
plak gözle
bakı
ldı
ğızamanki açı ya oranı
.

büyütmek
* Büyük duruma getirmek, geniş
letmek.
* Yetiş
tirmek, bakmak.
* Abartmak, mübalâğa etmek.

büyütülme
* Büyütülmek iş
i.

büyütülmek
* Büyütmek iş
i yapı
lmak.

büyütürlük
* Aş
ırı
laş

rma.

büyütüş
* Büyütmek iş
i veya biçimi.

büyüye kapılmak (veya tutulmak)


* yapı
lan büyünün etkisinde kalmak, bir ş
eyin o kimsenin çekiciliğinden kurtulamamak.

büyüyüş
* Büyümek iş
i veya biçimi.

büz
* Künk.

büzdürme
* Büzdürmek iş
i.

büzdürmek
* Büzmek.
* Büzmek iş
ini birine yaptı
rmak.

büzgen
* Kası
larak vücuttaki herhangi bir deliğ
i açan veya kapayan çember biçimindeki kasları
n genel adı
.

büzgü
* Dikiş te kumaş ın bir ucundan istenilen yere kadar geçirilen bir ipliğ
in çekilmesi ile oluş
an, kumaş
ın
bolluğ
unu azaltan sık, küçük kıvrım.

büzgüleme
* Büzgülemek iş
ini yapmak.

büzgülemek
* Büzgü ş
eklini vermek.

büzgülü
* Büzgüsü olan, büzülerek dikilmişolan.

büzgüsüz
* Büzgüsü olmayan.

büzme
* Büzmek iş
i.
* Ağzıbüzülerek kapatı
lan (kese, torba vb.).

büzmek
* Buruşturarak, sı

ştı
rarak veya kı
vrım yaparak bir ş
eyin alanı
nıve hacmini küçültmek.
* Kapatmak, dedikodu yapı lmasına engel olmak.

büzük
* Toplanarak büzülmüş .
* Kalı
n bağı rsağın sona erdiğ
i yer, anüs.
* Yüreklilik, cesaret.

büzüktaş
* Kafa dengi arkadaş
, kafadar.

büzülme
* Büzülmek iş
i.

büzülmek
* Büzmek işi yapılmak.
* Korku, ş
aşkı nlı
k, soğuk gibi etkenlerle bir kenara sinmek, bir kenara çekilmek.
büzülüp oturmak (kalmak)
* bir kenarda çekingen bir tavı
rla oturmak.

büzülüş
* Büzülmek iş
i veya biçimi.

büzüş
me
* Büzüş
mek iş
i.

büzüş
mek
* Büzülerek alan hacmini küçültmek, kı

şmak.

büzüş
ük
* Büzülerek yüzey veya hacmi küçülmüşolan, büzüş
müş
; kı

şı
k.

by-pass
* Bkz. baypas.

C
* Karbon'un kı saltması .
* Elektrik kapasitesinin kı
saltı
lması
.

c, C
* Türk alfabesinin üçüncü harfi. Ce adıverilen bu harf ses bilimi bakı mı
ndan ötümlü katı
şı
k diş- dişeti
ünsüzünü gösterir.
* Nota iş aretlerini harflerle gösterme yönteminde do sesini gösterir.
* Romen rakamları nda 100 sayı sı
nıgösterir.

Ca
* Kalsiyum'un kı
saltması
.

-ca / -ce, -ça / -çe


* Vurgusuz zarf eki: Kı sa-ca, iyi-ce, açı
k-ça, mert-çe vb.; dil adları türetir: Alman-ca, İ ngiliz-ce, Rus-ça, Türk-
çe vb. "bakı mı ndan" anlamı na zarf türetir: Para-ca, yaş -ca vb. "-a göre" anlamı na zarf türetir: Onlar-ca, biz-ce, ben-ce,
sen-ce vb. "tarafı ndan" anlamı na zarf türetir: Bakanlı k-ça, hükümet-çe vb. "kadar" anlamı na zarf türetir: Bun-ca, on-
ca vb. sayı ca eşitlik bildiren zarflar türetir: Yüzyıllar-ca, aylar-ca, günler-ce, binler-ce vb. topluluk beraberlik anlatan
zarflar türetir: Aile-ce, ev-ce, köy-ce vb.

-ca / -ce, -ça / -çe


* Sıfatlardan küçültme sı
fatlarıtüreten ek: Sarı
şı
n-ca, esmer-ce, soluk-ça, sert-çe vb.

caba
* Bir ş
ey ödemeden, para vermeden alı
nan ş
ey, bedava.
* Fazla olarak, üstelik.

cabadan
* Bedava olarak, karş
ılı
ksı
z, fazladan.

cacı
k
* Yoğurt, ayran içine hı
yar veya marul doğranarak yapı
lan, çoğ
u kez sarı
msaklı
, iş
tah açı
cıyiyecek.

cacı
k
* Bir tür ot.

-cacı
k / -cecik
* Zarf türeten ek (vurgusuz): hemen-cecik, yavaş
-çacı
k, usul-cacı
k vb.

cadaloz
* Çok konuş
an, huysuz ve ş
irret (kadı
n, kocakarı
).

cadalozlaş
ma
* Cadalozlaş
mak iş
i.

cadalozlaşmak
* Cadaloz gibi davranmak.

cadalozluk
* Cadaloz olma durumu.

cadde
* Şehir içinde ana yol.

caddeyi tutmak
* herhangi bir sebeple bir yoldan geçişi engellemek, kapamak.
* (korkulu bir durumda) baş ı
nıalıp gitmek, uzaklaşmak.

cadı
* Geceleri dolaşarak insanlara kötülük ettiğ
ine inanı
lan hortlak.
* Huysuz, çirkin, ihtiyar kadı
n.
* Çok güzel göz.

cadı
gibi
* saçıbaşıdağ ınık, tı
rnaklarıuzun ve pis kadı
nlar için kullanı

r.
* çok becerikli.

cadı
kazanı
* dedikodunun, fesadı
n çok olduğu yer.

cadı
laş
ma
* Cadı
laş
mak iş
i.

cadı
laş
mak
* (kadın) Çirkinleşip huysuzlaşmak.
* Bitki bakımsızlıktan yabanîleş
mek.

cadı

k
* Cadı
ya yakı
şı
r davranı
ş, huysuzluk.

cadı

k etmek
* huysuzluk etmek, cadıgibi davranmak.

cadısüpürgesi
* Emeçleri özellikle dal uçlarındaki kabuk altı
nda sı
kıbir ağörerek çekirdekli yemişağ
açları
nın
çiçeklenmesine, dolayı
sıyla meyve verimine engel olan asklımantar (Taphrina cerasi).
* Bu mantarın yol açtığ ıbitki hastalı
ğı.

cafcaf
* Gösteriş
,şatafat.
* Ağı
z kalabalı
ğ ıile bir ş
eyi elde eden, ş
irret.

cafcaflı
* Gösterişli, fazla ş
ık, ş
atafatlı.
* Karı
şık, gürültülü patı rtı

, tehlikeli.

Caferî
* Şiîliğin bir kolu ve bu koldan olan kimse.

cağ
* Parmaklı
k, korkuluk.

cağ
* Büyük bez veya deri torba, cav.
cağ
* Lavabo, banyo.
* Hamam, duş , banyo vb. yerlerde atı
k suyun akması
nısağ
layan zemindeki delik.

cağ

k
* Dokumacı

kta, çözgü makinesinde çözgü ipliğ
i bobinlerinin desen ve renk sı
rası
na göre yerleş
tirildiği
sehpa.

cahil
* Öğrenim görmemiş , okumamı ş, bilgisiz.
* Belli bir konuda yeterli bilgisi olmayan.
* Deneysiz, genç, toy (delikanlıveya kı z).

cahil kalmak
* bilgi edinememek, bilgisi olmamak.

cahilâne
* Cahilce, cahile yakı
şı
r (biçimde).

cahilce
* Cahil gibi, cahile yakı
şı
r (biçimde).

cahiliye
* Araplarda Müslümanlı
ktan önceki çağ.

cahiliyet
* Cahillik, bilgisizlik.

cahillik
* Cahil olma durumu, bilgisizlik.
* Gençlik, toyluk, deneysizlik ve bu yüzden iş
lenen kusur.

cahillik etmek
* bilgisizliğ
ini göstermek.
* gençlik, toyluk, deneysizlik yüzünden kusur iş
leme.

caiz
* Din, yasa, töre veya baş ka bakımdan iş
lenmesinde, yapı
lması
nda sakı
nca olmayan, yapı

p iş
lenmesine izin
verilen, uygun, yerinde sayı lan, yakış
ık olan.

caize
* Şairlerin kasidelerle övdükleri büyükler tarafı
ndan kendilerine verilen bahşiş
.
* Yazı da bir sözün olduğu gibi tekrarlandı ğınıgöstermek için alt hizası
na konulan tı
rnak biçimindeki
noktalama iş
areti.
* Yol yiyeceği, azık.

-cak / -cek, -çak / -çek


* Küçültme isimleri türeten ek: Yavru-cak, kuzu-cak vb.

caka
* Gösteriş
, çalı
m, kabadayı

k, fiyaka.

caka satmak
* gösterişyapmak, çalı
m satmak.

caka yapmak
* gösteriş
li davranmak, fiyakalıdurumda olmak.

cakacı
* Caka yapmayıseven.

cakacı

k
* Cakacıolma durumu veya cakalıdavranı
ş.

cakalanma
* Caka satma.

cakalanmak
* Caka satmak.

cakalı
* Cakasıolan, caka ile yapı
lan, gösteriş
li.

cakası
z
* Cakasıolmayan.

calî
* Yapmacı
klı
, düzme, sahte.

calip
* Celp eden, çeken, çekici.

Calvinci
* Bkz. Kalvenci.

Calvincilik
* Bkz. Kalvencilik.

cam
* Soda veya potas katı
lmı
şsilisli kumun ateş
te eritilmesiyle yapı
lan sert, saydam ve çabuk kı


r cisim.
* Tümü veya bir bölümü bu maddeden yapı lmı ş, sırça.
* Pencere.
* Kadeh, içki.

cam çivisi
* Yaklaş
ık çapları1 mm, boyları1,5-2,5 cm arası
nda değ
işen ince ve baş

z tel çivi.

cam evi
* Cam takma iş leri yapılan dükkân, camcı .
* Çerçevelerde camı n yerleştirilmesi için açılan yiv.

cam gibi
* arkasıgörünen, saydam, ş effaf.
* (göz için) donuk, cansı
z.

cam göz
* Gözü takma olan.
* Aç gözlü, tamahkâr.

cam kanatlı
lar
* Kurtçukları, elma, kayı
n, kavak, meş
e ve gürgen ağ
açları
na zarar veren, kanatlarıcamsı
, hortumları
körelmişkelebekler familyası
.

cam macunu
* Camı
yuvası
na tutturmak ve yalı
tkanlı
k sağ
lamak amacıile kullanı
lan bezir yağıve üstübeç karı
şı
mı.

cam mozaik
* Renkli taşparçalarıyerine cam parçaları
ndan yapı
lan mozaik.

cam resim
* Renkli camları
n kesilip birbirlerine kurş
un çubuklarla bağlanması
ile yapı
lan süs veya resim.

cam suyu
* Potas veya sodanı
n kuvars ile eritilmesinden elde edilen, ağ
acı
n böceklere ve ateş
e direncini artı
ran renksiz


.

cam yuvası
* Cam evi.

cam yünü
* Çok ince, bükülebilir cam liflerinin oluş
turduğ
uısıve ses yalı

mında kullanı
lan madde.

camadan
* Çapraz düğ meli, ipek veya sı
rma iş
lemeli bir tür kı
sa yelek.
* Dört köşe yelkenleri boğarak yüzeylerini küçültme işi.

camadan vurmak
* fazla rüzgâra karş
ıyelkeni kasmak.

camadanıfora etmek
* bağ larıkoyuverip kı

lmı
şyelkeni açmak.

camadanlı
* Camadan giymişolan.

cambaz
* Yerde ve tel, at, bisiklet vb. üzerinde dengeye dayanan, tehlikeli, heyecan verici gösterileri yapan kimse,
akrobat.
* At alı
p satan veya yetiştiren kimse.
* Usta, becerikli kimse.
* Kurnaz, hileci.
* OsmanlıDevletinde atlıolan ve savaş larda padiş
ahı
n önünde düş
mana karş
ıilk saldı

ya geçen birlik.

cambazhane
* Cambazları
n oyunları
nıgösterdikleri yer.

cambazlı
k
* Cambazı n işi veya mesleği, akrobatlı
k, akrobasi.
* At alı
p satma veya yetiştirme işi.
* Kurnazlık, hilecilik.

cambul cumbul
* (yemek için) Çok sulu, suyu bol.

camcı
* Cam ticaretini veya cam takmayımeslek edinmişkimse.
* Evin içini pencereden gözetleyen kimse.

camcıelması
* Ucundaki küçük, dönebilen elmas parçasıile camıçizerek kesmeye yarayan araç.

camcımacunu
* Cam ile çerçeve arası
ndaki aralı
klarıkapatmakta kullanı
lan ve kaba üstübeçle bezir yağ
ından yapı
lan
hamur.

camcı

k
* Cam alı p satma veya takma işi.
* Evin içini pencereden gözetleme.

camekân
* Göstermelik, satı lı
kşeylerin sergilendiği camlıbölme veya yer, sergen, vitrin.
* Bir yeri, bir veya daha çok bölüme ayı ran cam bölme, camlık.
* Ser (II).
* Hamamlarda soyunulan camlıyer.
* Gözlük.
camekânlı
* Camekanı
olan (yer).

camekânlıkutu
* Televizyon.

camekânsız
* Camekânı
olmayan.

camgöbeği
* Yeşile çalar mavi renk.
* Bu renkte olan.

camgöz
* Deniz kı


na yakı
n yaş
ayan, boyu bir buçuk metre kadar olan, eti lezzetli bir tür köpek balı
ğı(Galeius
canis).

camgüzeli
* Evlerde süs olarak yetiş
tirilen, pembe, kı
rmı
zıçiçekler açan bir tür kı
na çiçeğ
i (Impatiens sultanı
).

camıçerçeveyi indirmek
* etrafıkı
rıp dökmek, her ş
eyi parçalayı
p dağı
tmak.

camı
z
* Manda, su sı
ğı

, kömüş
.

cami
* Müslümanları
n hep birlikte namaz kı
lmak için toplandı
klarıyer.

cami
* Toplayan, bir araya getiren.
*İ çine alan, içinde bulunduran.

cami yı
kılmış, ama mihrabıyerinde
* yaş landı
ğıhâlde güzelliği bozulmamı
ş(kadı
n).

camia
* Topluluk, zümre.

camit
* Cansı
z.
* Donmuş .

camlama
* Camlamak iş
i.

camlamak
* Cam geçirmek, cam takmak.

camlanma
* Camlanmak iş
i.

camlanmak
* Cam takı
lmak.

camlaş
ma
* Camlaş
mak iş
i.

camlaş
mak
* Cama benzer duruma gelmek.
camlatma
* Camlatmak iş
i.

camlatmak
* Cam taktı
rmak.

camlı
* Cam takı
lmı
ş, cam geçirilmiş
, camıolan.

camlı
köş
k
* Saraylarda veya bahçelerde soğ
uktan korunmak için camla örtülmüşoda, salon.

camlı
k
* Camlıçerçeve ile bölünmüşyer.
* Çiçek, sebze gibi bitkileri dı
şetkenlerden korumak için yapı
lmı
şküçük limonluk, camekân.

camsı
* Cam gibi saydam, cama benzer.
* Yerin içinden yüze çı
kan erimişsı
cak maddelerin, soğ
uma sı
rası
nda billûrlaş
mayı
p biçimsiz olarak
katı
laş
mışdurumu.

camsı
z
* Camı
olmayan.

can
*İ nsan ve hayvanlarda yaş amayısağ ladığ
ına ve ölümle vücuttan ayrı
ldı
ğı
na inanı
lan madde dı
şıvarlı
k.
* Yaş ama, hayat.
* Güç, dirlik.
* Kişi, birey.
*İ nsanı n kendi varlı
ğı, özü.
* Gönül.
* Bektaş îlik ve Mevlevîlikte tarikat kardeşi.
* Yakı nlık duygusu belirten bir seslenme sözü.
* Çok içten, sevimli, sevilen, şirin.

can acı

* Vücudun herhangi bir yerinde duyulan ş
iddetli acı
.

can alacak nokta (veya yer)


* bir ş
eyin en önemli yeri.

can alı

* En önemli, en çarpı

.
* Azrail.

can alı
p can vermek
* ölüm sı
kıntı
sıve acı
sıiçinde bunalmak.

can arkadaşı
* Bkz. can dostu.

can atmak

can başüstüne
* istenilen ş
eyin büyük bir memnunlukla yapı
lacağ
ını
anlatı
r.

can baş
ına sı
çramak
* çok korkmak.

can bayı
lmak
* iç geçmek, takatsizlik göstermek.
can beraber
* Çok sevgili.

can beslemek
* kaygısı
zca yiyip içip rahatı
na bakmak.
* başkası
nın yiyeceğini, içeceğini sağlamak.

can boğazdan gelir (veya geçer)


* insan yiyeceğine önem vererek güçlenebilir veya yemeden yaş
amak mümkün değ
ildir.

can borcunu ödemek


* ölmek.

can bunaltı

* Aşı
rıüzüntü sebebiyle canı
n sı
kılma, bunalma hâli.

can cana, başbaş a


* herkesin kendi canı nın, kendi başının kaygısı
na düş
tüğü bir tehlike anı
nıanlatı
r.
* birbirini seven iki kiş
i bir arada yalnı
z olarak.

can ciğ
er
* Çok yakı
n, sı
kıfı

, pek içten (arkadaş
).

can ciğ
er kuzu sarması
* içli dı
şlı
, candan, pek içten.

can ciğ
er olmak
* birbiriyle çok yakı
n arkadaşolmak.

can cümleden aziz


* insanı
n kendisi herkesten önce gelir.

can çabası
* varlı
ğı
nıkanı
tlama amacı
yla aş
ırıgayret.

can çekiş
mek
* ölmek üzere bulunmak.
* sona ermek, tükenmek, bitmek.

can çekiş
mektense ölmek yeğ dir
* bir iş
te çeş
itli sı

ntıve üzüntülerle karş
ılaş
ıp olağ
anüstü gayret harcamaktansa o iş
ten vazgeçmek daha
iyidir.

can çı
kmayınca (veya çı
kmadan) huy çıkmaz
* insanıalışkanlı
kları
ndan, huyları
ndan vazgeçirmek mümkün değ
ildir.

can damarı
* En önemli veya hassas nokta, bir ş
eyin yaş
amasıiçin en önemli araç.

can damarına basmak


* bir iş
in en önemli yönü üzerinde durmak.

can dayanmamak
* bir ş
ey karş
ısı
nda insanı
n dayanı
klı

ğıelden gitmek.

can derdinde olmak


* zor bir durumdan kurtulmaya çalı
şmak.

can derdine düşmek


* ölüm korkusuna kapı
lmak.

can direğ
i
* Kemanı
n içinde, alt ve üst kapaklarıarası
nda dikili duran çubuk.

can dostu
* Pek içten dost.

can düş
manı
* Aş
ırıdüş
manlı
k güden kimse, öldürmeyi bile düş
ünen düş
man.

can eriğ
i
* Genellikle yeş
ilken yenen sert, sulu bir tür erik.

can evi
* Yüreğin altı
ndaki bölge.
* En duyarlıyer, yürek.

can evinden vurmak


* en etkileyici yönünden saldı
rmak.

can feda
* Çok imrenilen iyi veya güzel ş
eyler, davranı
şlar karş
ısı
nda söylenir, can kurban.

can gelmek
* canlanmak, güçlenmek.

can gözdesi
* Sevgili.

can havli
* ölüm korkusu.

can havli ile...


* ölüm korkusundan doğ
an güçlü bir tepki ile.

can kalmamak
* bitkin bir duruma gelmek, gücü tükenmek.

can kaygı
sına düşmek
* her şeyden vazgeçip sadece kendi hayatı
nıkoruma veya kurtarma çabası
nda olmak.

can korkusu
* Bkz. can havli.

can korkusu
* Ölüm korkusu.

can kulağı
* çok yakı
n dost, sı
rdaş
.

can kulağıile dinlemek


* büyük bir dikkatle dinlemek.

can kurban
* Can feda.

can kuş
u
* Ruh.

can noktası
* En önemli husus, vurgulanmasıgereken yer.

can olmak
* sevimli, hoşgörünmek.
can pahası
na
* canı
nıvererek veya tehlikeye koyarak.

can pazarı
* Herkesin kendi canı
nın kaygı

na düş
tüğ
ü ve kendini kurtarmaya çalı
ştı
ğıbir durum.

can sağ

ğı

nsanı
n sağve sağlı
klı
olması
.

can sevecek bir şey


* hoşa gidecek bir ş
ey.

can sı


* Üzüntü yaratan, üzücü.

can sı

ntısı
* yapı
lacak bir işolmamaktan ve hiçbir ş
eyle oyalanma imkânıbulunamadı
ğıiçin duyulan tedirginlik,
bunalı
m.

can sı
kmak
* bı
kkı
nlı
k vermek.

can sohbeti
*İ çtenlikle konuş
an çok yakı
n dostlar bir arada söyleş
ip dertleş
me.

can tahtası
* Göğüs kemiğ
i.

can vermek
* ölmek.
* ruha güç vermek.
* canlanması na yol açmak.
* bir ş
eyi çok istemek.

can yakmak
* zulmetmek, eziyet etmek.
* bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak.
* üzmek, acıvermek.

can yeleğ
i
* Bkz. cankurtaran yeleği.

can yoldaşı
* Yalnı
zlı
ktan kurtulmak için birlikte yaş
anı
lan (kimse vb.).

cana
* Sevgiliye hitap sözü.

cana can katmak


* yaş
ama gücünü artı
rmak.

cana kı
ymak
* öldürmek.

cana minnet saymak (veya bilmek)


* bir lütuf olarak kabul etmek.

cana yakı
n
* Sevimli.

cana yakı
nlı
k
* Cana yakı
n olma durumu.

canan
* Gönülden sevilen, gönül verilmişolan kadı
n, sevgili.
* (tasavvufta) Tanrı
.

canavar
* Masallarda sözü geçen yabanî, yı rtı
cıhayvan.
* Kurt, domuz gibi cana kı yan yaban hayvanı
.
* Haşarı, yaramaz çocuk.
* Acı
ması z, kötü ruhlu, zalim (kimse).
* Köpek balı ğı
.

canavar düdüğü
* Taşı
tlarda bulunan, tiz ses çı
karan alet.
* Acıacıses çıkaran ve uzaklara kadar tehlike iş
areti vermek için kullanı
lan düdük.

canavar gibi
* iri yarı
, saldı
rgan.
* çok fazla.

canavar kesilmek
* hırçı
nlaş
mak, canavar gibi olmak.

canavar otu
* Canavar otugiller familyası
nın örnek türlerinden olan ve kenevirle tütün köklerinin asalakları
ndan biri
sayı
lan çiçekli bitki (Orobanche ramosa).

canavar otugiller
* Bitişik taç yapraklı
iki çeneklilerden, tarı
m bitkilerine zarar veren asalak bir bitki familyası
.

canavarca
* Canavar gibi, canavara uygun düş
en biçimde.

canavarlaşma
* Canavarlaş
mak iş
i.

canavarlaşmak
* Canavar gibi davranmak.
* Korkunç, ürkütücü bir durum almak.

canavarlı
k
* Canavar gibi davranma.

cancağ
ız
* Cancağı

m sözünde sevgi ve teklifsizlik; cancağ
ızıisterse deyiminde ise önemsemezlik anlatı
r.

candan

çten, yürekten, gönülden, samimî.

çtenlikle, istekle, ilgiyle.

candan candan
*İ çtenlikli bir biçimde.

candan geçmek
* ölmek.

candan yürekten
* içtenlikle.

candanlı
k
* Candan olma durumu.
candarma
* Jandarma.

canfes
* Üzerinde desen bulunmayan, ince dokunmuş
, parlak, tok, ipekli kumaş
.
* Bu kumaş tan yapı
lmış.

canfes gibi yaprak


* (asma ve dut yapraklarıiçin) ince, taze ve sinirsiz yaprak.

canfeza
* Türk müziğinde çok az kullanı
lmı
şbir birleş
ik makam.

cangı
l
* Bkz. cengel.
* Karışıklı
k, kargaş
a.

cangı
l cungul
* Hayvanlara takı
lan çanları
n veya baş
ka maden eş
yanı
n çı
kardı
ğıkaba sesleri anlatı
r.
* Bu biçimdeki gürültü.

canhı
raş
* Yürek paralayan, kulak tı
rmalayan, acı
, tüyler ürpertici.

canı
acı
mak
* çarpma, vurma vb. sonucu acıduymak.
* üzülmek, rahatsı
z olmak.

canı
ağzı
na (veya boğ azına) gelmek
* büyük bir tehlike karş
ısı
nda ölecekmişgibi bir korkuya kapı
lmak.
* aşı
rıduygulanmak, çok heyecanlanmak.

canı
burnuna (veya burnundan) gelmek
* bir ş
ey yaparken çok zorluk çekmek.

canı
burnunda olmak
* çok yorgun ve bezgin olmak.

canı
cana ölçmek
* başkası
na yapı
lacak ş
eyi kendine yapı
lacak gibi düş
ünmek.

canı
canı
na (veya içine) sığmamak
* sabırs ı
zlık göstermek, tahammül etmemek.

canı
cebinde
* zayı
f ahlâklıkimse.

canı
cehenneme
* sevilmeyen bir kimse için duyulan öfke ve nefreti bildirir.

canı
çekilmek
* (vücudun herhangi bir organıiçin) canlı

ğıazalı
r gibi olmak.
* içi ezilmek.

canı
çekmek
* bir ş
eyi istemek, istek duymak, arzulamak.

canı
çıkasıca!
* "büyük zarara veya kötülüğ
e uğ
rası
n, periş
an olsun, ölsün" anlamları
nda kullanı
lan bir ilenme sözü.

canı
çıkmak
* çok yorulmak veya çok zorluk çekmek.
* ölmek.
* çok yı
pranmak.

canı
çıksı
n!
* "ölsün, gebersin" anlamı
nda bir ilenme sözü.

canı
gelip gitmek
* ayılı
p bayı
lmak.
* ümit ve ümitsizlik arası
nda kalı
p heyecanlanmak.

canı
gelmek
* yeniden canlanmak, canıyerine gelmek.

canı
gibi sevmek
* çok güçlü bir sevgiyle bağ
lanmak.

canı
gitmek
* özen gösterilen, çok sevilen bir ş
eye zarar gelecek diye kaygı
lanmak.

canı
gönülden (veya canıyürekten)
* içtenlikle, çok isteyerek.

canı
ile oynamak
* tehlikeli iş
lerle uğ
raş
mak.

canı
ile uğraş
mak
* ağı
r hasta olmak, ölüm döş
eğinde can çekiş
mek.
* büyük sıkıntı
ya düş mek.

canı
istemek
* heves duymak.

canı
isterse
* (olumsuz bir cevap karş
ısı
nda) "kabul etmezse etmesin!" anlamı
nda kullanı

r.

canı
pek
* Acı
ya, sı

ntı
ya karş
ıdayanı
klı
.

canı
sağolsun!
* üzülmeye gerek olmadı
ğı
nıkarş
ıtarafa bildirmek için kullanı

r.

canı
sıkı
lmak
* içi sı
kılmak, yapacak bir iş
i olmamaktan tedirginlik duymak.
* keyfi kaçmak.
* yarıüzülmek, yarıöfkelenmek.

canı
sıkkı
n
* keyfi kaçmı
ş.

canı
tatlı
* Sı

nt ı
ya ve acı
ya katlanmak istemeyen.

canı
tez
* Beklemeye dayanamayan, sabı
rsı
z.

canı
yanan eşek attan yüğrük olur
* zarara veya kötülüğe uğrayan kimse acı

nıçı
karmak için aş
ırıçaba harcar.

canı
yanmak
* çok acıduymak.
* acıbir deneme geçirmek; bir iş
te zarar görmek.
canı
yerine gelmek
* yorgunluğ
u geçmek; sağlı
ğı
nı, gücünü kazanmak.

canı
yok mu?
* birinin katlandı
ğısı

ntı
yıbaş
kaları
na örnek göstermek için söylenir.

canı
yürekten
* Bkz. canı
gönülden.

canı
m ciğ
erim
* içten bir sevgi sesleniş
i.

canı
m dese, canım çıksın diyor sanmak
* birinin en gönül okş ayı
cısözleri bile kendisine dokunmak, batmak.

canı
m!
* hoş nutsuzluk anlatır.
* sevgi sesleniş
i olarak kullanı

r.
* (ca:nı
m) çok güzel, çok değer verilen.

canı
mısokakta bulmadı m
* tehlikeye veya herhangi bir sı
kıntı
ya katlanmaya hiç niyetim yok.

canı
mın içi
*ş efkat veya sevgi sesleniş
i.

canı
n isterse!
* "dilediğ
in gibi olsun, sen bilirsin, bana göre hava hoş
" anlamı
nda kullanı

r.

canı
na acı
mamak
* kendini düş
ünmeden, kendine bakmadan yaş
amak.

canı
na değmek
* çok hoşlanmak.
* ruhu şad olmak.

canı
na düşkün
* kendine iyi bakan, kendini koruyan.

canı
na ezan okumak
* bir kimsenin hakkı
ndan gelmek, öldürmek.

canı
na geçmek, canı na iş
lemek (veya canı
na kâr etmek)
* çok etkilemek.

canı
na kasdetmek
* intihara kalkı
şmak.
* birini öldürmeye hazı
rlanmak.

canı
na kı
ymak
* acı
madan öldürmek.
* kendini öldürmek.
* gücünden fazla işgörerek aş
ırıderecede kendini yormak.

canı
na minnet
* beklenilmeyen iyi bir durumla karş
ılaş
ınca duyulan memnunluğ
u anlatmak için söylenir.

canı
na okumak
* berbat ve periş
an etmek.

canı
na rahmet
* "Alllah rahmetini esirgemesin" anlamı
nda kullanı

r.

canı
na susamak
* ölmek istemek.
* birini öldürmeyi istemek.

canı
na tak demek (veya etmek)
* dayanamaz duruma gelmek, sabrıkalmamak.

canı
na tükürdüğümün (veya üfürdüğ ümün)
* kı
zgı
nlı
k ve öfke belirtir.

canı
na yandığım (veya yandı ğı
mı n)
* sevgi, hayranlı
k veya öfke gibi türlü duygular anlatı
r.

canı
na yetmek
* katlanamayacak duruma gelmek, bezmek, bı
kmak.

canı
ndan bezmek (veya bıkmak, usanmak)
* ölümü göze alacak kadar sı

ntıiçinde olmak.

canı
ndan geçmek
* ölmek için hazı
r olmak.

canı
nı(bir yere) dar atmak
* bir tehlikeden güçlükle kurtularak bir yere sı
ğı
nmak.

canı
nıacı
tmak
* birine acıvermek.

canı
nıalmak
* (Tanrı) öldürmek.
* canınıverdirecek kadar memnun etmek.
* sı
kıntıya sokmak.

canı
nıbağış
lamak
* öldürülmesi gerekirken vazgeçmek.

canı
nıburnundan getirmek
* çok yormak, fazla çalı
ştı
rmak.

canı
nıcehenneme göndermek (veya yollamak)
* öldürmek.

canı
nıçı
karmak
* hı
rpalamak, çok yormak, yı
prandı
rmak.

canı
nıdiş
ine almak (veya takmak)
* her tehlikeyi göze alarak iş
e giriş
mek.

canı
nısı
kmak
* keyfini bozmak, neş
esini kaçı
rmak.

canı
nısokakta bulmak
* sağlı
ğıkorumak gerektiğini anlatan bir söz.

canı
nıvermek
* kendini feda etmek.
* hiçbir ş
ey esirgememek.
* bir ş
eye çok düş kün olmak, çok sevmek.

canı
nıyakmak
* acıverecek biçimde cezalandırmak.
* bir kimseyi, çok sı
kıntı
ve zarara sokmak.

canı

n derdine düşmek
* canından başka bir ş
ey düş
ünemeyecek kadar sı

ntı
da olmak.

canı

n içine sokacağıgelmek
* çok hoşlanmak, çok sevmek.

cani
* Cinayet iş
lemişolan kimse, kı
yacı
.

canice
* Cani gibi, caniye yakı
şı
r (biçimde).

canilik
* Cani olma durumu.

canip
* Yan, taraf.

caniyane
* Cani gibi, canice.

cankurtaran
* Hastahane veya kliniklere hasta veya yaralıtaş
ımaya özgü araç, ambülâns.
* Havuz veya plâjda yüzme bilmeyenleri uyaran, tehlikeden koruyan ve onları
kurtaran kimse.

cankurtaran çanı
* Tipili veya sisli havalarda sı
ğınacak veya yönelecek yeri yolculara, gemilere belli etmek için kullanı
lan çan
(veya düdük).

cankurtaran düdüğü
* Cankurtaran çanı
.

cankurtaran gemisi
* Karaya oturan, yanan veya batma tehlikesi ile karş
ıkarş
ıya kalan gemileri kurtarmaya yarayan gemi.

cankurtaran kulübesi
* Dağgeçitlerinde tipiden veya soğ
uktan korunmak icin sı
ğınak olarak yapı
lmı
şkulübe.

cankurtaran salı
* Deniz kazaları
nda kullanı
lmak üzere gemilerde bulundurulan sal.

cankurtaran sandalı
* Deniz kazaları
nda veya gemi batmak üzere iken insanlarıkurtarmaya yarayan motorlu, kürekli sandal,
filika.

cankurtaran simidi
* Suda boğulma tehlikesine karş
ıkullanı
lan ve sudan hafif maddelerden, büyük simit veya yelek biçiminde
yapılmışaraç.

cankurtaran ş amandı rası


* Denize düş enlerin kolayca belirlenip kurtarı lmalarıiçin denize bı
rakı
lan ve kazaya uğrayanları
n bulup
kendilerini göstermeleri için kullanı
lan, parlak renkli, fosforlu ş
amandı ra.

cankurtaran yeleği
* Yelek biçiminde yapı
lmı
şcankurtaran aracı
.

cankurtaran yok mu!


* ölüm tehlikesi karş
ısı
nda yardı
m isteme sözü.
cankurtaranlı
k
* Cankurtaran olma durumu.

canla baş
la
* Seve seve her türlü yorgunluğu göze alarak, var gücüyle.

canlandı


* Canlılı
k veren, canlı

k kazandıran.
* Bir canlıresim veya ş
ema filmi için hareketliliğ
i sağ
layan tek tek resimleri yapan sanatçı
.

canlandı

cılı
k
* Canlandı

cıolma durumu.

canlandı

lma
* Canlandı

lmak iş
i.

canlandı

lmak
* Canlandı
rmak iş
ine konu olmak.

canlandı

m
* Ortada kalan kalı
ntı
ları
na göre bir eserin ana tasarı

na uygun olarak yeniden çizimi.

canlandı
rma
* Canlandı rmak iş
i.
* Tek tek resimleri veya hareketsiz cisimleri gösterim sı
rası
nda hareket duygusu verebilecek biçimde
düzenleme ve filme aktarma iş i.
* Kişileştirme.
* Geçmişbir olayı n geliş
mesini ve sonucunu aynıbiçimde yansı tarak sunma.

canlandı
rmak
* Canlanması nısağ lamak, canlanması na yol açmak.
* Yaşatmak, (birinin) kı lı
ğı
na girmek.
* Yoğunluk, etkinlik kazandı rmak.
* Canlı

k, tazelik, dirilik getirmek.

canlanma
* Canlanmak iş
i.

canlanmak
* Gücü artmak, diri duruma gelmek.
* Etkinliğ
i artmak, hareketlilik kazanmak.
* Depreş mek.
* Geçmiş te yaşanan bir olay veya durum yeniden hatı
rlanmak.

canlı
* Canıolan, diri, yaşayan.
* Güçlü, etkili, hareketli, hayat dolu.
* Yaşayı
p yer değiş tirebilen yaratık, hayvan.

canlıcanlı
* Diri diri, henüz ölmemiş
.
* Heyecanla.

canlıcenaze
* Çok zayı
f, bir deri bir kemik kalmı
şkimse.

canlımodel
* Figürlerle süslü veya heykeltı
raş

kta yararlanı
lan kadı
n veya erkek.

canlımüzik
* Gazino, lokal vb. yerlerde yemek sı
rası
nda bir veya birkaç müzisyenin çalgı
ve sesleri ile parçaları
seslendirmesi.
canlıözdekçilik
* Evrenin temeli olarak düş
ünülen maddenin canlıolduğunu savunan doktrin, hilozoizm.

canlıresim
* Bir hareketi parçalarına ayırı
p bunların elle yapılan resimlerinin alı

yla tek tek çevrilmesine dayanan ve
gösterimde sürekli bir hareketi ortaya koyan film tekniğ i.

canlıyayı
n
* (televizyon ve radyo için) Daha önceden herhangi bir gereç üzerine tespit edilmemiş
, alı

yla tespit edildiğ
i
anda yapı
lan yayı n.

canlı


k
* Olup bitenin ruhlar alanının gizli güçlerince yönetildiğine inanan ilkel anlayı ş
, animizm.
* Bağımsız bir ruhî varlı
ğ ı
n insanda ve doğ a nesnelerinde yerleşik olduğuna inanan ilkel dinî görüş
.
* Tek ve aynı ruhun fikrî ve organik hayatı n ilkesi olduğ
unu ileri süren öğreti.
* Çocukta bir düş ünce biçimi olarak bütün cisimlerin canlıolduğ una inanma.

canlı

k
* Canlıolma durumu.
* Neşelilik, hareketlilik.

cansı
z
* Canı nıyitirmiş
, ölmüş .
* Güçsüz, mecalsiz.
*İ lgi uyandı rmayan, sönük.
* Durgun.
* Canlıolmayan (varlı k), camit.

cansı
z cansız
* Cansı
z olarak, cansı
z gibi.

cansı
z düşmek
* hastalı
k veya yorgunluk yüzünden bitkin bir duruma gelmek.

cansı
z hedef
*İnsan ve hayvan dı
şı
nda kalan hedef.

cansı
zlaş
ma
* Cansı
zlaş
mak iş
i.

cansı
zlaş
mak
* Cansı
z duruma gelmek.

cansı
zlaş
tırma
* Cansı
zlaş

rmak iş
i.

cansı
zlaş
tırmak
* Cansı z duruma getirmek.
* Bir dişin canlıdokusunu yok etmek.

cansı
zlı
k
* Cansı
z olma durumu.
* Hareketsizlik.

cansiparane
* Canı
nıverircesine, özveriyle.

cantiyane
* Kantiyane.

capcanlı
* Çok canlı
(bir biçimde).

car
* Çağrı, tellâl ile duyurma; ilân.
* Tehlike durumu, imdat, yardı m.

car
* Bazıyerlerde kadı
nları
n kolları
na örttükleri veya boydan boya örtündükleri çarş
af, zar.

car car
* Çok ve yüksek sesle, gürültülü bir biçimde (konuş
ma).

car etmek
* nara atmak, haykı
rmak; ilân etmek.

carcar
* Geveze, yaygaracı
.

carcur
* Bkz. ş
arjör.

carcur
* "Geliş
igüzel konuş
mak" anlamı
na gelen carcur etmek deyiminde geçer.

carcur
* Fermuar.

cari
* Akan.
* Olagelen, geçen, yürürlükte olan.

cari hesap

ki taraf arası
nda sürüp giden alacak verecek iş
lemlerinin tutulan hesabı
.

cari masraf
* Belirli bir dönemde yapı
lan harcamalar.

cari para
* Geçerli olan, yürürlükte bulunan para.

cari ücret

şgücü piyasası
nda işgücünün, arz ve talebe göre belirlenen fiyatı
.

cariye
* Yabancıülkelerden kaçı
rılı
p özgürlükten yoksun edilen, alı

p satı
labilen, her konuda efendisinin
isteklerine bağ
lıbulunan genç kadın, halayı
k.

cariyelik
* Cariye olma durumu.

cariyelik etmek
* cariye gibi hizmet etmek.

cariyeniz (veya cariyeleri)


* eskiden, söz söylenen kimseye aşırıbir saygıgöstermişolmak için kadı nlar tarafı
ndan "ben" zamiri yerine
kullanılı
rdı.
* aynımaksatla genç kadı nlardan söz edilirken onları
anlatan kelimelere bir unvan gibi getirilirdi.

carlama
* Carlamak iş
i.

carlamak
* Bağ ırarak konuşmak; çok söylemek.
*İ lân etmek, duyurmak; nara atmak, haykı
rmak.

carlı
* Carı(II) olan.

carsı
z
* Carı(II) olmayan.

cart
* Sert bir ş
ey yı
rtı

rken çı
kan ses.

cart cart ötmek


* kendini beğ
enmişbir davranı
şla ve buyururcası
na söz söylemek.

cart curt
* Gerekli gereksiz yerde söylenen, abartı
lısöz.

cart curt etmek


* göz korkutmak veya övünmek amacı
yla abartı
lıkonuş
mak.

cart kaba kâğı


t
* yüksekten atana veya çalı
mlı
bir tavı
r takı
nana karş
ısöylenen hafifseme ünlemi.

carta
* Yellenme.

cartadak
* Birdenbire ve gürültü ile.

cartadan
* Cartadak.

cartayıçekmek
* ölmek.

cascavlak
* (başiçin) Çok saçsız, çok tüysüz, hiç tüyü olmayan.
* Çırı
lçı
plak, örtüsüz.

cascavlak kalmak
* bütün imkânlarıelinden alı
nmı
şolarak ortada kalmak.

casus
* Bir devletin veya bir kimsenin sı
rları
nıbaş
kası
nın hesabı
na öğ
renmeyi üstüne alan kimse, çaş
ıt.

casusluk
* Casus olma durumu, çaş
ıtlı
k.

casusluk etmek
* casus olarak çalı
şmak.

cav
* Bkz. çağ(II).

cavalacoz
* Değersiz, önemsiz, derme çatma.

cavlağ
ıçekmek
* ölmek.

cavlak
* Çı
plak, tüysüz.

cavlaklı
k
* Cavlak olma durumu, çı
plaklı
k.

cavlama
* Cavlamak iş
i.

cavlamak
* Kavlamak, tüyünü dökmek, çı
plak kalmak.

cavlamak
* Ölmek.

caydı


* Kararı
ndan, sözünden döndürücü.

caydı



k
* Caydı

cıolma durumu.

caydı

lmak
* Caymasısağ
lanmak, kararı
ndan döndürülmek, vazgeçirilmek.

caydı

ş
* Caydı
rmak iş
i veya biçimi.

caydı
rma
* Caydı
rmak iş
i.

caydı
rmak
* Cayması
nısağlamak, kararı
ndan döndürmek, vazgeçirmek.

caygı
n
* Vazgeçip iş
in ardı
nıbı
rakan, dönek.

cayı
r cayı
r
* Bir cismin çabuk ve ş iddetle yandı
ğı
nı, yı
rtı
ldı
ğı
nıanlatmak için kullanı

r.
* Şiddetli, etkili olarak.

cayı
rdama
* Cayı
rdamak iş
i.

cayı
rdamak
* (nesneler için) Ses çı
kararak yanmak veya yı
rtı
lmak.

cayı
rdatma
* Cayı
rdatmak iş
i.

cayı
rdatmak
* (nesneler için) Sert, uzun, gürültülü ses çı
kartmak.

cayı
rtı
* Şiddetli yanma, yı
rtı
lma sesi, gürültü.

cayı
rtıvermek
* gürültü ile gözdağ
ıvermek.

cayı
rtı
yıbasmak (veya cayırtıkoparmak)
* birdenbire bağ
ırı
p çağı
rmaya baş
lamak.

cayı
ş
* Caymak iş
i veya biçimi.
cayma
* Caymak iş
i.

caymak
* Sözünden, kararı
ndan dönmek, vazgeçmek.

caz
* Başlangı
çta Kuzey Amerika zencilerinin müziği iken sonralarıbütün dünyada benimsenen bir müzik türü.
* Caz müziği çalan orkestra.

caz takı

* Caz müziğ
i çalan orkestranı
n bütün çalgı
ları
.

cazbant
* Caz müziğ
i çalan orkestra.

cazcı
* Caz müziğ
i çalan veya besteleyen kimse.

cazcı

k
* Cazcı
nın iş
i veya mesleğ
i.

cazgı
r
* Güreş ecek olan pehlivanlarıyüksek sesle izleyicilere tanı
tan ve duaları
nıokuyarak onlarıalana süren kimse.
* Fitneci.

cazgı
rlı
k
* Cazgı
r olma durumu.

cazı
r cazı
r
* (bir cismin kaynama ve yanması
nıbelirtirken) Güçlü ve sesli olarak.

cazı
rdama
* Cazı
rdamak iş
i.

cazı
rdamak
* Caz diye ses çı
karmak.

cazı
rdatma
* Cazı
rdatmak iş
i.

cazı
rdatmak
* Cazı
rdaması
na yol açmak.

cazı
rtı
* Cazı
rdama sesi.

cazibe
* Alı
m, alı
mlı

k, çekicilik, albeni.
* Çekim.

cazibe kanunu
* Yer çekimini belirten kurallar bütünü.

cazibedar
* Çekiciliğ
i olma, alı
mlı
.

cazibeleş
me
* Cazibeleş
mek durumu.

cazibeleş
mek
* Çekici, alı
mlıduruma gelmek.

cazibeleş
tirmek
* Çekici, alı
mlıduruma getirmek.

cazibeli
* Çekici, alı
mlı , albenili.
* Önemli, ağı rlığı olan.

cazibesiz
* Çekici olmayan, alı
msı
z.

cazip

lgi uyandı
ran, çekici, elveriş
li.

cazipleş
me
* Cazipleş
mek durumu.

cazipleş
mek
* Cazip duruma gelmek.

cazipleş
tirme
* Cazipleş
tirmek durumu.

cazipleş
tirmek
* Cazip duruma getirmek.

cazipli
* Çekici, alı
mlı
, albenili.

caziplik
* Cazip olma durumu.

cazlı
* Cazıolan.

cazsı
z
* Cazıolmayan.

cazur cazur
* Bkz. cazı
r cazı
r.

Cb
* Kolombiyum'un kı
saltması
.

cc
* Kemanı
n sı
rt ve göğüs tahtası
nıiki yanı
ndan C harfi biçiminde çenten oyuklar.

Cd
* Kadmiyum'un kı
saltması
.

CD
* Yabancıdevlet elçiliklerine ait arabaları
n plâkaları
nda kullanı
lan kı
saltma.

Ce
* Seryum'un kı
saltması
.

ce
* Türk alfabesinin üçüncü harfinin adı
.

ce
* Kucak çocukları
nı, bebekleri eğlendirmek için çı
karı
lan ses.
-ce
* Bkz. -ca / -ce (I).

-ce
* Bkz. -ca / -ce (II).

ce demeye mi geldin?
* "Bu kadar az oturmaya mıgeldin?" anlamı
nda kullanı

r.

cebbar
* Zorlayıcı, zorba.
* Kudret sahibi, Tanrı .
* Gökyüzünün güneyinde bulunan bir yı
ldı
z kümesi.
* Becerikli, açı
k göz (kadı
n).

cebe
* Zı rh.
* Silâh.

cebeci
* Yeniçeri ordusunda silâh yapan, onaran ve bakı mıile görevli bulunan; savaş
ta ordunun silâh ve
cephanesini ulaş

ran yaya kapı
kulu ocakları ndan bir sı
nıf asker.

cebel
* Dağ.
* Sahipsiz, boştoprak.
* Ekilmemiştarla, ekime elveriş
li olmayan yer.

cebeli
* Osmanlıİmparatorluğu döneminde, savaşsı rası
nda tı
mar, zeamet sahiplerinin dirlikleri oranı
na göre
yanları
nda götürmekle yükümlü bulunduklarıatlıasker.
* Aynıdönemde illerdeki atlıinzibat kuvveti.

cebelleş
me
* Cebelleş
mek iş
i.

cebelleş
mek
* Uğ
raş
mak, çekiş
mek; tartı
şmak, münakaş
a etmek.

cebellezi
* Hakkıolmayan bir ş
eyi kendisine mal edip cebine koyma, cebine indirme.

cebellezi etmek
* cebine indirmek.

ceberut
* Tanrı 'nı
n her şeyin üstünde olan kudreti.
* (tasavvufta) Allah'a varmanın üçüncü basamağı.
* ("büyük kudret" anlamı ndan kayarak) Merhametsizlik, zorbalı
k.
* Acı masız, merhametsiz, zorba.

cebi delik
* Tutumlu olmayan (kimse), savurgan.

cebi delik (kimse)


* para tutmayan, züğürt, parası
z.

cebi para görmek


* parasıyokken para kazanmaya baş
lamak.

cebin
* Korkak.
* Alı
n, yüz.

cebinden çı
karmak
* ondan çok üstün olmak.

cebine indirmek (veya atmak)


* (para için) hakkıolmadı
ğıhâlde kendine mal etmek.

cebini doldurmak
* karş
ılaş

ğıelveriş
li durumlardan yararlanarak bol para kazanmak.

cebir
* Zor, zorlayı
ş.

cebir
* Artıve eksi gerçek sayı
larla, bunları
n yerini tutan harfler yardı
mıyla nicelikler arası
nda genel bağlantı
lar
kuran matematik kolu.

cebir kullanmak
* bir iş
i yaptı
rmak için zora baş
vurmak.

cebire
* Kırı
k kemikleri yerinde tutmak için kullanı
lan tahta, mukavva veya tenekeden yapı
lmı
ş, üzeri bezle
kaplanan levha, süyek, koaptör.

cebirsel
* Cebirle ilgili.

cebirsel deyim
* Bilinen veya bilinmeyen büyüklük ölçüleri üzerinde, bunlara bağlıbir büyüklük ölçüsünü çı
karmak için
gerekli iş
lemleri gösteren ve birbirine cebirsel iş
aretlerle bağlanan harf ve sayı
lar bütünü.

cebirsel formül
* Cebirsel deyim.

cebirsel ifade
* Cebirsel deyim.

cebren
* Zorla, zor kullanarak, zoraki.

cebretme
* Cebretmek iş
i.

cebretmek
* Zorlamak.

cebrî
* Zorla yapı
lan; zor kullanı
larak yaptı

lan.

cebrî yürüyüş
* Bir yere kuvvet yetiş
tirmek veya düş
mandan önce varmak için yapı
lan sı
kıyürüyüş
.

cebrinefs
* Kendini zorlama, kendini tutma.

cebriye
* Yazgı


k, kadercilik, fatalizm.

ceddine lânet (veya yedi ceddine lânet!)


* "soyun sopunla birlikte Tanrıcezanı
zıversin!" anlamı
nda ilenme bildiren söz.
ceddine rahmet!
* "aferin, bravo" veya "Tanrı
senden razı
olsun" anlamı
nda kullanı

r.

Cedî
* Oğlak burcu.

cedit
* Yeni.

cedre
* Guatr, guş
a.

cefa
* Büyük sı
kıntı
, üzgü, eziyet.

cefa çekmek (veya görmek)


* üzüntü, sı

ntıçekmek.

cefa etmek
* üzmek, eziyet etmek.

cefakâr
* Cefalı
.

cefakeş
* Cefa çeken, cefalı
, sı
kıntı
ya katlanan.

cefalı
* Sı

nt ı
ya, eziyete katlanmı
şveya katlanan.

cefaya katlanmak
* sıkı
ntıveya üzüntüyü sabı
rla karş
ılayı
p tahammül etmek.

ceffelkalem
* Hiç düş
ünüp taş
ınmadan, bir çı
rpı
da.

cehalet
* Bilgisizlik, bilmezlik.

cehdetme
* Cehdetmek iş
i.

cehdetmek
* Çalı
şı
p çabalamak.

cehennem
* Dinî inanış
lara göre, kötülük yapanları
n öldükten sonra ceza görecekleri yer, tamu.
* Çok sıkıntı
lıyer.

cehennem azabı
* Cehennemde uğranılacağ ı
na inanı
lan ceza.
* Çok büyük sı

ntı
, eziyet.

cehennem gibi
* çok sı
cak.

cehennem hayatı
* Büyük sı
kıntı
ve üzüntülerle dolu yaş
ayı
ş.

cehennem kütüğü
* Cehennemde yanmaya yaraş
ır kimse.
cehennem ol
* defol!.

cehennem olmak
* defolmak.

cehennem taşı
* Gümüş
ün nitrik asitte ergitilmesiyle elde edilen, havaya dayanı
klı

şı
kta bozulmayan beyaz kristal.

cehennem zebanisi
* Zalim, acı
ması
z kimse.

cehenneme kadar yolu var


* "defolsun, istediğ
i yere kadar gitsin, korkum yoktur" anlamı
nda sövme.

cehennemî
* Cehennemle ilgili.
* Üzücü, yakı

, cehennem gibi.

cehennemi boylamak
* (sevilmeyen kimse için) ölmek.

cehennemin bucağı (veya dibi)


* çok uzak yer.

cehennemin dibine gitmek


* (kı

lan kimse için) defolup gitmek.

cehennemleşme
* Cehennemleş
mek durumu.

cehennemleşmek
* Cehenneme dönmek.
* Aşı
rıüzüntü ve sı

ntıçekilen yer hâlini almak.

cehennemlik
* Öldükten sonra yerinin cehennem olacağısanılan, cehenneme lâyı
k (kimse).
* Hamamı n ocağ ı, külhan.
* Modern ekmek fı rı
nları
nda ateş
in bulunduğu en sıcak bölüm.

cehil
* Bilgisizlik, bilmezlik.

cehre
* Pamuk, yün, ipek gibi ş
eyleri eğirip iplik durumuna getirmeye yarar araç, iğ
.

cehri
* Kök boyası
gillerden, meyve, kabuk veya odunundan güzel kı
rmı
zırenk elde edilen bir kök (Rhamnus
infectorius).

ceht
* Çaba, çabalama.

-cek
* Bkz. -cak / -cek.

ceket
* Erkeklerin ve kadı
nları
n giydiğ
i, genellikle önden düğ
meli, kalçayıörten, kollu giysi.

ceketatay
* Bkz. Jaketatay.
celâdet
* Yiğitlik, kahramanlı
k.

celâl
* Büyüklük, ululuk.
* Öfke, kı
zgınlık.

Celâlî
*İlk olarak Yavuz Sultan Selim döneminde ortaya çı kıp devlete isyan eden Bozoklu DervişCelâl'in
adamları
na ve ondan yana olanlara, sonralarıda türeyen bütün eşkıyaya verilen ad.

Celâlîlik
* Celâlî olma durumu.

celâllenme
* Celâllenmek iş
i.

celâllenmek
* Öfkelenmek, kı
zmak.

celâlli
* Sert ve öfkeli (kimse).
* Hırçın, coşkun.

celâllice
* Celâlli gibi, celâlliye benzer.

celbe
* Avcıçantası
.

celep
* Koyun, keçi, sı
ğır gibi kesilecek hayvanların ticaretini yapan kimse.
* Topkapı, Galata, İbrahim Paş a ve Edirne saraylarına alı nı
p türlü devlet hizmetleri için aday olarak
yetiş
tirilen genç.

celeplik
* Koyun, keçi, sı
ğı
r gibi kesilecek hayvanları
n ticaretini yapma iş
i.

celî
* Açık, aşikâr.
* Parlak, cilâlı
.

celî yazı
* (Arap harfleriyle) Uzaktan okunacak biçimde istif edilmişiri sülüs levha yazı

.

celil
* Çok büyük, ulu.
* Tanrı
'nı
n sı
fatlarından biri.

cellât
* Ölüm cezasına çarptırılanları
öldürmekle görevli olan kimse.
* Acıması
z, katıyürekli, kolaylı
kla suç iş
leyen, zalim.

cellât gibi
* acı
ması
z.

cellâtlı
k
* Cellâdı
n görevi.
* Katıyüreklilik, zalimlik.

celp
* Getirtme, kendi üzerine çekme.
* Mahkeme tarafı ndan dava edene, edilene veya tanı
klara gönderilen çağ
rıbelgesi.
* Askerlik ödevini yapmaya çağı
rma.

celp etmek
* kendine çekmek.
* getirmek.

celp kâğı

* Çağ
rıkâğı

, çağrıbelgesi, celpname.

celpname
* Celp kâğ
ıdı
, çağ
rıbelgesi.

celse
* Oturum.

celseyi açmak
* oturumu açmak.

celseyi tatil etmek


* oturuma ara vermek.

cemaat
* Bir imama uyup namaz kı lan kiş
iler.
*İ nsan kalabalı
ğı.
* Bir dinden veya bir soydan olanların topluluğ
u.

cemaat ne kadar çok olsa (veya cami ne kadar büyük olsa) imam gene bildiğini okur
* bir yetkili kimse, çevresindekilerin düş
üncesi ne olursa olsun kendi istediğini yapmaya çalı
şı
r.

cemaate uymak
* içinde bulunulan bir topluluğ
a uyarak davranmak.

cemaatimüslimin
* Müslüman halk.

cemaatle namaz kılmak


* imama uyarak namaz kı
lmak.

cemaatleş
me
* Cemaatleş
mek iş
i veya durumu.

cemaatleş
mek
* Cemaat hâline gelmek.

cemaatli
* Cemaati olan.

cemaatsiz
* Cemaati olmayan.

cemaatsizlik
* Cemaatsiz olma durumu.

cemadat
* Cansı
zlar, cansı
z varlı
klar.

cemal
* Yüz güzelliği.

cem'an
* Toplayarak, toplam olarak, hepsi.

cem'an yekûn
* Toplam olarak, hepsinin tamamı
.

cemaziyülâhı
r
* Ay takviminin altı
ncıayı
, küçük tövbe ayı
.

cemaziyülevvel
* Ay takviminin beş
inci ayı
, büyük tövbe ayı
.

cemaziyülevvelini bilmek
* bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmiş
teki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek.

cembiye
* Bir çeş
it eğ
ri kama, hançer.

cembiyeli
* Cembiyesi olan.

cembiyesiz
* Cembiyesi olmayan.

cemetme
* Cemetmek iş
i.

cemetmek
* Toplamak, bir araya getirmek.

cemi
* Bütün, hep, (bir ş
eyin) hepsi, (bir ş
eyin) tümü.
* Toplama.
* Toplama.
* Çoğul, çokluk.

cemil
* (erkek için) Güzel.
* Tanrı'nın sıfatları
ndan biri.

cemile
* (kadı
n için) Güzel.
* Gönül alıcıdavranı ş
.

cemilendirme
* Çoğullandı
rma iş
i.

cemilendirmek
* Çoğ ullandı
rmak, çokluk hâline getirmek.

cemilenme
* Çoğ
ullanma iş
i.

cemilenmek
* Çoğ
ullanmak.

cemiyet
* Dernek.
* Topluluk, toplum.
* Düğ ün.
* Birbirine uygun veya zıt anlamlıkelimeleri tenasüp veya tezat sanatlarıyoluyla bir araya getirme.
* Bir olayıveya kiş
iyi kutlama amacı yla bir araya gelen topluluk.
cemiyetli
* Cemiyet içinde geçen, derli toplu, dağ
ını
k olmayan.

cemre
* Şubat ayı
nda birer hafta aralı
klarla önce havada, sonra suda ve en sonra toprakta oluş
tuğ
u sanı
lan sı
caklı
k
yükseliş
i.

cemre düşmek
* sı
caklı
k yükseliş
i o hafta içindeki günde baş
lamak.

cenabet
* Cünüp.
* Pis, kötü, hoş
lanı
lmayan kimse veya ş
ey.

Cenabı
hak
* Allah, Tanrı
.

cenah
* Kuşkanadı .
* Kol, pazı.
* Yan, taraf.
* Savaşdüzenindeki ordunun iki yanı
ndan her biri.

cenap
* Saygı
, onur ve büyüklük anlamı
yla kullanı

r.

cenaze
* Kefenlenip tabuta konmuş
, gömülmeye hazı
rlanmı
şinsan ölüsü.
* Cenaze töreni.

cenaze alayı
* Ölüyü kaldı
rma töreni veya bu törende yer alan veya cenazeyi izleyen topluluk.

cenaze duası
* Cenaze defnedilirken okunan dua.

cenaze gibi
* benzi sararmı
ş.

cenaze levazı
matı
* Ölünün kefenlenmesi sı
rası
nda gerekli olan malzemeler.

cenaze merasimi
* Cenaze töreni.

cenaze namazı
* Cenaze gömülmeden önce musalla taş
ını
n üstüne konan tabutun önünde kı

nan namaz.

cenaze töreni
* Cenaze namazı
ndan mezara kadar yapı
lan dinî tören.

cenazeyi kaldırmak
* ölüyü gömmek üzere götürmek; gömmek.

cenbiye
* Ağzıeğ
ri bir tür Arap bı
çağ
ı.

cendere
* Bir ş
eyi sı
kmak, ezmek gibi iş
lerde kullanı
lan mekanizma, pres.
* Manevî baskı
.

cendereleş
me
* Cendereleş
mek iş
i.

cendereleşmek
* Manevî baskıaltı
nda mücadele etmek.

cendereye sokmak
* manevî baskıaltı
na almak.

Cenevizli
* Ceneviz (bugünkü Cenova ş
ehri) Cumhuriyeti halkı
ndan olan kimse.

cengâver
* Savaş çı
.
*İ yi dövüşen, dövüş
çü, savaş
kan, vuruş
kan.

cengâverce
* Cengâvere yakı
şı
r biçimde.

cengâverlik
* Savaş
çılı
k, savaş
kanlı
k, dövüş
çülük.

cengel
* Otlarla ve sı
k ağaçlarla örtülü genişHindistan ormanları
na verilen ad.

cenin
* Ana rahminde doğma zamanı
nıtamamlayamamı
şveya vaktinden önce düş
müşçocuk.

ceninisakı
t
* Düş
ük.

cenk
* Savaş
, kavga.
* Büyük çaba, uğ
raş
, kavga; çekiş
me.

cenk etmek
* savaş
mak, mücadele etmek.

cenkçi
* Savaş
çı, kavgacı
.

cenkçilik
* Cenkçi olma durumu.

cenkleş
me
* Cenkleş
mek iş
i.

cenkleş
mek
* Savaşmak.
* Atış
mak, çekiş
mek, münakaş
a etmek.

cennet
* Dinî inanı
ş lara göre, iyilik yapanları
n, günahsı
zları
n, öldükten sonra sonsuz bir mutluluğ
a kavuş
acakları
yer; uçmak (II).
* Çok güzel, huzur veren yer.

cennet balı ğı
* Cennet balı
ğı
gillerden, mavi yeş
il zemin üzerine bakı
r rengi çizgili tropikal balı
k (Macropodus
viridiauratus).

cennet balığı
giller
* Kemikli balı
kla r takı
mını
n kefallar alt takı
mına giren bir familya.
cennet biberi
* Zencefilgillerden karabiber tadı
nda bir bitki.

cennet gibi
* güzel, bakı
mlı(yer).

cennet kuş u
* Cennet kuşugillerden, tüyleri güzel renkli bir kuş(Paradisea apoda).
* Güzel, alı
mlıkadı n.
* Henüz pek küçükken ölen bebek.

cennet kuş ugiller


* Omurgalıhayvanlardan kuş
lar sı
nıfı
nın bir familyası
.

cennet öküzü
* Yüreği temiz ama budala denecek kadar saf kimse.

cennet taamı
* Tadı
çok güzel olan yemek veya yiyecek.

cennete çevirmek
* temiz, bakı
mlı
, güzel bir yer durumuna getirmek.

cennete dönmek
* güzel, rahat yaş
anı

r, bakı
mlıbir yer durumuna gelmek.

cennetleş
me
* Cennetleş
mek durumu.

cennetleş
mek
* Cennet durumuna girmek.
* Cennetin güzellikleriyle donanmak.

cennetlik
* Öldükten sonra yerinin cennet olacağına inanı
lan (kimse).
* (ölmüşkimse için) Yeri cennet olan, cennetmekân.

cennetmekân
* Cennetlik.

centilmen

yi arkadaş

k eden, saygı

, görgülü, kibar (erkek).

centilmence
* Centilmene yakı
şı
r (bir biçimde).

centilmenlik
* Centilmen olma durumu.
* Centilmene yakı
şır davranı
ş.

centilmenlik antlaş
ması
* Hukukî ve resmî olmayan, ancak tarafları
n karş
ılı
klı
güvenlerine dayanan sözlü antlaş
ma.

cenubî
* Güneyle ilgili, güneye özgü olan, güney.

cenup
* Güney.

cenuplu
* Güneyli.
cep
* Genellikle bir ş ey koymaya yarar, giysinin belli bir yeri açı
larak içine yerleştirilen astardan yapılmıştorba
veya giysinin üzerine konulan parça ile yapı lmı şyer.
* Belirtisiz isim tamlamasıyapı sında, tamlayan görevinde "cebe sı ğabilecek boyda" anlamı nıverir.
* Savaşalanı nın bir yerinde düşmanı n geriletilmesiyle ortaya çıkan taktik durum, çökertme.
* Trafiğ i kolaylaştırmak için yaya kaldırı
mları nda veya yollarda yapı lan cep biçimindeki taş ıt yanaşma yeri.
* Kablosuz telefon.

cep defteri
* Cebe sı
ğabilecek büyüklükteki defter.

cep feneri
* Pille çalı
şan ve cepte taş
ınan küçük fener.

cep harçlı
ğ ı
* Bir kimseye ufak tefek gündelik harcamalarıkarş
ılamasıiçin verilen para.

cep harçlı
ğ ı
nıçıkarmak
* günlük masrafı
nıkarş
ılayacak kadar kazanç sahibi olmak.

cep kitabı
* Cepte taş
ınacak, cebe girecek biçimde küçük kitap.

cep saati
* Cepte taş
ınan saat.

cep sözlüğü
* Cepte taş
ınabilecek ve günlük ihtiyaca hemen cevap verebilecek küçük sözlük.

cep takvimi
* Cepte taş
ınabilecek küçük boy takvim.

cep telefonu
* Cebe sı
ğabilecek küçüklükte olan, taş
ınabilir, kablosuz telefon.

cep televizyonu
* Çok küçük boyutlarıolan veya cebe sı
ğabilecek küçüklükteki televizyon.

cepçi
* Yankesici.

cepçilik
* Yankesicilik.

cephane
* Ateş
li silâhlarla atı
lmak için hazı
rlanan her türlü patlayı
cımadde.

cephaneci
* Kara, deniz ve hava birliklerinde cephanelik görevlisi veya sorumlusu olan kimse.

cephanelik
* Cephanenin saklanması
na yarar kapalıve korunmuşyer.

cephe
* (yapılarda) Yüz, alnaç.
* Üzerinde savaş ı n sürdüğü bölge.
* Yan, yön, taraf.
* Belli bir düşünce, istek çevresinde sağlanan beraberlik.

cephe açmak
* savaşolmayan bir bölgede, savaş
a hazı
rlanmak ve baş
lamak.
cephe almak
* hası
m durumu takı
nmak, bir düş
ünceye karş
ıolmak, direnmek.

cephe gerisi
* Savaşalanı

n gerisinde kalan bölge.

cepheden cepheye koşmak


* durmadan, değ
işik cephelerde savaş
mak, yı
lmak bilmemek.

cepheden hücuma geçmek


* dolaş
ık yollara sapmadan, doğrudan doğ
ruya konuyu ele alarak birine karş
ıçı
kmak veya mücadeleyi açı
ktan
açığ
a yapmak.

cephelenme
* Cephelenmek iş
i.

cephelenmek
* Cephe oluş
turmak.

cepheleş
me
* Cepheleş
mek iş
i.

cepheleş
mek
* Bir düş
ünce, bir istek çevresinde birlik oluş
turmak.

cepheli
* Yönlü, taraflı
.

cepken
* Kollarıyı
rtmaçlı
ve uzun, harçla iş
lenmişbir tür kı
sa, yakası
z üst giysisi.

cepleme
* Ceplemek iş
i.

ceplemek
* Kazanmak, cebine indirmek.

cepten aramak
* bir kimseyi cep telefonundan aramak.

cepten vermek
* kendi kesesinden, kendi malı
ndan ödemek.

cer
* Çekme, sürükleyerek götürme.

cer hocası
* Taş
rada imamlı
k yaparak para ve erzak toplayan genç medrese öğ
rencisi.

cerahat
*İ rin.
* Yara.

cerahatlenme
* Cerahatlenmek iş
i.

cerahatlenmek
* (yara) İ
rin toplamak.

cerahatli

rin toplamı
ş, irinli.
cerahatsiz

rin toplamamı
ş, irinsiz.

cerbeze
* Güzel konuş ma.
* Beceriklilik, girginlik.
* Kurnazlı k, hilekârlı k.

cerbezeli
* Girgin, kolaylı
kla ve inandı

cısöz söyleyen, dilli.

cereme
* Baş
kası
tarafı
ndan yapı
lan veya kaza sonucu ortaya çı
kan zararıödeme.

ceremesini çekmek
* baş kası

n yol açtı
ğızararıödemek.

ceren
* Ceylan.

cereyan
* Bir yöne doğ ru akma, akı
ş, akı
ntı.
* Akı m.
* Bir şeyin gelişme, olma durumu.
* Aynıeğilimde olan, aynı görüşü paylaş
an kimselerin oluş
turduğ
u hareket.

cereyan çarpmak
* elektrik akı
mına tutulup etkisinde kalmak.

cereyan etmek
* geçmek, olmak, yapı
lmak.

cereyana kapı lmak


* elektrik akımı yla çarpı
lmak.
* suyun akı şıiçinde kalıp sürüklenmek.
* bir eğilim, bir görüşhareketi içinde yer almak.

cereyanda kalmak
* kapalıbir yerde, karş
ılı
klıaçı
k pencere veya kapı
arası
nda meydana gelen hava akı
ntı

nda kalı
p üş
ütmek.

cereyanlı
* Akı
ntı
lı .
* Akı
mlı.

cerh
* Yaralama.
* (bir düş
ünce, inanç, veya iddia için) Çürütme.

cerh etmek
* yaralamak.
* çürütmek.

ceride
* Gazete.
* Tutanak, kayıt defteri.
* Süvari kolu.

ceriha
* Yara.

cerime
* Cereme.
Cermen
* Bugünkü Almanya'yı , Bohemya ve Polonya'nı
n batı
bölümünü kapsayan Cermanya'da M.Ö. 3. yüzyı
ldan 9.
yüzyı
la kadar oturan halk veya bu halktan olan kimse.

Cermen dilleri
* Kuzey Avrupa'da konuş
ulan ve Hint-Avrupa dil ailesi içinde yer alan diller.

cermen menteş e
* Bina kapı
larıile pencerelere takı
lan ve yaprakları
menteş
e uzunluğ
unun yarı
sıkadar olan, sactan kı
vrı
larak
yapılmı
şmenteş e.

Cermence
* Cermen dili.

cerrah
* Operatör.
* Önemsiz yaralarıiyileş
tiren kimse.

cerrahî
* Cerrahlı
kla ilgili.
* Hekimliğin, ameliyatla tedavi yapan dalı
.

cerrahî müdahale
* Ameliyat.

cerrahlı
k
* Cerrah olma durumu veya cerrahı
n mesleğ
i.

cerrar
* Çekici, sürükleyici.
* Zorla para alan (kimse).
* Savaşaraçlarıyla donatılmı
şkalabalı
k ordu.
* Dilenci.

cerre çı
kmak
* (medreselerde okuyan softalar) para ve erzak toplamak için belli aylarda köylere dağ
ılı
p imamlı
k veya
müezzinlik yapmak.

cesamet
* Büyüklük, irilik.

cesametli
* Kocaman, iri.

cesaret
* Güç veya tehlikeli bir iş
e giriş
irken kiş
inin kendinde bulduğu güven; yüreklilik, yiğitlik, yürek ve göz
pekliğ
i.
* Çekinmezlik, atı
lganlı
k.

cesaret almak (veya bulmak)


* herhangi bir durumdan, davranı
ştan güç almak.

cesaret etmek
* korkulmasıgereken bir iş
e korkmadan giriş
mek, göze almak.

cesaret gelmek
* yı
lgı
nlı
ğıgitmek, yüreklenmek.

cesaret göstermek
* yürekli davranmak.
cesaret vermek
* birinin yı
lgı
nlı
ğı
nıgidermek, birini yüreklendirmek.

cesarete gelmek
* yı
lgı
nlı
ğıgitmek, yüreklenmek.

cesaretini kırmak
* yürekliliğ
ini gidermek, korkutmak.

cesaretini toplamak
* kendine güven duygusunu, yürekliliğini ve atı
lganlı
ğı
nıbir araya getirmek.

cesaretlendirilme
* Cesaretlendirilmek iş
i, yüreklendirilme.

cesaretlendirilmek
* Yüreklendirilmek.

cesaretlendirme
* Cesaretlendirmek iş
i, yüreklendirme, yiğ
itlendirme.

cesaretlendirmek
* Yüreklendirmek, yiğ
itlendirmek, cesaret vermek.

cesaretlenme
* Cesaretlenmek iş
i, yüreklenme, yiğ
itlenme.

cesaretlenmek
* Yı
lgı
nlı
ğıgitmek, yüreklenmek, yiğ
itlenmek.

cesaretli
* Hiçbir ş
eyden korkusu olmayan, yürekli, yiğit.

cesaretlilik
* Cesaretli olma durumu, yüreklilik.

cesaretsiz
* Yüreksiz.
* Çekingen.

cesaretsizlik
* Cesaretsiz olma durumu, yüreksizlik.

ceset
* Ölü vücut, naaş
.

cesim
* Büyük, iri, kocaman.

ceste
* "Azar azar", "kı

m kı

m" anlamı
ndaki ceste ceste ikilemesinde geçer.

ceste ceste
* Azar azar.

cesur
* Yürekli, cesaretli.

cesurane
* Cesaretle, yüreklice, yiğ
itçesine.

cesurca
* Cesura yakı
şan biçimde, cesur gibi.

cesurluk
* Yüreklilik, gözü pek olma durumu.
* Atı
lganlı k.

cet
* Dede, büyük baba, ata.

cetbecet
* Atalardan beri, soyca.

cetvel
* Doğru çizgileri çizmeye yarayan, dereceli veya derecesiz, tahtadan, plâstikten veya madenden yapı
lmı
şaraç,
çizgilik.
* Liste, çizelge.
* Ark, su kanalı .

cevaben
* Cevap olarak, karş
ılı
k olarak.

cevabı
dikmek (veya dayamak, yapı ştırmak)
* kesin, ters ve karş
ısı
ndakinin beklemediğ
i bir karş
ılı
k vermek.

cevabî
* Cevap niteliğinde olan.

cevahir
* Elmas, yakut gibi değerli taş
lar, mücevher.

cevahir yumurtlamak
* cevher yumurtlamak.

cevahirci
* Mücevher alı
p satan kimse, mücevherci.

cevap
* Bir soruya, bir isteğ
e, bir söz veya yazı
ya verilen karş
ılı
k, yanı
t.

cevap anahtarı
* Sı
navlarda sorulan soruları
n çözülmüşbiçimi.

cevap hakkı
* Bir kimsenin ş
ahsı
yla ilgili bası
n yayı
n organları
nda çı
kan haberlere karş
ılı
k olarak ya düzeltme ya da cevap
verme hakkı.

cevap kâğ
ıdı
* Sı
navlarda sorulan soruları
n cevapları
nın bulunduğu kâğı
t.

cevap vermek
* karş ı

k olarak bildirmek veya söylemek.
* ihtiyacıkarşılamak.
* iyi sonuç vermek, iyi sonuç alı
nmak.

cevaplama
* Cevaplamak iş
i.

cevaplamak
* Bir soruya, bir isteğ
e, bir söz veya yazı
ya karş
ılı
k vermek, yanı
tlamak.

cevaplandı
rılma
* Cevaplandı

lmak iş
i, yanı
tlandı

lma.
cevaplandı
rılmak
* Bir ş
eyin cevabı
, karş
ılı
ğıverilmek, yanı
tlandı

lmak.

cevaplandı
rma
* Cevaplandı
rmak iş
i, yanı
tlandı
rma.

cevaplandı
rmak
* Bir ş
eyin cevabı

, karş
ılı
ğını
vermek, yanı
tlandı
rmak.

cevaplı

çinde cevap bulunan, yanı
tlı
.

cevaplıtelgraf
* Cevabı
nın ücreti bir ş
ey sorup cevap almak için telgraf gönderen kimse tarafı
ndan önceden ödenmişolan
telgraf türü.

cevapsı
z
* Cevabıverilmemiş
, karş
ılı
ksı
z, yanı
tsı
z.

cevapsı
z bırakmak
* karşı

ğında herhangi bir cevap vermemek, bir tepki göstermemek.

cevaz

zin, müsaade.

cevaz vermek
* hoşgörmek, uygun bulmak.

cevelân
* Dolaş
ma, dolanma, gezinme, gezinti.

cevher
* Bir şeyin özü, maya, gevher.
* Değerli süs taşı
, mücevher.
*İ yi yetenek.
* Töz.

cevher yumurtlamak
* değ
erli sözler söylediğ
ini sanarak saçmalayanlar için alay yollu söylenir.

cevherli
* Cevheri olan.

cevhersiz
* Cevheri olmayan.

cevir
* Eziyet, cefa, üzgü.

ceviz
* Cevizgillerin örnek bitkisi olan, uzun ömürlü, gövdesi kalı
n, kerestesi değerli, yurdumuzda çok yetiş
en ağ

(Juglans regia).
* Bu ağacı n yağlı, niş
astalıyemiş i, koz.
* Ceviz ağ acının kerestesinden yapı lmı ş
.

ceviz içi
* Cevizin kabuğ
u kı

ldı
ktan sonra kalan iç.

ceviz kı
rmak
* yanlı
ştutum veya davranı
şta bulunmak, hata yapmak.
cevizgiller
* Örneğ
i ceviz olan, taçsı
z iki çeneklilerden bir bitki familyası
.

cevizî
* Cevizden yapı
lmı
şveya cevizi andı
ran.

cevizli
* Cevizi olan, ceviz katı
lmı
ş.

cevizlik
* Ceviz ağ
acı
nın çok olduğu yer.

cevretme
* Cevretmek iş
i.

cevretmek
* Eziyet etmek.

cevval
* Davranı
şlarıçabuk ve kesin olan.

cevvaliyet
* Çabukluk, hareketlilik.

cevvî
* Atmosfer ile ilgili, atmosferik.

Cevza

kizler burcu.

ceylân
* Çift parmaklı lardan, boynuzlugiller familyası
ndan, çöllerde yaş
ayan, çok hı
zlıkoş
an, gözlerinin güzelliğ
i ile
tanı
nan, ince bacaklı, zarif, memeli hayvan, gazal (Gazella dorcas).

ceylân bakışlı
* Süzgün ve tatlıbakı
şlı
.

ceylân gibi
* yapı
sıince ve uyumlu.

ceylânca
* Ceylân gibi, ceylâna uygun biçimde.

ceza
* Uygun görülmeyen tepki ve davranı
ş ları
önlemek için üzüntü, sı
kıntı
, acıveren uygulama.
* Suç iş
leyen bir kimsenin yaş
antı

na, özgürlüğüne, malları
na, onuruna karşıdevletin koyduğ
u sı
nırlama.

ceza alanı
* (futbol, hentbol vb. de) Bir oyuncunun bilerek yaptı
ğıkural dı
şıdavranı
şı
n penaltı
ile cezalandı

ldı
ğıveya
kalecinin topu elle tutmasına izin verilen alan.

ceza almak
* öğrenci cezalandı rı
lmak.
* (görevli, suçluya) para cezasıverdirmek.

ceza atı
şı
* Ceza vuruş
u.

ceza çekmek
* hapiste yatmak.
* manevî bakı mdan iş
lenen suçun ağ
ırlı
ğı
nıçekip sı

ntıve üzüntü içinde kalmak.
ceza evi
* Hükümlülerin içinde tutulduklarıyapı
, hapishane, mahpushane.

ceza görmek
* kendisine ceza verilmek, cezalandı

lmak.

ceza hukuku
* Suç kapsamıiçine giren eylemler ile bunlara uygulanacak cezalarıinceleyen hukuk dalı
.

ceza kesmek
* (görevli) para cezasıyazmak.

ceza reisi
* Ağı
r ceza mahkemesi baş
kanı
.

ceza sahası
* Bkz. ceza alanı
.

ceza vermek
* cezalandırmak.
* para cezasıödemek.

ceza vuruşu
* Özellikle futbolda, bir oyuncunun oyun alanı
nda yanlı
şdavranı
şı
nıcezalandı
rmak için, karş
ıtarafı
n
yapmaya hak kazandı ğıserbest vuruş .

ceza yazmak
* Bkz. ceza kesmek.

ceza yemek
* cezalandı

lmak.

cezaî
* Ceza ile ilgili, cezaya iliş
kin, cezaya dayanan.

cezalandı

lma
* Cezalandı

lmak iş
i.

cezalandı

lmak
* Cezaya çarptı

lmak, ceza verilmek, tecziye edilmek.

cezalandı
rma
* Cezalandı
rmak iş
i.

cezalandı
rmak
* Bir kimseye veya varlı
ğa ceza vermek.

cezalanma
* Cezalanmak iş
i.

cezalanmak
* Cezaya çarpı
lmak.

cezalı
* Cezalandı

lmı
ş(kimse).

cezası
nıbulmak
* hak ettiği kötü sona uğ
ramak.

cezası
nıçekmek
* yaptı
ğıbir kusur veya tedbirsizliğ
in zararı
na uğ
ramak.
* hükmedilen cezayıbitirmek.
cezası
z
* Cezaya çarptı

lmamı
ş, cezalandı

lmamı
ş.

cezaya çarptırmak
* cezalandı
rmak.

Cezayir menekş esi


* Zakkumgillerden, bahçelerde süs bitkisi olarak yetiş
tirilen, kendine özgü mavi, açı
k mor renkli çiçekleri ve
ortasıçukur taç yaprakları
olan bir bitki (Vinca).

Cezayirli
* Cezayir halkı
ndan olan (kimse).

cezbe
* Bir duygu veya bir inanı
şı
n etkisiyle aş
ırıölçüde coş
up kendinden geçme durumu.

cezbelenme
* Cezbelenmek durumu.

cezbelenmek
* Cezbeye tutulmak, kendinden geçmek, kendini kaybetmek.

cezbeli
* Cezbesi olan.

cezbesiz
* Cezbesi olmayan.

cezbetme
* Cezbetmek durumu.

cezbetmek
* Kendine çekmek, bağ
lamak.

cezbeye tutulmak (veya kapı lmak)


* bir duygu veya bir inanı
şı
n etkisiyle aş
ırıölçüde coş
up kendinden geçmek.

cezerye
* Ezilmişhavuç içine fı
ndı
k, ş
eker vb. eklenerek yapı
lan bir tatlıtürü.

cezir
* Kök.
* Alçalma.

cezire
* (denizde) Ada.

cezp
* Kendine çekme.
* Etkileyerek kendine bağ
lama.

cezrî
* Köklü, kökten, temelden, radikal.

cezve
* Kahve piş
irmeye yarayan, saplı
, silindire benzer küçük kap.

cezve sürmek
* kahveyi piş
irmek için cezveyi ateş
e doğru itmek.

Cf
* Kaliforniyum'un kı
saltması
.

CGS
* Santim, gram, saniye kelimelerinin kı
saltı
lması
ndan oluş
an uluslar arasıfizik birimleri sistemi.

charter
* Bkz. çartı
r.

check up
* Bkz. çekap.

-cı
/ -ci, -cu / -cü
*İsimden isim ve sı
fat türeten ek: kapı
-cı
, köfte-ci, su-cu, türkü-cü, balı
k-çı
, simit-çi, yoğurt-çu, kürk-çü vb.



l
* Çı
plak.
* Yoksul, parası
z, geçim darlı
ğıçeken.



ğıçı
kmak (veya cı

ğınıçıkartmak)
* çok yorulmak, hı
rpalanmak.



k
* Güzel.
* Süs.
* Derisi soyulmuşet.
*İ ç organlar.


da
* Mı
zrak.


dağ
ı
* Atı
n iki omzunun arası .
* Derin, işleyen yara, büyük çı
ban.


dak
* Mı
zrak.


gara
* Bkz. sigara.


k
* "Yok olmaz" anlamı
nda kullanı

r.

-cı
k / -cik, -cuk / -cük
*İ simden küçültme ve okş ama isimleri türeten ek: baba-cı k, anne-cik, yavru-cuk, öpü-cük vb.
* Önüne bir ünlü getirilerek sıfat ve zarf türetir: az-ı
cık, dara-cık, bir-i-cik vb.
* -ca ekli zarflardan pekiş
tirme zarflarıtüretir: Yavaş ca-cık,usulca-cı k vb.

-cı
l / -cil

simden "seven" anlamı
na sı
fat türetir: adam-cı
l, insan-cı
l, balı
k-çı
l, ev-cil vb.



z
* Çok zayı f ve güçsüz, eneze, nahif.
* (ı
şı
k için) Güçsüz, sönük.



zlaş
ma
* Cı

zlaş
mak iş
i.



zlaş
mak
* Zayı
f ve güçsüz düş mek, zayı
flamak.
* Gücünü, değ erini yitirmek.


zlı
k
* Cı

z olma durumu.


lk
* Bozularak kokmuş .
* Cı vık.
*İ rinlenmiş
.
* Sözünün eri olmayan.


lk çı
kmak
* kusurlu, boşveya bozuk çı
kmak.


lk etmek
* bozmak, çürütmek.


lkava
* Kurdun veya tilkinin ense postundan yapı
lan kürk.


lkıçı
kmak
* bozulmak, doğru ve uygun yolundan ayrı
lmak.


lklaş
ma
* Cı
lklaş
mak iş
i.


lklaş
mak
* Cı
lk duruma gelmek.


lklı
k
* Cı
lk olma durumu.


mbar
* Çımbar.
* Filiz, sürgün.


mbarlama
* Cı
mbarlamak iş
i.


mbarlamak
* Dokunmakta olan halı
nın veya bezin kenarı
nıcı
mbarla geriye almak.


mbı
z
* Kı
l gibi ince ş
eyleri tutmak veya çekmek için kullanı
lan küçük maşa.
* Özellikle dokumacı lı
kta kumaşyüzlerindeki düğ üm, çöp gibi maddeleri temizlemekte kullanı
lan el aracı
.


mbı
zcı
* Dokumacı

kta cı
mbı
zlamak iş
ini yapan (kimse).


mbı
zlama
* Cı
mbı
zlamak iş
i.


mbı
zlamak
* Cımbı
zla yolmak.
* Dokumacı lı
kta kumaşyüzlerindeki düğüm, çöp gibi maddeleri cı
mbı
zla temizlemek.


ncı
k
* Bardak, kadeh, tabak gibi sı
rçadan veya porselenden yapı
lan ş
eyler, züccaciye.


ncı
k boncuk
* Yalancı
taş
lardan yapı
lmı
şküpe, kolye gibi ş
eyler.


ngı
l
* Küçük üzüm salkı
mı.
* Boncuk, gümüşveya altı
n para ile yapı
lmı
ş, baş

ğa veya giysiye takı
lan süs, cingil.


r cı
r
* Durup dinlenmeden ince ve usandı

cıses çı
kararak.


r cı
r ötmek
* gereksiz, yerli yersiz konuş
mak.


rboğa
* Bir tür çöl sıçanı(Dipus Caegyptius).
* Cılız, zayı
f, çelimsiz çocuk.


rcı
r
* Kaynana zırı
ltı
sı .
* Geveze.
* Pamuk kozalarını n pamuğ
unu ve çekirdeğ
ini birbirinden ayı
ran çı
krı
k.
* Ağustos böceği.


rcı
r böceği
* Düz kanatlı
lardan ocaklarda, fı

nlarda, kı
rlarda yaş
ayan böcek, cı
rlak.(Grillus domesticus, G. campestris).

cırcır delgi
* Dönme hareketini yivli gövdesi üzerindeki parçanı
n ileri geri itilmesinden alan ve küçük delikler açmak
için kullanı lan araç.


rcı
r kolu
* Lokma vidalarısökmeye yarayan alet.


rdaval
* Meş
e dalı
ndan yapı
lan ucu demirli, uzun cirit değ
neğ
i.



ldama
* Cı

ldamak iş
i.



ldamak
* Cı
r cı
r diye ses çı
karmak.



ltı
* Cı
r cı
r diye çı
kan ses.


rlak
* (ses için) Hoş a gitmeyen, keskin ve çiğ, tiz.
* Cırcı r böceği.


rlak cı
rlak
* Çok tiz ve ince bir sesle.


rlama
* Cı
rlamak iş
i.


rlamak

nce ve usandı

cıses çı
karmak.


rlatma
* Cı
rlatmak iş
i.


rlatmak
* Cı
rlaması
na yol açmak.


rlayı
k
* Örümcek kuş ugillerden, ormanlı
k, çalı

k yerlerde yaş
ayan, güzel öten bir kuş(Lanius).
* Ağustos böceği.

rmalama
* Cı
rmalamak iş
i.


rmalamak
* Tı
rmalamak.


rmı
k
* Tı
rnak izi.


rnak
* Yı
rtı
cıhayvan tı
rnağı
.


rnaklama
* Cı
rnaklamak iş
i.


rnaklamak
* Tı
rmalamak.


rnı
k
* Set duvarları
nda su akacak delik.


rt
* Kâğ
ıt, kumaşgibi ş
eyler yı
rtı

rken çı
kan ses.


rtlak
* Cı
rlak.
* Olgunluktan ezilebilecek duruma gelmiş(meyve, sebze).


rtlama
* Cı
rtlamak iş
i.


rtlamak
* Cı
rt diye ses çı
karmak.


s
* Çocuklarıateş
e ve tehlikeli ş
eylere karş
ıuyarı
rken söylenir.


va
* Atom sayısı80, atom ağırlı
ğı200.5 olan, donma noktası-38, 80 C olduğundan, bayağ
ısı
caklı
kta sı
vıolarak
bulunan, yoğunluğu 13, 59 olan, gümüşrenginde bir element. KısaltmasıHg.


va gibi
* yerinde durmaz, ele avuca sı
ğmaz, çok hareketli.


vadra
* Geminin baştarafı
ndan havaya doğru biraz kalkı
k olarak uzatı
lmı
şbulunan direk.


valı
* Cı
vasıolan.


vata
* Birbirine bağlanmak istenen ağ
aç veya demir parçaları
n hazı
rlanmı
şolan deliklerden geçirilerek, ucuna
somun takılı
p sıkıştı
rılan iri baş
lıvida.


vatalama
* Cı
vatalamak iş
i.


vatalamak
* Cı
vata ile tutturmak.



k
* Fazla suyla karı
ştı
ğıiçin biçimini koruyamayacak kadar sulanmı
ş.
* Soğuk ve can sıkıcışakalar yapan (kimse).



k cı

k
* Soğuk ve can sı

cıolarak.



k mantarlar
* Bakterilerle ortak yaş
ayan, ilkel ve hayvanı
msıyapı

, peltemsi mantarlar.



klanma
* Cı

klanmak durumu.



klanmak
* Cı

k duruma gelmek.



klaş
ma
* Cı

klaş
mak durumu.



klaş
mak
* Cı

k duruma gelmek.



klaş

rma
* Cı

klaş

rmak iş
i.



klaş

rmak
* Cı

k duruma getirmek.



klı
k
* Cı

k olma durumu.



l cı

l
* (kuş
lar) Cı vıltı
ile ötüşerek.
* Canlı
, hareketli olarak.
* Canlı
, ne şeli.
* Hareketli, kalabalık.



ldama
* Cı

ldamak iş
i.



ldamak
* Cı

l cı

l ötmek.



ldaş
ma
* Cı

ldaş
mak iş
i.



ldaş
mak
* Hep birden cı
vıldamak.



ltı
* Kuş ların ötüşürken çıkardı kları
ses.
* (ses için) Canlı

k, ateş
lilik.



ltı

* Cı

ltı
sıolan.



ltı

z
* Cı

ltı
sıolmayan.



ma
* Cı

mak iş
i.



mak
* Cıvı k duruma gelmek.
* (bir iş) Çığı
rından çıkmak.
* Saygı sızca davranışta bulunmak.




lma
* Cı


lmak iş
i.




lmak
* Cı

k duruma getirilmek.



tma
* Cı

tmak iş
i.



tmak
* Cıvık duruma getirmek.
* Bir iş
i yakı
şı
k almayacak bir duruma getirmek.


vma
* Cı
vmak iş
i.


vmak
* Sekmek, değ
ip geçmek, vurup sapmak.


yak cı
yak
* Bağ
ırmak fiili ile birlikte kullanı
larak ince, acıve yüksek sesle durmadan bağ
ırmayıanlatı
r.


yaklama
* Cı
yaklamak iş
i.


yaklamak
*İ nce, acıve yüksek sesle bağ
ırmak.


yaklatma
* Cı
yaklatmak iş
i.


yaklatmak
* Cı
yaklaması
na sebep olmak.



rdama
* Cı

rdamak iş
i.



rdamak
* Yı
rtı

rken cı

rtıçı
karmak.



rdatma
* Cı

rdatmak iş
i.



rdatmak
* Cayı
rdaması
na sebep olmak.



rtı
* Bez veya kâğ
ıt gibi ş
eylerin yı
rtı

rken çı
kardı
klarıses.


z
* (çocuk dilinde) Ateş .
* Kızgın yağ ın içine bir ş
ey atı

nca ç ı
kan ses.


z etmek
* cız diye ses çı
karmak.
* acıduymak.


z sineğ
i
* Bir tür büvelek.


zbı
z
* Izgarada piş
irilmiş(et).


zgara
* Toplu hâlde Türk müziği icra edilirken kullanı
lan bir yaylıçalgıtürü.



k
* Çizgi.
*İ z.



ktı
rma
* Cı

ktı
rmak iş
i.



ktı
rmak
* Yazmak, karalamak.



ldama
* Cı

ldamak iş
i.



ldamak
* Cı

rdamak.



ltı
* Cı

rtı
.



ltı

* Cı

rtı
sıolan.



r cı

r
* Pişmekte olan kebabı
n, yağ
da kı
zartı
lan yiyeceğ
in, kesilen camı
n veya yazıyazarken kamı
şkalemin
çı
kardı
ğısesi anlatı
r.



rdama
* Cı

rdamak iş
i.



rdamak
* Cı

r cı

r ses çıkarmak.
* Boğ
azındaki gıcıktan dolayı
kesik ve ince ses çı
karmak.



rdatma
* Cı

rdatmak iş
i.



rdatmak
* Cı

rdaması na yol açmak.
* Kâğ
ıt üzerinde ustaca kalem oynatmak veya beceriyle yazıyazmak.



rtı
* Cı

rdama sesi.



rtı

* Cı

rdayan, cı

rtı
sıolan.


zlam
* Kaçma, savuş
ma.


zlama
* Cı
zlamak durumu.


zlamak
* Cı
z diye ses çı
karmak.
* Cı
z etmek.


zlamıçekmek (veya cı
zlam etmek)
* kaçmak, savuşup gitmek.

-ci
* Bkz. -cı
/ - ci.

cibilliyet
* (huy ve ahlâk bakı
mından) Yaradı

ş, maya.

cibilliyetsiz
* Soysuz, sütü bozuk.

cibilliyetsizlik
* Cibilliyetsiz olma durumu.

cibinlik
* Sivrisinekten ve baş
ka böceklerden korunmak için yatağı
n üstüne ve yanları
na gerilen çadı
r biçiminde tül.

cibre
* Sı


p suyu alı
nan üzüm ve baş
ka meyvelerin posası
.

cici
* Sevimli, cana yakı
n, hoş
, güzel, hoş
a giden.

cici anne
* Bazıçocukların, büyük annelerine veya o yaş
taki kadı
n yakı
nları
na verdikleri ad.
* Üvey ana, üvey anne.

cici bici
* Süslü giysi veya süs eş
yası
.

cici mama
* Kadı
nlarla düş
üp kalkmaya baş
layan toy bir erkekten söz edilirken onun bu iliş
kilerine verilen ad.

cicik

nsan veya hayvan memesi.

cicili bicili
* Göze çarpan süslerle bezenmiş
.

cicim
* Ensiz olarak dokunmuşparçaları
n yan yana eklenmesiyle oluş
an, perde veya örtü olarak kullanı
lan nakı
şlı
ince kilim.

cicim ayı
* Balayı
, yeni evlilerin ilk haftalarda dillerinden düş
ürmedikleri sevgi sözü.

cicim!
* bir sevgi sözü.
* alay yollu seslenme sözü.

cicoz
* Cam veya toprak bilyelerle oynanan bir çocuk oyunu.
* Bu oyundaki bilyelerin her biri.
* Hiç yok.

cicozlama
* Cicozlamak durumu.

cicozlamak
* Kaçmak, uzaklaş
mak.

cicozluk
* Cicoz olma durumu.

cidal
* Savaşma, cenk.
* Ağız kavgası
, çekiş
me.

cidalci
* Savaş
çı.

cidar
* Duvar.
* Çeper.

cidden
* Şakası
z olarak, gerçekten.

ciddî
* Şaka olmayan, gerçek.
* Ağı rbaş lı
.
* Titizlik gösterilen, önem verilen.
* Tehlikeli, endiş e veren, ağ
ır, vahim.
* Eğ lendirme amacıgütmeyen.
* Gülmeyen.
* Güvenilir, sağ lam.
* Önemli.
* Önem vererek, gerçek olarak.

ciddî ciddî
* Ciddî bir biçimde, ciddî olarak.

ciddîleş
me
* Ciddîleş
mek iş
i.

ciddîleş
mek
* Ciddî bir durum almak.

ciddîlik
* Ciddî davranış
.
* Ciddî durum.

ciddiye almak
* inanmak, gerçek sanmak, önem vermek.

ciddiyet
* Ciddîlik, ağı
rbaş


k.

ciddiyetsiz
* Ciddiyeti olmayan, lâubali.

ciddiyetsizlik
* Ciddiyetsiz olma durumu.

cif
* Bir malı
n fiyatı
na sigorta ve navlun ücretinin de katı
lmı
şolduğ
unu gösteren İ
ngilizce bir terimin baş
harflerinden oluşturulmuşbir kı saltma.

cife
* Leş.
*İ ğ
renç ş
ey.
cigara
* Bkz. sigara.

ciğ
er
* Akciğerlerle karaciğerin ortak adı.
* (kasaplı
kta) Akci ğer, yürek ve karaciğ
erin oluş
turduğ
u takı
m.
* Yürek, iç.

ciğ
er acı

* Evlât acı

.

ciğ
er kebapçısı
* Ciğer kavurup satan kimse.

ciğ
er otları
* Yapraklarıkara yosunları
ndan bir bitki sı


.

ciğ
er otu
* Düğ
ün çiçeğ
igillerden, çok yı
llı
k otsu bir bitki (Hepatica).

ciğer sarma
*İ nce kı
yılmı şak ve karaciğ er, pirinç, yağ
, çam fı
stı
ğı, kuşüzümü, yeş
il soğan, yumurta ve baharat
karışımı yla fırı
nda pişirilen bir kebap türü.

ciğ
er sotesi
* Sote.

ciğ
er yarası
* Ciğer acı

.

ciğ
er, kebap olmak
* büyük bir acı
ya uğramak, yüreğ
i yanmak.

ciğ
erci
* Kesilen hayvanları n ciğer, baş
, ayak, iş
kembe gibi parçaları
nısatan kimse, sakatatçı
.
* Ciğer pişirip satan kimse.

ciğ
erdeldi
* Kumaşüzerine küçük delikler açı larak yapılan iş
leme.
* Bu delikleri açmakta kullanı
lan ucu sivri küçük araç.

ciğ
eri (veya yüreği) sı
zlamak
* çok acımak, derin bir acı
ma duygusuyla üzülmek.

ciğ
eri beşpara etmez
* değ
ersiz, aş
ağı

k (kimse).

ciğ
eri parçalanmak
* Bkz. yüreğ
i parçalanmak.

ciğ
eri yanmak
* çok acıve sı

ntıçekmek, büyük bir acı
ya uğramak.

ciğ
erimin köşesi
* çok sevdiğ im.
* çok sevgili evlâdı
m.

ciğ
erine işlemek
* çok dokunmak, (söz, kötü davranı
ş) etkilemek.

ciğ
erini delmek
* acı
klıbir durum, kiş
iye dayanı
lmaz bir üzüntü vermek.

ciğ
erini okumak
* onun aklı
ndan geçenleri, gizli düş
üncelerini bilmek.

ciğ
erini sökmek
* bir kimseyi çok büyük zararlara uğratmak.

ciğ
erini yakmak
* bir kimseye büyük bir acıçektirmek.

ciğ
erinin içini bilmek
* çok yakı ndan tanı
mak, her türlü düş
üncesini bilmek.

ciğ
erleri bayram etmek
* her zamankinden daha iyi cins sigara içen veya temiz havaya çı
kan kiş
ilerin söylediği söz.

ciğ
erpare
* Çok sevilen (kimse).

cihan
* Evren, âlem.
* Dünya.

cihangir
* Dünyanı
n büyük bir bölümünü eline geçiren.

cihangirane
* Ülkeler fetheden cesur kahraman.

cihangirlik
* Cihangir olma durumu.

cihanıtutmak
* dünyayıtutmak.

cihannüma
* Her yanıgörmeye elveriş
li, camlıçatıkatıveya taraça, kule.
* Dünya haritası
.

cihanş
inas
* Dünyayı
tanı
mış
, herş
eyi yerli yerinde bilen kimse.

cihanş
ümul
* Evrensel, üniversal.

cihar
* (tavla oyununda zarlar için) Dört.

ciharı

* Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün ikili düş
mesi.

ciharı
se
* Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün üçlü düş
mesi.

ciharı
yek
* Oyunda zarlardan birinin dörtlü, öbürünün birli düş
mesi.

cihat
* Din uğ
runa yapı
lan savaş
.

cihat açmak
* savaşiçin çağ
rıyapmak.

cihaz
* Aygıt, alet, takı
m.
* Çeyiz.

cihazlanma
* Donanı
ma sahip olma, teknolojik geliş
melerin en son ürünleriyle donatı
lma.

cihazlanmak
* Teknolojik geliş
melerin en son ürünleriyle donatı
lmak.

cihet
* Yön, yan, taraf.

cihetiyle
* -den dolayı
, -den ötürü, sebebiyle.

-cik
* -cı
k / -cik.

-cil
* -cı
l / -cil.

cilâ
* Bir ş
eyi parlatmak için kullanı
lan kimyasal birleş
ik.
* Parlaklı
k.
* Gereksiz süs, gösteriş.

cilâ topu
* Cilâ eriyiğini yüzeye sürtmede kullanı
lan, dı
şıdokuma bezden, içi yı
kanmı
şyün veya pamuktan hazı
rlanan
topaç.

cilâ vermek
* aydı
nlatmak.

cilâ yağ
ı
* Cilâ topunun, cilâlanacak yüzeyde kolayca kayması
nısağlayan, asitsiz, renksiz ve reçinesiz ince yağ
.

cilâcı
* Cilâ yapan, eş
yaya cilâ vuran kimse.

cilâcı

k
* Eş
yaya cilâ vurma iş
i.

cilâlama
* Cilâlamak iş
i.

cilâlamak
* Cilâ sürmek, cilâ vurmak.
* Pürüzünü gidererek parlatmak.
* Neş esini artı
rmak.

cilâlanma
* Cilâlanmak iş
i.

cilâlanmak
* Cilâlamak iş
ine konu olmak.

cilâlatma
* Cilâlatmak iş
i.
cilâlatmak
* Cilâlamak iş
ini yaptı
rmak.

cilâlı
* Cilâsıolan, cilâ sürülmüş
, cilâ ile parlatı
lmı
ş, mücellâ.

Cilâlı
TaşDevri
* Tarihten önceki zamanları
n ayrı
ldı
ğıüç devirden biri.

cilâsı
z
* Cilâ sürülmemişveya cilâsıkalmamı
şolan.

cilâsun
* Yiğit, eli çabuk, becerikli kimse.

cilban
* Çok küçük taneli fasulye.

cilbent
* Klâsör.

cildiye
* Deri hastalı
kları
, dermatoloji.

cildiyeci
* Deri hastalı
klarıuzmanı
, dermatolog.

cildiyecilik
* Cildiyeci olma durumu.

cilt
* Deri, ten.
* Formalarıveya yapraklarıbirbirine dikilerek veya yapı
ştı

larak bir kitaba geçirilen deri, bez veya kâğ
ıtla
kaplıkapak.
* Bir eserin ayrı
ayrıbası
lan bölümlerinden her biri.

cilt evi
* Cilt iş
leri yapan dükkân, ciltçi.

cilt kapağı
* Forma veya fasikül hâlinde yayı
mlanan eserlerin bir örnek ciltlenip kullanı
lması
için hazı
rlanan bez veya
plâstik kaplanmışkalın karton.

ciltçi
* Kitaplarıciltleyen kimse, mücellit.
* Cilt evi.

ciltçilik
* Ciltçinin iş
i, mücellitlik.

ciltleme
* Ciltlemek iş
i.

ciltlemek
* Kitaba cilt yapmak.

ciltlenme
* Ciltlenmek iş
i.

ciltlenmek
* Ciltlemek iş
i yapı
lmak.
ciltletme
* Ciltletmek iş
i.

ciltletmek
* Ciltlemek iş
ini yaptı
rmak.

ciltli
* Ciltlenmişolan.

ciltlik
* Cilt yapmaya yarayan malzeme.
* Ciltlerden oluş
an takı
m.

ciltsiz
* Ciltlenmemişolan.

cilve
* Hoşa gitmek için yapı
lan davranı ş
, kı

tma, naz.
* Görünme, ortaya çı kma, tecelli.

cilve etmek (veya yapmak)


* nazlanmak, kı
rıtmak.

cilvebaz
* Cilve yapan, cilveli davranan kimse.

cilvekâr
* Cilveli.

cilvelenme
* Cilvelenmek iş
i.

cilvelenmek
* Cilve yapmak.

cilveleş
me
* Cilveleş
mek iş
i.

cilveleş
mek
* Karş ı
lıklıcilve yapmak.
* Birbirine çok yakı n arkadaş
mışgibi takı
lmak.

cilveli
* Cilvesi olan, cilve yapan, cilvekâr.

cilvesiz
* Cilvesi olmayan.

cim
* Arap alfabesinde c sesini gösteren harfin adı
.

cim karnı
nda bir nokta
* hiçbir bilgisi olmayan, cahil.
* acemi, toy.

cima
* (insanlarda) Çiftleş
me, cinsel iliş
ki.

cimbakuka
* Çelimsiz ve biçimsiz (kimse).

cimcime
* Küçük ve tatlı
bir tür karpuz.
* Küçük ve sevimli (çocuk, kadın).

cimdallı
* Bir tür oyun.

cimnastik
* Bkz. jimnastik.

cimnastikçi
* Bkz. jimnastikçi.

cimri
* Elindeki parayıharcamaya kı
yamayan.

cimrice
* Cimri gibi, cimriye yakı
n.

cimrileş
me
* Cimrileş
mek iş
i.

cimrileş
mek
* Cimri gibi davranmaya baş
lamak.

cimrilik
* Cimri olma durumu, pintilik, nekeslik.

cimrilik etmek
* cimrice davranmak, pintileş
mek.
* daha az vermek, esirgemek.

cin
* Masallara ve bazıinançlara göre, göze görünmeyen yaratı
k.
* Akı
llı
, zeki.

cin
* Buğday, arpa, yulaf gibi tanelerden çı
karı
lan ve ardı
çla kokulandı

lan bir tür alkollu içki.

cin
* (Cenova ş
ehrinin adı
ndan) Pamuklu, kalı
n kumaş
tan giysi veya pantalon.

cin cin bakmak


* kurnazca bakmak.
* uykusuz gözlerle bakmak.

cin çalı
ğı
* çarpı
k veya dı
şgörünüş
ü çirkin olan insanlar için kullanı

r.

cin çarpmak
* (bir inanı
şa göre, cinlerin öfkesiyle) inme inmek.

cin çarpmışa dönmek


* neye uğ
radı
ğı
nıbilemeyecek kadar kötü bir duruma düş
mek.

cin darı

* Bkz. cin mı


.

cin fikirli
* Çok anlayı
şlı
, çok kurnaz, zeki.

cin gibi
* anlayı
şlıve zeki.
cin ifrit olmak (veya kesilmek)
* son derece kı
zmak öfkelenmek.

cin mı


* Bir tür ufak taneli mı

r, cin darı

.

cin saçı
* Küsküt.

cin tutmak
* (bir inanı
şa göre cinlerin etkisiyle) delirmek.

cinaî
* Cinayetle ilgili veya konusu cinayet olan.

cinas
* Çok anlamlı
bir kelimeye, her defası nda baş
ka bir anlam yükleyerek birbirine yakı
n birkaç yerde kullanma.
* Çok anlamıolan bir kelimenin iyi anlamınıkullanır görünerek kötüsünü öne çı karma.

cinaslı
* Cinasıolan, cinas sanatıbulunan.

cinayet
* Adam öldürme.
* Adam öldürme derecesinde ağı
r suç.

cinayet iş
lemek
* adam öldürmek.

cinci
* Cin çağ
ırma ve onlarla konuş
ma gibi bir iddia ile geçim sağlayan (kimse).

cingil
* Bkz. cı
ngı
l.

cingöz
* Açı
kgöz, hiç aldatı
lmayan.

cini tutmak
* çok sinirlenmek.

cinlenme
* Cinlenmek durumu.

cinlenmek
* Öfkelenmek.

cinler cirit (veya top) oynamak


* o yer ıssı
z olmak.

cinleri ayağa kalkmak


* sinirlenmek.

cinleri başı
na toplanmak (veya üş
üşmek)
* öfkelenmek.

cinleş
me
* Cinleş
mek iş
i.

cinleş
mek
* Cin gibi davranmak.
cinli
*İçinde cinlerin olduğ una inanı
lan.
* Öfkeli, sinirli (kimse).

cinnet
* Delilik.

cinnet geçirmek
* delirmek, aklı
nıkaçı
rmak.

cins
* Tür, çeşit.
* Aralarında ortak özellikler bulunan varlıklar topluluğu.
* Soy, kök, ası
l.
* Garip, tuhaf.
* Pek çok ortak özellikleri bulunan türler topluluğu.
* Yüksek nitelikte olan.

cins cibilliyet
* Nitelik, ası
l; soy sop.

cins cins
* Çeşitli, çeş
it çeş
it.
* Türlerine göre.

cins isim
* Cins ismi.

cins ismi
* Bir türden olan varlı
kları
n adı
: Kedi, nehir, düş
ünce, annelik gibi.

cinsel
* Bkz. cinsî.

cinsel taciz
* Ahlâksı
zca ve ulu orta veya gizlice söz ve davranı ş
larla karşıcinse eziyet etme, tedirginlik ve sı
kıntıverme.
* Çalı
şma hayatında ekonomik güç, üst makam veya baş ka etkili bir göreve sahip olanları
n, genellikle karş
ı
cinsi ahlâk dı
şıbirtakı
m tutum ve davranı şlarla cinsel yönden sı
kı ntı
ya sokup rahatsı z etmesi.

cinsellik
* Cinsel özelliklerin bütünü.

cinsî
* Cinsiyetle ilgili, cinsel, eş
eysel.

cinsilâtif
* Kadı
n; güzel, alı
mlı
, hoş
a giden kadı
n.

cinsiyet
* Bireye, üreme iş
inde ayrıbir rol veren ve erkekle diş
iyi ayı
rt ettiren özel bir yaratı

ş, eş
ey, cinslik, seks.

cinslik
* Cinsiyet.

cinslik bilimi
* Cinsiyetle ilgili sorunları
inceleyen bilim, seksoloji.

cinsliksiz
* Cinsliği olmayan, erkek veya diş
i olmayan, eş
eysiz.

cinyolu
* Tarlaları
n arası
nda görülen verimsiz topraklar.

cip
* Her türlü arazide kullanı
labilen ufak, hafif, motorlu taş
ıt.

cips

nce, yuvarlak kesilerek kı
zartı
lmı
şpatates.

ciranta
* Bir senedi ciro eden kimse.

cirim
* Hacim, oylum.
* Miktar, tutar, bölüm.

cirit
* At koşturup birbirine değnek atarak topluca oynanan oyun.
* Bu oyunda atılan değnek.

cirit atma
* Atletizmin ciridi fı
rlatmaya dayanan dalı
.

cirit atmak
* (bir yerde) çokça bulunmak, sı
k dolaş
mak ve serbestçe davranmak.

cirit oynamak
* istediğ
i biçimde, keyfince davranmak.

cirit oyunu
* Cirit.

cirit ucu
* Cirit sopası

n ucundaki demir, temren.

ciritçi
* Cirit oynayan kimse.

ciro
* Bir ticaret senedinin, alacaklıtarafı
ndan baş
kası
na çevrilmesi ve senedin arkası
na gereken yazı
nın yazı

p
imza edilmesi.

ciro etmek
* bir ticaret senedinin veya çekin arkası
na gereken yazı
yıyazmak.

cisim
* Maddenin biçim almışdurumu.
* Gövde, beden, vücut.

cisimcik
* Küçük cisim.
* Atom taneciği.

cisimlenme
* Cisimlenmek iş
i, tecessüm.

cisimlenmek
* (cismi olmayan bir ş
ey için) Cisim durumuna gelmek, tecessüm etmek.

cisimleş
me
* Cisimleş
mek durumu.

cisimleş
mek
* Cisim hâline gelmek, tecessüm etmek.

cismanî
* Cisimle, bedenle ilgili.
* Dinî bir inanı
ş la ilgili düş
üncelere bağlıolmayarak, yalnı
z maddî temellere dayanan, ruhanî karş
ıtı
.

cismanîlik
* Maddîlik.

cismen
* Cisim olarak, vücutça, bedence.

civan
* Yakı
şıklıgenç erkek veya genç kadı
n.
* Genç ve yakı
şıklıolan.

civanı
m!
* bir sevgi sesleniş
i.

civankaş
ı
* Bir tür nakı
şve iş
leme.

civanmert
* Mert yaradı

şlı
, yüce gönüllü, yiğit.

civanmertlik
* Civanmert olma durumu.

civanperçemi
* Birleş
ikgillerden, birçok türleri olan bir kı
r bitkisi, kandil çiçeğ
i (Achillea millefolium).

civar
* Yöre, yakı
n yer, dolay.

civciv
* Kümes hayvanları

n yumurtadan yeni çı
kmı
şyavrusu.

civcivli
* Gürültülü patı
rtı

, telâş

.

civcivlik
* Sekiz on haftalı
k oluncaya kadar civcivlerin bakı
mına ayrı
lan kümes.

civelek
* Canlı
, ne şeli ve sokulgan.
* Yeniçeri ocağı na yeni girmişdelikanlı
.

civeleklik
* Civelek olma durumu.

ciyak ciyak
* Bkz. cı
yak cı
yak.

ciyaklama
* Cı
yaklama.

ciyaklamak
* Cı
yaklamak.

cizvit

sa Derneğ
i denilen bir Hristiyan derneğ
inin üyesi.
cizye
* Müslüman devletlerde Müslüman olmayanlardan alı
nan bir çeş
it vergi.

Cl
* Klor`un kı
saltması
.

Co
* Kobalt`ı
n kı
saltması
.

coğ
rafî
* Coğ
rafya ile ilgili.

coğ
rafî durum
* Bir yerin çevresi ile ilgisinin tespiti veya görünümü.

coğ
rafik
* Coğ
rafî.

coğ
rafya
* Yeryüzünü fizikî, ekonomik, beş erî, siyasî, yönlerden inceleyen bilim.
* Bir yeryüzü parçasını, bir bölgeyi, bir ülkeyi belirleyen, niteleyen, fizikî, ekonomik, beş
erî, siyasî
gerçekliklerin tümü.

coğ
rafyacı
* Coğ
rafya araş tı
rmalarıyapan kimse.
* Coğ
rafya öğ retmeni.

coğ
rafyacılı
k
* Coğ
rafyacıolma durumu veya coğ
rafyacı

n mesleğ
i.

cokey
* Yarı
şatları
na binen, yetenekleri bu amaca göre geliş
tirilmişkimse.

cokeylik
* Cokeyin yaptı
ğıiş
.

conta
* Geçirmezliğ
i sağ
lamak için, sı

ştı

lmı
şiki yüzey arası
na yerleş
tirilmiş
, genellikle kauçuk ve kurş
undan
yapı
lan ince parça.

contalama
* Contalamak iş
i.

contalamak
* Conta koymak veya yerleş
tirmek.

cop
* Kalın kı sa değnek.
* Polislerin kullandı
ğ ıaraç veya lâstik sopa.

coplama
* Coplamak iş
i.

coplamak
* Copla vurmak, copla dövmek.

coplanma
* Coplanmak iş
i.

coplanmak
* Copla dövülmek.
coplatma
* Coplatmak iş
i.

coplatmak
* Coplamak iş
ini yaptı
rmak.

corum
* Balı
k akı
nı.
* Uskumruların büyük balı
klardan korkarak kı

ya sı
ğı
nmasıdurumu.

coş
ku
* Genellikle büyük bir istekle ortaya çıkan geçici hayranlık veya heyecan durumu.
* Sevinç gösterileriyle beliren güçlü heyecan.
* Salgıbezleri ve dinamik etkinliklerle kendine özgü ilişkileri bulunan iç veya dı
şuyaranları
n kamçı
ladı
ğı
güçlü duygu durumu.
* Bir düşünceyle, bir duyguyla dolarak yücelme; ruhun kendini aş ı
p yücelmesi, heyecan.

coş
kulanma
* Coş
kulanmak iş
i.

coş
kulanmak
* Coş
kulu duruma gelmek.

coş
kulu
* Coş
kusu olan.

coş
kun
* Coş
muşolan.

coş
kunca
* Coş
kun (bir biçimde).

coş
kunlaş
ma
* Coş
kunlaş
mak iş
i.

coş
kunlaş
mak
* Coş
kun bir duruma gelmek.

coş
kunluk
* Coş
kun olma durumu veya coş
kunca yapı
lan iş
.

coş
ma
* Coş
mak iş
i, galeyan.

coş
mak
* Duygu ve düş ünceleri güçlü bir tepki ile dı
şarı
vurmak, galeyan etmek.
* (doğa olayları
ndan herhangi biri) Birdenbire çoğalı
p hı
zlanmak.

coş
turma
* Coş
turmak iş
i.

coş
turmak
* Coş
ması
nısağ
lamak, coş
ması
na yol açmak.

coş
turucu
* Coş
turan.

coş
turuculuk
* Coş
turucu olma durumu.

coş
turulma
* Coş
turulmak iş
ine konu olmak.
coş
turulmak
* Coş
mak iş
i yaptı

lmak.

coş
untu
* Coş
ku, heyecanlıdavranı
ş.

cömert
* Para ve malı
nıesirgemeden veren, eli açı
k, selek, semih.
* Verimli.

cömert davranmak
* sakı
nmadan, esirgemeden bol bol vermek.

cömertçe
* Cömert bir biçimde, sakı
nmadan, bol bol.

cömertleş
me
* Cömertleş
mek iş
i.

cömertleş
mek
* Cömertçe davranmak.

cömertlik
* El açı
klı
ğı
, verimlilik, semahat, mürüvvet.

cönk
* Büyük yelkenli gemi.
* Saz ş
airlerinin, kendilerinin veya baş
kaları

nşiirlerini derledikleri, uzunlaması
na açı
lan, deri kaplıdefter.

Cr
* Krom'un kı
saltması
.

crescendo
* Çalgı
lar giderek daha yüksek ses verecek biçimde çalı
nma durumu.

Cs
* Sezyum'un kı
saltması
.

Cu
* Bakı
r'ı
n kı
saltması
.

-cu
* Bkz. -cı
/ -ci.

cudam
* Beceriksiz, güçsüz, görgüsüz kimse.

cuk
* Bkz. aş
ağıcuk oturmak.

-cuk
* Bkz. -cı
k / -cik.

cukka
* Hayvan ve insan memesi.

cukkayıyutmak
* oyunda ütülmek.

-cul
* Bkz. cı
l /-cı
l.
cuma
* Haftanı
n altı
ncıgünü, perş
embe ile cumartesi arası
ndaki gün.
* Cuma namazı .

cuma gecesi
* Perş
embeyi cumaya bağlayan gece.

cuma namazı
* Cuma günü öğ
len ibadetinde cemaatle kı

nan namaz.

cumartesi
* Haftanı
n yedinci günü, cuma ile pazar arası
ndaki gün.

cumartesi kibarıgibi süslenmek


* özentili fakat zevksiz süslenmek.

cumba
* Yapıları
n üst katları
nda, ana duvarları
n dışı
na, sokağa doğru çıkı
ntıyapmı şbalkon.
* Eski evlerde pencere hizası
ndan sokağ a doğru çıkı
ntısıolan kafesli bölüm.

cumbadak
* Suya düş
en bir cismin çı
kardı
ğısesi anlatmak için düş
mek fiiliyle birlikte kullanı

r.

cumbalak
* Takla.

cumbalama
* Cumbalamak iş
i.

cumbalamak
* Bir parçanı
n dar kenarı
ndaki testere izi veya benzeri girinti ve çı

ntı
larıdüzeltmek.

cumbalatma
* Cumbalatmak iş
i.

cumbalatmak
* Cumbalamak iş
ini yaptı
rmak.

cumbalı
* Cumbasıolan (yapı
).

cumbası
z
* Cumbasıolmayan (yapı
).

cumbul cumbul
* Aş
ırıölçüde içilmişiçkinin veya yenmişsulu yemeğ
in vücutta çı
kardı
ğısesi anlatı
r.

cumbuldama
* Cumbuldamak iş
i.

cumbuldamak
* Bir kabı
n içinde çalkalanı
p ses çı
karmak.

cumbuldatma
* Cumbuldatmak iş
i.

cumbuldatmak
* (bir sı
vıiçin) Bir kabı
n içinde çalkalamak.

cumburdama
* Cumburdamak durumu.
cumburdamak
* Cumburtu sesi çı
karmak.

cumburlop
* Ağı
r bir cismin suya düş
tüğü zaman çı
kardı
ğısesi anlatmak için kullanı

r.

cumburtu
* Suya düş
en ağı
r bir cismin veya çalkalanan suyun çı
kardı
ğıses.

cumhur
* Halk.
* Topluluk.

cumhur cemaat
* Cümbür cemaat.

cumhura muhalefet kuvveihatadandı r


* halkı
n tuttuğ
u bir davaya karş
ıçı
kılmaz.

cumhurbaşkanı
* Cumhuriyetle yönetilen ülkelerde devlet baş
kanı
, reisicumhur.

cumhurbaşkanlı
ğı
* Cumhurbaş
kanıolma durumu.
* Cumhurbaş
kanını
n makamı.

cumhurca
* Toplu olarak, hep birlikte.

cumhuriyet
* Milletin, egemenliği kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için seçtiği millet vekilleri aracı

ğıile
kullandı
ğıdevlet biçimi.

Cumhuriyet Bayramı
* 29 Ekim 1923'te kurulan Cumhuriyeti kutlamak üzere yasayla kabul edilmişolan resmî bayram.

cumhuriyetçi
* Cumhuriyet yanlı
sıolan kimse.

cumhuriyetçilik
* Cumhuriyet yanlı
sıolma durumu.

cumhuriyetperver
* Cumhuriyetçi, cumhuriyet yanlı

.

cumhurreisi
* Bkz. cumhurbaş
kanı
.

cunda
* Yatay serenlerin her iki baş
ı.

cunta
* Bir ülkede yönetime el koyan kimselerden oluş
an kurul.

cuntacı
* Cunta üyesi.

cup
* Suya düş
en bir ş
eyin çı
kardı
ğısesi anlatmak için kullanı

r.

cuppadak
* Cumbadak.

cura
* Tezene ile çalı
nan iki veya üç telli halk sazı
.
* Bir çeş
it küçük atmaca.
* Ufak tefek, geliş
memiş .

cura zurna
* Bir çeş
it küçük zurna.

curacı
* Cura yapan veya çalan kimse.

curcuna
* Gürültülü, karı
şı
k durum.
* Alaturka müzikte hı
zlıbir usul.

curcunalı
* Curcuna içinde olan (yer, ses, hava).

curcunaya çevirmek, döndürmek (veya curcunaya vermek)


* ortalı
ğıkarışı
k, gürültülü duruma sokmak.

curnal
* Bkz. jurnal.

curnata
* Bı
ldı
rcı
n sökünü.

cuş

* Coş
kunluk, coş
ma.

-cü
* Bkz. -cı
/ -ci.

cübbe
* Hukukçuların, üniversitede belli bir aş
amaya ulaş
mışbilim adamları
nın elbise üstüne giydikleri uzun,
yanlarıgeniş, düğmesiz giysi.

cübbe gibi
* çok genişve uzun (giysi).

cübbeci
* Cübbe yapan ve satan kimse.

cübbeli
* Cübbe giymişolan.

cüce
* Boyu, normalden çok daha kı
sa olan (kimse).
* Geliş
memiş .

cüceleş
me
* Cüceleş
mek durumu.

cüceleş
mek
* Cüce durumuna gelmek.

cücelik
* Cüce olma durumu.

cücük
* Filiz, tomurcuk.
* Kümes hayvanları nı
n yavrusu, civciv.
* Kuşyavrusu.
* Soğan, marul gibi katmerli bitkilerin en iç bölümü.
* Bir şeyin küçüğü veya onu andı ran bir parçası.

cücüklenme
* Cücüklenmek iş
i.

cücüklenmek
* Filizlenmek.

cücükleş
me
* Cücükleş
mek durumu.

cücükleş
mek
* Filizlenme durumu almak.

cüda
* (yurt, baba ocağ
ıgibi çok sevilen ş
eylerden) Ayrı
lmı
şolan, uzak kalmı
şolan.

cüda etmek
* ayı
rmak.

cühelâ
* Bilgisizler, cahiller.

-cük
* Bkz. -cı
k /-cik.

-cül
* Bkz. -cı
l /-cil.

cülûs
* Hükûmdarlı
k tahtı
na çı
kma, tahta oturma.

cülûsiye
* Hükümdarları n cülûs törenlerinde dağıttı
ğıbahş

.
* Şairlerin tahta çıkan padiş ah için yazdı
ğışiir.

cümbür cemaat
* Toplu olarak, hepsi birden, cumhur cemaat.

cümbüş
* Eğlenti.
* Maden gövdeli, tambura benzer bir saz.
* Canlı
lık, coş
ku.

cümbüşyapmak
* toplu hâlde eğ
lenmek.

cümbüş
çü
* Cümbüşçalan (kimse).

cümbüş

* Eğ
lentili, hareketli.

cümle
* Dizge, sistem.
* Bir yargıbildirmek için tek baş
ına çekimli bir fiil veya çekimli bir fiille kullanı
lan kelimeler dizisi, tümce.
* Bütün, hep, herkes.
cümle âlem
* Herkes.

cümle bilgisi
* Bir cümleyi oluş
turan kelime ve kelime gruplarıarası
ndaki iliş
kiyi inceleyen ve sı

flamalar yapan, dil
bilgisinin ana bölümlerinden biri, tümce bilgisi, söz dizimi.

cümle kapısı
* Yapı
larda ana kapı
.

cümlecik
* Önerme.
* Küçük cümle.

cümlenin ögeleri
* cümlenin kuruluş
unda baş

ca görevleri yüklenmişolan kelimeler, özne, tümleç, yüklem.

cümlesi
* Hepsi.

cümleten
* Hep birden.

cümudiye
* Buzul.

cünha
* Cürüm derecesindeki suç, kabahatten ağ
ır ve cinayetten hafif olan suç.

cünun
* Delilik.

cünüp
* Cinsel iliş
kiden sonra, dinin buyurduğ
u biçimde henüz yı
kanmadı
ğıiçin temiz sayı
lmayan (kimse), cenabet.

cünüplük
* Cünüp olma durumu.

cüppe
* Bkz. cübbe.

cür'et
* Yüreklilik, ataklı
k, cesaret.
* Düşüncesizce, saygı yıaşan davranı
ş.

cür'et etmek
* ataklı
k etmek, yüreklilikle davranmak.

cür'etkâr
* Atak, cür'etli.

cür'etkârlı
k
* Cür'etkâr olma durumu.

cür'etlenme
* Cür'etlenmek durumu.

cür'etlenmek
* Cür'etli davranmak.

cür'etli
* Cür'eti olan.
cür'etsiz
* Cür'eti olmayan.

cürmümeşhut
* Suçüstü.

cürmümeşhut hâlinde
* suçu iş
lerken, suç üstü yakalanmak.

cüruf
* Maden posası , demir boku, dı
şkı
.
* Kaloriferlerden çıkan yanmı şkömür artı
ğı
.

cürüm
* Suç.
* Yanlış

k, kusur veya hatadan doğ
an durum.

cüsse

nsan gövdesi.

cüsseli

ri yapı

, iri gövdeli, iri yarı(insan).

cüssesiz

nce yapı

, ufak tefek, güçsüz.

cüz
* Bir bütünü oluş turan bölümlerden her biri.
* Kur'an`ın bölünmüşolduğ u otuz parçadan her biri.
* Basılıeserlerin ayrıbir kapak içinde satı
şa çı
karı
lan bir veya birkaç formalı
k bölümü, fasikül.

cüzam
* Hansen basilinin sebep olduğu deri hastalı
ğı
.

cüzamlı
* Cüzam hastalı
ğı
na tutulmuşolan.

cüzdan
* Cebe girecek büyüklükte, para ve kâğı t koymaya yarar küçük çanta.
* Bir kimsenin kimliğini bildirmek için resmî bir yerden kendisine verilen, cep defteri biçimindeki belge.

cüz'î
* Az, azıcı
k, pek az.
* Tikel.


* Küçültme eki.

çÇ
* Türk alfabesinin dördüncü harfi. Çe adıverilen bu harf, ses bilimi bakı
mından ötümsüz, katı
şı
k, diş- diş
eti ünsüzünü gösterir.

çç
* Türk alfabesinin dördüncü harfi.

-ça / -çe
* Bkz. -ca / -ce (I).

-ça / -çe
* Bkz. -ca / -ce (II).
çaba
* Herhangi bir iş
i yapmak için ortaya konan güç, zorlu, sürekli çalı
şma, ceht.

çaba göstermek
* bir iş
i baş
armak için çalı
şmak, uğraş
mak.

çaba harcamak
* bir iş
i yapabilmek için elden gelen bütün gücü kullanmak.

çabalama
* Çabalamak iş
i.

çabalama kaptan ben gidemem


* bu iş
i yapacak güçte değ
ilim, zorlamanı
n yararıyok.

çabalamak
* Güç bir durumdan kurtulmaya uğ
raş
mak.
* Bir iş
i baş
armak için uğ
raş
mak.

çabalanma
* Çabalanmak iş
i.

çabalanmak
* Çabalamak iş
i yapı
lmak.

çabalayı
ş
* Çabalamak iş
i veya biçimi.

çabucacı
k
* Çabucak, sür'atle.

çabucak
* Çok çabuk, vakit geçirmeden, çabucacı
k, hı
zla, sür'atle.
* Kısa sürede ve kolaylı
kla.

çabuk
* Alı
şılandan veya gösterilenden daha kı
sa bir zamanda, tez, yavaşkarş
ıtı
.
* Hızlı
.
* Acele et, oyalanma" anlamında.

çabuk çabuk
* Çabuk olarak, ivedilikle.

çabuk ol (veya çabuk)


* çabuk davran, çabuk işgör, oyalanma!.

çabuk parlayan çabuk söner


* olağan sayı
lmayacak kadar kı
sa bir zamanda olan bir geliş
menin sürekli olamayacağı
nıanlatı
r.

çabukça
* Çabucacı
k, oldukça çabuk.

çabuklaş
ma
* Çabuklaş
mak iş
i.

çabuklaş
mak
* Çabukluk kazanmak, hı
zlanmak.

çabuklaş

rılma
* Çabuklaş


lmak iş
i.

çabuklaş


lmak
* Çabuklaş
mak iş
i yaptı

lmak.

çabuklaş

rma
* Çabuklaş

rmak iş
i, tacil.

çabuklaş

rmak
* Bir iş
e çabukluk vermek, tesri etmek.

çabukluk
* Çabuk olma durumu hı
z, sür'at.

çaça
* (ticaret gemilerinde) Eski ve usta gemici.
* Genel ev iş leten kadın, mama.

çaça balı
ğı
* Hamsigillerden küçük bir balı
k (Clupea sprattus).

çaçaça
* Meksika'dan yayı
lmı
ş, hareketli, modern bir dans.

çaçaron
* Karş
ısı
ndakini susturacak biçimde ve çok konuş
an, çenesi kuvvetli, geveze.

çaçaronca
* Çaçarona yakı
şı
r (bir biçimde).

çaçaronluk
* Çaçaron olma durumu veya çaçaronca davranı
ş.

çadı
r
* Keçe, deri, kı
l dokuma veya sı k dokunmuşkalı n bezden yapı
larak direklerle tutturulan, taş
ınabilir barı
nak,
çerge, oba, otağ.
* Gölgelik olarak kullanı
lan tente veya ş
emsiye.

çadı
r ağ
ırşağı
* Çadı

n direk baş

ğı
.

çadı
r bezi
* Pamuk veya ketenden dokunmuşkalı
n, sı
k bir tür bez.

çadı
r çanağı
* Çadı
r direğ
inin ucunda, çadı
r bezini tutmaya yarayan oyuk ağ
aç.

çadı
r çatı
* Orta noktadan baş
layarak dört tarafa bakan yüzeyi bulunan ve kare piramit biçimindeki çatı
.

çadır çiçeği
* Nilüfergillerden, Çin ve Amerika ı
rmakları
nda yetiş
en, büyük yapraklı
, pembe ve beyaz çiçekli bir bitki
(Euryaleferox).

çadı
r devlet
* Göçebe boy ve aş
iretlerden oluş
an devlet.

çadı
r direği
* Çadı

n düzgün ve gergin kurularak çökmemesini sağlayan orta direk.

çadı
r kurmak
* çadı
rıiçinde oturulabilecek bir duruma getirmek.

çadı
r tiyatrosu
* Oyunları
nıve diğ
er gösterilerini çok büyük bir çadı
r içinde halka sunan gezici tiyatro veya gösteri grubu.
çadı
r uş
ağı
* Maydanozgillerden, öz suyu hekimlikte kullanı
lan bir bitki (Dorema ammoniacum).

çadı
r yı
kmak
* kurulu olan çadı
rları
söküp toplamak.

çadı
rcı
* Çadı
r yapan veya satan kimse.

çadı
rcı

k
* Çadı
r yapma veya satma iş
i.

çadı
rlı
* Çadı
rıolan.
* Çadı
ra yerleş
mişolan.

çadı
rlı
ordugâh
* Çadırlarda barı
ndı

lan askerî güç.

çağ
* Zaman parçası , vakit.
* Hayatı n çocukluk, gençlik gibi türlü dönemlerinden her biri, yaş
.
* Kendine özgü bir özellik taş ı
yan zaman parçası, dönem, devir.
* Tarihin ayrıldı
ğ ıdört büyük bölümden her biri, kurun.
* Bir şeyin uygun, elverişli zamanı.
* Bir katmanı n oluş tuğu süre.

çağaçmak
* herhangi bir bakı
mdan öncekilerden farklıolan yeni bir evrensel gidiş
e yol açmak.

çağdı
şı
* Çağın gerektirdiğ
işartları
n gerisinde kalmı
ş, köhne.
* Askerliğ
e alı
nma çağı dışı
nda.

çağdı
şıolmak (veya kalmak)
* yedek askerlik çağı
nıdoldurmuşolmak.

çağdı
şı

k
* Çağdı
şıolma durumu.

çağ
a
* Çocuk, bebek.

çağ
anak
* Bkz. çalgıçağanak.

çağ
anoz
* Kabukluları
n ön ayaklı
lar alt takı
mından, eti için avlanan, pavuryaya benzer küçük su hayvanı
(Carcinus).

çağ
anoz gibi
* eğ ri büğrü (kimse).

Çağ
atayca
* Adı
nıCengiz`in ikinci oğ
lu Çağatay`dan alan, Doğ
u Türkçesinin XV. yüzyı
lda oluş
an yazıdili.

çağ
cıl
* (insan için) Çağın yeniliklerini benimseyen, ona göre davranan, asrî, modern.
* Tekniğ in, bilimin yeniliklerinden yararlanan, modern.

çağ
cıllaş
ma
* Çağ
cıllaş
mak iş
i, asrîleş
me, modernleş
me.
çağ
cıllaş
mak
* Çağ
ın yeniliklerine uygun duruma gelmek, asrîleş
mek, modernleş
mek.

çağ
cıllaş

rma
* Çağ
cıllaş

rmak iş
i, modernleş
tirmek.

çağ
cıllaş

rmak
* Çağı
n gereklerine uydurmak, asrîleş
tirmek, modernleş
tirmek.

çağ
cıllı
k
* Çağ
cıl olma durumu, asrîlik, modernlik.

çağ
daş
* Aynıçağda yaşayan, muası
r.
* Bulunulan çağ
ın anlayı
şı
na, şartları
na uygun olan, modern, muası
r.

çağ
daş
laş
ma
* Çağ
daş
laş
mak iş
i, muası
rlaş
ma.

çağ
daş
laş
mak
* Çağ
ın tutumuna, anlayı
şı
na, gereklerine uymak, muası
rlaş
mak.

çağ
daş
laş

rma
* Çağdaş
laş

rmak iş
i.

çağ
daş
laş

rmak
* Çağ
daş
laş
ması
na yol açmak.

çağ
daş

k
* Çağ
daşolma durumu, modernlik.

çağ
ıgeçmek
* eskimek, dönemi veya modasıgeçmek.

çağ
ıl çağı
l
* Çağ
ıldayarak akan suları
n sesini yansı
lar.

çağ
ıldama
* Çağ
ıldamak iş
i.

çağ
ıldamak
* Sular akarken taş
lara, kayalara çarparak ses çı
karmak.

çağ
ıldayı
ş
* Çağ
ıldamak iş
i veya biçimi.

çağ
ıltı
* Suyun, akarken taş
lara, kayalara çarparak çı
kardı
ğıses.

çağ
ıltı

* Çağ
ıltı
sıolan.

çağ
ın gerisinde kalmak
* geliş
melere ve yeni düş
üncelere uyum sağ
layamamak, ayak uyduramamak.

çağ
ınıaş
mak
* düş
ünce, tutum ve davranı
şları
yla bulunduğ
u çağ
dan daha ileride olmak.

çağ
ıra çağ
ıra
* Sürekli çağ
ırarak.
çağ
ırı
* Davetli.

çağ
ırı

* Çağırıiş
ini yerine getiren kiş
i, davetçi.
* Sahnede oyuncularıtakdim eden kimse.

çağ
ırı
lma
* Çağ
rılma.

çağ
ırı
lmak
* Çağ
rılmak.

çağ
ırı
m
* Çağı
rma iş
i.
* Ruh çağı
rma sı
rası
nda seans.

çağ
ırı
ş
* Çağ
ırmak iş
i veya biçimi.

çağ
ırma
* Çağ
ırmak iş
i.

çağ
ırmak
* Birinin gelmesini kendisine yüksek sesle söylemek, seslenmek.
* Herhangi birinin bir yere gelmesini istemek, davet etmek.
* Binmek için bir araç istemek.
* (yüksek sesle) Şarkı
, türkü söylemek.

çağ
ırtı
* Çağ
ırma sesi.

çağ
ırtkan
* Ötüş
üyle kendi türünden olan kuş
ları
n çevresine toplanmasıiçin avcı
ları
n yararlandı
ğıkuş
, çı
ğı
rtkan.

çağ
ırtma
* Çağ
ırtmak iş
i.

çağ
ırtmaç
* Tellâl.

çağ
ırtmak
* Çağ
ırmak iş
ini yaptı
rmak.

çağ
la
* Olmamı ş, ham yemiş .
* Badem, kayısı
, erik gibi tek çekirdekli yemiş
lerin körpe iken yenilebilen ham ş
ekli.

çağ
lama
* Çağ
lamak iş
i.

çağ
lamadan çatlamak
* gerekli olgunluğa eriş
meden olgun davranı
şlarda bulunmak, büyüklük taslamak.

çağ
lamak
* (akarsu) Köpürerek ve ses çı
kararak coş
kun bir biçimde akmak.
* Coş mak.

çağ
lar
* Çağ
layan.

çağ
layan
* Küçük bir akarsuyun, çok yüksek olmayan bir yerden dökülüp aktı
ğıyer, küçük ş
elâle.

çağ
layı
k
* Yerden ses çı
kararak, gürültüyle kaynayarak çı
kan genellikle sı
cak su, kaynak.

çağ
layı
ş
* Çağ
lamak iş
i veya biçimi.

çağ
ma
* Çağ
mak iş
i.

çağ
mak
* (güneşı
şı
ğı
) Vurmak.

çağ
nak
* Döl kesesini dolduran ve dölütü içinde bulunduran sı

, amnios suyu.

çağ

* Birinin bir yere gelmesini isteme, davet.
* Çağ rıcihazı .

çağrıcihazı
* Telefon sistemi ve ağ
ıdüzeninde belli bir numara verilerek taş
ıyanı
na kolayca ulaş
ılması
nıveya ona haber
bırakı
lması nısağlayan alet.

çağ
rınumarası
* Çağ
rıcihazı
nın numarası
.

çağ
rıcı
* Çağırmak işini yapan, çağı
rmak için giden kimse, davetçi.
* Bazıyerlere girmek isteyenleri sı
rasıgelince çağı
ran kimse, mübaş
ir.

çağ
rıcı

k
* Çağ
rıcı
nın görevi.

çağ
rılı
* Bir toplantı
ya, bir yere veya birinin yanı
na çağrı
lmı
şkimse, davetli.

çağ
rılı
k
* Davet için yazı
lan kâğı
t, davetiye, okuntu.

çağ
rılı
ş
* Çağ
rılmak iş
i veya biçimi.

çağ
rılma
* Çağ
rılmak iş
i.

çağ
rılmak
* Çağ
ırmak iş
i yapı
lmak.

çağ
rım
* Yüksek bir sesin yetiş
ebileceğ
i kadar uzaklı
k.

çağ
rısı
z
* Çağ
rılmamı
şveya çağ
rılmayan kimse.

çağ
rış
ım
* Bir düşüncenin veya görüntünün, bir baş kasınıhatırlatması.
* Davranı şlar, düş
ünceler ve kavramlar arası nda yer ve zaman birliğinin etkisiyle kurulan bağlantı
lar sonucu,
bilinç alanına bunlardan birisi girince ötekini de bilince çekmesi olayı
, tedaî.

çağ
rış
ım yapmak
* çağ
rış

rmak.

çağ
rış
ımcı
* Çağ
rış
ımcı

k doktrini taraftarıolan (kimse).

çağ
rışı
mcılık
* Bütün bellek iş lemlerini, aklı
n bütün ilkelerini, hatta bellek hayatı
nın hepsini, düş
üncelerin çağ
rış
ımıile
açı
klamak isteyen doktrin.

çağ
rış
ımlı
* Çağ
rış
ımı
olan.

çağ
rış
ımsal
* Çağ
rış
ımla ilgili.

çağ
rış
ımsı
z
* Çağ
rış
ımı
olmayan.

çağ
rış
ma
* Çağ
rış
mak iş
i.

çağ
rış
mak
* Birbirini çağı
rmak.
* Hep birden bağırarak yaygara etmek.

çağ
rış

rma
* Çağ
rış

rmak iş
i.

çağ
rış

rmak
* Bir çağ
rış ı
ma yol açmak.
* Akla getirmek, hatırlatmak, andı
rmak.
* Benzemek, andı rmak.

-çak

simden isim yapma eki.

çâk
* Yı
rtı
k, yarı
k.

çâk çâk (olmak)


* çok yı
rtı
k, lime lime, parça parça (olmak).

çakal
* Et oburlardan, sürü durumunda yaş ayan, kurttan küçük bir yaban hayvanı
(Canis aureus).
* Kurnaz, yalancı , düzenci, aş
ağı

k kimse.
* Titiz, huysuz, görgüsüz.

çakal armudu
* Yabanî armut, ahlat.

çakal eriğ
i
* Çok ekş
i, sert, iri çekirdekli bir erik türü (Prunus spinosa).

çakal yağmuru
* Güneşvarken yağan yağ
mur.

çakalboğ
an
* Kı
rlarda rastlanan bir bitki.

çakaloz
* Mermi olarak çakı
l taş
ıatan bir tür top veya bu topu kullanan topçu.
çakar
* Denizde, açı
ğa veya kı yılara yerleş
tirilen, belirli aralı
klarla yanı
p sönen küçük fener.
* Uzunluğu iki yüz elli - üç yüz, genişliği on kulaç olan balı k ağı
.

çakaralmaz
* Basit, ilkel çakmak.
*İ lkel bir biçimde üretilmiş
.
*İ şe yaramayacak durumda olan, bozuk.
* (kalitesiz) Tabanca.

çaker
* Kul, köle, cariye, yanaş
ma.

çakı
* Açılı
p kapanan bir veya birkaç ağ
ızlıküçük cep bı
çağı
.
* Bkz. deniz çakı

.

çakıgibi
* canlıve atik.

çakı

* Bı
çakçı
.

çakı
l
* Küçük veya orta boyda taşparçası
, çakı
l taş
ı.

çakı
l çukul
* Karı
şı
k biçimde, ne dediği belli olmaksı

n.

çakıl kuş
u
* Yağmur kuş
ugiller familyası
ndan kuzey bölgelerde yaş
ayan sı
cak aylarda güneye geçen göçmen kuş
(Crocethia alba).

çakıl taş
ı
* Deniz kı yı
ları
nda veya derelerde suyun aş
ındı
rması
ile sivrilikleri kaybolmuş
, toparlak veya badem
biçiminde ufak bir taştürü.

çakı
l yol
* Çakı
l taş
larıile döş
enmişyol.

çakı
ldak
* Bir çarkı
n yalnız bir yöne doğ ru işlemesine yol verip tersine dönmesini önleyen veya değ
irmen, su dolabı
gibi birtakım makinelerin işleyişini çı
kardığı sesle kontrole yarayan parça.
* Elde çevrildikçe gürültülü ses çı
karan, değ irmi biçiminde bir çocuk oyuncağı.
* Koyunları n kuyruklarıaltındaki kı llara yapışı
p kuruyan pislik.

çakı
ldama
* Çakı
ldamak iş
i.

çakı
ldamak
* Sürtünen, yuvarlanan çakı
l taş
larıgibi ses çı
karmak.

çakı
ldatma
* Çakı
ldatmak iş
i.

çakı
ldatmak
* Çakı
ldamak iş
ini yaptı
rmak.

çakı

* Çivi, kazık gibi bir ş
eyle tutturulmuş
.
* Çakı lmışbir ş eye bağlı
.
* Yeri değ işmez, sabit.
çakı
lıkalmak
* bir yerde değiş
meden durmak.

çakı

p kalmak
* bir yerde uzun süre hareketsiz kalmak.

çakı
llı
* Çakı
lıolan.

çakı
llı
k
* Çakı
l döş
enmişveya birikmişyer.

çakı
lma
* Çakı
lmak iş
i.

çakı
lmak
* Çakmak işine konu olmak.
* Hızla düş
üp saplanmak.
* Ortaya çı
kmak, farkına varı
lmak, anlaş
ılmak.

çakı
ltı
* Çakı
l taş
ları
nın ve onlara benzer ş
eylerin kı
mıldatı

nca çı
kardı
kları
ses.

çakı
m
* Şimşek, çakın.
* Kıvı
lcım, şerare.

çakı
n
* Bkz. çakı
m.

çakı
ntı
* Şimşek çakması, parlaması
.
* Anî buluş, düş
ünce, beklenmeyen söz veya davranı
ş.

çakı
ntı

* Çakı
ntı
sıolan.

çakı
ntı

z
* Çakı
ntı
sıolmayan.

çakı
r
* (göz için) Açı
k mavi, hareli elâ.
* Çakırdoğan.

çakı
r
* Şarap.

çakı
r ayaz
* Açı
k ama çok soğuk hava.

çakı
r çukur
* Çak çuk diye ses çı
kararak.
* Girintili çı

ntı

, pürüzlü yüzey.

çakı
r pençe
* Tuttuğunu koparan, giriş
tiği veya ele aldı
ğıher iş
i baş
aran, becerikli (kimse).

çakı
r pençelik
* Tuttuğunu koparma, becerikli olma durumu.

çakı
rcı
* Kuşavı
nda çakı
rdoğanıtutan kimse.

çakı
rcı

k
* Çakı
rcı
nın iş
i ve mesleğ
i.

çakı
rdiken
* Maydanozgillerden, hekimlikte kullanı
lan bir bitki, deve elması(Arctium tomentosum).

çakı
rdikenlik
* Çakı
r dikeni bol olan yer.

çakı
rdoğ
an
* Yı
rtı
cıkuş
lardan bir doğ
an çeş
idi, toğ
rul (Accipiter gentilis).

çakı
rkanat
* Kanatları
mavi hareli bir ördek çeş
idi (Anas crecca).

çakı
rkeyf
* Yarısarhoş
.

çakı
rkeyif
* Bkz. çakı
rkeyf.

çakı
rlaş
ma
* Çakı
rlaş
mak durumu.

çakı
rlaş
mak
* Çakırkeyf olmaya başlamak.
* Olgunlaşmaya yüz tutmak.

çakı

z
* Çakı
sıolmayan.

çakı
ş
* Çakmak iş
i veya biçimi.

çakı
şı
k
* Çakı
şmı
şolan.

çakı
şma
* Çakı
şmak iş
i.

çakı
şmak
* Birbirine geçip kenetlenmek; takı lmak.
* Söz yarışıetmek.
* Doğru, açı , yüzey gibi geometrik biçimler üst üste konuldukları
nda birbirini bütünüyle örterek eş
it olmak.
* Aynızaman dilimi içinde bulunmak.

çakı
şmalı
* Birbirine eş
it ş
ekiller.

çakı
ştı
rma
* Çakı
ştı
rmak iş
i.

çakı
ştı
rmak
* Çakı şmak iş ini yaptı
rmak.
*İ çki içip keyfetmek.

çakma
* Çakmak işi.
* Vurup çakarak yapılmışkuyumcu işi, çukurlusuna diş
i çakma, kabartmalı

na da erkek çakma denir.
* Bu iş
te kullanı
lan kuyumcu kalı
bı.
* Deri hastalı
ğı, yara, çı
ban.

çakma kapı
* Genellikle iki kuş
ak üzerine tahtaları
n çivi ile tutturulmasıyöntemiyle yapı
lan basit kapı
.

çakmacı
* Çakma iş
ini yapan kimse.

çakmak
* Taşa vurulup kı vılcı
m çı karılan çelik parçası.
* Çelik, taş
, cam, plâstik vb. maddeden yapı lmı şgaz veya benzinle dolu tutuş
turma aleti.
* Tabanca veya tüfeklerde bulunan tetik düzeni.

çakmak
* Kuruyunca kalı
n kabuk bağ
layan kabarcı
klarla beliren ve genellikle yüzde çı
kan bir deri hastalı
ğı
.

çakmak
* Vurarak sokup yerleş tirmek.
* Çivi ile tutturmak.
* Kazı k çakı p hayvan bağlamak.
* Kabul edilmeyecek bir ş eyi kurnazlı
kla kabul ettirmek.
* Vurmak.
* Bir şeyi baş ka bir ş
eye sürtmek, vurmak veya çarpmak.
* Sezinlemek, anlamak, farkı na varmak.
*İ çki içmek.
* Saplamak.
* Anlamak, bilmek.
* Parıldamak, ı şı
k vermek.

çakmak çakmak
* ateşyakabilmek için çakmağıtutuş
turmak.

çakmak çakmak
* (gözler için) Parlar durumda, alev alev.

çakmak taşı
* Demir veya çeliğ
e sürtüldüğünde kıvılcı
m çı kartan bir tür kuvars.
* Düvenlerin altı
na çakı
lan küçük ve kesici taş.

çakmakçı
* Çakmak yapan veya satan kimse.
* Tüfek ve tabanca çakmakları
nıyapan ve onaran kimse.

çakmakçı

k
* Çakmak yapı
p satma iş
i.

çakmaklaşma
* Çakmaklaş
mak durumu.

çakmaklaşmak
* (göz) Çakmak çakmak olmak, kı
zarmak ve iyice açı
lmak.

çakmaklı
* Çakmak taş
ıve zemberekle ateşalan eski zaman tüfeği.

çakmaklı
k
* Çakmakta kullanılacak olan.
*İ çine çakmak konulan koruyucu malzeme.

çakmaksı
z
* Çakmağıolmayan.
* Eski, kullanı
lmaz tabanca veya tüfek.
* Kibrit.

çakozlama
* Çakozlamak durumu.

çakozlamak
* Uygunsuz bir durumu fark etmek.

çakş
ır
* Paça bölümü diz üstünde veya diz altı
nda kalan bir tür erkek ş
alvarı
.
* Kuşları
n ayağı
nda bulunan ve süs gibi görünen tüy.

çakş
ırlı
* Çakşı
r giymiş .
* Ayaklarıtüylü, paçalı(güvercin) veya baş
ka (kuş
).

çakş
ırsı
z
* Çakş
ırıolmayan.

çaktı

lma
* Çaktı

lmak iş
i.

çaktı

lmak
* Çaktı
rmak iş
i yapı
lmak.

çaktı

ş
* Çaktı
rmak iş
i veya biçimi.

çaktı
rma
* Çaktı
rmak iş
i veya durumu.

çaktı
rmadan
* Belli etmeden, gizlice, sezdirmeden.

çaktı
rmak
* Çakmak iş ini yaptırmak.
* Birinin bir şeyi sezmesini sağ
lamak.

çal
* Taş

k yer, çı
plak tepe.

çala
* Belli isimlerden önce gelerek fiile bağlanı
r ve isimle ilgili bir çabukluk, süreklilik, dikkatsizlik anlamıkatar.

çala kalem
* Geliş
igüzel, durmadan yazarak.

çala kamçı
* Durmadan kamçı
layarak.

çala kaş
ık
* Soluk almadan yiyerek.

çala kı

ç
* Durmadan kı

ç sallayarak.

çala kürek
* Sürekli kürek çekerek.

çala paça
* Zorla yürüterek, sürükleye sürükleye.
çalacak
* Yoğurt mayası
.

çalâk
* Eline ayağ
ına çabuk, atik, çevik.

Çalap
* Tanrı
.

çalar
* Farklı

k veya anlam inceliği, nüans.

çalar saat
* Ayarlanı
şı
na göre istenilen zamanda çalan saat.

çalarma
* Çalarmak iş
i.

çalarmak
* Ekinler veya meyveler olmağa yüz tutmak.

çalçene
* Durup dinlenmeden konuş
an, çenesi düş
ük.

çalçenelik
* Çalçene olma durumu.

çaldı

lma
* Çaldı

lmak iş
i.

çaldı

lmak
* Çalmak işi yaptı

lmak.
* Hırsı
za kaptırılmak.

çaldı

ş
* Çaldı
rmak iş
i veya biçimi.

çaldı
rma
* Çaldı
rmak iş
i.

çaldı
rmak
* Çalmak işini yaptı
rmak.
* Hırsı
za kaptı rmak.

çalgı
* Müzik aleti, enstrüman.
* Çalgı
çalma, müzik.
* Müzik topluluğ u.

çalgıaleti
* Müzik yapmak için kullanı
lan araç, enstrüman.

çalgıçağanak
* Çalgı
, neş
e ve gürültü olduğ
u hâlde.

çalgıçalmak
* bir müzik aletini seslendirmek.

çalgıorağ
ı
* Tı
rpan.

çalgı

* Çalgı
çalmayıkendine meslek edinmişkimse.

çalgı
cıböcek
* Yaklaş
ık 5 mm boyunda, baş
ısert bir kabukla örtülü, kahverengi veya siyah, zararlı
böcek.

çalgı
cıotu
* Turpgillerden, kurak yerlerde yetiş
en bir bitki cinsi (Sisymbrium).

çalgı


k
* Çalgı

nın iş
i.

çalgı
ç
* Bazıçalgı
ları
n tellerine vurmaya yarar kuştüyü, kemik, boynuz gibi ş
eylerden yapı
lmı
şçalma aracı
, tezene,

zrap.
* Bahçe süpürgesi, çalkı
.

çalgı
hane
* Müzik evi, çalgı
lılokanta veya eğlence yeri.

çalgı

*İ çinde çalgıçalı
nan.
* Çalgıçalınarak yapı
lan.

çalgı
lıçağ
anaklı
* Eğlenceli, ş
arkı

, çalgı

, gürültülü patı
rtı

, neş
eli.

çalgı
n
* Sı
cak veya soğuktan gelişemeyerek cılı
z kalan ekin.
* Uzun zaman bakı r kapta kalan tadıbozulmuşyemek, çalı
k.
* Kötürüm, inmeli, sakat.

çalgı

z
* Çalgı
sıolmayan.

çalı
* Böğ
ürtlen, ahu dudu gibi ağaççı
ktan küçük, dallarıçok çatallı
ve saplarıodunsu bitki.

çalıbülbülü
* Serçegillerden, güzel öten, küçük bir kuş
, ötleğ
en (Sylvia communis).

çalıçı
rpı
* Kolayca ateşyakmaya yarayan ince ve kuru ağaç dalı
, kuru ot gibi ş
eyler.

çalıdikeni
* Bkz. karaçalı
.

çalıfasulyesi
* Kı lçı
klıbir çeş
it fasulye.

çalıgibi
* sı
k ve sert (saç, sakal).

çalıhorozu
* Tavukgillerden, eti beğ
enilen bir yaban kuş
u (Tetraourogallus).

çalıidi, çı
rpıidi, evim idi ya, ayı
idi uyu idi, kocam idi ya
* her ne kadar evim derme çatma, kocam kaba saba idiyse de, bir düzen kurmuş
, yaş
ayı
p gidiyordum.

çalıkakı

* Eş
kıya bozuntusu.

çalıkuş
u
* Serçegillerden, baş
ıkoyu kı
rmı

, gövdesine doğ
ru rengi açı
lan, çalı

k yerleri seven ötücü bir kuş
(Troglodytes).

çalıkuş
ugiller
* Çalıkuş
u benzeri türleri içine alan kuş
lar familyası
.

çalısüpürgesi
* Kı rmı
zıçiçekleri olan ve süpürge yapı
mında kullanı
lan bir bitki.

çalı
k
* Çarpı k.
* Verev kesilmiş .
* Tabiî olmaktan uzaklaş mış , kendi renginden olmayan.
* Yan yan giden.
* Adıdefterden silinmiş .
* Yüzünde çı ban veya yara yeri olan.
* Çıban yeri.
* Koyunlarda çiçek hastalı ğı.
* Çalgın.

çalı
k kavak
* Dallarısepetçilikte kullanı
lan bir kavak türü, sepetçi kavağı
.

çalı
landı
rma
* Çalı
landı
rmak iş
i.

çalı
landı
rmak
* Çorak bir araziyi çalıekimi yöntemi ile yeş
ertmek.

çalı

k
* Çalı
sıçokça olan yer.

çalı
m
* Gösteriş, karşı
dakini etkileme amacı
yla yapılan davranı
ş, kurum, caka.
* Kılıcı
n keskin yanı.
* Menzil, erim.
* Biraz benzeme, andı rma.
* Bir oyuncunun topu elinden veya ayağ ından kaçırmadan karş ı

ndaki oyuncularıkı
vrak hareketlerle aldatı
p
geçmesi.
* Geminin su kesiminden aş
ağıbölümünün başve kı
ç bodoslaması
na doğ
ru darlaş
ması
.

çalı
m atmak (veya yapmak)
* Bkz. çalı
mlamak.

çalı
m satmak
* kurulup büyüklük taslamak.

çalı
m yemek
* futbolda çalı
m ile geçilmek.

çalı
mcı
* Çalı
m yapan kimse.

çalı
mına gelmek (veya getirmek)
* uygun zaman veya durumu ele geçirmek.

çalı
mından geçilmemek
* çok kurumlu olmak, çok çalı
mlıolmak.

çalı
mlama
* Çalı
mlamak iş
i.
çalı
mlamak
* Oyunda topu karş ıtarafa kaptırmamak için el, ayak veya vücutla şaşırtı
cıhareketlerde bulunmak.
* Bir fı
rsattan yararlanarak bir başkası
nın hakkıolan bir ş eyi ele geçirmek.

çalı
mlanı
ş
* Çalı
mlanmak iş
i veya biçimi.

çalı
mlanma
* Çalı
mlamak iş
i veya durumu.

çalı
mlanmak
* Çalı
mlıdavranmak.
* Kendisine çalı
m yapı
lmak.

çalı
mlayı
ş
* Çalı
mlamak iş
i veya biçimi.

çalı
mlı
* Gösteriş
li, kurumlu.
* Baş
ıyüksek, yapı sıdar (gemi).

çalı
mlıçalı
mlı
* Çalı
m göstererek, çalı
m satarak.

çalı
mlı
k
* Yoğurt veya maya çalmaya yetecek kadar.

çalı
mlı

k
* Çalı
mlıolma durumu.

çalı
msı
z
* Çalı
mıolmayan, gösteriş
siz.

çalı
msı
zlı
k
* Çalı
msı
z olma durumu.

çalı
nma
* Çalı
nmak iş
i.

çalı
nmak
* Çalmak iş
ine konu olmak.
*İ nme inmek.

çalı
ntı
* Çalı
nmı
şolan (ş
ey).

çalı
p çı
rpmak
* eline geçeni çalmak.

çalı

z
* Çalı
sıolmayan.

çalı
ş
* Çalmak iş
i veya biçimi.

çalı
şı
lma
* Çalı
şı
lmak iş
i.

çalı
şı
lmak
* Çalı
şmak iş
ine konu olmak.

çalı
şı
p çabalamak
* çok gayret göstermek.

çalı
şkan
* Çok çalı
şkan, çalı
şmayıseven, faal.

çalı
şkanlı
k
* Çalı
şkan olma durumu, faaliyet.

çalı
şma
* Çalışmak işi, emek, say.
* Bir yapıelemanı nın yük altı
nda biçim değiş
tirmesi, az veya çok zorlanması.
* Bünyesindeki suyun azalmasıveya çoğ almasısonucu ağacı n biçim ve boyutları

n değiş
mesi.
*İ şsaati.

çalı
şma barı
şı
*İşhuzuru.

çalı
şma belgesi
* Bir işyerinde veya alanı
nda çalı
şı
labileceğini gösterir belge.

çalı
şma dolabı
* Üst yüzeyinde çalı
şma tablasıbulunan, ön yüzeyinde kapak ve çekmeceleri olan mobilya.

çalı
şma gezisi
* Bir işbağlama veya ön anlaş
ma yapmak üzere çı

lan gezi.

çalı
şma günü
* Tatil günleri dı
şı
nda kalan ve çalı
şı
labilen her gün, işgünü.

çalı
şma hayatı
*İşhayatı
.

çalı
şma karnesi
*İ ş
veren tarafı
ndan çalı
şma hayatı
na baş
layan iş
çiye verilen, onun iş
çilik durumunu gösterir belge.

çalı
şma masası
* Üzerinde işyapı
lan masa.

çalı
şma odası
*İçinde işyapı
lan oda.

çalı
şma saati
*İ şsaati.

çalı
şma saatleri
*İ ş in baş
lama ve bitişanıarası
ndaki saatler, işsaatleri.

çalı
şma yöntemi
* Bir çalı
şma veya işsüresinde izlenen bilimsel ve metodik yöntem.

çalı
şmacı
* Sağlı
k, yönetim bilimi gibi konularda çalı
şma yapan kimse.

çalı
şmak
* Bir şeyi oluşturmak veya ortaya çıkarmak için emek harcamak.
*İ şi veya görevi olmak.
*İ şüzerinde bulunmak.
* (makine veya âletler için) İ
şe yarar durumda olmak veya işlemekte bulunmak.
* Bir şeyi yapmak için gereken çarelere başvurmak, o ş
eyi gerçekleştirmek için kendini zorlamak, çaba
harcamak.
* Bir şeyi öğrenmek veya yapmak için emek vermek.
çalı
ştı
ran

şveren.

çalı
ştı


* Bir spor dalı
nda, sporcuyu eğ
iten, yetiş
tiren ve çalı
ştı
ran kiş
i, antrenör.

çalı
ştı


lık
* Çalı
ştı


nın iş
i veya mesleğ
i.

çalı
ştı

lma
* Çalı
ştı

lmak durumu.

çalı
ştı

lmak
* Çalı
şma yaptı

lmak.

çalı
ştı

ş
* Çalı
ştı
rma iş
i.

çalı
ştı
rma
* Çalı
ştı
rmak iş
i veya biçimi.

çalı
ştı
rmak
* Çalı
şmasınısağlamak.
* Çalı
şmak iş
ini yaptı
rmak.

çalkağ
ı
* Çalkar.

çalkak
* Çalkar.

çalkalama
* Çalkalamak iş
i.

çalkalamak
*İ çinde bir şey bulunan bir nesneyi sarsarak sallamak.
* Sulu bir şeyi sarsarak veya çırparak karı
ştı
rmak.
* Sudan sarsarak geçirmek veya içinden suyu çarparak geçirmek yolu ile bir ş
eyi temizlemek.
* Tahı lısarsarak kalburdan geçirmek, elemek.
* Vücudun bir yerini sürekli oynatmak.
* (kuluçka yumurtaları nı) Çevirmek.
* Sağlığının bozulması na yol açmak.

çalkalanı
ş
* Çalkalanmak iş
i veya biçimi.

çalkalanma
* Çalkalanmak iş
i.

çalkalanmak
* Çalkalanma iş
ine konu olmak.
* Dalgalanmak.

çalkalatı
ş
* Çalkalatma iş
i veya biçimi.

çalkalatma
* Çalkalatmak iş
i.

çalkalatmak
* Çalkatmak.
çalkalayı
ş
* Çalkalama iş
i veya biçimi.

çalkama
* Çalkamak işi.
* Çalkalanarak yapı
lan.

çalkamak
* Tahı
l elemek.

çalkanı
ş
* Çalkanmak iş
i veya biçimi.

çalkanma
* Çalkanmak iş
i.

çalkanmak
* Çalkamak iş ine konu olmak.
* (deniz, göl için) Dalgalanmak.
* Coş mak.
* (haber, söylenti) Herkesin ağzında dolaş
mak.
* Coşkunluk, hareketlilik içinde bulunmak.

çalkantı
* (deniz) Dalgalanma.
* Çalkanmı şşey.
* Kalbur yardı mı yla ayrılan çer çöp.
* Coşku.
* Kargaş a ve bunalı mı n yol açtığıdüzensiz, karı
şı
k, sı

ntı
lıdurum.

çalkantı

* Çalkantı
sıolan.

çalkantı

z
* Çalkantı
sıolmayan.

çalkar
* Tahı l tanesini yabancı
nesnelerden seçmeye veya tohumlukta kullanı
lacak tahı
lıayı
rmaya yarayan döner
kalburlu araç, çalkağı.

çalkatma
* Çalkatmak iş
i.

çalkatmak
* Çalkalamak iş
ini yaptı
rmak.

çalkayı
ş
* Çalkamak iş
i veya biçimi.

çalkı
* Çalgı
ç.
* Tı
rpan.

çalma
* Çalmak iş i.
* Hırsızlık, sirkat.
* Başa sarı lan sarı k.
* Çalı
nmı ş.
* Kakmalı olmayan, kalemle iş
lenmiş
.
* Kibrit.

çalmacı
* Maden üzerine çalma iş
i yapan usta.

çalmaç
* Tahtadan yapı
lmı
şkap.

çalmadan oynamak
* çok keyifli ve sevinçli durumda bulunmak.
* bir iş
e çok hevesli görünmek.

çalmak
* Baş kasını
n malı nıgizlice almak, hı rsı
zlı
k etmek, aşı
rmak.
* Vurarak veya sürterek ses çı kartmak.
* Bir müziğ i dinlemeyi sağ layan aleti çalı
ştı
rmak.
* Ses çıkarmak, ses vermek.
* Atmak, çarpmak, vurmak.
* Yoğurt yapmak için sütü mayalamak, katı p karı
ştı
rmak.
* Üzerine sürmek.
* Bozmak, zarar vermek.
* Kumaş ın bir parçasınıkesmek.
* (madeni) Oymak, kalemle iş lemek.
* Süpürmek, temizlemek.
* Benzemek, andı rmak.
* (zaman için) Boş a harcatmak, ziyan etmek.

çalpara
* Parmaklara takı

p çalınan zil veya buna benzer ses çı
karıcıaraç.
* Açıklarda kumluk alanlarda yaş ayan ve ağları
keserek balı
kçılara arar veren bir çeş
it çağanoz (Portunus
puber).

çaltı
* Diken, çalı
.

çaltı

k
* Çaltı
sıçok olan yer.

çalyaka
* Birdenbire yakası
na yapı
şarak.

çalyaka etmek
* yakası
na yapı
şı
p sı

ca tutmak.

çam
* Çamgillerin örnek bitkisi olan ve yurdumuzda birçok türü yetiş
en bir orman ağ
acı
(Pinus).

çam balı
* Arı
ları
n sarıçam üzerinde biten yaprak bitlerine salgı
ladı
klarıbal sı


ndan oluş
turduklarıbir tür bal.

çam devirmek
* karş
ısı
ndakine dokunacak veya kötü bir sonuç doğ
uracak söz söylemek.

çam fı
stı
ğı
* Fı
stı
k çamı
nın kozalak biçimindeki meyvesinden çı
karı
lan sert kabuklu, yağ
lıve niş
astalıtohum.

çam sakı

* Çam ağacı
ndan çı
karı
lan reçine.

çam sakı zı çoban armağ anı


* verilen bir armağanı
n sunulduğ u kimsenin değerine uygun olmadı
ğı
nıve verenin gücünün ancak buna
yettiğ
ini özür yollu anlatmak için söylenir.

çam sakı
zı gibi
* tedirginlik verecek kadar bir insanı
n peş
inden ayrı
lmayan.
çam yarması(veya bölmesi)
* iri gövdeli insan.

çam yeş
ili
* Çam yaprakları
na benzer yeş
ilin bir tonu.

çamaş
ır
*İ ç giysisi.
* Yıkanmasıgerekli kirli.
* Kirli eşyalarıyı
kama işi.

çamaş
ır değiş tirmek
* iç giysilerini çı
kartı
p temizlerini giymek.

çamaş
ır deterjanı
* Çamaş ı
rları
n daha çabuk, daha iyi temizlenmesini sağlayan kimyasal birleş
im.

çamaş
ır dolabı
* Çamaş
ır saklamada kullanı
lan çekmeceli dolap.

çamaş
ır ertesi olmak
* çok çamaş ı
r yı
kamaktan aş
ırıyorulup hasta olmak.

çamaş
ır ipeği
* Nakı
şyapmakta kullanı
lan ipek iplik.

çamaş
ır ipi
* Kurutmak için üzerine çamaş
ır ası
lan ip veya tel.

çamaş
ır leğeni
* Çamaş
ırları
n içinde yı
kandı
ğı
, metal veya plâstikten yapı
lmı
ş, genişkap.

çamaş
ır makinesi
* Çamaş ı
r yı
kamaya yarayan araç.

çamaş
ır mandalı
* Kurutmak için ası
lmı
şçamaş
ırları
ipe sı

ca tutturmak amacı
yla kullanı
lan küçük, tahta veya plâstik kı
skaç.

çamaş
ır sabunu
* Çamaş
ır yı
kamak iş
inde kullanı
lan beyaz sabun.

çamaş
ır sepeti
* Kirli veya yı
kanmı
şçamaş
ırları
n içinde toplandı
ğısepet.

çamaş
ır sodası
* Beyaz çamaş
ırları
n yoğ
un veya asitli kirlerini eritmek için kullanı
lan sodyum karbonat.

çamaş
ır suyu
* Çamaş
ırları
n beyazlı
ğını
ve kolayca temizlenmesini sağlayan kimyasal birleş
imli su.

çamaş
ır takımı
* Fanilâ, don, gömlek, çorap, mendil gibi eş
ya, bir arada bohçaya konulup verilen hediye.

çamaş
ırcı
* Para ile baş
kaları

n çamaş
ırı
nıyı
kayan kimse.

çamaş
ırcı

k
* Çamaş
ırcı
nın iş
i.

çamaş
ırhane
* Çamaş
ırlı
k.
çamaş
ırlı
k
* Çamaş
ır yı
kamak için kullanı
lan yer, çamaş
ırhane.
* Çamaş
ır yapı
mına yarayan.

çamat
* Avlanı
lmı
şbalı
klarıelde taş
ımaya yarar çengel askı
.

çamça
* Sazangillerden, pulları
ndan yalancıinci yapı
lan bir ı
rmak balı
ğı(Leuciscus rutilus).

çamçak
* Ağaçtan oyularak yapı
lmı
şkulplu su kabı
, çapçak.
* Köpüklenerek akma.

çamçak çamçak
* Bolca, bol miktarda.

çamgiller
* Kozalaklılardan, iğ
ne gibi ince ve uzun yaprakları nıyaz kı şdökmeyen, tohumları çıplak olarak kozalak
pullarıüzerinde bulunan, çam, köknar, lâdin gibi bitki türlerini içine alan reçineli ağaçlar familyası
.

çamlı
k
* Çam ağaçlarıçok olan yer.
* Çam korusu.

çamuka
* Gümüşbalı
ğı
na benzer bir balı
k. Çamukanı
n büyüklerine tokmak başdenir (Atherina hepsetus).

çamur
* Su ile karı şı
p, bulaşı
r ve içine batılır duruma gelmiştoprak, balçı
k.
* Yapıiş lerinde kullanılan çeşitli malzeme ile yapı
lan harç.
* Sataş kan, çevresine tedirginlik veren, sulu (kimse).

çamur atmak (veya sı çratmak)


* birini kötü bir iş
e karı
şmı
şgöstermek, kara çalmak, iftira etmek.

çamur banyosu
* Tedavi gücü olan çamurla yapı
lan banyo.

çamur deryası
* Her tarafıçamurla kaplanmı
şolan.

çamur gibi
* (ekmek için) iyi piş
memişve siyah unla yapı lmı
ş.
* herkese sataşıp tedirginlik veren (kimse).

çamur ı
ğrıbı
* Denizin sı
ğve çamurlu yerlerinde kullanı
lan 25-30 kulaç uzunluğunda bir balı
k ağ
ı.

çamur kalemi
* Heykeltı
raş
ları
n çamura biçim verme sı
rası
nda kullandı
kları
şimş
ir araç.

çamura bulaşmak (veya batmak)


* kirli ve uygunsuz bir iş
e karı
şmak.

çamura taşatmak
* \343 çirkefe taşatmak.

çamura yatmak
* borcunu ödememek, sözünü yerine getirmemek.
çamurcuk
* Sazangillerden, sazandan küçük, eti tatsı
z bir göl ve bataklı
k balı
ğı(Chrondrostoma nasus).

çamurcun
* Anadolu ve Kuzey Afrika'da yaş
ayan bir tür ördek.

çamurdan çekip çı karmak


* birini kötü veya onurunu tehlikeye düş
üren bir durumdan kurtarmak.

çamurlama
* Çamurlamak işi.
* Yanmaya elveriş li cevherin bir bölümünün eski üretim alanları
nda bı
rakı
lmasısonucunda çı
kması
muhtemel yangı
nın önlenmesi iş i.

çamurlamak
* Çamur sürmek, çamurla sı
vamak.
* Kötülemek.

çamurlanma
* Çamurlanmak iş
i.

çamurlanmak
* Üzerine çamur sürülmek.

çamurlaş
ma
* Çamurlaş
mak iş
i.

çamurlaş
mak
* Çamur durumuna gelmek.
* Sataş
maya koyulmak.

çamurlatma
* Çamurlatmak iş
i veya biçimi.

çamurlatmak
* Çamur sürdürmek, çamurla sı
vatmak.

çamurlu
* Çamur bulaş
mış
, üstünde veya içinde çamur bulunan.

çamurluk
* Çamuru çok olan yer.
* Paçalarıçamurdan korumak için giyilen tozluk.
* Taşıtlarda tekerleklerin üst bölümünü örten parça.
* Ayakkabı ların çamurunu kazı mak için yapı
larda girişkapısı
nın önünde, yere çimento veya betonla
tutturulan, demirden yapı lmıştürlü biçimlerdeki ayakkabısileceğ i.

çamurlukçu
* Araçları
n çamurlukları
nıyapan veya onaran kimse veya işyeri.

çamurlukçuluk
* Çamurlukçunun iş
i veya mesleğ
i.

çamursuz
* Çamuru olmayan, üstünde çamur bulunmayan.

çamuru karnı
nda, çiçeği burnunda
* Bkz. çiçeği burnunda, çamuru karnı
nda.

çan

çinden sarkan tokmağı

n kenarlara vurması
yla ses çı
karan madenden araç, kampana.
çan çalmak
* herkese bildirmek.

çan çan
* Çan sesine benzer ses çı kararak.
* Sürekli ve yüksek sesle edilen gevezelik.

çan çan etmek (ötmek veya konuş mak)


* yüksek sesle sürekli gevezelik etmek.

çan çiçeğ i
* Çan çiçeğigillerden, süs bitkisi olarak ekilen ve çiçekleri çan biçiminde olan bir bitki cinsi, Meryem ana
eldiveni (Campanella).

çan çiçeğ
igiller
* Bitişik taç yapraklı
lardan, örneği çan çiçeği olan bir bitki familyası
.

çan kulesi
*İçinde çan bulunan uzun, yüksek yapı
, kule.

çanak
* Toprak, metal vb. den yapılmışyayvan, çukurca kap.
* Çiçeğin en dı
şında bulunan yeş il yaprakları
n tümü.
* Göz çukuru.
* Çevresine göre alçakta bulunan ve genellikle geniştekne biçiminde yer.

çanak ağ
ızlı
* Büyük ağ ı
zlı
.
* Sı
r saklamaz.

çanak anten
* Belirli frekanslarda uzaydaki aktarı

dan yapı
lan radyo ve televizyon yayı
nları
nıalmaya yarayan tepsi
biçiminde anten.

çanak çömlek
* Topraktan yapı
lmı
ştürlü kaplar.

çanak tutmak (veya açmak)


* davranı
şlarıveya sözleriyle kötü bir karş
ılı
ğa yol açmak.

çanak üzengi
* Bası
lan yeri, tabanı
n büyük bir bölümünü kaplayacak kadar genişüzengi.

çanak yalamak
* dalkavukluk etmek.

çanak yalayı

* Dalkavuk.

çanak yalayı
cılı
k
* Dalkavukluk.

çanak yalayıcılı
k etmek
* dalkavukluk etmek.

çanak yaprağı
* Çanağ
ıoluş
turan yaprakları
n her biri.

çanakçı
* Çanak yapan veya satan kimse.

çanakçı

k
* Çanak yapma veya satma iş
i.

çanaklı
k
* Gemi direklerindeki gözetleme yeri.

çanaksı
* Çanağ
a benzeyen, çanak gibi.

çanaksıhücreler
* Salgıolacağ
ıvakit ş

en ve belirli bir hacme geldiklerinde içlerindeki sı
vısalgı

nıboş
altan bez hücreleri.

çancı
* Çan yapan veya satan kimse.
* Çan çalmakla görevli kimse.

çancı

k
* Çancı
nın iş
i veya mesleğ
i.

çandı
* Çivisiz, birbirine geçirilme yöntemine göre hazı
r kesilmişkereste.
* Tahta kapak veya tavan.

çandı
r
* Karı
şık, melez.
* Aşı
lanmamı ş, yaban.

çangal
* Ayakta güreşirken karş
ıgüreşçinin koltuğu altı
ndan bir kolu sokarak bir ayakla o güreş
çinin bir bacağ
ına
çengel taktı
ktan sonra onu öne doğ ru eğ
ip başıüzerinden atma oyunu, çelme takma.

çangal
* Dallıbudaklıağaç.
* Fasulye sı

ğı
, sı

k.

çangı
l çungul
* Kulağ
a hoşgelmeyen kaba ses çı
karan.

çangı
r çungur
* Düşme veya birbirine çarpma sı
rası
nda kaba ve zevksiz ses çı
kararak.

çangı
rdama
* Çangı
rdamak iş
i veya durumu.

çangı
rdamak
* Düş
erek veya birbirine çarparak gürültü çı
karmak.

çangı
rtı
* Çangı
rdama sesi.

çanı
ltı
* Çan sesi.

çanta
* Kösele, meş
in, kumaşgibi hafif malzemeden yapı

p büyüklüğüne göre para, evrak, yiyecek koyup taş
ımaya
yarayan kap.

çanta çiçeği
*İ ki çeneklilerden, beyaz, erguvanî veya sarırenkli bir süs bitkisi.

çantacı
* Çanta yapan veya satan (kimse).
çantacı

k
* Çanta yapma sanatıveya çanta satma iş
i.

çantada keklik
* ele geçirilmesi o kadar kesin ki elde edilmişsayı

r, torbada keklik.

çantadan yetişmek
* bir mesleğ
i eğ
itim görmeden, tecrübelerle kazanmak.

çantalı
* Çantasıolan.

çantası
z
* Çantasıolmayan.

çap
* Genellikle cisimlerin genişliği, kutur.
* Büyüklük, ölçü.
* Değer.
* Yapı nı n veya arsanın boyutları nıve sını
rları
nıgösteren harita.
* Uç noktaları dairenin çevresi üzerinde bulunan ve çemberin merkezinden geçen doğ
ru parçası
.
* Bilgi, tecrübe ve yeteneklerin tümü.
* Bozuk, eğri, dolaş ık, aykı

.

çapa
* Tarlalarda toprağı
işlemek için kullanı
lan ağ
aç saplıdemir kazıaracı
.
* Çapalamak iş i.

çapa
* Çipo.

çapacı
* Çapa ile çalı
şan iş
çi.

çapacı

k
* Çapacı
nın yaptı
ğıiş
.

çapaçul
* Kı

ğı
nın veya eş
yası

n düzgün ve temiz olması
na özenmeyip düzensizlik içinde yaş
ayan, pasaklı
.

çapaçulcu
* Serseri, baş
ıboş(kimse).

çapaçulculuk
* Serserilik, baş
ıboşluk.
* Kılık kıyafete özen göstermeyiş
i işedinme.

çapaçullaştı
rma
* Çapaçullaş

rmak iş
i veya durumu.

çapaçullaştı
rmak
* Çapaçul duruma getirmek.

çapaçulluk
* Çapaçul olma durumu, kı

k kı
yafete özen göstermeyiş
.

çapak
* Göz pınarında ve kirpiklerde birikerek pıhtı
laşan veya kuruyan akı
ntı
.
* Madenler dövülürken sı çrayan ince, ufak parça.
* Metal veya toprak eşya kenarlarında bulunan pürüz.

çapak
* Sazan familyasından, vücudu yandan bası
k, 50 cm uzunluğunda, 4-5 kg ağı
rlı
ğı
nda, sarıpullu, eti tatsı
z,

lçı
klıbir tatlısu balı
ğı(Abramis brama).

çapaklanı
ş
* Çapaklanma iş
i veya biçimi.

çapaklanma
* Çapaklanmak iş
i.

çapaklanmak
* Çapak oluş
mak.

çapaklı
* Çapağ
ıolan.

çapaksı
z
* Çapağ
ıolmayan.

çapalama
* Çapalamak iş
i.

çapalamak
* Çapa ile kabartmak.

çapalanı
ş
* Çapalanmak iş
i veya biçimi.

çapalanma
* Çapalanmak iş
i.

çapalanmak
* Bir yer çapa ile kabartı
lmak.

çapalatma
* Çapalatmak iş
i.

çapalatmak
* Çapalamak iş
ini yaptı
rmak.

çapalı
* Çapalanmış(yer).
* Çapasıolan.

çapanoğ
lu
* Baş
a dert olacak durum.

çapanoğ
lunun abdest suyu gibi
* (içilecek ş
eyler için) sulu, tatsı
z ve kötü görünüş
te olan.

çapar
* Postacı , ulak.
* (hayvan ve bitki için) Benekli, alacalı
.
* Derisi, kıllarıve gözleri, boya maddesi yokluğ
undan renksiz olan (insan veya hayvan), akş
ın, albinos.
* Çiçek bozuğ u yüz.

çapar
* Takadan büyük, başve kı
ç tarafıyukarı
kalkı
k bir çeş
it Karadeniz kayı
ğı
.

çaparı
z

çinden çı
kılamayacak kadar güç olan, karı
şı
k iş
.

çapari
* Çok iğneli; beden, köstek ve iğ
ne bölümlerinden meydana gelen, her bir iğneye hindi, horoz, kaz, martı
,
tavuk, ördek gibi kuşları
n kanat, kuyruk tüyleri takı
lan bir tür olta takı
mı.

çapası
z
* Çapalanmamış(yer).
* Çapasıolmayan.

çapçak
* Ağaçtan oyularak yapı
lmı
şsu kabı
, çamçak.
* Ağzıaçık fı
çı
.

çapkı
mak
* Enini boyunu ölçmek, çaplamak.

çapkı
n
* Geçici aşklar arkası
nda koş an.
* Cinsellik taş
ıyan veya hatırlatan.
* Haylaz.
* Okş ayıcıbir söz gibi de kullanılı
r.

çapkı
nca
* Çapkı
n bir biçimde.

çapkı
nlaş
ma
* Çapkı
nlaş
mak iş
i.

çapkı
nlaş
mak
* Çapkı
n duruma gelmek.

çapkı
nlı
k
* Çapkı
n olma durumu veya çapkı
nca davranı
ş.

çapla
* Maden kazı
mak için kullanı
lan çelik kalem.

çaplama
* Çaplamak iş
i.

çaplamak
* Bir ş
eyin enini, boyunu ölçmek, çapkı mak.
* Keresteleri dört köşe olarak kesip biçmek.

çaplı
* Çapıgenişolan.

çapma
* Çapmak iş
i.

çapmak
* Koşturmak.
* Akı
n etmek, koş
mak.

çaprak
* Eyer örtüsü, ş
aprak.

çapraş
ık
* Karış
ık, dolaş ı
k.
* Anlaşı
lması , çözülmesi veya içinden çı

lması
güç, karı
şı
k, muğlâk.

çapraş
ıklaş ma
* Çapraş
ıklaş
mak iş
i.
çapraş
ıklaş mak
* Çapraş
ık duruma gelmek.

çapraş
ıklı
k
* Çapraş
ık olma durumu.

çapraş
ma
* Çapraş
mak iş
i.

çapraş
mak
* Karı
şık, çapraşık, çözülmez duruma gelmek.
*İki ş
ey birbiriyle çapraz olarak kesiş
mek.

çapraz
* Eğ ik olarak birbiriyle kesiş
en.
* Güreş te hasmı nın koltuk altı
ndan kol geçirip sarma oyunu; bir veya iki kolla yapı
ldı
ğı
na göre tek çapraz ve
çift çapraz denir.
* Kopça, düğ me.
* Bir tür olta iğnesi.
* Karş ıt yön.

çapraz ateş
* Karş
ılı
klıyönlerden silâhla saldı
rma.

çapraz kafiye
* Dörtlüklerde birinci ile üçüncü, ikinci ile dördüncü dizelerin birbiriyle kafiyelenmesi düzeni.

çapraz kur
*İki ülke parasıarası
nda üçüncü bir ülkenin parası
yla belirlenen kombiyo sürüm değ
eri, üç ülke parası
nın
birbirlerine oranı.

çapraza almak
* çaprazlama olarak davranmak.

çapraza sarmak
* bir işiçinden çı

lmaz duruma gelmek, çaprazlaş
mak.

çaprazda sürmek
* çapraza alı
nan hasmıgeriye doğ
ru hı
zla sürmek.

çaprazlama
* Çapraz olarak, makaslama.
* Testerenin keserken sı
kış
mamasıiçin diş
lerini belli ölçülere göre sağa sola bükme.
* Evirme.

çaprazlamak
* Çapraz duruma getirmek.

çaprazlaş
ma
* Çaprazlamak iş
i.

çaprazlaş
mak
*İçinden çı
kılmaz duruma gelmek, ne yapı
lacağı
bilinemez duruma gelmek.

çaprazlı
k
* Çapraz olma durumu.

çaprazölçer
* Elde veya makinede çaprazlanan diş
lerin eğimini denetlemede yararlanı
lan yardı
mcı
alet.

çaprazvari
* Çapraz olarak.
çapsı
z
* Çapıolmayan.
* Değersiz.

çaptan düş mek


* çalı
şma gücü, verimi azalmı
şveya tükenmişolan.

çapul
* Yağma, talan, plâçka.

çapula
* Kaba deriden yapı
lmı
şucu sivri ve kı
vrı
k ayakkabı
.

çapulacı
* Çapula yapan veya satan kimse.

çapulacı

k
* Çapulacı
nın iş
i veya mesleğ
i.

çapulcu
* Çapul yolu ile baş
kası
nın malı
nıalan, talancı
, yağ
macı
, plâçkacı
.

çapulculuk
* Çapulcunun yaptı
ğıişveya davranı
ş.

çapullama
* Çapullamak iş
i.

çapullamak
* Çapul yolu ile bir malıalmak veya bir yeri soymak, yağ
malamak.

çaput
* Eski bez parçası
, paçavra.
* Bez.

çar
* Rus imparatorları
na ve Bulgar kralları
na verilen unvan.

çarçabuk
* Pek çabuk, çabucacı
k, hemencecik, tez elden.
* Kolaylı
kla.

çarçur
* Gereksiz yere harcama.

çarçur etmek
* gereksiz yerlere harcayı
p tüketmek.

çarçur olmak
* gereksiz yere harcanmak, ziyan olmak.

çardak
* Tarla, bahçe gibi yerlerde ağaç dalları
ndan örülmüşbarı nak.
* Asma gibi bitkilerin dalları
nısardı rmak için direklerle yapı
lmışyer.
* Kameriye.

çardaklı
* Çardağıolan.

çardaksı
z
* Çardağıolmayan.
çardaş

ki veya dört zamanlıMacar halk dansı
.

çare
* Bir sonuca varmak, ortadaki engelleri kaldı
rmak için tutulması
gereken yol, çı
kar yol, çözüm yolu.
* Bir şeyi önleme, tedavi yolu, deva.

çaresine bakmak
* gerekeni yapmak, çözüm yolu bulmak.

çaresiz
* Çaresi bulunmayan, onulmaz.
* Çare bulamayan (kimse), bîçare.
*İ ster istemez.

çaresiz kalmak
* çözüm yolu, çı
kar yolu bulamamak.

çaresizlik
* Çaresiz olma durumu.

çareviç
* Çarı
n oğlu.

çargâh
* Türk müziğinde "do" perdesinin adı
.
* Bu perdede karar kı
lan makam.

çarı
k
* Tabaklanmamı şsı
ğı
r derisinden yapılan ve deliklerine geçirilen ş
eritle sı

ca bağlanan ayak giyeceğ
i.
* Araba yokuşaşağı
giderken tekerleği frenlemek için altına sürülen demir levha.
* Para cüzdanı
.

çarı
kçı
* Çarı
k yapan veya satan kimse.

çarı
kçı

k
* Çarı
k yapma veya satma iş
i.

çarı
klı
* Ayağı
na çarı
k giymiş
.

çarı
klıerkânıharp
* Kurnaz veya uyanı
k köylüler için ş
aka yollu söylenir.

çarı
klı
k
* Çarı
k yapmaya elverişli.
* Çarı
k konulacak yer.

çarı
ksı
z
* Çarı
ğıolmayan veya çarı
k giymemiş
.

çariçe
* Çarı
n karı

na veya kadı
n çara verilen unvan.

çark
* Bir eksenin döndürdüğ ü tekerlek biçimindeki makine parçası
.
* Herhangi bir kı
t'anı
n, biçimini ve düzenini bozmadan kanatlarından biri çevresinde dönerek yön
değ
iştirmesi.

çark çevirmek
* aynıyol üzerinde dönerek gitmek.

çark etmek
* (bir doğrultuda giden kimse veya ş
ey) sağa veya sola doğ
ru yön değ
iştirmek.
* geri dönmek.

çarka
* Osmanlı
larda öncü görevi.

çarka vermek (veya çarka çektirmek)


* (kesici araçlar için) bileğ
i çarkı
ile biletmek.

çarkacı
* Osmanlıordusunda öncü süvari birliğ
inde görevli asker.

çarkçı
* Vapurlarda makine bölümünü yöneten kimse.
* Çarkla bı
çak bileyen kimse, bileyici.

çarkçı
baş
ı
* Vapurlarda birinci çarkçı
.

çarkçı

k
* Çarkçı
nın görevi.

çarkı
döndürmek
* geçimini sağlamak.

çarkıfelek
* Çarkıfelekgillerden güzel, büyük, parlak kı rmı zıçiçekleri olan, duvar kenarları
na ve kameriyeler çevresine
ekilen tırmanıcıbir süs bitkisi, fırı
ldak çiçeğ
i (Passiflora caerulea).
* Yakılınca dönerek kı vılcı
m saçan donanma fiş eğ
i.
* Talih, kader.

çarkı
felekgiller
* Ayrıçanak yapraklıiki çeneklilerden, örneğ
i çarkı
felek olan bir bitki familyası
.

çarkı
na etmek (veya okumak)
* birine büyük kötülük yapmak veya iş
ini bozarak zarar vermek.

çarkı
t
* Eski, bozuk, sakat.

çarklı
* Çarkıolan.
* Her iki yanda birer çarkıbulunan vapur.

çarksı
z
* Çarkıolmayan.

çarktan çı
kma
* yepyeni, güzel.

çarlı
k
* Çar olma durumu.
* Çarın yönetiminde bulunan devlet.

çarliston
* Birinci Dünya Savaş ı
'ndan sonra Avrupa'da yaygı
nlaş
an dans türü veya bu dansı
n müziğ
i.
* Sivri uçlu, uzun ve kalın, tatlı
yeş
ilimsi biber.
*İ nce, uzun ve çarpı cı.
çarliston biber
* Çarliston adıverilen bir biber türü.

çarliston marka
* Yeni icat, az bulunur, antika.

çarliston marka kereste


* Az bulunan kereste.
* Haddini bilmez, terbiyesiz.

çarmı
h
* Suçlunun öldürülmek amacı yla çivilendiğ
i haç biçimindeki darağ
acı
.
* Ana direkleri ve gabya çubuklarını yandan tutan halatlar.

çarmı
ha germek
* haç biçimindeki darağacı
na çivilemek.

çarmı
k
* Bkz. çarmı
h.

çarnaçar

ster istemez.

çarpan
* Bir çarpmada çarpı
lan sayı
veya cebirsel anlatı
mlardan her biri.

çarpan balığı
* Levrekgillerden, yüzgeçleri dikenli ve zehirli, eti sevilen bir balı
k, trakunya (Trachinus draco).

çarpanlara ayırma
* bir sayı
yıveya cebirsel anlatı
mıiki veya daha çok çarpanı
n çarpı
mıdurumuna getirme.

çarpı
* Kaba sı va, çarpma sı va.
* Birbiriyle çarpılan iki sayıarası
na konulan iş
aret: "a x b" veya "a . b" "a çarpıb" diye okunur.

çarpı

* Etkili.

çarpı


k
* Çarpı
cıolma durumu.

çarpı
k
* Düzgünlüğ ünü yitirerek eğrilmiş
.
* Gerçek niteliğini yitirmiş.
* Aksi, ters, huysuz.

çarpı
k çurpuk
* Çok çarpı
k, eğ
ri büğrü.

çarpı
kça
* Biraz çarpı
k.

çarpı
klaş
ma
* Çarpı
klaş
mak iş
i.

çarpı
klaş
mak
* Çarpı
k duruma gelmek.

çarpı
klaş
tırma
* Çarpı
klaş

rmak iş
i.
çarpı
klaş
tırmak
* Çarpı
k duruma getirmek.

çarpı
klı
k
* Çarpı
k olma durumu, eğrilik.

çarpı
lan
* Bir çarpma iş
leminde tekrarlanan sayı
.

çarpı

* Çarpıiş areti konmuş .
* Bir tür olta iğnesi.

çarpı

ş
* Çarpı
lmak iş
i veya biçimi.

çarpı
lma
* Çarpı
lmak iş
i.
* Çarpı
k duruma gelme.

çarpı
lmak
* Çarpmak iş ine konu olmak.
* Çarpık duruma gelmek.
* Alı
nıp gücenmek.
* Çekiciliğ
ine kapılmak.

çarpı
m
* Çarpma iş
leminin sonucu olan sayı
.

çarpı
m cetveli
* Bkz. çarpı
m tablosu.

çarpı
m tablosu
* Birbiriyle çarpı
lan sayı
ları
n (çoğu 1'den 9'a kadar) çarpı
mları
nıgösteren çizelge, kerrat cetveli.

çarpı
nma
* Çarpı
nmak iş
i.

çarpı
nmak
* Çı
rpı
nmak.

çarpı
ntı
* (kalp için) Hı
zlı
ve sı
k vurma.

çarpı
ntı

* Heyecanlı
, telâş

.

çarpı
ntı
sıtutmak
* heyecen, korku veya üzüntüden çarpı
ntı
nöbeti gelmek.

çarpı
ntı

z
* Çarpı
ntı
sıolmayan.

çarpı
ş
* Çarpmak iş
i veya biçimi.

çarpı
şı
lma
* Çarpı
şı
lmak iş
i veya biçimi.

çarpı
şı
lmak
* Çarpı
şmak iş
i yapı
lmak.
çarpı
şma
* Çarpı
şmak iş i, müsademe, sadme.
* Öncülerin veya küçük birliklerin yaptı
klarıküçük savaş
ma.

çarpı
şmak
* Birbirine çarpmak, tokuşmak.
* Vuruş mak.
* Birbirine üstün gelmeye çalı
şmak.

çarpı
ştı
rma
* Çarpı
ştı
rmak iş
ini yapmak.

çarpı
ştı
rmak
* Çarpı
şmak iş
ini yaptı
rmak.

çarpı

lma
* Çarpı

lmak iş
i veya biçimi.

çarpı

lmak
* Çarpı
tmak iş
i yapı
lmak.

çarpı
tma
* Çarpı
tmak iş
i.

çarpı
tmak
* Çarpı
k duruma getirmek.
* Gerçek anlamdan saptı
rmak.
* Yanlı
şa ve kötü duruma götürmek.

çarpma
* Çarpmak iş i.
* Çarpmak iş lemi, darp, zarp.
* Alaturka müzikte temel notaları
n arası
na sı
kış tı

lmı şve usulü bozmayan, tek perdelik küçük fazlalı
k.
* Kuyu çengeli biçiminde beşkollu büyük olta iğnesi.
* Çırpılarak yapılan (şey).

çarpma iş
areti
* Çarpmak iş
leminin yapı
lması
nısağ
layan x iş
areti.

çarpma kapı
* Tek veya çift kanatlıolan, özel menteş
esi yardı
mıile içe ve dı
şa doğru açı
labilen kapı
türü.

çarpmak
* Hı zla değ mek, vurmak.
* Etkisiyle birdenbire hasta etmek.
* Varlı ğına inanı lan bir gücün öfkesine uğramak.
* El çabukluğ u ile çalmak.
* Kurnazlı kla, zorla ele geçirmek.
* Hı zlıatmak.
* Hı zla bir yere vurmak.
* Biri çarpı lan, öbürü çarpan denilen iki sayı
verildiğinde, çarpanıçarpı
landaki birim kadar çoğ
altarak çarpı
m
adıverilen bir üçüncü sayı yıelde etmek, zarp etmek.
* Çekiciliğ iyle etkilemek, ş aşı
rtmak.

çarptı

ş
* Çarptı
rmak iş
i veya biçimi.

çarptı
rma
* Çarptı
rmak iş
i.

çarptı
rmak
* Çarpma iş
ini yaptı
rmak veya çarpması
na yol açmak.
* Yankesiciye kaptı
rmak.

çarş
af
* Yatağı
n üstüne serilen veya yorgan kaplanan bez örtü.
* Eskiden kadı
nların kullandığ ıve baştan örtülen, pelerinli, eteklikli sokak giysisi.

çarş
af çarşaf
* Olabildiğ
ince uzun, uzun uzun.

çarş
af gibi
* (deniz, göl, su için) dalgası
z, dümdüz ve durgun.

çarş
af kadar
* (eni boyu küçük olmasıgereken ş
eyler için) pek büyük, çok geniş
.

çarş
afa dolanmak
* bir iş
in içinden çı
kamamak, kötü ve baş
arı

z duruma düş
mek, zor durumda kalmak, çarş
aflamak.

çarş
afa girmek
* (eskiden, yeni yetiş
en kı
z için) çarş
af giymeye baş
lamak.

çarş
afçı
* Çarş
af yapan veya satan kimse.

çarş
afçı

k
* Çarş
af yapma sanatıveya çarş
af satma iş
i.

çarş
aflama
* Çarş
aflamak iş
i.

çarş
aflamak
* Yorganıçarşafla kaplamak.
* Kötü ve baş
arısız duruma düş
mek, çarş
afa dolanmak.

çarş
aflanma
* Çarş
aflanmak iş
i.

çarş
aflanmak
* Çarş
aflama iş
ine konu olmak.
* Çarş
af giymek.

çarş
aflatma
* Çarş
aflatmak iş
i.

çarş
aflatmak
* Çarş
aflamak iş
ini yaptı
rmak.

çarş
aflı
* Üzerinde çarşaf olan.
* Çarşaf giymişolan (kimse).

çarş
aflı
k
* Çarş
af yapmaya elveriş
li olan (kumaş
).

çarş
afsı
z
* Üzerinde çarş
af olmayan.
* Çarşaf giymemişolan.

çarş
afsı
zlı
k
* Çarş
afsı
z olma durumu.

çarş
amba
* Haftanı
n dördüncü günü, salıile perş
embe arası
nda bulunan gün.

çarş
amba karısı
* Saçıbaşıkarmakarı
şı
k, üstü baş
ıözensiz kadı
n.
* Al karı

.

çarş
amba pazarı
* Herşey karmakarı
şı
k ortada olan yer.

çarş
amba pazarı na çevirmek
* özellikle yüze vurarak çok dayak atmak.

çarş
ı
* Dükkânları
n bulunduğu alı
şverişyeri.

çarş
ıağası
* Çarş
ıyıve esnafı
düzen altı
nda tutmakla görevli kimse.

çarş
ıekmeği
* Has undan çarş
ıda yapı
lan ve satı
n alı
nan ekmek türü.

çarş
ıve pazar dolaşmak (veya gezmek)
* alı
şverişedinilen her yeri dolaş
mak (gezmek).

çarş
ılı
* Çarş
ıesnafı
.

çartı
r
* Dolmuşuçak.

çasar
* Viyana'da oturan Alman imparatoruna verilen unvan.

çaş
ıt
* Casus.
* Ara bozmak amacı
yla söz taş
ıyan kimse.

çaş
ıtlama
* Çaş
ıtlamak iş
i veya durumu.

çaş
ıtlamak
* Casusluk yapmak.

çaş
ıtlı
k
* Çaş
ıt olma durumu, casusluk.

çat
* Sert bir ş
eyin kı


rken çı
kardı
ğıses.

çat

ki yolun veya iki derenin birleş
tiğ
i yer, kavş
ak.

çat etmek
* çat diye ses çı
karmak.

çat kapı
* beklenmedik bir zamanda kapı
yıçalarak.

çat orada çat burada çat kapıarkası nda


* çok yer değiş tiren bir ş
eyin durumunu anlatı
r.

çat pat
* Biraz, yarı
m yamalak.
* Ara sıra.
* Uygunsuz zamanlarda, vakitli vakitsiz.

çatak
*İ ki dağyamacı nın kesiş
mesi ile oluş
muşdere yatağı
.
* Yapı şı
k, ikiz (meyve).
* Kavgacı .

çatak bayrak
* Yeniçerilerin yarı
sısar ı
, yarı
sıkı
rmı
zırenkteki bayrağ
ı.

çatal
*İ ki veya daha çok kola ayrı lan değ nek.
* Yol, ağaç gibi, kollara ayrı lan ş eylerin ayrı
lma yeri.
* Dallıolan ş eylerin her kolu.
* Yemek yerken kullanı lan iki, üç veya dört uzun diş li çoğ
unlukla metal araç.
* Dirgen.
* Ucu kollara ayrı lmı ş
.
*İ ki taraflı
.
*İ ki anlamlı , iki türlü anlaşılabilir.
* Bir tür olta iğnesi.

çatal ağı
z
* Bir ı
rmağı
n denize kavuş
tuğ
u yerde lı
ğları
n birikmesiyle oluş
an üçgen biçimli ova, delta.

çatal aş
ı
* Yeş
il mercimek, kuru barbunya, dövme soğ
an, tereyağ
ıve baharat kullanı
larak hazı
rlanan bir çorba türü.

çatal ayak
* Ateş
li bir silâhı
n namlusuna destek olan, genellikle ters V biçiminde yere kurulan iki ayaklıparça.

çatal bel
* Bahçeyi bellemeye yarayan ucu çatallı
ve saplıalet.

çatal bı
çak takı

* Sofra için gerekli olan çatal, kaş
ık, bı
çak ve diğ
er servis araçları

n tümü.

çatal çivi
* Elektrik ve telefon kablolarınısüpürgeliğ
e, kapıveya pencere pervazıgibi ahş
ap yüzeylere tutturmakta
kullanı
lan, iki ucu sivri, U biçiminde özel çivi.

çatal don
* Paçalarıkı
sa, diz üstünde kalan don.

çatal görmek
* net görememek, bir ş eyi iki görmek. çatal matal kaç çatal üzerine atlanıp sı
rtı
na oturulacak gözleri kapalı
kişinin, üzerinde oturanı n tek veya çatal biçimde kaldırılmışçift parmağı nı n kaç olduğ unu bilmesi temeline dayanan
bir çeşit birdir bir oyunu.

çatal iğ
ne

ki veya üç çengeli olan olta iğ
nesi.

çatal kargı
* Büyük balı
klarızı
pkı
nlayarak avlamakta kullanı
lan üç diş
li, sivri uçlu araç.

çatal kazı
k
* Sonuçta ne olacağıbelirsiz, karı
şı
k, karanlı
k ve ş
üpheli durum.

çatal kundak
* Açı
ldı
ğızaman V biçiminde olan iki ayaklıtop kundağı
.
çatal kuyruk
* Uzun ve ince gövdeli, ı

k denizlerde yaş
ayan bir balı
k türü (Lepidopus caudatus).

çatal sakal
* Sakalıortadan ikiye ayrı
lmı
ş(kimse).

çatal ses

ki perdeden çı
kar gibi olan ve kulağı
tırmalayan ses.

çatal zı
pkın
* Çatal kargı
.

çatallanma
* Çatallanmak iş
i.

çatallanmak
* Çatal gibi ikiye ayrı
lmak.

çatallaş
ma
* Çatallaş
mak iş
i.

çatallaş
mak
*İki veya daha çok ihtimal ortaya çı
karak anlaş
ılmasıgüç bir duruma gelmek.

çatallaş

rma
* Çatallaş

rmak iş
i.

çatallaş

rmak
* Çatallaş
ması
na yol açmak.

çatallı
* Çatalıolan veya çatal durumunda olan.
*İ ki veya daha çok ihtimali olan.
* (ses için) Pürüzlü.

çatallı
k
* Çatal konulan yer.

çatana
* Filika büyüklüğünde, islimle iş
leyen deniz teknesi, küçük vapur, istimbot.

çatanacı
* Çatana iş
leten kimse.

çatapat
* Ayakla çiğnenince veya bir yere sürtülünce çat pat diye patlayan bir eğ
lence fiş
eği.

çatı
* Bir yapı nın, bir evin damı nıkuran parçaları n bütünü.
* Birbirine çatı lmı şçakı lmışşeylerin bütünü.
* Yapı nı n tavanıile damıarası ndaki genellikle az kullanı lan yer.
*İ nsan ve hayvanda iskeletin kuruluş u.
* Barını lan, sığınılan yer.
* Belli bir maksada yönelik kimselerin oluş turduğ u kuruluş .
* Özne veya nesne durumları na göre, belirli çatıeklerinin fiil kök veya gövdelerine getirilen türev, bina:
Sevinmek (sev-in-), sevdirmek (sev-dir-), sevindirmek (sev-in-dir-) gibi.
* Bir yapı yı örten ve eğ ik yüzeyleri olan damı n tahtadan iç yapı sı
.
* Hikâye, roman, piyes gibi edebî türlerde olay kuruluş u, kurgu.

çatıarası
* Tavanla çatıörtüsü arası
nda kalan boşbölüm, tavan arası
.
çatıekleri
* Fiil kök veya gövdelerinden dönüş lü, edilgen, iş
teş
, ettirgen çatı
lar yapmaya yarayan ekler: (Sev-in-), (sev-il-
), (sev-iş
-), (kapa-t-), (geç-ir-), (sev-dir-) gibi.

çatıeteğ
i
* Çatı

n, binanı
n dı
şduvarları
nıaş
an, yağ
ışlara karş
ıduvarı
n en üst bölümünü koruyan dı
şa uzanmı
şkı
smı
.

çatıkaplayı

*İskele kurup ahş
ap çatıkaplaması
nıve duvarlarıkeçe veya özel kâğı
tlar ile kaplayan usta.

çatıkatı
* Yapı
larda çatıile son kat arası
nda yapı
lan küçük kat.

çatıkiriş
i
* Bir ucu tavanı
n üstüne bindirilen ve üzerine kiremit altıtahtaları
nın kaplandı
ğıana kiriş
.

çatıörtüsü
* Çatı
ları
n üstüne kiremit, çinko ve oluklu sac vb. ile kaplanan, tavana su geçmesini önleyen yapıbölümü.

çatıpenceresi
* Tavan arası
nıaydı
nlatmaya yarayan pencere veya camlıkapak.

çatı

* Çatma iş
ini yapan kimse.

çatı
k
* Çatı
lmı
şolan.

çatı
k çehre
* Çatı
k yüz.

çatı
k kaş
* Kaş
larıbirbirine çok yakı
n ve çatı
k olan (kimse).

çatı
k surat
* Çatı
k yüz.

çatı
k yüz
* Öfkeli yüz (çehre, surat).

çatı
klaş
ma
* Çatı
klaş
mak iş
i.

çatı
klaş
mak
* Çatı
k duruma gelmek.

çatı
klı
k
* Çatı
k olma durumu.

çatı
ldama
* Çatı
ldamak durumu.

çatı
ldamak
* Çatı
k duruma gelmek.

çatı

* Çatı
sıolan (yapı
).
* Çatı
lmışolan.
* Başı
na çatkıbağlanmı
şolan.

çatı

ş
* Çatı
lmak iş
i veya biçimi.
çatı
lma
* Çatı
lmak iş
i.

çatı
lmak
* Çatmak iş
ine konu olmak.

çatı
nma
* Çatı
nmak iş
i.

çatı
nmak
* Kaş
ları
nıçatı
p surat asmak.

çatı
r çatı
r
* Sert bir ş
ey kı
rılı
rken, yanarken yerinden sökülürken veya sı

ştı


nca çı
kan ses.
* Zor kullanarak, baskı yaparak.
* Güçlük çekmeden.

çatı
r çatı
r çatlamak
* çok çatlamak.
* çok kıskanmak.

çatı
r çatı
r etmek
* çatı
r çatı
r ses çı
karmak.

çatı
r çatı
r sökmek
* bir ş
eyi zorlayarak yerinden söküp çı
karmak.

çatı
r çutur
* Bir ş
ey kı


rken çı
kan sesi anlatı
r.

çatı
rdama
* Çatı
rdamak iş
i.

çatı
rdamak
* Çatı
r diye ses çı
karmak.
* Çökmeye, yok olmaya yüz tutmak, tehlikeli duruma düş
mek.

çatı
rdatma
* Çatı
rdatmak iş
i.

çatı
rdatmak
* Bir ş
eyin çatı
r diye sesini çı
kartmak.

çatı
rtı
* Çatı
rdama sesi.

çatı
rtı

* Çatı
rtı
sıolan.

çatı

z
* Çatı
sıolmayan, üstü açı
k (ev, kulübe).

çatı
ş
* Çatmak iş
i veya biçimi.

çatı
şı
k
* Birbirini tutmayan, birbirini çelen, birbirine uymayan, çeliş
ik, mütenakı
z.

çatı
şı
lma
* Çatı
şı
lmak iş
i.
çatı
şı
lmak
* Çatı
şmak iş
i yapı
lmak.

çatı
şkı
* Yasaları
n veya önermelerin kendi araları
nda çeliş
ikliği, antinomi.

çatı
şma
* Çatışmak işi.
* Silâhlıbüyük kavga, arbede.
* Savaşmaksadı yla düşmana karş
ıilerleyen bir birliğin keş
if ve güvenlik kollarıarası nda ilk silâhlı
vuruşma.
* Türlü yönlerden uzanan kıvrımlıdağsı raları
nın, bir yerde dar bir açıile birbirine yaklaşıp kaynaş masıveya
düğümlenmesi.

çatı
şmak
* Birbirine çatmak veya çatılmak.
* (söz, iddia veya davranı
şla) Birbirini tutmamak, birbirini çelmek, mütenakı
z olmak.
* Karş ılı
klıvuruş mak.
* Kavga etmek.
* (deve ve köpek için) Çiftleşmek.
* Aynızamana rastlamak.

çatı
ştı
rma
* Çatı
ştı
rmak iş
i.

çatı
ştı
rmak
* Birbirine çattı
rmak, kavga ettirmek, birbirine düş
ürmek.

çatı
yıalmak
* çatı
ya ulaş
mak.

çatkı
* Uç uca, birbirine çatı
lan ş
eylerin bütünü.
* Sehpa.
* Alından geçerek baş ı
n çevresine çember gibi bağlanan bağ , kaş
bastı.
* Bir iş
in bütününün veya parçaları nı
n bir araya getirilmesinde uyulan yöntem.

çatkı

* Çatkı
sıolan.

çatkı

k
* Çift öküzlerini birbirlerine bağlayan çifte boyunduruklu ağaç.

çatkı
n
* Çatı
k.

çatkı
nlı
k
* Çatkı
n olma durumu.

çatkı

z
* Çatkı
sıolmayan.

çatladı
n mı?
* aşı
rısabı
rsı
zlı
k gösterenlere söylenen kaba bir uyarma.

çatlak
* Çatlamı
şolan.
* Çatlamı
şyer.
* Çatlama.
* Deli.

çatlak ses
* Pürüzlü, bozuk ses.
çatlak zurna
* Çirkin sesli, geveze, boş
boğaz.

çatlaklı
k
* Çatlak olma durumu.
* Çatlamı şyer, çatlak.
* Delilik.

çatlama
* Çatlamak işi.
* Tohumları n dağılması için meyve kabuğ unun yarı
lması, açılma.
* Dalgaları
n sı ğkı
yıya geldikleri zaman dökülüp köpürmesi, çatlak.
* Uygun olmayan kuruma sonucu ağacı n boyu yönündeki lif ayrı
lması
.

çatlamak
* Parçaları ayrı
lıp dağılmayacak biçimde yarı lmak.
* Bir yüzeyde kı rış
ıklar, çizgiler oluş
mak.
* Aş ı
rıyemekten, içmekten, yorgunluktan veya (bebek) ağ lamaktan ölecek duruma gelmek veya ölmek.
* Sıkınt ı
, sevinç, yalnızlık, heyecan, sabı
rsı
zlı
k, kı
skançlı
k gibi ruhî durumlarıaş
ırı
derecede duymak.

çatlasa da (veya çatlasa da patlasa da)


* elinden gelen her çareye başvursa da.

çatlatı
ş
* Çatlatmak iş
i veya biçimi.

çatlatma
* Çatlatmak iş
i.

çatlatmak
* Çatlak duruma getirmek.
* Çatlamasına yol açmak.
* Aklınıkaçırmak.

çatlayı
ş
* Çatlatmak iş
i veya biçimi.

çatma
* Çatmak iş i.
* Provada geçici olarak bir giysiye iliştirilmişolan parça.
* Duvarlarıağ aç gövdesinden birbirine takı larak ve çivisiz olarak yapı
lan yayla evi, yörük çadı

.
* Bir çeşit döş emelik kumaş .
* Ahş ap yapı larda ağaç iskeletin temel parçaları.
* Semerin ağ aç kısmı.
* Heykel yapı mı nda çamuru ayakta tutan tel iskelet.

çatma kaş
* Araları
nda kı
lsı
z yer olmayı
p birbirine kavuş
muşolan kaş
lar.

çatmak
* Değnek, kı lı
ç, tüfek gibi uzun ş eylerden birkaç tanesini, tepelerinden birbirine çaprazlama dayayarak
durdurmak.
* (kereste vb. gereci) Birbirine tutturmak.
* Bir şeyi yapmak için gerekli parçaları bir araya getirmek.
* (yükü hayvana) İ ki yanlıyüklemek.
* (başa yemeni, çatkı , yazma gibi ş eyleri) Bağ lamak.
* (kaş, yüz için) Sertlik, öfke bildiren bir duruma sokmak.
* Üzücü olaylarla karş ılaş
mak.
* Birine sert sözle söylemek veya yazı lar yazmak.
* Rastlamak, karş ılaşmak.
* Sırası gelmek, zamanıgelmek.
çatpat
* Bkz. çatapat.

çatra patra
* Bir dilin az çok ve yalan yanlı
şolarak konuş
ulduğ
unu anlatı
r.

çattı
rma
* Çattı
rmak iş
i.

çattı
rmak
* Çatmak iş
ini yaptı
rmak.

çav
* Ses, ün, haber.

çav
* At, eş
ek gibi hayvanları
n erkeklik organı
.

çav
* Hoş
ça kal anlamı
nda gençler arası
nda kullanı
lan bir söz.

çavalye
* Balı
kçı
ları
n tuttuklarıbalı
klarıiçine attı
kları
sepet.

çavdar
* Buğdaygillerden, unlu tane veren bir bitki (Secale cereale).

çavdar ekmeğ i
* Çavdar ve buğ
day unu karı
şı
mından yapı
lan ekmek.

çavdarlı
* Çavdar katı
şmı
ş.

çavdarmahmuzu
* Buğdaygillerin ve en çok çavdarı n başağıüzerinde türeyip koyu mor renkte bir horoz mahmuzunu andı ran,
1-4 cm uzunlukta, 2-7 mm geniş likte, az çok kı
vrık, kolayca kı

labilen, özel kokulu, silindir yapı
lıçubuklar hâlinde
olan ve hekimlikte kullanılan askılımantarlardan biri (Claviceps purpurea).

çavdarsı
z
* Çavdar katı
şmamı
şolan.

çavelâ
* Tutulan balı
kları
n içine konduğ
u sepet, çavalye.

çavlan
* Çağ
layanı
n büyüğ
ü, ş
elâle.

çavlanma
* Çavlanmak iş
i.

çavlanmak
* Gürültüsü çevreye yayı
lmak.
* Dillere düş
mek, şüyu bulmak.

çavlı
* Henüz ava alı
ştı

lmamı
şdoğ
an yavrusu.

çavmak
* Güneşdoğmak.
* Dağılı
p yayı
lmak, saçılmak.
* Sapmak, yol değ
iştirmek, amaçtan ş
aşmak.
çavş
ır
* Maydanozgillerden bir bitki ve bunun eczacı

kta kullanı
lan reçinesi (Opopanax chironium).

Çavuldur
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

çavun
* Hayvan derisinden veya çavdan yapı
lmı
şkı
rbaç.

çavuş
* Osmanlıdevleti teş kilâtı
nda çeş itli hizmetler yapan görevli.
* Osmanlıordusunda üst komutanları n buyruklarınıast komutanlara ulaş

ran görevli.
* Onbaş ı
dan sonra gelen ve görevi manga komutanlı ğıolan er rütbesi.
* Bir iş
in veya iş
çilerin baş ında bulunan ve onlarıyöneten sorumlu kimse.
* Askerî okullarda sınıf birincisi.

çavuşkuş u
* Çavuşkuşugillerden, uzun yay biçimli gagalı
, güvercinden küçük, baş
ısorguçlu, kı
sa kanatlıbir kuş
, ibibik,
hüthüt (Upopa epops).

çavuşkuş
ugiller
* Örneğ i çavuşkuş
u olan bir kuşfamilyası
.

çavuşüzümü
* Kabuğ
u ince, çekirdeği ufak, iri taneli bir tür beyaz üzüm.

çavuş
luk
* Çavuşolma durumu veya görevi.
* Çavuşrütbesi.

çay
* Çaygillerden bir ağ aççık (Thea chinensis).
* Bu ağaççı ğın özel işlemlerle kurutulan yaprağı .
* Bu yaprakları n haş lanması ile elde edilen güzel kokulu ve sarımtı
rak kı
rmı zırenkli içecek.
* Konukları n çay, börek, pasta gibi içecek ve yiyeceklerle ağı
rlandı
ğıtoplantı.
* Müzikli toplantı .

çay
* Dereden büyük, ı
rmaktan küçük akarsu.

çay bahçesi
* Çay, kahve ve alkolsüz içkilerin içildiğ
i bahçe.

çay bardağı
* Çay içmekte kullanı
lan, belli biçimde cam bardak.

çay demlemek
* Bkz. demlemek.

çay evi
* Çay gibi içeceklerin hazı
rlandı
ğıve bunları
n içildiğ
i yer, çayhane.

çay fincanı
* Genellikle porselenden yapı
lan, çay içmeye yarayan, kulplu fincan.

çay kaşı
ğı
* Kahve yaparken veya çaya toz ş
eker koyarken ölçek olarak kullanı
lan ve ş
ekeri karı
ştı
rmaya yarayan küçük
kaşık.

çay kenarında kuyu kazmak


* elde, maksada ulaş
ılacak bol araç varken emek harcayarak baş
ka yollar aramak.
çay ocağ
ı
* Çay piş
irilen veya çay içilen yer.

çay saati
* Çay içmek için belirlenmişsaat.

çay servisi
* Çay dağ
ıtı
mı.

çay ş
ekeri
* Çayıtatlandı
rmak için kullanı
lan katış
eker, küp ş
ekeri.

çay takı

* Çaydanlık, sütlük, ş
ekerlik ve altı
veya on iki çay fincanı
ndan oluş
an takı
m.
* Çay sunulurken kullanılan örtü ve peçetelerin hepsi.

çay vermek
* konuklara çay ve börek, çörek, pasta gibi yiyecekler sunulan toplantı
düzenlemek.

çayan
* Akrep, yı
lan, çı
yan, kı
rkayak vb. zehirli hayvan.

çaycı
* Çay yapıp satan kimse.
* Çay yetiş
tiricisi.
* Çay içmeye düş kün, çay tiryakisi.

çaycı

k
* Çay yapma ve satma iş
i.
* Çay yetiş
tirme iş
i.

çayda çı
ra
* Elâzığve çevresinde kı
na gecesi veya düğünlerde, ellerde yanan mum taş
ınarak oynanan türkülü bir halk
oyunu veya bu oyunun müziğ i.

çaydan geçip derede boğulmak


* büyük güçlükleri yenmiş
ken önemsiz bir sebepten baş
arı

zlı
ğa uğramak.

çaydanlı
k

çinde çay piş
irilen kap.

çaygiller

ki çeneklilerden, yaprakları
ndan çay yapı
lan bir bitki familyası
.

çayhane
* Çay evi.

çayhaneci
* Çayhane iş
leten kimse.

çayhanecilik
* Çayhanecinin iş
i veya mesleği.

çayıgörmeden paçalarısı vamak


* Bkz. dereyi görmeden paçaları
sıvamak.

çayı
r
* Üzerinde gür ot biten düz ve nemli yer.
* Böyle yerde biten otlar.

çayı
r güzeli
* Buğdaygillerden bir bitki çayı
r otu (Erogrostis major).

çayı
r kuş
u
* Tarla kuş
u.

çayı
r mantarı
* Şapkası

n alt yüzü ince dilimli, yenebilen ve zehirli de olabilen mantar türlerinin ortak adı
.

çayı
r otu
* Çayı
r oluşturan çeşitli bitkilerin genel adı
.
* Buğdaygillerden kuru ve kireçli yerlerde yetiş
en küçük bir çayı
r otu, fleol (Phleum pratense).

çayı
r peyniri
* Bir çeş
it az tuzlu veya tuzsuz taze peynir.

çayı
r tavuğ u
* Orman tavuğugillerden, sı
rtıbeyaz çizgili siyah ve esmer, karnı
siyah bir kuş(Tympanuchus cupido).

çayı
r teresi
* Turpgillerden beyaz çiçekli, yabanî bir bitki (Cardemina pratensis).

çayı
r tirfili
* Baklagillerden, hayvan yemi olarak yetiş
tirilen bir bitki (Trifolium pratense).

çayı
r yulafı
* Buğdaygillerden, yulafa benzeyen bir kı
r bitkisi (Avenastrum).

çayı
rlama
* Çayı
rlamak iş
i.

çayı
rlamak
* Çayırlanmak.
* (hayvan) Yediğ
i çayı
rdan hastalanmak.

çayı
rlanma
* Çayı
rlanmak iş
i.

çayı
rlanmak
* (hayvan) Çayı
rda otlamak.

çayı
rlaş
ma
* Çayı
rlaş
mak iş
i.

çayı
rlaş
mak
* Çayı
r durumuna gelmek.

çayı
rlatma
* Çayı
rlatmak iş
i.

çayı
rlatmak
* Çayı
rlanması
nısağlamak.

çayı
rlı
* Çayı
rıolan.

çayı
rlı
k
* Çayı
rıolan yer.

çayı
rmelikesi
* Erkeçsakalı
, keçisakalı
.

çayı
rsedefi
* Düğ
ün çiçeğ
igillerden, sulak yerlerde yetiş
en, kökü iç sürdürücü olarak kullanı
lan bir bitki (Thalictrum).

çayı
rsı
z
* Çayı
rıolmayan.

çaykara
* Çay kenarı
nda çı
kan göze, kaynak, pı
nar.

çaykı

* Bir tür çiçek.

çaylak
* Yı
rtıcılardan, uzun kanatlı
, çengel gagalı
, küçük kuş
ları
ve fare gibi zararlıhayvanları
avlayan, tavuk
büyüklüğünde bir kuş(Milvus migrans).
* Toy, tecrübesiz, acemi.

çaylak fı
rtı
nası
* Kışbaş
ları
nda olan fı
rtı
na.

çaylakça
* Çaylağa yakı
şı
r (biçimde).

çaylaklı
k
* Toyluk, tecrübesizlik, acemilik.

çaylı

çinde çay bulunan.

çaylıkek

çine çay karı
ştı

larak yapı
lan kek.

çaylı
k
* Çay ağ aççı
klarının yetiş
tiğ
i yer.
* Çay için kullanı
lan.

çe
* Çe adı
verilen bu harf, ses bilimi bakı
mından ötümsüz, katı
şı
k, diş
-dişeti ünsüzünü gösterir.

çe
* Türk alfabesinin dördüncü harfinin adı
.

çebiç
* Bir yaş
ında keçi yavrusu.

çecik
* Madenî kulp, halka, çivi.

çeç
* Tahı
l yığı
nı.
* Tahı
l elenen kalbur.

çeçe

ki kanatlı
lardan, insana uyku hastalı
ğıaş
ılayan, sinekten büyük bir cins Güney Afrika böceği (Glossina).

Çeçen
* Kafkasya'nı
n kuzeydoğ
usundaki Çeçen Cumhuriyeti'nde yaş
ayan bir halk veya bu halkı
n soyundan olan
(kimse).

Çeçence
* Çeçen dili.

çedene
* Bkz. çetene.

çedik
* Mesh üzerine giyilen sarıpabuç.
* Terlik.

çeğ
mel
* Yay veya çengel biçiminde bükülmüşolan.

çeğ
mellenme
* Çeğ
mellenmek iş
i.

çeğ
mellenmek
* Yay veya çengel biçimini almak veya girmek.

çehre
* Yüz, sima.
* Görünüş .
* Somurtkanlık.

çehre almak
* tavı
r takı
nmak.

çehre etmek
* surat etmek.

çehre züğ
ürdü
* Yüzü çirkin.

çehrece
* Çehre bakı
mından.

çehreli
* Çehresi olan.

çehresi bozulmak
* yüzü, tavı
rlarıdüş
mek.

Çek
* Slavları
n batıkolundan olan bir ulus veya bu ulusun soyundan gelen kimse.
* Çek halkına özgü olan.

çek
* Bir kimsenin, bankadaki parası
nın dilediğ
i kimseye ödenmesi için bankaya gönderdiği yazı
lıbelge.

çek arabanı (veya yalnı


z çek!)
* git buradan!.

çek valf
* Depodaki suyun kaçması nıönlemek için kullanılan araç.
*İ çinden gaz akı
şı
nın geçmesine bir yönde izin veren, ters yönde gaz akı
şı
nıotomatik olarak kapayan ve
durduran vana.

çek vana
* Çek valf.

çekap
* Tam bakı
m.

çekberi
* Harman yerinde yı
ğı
nları
çekmeye yarayan alet, gelberi.
Çekçe
* Çek dili.

çekçek
* Dört tekerlekli el arabası
.

çekeceğ
i olmak
* baş
ına sı

ntı

çok işgelecek olmak.

çekecek
* Ayakkabıile topuk arası
na sokularak, ayağı
n ayakkabı
ya kolay girmesini sağ
layan, maden, boynuz ve plâstik
maddeden yapı
lmışalet.

çekek
* Kayı
k, mavna ve küçük gemilerin karaya çekildikleri yer.

çekel
* Küçük çapa.
* Üvendirenin alt ucunda bulunan, pulluğa yapı
şan toprağ
ıayı
rmaya yarayan demir bölüm.

çekeleme
* Çekelemek iş
i veya durumu.

çekelemek
* Tekrar tekrar çekmek.

çekelez
* Sincap.

çekem
* Yeş
il yapraklı
, dikensi, ateş
e atı
ldı
ğı
nda çatı
rdayarak yanan bir bitki.

çekememe
* Çekememe iş
i veya durumu.

çekememek
* Çekmek işini yapamamak.
* Katlanamamak.
* Kıskanarak hoşgörmemek.

çekememezlik
* Çekememe durumu veya çekememekten, kı
skançlı
ktan doğ
an davranı
ş.

çekemez
* Kı
skanç.

çekemezlik
* Bkz. çekememezlik.

çeker
* Bir tartma aletinin kaldı
rabildiğ
i ağ
ırlı
k miktarı
.
* Çekici araç.

çeki
* Tartı.
*İ ki yüz elli kiloya eşit olan, odun, kireç gibi ağı
r ve kaba ş
eyleri tartmakta kullanı
lan bir ağı
rlı
k ölçüsü.
* Kadı nların baş ları
na bağladı klarıörtü.
* Bkz. çeki düzen.
* Üzüntü, sı kıntı.

çeki düzen
* Düzenlilik, özen, itina, intizam, ihtimam.
çeki düzen vermek
* düzgün duruma getirmek, düzeltmek, düzenlemek.

çeki taş
ıgibi
* ağı
r ve kı
mıldamaz.

çekici
* Çekme iş ini yapan.
* Kendisi için eğilim uyandı
ran, alı
mlı
, cazibeli, cazip.
* Kurtarma aracı .

çekicilik
* Çekici olma durumu, cazibe.
* Çekme gücü.

çekiç
* Çivi çakmak, madenleri dövmek gibi iş
lerde kullanı
lan ve bir sapla dövecek bir maden bölümden yapı
lmı
ş
araç.
* Yaklaş
ık 1.20 m uzunluğ
undaki madenî tele bağ
lıve ağ
ırlı
ğı7.257 kg olan gülle.

çekiç atma
* Çekicin en uzağ
a atı
lmasıtemeline dayanan atletizm dalı
.

çekiç kemiği
* Orta kulaktaki dört küçük kemikten biri.

çekiç makinesi
* Ayakkabıimalâtı
nda taban köş
elerinin burun kı

mları
nıincelten ve köseleleri döverek düzelten bir
makine.

çekiçhane
* Demir fabrikaları
nda makine ile çalı
şan çok ağı
r çekiçlerin bulunduğu yer.

çekiçleme
* Çekiçlemek iş
i.

çekiçlemek
* Çekiçle dövmek.

çekik
* Yanlara doğru çekilerek gerilmişgibi olan.
*İ çeriye doğ
ru kaçmı ş, batı
k.

çekikçe
* Çekiğ
e yakı
n, biraz çekik.

çekiliş
* Çekilme iş
i.

çekilme
* Çekilme iş i.
* Bir görevden, bir işten kendi isteği ile ayrı
lma, istifa.
* Yerin yükselmesiyle bu yeri örten deniz suları nı n gerilemesi, basma karşıtı.
* Savaş ta, bir ordunun veya bir birliğin düş mandan ayrı lmak için yaptığ
ıdavranı
ş, ricat.
* Bir boksörün veya güreş çinin herhangi bir sebeple karş ılaş
mayıbı rakması.

çekilmek
* Çekme iş i yapılmak.
* Kendini geriye veya bir yana çekmek.
* Bir iş
ten bir görevden kendi isteğ
iyle ayrı
lmak, istifa etmek.
* Azalmak veya yok olmak.
* Bir yere, bir duruma geçmek.
* Bir yerden uzaklaş mak, bir yere uğ
ramamak.
* Gerilemek, geri gitmek, ricat etmek.
* Katılmamak, vazgeçmek.
* Katlanmak, üstlenmek, tahammül etmek.

çekim
* Çekmek iş i.
* Herhangi bir cismin, baş ka bir cismi kendine doğru çekme gücü, cazibe.
* Fiillerin çeş itli zaman, kiş
i ve kiplere, isimlerin de isim hallerine göre uğ radı klarıdeğiş
iklikler, tasrif.
* Alıcı nın sürekli olarak bir kez çalı ş
tırılmasıyla elde edilen film parçası, plân.

çekim ekleri
* Fiil, isim kök veya gövdelerine gelerek bağ lı olduklarıkelime grupları na göre kelimeler arası nda durum
(hâl) iyelik, çokluk, zaman, ş ahıs iliş
kisi kuran birimler: ev-e, ev-im, ev-ler, gel-di, gel-di-m, gel-di-ler gibi.

çekimci
* Yapı
mcı.
* Kameraman.

çekimleme
* Çekimlemek iş
i.

çekimlemek
* (bir cismi) Genel çekim yasası
na göre baş
ka bir cismi çekmek.

çekimli
* Çekimi olan.
* Çekim ekleri alabilen.

çekimli fiil
* Kip zaman ve kiş
i eklerini almı
şfiil.

çekimölçer
* Çekim kuvvetlerini ölçmeye yarayan araç.
* Yer yer değ
işen yer çekiminin tam ve gerçek değerini dikey olarak belirlemeye yarayan araç, gravimetre.

çekimsenme
* Çekimsenmek iş
i.

çekimsenmek
* Bir ş
eyi yapmaktan geri durmak, kaçı
nmak, el çekmek, istinkâf etmek.

çekimser
* Oy vermekten, eğ
ilim göstermekten veya bir ş
ey yapmaktan kaçı
nan, müstenkif.

çekimserlik
* Çekimser davranma durumu.

çekimsiz
* Çekimi olmayan.
* Cins, sayı
, kiş
i belirtmeden bütün durumlarda değiş
meyen kelimeler.

çekimsizlik
* Çekimsiz olma durumu.

çekince
* Herhangi bir konuda ileriyi düş
ünerek çekinmeyi gerektiren sebep veya durum, rezerv, ihtiraz.

çekince koymak
* çekindiğini, sakı
ndı
ğı
nıbelirtmek.
çekine çekine
* Çekinerek.

çekingen
* Her ş
eyden çekinme huyu olan, ürkek, sı

lgan, muhteriz.

çekingen davranmak
* ürkekçe davranı
şlarda bulunmak.

çekingence
* Çekingene yakı
şı
r (biçimde), ürkekçe.

çekingenleşme
* Çekingenleş
mek iş
i.

çekingenleşmek
* Çekingen duruma gelmek.

çekingenlik
* Çekingen olma durumu.

çekinik
* Birkaç kuş
ak sonra ortaya çı
kan ve o zamana kadar aradaki döllerde gizli kalan soya çekim nitelikleri için
kullanı

r, resesif.

çekinilme
* Çekinilmek iş
i.

çekinilmek
* Çekinmek iş
ine konu olmak.

çekiniş
* Çekinmek iş
i veya biçimi.

çekinme
* Çekinmek iş
i.

çekinmek
* Saygı, korku, utanma gibi duygularla bir ş
eyi yapmak istememek, kaçı
nmak.
* Bir ş
ey sürünmek.

çekinti
* Duraksama, kararsı
zlı
k, tereddüt.

çekip almak
* uzaklaş

rmak, meş
guliyetine son vermek, koparmak.

çekip çevirmek
* hâle yola koymak, yönetmek.

çekip gitmek
* bırakı
p gitmek, ayrı
lmak, savuş
mak.

çekirdecik
* Hücre çekirdeğ
inin içinde tek veya birden çok bulunan yuvarlak cisim.

çekirdek
* Etli meyvelerin içinde bir veya birden çok bulunan, çoğu sert bir kabukla kaplıtohum.
* Yenmek için satı lan kabak veya ayçiçeği çekirdeği.
* Bir hücrenin merkezini oluş turan cisimcik.
* Atom çekirdeği.
* Kuyumculukta kullanı lan ve beşsantigrama eş it olan ağ
ırlı
k ölçüsü.
* Bir ş
eyin temelini oluş
turan öz, nüve.
* Ağaçlarda soyulmayan bölüm.

çekirdek aile
* Anne, baba ve henüz evlenmemişçocuklardan oluş
an aile.

çekirdek kahve
* Çekilmemişveya dövülmemişkahve.

çekirdekçi
* Çekirdek satan kimse.

çekirdekçilik
* Çekirdek satma iş
i.

çekirdeklenme
* Çekirdeklenmek iş
i.

çekirdeklenmek
* Çekirdek bağ
lamak.

çekirdekli
* Çekirdeğ
i olan, içinde çekirdeği bulunan.

çekirdeksel
* Atom çekirdeği ile ilgili, nükleer.

çekirdeksiz
* Çekirdeğ
i olmayan, içinde çekirdeği bulunmayan.

çekirdekten yetiş
me
* herhangi bir iş
te, meslekte, küçük yaş
tan baş
layarak yetiş
mişolan.

çekirge
* Düz kanatlı
lardan, uzun olan art bacakları
na dayanarak uzağa sı
çrayabilen, birçok türleri olan böcek
(Acridium).

çekirge kuşu
* Sığ
ırcı
k (Sturnus vulgaris).

çekirge ötleğ
eni
* Orta Asya ve Avrupa içlerinde yaş
ayan ötücü bir kuş
.

çekirge ş
alvar
* Paçalarıçok dar, bacak bölümü genişolarak dikilmişş
alvar.

çekiş
* Çekmek iş i veya biçimi.
* Bir motorun çekme gücü.
* Ağı z kavgası .

çekiş
e çekişe pazarlık (etmek)
* (alı
cı) bir malıucuz almak için titizce pazarlı
k (etmek).

çekiş
ken
* Çekiş
meyi seven, kavgacı(kimse).

çekiş
li
* Çekme gücünü ön tekerleklerden alan araç.

çekiş
me
* Çekiş
mek iş
i.
çekiş
mek
*İ ki yönünden karş ı

klıçekmek.
* Bir şeyi birbirine karşıçekmek.
* (ad çekme, niyet, kâğ ıt için) Araları
nda çekmek.
* Ağı z kavgasıetmek.
* Çaba, gayret harcamak.

çekiş
meli
* Çekiş meye yol açan.
* Sert, çetin, zorlu.

çekiş
mesiz
* Çekiş
meye yol açmayan.

çekiş
te
* Tuzla terbiye edilmişyeş
il zeytin.

çekiş
tirici
* Çekiş tirmek iş
ini yapan (kimse).
* Bir kimsenin kötü taraflarınıuzun uzadı
ya sayı
p döken (kimse).

çekiş
tiricilik
* Çekiş
tiricinin iş
i.

çekiş
tirme
* Çekiş
tirmek iş
i.

çekiş
tirmek
* Uçlarında tutarak ayrıyönlere doğ
ru çekmek.
* Tekrar tekrar çekerek koparmak.
* Bir kimsenin kötü tarafları
nıuzun uzadıya sayı
p dökmek.

çekiver kuyruğunu
* artı
k ondan hayı
r bekleme.

çekiye gelmek
* düzene uymak.

çekiye gelmez
* ölçüsüz derecede çok veya büyük.
* düzeltilemez, düzene sokulamaz.

çekkin
* Elini eteğ
ini çekmiş
, ilgisiz.

çekme
* Çekmek iş i.
* Masa, dolap gibi ş eylerin dışarıya çekilen gözü, çekmece.
* Yüksekteki ince dallarıçekip kesmeye yarar, ay biçiminde, uzun saplı, ağ
zıtı rtı
klıbı
çak.
* Düzgün biçimli.
* Çekilerek giyilen veya kullanı lan.
* Parmak veya mı zrapla çalınan çalgı.
* Ağacın yapı sı
ndaki nem oranı nın azalmasısonucu boyutları
nın küçülmesi.
*İ şyaparken giyilen bir tür ş alvar.
* Vücut bölümlerinin bükücü kas gücü ile bir direnci kendisine yaklaştırması.

çekme demir
* Haddeden geçirilmişdemir.

çekme kat
* Apartmanda veya evlerde dört yanıteras olarak bı
rakı
lan en üst kat.
çekmece
* Masa, dolap gibi ş
eylerin dışarıya çekilen gözü, çekme.
*İçinde mücevherat veya baş ka değ erli ş
eyler saklanan küçük, süslü sandı
k.
* Gemilerin barınabilecekleri koy.

çekmeceli
* Çekmecesi olan.

çekmecesiz
* Çekmecesi olmayan.

çekmek
* Bir ş eyi tutup kendine veya baş ka bir yöne doğ ru yürütmek.
* (taşıt için) Bırakmak, koymak.
* Germek.
*İ çine almak.
* Bir yerden baş ka bir yere taşımak.
* Bir amaçla ortadan kaldı rmak.
* Solukla içine almak.
* Üzerinde bulunan bir silâhla saldı rmak için davranmak.
* Atmak, vurmak.
* (bir kimseyi veya bir ş eyi) Geri almak.
* (güç durumlara) Uğ ramak, dayanmak, katlanmak.
* Yüklenmek, üzerine almak, etkisi altı nda bulunmak.
* (tartıda) Ağı rlığıolmak.
* Döş emek.
* Herhangi bir engel kurmak.
* (ad çekme, niyet, piyango için) Şans denemek amacı yla hazı
rlanmı
şkâğı
tlardan birini almak.
*İ mbik yardı mıile elde etmek.
* Çizgi durumunda uzatmak.
* Tı pkı sınıyazmak veya çizmek.
* (şişe, vantuz, sülük vb. için) Tedavi amacı yla uygulamak.
* Bir yerden bir ş eyi yukarı doğru almak.
* Görüntüyü bir aletle özel bir nesne üzerinde tespit etmek.
* Taş ıma gücü olmak.
* Öğütmek.
* (protesto, poliçe, çek gibi ş eyler için) Düzenleyip yürürlüğe koymak.
* (dikkat, ilgi vb. için) Üzerine toplamak.
* Hoş a gitmek, sarmak.
* Kaçan ilmeği örmek.
* Masrafı nıkarş ı
lamak.
* Bir duyguyu içinde yaş atmak.
*İ çki içmek.
* Yürütmek, sürmek.
* (bir kimse) Ailesinden birine herhangi bir bakı mdan benzemek.
* (bir şeyin iç yüzünü anlamak amacı yla) Sıkı
ş tı
rmak.
* Herhangi bir anlama almak.
* Örtmek, giymek.
* Diş i hayvanıçiftleş mek için erkeğin yanı na götürmek.
* (yol, ay için) Sürmek.
* Daralı p kısalmak.
* Söylemek.
* Asmak.
* (boya, badana vb.) Sürmek.
* Yollamak.
* (bir şeyi) Emip dı ş
arıya çıkarmak.

çekmeli
* Çekmesi veya çekiş
i olan.
* Çekmecesi olan.
çekmelik
* Genellikle yemeni gibi giyeceklerde, ayağı
n daha rahat girmesi için topuk üzerinde bulunan uzun çı
kıntı
.

Çekoslovak
* Çekoslovakya'da yaş
ayan (kimse).

Çekoslovakyalı
* Çekoslovak halkı
ndan olan kimse.

çektiri
* Yelkenleri olmakla birlikte kürekle de yol alan eski zaman gemisi, çektirme.

çektirici
* Tekstil imalâtı
nda dokunmuşmalzemeyi istenilen boy ve ene göre çektiren aracıçalı
ştı
ran iş
çi.

çektiriş
* Çektirmek iş
i veya biçimi.

çektirme
* Çektirmek iş i.
* Çektiri.
* Büyük yelken kayı ğı
.
* Sökülebilir elbise, yemek ve salon dolaplarını
n tablaları
nıbirbirine tutturmak için metal veya plâstikten
yapı
lmı
şbağ lantıparçası .
* Arabaların göbek bilyalarınıçı karmak için kullanı
lan araç.

çektirme ağı
* Yan yana ilerleyen iki tekne tarafı
ndan çekilen genişağ
ızlıbüyük balı
k ağı
.

çektirmek
* Çekmek iş ini yaptı
rmak.
* Birinin sı

ntıçekmesine, onulmaz duruma gelmesine yol açmak.

çekül
* Ucuna küçük bir ağı
rlı
k bağlanmı
şiple oluş
turulan, yer çekiminin doğ
rultusunu belirtmek için sarkı

larak
kullanı
lan bir araç, ş
akul.

çekyat
* Gerektiğ
inde açı

p yatak hâline getirilebilen koltuk, kanepe.

çelebi
* Görgülü, terbiyeli, olgun (kimse).
* Bay.
* Bektaş î ve Mevlevî pirlerinin en büyüklerine verilen unvan.
* Hristiyan tüccar.

çelebice
* Çelebiye yakı
şı
r (biçimde), çelebi gibi.

çelebilik
* Çelebi olma durumu veya çelebice davranı
ş.

çelek
* Boynuzu kı

k veya eğri hayvan.

çelen
* Ev saçağı
.

çelenç
* Sporda rekor kı
ranlar arası
nda elden ele geçen kupa ve bu kupayıkazanmak için yapı
lan yarı
şma.

çelenk
* Çiçek, dal ve yapraklarla yapılmı
şhalka.
* Kadınların baş ları
na taktıklarımücevher veya madenden yapı
lmı
şsorguç.

çelenk koymak
* bir kimseyi anmak için mezarı
na veya anı

na çelenk bı
rakmak.

çelgi
* Alna bağlanan yazma yemeni.

çeliğe su vermek
* çeliği hı
zla soğ
utarak özel bir ş
ekilde daha çok sertleş
mesini sağ
lamak.

çelik
* Su verilerek çok sert ve esnek bir duruma getirilebilen, birleş
iminde az miktarda karbon bulunan demir ve
karbon alaşımı, pulat.
* Çelikten yapılmış.

çelik
* Kısa kesilmişdal.
* Kök salmak amacı yla yere dikilen dal.
* Çocukları n çelik çomak oyununda ucuna çomakla vurarak havaya kaldı rdıkları
, iki tarafısivri, kı
sa değ nek.
* Gemilerde, üzerine halat veya ip geçirip tutturmaya yarayan ağaç veya metalden yapı lmışkı sa değ nek.
* Bir ağacıaşılamak amacı yla hazı rlanmı şdal.

çelik baş

k
* Hafif piyade silâhları

n, havan ve top mermi parçaları
nın etkilerine karş
ıbaş
ıkorumak için giyilen özel
baş lı
k.

çelik çember
* Balya, eş
ya, yük vb. sarı

p ambalâjlanması
nda kullanı
lan dar, çelik ş
erit.

çelik çomak
* Çocukları
n, çomakla çeliğ
e vurarak oynadı
klarıoyun.

çelik gibi
* zayı
f, fakat güçlü (vücut).

çelik halat
* Çelikten yapı
lan, asma köprü ayakları
nıbirbirine bağ
layan, tral ağ
ını
denizde çekmeye yarayan halat.

çelik kalemi
* Her türlü metal, tahta ve taş
larıkesme, oyma ve yontma iş
lerinde çekiçle vurarak kullanı
lan, çelikten
yapı lmış, keskin uçlu alet.

çelik kapı
* Ana çevresi çelikten, yüzeyi ahş
aptan yapı
lan dı
şkapı
.

çelik kasa
* Kı
ymetli eş
yayıve parayımuhafaza etmek için çelikten yapı
lan kasa.

çelik macunu
* Yağ, vernik, dolgu ve renk gereçlerinden hazı
rlanan boya astarı
.

çelik metre
* Üzerinde ölçü birimleri iş
aretlenmişküçük bir kutuya girebilen, ince çelik metalden yapı
lmı
şölçme aracı
.

çelik pamuğu
* Verniklenmişyüzeyleri düzeltmeye veya matlaş

rmaya yarayan uzun ve keskin kenarlı
çelik tel tomarı
.

çelik yelek
* Özel alaş
ım ve maddelerle kurş
un geçirmeyecek biçimde yapı
lmı
şüst giysisi.
çelikhane
* Çelik elde edilen fabrika.

çelikleme
* Çelik dikerek ağ
aç yetiş
tirme.

çeliklemek
* Çelik dikerek ağ
aç yetiş
tirmek.

çelikleş
me
* Çelikleş
mek iş
i.

çelikleş
mek
* Çelik durumuna gelmek.
* Çelik gibi sağlam olmak.

çelikleş
tirme
* Çelikleş
tirmek iş
i.

çelikleş
tirmek
* Çelik durumuna getirmek.
* Güçlendirmek, güç kazandırmak.

çelikli
* Çeliğ
i olan, çelik içeren veya çelikle kaplı
.

çeliksi
* Çeliğ
e benzeyen, çeliği andı
ran.

çelim
* Güç, kuvvet.

çelimli
* Güçlü.

çelimsiz
* Güçsüz, nahif.

çelimsizlik
* Çelimsiz olma durumu.

çeliş
ik
* Çeliş
me durumunda olan, çeliş
meli, mütenakı
z.

çeliş
iklik
* Çeliş
ik olma durumu.

çeliş
iklik ilkesi
*İ ki çeliş
ik önermenin hem doğ
ru hem yanlı
şolamayacağı
ilkesi.

çeliş
ken
* Çeliş
ik.

çeliş
ki
* Çeliş
me, tenakuz.

çeliş
kili
* Çeliş
me durumunda olan, çeliş
meli, mütenakı
z.

çeliş
kisiz
* Çeliş
me durumunda olmayan, çeliş
mesiz.
çeliş
me
* Birbirine ters olma, birbirini tutmama.
* Önerme, yargı , kavram ve terimlerin birbirini tutmama durumu.

çeliş
mek
* (düş
ünce ve davranı
ş) Birbirini tutmamak, birbirlerine ters düş
mek, mütenakı
z olmak.

çeliş
meli
* Çeliş
ik, çeliş
kili.

çeliş
mesiz
* Çeliş
iği olmayan, çeliş
kisiz.

çeliş
mezlik
*İ çinde çeliş
me yaratmayan kuram.

çeliş
mezlik ilkesi
* Çeliş ik önermeleri özünde bulundurmayan ve yasaklayan kuram.

çello
* Viyolonselin kı
saltı
lmı
şadı
.

çelme
* Çelmek iş i.
* Birini yere düş
ürmek için ayağı

n önüne ayak uzatmak.
* Arkadan hafifçe bağ
lanan başörtüsü.

çelme atmak (veya takmak)


* çelme ile yı
kmaya çalı şmak.
* bir iş
i veya bir kimseyi baltalamak, geliş
mesini engellemek.

çelmece
* Aklı
nıkarı
ştı
racak biçimde.

çelmek
* Düş ürmek.
* Yolundan çevirmek, engel olmak, engellemek.
* (örtü vb. bir ş
ey) Örtünüp iki ucunu bağlamak.
* Bir şeyin kenarınıverev veya çapraz kesmek, çalmak.
* Dua okumak, zikretmek.
* (düşünce ve davranı şiçin) Birbirini tutmamak, birbirine ters düş
mek.
* Topa gidişyönünü değ iş
tirecek biçimde vurmak.

çelmeleme
* Çelmelemek iş
i.

çelmelemek
* Çelme takmak.

çelmelenme
* Çelmelenmek iş
i.

çelmelenmek
* Çelme takı lmak.
* (bir işveya kimse) Engellenmek, baltalanmak.

çelmeleyiş
* Çelmelemek iş
i veya biçimi.

çelmik
* Buğday ve baş
akla karı
şı
k iri saman.
çeltek
* Çoban yamağ
ı, yardı
mcı
, uş
ak.

çeltik
* Kabuğ
u ayı
klanmamı
şpirinç.

çeltik kargası
* Bkz. kara leylek.

çeltik tarlası
* Pirinç yetiş
tirilen sulak tarla.

çeltikçi
* Çeltik yetiş
tiricisi.

çeltikçilik
* Çeltik yetiş
tirme iş
i.

çeltikli

çinde çeltik olan.

çeltiklik
* Çeltik ekmeye veya üretmeye elveriş
li yer.

çem
* Yeş
illiğ
i bol olan yer.

çembalo
* Klâvsen.

çember
* Merkez denilen sabit bir noktadan aynıuzaklık ve düzlemdeki noktalar kümesinin oluş turduğu kapalıeğri.
* Bu biçime getirilmişkatıcisimlerin çevresi.
* Çocukları n oynamak için çevirip arkası
ndan koş tuklarıtekerlek biçiminde oyuncak.
* Sandık, denk, fı
çıvb. nin dağılmamasıiçin üzerlerine geçirilen dayanıklıbir cisimden kuşak.
* Büyük yazma yemeni.
* Aşılması, çözümü güç durum.
* Basketbolda içinden topun geçmesiyle sayıkazanı lan ağlıdemir halka.

çember çevirmek
* (çocuk) çemberi döndürmek.

çember geçirmek
* çemberle kuş
atmak.

çember içine almak (veya çembere almak)


* kuşatmak.

çember kayık
* Arka tarafıyuvarlak kayı
k.

çember makası
* Karyola ve somya imalâtı
nda kullanı
lacak olan çelik çemberleri kesmeye yarayan araç.

çember sakal
* Yuvarlak bir biçimde kesilmişsakal.

çemberden dönmek
* baş
arı
ya ulaş
mak üzere iken olumsuz bir sonuçla karş
ılaş
mak.

çemberi yarmak
* kuş
atmadan, bir veya birkaç noktayıgeçerek kurtulmak.
çemberleme
* Çemberlemek iş
i.

çemberlemek
* Çemberle kuş
atmak.

çemberlenme
* Çemberlenmek iş
i.

çemberlenmek
* Çemberle kuş
atı
lmak.
* Çember durumuna gelmek.

çemberletme
* Çemberletmek iş
i.

çemberletmek
* Çemberlenmesini sağlamak.

çemberli
* Çemberi olan.
* Çember geçirilmişolan.

çembersel bölge
* Çember ve çemberin içindeki noktaları
n meydana getirdiğ
i düz yüzey.

çembersiz
* Çemberi olmayan.
* Çember geçirilmemişolan.

çemçe
* Çömçe.

çemen
* Maydanozgillerden bir bitki ve bunun kokulu tohumu (Cuminum cyminum).
* Bu tohumu un durumuna getirip sarı msak, kırmızıbiberle karı
ştı
rarak yapı
lan, pastı
rma üzerine sürülen
macun.

çemenleme
* Çemenlemek iş
i.

çemenlemek
* Çemen sürmek.

çemenli
* Çemeni olan veya çemen sürülmüşolan.

çemiç
* Dut veya üzüm kurusu.

çemkiriş
* Çemkirmek iş
i veya biçimi.

çemkirme
* Çemkirmek iş
i.

çemkirmek
* (birine) Karş
ıgelmek, sert cevap vermek.
* Köpek kesik kesik havlamak.

çemrek
* Kollarıve bacaklarısı
vanmı
ş(kimse).

çemreme
* Çemremek iş
i.

çemremek
* Kolunu veya paçaları
nısı
vamak, eteğ
ini toplamak.

çemrenme
* Çemrenmek iş
i.

çemrenmek
* Kendi kol, etek veya paçaları
nıçemremek.
* Bir iş
e giriş
mek için hazırlanmak, paçaları
sıvamak.

çençen
* Geveze.

çene
* Omurgalılardan kemik veya kıkırdak ile desteklenen, altlıüstlü dişleri taş
ıyan ve ağzı
n açılı
p kapanması

sağ
layan parça.
* Omurgası z hayvanlarda buna benzeyen yapı .
* Mengene veya kerpeten gibi araçları
n eş yayısıkıştı
ran karş ı

klıiki parçası ndan her biri.
* Çok konuş ma huyu.
* Köş e.

çene çalmak
* gevezelik etmek.

çene çukuru
* Alt çenenin ucundaki çukur.

çene kavafı
* Geveze.

çene yarı
şı
* Durmadan karş
ılı
klıkonuş
mak.

çene yarı
ştı
rma
* karş
ılıklıgevezelik etme, karş
ılı
klıçene çalma.
* Bkz. söz göstergesi.

çene yarı
ştı
rmak
* karş
ılı
klıgevezelik etmek, karş
ılı
klıçene çalmak.

çene yormak
* boş
una söyleyip durmak.

çenebaz
* Çok konuş
an, çenesi kuvvetli, çeneli.

çenebazlı
k
* Çenebaz olma durumu.

çenek
* Tohumda embriyonu kaplayan etli bölüm.
* Kuşları
n gagasınıoluş turan alt ve üst bölümlerden her biri.
* Böceklerde ağzı
n iki yanında bulunan parçalayı cısert organ.

çenekli
* Çeneği olan.
çeneksiz
* Çeneği olmayan ve çenekleri iyi görülemeyen.

çeneleş
me
* Çeneleş
mek iş
i.

çeneleş
mek
* Karş
ılı
klıolarak konuş
mak.

çeneli
* Çenesi olan.
* Çok konuş an.

çenen tutulsun
* (ş
om ağı
zlı
lara) "söyleyemez ol! anlamı
nda beddua olarak kullanı

r.

çenesi açı
lmak
* durmadan konuş
mak, gevezelik etmek.

çenesi atmak
* (can çekiş
irken) çenesi titremek.

çenesi durmamak
* gereksiz yere sürekli konuş
mak.

çenesi düşmek
* yerli yersiz konuş
up gevezelik etmek.

çenesi düşük
* Çok gereksiz ş
eyler konuş
an, boş
boğaz, geveze.

çenesi kitlenmek
* alt ve üst çene sı
msı
kıbir durumda bir araya gelmek.

çenesi kuvvetli
* Kolay ve etkili söz söylemekten yorulmayan.

çenesi oynamak
* bir ş
ey yemekte bulunmak.

çenesini açtırmak
* söz fı
rsatıvermek.

çenesini bağ lamak


* ölen bir kimsenin çenesi altı
ndan geçirilen tülbendi baş
ını
n üstünde düğ
ümlemek.
* bir kimsenin ölümünü istemek.

çenesini bı
çak açmamak
* sı

ntıve üzüntüden konuş
mamak.

çenesini dağ ıtmak


* çok güçlü bir yumrukla çenesine vurmak.

çenesini kapatmak
* susturmak.

çenesini tutmak
* bildiğini, düş
ündüğ
ünü söylememek veya konuş
maktan vazgeçmek.

çenesinin bağıçözülmek
* gevezelik etmek, yerli yersiz, durmadan konuş
mak.
çenesiz
* Çenesi olmayan.
* Yerinde ve düzgün konuş
ması
nıbilmeyen.

çenet
* Açıldığında tohumları n ortaya çı
ktı
ğıkabuk.
*İstiridye gibi iki çeneli yumuş akçalarda, kolsu ayaklı
larda kavkı
nın iki parçası
ndan her biri.

çenetli

ki veya daha çok çeneti bulunan.

çeneye kuvvet
* konuş
ma gücüyle, durmadan konuş
up söyleyerek.

çeng
* Eski bir Türk sazı
.

çengel
* Bir yere takı
lmaya, geçirilmeye yarayan eğri ve ucu sivri demir.
* Basketbolda çembere yan durarak tek elle başüzerinden geçirilerek atı
lan ş
ut, çengel atı
ş.

çengel atı
ş
* Çengel.

çengel atmak
* bir konuya taraftar toplama giriş
iminde bulunmak, iliş
ki kurmak.

çengel çeneliler
* Çeneleri gaga biçiminde uzamı
şve tam kemikleş
memişbalı
klar takı
mı, yapı
şı
k çeneliler.

çengel iğnesi
* Çengel biçiminde ilmiklerden oluş
an bir tür iş
leme.
* Çengelli iğne.

çengel sakızı
* Kengel sakı

.

çengel takmak
* uğraş
mak veya kötülük etmek için el atmak.

çengelleme
* Çengellemek iş
i.

çengellemek
* Çengelini takmak.
* Çengel atışyapmak.

çengellenmek
* Çengel takı
lmak, çengelle tutturulmak.

çengelleyiş
* Çengellemek iş
i veya biçimi.

çengelli
* Çengeli olan veya ucu çengel biçiminde olan.

çengelli iğ
ne
* Tutturulduğ
u yerden kurtulmamasıiçin ucu özel yuvaya geçirilen iğ
ne.

çengelsi
* Çengeli andı
ran, çengel biçimli.
çengi
* Çalgı
eşliğ
inde oynamayımeslek edinmişkadı
n.

çengi kolu
* Çengilerden oluş
an topluluk.

çengi takı

* Çengi kolu.

çengilik
* Çenginin yaptı
ğıiş
.

çengüçegane
* Saz eğlentisi.

çenileme
* Çenilemek iş
i.

çenilemek
* Canıyanan köpek ağ
lar gibi acı
acıses çı
karmak.

çenk
* Harpıandı
ran, telli bir çalgı
.

çentik
* Bir ş
eyin kenarı ndan kesilerek veya kırı
larak açılan küçük kertik, tırtı
k.
* Kertikli.
* Küçük oyuk.
* Basım sı rası
nda bası
m aletinin diyaframı nıbelirli bir açı
klı
ğa getirecek düzeni iş
letmek için filmin kenarı
na
yapı
lan çukurluk.

çentik açmak
* çentik oluş
turmak.

çentik atmak
* çentiklemek.

çentikleme
* Çentiklemek iş
i.

çentiklemek
* Bir ş
eyde çentik açmak.
* Bir ş
eyi ince doğramak.

çentiklenme
* Çentiklenmek iş
i.

çentiklenmek
* Çentikli duruma gelmek.

çentikli
* Üzerinde çentik bulunan.

çentilme
* Çentilmek durumu.

çentilmek
* Çentmek iş
ine konu olmak.

çentme
* Çentmek iş
i.
çentmek
* Bir ş
eyin kenarı nda kertik açmak.
* Soğan, salatalı
k gibi ş
eyleri küçük ve ince parçalar durumunda doğ
ramak.

çepçevre
* Bkz. çepeçevre.

çepeçevre
* Bütün yanları
nıkuş
atacak biçimde, fı
rdolayı
.

çepel
* Kir, bulaş ı
k, çamur, pislik.
* Ürüne karı ş mı şyabancımadde.
* Çalıçırpı.
* Bozuk, kapalı , yağ
murlu hava.

çepelleme
* Çepellemek iş
i.

çepellemek
* Çepel duruma getirmek, karı
ştı
rmak.

çepellenme
* Çepellenmek iş
i.

çepellenmek
* Çepelli duruma gelmek.
* Karı
şıp bozulmak.

çepelli

çinde sap, taş
, toprak gibi yabancımadde bulunan.

çepellilik
* Çepelli olma durumu.

çeper
* Çit.
* Ahlâksız, huysuz, geçimsiz kimse.
* Bağçubuğ u, çalıçı
rpı
.
* Sebze bahçesi.
* Zar.

çeper çekmek
* çitten duvar çevirmek.

çeperli
* Çeperi olan, çeperle çevrili bulunan.

çepez
* Bozuk ipek kozası
.

çepiç
* Çebiç.

çepin
* Bahçelerde kullanı
lan küçük çapa.

Çepni
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

çer
* "Geliş
igüzel ve dayanı
ksı
z yapı
lmı
ş" anlamı
nda çer çöp veya çerden çöpten ikilemelerinde geçer.
çer çöp
* Çalıçı
rpıkırı
ntısı
.
* Döküntü, süprüntü.
* Bazıçocuk oyunlarında dikkat anlamı
nda kullanı
lan uyarma sözü.

çerçeve
* Resim, yazı
, ayna gibi ş
eyleri süslemek veya bir yere ası
labilecek duruma getirmek için bunlara geçirilen
kenarlı
k.
* Kapı , pencere ile bunları
n cam veya tablalarını n yerleştirilmişolduğu kenarlı
k.
* Bir düş ünce alanı nı
n sını
rlarıveya bu sı
nırlar içindeki alan.
* Beden eğ itiminde ası
lma ve tırmanmalar için kullanı lan araç.

çerçeve anlaş
ma
* Hükûmet ile sendika ve iş
verenler arası
nda toplu sözleş
me öncesinde varı
lan ön anlaş
ma.

çerçeveci
* Çerçeve yapan kimse.
* Resimlere, tablolara çerçeve takma iş
iyle uğ
raş
an kimse.

çerçevecilik
* Çerçeve yapma veya satma iş
i.

çerçeveleme
* Çerçevelemek iş i.
* Filmi çevrilecek başlı
ca cismin, gerek büyüklük gerek yer bakı
mından görüntü çerçevesine göre
düzenlenmesi iş i.

çerçevelemek
* Bir ş
eye çerçeve geçirmek veya bir ş
eyi çerçeve içine alma.

çerçevelenme
* Çerçevelenmek iş
i.

çerçevelenmek
* Çerçeve içine alı
nmak.

çerçeveletme
* Çerçeveletmek iş
i.

çerçeveletmek
* Çerçeve geçirtmek.

çerçeveli
* Çerçeve geçirilmişveya çerçeve içine alı
nmı
şolan.

çerçevesiz
* Çerçeve içinde olmayan.

çerçi
* Köy, pazar ve benzeri yerlerde dolaş
arak ufak tefek tuhafiye eş
yasısatan gezginci esnaf.
* (bazıbölgelerde) Tuhafiyeci.

çerçici
* Çerçi.

çerçilik
* Çerçinin yaptı
ğıiş
.

çerden çöpten
* Dayanı ksı
z, çürük.
* Zayı
f, narin, çelimsiz.
çerez
* Ası
l yemekten sayı
lmayan, peynir, zeytin gibi yiyecekler.
* Yemek dışı
nda yenilen yaşveya kuru yemişgibi ş eyler.

çerezci
* Çerez satan kimse.

çerezcilik
* Çerez satma iş
i.

çerezlenme
* Çerezlenmek iş
i.

çerezlenmek
* Çerez türünden bir şeyler yemek.
* Bir ş
eyden biraz yararlanmak, çimlenmek.

çerezlik
* Çerez olabilecek ş
eyler.
* Çerez konulan kap.

çerge
* Derme çatma çadı
r, göçebe çadı

.
* Çingene çadı

.
* Otağ.

çergeci
* Padiş
ah çadı

nıbeklemekle görevli yeniçeri.

çergi
* Bkz. çerge.

çergici
* Pazarlarda sergi açan gezginci esnaf.

çeri
* Asker.

çeribaş
ı
* Alay beyi.
* Çingene toplulukları

n baş
ı.

çeribaş
ılı
k
* Çeribaş
ıolma durumu.

Çerkez
* Kafkasya'da yaşayan bir boy veya bu boydan olan kimse.
* Çerkezlere özgü, Çerkezlerle ilgili.

Çerkez peyniri
* Peynir yapmak için mayalanan sütün ince dilimler hâlinde sı
cak suya atı
lması
yla yapı
lan, taze veya kuru
olarak yenen tuzlu bir peynir türü.

Çerkez tavuğu
* Tavuk, hindi gibi kümes hayvanları
nın etinden yapı
lan ve salçası
na dövülmüşceviz, biber katı
larak
hazı
rlanan bir yemek.

Çerkezce
* Çerkez dili.

çerkezlik
* Çerkez gibi davranma eğilimi.

çermik
* Kaplı
ca, ı

ca.

çerviş
* Kasaplık hayvanlardan elde edilen çeş
itli yağları
n eritilmiş
i.
* Yemeğ in sulu kı
smı .

çerviş
li
* Çerviş
i olan.

çeş
it
* Aynıtürden olan şeylerin bazıözelliklerle ayrı
lan öbeklerinden her biri, tür, nevi.
* Canlıları
n bölümlenmesinde, bireylerden oluş an, türden daha küçük birlik.
* Türlü.

çeş
it çeş
it
* Çeş
itli olan, türlü türlü.

çeş
itkenar
* Kenarları
ndan hiçbiri ötekine eş
it olmayan (çokgen).

çeş
itkenar üçgen
* Üç kenarı
da ayrı
uzunlukta olan üçgen.

çeş
itleme
* Çeş itlemek işi.
* Belli bir temayıdeğiş
ik armoni, melodi ve ritmle süsleyerek yeniden çalma, varyasyon.

çeş
itlemek
* Bir ş
eyin çeş
idini artı
rmak.

çeş
itlendirme
* Çeş
itlendirmek iş
i.

çeş
itlendirmek
* Çeşitlerini artı
rmak.

çeş
itlenme
* Çeş
itlenmek iş
i.

çeş
itlenmek
* Çeş
itli duruma gelmek.

çeş
itli
* Çeş
idi çok olan, türlü, mütenevvi.

çeş
itlilik
* Çeş
idi çok olma durumu, tenevvü.

çeş
me
* Çoğ unlukla herkesin yararlanmasıiçin yapı
lan, borularla gelen suyun bir oluktan veya musluktan aktı
ğı
,
yalaklısu hazinesi veya yapı

.

çeş
meye gitse çeş
me kuruyacak
* çok talihsiz kimseler için söylenir.

çeş
mibülbül
* Üzeri beyaz, sarmal süsler ve çiçek motifleri ile bezenmişcam iş
lerine verilen ad.

çeş
ni
* (yiyecek, içecek için) Tat, tadı
mlı
k.
* Hoş a giden bir özellik.

çeş
ni katmak
* değ
işik, özel ve hoşbir katkıyapmak.

çeş
ni tutmak
* ekmekçilikte una karı
ştı

lacak suyun oranı
nıbelirtmek.

çeş
nici
* Saraylarda ve büyük konaklarda yemek ve sofra iş lerini yöneten kimse.
* Sikkelerin ayarı
nıdüzenleyen kimse.
* Tütün veya içkilerin tat ve niteliğini belirleyen kimse.

çeş
nicibaşı
* Başçeşnici.
* Sı
k sık eşdeğiş
tiren erkek.

çeş
nicilik
* Çeş
nicinin iş
i.

çeş
nileme
* Çeş
nilemek iş
i.

çeş
nilemek
* Çeş
ni vermek.

çeş
nilenme
* Çeş
nilenmek iş
i.

çeş
nilenmek
* Tadı
yerine gelmek.

çeş
nili
* Çeş
nisi olan.

çeş
nilik
* Yemeğ
e çeş
ni vermek için katı
lan baharat vb.

çeş
nisine bakmak
* tadı
na bakmak.

çete
* Ordu birliklerinden olmayan silâhlı
küçük birlik.

çete savaş
ı
* Küçük asker birlikleri veya çeteler tarafı
ndan düş
manıyı
pratmak için her türlü yola baş
vurarak yapı
lan
savaş .

çeteci
* Çeteden olan kimse.

çetecilik
* Çeteci olma durumu veya çetecinin yaptı
ğıiş
.

çetele
* Çizilerek veya oyularak açı
lan kertik.
* Ekmekçi, sütçü gibi esnafın, uzunlaması
na ikiye bölüp üzerine kertikler çenterek hesap tuttuklarıağaç dalı
.

çetele çekmek (veya tutmak)


* hesap tutmak amacıile bir yere çizgiler çizmek.
çeteleş
me
* Çeteleş
mek iş
i veya durumu.

çeteleş
mek
* Çete durumuna gelmek.

çeteleş
tirme
* Çeteleş
tirmek iş
i veya durumu.

çeteleş
tirmek
* Çete durumuna getirmek.

çeteleye dönmek
* (insanı
n yüzü veya baş
ka bir tarafıiçin) üzerinde birçok kesikler ve sı
yrı
klar olmak.

çetene
* Kendir tohumu.

çetin
* Amaçlanan duruma getirilmesi, elde edilmesi, çözümlenmesi, iş
lenmesi güç veya engeli çok olan, müş
kül.

çetin ceviz
* Yola getirilmesi güç olan kimse, yapı
lması
zor olan iş
.

çetince
* Çetin (bir biçimde).

çetinleş
me
* Çetinleş
mek iş
i.

çetinleş
mek
* Çetin duruma gelmek.

çetinleş
tirme
* Çetinleş
tirmek iş
i veya durumu.

çetinleş
tirmek
* Çetin duruma getirilmek.

çetinlik
* Çetin olma durumu, sertlik.

çetrefil
* Karışıklı
ğıdolayı sı
yla, anlaş
ılmasıveya sonuca bağlanması
güç.
* Yapıve ses kuralları na aykırıkullanı
lan (dil).
* Sarp, engelli ve engebeli yer.

çetrefilce
* Biraz çetrefil.

çetrefilleş
me
* Çetrefilleş
mek iş
i veya durumu.

çetrefilleş
mek
* Çetrefil duruma gelmek.

çetrefilli
* Karı
şı
k ve anlaş
ılmasıgüç olan.

çetrefillik
* Çetrefil olma durumu.
çetrefilsiz
* Basit ve anlaş
ılmasıkolay olan.

çevgen
* Değnek.
* Atlara binilerek değ
neklerle oynanan bir çeş
it top oyunu, polo.

çevik
* Kolaylı
k ve çabuklukla davranan, tetik.

çevikçe
* Çevik (bir biçimde).

çevikleş
me
* Çevikleş
mek iş
i.

çevikleş
mek
* Çevik duruma gelmek.

çevikleş
tirme
* Çevikleş
tirmek iş
i.

çevikleş
tirmek
* Çevik duruma getirmek.

çeviklik
* Çevik olma durumu veya çevikçe davranı
ş.

çevir kazı yanması n


* karşısı
ndakine dokunacak yersiz bir söz söylediğini fark eder etmez sözünü çevirmeye kalkı
şanlara alay
veya ş aka yollu söylenir.

çevir sesi
* Telefon numarası
nın aranmaya hazı
r olduğunu belirten ince ve monoton ses, sinyal.

çevir sinyali
* Çevir sesi.

çeviren
* Çeviri yapan kimse, çevirmen.

çevirgeç
* Elektrik akı
mınıaçı
p kapama veya değiş
tirme iş
ini yapan araç, ş
alter, komütatör.

çevirgi
* Çevrilebilen anahtar, tokmak vb. araçlar.

çeviri
* Dilden dile aktarma, çevirme, tercüme.
* Bir dilden başka bir dile çevrilmişyazıveya kitap, tercüme.

çeviri dili
* Bir bilgisayarı
n sembolik makine dili.

çevirici
* Sözlü veya yazılıçeviri yapan kimse, dilmaç, tercüman, mütercim.
* Elektrik akı
mı nın yönünü değ iştirmeye yarayan araç, komütatör.

çevirici dili
* Bilgisayarda makine dili komutları

n sembollerle kaydedildiğ
i alçak düzeyli proglamlama dili.

çeviricilik
* Çeviri iş
i yapma, dilmaçlı
k, tercümanlı
k.

çevirim
* Çevirme işi.
* Sinema filmi elde etmek üzere alı


n çalı
ştı

lması
, duyar katı
n üzerinde gizli görüntülerin belirmesi.

çevirim senaryosu
* Çekimlere bölünmüş
, her çekimin sayı
sıbelirtilmiş
, çevirim için bütün teknik açı
klamalarıve konuş
maları
içine alan senaryo.

çeviriş
* Çevirmek iş
i veya biçimi.

çevirme
* Çevirmek iş i, tedvir.
* Kuzu, oğ lak gibi hayvanları nş işte, kor üzerinde çevrilerek piş irilmiş i.
* Uzaktan dolaş ıp düş manın yan gerilerine düş erek onu istemediğ i bir durumda dövüş mek zorunda bı
rakma,
kuş
atma, ihata.
* Bir dilden baş ka dile çevrilmiş
, tercüme.
* Bir müzik parçası ndaki aralığı
n veya bir cümle parçası nın tiz sesini pese, pes sesini tize dönüş
türmek iş
i.

çevirme ağ ı
* Balık sürülerinin önce çevrelerinin sarı
lması
, sonra ağ
ın altı
nın kapatı
lmasıyoluyla kaçmaları
nıönleyerek
avlamayısağ layan bir ağtürü.

çevirmek
* Bir şeyin yönünü değ iştirmek.
* Öteki yüzünü görünür duruma getirmek.
* Döndürerek hareket ettirmek.
* Yönetmek, idare etmek.
* Yolundan alı koymak, yoldan döndürmek.
* Geri göndermek.
* Bir giyeceği söküp iç yüzünü dı şa getirmek.
* Çevrilemek, tevil etmek.
* Hile, dolap, dalavere gibi dürüst olmayan davranı şlar için yapmak.
* Kötü bir duruma getirmek.
* Bir dilden baş ka bir dile aktarmak, tercüme etmek.
* Bir yerin çevresini bir şeyle sarmak, kuş atmak.
* Bir durumdan baş ka duruma getirmek, dönüş türmek.
* Bir durumdan baş ka duruma geçmek.
* (kâğıt oyunu için) Oynamak.

çevirmen
* Bir yazı
yıveya konuş
mayıbir dilden baş
ka bir dile çeviren kimse, mütercim.

çevirmenlik
* Çevirmen olma durumu, mütercimlik.
* Çevirmenin görevi.

çevirtme
* Çevirtmek iş
i.

çevirtmek
* Çevirmek iş
i yaptı
rmak.

çevre
* Bir şeyin yakını , dolayı, etraf.
* Bir kimse ile ilişkisi bulunanlar, muhit.
* Aynıkonu ile ilgili bulunan kimselerin tümü, muhit.
* Kiş inin içinde bulunduğ u toplumu oluş turan ortam.
* Sırma iş lemeli mendil.
* Düzlem üzerindeki bir ş ekli sı
nırlayan çizgi.
* Hayatı n geliş
mesinde etkili olan doğ
al, toplumsal, kültürel dışfaktörlerin bütünlüğü.
* Bir birimden önce veya sonra gelen aynı türden birimlerin tümü; bunları n oluş
turduğ u küçük grup,
konteks.

çevre açı
* Geometride, bir çemberin iç bölgesinde, köş
esi çember üzerinde bulunan açı
.

çevre bilimci
* Çevre bilimi uzmanı
, ekolojist.

çevre bilimi
* Canlı
ları
n araları
ndaki bağlantı
larıve ortamları
yla olan iliş
kilerini inceleyen biyoloji dalı
, ekoloji.

çevre bilimsel
* Çevre bilimiyle ilgili, çevre bilimine dayanan, ekolojik.

çevre kirliliğ
i
* Doğal kaynakları
n aş
ırıve yanlı
şkullanılması
, tahrip edilmesi sonucunda çevrede dengenin olumsuz yönde
bozulmasıve birtakı m sorunları
n ortaya çı
kması .

çevre sağlı
ğı
* Belli bir çevrede yaş
ayan kiş
ilerin sağ

ğı
nıetkileyen dı
şfaktörler ve alı
nan önlemler.

çevre teker
* Sap ve kökte, merkez bölümünün en dı
şkuş
ağı
.

çevre yolu
* Şehir trafiğini aksatmamak amacı
yla yerleş
im yerinin dı
şı
ndan geçen ve ş
ehir yolları
na bağlanan ana yol.

çevreci
* Çevre kirliliği sorunları
yla uğraş
an kimse veya topluluk.

çevrecilik
* Çevrecinin yaptı
ğıiş
.

çevreleme
* Çevrelemek iş
i, kuş
atma, ihata.

çevrelemek
*İ çine almak, kuşatmak, sarmak, ihata etmek.
* Bir konunun sı nı
rları
nıçizmek, tahdit etmek.

çevreleniş
* Çevrelenmek iş
i veya biçimi.

çevrelenme
* Çevrelenmek iş
i.

çevrelenmek
* Kuş
atı
lmak, sı

r içine alı
nmak, tahdit edilmek.

çevreleyiş
* Çevrelemek iş
i veya biçimi.

çevrelik
* Marangozlukta, mimarlı
kta ve dülgerlikte kullanı
lan bütün kenar parçaları
.

çevren
* Ufuk, göz erimi.

çevresel
* Çevre ile ilgili.
çevri
* Bir söz veya davranı
şıgörünür anlamı
ndan baş
ka bir anlamda kabul etme, tevil.
* Anafor, burgaç.

çevrik
* Çevrilmiş
, dönük.

çevrileme
* Çevrilemek iş
i.

çevrilemek
* Çevriye uğratmak, tevil etmek.

çevrili
* Çevrilmiş
, kuş
atı
lmı
ş.
* Dönük.

çevriliş
* Çevrilmek iş
i veya biçimi.

çevrilme
* Çevrilmek iş
i.

çevrilmek
* Çevirmek işine konu olmak.
* Kendini çevirmek, birine dönmek.

çevrim
* Devir.
* Bir elektrik akı
mı nın iletken üzerinde aldığıyol, devre.
* Elektrik enerjisinin bir başka enerjiye dönüştürülmesi.

çevrimli

şi iyi yöneten, becerikli, idareli.

çevrimsel
* Çevrimle ilgili veya çevrim biçiminde olan, devrî.

çevrinme
* Çevrinmek iş
i, tavaf.

çevrinmek
* Bir ş
eyin etrafı
nda saygı
ile dolanmak, tavaf etmek.

çevrinti
* Bir şeyin kendi ekseni çevresinde sürekli dönmesi.
* Su ve hava çevrintisi.
* Çeş itli tahı
l karı
şı
ğı
.

çevriyazı
* Bir yazı
yıbütün ses inceliklerini belirterek baş
ka bir alfabeye çevirme yolu, yazı
çevrimi, transkripsiyon.

çeyiz
* Gelin için hazı
rlanan her türlü eş
ya.

çeyiz çemen
* Eksiksiz, kusursuz çeyiz.

çeyiz düzmek
* çeyiz hazı
rlamak.
çeyizci
* Çeyiz hazı
rlayan veya satan kimse.

çeyizcilik
* Çeyiz hazı
rlama veya satma iş
i.

çeyizleme
* Çeyizlemek iş
i.

çeyizlemek
* Evlenecek kı

n çeyizini hazı
rlayı
p vermek.

çeyizlenme
* Çeyizlenmek iş
i.

çeyizlenmek
* Çeyizli duruma gelmek veya getirilmek.

çeyizli
* Çeyizi olan.

çeyizlik
* Çeyiz olarak hazı
rlanan, çeyiz için ayrı
lan.
* Çeyiz eşyası.

çeyizsiz
* Çeyizi olmayan.

çeyrek
* Dörtte bir.
* Gümüşmecidiyenin dörtte biri değerinde olan beşkuruş
.
* On beşdakikalık zaman.
* Alman markı .

çeyrek final
* Bir yarı
şmada ikili eş
lemelerle son sekiz takı
mın oluş
turduğu grup veya aş
ama.

çeyrek finalist
* Çeyrek final aş
aması
na yükselme baş
arı

nıgösteren ekip veya kiş
i.

çeyrek son
* Koşullarda yarıfinal yarı
şı
na katı
lacak dört kiş
iyi seçmek üzere sekiz kiş
i veya dört takı
mıayı
rmak için
sekiz takı
m arası
nda düzenlenen seçme yarı şı.

çeyrekleme
* Çeyreklemek iş
i.

çeyreklemek
* Süt çocukları
nın kolları
nıve bacakları
nıçaprazlayarak vücutları
na idman yaptı
rmak.

çeyreklenme
* Çeyreklenmek iş
i.

çeyreklenmek
* Çeyreklemek iş
i yapı
lmak.

-çı
* Bkz. -cı
/ -ci.

çı
ban
* Vücudun herhangi bir yerinde oluş
an ve çoğ
u, deride ş

kinlik, kı
zartı
, ağ
rıve ateşile kendini gösteren irin
birikimi.
çı
ban ağ
ırşağı
* Çı
banın patlamak üzere olan yeri.
* Ağı
r sonuçlar doğ
urabilecek durum veya sorun.

çı
ban iş
lemek
* çı
ban irin akı
tmak.

çı
banbaş
ı
* Kurcalandı
ğı
, üzerine düş
üldüğ
ü takdirde ağ
ır veya kötü bir sonuca varacak olan tehlikeli sorun veya konu.

çı
banı
n başınıkoparmak
* ağı
r bir sorunun patlak vermesine yol açmak.

çı
banlaş
ma
* Çı
banlaş
mak durumu.

çı
banlaş
mak
* Çı
ban durumuna gelmek.

çı
dam
* Sabı
r.

çı
dama
* Çı
damak iş
i.

çı
damak
* Sabretmek.

Çı

t
* Yahudi.
* (küçük ç ile) Hileci, düzenbaz.

çı

t çarş
ısı
* Türlü ş
eylerin karmakarı
şı
k bir durumda bulunduğu yer.

Çı

tlı
k
* Yahudilik.
* (küçük ç ile) Hilekârlı
k, düzenbazlı
k.

çı

tlı
k etmek
* hile yapmak, düzenbazlı
k etmek.

çı
ğ
* Dağın bir noktası
ndan kopup yuvarlanan ve yuvarlandı
kça büyüyen kar kümesi.
* Bölme veya paravana.

çı
ğdüş
mek
* dağ
da aş
ağıçı
ğyuvarlanmak.

çı
ğgibi büyümek
* (bir olay için) birdenbire ve etkileyici bir ş
ekilde büyümek.

çı
ğa
* Mersin balı
ğı
nın, yumurtası
ndan havyar yapı
lan türü (Acipenser ruthenus).

çı
ğa
* Horoz, cennet kuş
u gibi birtakı
m kuş
ları
n kuyruğ
undaki tüylerden en uzun ve gösteriş
li olanı
.

çı
ğalanma
* Çı
ğalanmak iş
i.
çı
ğalanmak
* (atı
n kuyruğu) Horoz kuyruğ
u gibi dikilmek.

çı
ğı
ltı
* Çı
ğlı
kla karı
şı
k ses.

çı
ğı
r
* Çığın kar üzerinde açtığı iz.
* Hayvanları n gide gele açtıklarıince yol, keçi yolu, patika.
*İ z.
* (başkalarını
n da uyabileceğ i) Yeni bir biçim, yöntem veya yol.
* Büyük hattatların sanat yolu.

çı
ğı
r açmak
* bir alanda yeni bir yol, yöntem baş
latmak.

çı
ğı

ndan çıkmak
* doğru ve uygun yolundan ayrı
lmak.

çı
ğı

ş
* Çı
ğı
rmak iş
i veya biçimi.

çı
ğı
rma
* Çı
ğı
rmak iş
i.

çı
ğı
rmak
* Çağırmak, seslenmek.
* Türkü söylemek.

çı
ğı
rtı
* Çı
ğrı
şma sesleri.

çı
ğı
rtkan
* Çağ ı
rtkan.
* Bir ş
eyi yüksek sesle çevreye duyuran.
* Çıkarıolduğu için birini övüp koruyan kimse.

çı
ğı
rtkanlı
k
* Çı
ğı
rtkanı
n yaptı
ğıiş
.

çı
ğı
rtma
* Çığırtmak işi.
* Basit, küçük, nefesli bir çalgı
.

çı
ğı
rtmacı
* Çı
ğı
rtma çalan kimse.

çı
ğı
rtmak
* Çağ
ırtmak.

çı
ğlı
k
* Acıacıveya ince ve keskin bağ
ırma, feryat, figan.

çı
ğlı
k atmak (koparmak veya basmak)
* kulak tı
rmalayı
cıkorkunç sesler çı
kararak acı
acıbağı
rmak.

çı
ğlı
k çı
ğlı
ğa
* Çı
ğlı
k atarak bağı

p çağı
rarak.

çı
ğralı
k
* Karda kürekle, dallarla açı
lan dar yol.
* Bir tür çalı

k.
çı
ğrı
ş
* Haykı

ş.

çı
ğrı
şma
* Çı
ğrı
şmak iş
i.

çı
ğrı
şmak
* Hep birden bağı

p çağ
ırarak gürültü etmek.

-çı
k
* Bkz. -cı
k / -cik.

çı
kacak
* Hamamlarda dı şarı
ya çıkı
p giyinme yerine giderken kurulanmak üzere verilen havlu.
* Boy ölçüş
ecek (kimse).

çı
kagelme
* Çı
kagelmek iş
i.

çı
kagelmek
* Beklenmedik bir zamanda gelmek.

çı
kak
* Çı

lacak yer, çı

t, mahreç.
* Boğ
umlanma noktası , mahreç.

çı
kan
* Çı
karma iş
leminde bütünden alı
nan sayı
.

çı
kar
* Dolaylıbir biçimde elde edilen kazanç, menfaat.

çı
kar budak
* Çevresi ile bağ
lantı
sızayı
flayan ve bazıağaç türlerinde kendiliğinden düş
ebilen budak türü.

çı
kar yol
* Güç durumlarda insanıbaş
arı
ya ulaş

ran, kurtaran davranı
ş, çözüm yolu, çare.

çı
karayazmak
* Çı
karma iş
i gerçekleş
ecek olmak.

çı
karcı
* Yalnı
z kendi çı
karı
nıdüş
ünen, çı
karı
nıkollayan kimse, menfaatçi, menfaatperest.

çı
karcı

k
* Yalnı
z kendi çı
karı
nıdüş
ünme durumu, menfaatçilik, menfaatperestlik.

çı
karı

ş
* Çı
karı
lmak iş
i veya biçimi.

çı
karı
lma
* Çı
karı
lmak iş
i.

çı
karı
lmak
* Çı
karmak iş
ine konu olmak.

çı
karı
m
* Çıkarmak iş i.
* Belli önermelerin kabul edilen veya gerçek olan doğruluklarından veya yanlı
şlı
kları
ndan, baş
ka önermelerin
kabul edilen veya gerçek olan doğruluk veya yanlışlı
klarınıçıkarma, istidlâl.
çı
karı
na bakmak
* sadece kendini ve kendi durumunu gözeterek çı
kar sağlamak.

çıkarınıtepmek
* kendisine yarar sağ
layacak bir ş
eyi veya bir durumu istememek, böyle bir ş
eyden veya durumdan
yararlanmamak.

çı
karı
ş
* Çı
karmak iş
i veya biçimi.

çı
karma
* Çı
karmak iş i.
* Çı
karmak iş lemi, tarh.
* Kı
yılara ve en çok düş man kı

ları
na asker indirme, asker çı
karma.

çı
karma birliği
* Deniz kıyı sında çı
karma harekâtı
yapmak üzere eğitilmiş
, özel yapı
lmı
şhafif ve küçük teknelerden
kurulmuşaskerî birlik.

çı
karma gemisi
* Çı
karma yapı
lacak kı

ya asker, araç ve cephane taş
ımaya yarayan, altıdüz küçük deniz aracı
.

çıkarma harekâtı
* Düş man iş galinde olan bir kıyı
ya, güvenli bir köprü baş
ıkurmak amacıyla düzenlenen ve çeş
itli birliklerin
görev aldı
ğı askerî harekât.
* Bir konuda kamuoyu oluş turmak veya yandaştoplamak için yoğun faaliyet göstermek.

çı
karma işareti
* Çıkarma iş
lemini anlatan iş
aret.

çı
karmak
* (birinin veya bir ş eyin) Çı kması nısağlamak, çı
kması na sebep olmak.
* (cümlede zaman anlatan bir sözle) Sonunu getirmek.
* Anlamak, ne olduğ unu bilmek.
* Bulmak, ortaya koymak.
* Hatı rlamak.
* Söylemek.
* Döküntülü hastalı ğa tutulmak.
* (keyif, tat, zevk gibi şeyler için) Çok hoşlanmak.
* (öfke, hı rs, acıgibi şeyler için) Zararı
nıçektirmek.
* Sağlamak, elde etmek.
* Gibi göstermek, bir davranı şyüklemek.
* Sindirim yolundan dı şarıatmak.
*İ lgisini keserek uzaklaş tı
rmak.
* Giysi, ayakkabıgibi ş eyleri vücuttan ayı
rmak, soymak.
* Yayı mlamak.
* Gidermek.
* Sebep olmak, yol açmak.
* Yapmak, üretmek.
* Sunmak.
* Göstermek.
* (bir şeyi) Bir örneğe göre yapmak.
* Üçüncü bir sayıelde etmek üzere belli bir sayı dan, daha az değerli baş
ka bir sayı
kadar birim eksiltmek,
tarh etmek.
* Yollamak, göndermek.
* Yükü boş altmak.
* Resim yapmak veya fotoğraf çektirmek.

çı
karsama
* Bir önermeden, düş
ünce yoluyla bir baş
ka önermeye geçme iş
i, intikal.

çı
kartı
* Boş
altı
m ile vücuttan dı
şarıçı
kan madde, ı
trah maddesi.

çı
kartı
lma
* Çı
kartı
lmak iş
i.

çı
kartı
lmak
* Çı
kartmak iş
i yapı
lmak.

çı
kartma
* Çı
kartmak iş i.
* Üzerindeki resim ı slatı
larak yapı
ştı

ldı
ğıyere çı
kartı
lan, özel olarak hazı
rlanmı
şzamklı
kâğı
t.
* Bu yolla çı
karı lan resim.

çı
kartmak
* Çı
karmak iş
ini yaptı
rmak.

çı

* Küçük bohça, çı
kın.

çı

k
* Yerinden çıkmı ş(kemik veya organ).
* Çıkıntı
sıolan.
* Bir kemik veya organı
n yerinden çıkmışolması
.

çı

kçı
* Çı

klarıdüzelten kimse, sı
nıkçı
, kı

kçı
.

çı

kçı

k
* Çı

kçı
nın mesleği.

çı

klı
k
* Çı

k olma durumu.

çı

lama
* Çı

lamak iş
i.

çı

lamak
* Çı
kıyapmak.

çı

lanma
* Çı

lanmak iş
i.

çı

lanmak
* Çı

lamak iş
i yapı
lmak.

çı

latma
* Çı

latmak iş
i.

çı

latmak
* Çı
kıyaptı
rmak.

çı

lma
* Çı

lmak iş
i.

çı

lmak
* (dı
şarı
veya yukarı
) Gidilmek.

çı

n
* Bir beze sarı
larak düğümlenmişküçük bohça.

çı

n etmek
* çı

na koyup bağlamak, çı
kına koymak, çı

nlamak.
çı

nlama
* Çı

nlamak iş
i.

çı

nlamak
* Çı

na koyup bağlamak.

çı

ntı
* Bir yüzeyde ileri doğru çı
kan bölüm.
* Bir metni düzeltmek veya ona bir şey eklemek için satı
r dı
şı
na yazı
lan yazı
, çı
kma.
* Kambur.

çı

ntı

* Çı

ntı
sıolan.

çı

ntı

z
* Çı

ntı
sıolmayan.

çı

r çı

r
* Şı

rşı

r.

çı

ş
* Çıkmak iş i veya biçimi.
* Bir yerden çıkmak için kullanı lan yer.
* Beklenilmeyen bir sı rada yapı lan sert konuşma.
* Yokuş .
* Kuş atılmışbir bölgedeki birliklerin yaptığısaldırı.
* Güreş te cazgırın alana çıkardığı pehlivanları
n izleyicilere doğru yürüyerek çalı
m yapmaya baş
laması
.
* Verilen bir iş
aretle yarışa başlama, depar.
* Havacı lı
kta uçak, filo bir görev için uçuşa başlama.
* Mezuniyet, okul bitirme.

çı

şalmak
* iş
ten ayrı
lmak.

çı

şbelgesi
* Bir kimsenin bir okulu bitirdiğini göstermek için geçici olarak verilen belge.
* Bir malı
n ülke dı ş
ına çıkarılma iznini gösteren belge.

çı

şçizgisi
* Yarı
şa baş
langı
ç olarak belirlenen beyaz çizgi.

çı

şhakemi
* Yarı
şa baş
lama iş
aretini veren görevli.

çı

şkapı

* Yapı
larda dı
şarıçı
kmayısağ
layan kapı
.

çı

şnoktası
* Bir ş
eye baş
lanı
lan yer.

çıkıştakozu
* Kısa mesafeli hı
z koş
ularında, sporcuları
n dizlerini yere dayadı
ktan sonra ayakları
nıbastı

p itme gücü
sağlamak ve hız kazanmak amacı yla kullandı
klarıözel araç.

çı

şvermek
* belge düzenleyip iş
ine son vermek.

çı

şyapmak
* bir tartı
şmada, karş ıdüş üncede olanları
alt etmek için sert davranı
şta bulunmak.
* uçağ ın herhangi bir görevle havalanması.
çı

şyolu
* Çözüm.

çı

şamamak
* boy ölçüş
ememek, eş
it derecede olmamak.

çı

şlı
* Belli bir okulu veya öğrenim derecesini bitirmişolan, mezun, neş
etli.

çı

şma
* Çıkışmak iş i.
* Birine sert sözler söylemek.

çı

şmak
* Bir kimseye hoşa gitmeyen bir davranı
şı
ndan dolayısert sözler söylemek, azarlamak.
* Yeter olmak, yetmek.

çı

ştı
rma
* Çı

ştı
rmak iş
i.

çı

ştı
rmak
* Gereken miktara ulaş

rmak.

çı

t
* Çı
kak.

çı
kma
* Çıkmak iş i.
* Bir yapı nı
n üst katlarından dışarı
ya doğru uzanmı şbölüm, balkon.
* Hamamdan çı karken kullanı
lan havlu ve kurulanma takı mı , çı
kacak.
* Bir yazısayfası nın kenarı
na metinle ilgili olarak yazı
lan ek, derkenar.
* Çıkmı ş.
* Çıkmak, neş et.
* Eski, kullanı lmı ş
.

çı
kma durumu
*İsim soyundan bir kelimenin kavramı
nda çı

şıgösteren durum, -den hâli, ablatif: Evden, sokaktan vb.

çı
kmak
*İ çeriden dı şarıya varmak, gitmek.
* Elde edilmek, sağ lanmak, istihsal edilmek.
* Bir meslek veya bilim kurumunda okuyup sı navınıvererek yetişmişolmak, mezun olmak.
* Ayrı lmak, ilgisini kesmek.
* Süresi dolunca ayrı lmak.
* Yapı lmak, yürümek.
* Yetiş ecek ölçüde olmak.
* Eksilmek.
* Sonuca ulaş mak.
* Sıyrılmak, ayrı lmak.
* Harcama zorunda kalmak.
* Herhangi bir durumda olduğu anlaş ılmak.
* Bir durumla ilgili niteliklerini yitirmek, bir durumdan baş ka bir duruma geçmek.
* Bir şeyin yukarı sı na varmak veya yükselmek.
* Bir inceleme, bir araş tı
rma sonucu bulmak.
*İ şiçin, yetkili birini makamı nda görmek.
* Talihine veya payı na düş mek, isabet etmek, vurmak.
* Gitmek, koyulmak.
* Bir konu yetkililerce karara bağ lanmak.
* Birdenbire görünmek.
* Mal olmak.
* Oyunda herhangi bir rolü oynamak.
* (bir yere) Ulaş mak, varmak.
* Karaya ayak basmak.
* Yayı lmak, duyulmak.
* Olmak, bulunmak, var olmak.
* Bir iddia ile ortalıkta görünmek.
* Yayı lmak.
* Karş ıgelebilmek, boy ölçüş mek.
* Bulaş mak.
* (yapı için) Yapmak.
* Bulunduğ u yeri bırakıp başka yere geçmek, taş
ınmak, ayrı lmak.
* Bir sebeple bulunulan yerden ayrı lmak.
* Niteliğ i sonradan anlaş ılmak veya sonradan ortaya çı
kmak.
* Davranı şta herhangi bir niteliği bulunmak.
* Yerinden oynamak.
* Görünür veya belli bir durumda bulunmak.
* Oluş mak, olmak.
* Piyasaya sürülmek.
* Bitmek, büyümek, sürmek.
* Verilmek.
* (ay veya mevsim) Geçmek.
* Yeni yetiş ip satışa sunulmak.
* Yükselmek, artmak.
* Artı rmak, fiyatıyükseltmek.
* Sesini yükseltmek.
* Büyük abdest bozmak.
* Giderilmek, yok olmak.
* Unutmak.
* (Ay, güneş ) Doğmak.
* Vermeye katlanmak.
* Yayı mlanmak.
* Gelmek.
* Gerçekleş mek.
* Bulunduğ u yerden ayrı lmak; fırlamak, kopmak.
* (bir şeyin) Düzeni bozulmak, eskisinden daha değ iş
ik, kötü bir duruma girmek.
* Flört etmek.
* Eriş mek, görmek.

çı
kmaklı
k
* Çı
kma durumunda olma.

çı
kmalı
* Çı
kma durumunda olan.

çı
kmalıtamlama
* Tamlayanıçı kma durumunda olan ve tamlananıüçüncü kiş
i iyelik eki alan tamlama: İ
nsanlardan bazı
ları
.
Öğrencilerden ikisi gibi.

çı
kmalı
tümleç
* Fiilin anlamı
nıtamlayan ve çı
kma durumunda bulunan dolaylıtümleç.

çı
kmaz
* Sonu kapalı
, çı

şyeri olmayan, hiçbir yere ulaş
amayan (yol, sokak).
* Çözüme ulaş mayan, çözüm yolu olmayan.

çı
kmaz ayı
n son çarşambası
* hiç yapı
lmayacak bir iş
in sözde yapı
lma zamanıolarak söylenir.

çı
kmaz sokak
* Herhangi bir yöne çı
kış
ıolmayan sokak.

çı
kmaza girmek
* (bir iş
) çözümlenemeyecek, içinden çı

lmayacak bir duruma düş
mek.
çı
kmaza sokmak
* (bir iş
i, bir durumu) çözümlenemez, güç bir duruma getirmek.

çı
kra
* Sı
k çalı
.

çı
kralı
k
* Çı
kra ile örtülü yer.

çı
krı
k
* Kuyudan kovayıçekmeye yarayan ve el ile çevrilen araç.
*İ plik bükmek, iplik sarmak gibi iş
lerde kullanılan, el veya ayakla çevrilen dolap.
* Ağı r bir ş
eyi çekecek ipin sarı
lmasına yarayan ve bir eksen üzerinde uzunca bir kolla çevrilerek dönen
silindir.

çı
krı
kçı
* Çıkrı
k yapı p satan kimse.
* Elyaf fitillerini incelterek iplik veya elyaf yünü hâline getiren ve boşmakaralara saran bir makine.

çı
krı
kçı

k
* Çı
krı
k yapma iş
i veya satma.

çı
krı
kçı
n
* Bir ördek türü.

çı
krı
klı
* Çı
krı
ğıolan.

çı
krı
ksı
z
* Çı
krı
ğıolmayan.

çı
ktı
* Üretim sonucu ortaya çı kan ürün, girdi karş
ıtı
.
* Artık.
* Bilgisayarda yazı
lan bir metni kâğıda dökme.
* Mezuniyet belgesi.

-çı
l
* Bkz. -cı
l / -cil.

-çı
l
* Küçültme sı
fatlarıtüreten ek: ak-çı
l, kı
r-çı
l vb.

çı
lan

ri bir çeş
it çiğde.

çı
lbı
r
* Yoğurtlu yumurta yemeği.

çı
lbı
r
* Yulara takı
lan ip veya zincir.

çı
ldı
r çı
ldı
r
* Canlıcanlı .
* Parlak parlak, parlayarak.

çı
ldı
rası
ya
* Çı
ldı
racak gibi, pek çok.

çı
ldı

ş
* Çı
ldı
rmak iş
i veya biçimi.
çı
ldı
rma
* Çı
ldı
rmak iş
i.

çı
ldı
rmak
* Delirmek, aklı nıoynatmak.
* Israrla istemek, büyük arzu göstermek.

çı
ldı
rtı

* Çı
ldı
rtmak iş
ini yapan.

çı
ldı
rtı


k
* Çı
ldı
rtı
cıolma durumu.

çı
ldı
rtma
* Çı
ldı
rtmak iş
i.

çı
ldı
rtmak
* Çı
ldı
rması
na sebep olmak.

çı
lgı
n
* Aşı
rıdavranı ş
larda bulunan, deli, mecnun.
* Çok büyük, aşı
rı, olağanüstü.

çı
lgı
na dönmek
* sevniç, öfke, kı
zgı
nlı
k vb. duygular sonucu aş
ırıölçüde heycanlamak, kendine hâkim olamamak.

çı
lgı
nca
* Deli gibi, delicesine.
* Aşı
rıbir biçimde.

çı
lgı
ncası
na
* Çı
lgı
n gibi, çı
lgı
na dönmüşolarak.

çı
lgı
nlaş
ma
* Çı
lgı
nlaş
mak iş
i.

çı
lgı
nlaş
mak
* Çı
lgı
nca davranı
şlarda bulunmak.

çı
lgı
nlı
k
* Aş
ırıdavranı
ş.

çı
lkava
* Bkz. cı
lkava.

çı
ma
* Halat ucu.

çı
ma vermek
* halat uzatmak.

çı
macı
* Vapur iskelelerinde çı
ma uzatan veya tutan iş
çi.

çı
macı

k
* Çı
macı
nın iş
i.

çı
mbar
* Dokuma tezgâhı
ndaki kumaş
ıgermeye yarayan iki tarafı
diş
li araç, çı
mbar.

çı
mkı
rma
* Çı
mkı
rmak iş
i.
çı
mkı
rmak
* (kuşiçin) Pislemek.

çı
n
* Doğru, gerçek.

çı
n çı
n
* Metal eş
yaya vurulunca çı
kan sese benzeyen bir ses çı
kararak.

çı
n çı
n inletmek
* gür ve keskin ses çı
karmak.

çı
n çı
n ötmek
* sürekli olarak keskin ses çı
karmak.

çı
n tutmak
* doğ
ru olduğ
unu söylemek, doğ
rulamak.

çı
nar

ki çeneklilerden, 30 m' ye kadar uzayabilen, gövdesi kalı
n, uzun ömürlü, genişyapraklıbir ağaç (Platanus).

çı
nargiller
* Örneğ
i çı
nar olan bitki familyası
.

çı
narı
msı
* Çı
nara benzeyen.

çı
narı
msıisfendan
* Çınara benzer akça ağaç türü (Acer psüudoplatanus).

çı
narlı
* Çı
narı
olan.

çı
narlı
k
* Çı
nar ağaçları
çok olan yer.

çı
nayaz
* Açı
k, mehtaplı
, çok soğ
uk hava.

çı
nçı
nlatmak
* (kadehleri) Birbirine tokuş
turmak.

çı
ngar
* Kavga, gürültü.

çı
ngar çı
karmak
* gürültü, kavga çı
karmak.

çı
ngar kopmak
* gürültü, kavga çı
kmak.

çı
ngı
* Kıvılcım.
* Parça, zerre.

çı
ngı
l
* Ufak ve seyrek taneli üzüm salkı
mı.

çı
ngı
r çı
ngır
* (ses için) Çı
ngı
rak sesi gibi ses çı
kararak.
çı
ngı
rağ
ıçekmek
* ölmek.

çı
ngı
rak
* Küçük çan.
*İçindeki tanelerin hareketiyle ses çı
karan metal yuvarlak nesne.

çı
ngı
rakçı
* Çı
ngı
rak yapan veya satan kimse.

çı
ngı
rakçı
lık
* Çıngı
rak yapmak veya çı
ngı
rak satmak iş
i.

çı
ngı
raklı
* Çı
ngı
rak taş ı
yan, üzerinde çıngırak bulunan.
* Neş
eli ve yüksek sesle (gülme, kahkaha).

çı
ngıraklıyılan
* Çıngı raklıyılangillerden, kuyruk ucundaki sert pullarıkı
mıldatarak kuru yaprak hı
şı
rtı

na benzer bir ses
çı
kartan tehlikeli bir yı
lan (Crotalus).

çı
ngı
raklıyılangiller
* Omurgalıhayvanlardan sürüngenler sı
nıfı
na giren bir familya.

çı
ngı
rdak
* Çı
ngırak.
* Çocuk oyuncağ
ıolarak kullanı
lan saplı
bir tür çı
ngı
rak.

çı
ngı
rdama
* Çangı
rdamak iş
i.

çı
ngı
rdamak
* Çı
ngı
rak sesi çı
karmak.

çı
ngı
rdatma
* Çı
ngı
rdatmak iş
i.

çı
ngı
rdatmak
* Çıngı
rak sesi çı
karması
nısağ
lamak.

çı
ngı
rtı
* Çı
ngı
rağı
n sesine benzer keskin ve kesik ses.

çı
nlak
* Çı
nlaması
, yankı
sıçok olan (yer).

çı
nlama
* Çı
nlamak iş
i.

çı
nlamak
* Çı
n diye ses çı
karmak.
* Yankıvermek.

çı
nlamalı
* Çı
nlamasıolan.

çı
nlatı
ş
* Çı
nlatma iş
i veya biçimi.

çı
nlatma
* Çı
nlatmak iş
i veya biçimi.
çı
nlatmak
* Çı
nlaması
nısağ
lamak.

çı
nlayı
ş
* Çı
nlamak iş
i veya biçimi.

çı
nsabah
* Sabahleyin, çok erken.

çı
pıçı

* (çocuk dilinde) Yı
kanma.

çı

l çı
pıl
* Su ile oynayarak.

çı

ldak
* (küçük çocuklar için) Çı
plak.

çı

r
* Yonga.

çı

r makinesi
* Elyaflıplâka imalâtı
nda kullanı
lmak üzere odunlarıyonga hâline getiren makine.

çı
plak
* Üstünde bulunmasıgereken giysi, örtü vb. bulunmayan.
* (başiçin) Saçsı z.
* Üzerinde yeş illik bulunmayan.
*İ çinde, gerekli eş ya bulunmayan.
* Yalın, süssüz.
* Olduğu gibi, apaçı k.
* Çıplak vücut resmi, nü.
* Yoksul kimse.

çı
plak alev
* Isı

lacak maddelere veya bunları
n içinde bulunduğu kaplara doğrudan doğ
ruya yöneltilen ateşveya alev.

çı
plak at
* Koş
umlarıve gemi takı
lmamı
ş, eyerlenmemişat.

çı
plak gözle (bakmak)
* görmeye yardı
mcıolacak hiçbir araç kullanmaksı

n.

çı
plak maden
* Tamamen saf durumda, içinde hiçbir yabancımadde bulunmayan maden.

çı
plak mülkiyet
* Yararlanma hakkıbaş
kası
nın olan bir mal üzerindeki sahiplik durumu, kuru mülkiyet.

çı
plak resim
* Resim sanatı
nda çı
plak insanıkonu alan bir resim türü, nü.

çı
plak tohumlular
* Açı
k tohumlar.

çı
plak ücret
* Vergiler, yan ödemeler veya primler dı
şı
nda kalan aslî ücret.

çı
plaklar kampı
*İçinde, insanları
n giysisiz dolaş
ıp yaş
adı
klarıdinlenme bölgesi.

çı
plaklaş
ma
* Çı
plaklaş
mak iş
i.

çı
plaklaş
mak
* Çı
plak duruma gelmek.

çı
plaklaş

rma
* Çı
plaklaş

rmak iş
i.

çı
plaklaş

rmak
* Çı
plak duruma getirmek.

çı
plaklı
ğı
yla
* hiçbir ş
ey saklamaksı

n, oldu ğ
u gibi.

çı
plaklı
k
* Çı
plak olma durumu.

çı
planma
* Çı
planmak iş
i.

çı
planmak
* Çı
plak duruma gelmek.

çı
r çı
r
* Çı
rpı
nmak fiili ile birlikte ne yapacağ
ınış
aşı
rmı
şbir durumda çok üzüntü ve telâşanlatı
r.

çı
ra
* Çam gibi reçineli ağaçları
n yağ
lıve çabuk yanmaya elveriş
li bölümü.
* Lâmba.

çı
ra dibine ı
şı
k vermek
* Bkz. mum dibine ı
şı
k vermek.

çı
rağ
* Mum, kandil, lâmba gibi ı
şı
k aracı

şı
k.

çı
rak
* Zanaat öğ renmek için bir ustanın yanında çalı şan kimse.
* Dükkânda ayak iş lerine bakan kimse.
* Saray veya daire gibi büyük yerlerde yı
llarca hizmet ettikten sonra geçimi sağlanarak izin verilen kimse.

çırak çıkarmak
* bir kimsenin beklediğ
inden az bir kazançla ortalı
ktan uzaklaştı
rıldı
ğınıanlatmak için kinayeli olarak
kullanılı
r.
* Cariye veya odalı
kları
n saray, konak veya köşk gibi büyük yerlerde yı
llarca hizmet ettikten sonra
evlenmesine veya geçimi sağlayacak o yerden ayrı lmasına izin vermek.

çırak etmek
* bir ustanı
n yanı
nda çalı
ştı
ktan sonra geçimini sağ
layabilecek düzeye eriş
mişolan kiş
iye bağ
ımsı
z çalı
şması
için izin vermek.

çı
raklı
k
* Çı
rak olma durumu, yamaklı
k.
* Çı
rağın yaptığıiş.
* Çı
rağa verilen ücret.
* Çı
rakların çalı
ştı
ğıyer.

çı
raklı
k etmek
* çı
rak olarak çalı
şmak.

çı
rakma
* Üzerine kandil, mum veya herhangi bir ı
şı
k konulan yüksek tabla, ş
amdan.
çı
rakman
* Üzerinde meş 'ale yakı
lan kule veya demir direk.
* Balıkçı
ları
n balıklarıkıyı
ya çekebilmek için geceleyin yaktı
klarıateş
.
* Çırakma.

çı
ralı
* Çı
rasıolan veya çı
ra gibi reçineli olan.

çı
ralı
k
* Çı
ra olarak kullanı
lmaya elveriş
li.

çı
ramoz
* Balı
kçı
ları
n, ateşbalı
ğıavlarken üzerinde çı
ra ve funda yaktı
klarıı
zgara.

çı
rçı
l
* Gemilere yükleme sı
rası
nda, bir fı
çı
yıyukarıkaldı
rabilmek için fı
çı
nın iki baş
ına takı
lan enli ve kancalı
zincir.

çı
rçı
plak
* Bütünüyle çı
plak, çı

lçı
plak.

çı
rçı
plaklı
k
* Çı
rçı
plak olma durumu.

çı
rçı
r
* Pamuğ
u çekirdeğ
inden ayı
rmaya yarayan âlet.

çı
rçı
r
* Küçük pı
nar.
* Cı
rcı
r böceği.

çı
rçı
rlama
* Çı
rçı
lamak iş
i veya durumu.

çı
rçı
rlamak
* Pamuk, keten ve kendir gibi bitkisel dokuma ham maddelerini çekirdek veya kabukları
ndan temizlemek.

çı

lçı
plak
* Tamamen çı plak, çı
rçıplak.
* Çok açı
k ve yalı
n bir durumda.

çı

lçı
plaklık
* Çırı
lçı
plak olma durumu.

çı
rnı
k
* Küçük boyda kayı k.
* Üç flok yelkeni bulunan, iki yüz tona kadar olabilen, tek ve yekpare direkli yelkenli.

çı
rpı
* Dal, budak kı
rpıntısı.
* Boyalıve gergin bir sicimi yay gibi çekip bı
rakmak yoluyla çizgi çizme.

çı
rpı(gibi)
* (kol ve bacak için) çok ince, çok zayı
f.

çı
rpıipi

ki nokta arası
nda düzgünlüğ
ü sağlamak için kullanı
lan ip.

çı
rpıvurmak
* boyaya batı

lmı
şipin gerilip çabucak çı
rpı
lması
yla yüzeylere çizgi çekmek.
çı
rpı

* Çı
rpmak iş
ini yapan.
* Yazma kumaşiş lerini, boyalarıtutsun diye deniz suyunda çı
rpan kimse.

çı
rpı
lma
* Çı
rpı
lmak iş
i.

çı
rpı
lmak
* Çı
rpma iş
ine konu olmak.

çı
rpı
nıçı
rpını
* Çı
rpı
narak.

çı
rpı
nış
* Çı
rpı
nmak iş
i veya biçimi.

çı
rpı
nma
* Çı
rpı
nmak iş
i.

çı
rpı
nmak
* Acıile kı
mı ldanmak.
* Kaslar birdenbire kendiliğinden ve düzensiz bir biçimde kı
mı ldamak, ihtilâç etmek.
* Ses çı
kararak hafif dalgalanmak.
* Ne yapacağ ı
nış aşı
rmı şbir durumda üzüntü ve telâşgöstermek.
* Çok istenilen bir ş
eyi gerçekleştirebilmek için aş
ırı
derecede çaba harcamak.

çı
rpı
ntı
* Çırpınma.
* Suları
n ufak ve oynak dalgalarla kaynaş
ması
.

çı
rpı
ntı

* Ufak ve oynak dalgalı(deniz).

çı
rpı
ş
* Çı
rpma.

çı
rpı
şma
* Çı
rpı
şmak iş
i.

çı
rpı
şmak
* (kuş
lar) Kanatları
nıoynatmak.

çı
rpı
ştı

lma
* Çı
rpı
ştı

lmak iş
i.

çı
rpı
ştı

lmak
* Çırpı
ştı
rmak iş
i yaptı

lmak.

çı
rpı
ştı
rma
* Çı
rpıştı
rmak işi.
* Çarçabuk, özensiz ve üstünkörü yapı
lan (iş
).

çı
rpı
ştı
rmak
* Emek harcamadan, özensiz ve üstünkörü yapmak.

çı
rpı
ya getirmek
* bir sı
ra veya çizgi üzerine getirmek.

çı
rpma
* Çırpmak iş i.
* Kumaş ın kenarınıkı vı

p dikmek için iğ
ne, kenara göre çapraz tutularak ve çift kattan batı


p tek kattan
çı
karı
larak yapılan dikişbiçimi.
çı
rpmacı
* Çı
rpmak iş
ini yapan kimse.

çı
rpmacı

k
* Çı
rpmacı
nın iş
i veya mesleğ
i.

çı
rpmak
* Hı zla ve kesik kesik silkelemek.
*İ ki şeyi birbirine çarpmak.
* Bir şeyin ucundan bir parça kesmek.
* Sulu yiyecekleri hı zla ve sürekli olarak çatal, kaşı
k gibi bir ş
eyle karı
ştı
rmak.
* Güreş te rakibinin kollarınıbeli hizasında sı msı kıkavrayarak minderde kendi üzerinden sağ
a ve sola sı
rt
üstü savurmak.
* Çalmak, hı rsızlı
k etmek.

çı
rptı
rma
* Çı
rptı
rmak iş
i.

çı
rptı
rmak
* Çı
rpmak iş
ini yaptı
rmak.

çı
t
* Küçük bir ş
eyin kı


rken çı
kardı
ğıhafif ve süreksiz ses.

çı
t çı
karmamak
* hiç ses çı
karmamak.

çı
t çı
kmamak
* en hafif bir ses bile çı
kmamak.

çı
t etmek
* çı
t sesi çı
karmak.

çı
t yok
* en hafif bir ses bile yok.

çı
ta
* Düzgün biçilmişuzun ve ensiz tahta.

çı
tak
* Dağda yaşayan ve geçimini odun satarak sağ
layan.
* Kaba, huysuz, kavgacı.

çı
tçı
t
* Üzerinde dikili bulunduklarış eyin iki kenarı
nıüst üste getirerek birleş
tirmeye yarayan iki parçadan yapı
lmış
metal tutturmalık, fermejüp, kopça.
* Mobilya kapakları nı, kapı
larıkilitleme ve sürgülemenin dış ında kapalıtutmaya yarayan ve az bir kuvvetle
açı

p kapanması nısağlayan iki parçalımetal veya plâstik araç.

çı
tçı
tlama
* Çı
tçı
tlamak iş
i.

çı
tçı
tlamak
* Çı
tçı
tla tutturmak.

çı

pıtı
* Ufak tefek ve sevimli.

çı

r çı

r
* Kömür ve odun yanarken, ince tahta çubuklar vb. kı


rken, gevrek bir ş
ey yenilirken çı
kan ses.
çı

r çı

r etmek
* çı

rdamak.

çı

r çı

r konuşmak
* düzgün ve uzunca konuş
mak.

çı

r pı

r
* (çocuklar için) Kolaylı
kla ve tatlıtatlı(konuş
mak).
* Çıtıpı
tı.

çı

rdama
* Çı

rdamak iş
i.

çı

rdamak
* Çı

r çı

r ses çı
karmak.

çı

rdata çıtırdata
* Çıtı
rdatarak.

çı

rdatı
ş
* Çı

rdatmak iş
i veya biçimi.

çı

rdatma
* Çı

rdatmak iş
i.

çı

rdatmak
* Çı

r çı

r ses çı
karması
na yol açmak.

çı

rdayı
ş
* Çı

rdamak iş
i veya biçimi.

çı

rtı
* Çı

rdama sesi.

çı
tkı

ldı
m
* Aş
ırıincelik, dayanı
ksı
zlı
k ve çekingenlik gösteren (kimse).

çı
tkı

ldı
mlık
* Çıtkı

ldı
m olma durumu.

çı
tlama
* Çı
tlamak iş
i.
* Antep fı
stı
ğı nı
n kabuğ
unu aralama.

çı
tlamak
* Çı
t sesi çı
karmak.

çı
tlatı
lma
* Çı
tlatı
lmak iş
i.

çı
tlatı
lmak
* Çı
tlatmak iş
i yapı
lmak.

çı
tlatı
ş
* Çı
tlatmak iş
i veya biçimi.

çı
tlatma
* Çı
tlatmak iş
i.
* Antep fı
stı
ğının kabuğ
unu aralama.

çı
tlatmak
* Bir ş
eyden çı
t sesi çı
karmak.
* Bir kimseye, bilmediği bir ş
eyden ancak sezdirecek kadar söz etmek.
* Antep fıstı
ğının kabuğ unu aralamak.
*İ şparçaları
nı n bazıyerlerini oyup çı
karmadan makasla kesmek.

çı
tlı
k
* Çitlembik.

çı
tpı
t
* Ayak altı
nda ezilerek çı

r çı

r ses çı
karan bir tür patlangaç, çatapat.

çı
vdı
rma
* Çı
vdı
rmak iş
i.

çı
vdı
rmak
* Çı
vmak iş
ini yaptı
rmak.

çı
vgar
* Çift sürmekte veya araba çekmekte olan hayvanlara yardı
mcıolarak koş
ulan hayvan.

çı
vgı
n
* Rüzgâr ve karla karı ş
ık yağan yağ
mur.
* Ağaç sürgünü, filiz.

çı
vlama
* Çı
vlamak iş
i.

çı
vlamak
* Fı
şkı
rarak akmak.

çı
vma
* Çı
vmak iş
i.

çı
vmak
* Atlamak, sıçramak, zıplamak.
* (hı
zla giden bir ş
ey) Bir yere çarpı
p yön değiş
tirmek, sekmek, çavmak, sapmak, inhiraf etmek.

çı
yan
* Çok ayaklı
lardan.sarı
mtı
rak renkte, zehirli böcek (Scolopendra).

çı
yan gibi
* hain bakı
şlısarı
şı
n kimse.

çı
yan gözlü
* Mavi gözlü.

çı
yanlı
k
* Hain olma durumu, hainlik.

çı
yanlı
k etmek
* hainlik etmek.

çı

ktı
rmak
* Çiziktirmek.

-çi
* Bkz. -cı
/ -ci.

çiçeğe kesmek
* çiçek açmak.

çiçeği burnunda (veya çiçeğ i burnunda, çamuru karnı


nda)
* yeni, çok taze, yeni koparılmı ş
.
çiçek
* Bir bitkinin, üreme organları nıtaş ı
yan çoğ u güzel kokulu, renkli bölümü.
* Çiçek açan kı r veya bahçe bitkisi.
* Davranı şlarıhafif, toplum kurallarına uymayan kimse.
*İ rinli kabarcıklar dökerek yüzde izler bı rakan ateşli, ağı
r ve bulaşı
cıbir hastalı
k.
* Süblimleş me veya çiçeksime yoluyla elde edilen toz.

çiçek açmak (veya vermek)


* çiçeklenmek.
* yeniden ortaya çı
kmak, görüntü vermek.

çiçek aş
ısı
* Çiçek hastalı
ğı
na karş
ıbağ
ışı
klı
k sağ
lamak amacı
yla aş
ıolarak yapı
lan zayı
flatı
lmı
şçiçek virüsü.

çiçek bahçesi
* Çiçek yetiş
tirilen veya çiçeklerle kaplanmı
şsüslü bahçe.

çiçek biti
* Yarı
m kanatlı
lardan, küçük ve yumuş
ak vücutlu olan, bitkilerin üzerinde sürü durumunda yaş
ayan bir
böcek.

çiçek boyası
* Kı
rmı
z.

çiçek bozuğ u
* Çiçek hastalı
ğı
ndan yüzü delik deş
ik olmuş
, çopur.

çiçek çı
karmak
* çiçek hastalı
ğına tutulmak.

çiçek durumu
* Çiçeklerin sap üzerindeki diziliş
i.

çiçek dürbünü
* Bkz. kaleydoskop.

çiçek evi
* Çiçek yetiş
tirilen ve satı
lan yer.

çiçek gibi
* temiz, bakı
mlı
, güzel.

çiçek olmak
* yaş
ına, durumuna uymayan aş
ırıdavranı
şlarda bulunmak.

çiçek pazarı
* Çiçeklerin alı
nıp satı
ldı
ğıçarş
ı.

çiçek sapçığı
* Çiçekleri sapa birleş
tiren ince ve küçük sap.

çiçek sapı
* Çiçek durumunda bütün çiçeklerin, üzerinde toplandı
ğıveya bitiş
tiğ
i sap.

çiçek soğ
anı
* Lâle gibi çiçeklerin ekim zamanı
köklerinde oluş
an soğ
an biçimindeki yumru filiz.

çiçek suyu
* Turunçgillerin çiçeklerinin imbikten geçirilmesiyle elde edilen güzel kokulu su.

çiçek tacı
* Çiçeklerin üreme organları
nın çevresinde türlü renkte yaprakçı
klardan oluş
an ve böcekleri çeken organ.

çiçek tozu
* Baş
çığ
ın içinde bulunan, çiçekte döllenmeyi sağlayan toz.

çiçek yağ
ı
* Ayçiçeği yağ
ı.

çiçek yaprağı
* Çiçek sapıüzerinde ve çiçeğe yakı
n, özel biçimler gösteren yaprak.

çiçekçi
* Çiçek yetiştiren, satan veya yapma çiçek iş
iyle uğraş
an kimse.
* Çiçek satılan yer.

çiçekçi esnafı
* Sebze ve meyve toptancı

, komisyoncusu.

çiçekçilik
* Çiçek yetiş
tirme, satma veya yapma, çiçek yapı
p satma iş
i.

çiçekleme
* Çiçeklemek iş
i.

çiçeklemek
* Çiçek dikmek.
* Çiçekle donatmak.

çiçeklendirme
* Çiçeklendirmek iş
i.

çiçeklendirmek
* Çiçekli duruma getirmek.
* Çiçekli bir durumdaymışgibi görünmek.

çiçekleniş
* Çiçeklenmek iş
i veya biçimi.

çiçeklenme
* Çiçek açma.
* Çiçeğin açma zamanı .
* Tuzların billûrlaş
ma suları
nıyitirerek toz durumuna gelmesiyle oluş
an tuzlar.

çiçeklenmek
* Çiçek açmak, çiçek vermek, çiçekli duruma gelmek.

çiçekleş
me
* Çiçekleş
mek iş
i veya durumu.

çiçekleş
mek
* Çiçek durumuna girmek, çiçek gibi olmak.

çiçekli
* Çiçeği veya çiçek resimleri olan.

çiçekli bitkiler
* Bkz. tohumlu bitkiler.

çiçeklik
* Koparı lmışçiçekleri koymaya yarar kap.
* Çiçek saksıları
nıkoymaya veya çiçek yetiştirmeye ayrı
lmı
şyer.
* Eski evlerde süs eş
yasıkonulan raflıduvar oyuğ u.
* Çiçeğin üzerinde çanak, taç ve öteki organları

n bulunduğu parça.

çiçeksever
* Çiçeğe düş
kün kimse.

çiçeksime
* Çiçeksimek iş
i veya sonucu.

çiçeksimek
* Çiçek gibi olmak, çiçeklenmek.
* Kristal durumunda bulunan bir bileş ik, kristal suyunu yitirip beyazı
msıbir toz durumunu almak.
* Deride leke, sivilce, çiçek gibi döküntüler belirmek.

çiçeksiz
* Çiçeği olmayan.

çiçeksiz bitkiler
* Mantarlar ve eğrelti otlarıgibi, üreme organlarıgizli olan bitkiler sı
nıfı
.

çift
* (nesneler için) Birbirini tamamlayan iki tekten oluş
an.
* Bir erkek ve bir dişiden oluş an iki eş
.
* Toprağı sürmek için birlikte koş ulan iki hayvan.
* Küçük maş a veya cımbı z.

çift atı
ş
* Çı kı
şhakeminin, çı

şı
n yanlı
şolduğ
unu koş
uculara bildirmek ve yarı
şıdurdurmak için yaptı
ğıiki el
tabanca atı
şı.

çift ayaklı lar


* Duyargalarısekiz eklemli, vücut halkaları
nda ikiş
er çift ayak bulunan, ı
slak ve karanlı
k yerleri seven çok
ayaklı lar topluluğu.

çift camlı
* Araları
nda boş
luk bı
rakı
larak takı
lmı
şiki camıbulunan (pencere).

çift cinsellik
* Kiş
inin beyninde bir diş
i bir de erkek gizil gücün bulunmasıdurumu.

çift çubuk
* Çiftçilik yapabilmek için gereken her türlü araç.
* Mal mülk, para edebilecek bütün varlı klar.

çift dalma
* Ayakta güreş
irken beklenmeyen bir atı

mla karş
ısı
ndakinin iki ayağ
ınıbirden kapma.

çift desimetre
* Üzerinde yirmi cm'lik bölüntüler bulunan ölçü cetveli.

çift dikiş
* Birbirlerinden geçen iki sı ra düz dikiş
.
* Bir sı
nı fta iki yı
l üst üste okuma.

çift direkli
*İki direkli küçük yelkenli.

çift dirsek
* Boruya 180° lik dönüşveren dirsek.

çift diş
liler
* Omurgalılardan, üst çenedeki bir çift kemirmeye yarayan kesici diş
in arası
nda bir çift daha küçük diş
leri
bulunan kemiriciler takımı nın bir alt takı
mı.
çift görmek
* sarhoşolmak.

çift kanatlı
lar
* Sinekler gibi iki kanadıolan ve emici ağ
ızlarıbulunan böcekler takı
mı, iki kanatlı
lar.

çift kapı
* Üst üste kapanan veya birbirine vidalanarak kullanı
lan, yalı
tma özelliğ
i çok, iki katlıkapı
.

çift kiş
ilik

ki kiş
iye ait, iki kiş
ilik.

çift kol
* Aynıyönde ilerleyen, duran veya yürüyen birliklerden ve araçlardan oluş
an yan yana iki kol.

çift koş
mak
* hayvanlarısabana pulluğa koş
mak.

çift küme
* Birbirine çok yakı
n iki yı
ldı
z kümesi.

çift motorlu
*İ ki motorlu küçük uçak.

çift parmaklı
lar
* Memelilerin öküz, koyun gibi parmakları
çift olan takı
mı.

çift pencere
* Yalı
tkanlı
ğıartı
rmak amacı
yla üst üste kapanan iki kanat biçiminde yapı
lmı
şpencere.

çift sayı
* 4, 6, 8 gibi 2'nin katıolan ve 2'ye bölünebilen tam sayı
.

çift sürmek
* saban, pulluk kullanarak toprağıekilebilir duruma getirmek.

çift vuruş
* Kasıtlıolmayan ama kurala da aykı
rıolan bir davranı
şa uygulanan ve doğ
rudan doğruya kaleye
çekilemeyecek, iki vuruş
lu bir ceza türü.

çift yı
ldı
z
* Birbirinin çekim etkisinde bulunan ve böylece ortak kütle merkezi çevresinde dolanan yakı
n iki yı
ldı
z.

çift zamanı
* Tarla sürme zamanı
.

çiftçi
* Geçimini toprağı
ekerek sağ
layan kimse, rençber.

çiftçilik
* Çiftçi olma durumu.
* Çiftçinin gördüğü iş
ler, tarı
m, rençberlik, ziraat.

çiftçilik etmek
* tarı
mla uğ
raş
mak, rençberlik yapmak.

çifte
*İ kisi bir arada bulunan veya ikili.
* (sandal, kayı k için) Çift kürekli.
* At, eş ek ve katı rı
n arka ayakları yla vuruş
u, tekme.
*İ ki namlulu av tüfeğ i.
çifte atmak
* (at, eş
ek) arka ayaklarıile vurmak.
* iki namlulu av tüfeğini patlatmak.

çifte çubuğa gitmek


* ekim ve biçim iş
leriyle uğraş
mak.

çifte dalmak
* Bkz. çift dalma.

çifte dikiş
* Bkz. çift dikiş
.

çifte gitmek
* tarla sürmeye gitmek.

çifte kavrulmuş
* Bir çeşit sert ve ufak kesilmişlokum.
* Pek pişkin (kimse).
* Çok çile çekmiş(kimse).

çifte kı
skaç
*İ kili kı
skaca alma durumu.

çifte koş
mak
* baş
ka bir iş
te kullanı
lan hayvanları
sabana, pulluğ
a koş
mak.

çifte kumrular
* Çok seviş
en ve birbirinden hiç ayrı
lmayan kimseler.

çifte nağ
ra
* Birbirine bağlıküçük iki dümbelekten oluş
an çalgı
.

çifte standart
* Çifte ölçü, ikili davranı
şveya tutum.

çifte vatandaşlık
*İki ayrımillet vatandaş

ğı
na sahip olma.

çifte yemek
* hayvanı
n çiftesine maruz kalmak.

çiftehane
* Kuşüretmeye yarar kafesli yer.

çifteleme
* Çiftelemek iş
i.

çiftelemek
* (hayvan) Arka ayakları
yla tepmek.
* (gemi) Havanın sertleş
mesi üzerine ikinci demirini de atmak.

çiftelenme
* Çiftelenmek iş
i.

çiftelenmek
* Çifte yemek.

çifteleş
me
* Çifteleş
mek iş
i veya biçimi.
çifteleş
mek
* Birbirini çiftelemek.

çifteli
* Çiftesi bulunan.
* Çifte atan veya alnı
nda çift sakar bulunan.
* Rahat durmayan, sataş kan.
* Uğ ursuz.

çifter çifter
* Her defası
nda, her yapı

şı
nda çift olarak.

çiftetelli
* Göğüs ve göbek titreterek, gerdan kı
rarak oynanan bir oyun.
* Bu oyunun müziğ i.

çifti bozmak
* çiftçilik yapmaktan vazgeçmek.

çiftleme
* Çiftlemek iş
i.

çiftlemek
* Çift duruma getirmek, ikilemek.
* Dişi ile erkeğ
i bir araya getirmek.

çiftlenme
* Çiftlenmek iş
i.

çiftlenmek
*İkili duruma getirilmek.

çiftleş
me
* Çiftleş
mek iş
i.

çiftleş
mek
* Bir ş
ey tek iken bir tanesinin daha katılması yla iki olmak.
* Erkek ve diş i hayvan veya bitki hücreleri döllenmek için bir araya gelmek.

çiftleş
tiriş
* Çiftleş
tirmek iş
i veya biçimi.

çiftleş
tirme
* Çiftleş
tirmek iş
i.

çiftleş
tirmek
* Çift yapmak.
* Hayvanlarıçiftleş
mek üzere bir araya getirmek.

çiftlik
* Tarı
m yapı
lan, hayvan yetiş
tirilen ve orada çalı
şanları
n oturmasıiçin evleri bulunan geniştoprak parçası
.

çiftlik kâhyası
* Çiftlik iş
lerini yöneten kimse.

çiftteker
* Bisiklet.

çifttekerci
* Bisikletçi.

çifttekercilik
* Bisikletçi olma durumu.

Çigan
* Çingene.

Çigan müziği
* Macar folklorundan geliş
mişözel yaylı
sazla çalı
nan hareketli halk müziğ
i.

çiğ
* Pişmemişveya az piş mi ş
.
* Yersiz ve yakı şıksı
z.
* Yaş ı
nı n gerektirdiğ i görgüye ve olgunluğa erişmişolmayan.
* (renk, ışık için) Gözü rahatsı z eden, göze batan.

çiğbörek
* Çiğkı
yma, soğan ve baharat karı
şı
mınıaçı
lmı
şolan yufkaya koyarak hazı
rlanan ve yağda kı
zartı
larak
yapı
lan börek.

çiğçiğyemek
* parçalayı
p öldürecek derecede birine kı
zmak.

çiğdüş
mek
* hoşkarş
ılanmamak, kaba ve yersiz bulunmak.

çiğiplik
* Bükülmemişiplik.

çiğkaçmak (veya düş mek)


* yersiz, yakı
şı
ksız olmak.

çiğköfte
*İyice dövülmüşçiğetle ince bulgura biber, soğ
an, baharat, salça, maydanoz katı
larak bulgur yumuş
ayı
ncaya
kadar yoğrulup sıkı
lan ve piş
irilmeden yenen köfte.

çiğrenkçi
* Çiğrenkçilik anlayı
şı
nda resim yapan (sanatçı
).

çiğrenkçilik
* XX. yüzyı lı
n baş langıcında ilk defa izlenimciliğin renklerini bı
rakı
p gereğinden çok saf renkler kullanarak
abartı
lmıştabiat biçimlerini gösteren resim anlayı şı.

çiğsüt emmiş
* Bkz. insanoğ
lu çiğsüt emmiş
.

çiğtoprak
* Uzun zaman iş
lenmemiş
, güç sürülür toprak.

çiğyemedim ki karnı
m ağ rı
sın
* suç işlemedim ki korkayı
m.

çiğ
de
* Ayrıçanak yapraklıiki çeneklilerden bir ağaç, hünnap (Zizyphus sativa).
* Bu ağacı
n kırmızıkabuklu, sert çekirdekli, iri zeytin biçiminde ve büyüklüğ
ünde, güzün olgunlaş
an yemiş
i.

çiğ
dem
* Zambakgillerden, türlü renklerde çiçek açan, çok yı
llı
k, yumrulu bir kı
r bitkisi, mahmur çiçeğ
i (Colchicum).

çiğ
den vermek
* yiyecek karş
ılı
ğı
nıpara olarak ödemek.

çiğ
e
* Ceviz veya badem içi.
Çiğ
il
* Eski Türk boyları
ndan biri.

çiğ
in
* Omuz.

çiğ
indirik

ki ucuna su kabı
, yoğurt tablasıgibi taş
ınacak ş
eyler ası
larak omuza alı
nan ağ
aç, omuzluk.

çiğ
it
* Çekirdek, özellikle pamuk çekirdeğ
i.

çiğ
itli
* Çiğit karı
şmı
şolan.

çiğ
leş
me
* Çiğleş
mek iş
i.

çiğ
leş
mek
* Göze batmak.
* Kaba davranı
ş larda bulunmak.

çiğ
lik
* Çiğolma durumu.
* Kaba, yersiz, yakı
şı
ksı
z davranı
ş.

çiğ
lik etmek
* ters veya yersiz bir davranı
şta bulunmak.

çiğ
nek
* Yolüstü.

çiğ
nem
* Ağı
zda çiğnenecek miktar(da), bir parça, çiğ
nemlik.

çiğ
neme
* Çiğnemek iş
i.

çiğ
nemek
* Ağıza alı
nan bir şeyi dişler arası
nda ezmek, öğütmek.
* Ayak veya tekerlek altına alarak ezmek.
* Sayı
lmasıgereken bir ş eyi saymamak, itibar etmemek, ayaklar altı
na almak.
* Egemenliği altı
na almak, hükmetmek.

çiğ
nemik
* Ağı
zda çiğnenip çı
karı
lan yemek.

çiğ
nemlik
* Ağı
zda çiğnenecek miktarda olan.

çiğ
neniş
* Çiğnenmek iş
i veya biçimi.

çiğ
nenme
* Çiğnenmek iş
i.

çiğ
nenmek
* Çiğnemek iş i yapı
lmak.
*İ ş
gal altı
na alınmak.

çiğ
netme
* Çiğnetmek iş
i.

çiğ
netmek
* Çiğnemek iş
ini yaptı
rmak.

çiğ
neyiş
* Çiğnemek iş
i veya biçimi.

çiklet
* Şekerli ve kokulu çiğ
neme sakı

, jiklet.

çikletçi
* Çiklet yapan veya satan kimse.

çikletçilik
* Çikletçinin iş
i ve mesleğ
i.

çikolata
* Kakaodan yapı
lan ve bazen içine ş
eker, süt, fı
stı
k, fı
ndı
k katı
lan yiyecek.

çikolatacı
* Çikolata yapan veya satan kimse.
* Çok çikolata yiyen veya seven kimse.

çikolatacı

k
* Çikolata yapmak veya satmak iş
i.

çikolatalı
* Çikolatasıolan.

çil
* Orman tavuğugillerden, eti için avlanan, ormanlarda yaş
ayan bir kuş
, dağtavuğu (Tetrastes bonasia).

çil
* Çoğunlukla yüzde oluş an kahverengi küçük benekler.
* Aynada oluş an leke.
* Köklerdeki kıl gibi ince uzantılar.
* Tüyünde küçük benekler bulunan (hayvan).
* Yeni ve parlak.

çil çil
* Pı

l pı

l, parlak.

çil yavrusu gibi dağılmak


* toplu bir hâlde bulunan insanları
n her biri bir yana dağı
lmak.

çile
* Derviş
lerin kırk gün süre ile kendilerine uyguladı
klarızahmetli ve perhizli dönem.
* Zahmet, sıkıntı.

çile
*İ pek, yün, pamuk gibi her türlü iplik kangalı
.
* Yay kiriş
i.

çile çekmek
* çok sı
kıntıçekmek.

çile çı
karmak (veya doldurmak)
* sı
kıntı
lıbir iş
in veya bir durumun sona ermesini beklemek.

çilecilik
* Dinî maksatlarla ve törelere bağ
lıolarak tabiî eğilimleri ve beden isteklerini yenmek için isteyerek acı
çekme.

çileden çı
karmak
* çok kı
zdı
rmak.

çileden çı
kmak
* olup bitenler karş ı

nda sabrıve dayanı
klı
ğıkalmayı
p taş
kınlı
k göstermek.
* çile süresini bitirmek.

çilehane
* Derviş
lerin çile doldurduklarıyer.

çilek
* Gülgillerden, sapları
sürüngen, çiçekleri beyaz bir bitki.
* Bu bitkinin güzel kokulu, pembe, kırmı zırenkli meyvesi.

çilek reçeli
* Çilek ve ş
ekerden yapı
lan kokulu bir tür reçel.

çilek suyu
* Çilekten sı
kılan meyve suyu.

çilek üzümü
* Bir tür üzüm.

çilekçi
* Çilek yetiş
tiren veya satan kimse.

çilekçilik
* Çilek yetiş
tirme veya satma iş
i.

çilekeş
* Birçok sı
kıntı
lıve üzüntülü durumlara düş
müşolan.

çilekeş
lik
* Çilekeşolma durumu.

çileli
* Çilesi olan, çok sı
kıntı
çekmişolan.
* Çok üzüntülere yol açan.

çilemek
* Yağmur çiselemek.
* Nemlenmek, ı slanmak.
* (bülbül) Şakı
mak.

çilenti
* Hafif yağ
mur, serpinti.

çilesi dolmak
* dervişve tarikat ehlinin sadece dua ve ibadetle geçirmeleri gereken süreyi tamamlayarak çileden çı
kması
.
* üzücü ve sıkıntılıbir durumdan kurtulmak.

çileye girmek
* derviş
lerin kı
rk gün süre ile kendilerine uyguladı
klarızorlu ve perhizli döneme girmek.

çilingir
* Kilit, anahtar gibi demirciliğ
in ince iş
lerini yapan usta.

çilingir sofrası
* Üzerine meze ve içki konmuştepsi, küçük içki sofrası
.
çilingirlik
* Çilingirin yaptı
ğıiş
.

çillenme
* Çillenmek iş
i.

çillenmek
* Çil (Il) oluş
mak.

çilli
* Çili olan.

çilsiz
* Çili olmayan.

çim
* Buğdaygillerden, bahçelerin yeş
illendirilmesinde yararlanı
lan çok yı
llı
k bitki (Lolium).

çim çim

steksizce.

çimbali
* Orkestralarda çalı
nan iki yuvarlak yüzeyden oluş
muşmetal vurmalı
çalgı
.

çimçek
* Serçenin küçük bir türü.

çimdik
* Çimdiklemek iş i.
* Başparmakla iş aret parmağ
ını
n ucu arası
na alı
nan miktar.
* Gönül kıracak söz.
* Tatar böreği.

çimdik atmak (veya basmak)


* çimdiklemek.

çimdikleme
* Çimdiklemek iş
i.

çimdiklemek
* Bir kimsenin etini iki parmak ucu arası
nda kı
stı
rarak sı

p acı
tmak.
* Bir bütünden küçük küçük parçalar koparmak.

çimdiklenme
* Çimdiklenmek iş
i.

çimdiklenmek
* Çimdik atı
lmak.

çimdirme
* Çimdirmek iş
i veya durumu.

çimdirmek
* Çimmek iş
ini yaptı
rmak.

çimek
* Çimecek yer.

çimen
* Kendiliğinden yetiş
mişçim.
* Bkz. çemen.
çimenli
* Çimeni olan.

çimenlik
* Çimeni olan (yer).

çimensiz
* Çimeni olmayan.

çimento
* Killi kalkerleri özel fı

nlarda piş
irip ezmekle elde edilen, çamuru çarçabuk katı
laş
ıp sertleş
en ve yapı
lara
harç olarak kullanı lan kül renginde veya beyaz toz.

çimentocu
* Çemento üreten veya satan kimse.

çimentoculuk
* Çimento üretmek veya satmak.

çimentolama
* Çimentolamak iş
i.

çimentolamak
* Çimento sürmek, çimento ile sı
vamak.

çimentolanma
* Çimentolanmak iş
i.

çimentolanmak
* Çimento sürülmek, çimento ile kaplanmak.

çimentolatma
* Çimentolatmak iş
i.

çimentolatmak
* Çimento ile sı
vatmak, çimento karı
şı
mımalzeme ile yaptı
rmak.

çimentolu
* Çimentosu olan.

çimentosuz
* Çimentosu olmayan.

çimleme
* Çimlemek iş
i.

çimlemek
* Çim ekmek.

çimlendirme
* Çimlendirmek iş
i.

çimlendirmek
* Çimlenmesini sağ
lamak.

çimlenme
* Çimlenmek iş
i.

çimlenmek
* Çimle kaplanmak.
* Üzerinde çim bitmek.
* Kendinin olmayan ş eylerden biraz yarar sağ
lamak.
* (yiyeceklerden) Azar azar alı
p yemek.

çimleyiş
* Çimlemek iş
i veya biçimi.

çimmek
* Suya bütün vücuduyla girip çı
kmak.

Çin anasonu
* Manolyagillerden, sarırenkteki çiçekleri anason kokan bir ağaççı
k (lllicium anisatum).

Çin gülü
* Bkz. kamelya.

Çin lâhanası
* Çin'de yetiş
tirilen bir tür lâhana.

Çin leylâğ
ı
* Tespih ağacı
.

çinakop
* Lüfer balı
ğı

n küçüğü (Temnodon altator).

Çince
* Çin dili.

çinçilya
* Çinçilyagillerden, postu için avlanan, yumuş
ak ve gümüşrengi tüyleri olan kemirici hayvan (Chinchilla
laniger).

çinçilyagiller
* Örnek hayvanıçinçilya olan kemiriciler familyası
.

Çingen
* Çingene.

Çingene
* Hindistan'dan çıktı
kları
söylenen, dünyanı
n çeş
itli yerlerinde göçebe olarak yaş
ayan bir topluluk veya bu
topluluktan olan kimse.
* (Küçük ç ile) Cimri.

Çingene borcu
* Tutarıpek önemli olmamakla birlikte ufak ve dağı

k borçları
n bütünü.

Çingene çergesi
* Derme çatma ve pis bir yer.

Çingene çergesinde musandı ra ne arar


* yoksul bir kimseden ne beklenir?.

Çingene düğünü
* Gürültülü toplantı
.

Çingene kavgası
* Önemsiz bir sorun üzerine baş
layı
p gittikçe kı

şan, yakasıaçı
lmadı
k küfürlere yol açan kavga.

Çingene palamudu
* Palamut balı
ğı

n yavrusu.

Çingene parası
* Bozuk para, ufaklı
k.
Çingene pembesi
* Göz alı
cı, çiğpembe renk.
* Bu renkte olan.

Çingenece
* Çingene dili.
* (Küçük ç ile) Çingeneye yaraş
ır (biçiminde), çingene gibi.

çingeneleşme
* Çingeneleş
mek iş
i.

çingeneleşmek
* Cimrice davranı
şlarda bulunmak.

Çingenelik
* Çingene olma durumu.
* (Küçük ç ile) Arsı
zca aç gözlülük, cimrilik.

çini
* Duvarlarıkaplayı p süslemek için kullanı
lan, bir yüzü sı
rlıve genellikle çiçek resimleriyle bezeli, piş
miş
,
balçı
k levha, fayans.
* Sırlıve süslü, piş
mişbalçı ktan yapılmı şolan.

çini döş
emek
* bir yeri çini ile kaplamak.

çini mürekkebi
* Simsiyah, ince ve solmaz bir is mürekkebi.

çinici
* Çini yapan veya satan kimse.

çinicilik
* Çini yapma sanatı
.

çinili
* Çinisi olan, çinilerle bezenmişolan.

çinisiz
* Çinisi olmayan.

çinke
* Sağlam, sert taş
.
* En ufak parça.
* Benek.

çinko
* Atom numarası30, atom ağı
rlı
ğı65,37, mavimsi beyaz renkte olan sert bir element, tutya. Kı
saltmasıZn.
* Bu elementten yapı
lmış
.

çinko
* Tombala oyununda kartı
n bir veya iki sı
rası
nıdoldurunca kazandı ğını bildiren ve açı
kça söylenen söz.
* Tombala oyununda kartı
n bir veya iki sı
rası
nıdoldurana verilen ödül.

çinkograf
* Çinkografi ustası
.

çinkografi
* Çoğ
altı
lmak istenilen resim veya yazı
ları
n kalı
bınıçinko üzerine çı
karma sanatı
.

Çinli
* Çin milletinden veya bu milletin soyundan olan (kimse).

çintiyan

çi astarlı
, uzun kadı
n donu, kadı
nşalvarı
.

çip
* Milimetrik yüzeyler üzerinde on binlerce devre elemanı ndan oluş
an ve son derece karmaşı
k elektronik
devrelerin yerleş
tirildiğ
i, genellikle silikon gibi yarıiletken bir malzemeden yapı
lmı şince bir dilim.

çipil
* (göz için) Ağ
rılıve kirpikleri dökülmüş
.

çipilleş
me
* Çipilleş
mek iş
i.

çipilleş
mek
* Gözleri çipil duruma gelmek.

çipilti
* Yağmur serpintisi.

çipo
* Gemiyi istenilen bir yerde tutmak için bir zincirle denize atı
lan, iki veya daha çok kolu bulunan gemi
demiri.

çipura
* Karagöz balı
ğı
na benzer, eti beyaz bir Akdeniz balı
ğı(Aurata aurata).

çir
* Kayı

, erik, zerdali gibi meyvelerin kurusu.

çirçirci
* Çirçir yapan kimse.

çiriş
* Çirişotunun kökünün öğütülmesiyle yapı
lan ve su ile karı
larak tutkal gibi kullanı
lan esmer, sarıbir toz.

çirişgibi
* yapı
şkan ve acı
.

çirişotu
* Zambakgillerden, beyaz çiçekli bir bitki (Asphodelus).

çiriş
çi
* Çirişyapan ve satan kimse.

çiriş
çi çanağı
* Çirişhazı
rlamakta kullanı lan derin kap.
* Acıve kurumuş , zehir gibi.

çiriş
çilik
* Çiriş
çinin iş
i veya mesleği.

çiriş
leme
* Çiriş
lemek iş
i.

çiriş
lemek
* Çirişsürmek.

çiriş
lenme
* Çiriş
lenmek iş
i veya durumu.
* Niş
astanı
n ve bazıinorganik tuzları n etkisi ile granürler yapı

nın bozulması
, su alarak ş

mesi, kristal
özelliğ
ini kaybetmesi ve viskozite ve enzimlere karşıhassasiyetinin artması .

çiriş
lenmek
* Çirişsürülmek.

çiriş
li
* Çirişsürülmüş .
*İ nceliğ
i kola ile örtülmüş(bez, kumaş
).

çirkef
* Pis ve bulanık su.
*İ ğrenç ve bulaş kan (kimse veya ş
ey).

çirkefçe
* Çirkefe yakı
şı
r bir biçimde (olan).

çirkefe (çamura) taşatmak (veya çirkefi üzerine sı çratmak)


* edepsiz bir kimsenin tepkisine yol açacak bir davranı
şta bulunmak.

çirkefleş
me
* Çirkefleş
mek iş
i.

çirkefleş
mek
* Çirkef durumuna gelmek.

çirkefli

ğrenç ve pis durumda bulunan.

çirkeflik
* Çirkef olma durumu veya çirkefçe davranı
ş.

çirkin
* Göze veya kulağa hoşgelmeyen, güzel karş
ıtı
.
* Yakış
ık almayan.
* Karanlı
k, dalavereli, ş
üpheli.

çirkin kaçmak
* hoşolmayan bir durum olmak.

çirkince
* Çirkine yakı
n, çirkin bir biçimde (olan).

çirkinleş
me
* Çirkinleş
mek iş
i.

çirkinleş
mek
* Çirkin bir duruma gelmek.

çirkinleş
tirme
* Çirkinleş
tirmek iş
i.

çirkinleş
tirmek
* Çirkin bir duruma getirmek.

çirkinlik
* Çirkin olma durumu.
* Çirkin olanı
n niteliği.

çirkinseme
* Çirkinsemek iş
i.
çirkinsemek
* Bir ş
eyi çirkin bulmak.

çiroz
* Yumurtasınıatarak zayı
flamı
şuskumru balı
ğıve bunun kurutulmuş
u.
* Çok zayı
f kimse.

çirozlaş
ma
* Çirozlaş
mak iş
i veya durumu.

çirozlaş
mak
* (uskumru için) Yumurtası
nıatarak zayı
flamak.
* Çok zayı
flamak.

çirozluk
* Çiroz olmaya elveriş
li.
* Zayıflı
k, kuruluk.

çis
* Bazıbitkilerden sı
zan ve katı
laş
arak sarı
mtı
rak bir cisim durumuna gelen bir çeş
it ş
ekerli öz su, kudret
helvası
.

çise

nce yağmur, çisenti.

çiseleme
* Çiselemek iş
i.

çiselemek
* (yağ
mur) İ
nce ince yağmak.

çiseme
* Çisemek iş
i.

çisemek
* Çiselemek.

çisenti
* Toz gibi ince yağ
an (yağ
mur).

çiskin
* Çiseleyen yağ
murdan hafifçe ı
slanmı
ş.
* Çiseleyen yağ
mur.

çiş
* (çocuk dilinde) Sidik.

çişetmek
* iş
emek.

çiş
i gelmek
* iş
eyeceği gelmek.

çiş
ik
* Tavş
an yavrusu.

çit
* Bağ
, bahçe, bostan gibi yerlerin çevresine çalı
, kamı
ş, ağaç dalıgibi ş
eylerden çekilen duvar.

çit
* Pamuktan dokunmuşbasma.
* Başörtüsü, yazma, yemeni.
çit sarmaş ı
ğı
* Çit sarmaşığıgillerin örnek bitkisi olan, daha çok tarla kenarları
nda yetiş
en, beyaz çiçekli, tüysüz ve uzun
saplı , sarı

cı, çok yı
llı
k ve otsu bir bitki (Convolvulus sepium).

çit sarmaş ı
ğıgiller
* Bitiş ik taç yapraklıiki çeneklilerden, çit sarmaş
ığı
, kahkaha çiçeğ
i, mahmude, küsküt gibi bitkileri içine
alan bir familya.

çita
* Etçil memeliler sı
nıfı
nın etçiller takı
mını
n kedigiller familyası
ndan bir hayvan.

çitar

pek ve pamukla dokunan bir tür kumaş
.

çitari
*İ zmaritgillerden, üzerinde sarıçizgiler bulunan, en büyüğ
ü yarı
m kiloyu aş
mayan, kı
lçı
klıbir balı
k
(Boxsalpa).
* Bir tür ince dokunmuş , çizgili kumaş
.

çiten
* Saman taşımak için arabalara konulan ince dallardan örülmüşbüyük sepet veya çit.
* Kuzu ağılı
.

çiti
* Çitmek iş
i.

çiti yapmak
* saçları, çitilmiştarakla taramak.
* çitilemek.

çitileme
* Çitilemek iş
i.

çitilemek
* Kirini çı
karmak için çamaş
ırı
n iki yanı
nıele alı
p birbirine sürmek.

çitilenme
* Çitilenmek iş
i.

çitilenmek
* Çitilemek iş
ine konu olmak.

çitili
* Çitilenmişolan.

çitilmek
* Çitmek iş
ine konu olmak.

çitiş
me
* Çitiş
mek iş
i.

çitiş
mek
* Birbirine geçip pekiş
mek.

çitlembik
* Kara ağ
açgillerden, mercimekten az büyük, buruk lezzette meyvesi olan bir ağaç, melengiç (Celtis).

çitlembik gibi
* ufak tefek, esmer ve sevimli.

çitleme
* Çitlemek iş
i.

çitlemek
* Kabak çekirdeği, fı
stı
k gibi ş
eylerin kabukları
nıçı
kararak yemek.
* Çitle çevirmek.

çitme
* Çitmek iş
i.

çitmek
* Bir araya getirmek, birleş tirmek.
* Kumaş taki deliği örerek kapamak.
* Tarağı n dişlerini iplikle bağ layı
p sı

ştı
rmak.
* Çitilemek.

çitmik
* Üzüm salkımının küçük dalı.
*İki parmak ucu ile alı
nan miktar, çimdik.

çivi
*İki şeyi birbirine tutturmak için çakı
lan, ucu sivri, baş

, metal veya ağaçtan yapı
lmı
şufak çubuk.
* Kalkan balı ğının üzerindeki düğ meye benzer kemiksi oluş um.

çivi çı
kar, ama yeri kalı
r
* gönül yarasıkapansa da unutulmaz.

çivi çiviyi söker


* güçlü bir ş
ey kendisi güçlü olan baş
ka bir ş
eyle veya durumla etkisiz bı
rakı

r.

çivi gibi
* çok sağ
lam ve çevik (insan).
* çok soğuk.

çivi gibi olmak


* çok üş
ümek, donmak.

çivi kesmek
* çok üş
ümek.

çivi kestirmek
* çok üş
ütmek.

çivi kı
rmak
* ayakkabı
ları
n içinden çı
kan çivi uçları
nıbir âletle kesip raspa ile eğ
eleyerek köselenin içine gömmek.

çivi sokmak (veya sürmek)


* bir iş
in olması
nda engel, güçlük çı
karmak.

çivi yazı

* Eski Farsları
n, Medlerin ve Asurluları
n kullandı
ğıyazı
.

çivi yukarı
* Yağ
lıgüreş
te hasmıayakları
ndan yakalayı
p tepesi üstü diktikten sonra sı
rtı
nıyere getirerek yenme yolu.

çivici
* Çivi satan kimse.
* Topu sert olarak karş
ıalana dikine indiren oyuncu.

çivicilik
* Çivi yapı
p satma iş
i.

çividî
* Çivit renginde olan.

çivileme
* Çivilemek iş
i.
* Dimdik ve ayaküstü bir durumda (denize atlama).
* Topu karşıalana dikine indirmeye yarayan sert vuruş
.

çivilemek
* Bir ş
eyi bir yere çivi ile tutturmak, mı hlamak.
* Vurmak, öldürmek.
* Olduğu yerde hareketsiz bı rakmak.
* Aynınoktaya sürekli olarak bakmak.
* Sabitleştirmek, kesin olarak yerleş tirmek.

çivilenme
* Çivilenmek iş
i.

çivilenmek
* Çivi ile tutturulmak, mıhlanmak.
* Bir yerde hareketsiz kalmak.

çiviletme
* Çiviletmek iş
i.

çiviletmek
* Çivi çaktı
rmak.

çivili
* Çivisi olan.
* Çivi çakı larak yapılmı ş.
* Çivi ile bir yere tutturulmuş .
* Çeşitli spor oyunları nda giyilen bir ayakkabıtürü.

çivisiz
* Çivisi olmayan veya çivilenmemişolan.

çivisiz kalkan
* Vücudunda çivi yerine benekleri bulunan, eti çok lezzetli kalkan balı
ğıcinsi.

çivit
* Eskiden çivit otundan, bugün yapay yollarla elde edilen, mavi renkli, sarı

ğı
nıgidermek için çamaş
ırı
n son
suyuna karıştı

lan toz boya.

çivit mavisi
* Çivit rengindeki mavi.

çivit otu
* Baklagillerden, yaprakları
ndan çivit çı
karı
lan bitki türü (İndigofera).
* Turpgillerden, yapraklarından mavi boya çıkarılan bitki (İsalis tinctoria).

çivit rengi
* Bir tür koyu mavi renk.
* Bu renkte olan.

çivitleme
* Çivitlemek iş
i.

çivitlemek
* Çamaş
ırıçivitli suya sokup sarı

ğı
nıgidermek.

çivitlenme
* Çivitlenmek iş
i.
çivitlenmek
* Çivitlemek iş
ine konu olmak.

çivitli
*İ çinde çivit bulunan.
* Çivitli sudan geçirilmişolan (çamaş
ır).

çivitsiz
* Çividi olmayan veya çivitlenmemişolan.

çiy
* Havada buğu durumundayken akş
amı
n ve gecenin serinliğiyle yerde veya bitkilerde toplanan küçük su
damlaları
,şebnem.

çiyleme
* Hafif ve ince yağan yağ
mur, çisenti.

çiylemek
* Yağmur çiselemek.

çizdirme
* Çizdirmek iş
i.

çizdirmek
* Çizmek iş
ini yaptı
rmak.

çizecek
* Ağacıçizmeye yarayan, çember kesitli, ucu sivri ve ağ
aç saplıel aracı
.

çizelge
* Çizgilerle bölümlere ayrı
lmı
şkâğ
ıt, cetvel.

çizge
* Bir olayı
n çeş
itli durumları
nıgöstermeye veya birkaç ş
ey arası
nda karş
ılaş

rma yapmaya yarayan
çizgilerden oluş muşbiçim, grafik.

çizgi
* Çizilerek veya çeşitli yollarla oluşmuşiz, çizi, hat.
* Yüz ve vücut hatları nın her biri.
* Bir noktanı n yürütülmesiyle oluş an biçim.
* Temel.
* Bir durumdan baş ka bir duruma atlanan, geçilen yer, sı
nır.

çizgi çekmek
* bir noktayıhat biçiminde çeş
itli yönde uzatmak.
* bitirmek, sona erdirmek.

çizgi film
* Bir konuyla ilgili olarak kiş
ilerinin hareketlerini belirtecek yolda art arda çizilmişresimlerden oluş
an sinema
filmi.

çizgi ölçek
* Plân veya haritanı
n alt köş
esinde yatay bir çizgi ile gösterilen, harita üzerindeki uzunluğun gerçekte ne
kadar uzunluğa karş ılı
k olduğunu belirten ve bunun çizgi üzerinde iş aretlenmesiyle elde edilen ölçek.

çizgi resim
* Yalnı
z çizgilerle yapı
lmı
şresim.

çizgi roman
* Konuyu ve olaylar zincirini kesintisiz olarak resimleme yöntemiyle okuyucuya sunan anlatı
m tarzı
.
çizgileme
* Çizgilemek iş
i.

çizgilemek
* Çizgi çekmek, çizgi çizmek.

çizgilenme
* Çizgilenmek iş
i veya durumu.

çizgilenmek
* Çizgi meydana gelmek.

çizgileş
me
* Çizgileş
mek iş
i veya durumu.

çizgileş
mek
* Çizgi durumuna gelmek.

çizgili
* Üzerinde çizgi bulunan.

çizgilik
* Çizgi çizmeye yarar tahta, cetvel tahtası
.

çizginme
* Çizginmek iş
i veya durumu.

çizginmek
* Bir ş
eyin etrafı
nda dönüp durmak.
* Tereddüt etmek.

çizgisel
* Çizgi ile gösterilmiş
.

çizgisiz
* Üzerinde çizgi olmayan.

çizi
* Çizgi.
* Saban demirinin toprakta bı
raktı
ğıiz.
* Tutum, davranış.

çizici
* Çizen.
* Tarlada haş
haşkozalakları
nıafyon almak için çizen kimse.

çizicilik
* Çizicinin iş
i.

çizik
* Çizilmiş
.
* Çizgi.

çizik çizik
* Çizikle dolu.

çizikli
* Çizikleri olan.

çiziktirme
* Çiziktirmek iş
i.
çiziktirmek
* Çabucak çizmek.
* Baştan savma yazmak.

çizili
* Çizilmişolan.

çiziliş
* Çizilmek iş
i veya biçimi.

çizilme
* Çizilmek iş
i.

çizilmek
* Çizmek iş
ine konu olmak.

çizim
* Belli bir kurala göre ve genellikle yalnı
z cetvel ve pergel yardı
mıyla bir ş
eklin çizilmesi.

çizimci
* Çizim yapan kimse.

çizin çizin
* Çizgi durumunda, sı
rayla.

çizinti
* Ufak sıyrı
k.
* Bir yazı
da üzeri çizilen yer.

çiziş
* Çizmek iş
i veya biçimi.

çizme
* Koncu diz kapakları
na kadar çı
kan bir çeş
it ayakkabı
.

çizme
* Çizmek iş
i.

çizmeci
* Çizme yapan veya satan kimse.

çizmecilik
* Çizme yapma veya satma iş
i.

çizmeden yukarıçıkmak
* bilmediği, aklı
nın ermediğ
i, yetkisi dı
şı
ndaki bir iş
e karı
şmak.

çizmek
* Çizgi çekmek.
* Resmini yapmak, resmetmek.
* Çizgiler hâlinde belirtmek, desenini yapmak.
* Çizgi hâlinde berelemek.
* Geçersiz kı lmak için üzerine çizgi çekmek.

çizmeleri çekmek
* bir iş
e giriş
mek.

çizmeli
* Çizmesi olan.

çoban
* Davar, koyun, keçi, sı
ğı
r, manda sürülerini güdüp otlatan kimse.
* Bkz. Çulpan.

çoban aldı bağa gitti, kurt aldıdağa gitti


* malını, varlığınıbaş kalarıkullandı
, kendisine bir ş
ey kalmadı
.

çoban böreği
* Haşlanmışpatateslerin sütle püre hâline getirilmesi, malzemenin doğ
ranmı
şsoğanla kavrulması
, üzerine et
suyu, kı
yma ve nane eklenerek pişirilmesiyle hazı
rlanan börek.

çoban kebabı
* Taşkebabı
na benzeyen yoğ
urtlu et yemeği.

çoban köpeği
* Sürüyü koruyan iri cins köpek.

çoban kulübesinde padişah rüyasıgörmek


* içinde bulunduğu duruma uygun düş
meyen düş
ler kurmak.

çoban merhemi
* Terementi ve mum yağıile yapı
lmı
şyara merhemi.

çoban salatası
* Domates, salatalı
k ve biberler küçük küçük doğ
ranarak yapı
lan soğ
anlı
salata.

Çoban Yı
ldızı
* Venüs, Çulpan.

çobanaldatan
* Çobanaldatangillerden, kanatlarısivri, kuyruğ
u uzun bir kuştürü, keçisağan, dağkı
rlangı
cı(Caprimulgus
europeus).

çobanaldatangiller
* En iyi bilinen türü çobanaldatan olan, kuş
lar sı
nıfı
nın gök kuzgunumsular takı
mını
n bir familyası
.

çobançantası
* Turpgillerden, yemiş
leri torbayıandı
ran bir yaban bitkisi (Capsella bursa pastoris).

çobandağ
arcı
ğı
* Turpgillerden yabanî bir bitki, kuşekmeğ
i (Thlaspi).

çobandeğ neği
* Kara buğ
daygillerden, beyaz veya pembe çiçekli, yürek biçimi yapraklı
, otsu bir kı
r bitkisi (Polygonum
aviculare).

çobandüdüğ ü
*İ ki çeneklilerden, sap ve yaprakları
nda keskin bir koku ve acı
bir tat olan, nemli yerlerde yetiş
en bir bitki,
meyhaneci otu (Asarum europaeum).

çobanı
n gönlü olursa tekeden yağ(süt veya köremez) çı karı
r
* bir iş
i bitirecek kiş
i, isterse olmayacak gibi görünen iş
lere çözüm yolu bulur.

çobaniğnesi
* Itı
r çiçeğ
i cinsinden kokulu bir bitki (Geranium).

çobanlama
* Kı
r yaş
antı

nın ve özellikle çobanları
n aş
k ve yaş
ayı
şları
nıanlatan edebiyat türü, pastoral.

çobanlı
k
* Çoban olma durumu veya çobanı
n gördüğü iş
.
* Çobana verilen ücret.

çobanlı
k etmek
* çoban olarak çalı
şmak, hayvan gütmek.

çobanpüskülü
* Çobanpüskülügillerden, bir süs bitkisi (llex aquifolium).

çobanpüskülügiller
*İki çeneklilerden, örnek bitkisi çobanpüskülü olan bitki familyası
.

çobansüzgeci
* Yoğurt otu.

çobantarağı
* Maydanozgillerden, tarlalarda çok rastlanı
lan, beyaz çiçekli bir bitki (Scandix).

çobantuzluğu
* Sarı
çalı
.

çocuğ
u olmak
* çocuğ
u doğ
mak.

çocuğ
umsu
* Çocuksu.

çocuk
* Küçük yaş taki oğlan veya kız.
* Soy bakımı ndan oğ ul veya kız, evlât.
* Bebeklik çağıile erginlik çağ
ıarası ndaki gelişme döneminde bulunan insan.
* Genç erkek.
* Büyüklere yakı şmayacak biçimde düş üncesizce davranan kimse.
* (büyükler arasında daha az yaş lılar için) İ
nsan.
* (küçümseme yolu) Belli bir iş te yeteri kadar tecrübesi ve yeteneği olmayan kimse.

çocuk aldırmak
* (kadı
n) karnı
ndaki bebeğ
i hekime ameliyatla aldı
rmak.

çocuk bahçesi
* Çocukları
n gezinmesi, oyun oynaması
ve hava almasıiçin yapı
lmı
şbahçe.

çocuk bakıcı
* Bkz. çocuk bakı


.

çocuk bakıcı

* Çocuk bakı
mıile görevlendirilmişkı
z veya kadı
n.

çocuk bezi
* Bebeklerin altı
na bağ
lanan bez.

çocuk bilimci
* Çocuk bilimi uzmanı
, pedolog.

çocuk bilimi
* Konu olarak çocuğ
u alı
p her bakı
mdan inceleyerek özelliklerini belirten bilim, pedoloji.

çocuk dili
* Çocukları
n belli birtakı
m seslerden, basitleş
tirilmişkurallardan, örneklemelerden yararlanarak kullandı
kları
dil.

çocuk dünyaya getirmek


* çocuk doğurmak.

çocuk düşürmek
* (gebe kadı
n) çocuğ
unu vaktinden önce ve ölü olarak doğurmak, düş
ük yapmak.
çocuk gibi
* yetenekleri geliş
memiş , çocuk kalmı
ş.
* kolay kanar, kolay inanı r.

çocuk gibi sevinmek


* çok sevinmek.

çocuk iş
i
* Kolay veya önemsiz iş
.

çocuk kalmak
* büyümüşolması
na rağmen çocukça düş
ünceler taş
ıyı
p çocuk gibi davranmak.

çocuk olmak
* çocuklaş
mak.

çocuk oyuncağı
* Önem verilecek değ
erde olmayan.
* Kolay iş
.

çocuk oyuncağıhâline getirmek


* yeteneksiz kimseler karı
şarak bir iş
i değerinden düş
ürmek.

çocuk oyunu
* Çocukları n oynadığıoyun.
* Basit ve sı
radan bir olay veya durumun olmadı
ğı
nıifade etmek için söylenir.

çocuk peydahlamak
* (evli olmayan kadı
n) gebe kalmak.

çocuk ruhlu
* Çocuklara benzeyen bir iç dünyası
olan, çocuksu davranı
şları
olan.

çocuk yapmak
* (isteyerek) çocuğ
u olmak.

çocuk yetiş
tirmek
* çocuğu topluma yararlı
bir duruma getirmek.

çocuk yuvası
* Genellikle çalı
şan kadı
nları
n küçük çocukları
nısabah bı
rakı
p akş
am aldı
klarıbakı
m evi, kreş
.

çocukcağ
ız
* Kendisine karş
ışefkat ve acı
ma duyulan kı
z.

çocukça
* Çocuğ
a yakı
şı
r (biçimde), çocuk gibi.

çocukçu
* Çocuk sağ

ğıve hastalı
klarıdoktoru.

çocukla çocuk, büyükle büyük olmak


* içinde bulunulan yere veya çevredeki insanlara uymak.

çocuklar!
* arkadaş
lar!.

çocuklaş
ma
* Çocuklaş
mak iş
i.

çocuklaş
mak
* Çocuk gibi davranı
şlarda bulunmak.

çocuklaş

rma
* Çocuklaş

rmak iş
i.

çocuklaş

rmak
* Çocuklaş
ması
na yol açmak.

çocuklu
* Çocuğ
u olan.

çocukluğ
u tutmak
* çocuksu davranı
şlarda bulunmak.

çocukluk
* Çocuk olma durumu.
*İ nsan hayatı

n bebeklikle ergenlik arası
ndaki dönemi.
* Çocukça davranış.

çocukluk etmek
* çocukça davranı ş
larda bulunmak.
* gereği gibi düş
ünmeden tecrübesizce davranmak.

çocuksu
* Çocuk gibi, çocukça olan, çocuğa benzeyen.

çocuksuluk
* Çocuksu olma durumu.

çocuksuz
* Çocuğ
u olmayan.

çocuksuzluk
* Çocuksuz olma durumu.

çocuktan al haberi
* bir aile sorunu veya ailece gizli tutulan bir ş
ey, çocukları
n rastgele söyledikleri bir sözle anlaş
ıldı
ğı
nda
söylenir.

çoğ
alı
ş
* Çoğ
almak iş
i veya biçimi.

çoğ
alma
* Çok duruma gelme, artma.

çoğ
almak
* Azken çok olmak, çok duruma gelmek.

çoğ
altı

* Çoğ
altma iş
ini gerçekleş
tiren düzenek.

çoğ
altı
m
* Çoğaltmak işi.
* Ası
l kopya ile aynıözellikleri taş
ıyan yeni bir kopyayıtek iş
lemde elde etme.

çoğ
altı
ş
* Çoğ
altmak iş
i veya biçimi.

çoğ
altma
* Çoğaltmak iş
i.
* Çok duruma getirme, teksir.
çoğ
altma makinesi
* Özel bir kâğı
t üzerine yazı
lmı
şyazı
yıçoğ
altmaya yarayan makine, teksir makinesi, müstensih.

çoğ
altmak
* Miktarı
nı, sayı

nı, ölçüsünü artırmak.
* Çoğaltma makinesi kullanılarak sayı

nıartı
rmak, teksir etmek.

çoğ
u
* Çoğ u zaman, çok defa.
* Bir ş
eyin büyük bölümü.
* Çok kimse.

çoğ
u gitti, azıkaldı
* yapılmakta olan iş
in en önemli, en güç bölümü bitti, az ve önemsiz bölümü kaldı
.

çoğ
u kez
* Birçok kere, defalarca.

çoğ
u zarar, azıkarar
* "aşırı
ya kaçmamalı
" anlamı
nda kullanı

r.

çoğ
ul
* Kelimelerin belirli eklerle birden çok varlı
ğıveya kiş
iyi bildirme biçimi, çokluk: Ordular. Geldik. Evlerimiz
gibi.

çoğ
ul eki
* Çokluk eki.

çoğ
ul ekleri
* Çokluk ekleri.

çoğ
ulcu
* Çoğ
ulculukla ilgili olan, plüralist: Çoğ
ulcu görüş
.
* Çoğ
ulculuk yanlı sıolan (kimse), plüralist.

çoğ
ulculuk
* Çeş
itli eğ
ilimlerin, düş
üncelerin, yönetimde etkisini kabul eden siyasî yöntem, plüralizm.

çoğ
ullama
* Çoğ
ullamak iş
i.

çoğ
ullamak
* Çoğ
ul duruma getirmek.

çoğ
ullaş

rma
* Çoğ
ullaş

rmak iş
i.

çoğ
ullaş

rmak
* Bir kelimeyi çokluk ifade edecek biçime getirmek.

çoğ
ulluk
* Çoğ
ul olma durumu.

çoğ
umsama
* Çoğ
umsamak iş
i.

çoğ
umsamak
* Bir ş
eyin düş
ünülenden daha çok olduğ
u yargı

na varmak, çok görmek, çok bulmak.

çoğ
un
* Çok kez, sı
k sı
k, ekseriya.
çoğ
unca
* En çoğ
u, ekseri.

çoğ
unluk
* Sayı
üstünlüğ
ü, ekseriyet.

çoğ
unlukla
* Çoğ
unluğa dayanı
larak.
* Çoğ
u zaman,.çoğu kez.

çoğ
urcuk
* Sı
ğı
rcı
k kuş
unun baş
ka bir adı
, çekirge kuş
u (Suturnus vulgaris).

çok
* Sayı
, nicelik, değer, güç, derece vb. bakı
mı ndan büyük ve aş
ırıolan, az karş
ıtı
.
* Sayı
, güçlük, süre vb. bakı mı ndan aş ı


k bildirir.

çok anlamlı
* Çok anlamlı

kla ilgili olan.

çok anlamlılı
k
* Bir kelimenin birçok anlamlar bildirme niteliği.

çok ayaklı
lar
* Eklem bacaklıböceklerin, çı
yan gibi, her ekleminde bir veya iki çift ayağ
ıolan takı
mı.

çok çok
* En çok, en son, olsa olsa.

çok düzlemli
* Birkaç düzlemin birbirini kesmesiyle oluş
muş(açı
).

çok eş
li
* Aynızamanda birçok kadı
nla evli olan (erkek) veya birçok erkekle evli olan (kadı
n), poligram.

çok eşlilik
* Karıveya kocadan herhangi birinin birden çok sayı
da olması
nın toplumsal olarak onayladı
ğıevlilik biçimi,
poligami.

çok fazlı
* Birden çok fazıbulunan (akı
m, sistem).

çok geçmeden
* kı
sa bir süre sonra.

çok gelmek
* gereğinden fazla olmak.
* çekilmez ve katlanılmaz olmak.

çok görmek
* esirgemek.
* bir kimsenin bir davranı
şı
nıyadı
rgamak.

çok gözeli
* Bkz. çok hücreli.

çok hücreli
* Yapı

nda birden çok hücre bulunan (hayvan veya bitki).

çok hücreliler
* Yapı sı
nda birden çok hücre bulunan bitki ve hayvanlar.
çok karı

* Bkz. çok eş
li.

çok karı lı

k
* Bir erkeğin kanunî olarak aynızamanda iki veya daha çok sayı
da kadı
nla evli olabildiğ
i evlilik biçimi,
polijini.

çok katlı
otopark
* Katları
nda araç park yerlerinin bulunduğu bina.

çok kı
sa dalga
* 2.9 m'den 3.4 m'ye kadar (104 megahertze kadar) olan radyo dalgaları
.

çok kocalı
* Çok karı

.

çok kocalılı
k
* Çok karı


k.

çok ortaklı
* Birçok ortaktan oluş
an (ş
irket), anonim.

çok partili
* Birden fazla partinin katı

mıile yaş
anan siyasî hayat.

çok seslendirilmiş
* Çok sesli duruma getirilmiş
.

çok sesli
* Çok seslilikle ilgili, polifonik.
* Dilde birçok sesi bildiren (harf), polifonik.
* Birçok değ işik sesin bir araya gelmesiyle yapı
lan (müzik), polifonik.

çok seslilik
* Birçok sesi müziğ e uygun olarak yazma sanatı, polifoni.
* Dilde bir harfin birden çok sesi karş
ılamasıniteliğ
i, polifoni.

çok söylemek
* gevezelik etmek.

çok sözlü
* Tatlıdilli, konuş
kan.

çok ş
ey!

aşma anlatı
r.

çok ş
ükür!
* Tanrı
'nı
n verdiğ
i nimetlerden hoş
nutluğu anlatı
r.

çok tanrı

* Birden çok tanrı
nın varlı
ğınıbenimseme.

çok tanrı


k
* Birçok tanrı
nın varlı
ğıdüş
üncesini benimseyen inanç, politeizm, paganizm.

çok tası
m
* Birinin vargı
sıötekine öncül olmaya yaramak yoluyla birbirine bağlıbulunmayan birçok tası
mdan oluş
muş
kanıt.

çok terimli
* Araları
nda artı
(+) veya eksi (-) iş
areti bulunan birçok terimden oluş
an cebir ile ilgili anlatı
m.
çok uluslu
* (sanayi veya ticaret için) İ
ki veya daha çok ulusla ilgili olan; çeş
itli ulusları
n katı
ldı
ğıortaklı
k.

çok yanlı(veya yönlü)


* ikiden çok yanıolan.
* birçok konuda bilgi ve çalı
şmasıolan.

çok yı
llı
k
* Yıllarca toprak üstünde ve toprak altı
nda canlı lı
ğı
nısürdürebilen bitki.
* Çiçek açmadan önce birçok yı l yaş
ayan (bitki).

çok yüzlü
* Bütün yüzleri birer çokgen olan ş
ekil.

çokal
* Savaş
larda giyilen zı
rh.

çokbilmiş
* Her ş
eye aklıeren, zeki, akı
llı
.
* Çı
karınıbilen, kurnaz.

çokbilmiş
lik
* Çok bilmişolma durumu.

çokbilmiş
lik taslamak
* kendini çokbilmişgibi göstermek.

çokça
* Çok olarak.
* Aşı
rı, fazla.

çokçu
* Çokçuluk öğretisini benimseyen (kimse), plüralist.

çokçuluk
* Gerçekçiliğ
in açı
klanması
nda birden çok ilkenin temelde bulunduğ
u kabul eden öğretici, bircilik karş
ıtı
,
plüralizim.

çokgen
* Açıoluş
turacak biçimde dörtten çok kenardan oluş
an kapalıdüzlem.

çokları
* Birçoğu.

çokları
nca
* Birçok kimselerce, birçok kimse tarafı
ndan.

çokluk
* Sayı veya ölçü yönünden çok olma durumu, kesret, ekseriyet.
* Çoğ unluk.
* Sık sık, çokça, çok kez, çoğu.

çokluk eki
* Getirildiğ
i kelimenin birden çok olduğunu anlatan ek.

çoklukla
* Genellikle.

çokrağ
an
* Gür kaynak.

çokrama
* Çokramak iş
i.

çokramak
* Fı

r fı
kır kaynamak.

çoksamak
* Çok görmek.

çoktan (veya çoktandı


r)
* çok zaman önce, çok zamandan beri, öteden beri, uzun süreden beri.

çolak
* Eli veya kolu sakat olan.

çolaklı
k
* El veya kol sakatlı
ğı
.

çolpa
* Ayağısakat olan.
* Beceriksiz, eli iş
e yakı
şmayan, acemi.

çolpalı
k
* Çolpa olma durumu.

Çolpan
* Bkz. Çulpan, Venüs.

çoluk çocuğa karı ş


mak
* evlenip çocuklarıdünyaya gelmek.

çoluk çocuk
* Çocuklarla birlikte aile topluluğ
u.
* Bir iş
te gereken tecrübeyi kazanmamışyaş
ça küçük kimseler, gençler.

çoluk çocuk elinde kalmak


* tecrübesiz, çok genç kiş
ilerin eline geçmek.

çoluk çocuk sahibi olmak


* (erkek) evlenip eş
i ve çocuklarıolmak.

çoluklu çocuklu
* Çoluk çocuğ
u olan.

çomak
* Değnek.

çomak sokmak (veya koymak)


* Bkz. tekerine çomak koymak.

çomaklama
* Çomaklamak iş
i.

çomaklamak
* Çomakla vurmak.

çomar

ri köpek, çoban köpeğ
i.

çopra
* Balı
k kılçığı
.
* Sı
k çalı
lık veya sazlı
k.
çopra balı
ğı
* Kayalı
klarda yaş
ayan, iri bı

klıbir tatlısu balı
ğı(Cobitis).

çopur
* Yüzü çiçek hastalı
ğı
ndan kalma küçük yara izleri taş
ıyan, aş
ırıçiçek bozuğu olan (kimse).

çopurina

zmarite benzer bir balı
k.

çopurlaş
ma
* Çopurlaş
mak iş
i.

çopurlaş
mak
* Çopur duruma gelmek.

çopurlaş

rma
* Çopurlaş

rmak iş
i.

çopurlaş

rmak
* Çopur duruma getirmek.

çopurluk
* Çiçek bozuğ
u olma durumu.

çor
* Hastalı
k, dert.
* Sı
ğı
r vebası .

çorak
* Bitkisi iyi olmayan veya hiç bitki vermeyen, verimli olmayan.
* (su için) Acı .
* Toprak damlara çekilen su geçirmeyen killi toprak.
* Bazıtoprakları n yüzünde beyaz bir katman durumunda toplanan ve eskiden barut yapmakta kullanı
lan
potaslı
, sutlu tuz.
* Verimsiz, kı sır, bakı
msı
z, yoksul.

çoraklaş
ma
* Çoraklaş
mak iş
i.

çoraklaş
mak
* Çorak duruma gelmek.

çoraklaş

rma
* Çoraklaş

rmak iş
i.

çoraklaş

rmak
* Çorak duruma getirmek.

çoraklı
k
* (toprak için) Verimli olmama durumu.
* (su için) Acılı
k.

çorap
* Çeş
itli ipliklerden örülen, ayağ
a giyilen giyecek.

çorap kaçmak
* çorabı
n bir teli kopup örgüsü uzunlaması
na açı
lmak.

çorap örmek
* Bkz. baş
ına çorap örmek.

çorap söküğ
ü gibi gitmek (veya gelmek)
* baş
layan bir işveya birbirine bağlıbirçok işarka arkaya ve kolayca sürüp gitmek.

çorapçı
* Çorap ören veya satan kimse.

çorapçı

k
* Çorap yapma işi.
* Çorap alı
p satma iş
i.

çorba
* Sebzeyle veya etle hazı
rlanan sı
cak, sulu içecek.

çorba etmek
* karı
ştı
rmak.

çorba gibi
* pek sulu (yemek).

çorba içmeye çağırmak


* yemek yemeye çağı
rmak.

çorba kaş
ığı
* Yemek yerken kullanı
lan tatlıkaş
ığı
ndan büyük kaş
ık.

çorba olmak
* Bkz. çorbaya dönmek.

çorba tabağı
* Çorba konmak için yapı
lan özel tabak.

çorbacı
* Çorba piş irip satan kimse.
* Taşrada halkı n Hristiyan ileri gelenlerine verdiğ
i unvan.
* Yeniçerilerde bir birlik komutanı .
* Tayfaların gemi sahibine verdikleri ad.

çorbacı

k
* Çorba piş
irip satma iş
i.

çorbada tuzu (veya maydanozu) bulunmak


* bir işveya görevde az da olsa emeği geçmişolmak.

çorbalı
k
* Çorba piş
irmeye yarar.

çorbaya dönmek
* karmakarı
şı
k duruma gelmek, içinden çı
kılmaz bir durum almak.

çorbaya sinek düş mek


* iş
in tadıkaçmak, yeteri kadar iyi ve güzel olmadı
ğıanlaş
ılmak.

çorlu
* Hastalı
klı
, dertli.

çorman
* Bkz. karman çorman.

çotanak
* Üzerinde birçok fı
ndı
k bulunan dal.

çotira
* Çotiragillerden, dikenli, sert pullu, kı
sa ve geniş
, siyaha yakı
n esmer bir balı
k (Balistes capriscus).
çotiragiller
* Örnek hayvanıçotira olan kemikli balı
klar familyası
.

çotra
* Ağaçtan yapı
lmı
şküçük su kabı
.

çotuk
* Dış
arda kalmı şağaç kökü.
* Kesilen ağacı
n topraktan yukarı
da kalan bölümü.
* Asma kütüğ ü, tevek.

çöğ
dürme
* Çöğ
dürmek iş
i.

çöğ
dürmek
*İ şemek.
*İ leri doğ
ru fı
şkı
rtmak.

çöğ
mek
* Alçalmak, aş
ağı
ya inmek.

çöğ
üncek
* Dayanma noktasıortada olan kaldı
raç, tahterevalli.

çöğ
ünme
* Çöğ
ünmek iş
i.

çöğ
ünmek
* Bir yanıinerken öbür yanıkalkmak.

çöğ
ür

ri gövdeli, kı
sa saplıbir tür halk sazı
.

çöğ
ür
* Maydanozgillerden bir çeş
it dikenli yaban bitkisi.
* Tohumdan yetiş mişküçük fidan.

çöğ
ürcü
* Çöğ
ür (I) çalan kimse.

çökek
* Çukur yer.
* Bataklı
k, sazlı
k.

çökel
* Taş
an bir suyun çekildikten sonra bı
raktı
ğıtortu.
* Çökelti, rüsup.

çökelek
* Yağıalınmı
şsüt veya yoğurdun kaynatı
lması
yla elde edilen bir çeş
it peynir, kesik, ekş
imik.
* Tortu.

çökelekli

çinde çökelek bulunan, çökeleğ
i olan.

çökelge
* Bataklı
k, su kenarı
, balçı
k.

çökelme
* Çökelmek iş
i.
çökelmek
* (bir sı

nın içinde erimişolan katı
bir madde) Bir ayı
racı
n yardı
mıyla sı
vıdibine çökmek, teressüp etmek.

çökelti
* Bir çökelme sonunda bir sı

nın dibine çöken katımadde, rüsup.

çökeltme
* Çökeltmek iş
i.

çökeltmek
* Çökelmeye uğ
ratmak, çökelmesini sağlamak.

çökermek
* Çökmesini sağ
lamak.

çökertme
* Çökertmek iş i veya durumu.
* Bir tür halk oyunu.
* Bkz. cep.

çökertme
* Deniz dibine indirilerek üstüne balı
klar geldiğinde köş
elerinden çekilip kaldı

lan ağ
.

çökertmek
* Çöktürüp oturtmak.
* Bulunduğu yerde yere yı
kmak.
* Moral bozmak, dağınıklı
ğa yol açmak.

çökkün
* Çökmüşolan.
* Vücut, akı
l ve ruhça gücü azalmı
şolan.

çökkünleşme
* Çökkünleş
mek iş
i.

çökkünleşmek
* Çökkün duruma gelmek.

çökkünlük
* Çökkün olma durumu.

çökme
* Çökmek işi, inhitat.
* Bir kı

m yerin alttan yı
kılarak alçalması
.

çökmek
* Bulunduğ u düzeyden aş ağıinmek, çukurlaş mak.
* Üzerinde bulunduğ u yere yıkılmak.
* Çömelmek.
* Oturmak, birdenbire oturmak.
* (deve, sığı
r vb. için) Olduğu yere oturmak.
* (şakak, avurt vb. için) İçeri doğru girmek, çukurlaş
mak.
*İ nerek kaplamak.
* (tortu) Dibe inmek.
* Sarsılı
p dinçliğini yitirmek.
* Son bulmak, yı kılı
p dağı lmak.
* (duygu, durum vb.) Basmak, yayı lmak.
* Yoğun bir biçimde duymak.

çöktürme
* Çöktürmek iş
i.
çöktürme havuzu
* Pis suyu temizleme döş
emelerine, yabancımaddelerin çöktürüldüğü havuz.

çöktürmek
* Çökmesine yol açmak, çökmesine sebep olmak.

çökük
* Çökmüş
, çukurlaş
mış
, içeri çekilmiş
.

çöküklük
* Çökük olma durumu.

çöküm
* Çökme biçimi, inhitat.

çöküntü
* Çökme.
* Çöken ş eylerin kalı
ntısı, enkaz.
* Suyun dibine çöken ş eyler.
* Jeolojik bir olay sonunda oluş an toprak çöküklüğ
ü.
* Uyaranlara karş ıduyarlığı n, işyapabilme gücünün, kendine güvenin azalarak karamsarlı
ğın, umutsuzluğ
un
güçlenmesiyle ortaya çıkan aklî bozukluk, depresyon.
* Gerileme, kriz.

çöküntü hendeğ i
* Yer kabuğunun birbirine parelel olarak uzanan kı

klarıveya basamaklıkı

k dizileri arası
ndaki çökmüş
bölümü, yer çöküntüsü.

çöküş
* Çökmek işi veya biçimi, inhitat.
* Yıkı
lma.
* Çömelip yere oturuş .
* Son bulma, mahvolma, inhitat.

çöküş
me
* Çöküş
mek iş
i.

çöküş
mek
* Bir ş
eyin baş
ına çöküp toplanmak.

çöl
* Kumluk, susuz ve ı
ssı
z genişarazi, sahra.

çöl tavuğ
u

çöl tavuğ
ugiller
* Omurgalı
lardan çöllerde yaş
ayan, uzun gövdeli, çarpı
k bacaklı
kuş
lar takı
mı(Ptero clidae).

çöle dönmek
* harap olmak, bozulmak.

çölleş
me
* Çölleş
mek iş
i.

çölleş
mek
* Özlü toprağıakı p çöl durumuna gelmek.
* Verimsiz hâle gelmek.

çölleş
tirme
* Çölleş
tirmek iş
i veya durumu.

çölleş
tirmek
* Çöl durumuna getirmek.

çöllük
* Çölü çok olan.
* Çorak.

çömçe
* Tahta kepçe.

çömeliş
* Çömelmek iş
i veya biçimi.

çömelme
* Çömelmek iş
i.

çömelmek
* Dizlerini bükerek topukları
üzerine oturmak.

çömeltme
* Çömeltmek iş
i veya durumu.

çömeltmek
* Çömelmek iş
ini yaptı
rmak.

çömez
* Medreselerde müderrisin hizmetine bakan ve ondan ders alan öğ
renci.
* Birinin kendi iş
ini öğreterek yetiş
tirdiği kimse.

çömezlik
* Müderrisin yanında öğ
rencilik etme.
* Birinin sözünden çı
kmama, davranı ş ları
na uyma durumu.

çömlek
* Toprak tencere.

çömlek hesabı
* Basit ve güvenilmez hesap.

çömlek kebabı
* Çömlek içinde piş
irilen et yemeğ
i.

çömlekçi
* Çanak, çömlek, testi yapan veya satan kimse.

çömlekçilik
* Çanak, çömlek, testi gibi ş
eyler yapma sanatı
, seramikçilik.

çömlekleme
* Çömleklemek iş
i.

çömleklemek
* Çömlek iş
ine konu olmak.

çömmek
* Çömelmek.

çöngül
* Ufak bataklı
k, çamurlu küçük göl.

çöp
* Saman inceliğ inde herhangi bir sap, dal veya tahta parçası.
* Yararsı
z, pis veya zararlıolduğu için atılan ufak tefek şeylerin hepsi.
çöp arabası
* Süprüntülerin, atıkların taş
ındığı araba.
*İ şe yaramaz, değ ersiz, kaba saba kimse.

çöp atlamaz
* gözünden hiçbir ş
ey kaçmayacak kadar titiz ve dikkatli (olan), aldatı
lamaz.

çöp gibi
* çok ince, zayı
f.

çöp kebabı
* Kı
sa ve ince ağaç ş
işlere geçirilerek piş
irilen et kebabı
.

çöp kovası
* Bkz. çöp torbası
, çöp sepeti.

çöp sepeti
* Büro ve evlerde çöpleri, atı
klarıkoymaya yarayan kap.

çöp tenekesi
* Çöplerin içinde toplandığıbüyük kap.
* Çöplük.
*İ şe yaramayan, kötü, berbat (ş
ey).

çöp torbası
* Evlerde içine çöplerin konduğ
u kâğı
t veya plâstik torba.

çöpçatan
* Kimin kiminle evleneceğini önceden kararlaş


p gerçekleş
tirdiğ
ine inanı
lan manevî güç.
* Evlenmelerde aracılı
k eden kimse.

çöpçatanlık
* Çöpçatanı
n iş
i.

çöpçü
* Evlerden çöpleri toplayan veya sokaklarısüpüren temizlik iş
çisi.

çöpçülük
* Çöpçünün yaptı
ğıiş
.

çöpe dönmek
* çok zayı
flamak.

çöpleme
* Düğ ün çiçeğ igillerden, kökleri iç sürdürücü olarak kullanı
lan, kara çöpleme, yeş
il çöpleme ve sarı
çöpleme
gibi türleri olan bir bitki, marulcuk (Helleborus).

çöplenme
* Çöplenmek iş
i.

çöplenmek
* Çeşitli yiyeceklerden azar azar yemek.
* Kendine açı ktan ufak tefek çı
karlar sa ğ
lamak.

çöplü
* (üzüm vb. için) Sapıolan.
* Çöple, süprüntüyle karışmış
.

çöplüğ
ü
* her türlü yetkinin sı
nırsı
zca kullanı
ldı
ğıyer.
çöplüğ
ü
* her türlü yetkinin sı
nırsı
zca kullanı
ldı
ğıyer.

çöplük
* Çöplerin atı
ldı
ğıyer, süprüntülük, mezbele.

çöplük horozu
* Güzeli, çirkini ayı
rt etmeyen kadı
n düş
künü erkek.

çöplükçü
* Çöplükleri satı
n alarak iş
e yarar madde ve malzemeleri yeniden değ
erlendirme için hazı
rlayan kimse.

çöplükçülük
* Çöplükçünün iş
i.

çöpsüz
* Çöpü olmayan.

çöpsüz üzüm
* Kusursuz ve uygun ş ey.
* Birlikte yaş
ayacak yakı
nlarıolmayan eş
.

çöpten çelebi
* çok zayı
f, güçsüz kiş
i.

çör çöp
* Bkz. çer çöp.

çördek
* Gabya mantileri üzerine bağ
lanan palanga, flok ve yan yelkenleri kandilisası
.

çöre otu
* Bkz. çörek otu.

çörek
* Az yağlı, bazen şekerli ve yumurtalı
, gevrekçe bir hamur iş
i.
* Bir gök cisiminin tekerlek biçiminde görülen yüzü, kurs.

çörek mantarı
* Ormanlı
k alanlarda yetiş
en bir mantar.

çörek otu
* Düğün çiçeğ
igillerden bir bitki ve bunun çöreklere çeş
ni katmak için ekilen, susam iriliğindeki siyah
tohumu (Nigella damascena).

çörekçi
* Çörek yapan veya satan kimse.

çörekçilik
* Çörek yapı
p, satma iş
i.

çöreklenme
* Çöreklenmek iş
i.

çöreklenmek
* (yı
lan için) Halka durumunda kı vrı

p toplanmak.
* Sürekli kalmak, yerleş
mek.
* Bir duyguyu güçlü ve sürekli olarak duymak.

çöreklik
* Çörek yapmaya elveriş
li olan, çörek için ayrı
lmı
şolan.
çörkü
* Sayı
boncuğ
u, abaküs.

çörten
* Dam çevresindeki yağ
mur suları
nıoluklardan alı
p duvar temelinden uzağ
a akı
tan, saçak kenarları
ndan

şarı
doğ
ru uzanmışağaç oluk.

çörten gibi
* oluk gibi, çok gür bir biçimde.

çörtü
* Değirmende buğ
day teknesi oluğu.

çöven
* Kökü ve dalları
, suyu sabun katı
lmı
şgibi köpürten, kir temizleyici bir bitki, sabun otu, helvacı
kökü
(Saponaria officinalis).
* Çevgen.

çöz
* Bumbar, bağı
rsak.
* Bumbarın yağı
.

çözdürme
* Çözdürmek iş
i.

çözdürmek
* Çözmek iş
ini yaptı
rmak.

çözelti
* Çözülme sonucu ortaya çı
kan madde.

çözgü
* Dokumacı

kta atkı
ları
n geçirildiğ
i uzunlaması
na ipler, arı
ş.

çözgün
* Çözülmüş , dağılmı
ş.
* (kar, buz için) Erimeye baş
lamı
ş, yumuş
amı
ş.

çözgünlük
* Çözgün olma durumu.

çözme
* Çözmek iş i.
* El tezgâhlarında dokunan, genellikle yatak, yorgan çarş
afıyapmakta kullanı
lan ince bez.

çözmek
* Düğ ümlü, bağlıveya sarılıbir şeyi açmak.
* Düğ meyi iliğinden açmak.
* (saç için) Açmak.
* Çözgü ipini tezgâha yerleş tirmek.
* (bulmaca, sorun vb. için) Bilinmeyen, gizli noktası
nıbulup onu açı klamak.
* Bir problemde aranan sonucu, belli ögeler yardı mıyla ortaya çı
karmak, halletmek.
* Bir maddeyi bir çözücüde çözündürmek, onun çözeltisini yapmak.

çözücü
* Çözmek işini yapan.
* Baş
ka bir maddeyi çözmek özelliğ
i olan.

çözük
* Çözülmüşolan.

çözülme
* Çözülmek iş i.
* Savaş ta, gerideki savunma hattı na çekilmek isteyen birliğ
in düş
mandan sı
yrı
lması
.
* Bir sesin boğumlanması ndan sonra organları n eski duruma geçmesi.
* Kiş ilik veya karakter gibi bir bütünde birliğ
in bozulmasıdurumu.

çözülmek
* Çözmek iş ine konu olmak.
* Gevş eyip yumuş amak, erimeye baş lamak.
* Birliğini, beraberliğini yitirmek, dağ
ılmak, parçalanmak.
* Gevş emek, güçsüz kalmak.
* Dağı lmak, çökmek.

çözülüm
* Çözülmek iş i, dağılı
m, bozgun.
* Sinir merkezleri arası
ndaki işbirliği ve uyumun bozulup kesilmesi.

çözülüş
* Çözülmek iş i veya biçimi.
* Eriyerek gevş eme.
* Dağı lı
ş .
* Yıkılış
.

çözüm
* Bir sorunun çözülmesinden alı nan sonuç, hal.
* Bir denklemde bilinmeyenlerin yerine konulunca o denklemi gerçekleş tiren sayıveya sayı
lar.
* Bir problemi çözmek için verilenler üzerinde yapı
lacak iş
lemlerin gösterilmesi.

çözüm yolu
* Bir güçlüğü giderme çaresi.

çözümcü
* Çözüm getiren kimse.

çözümleme
* Çözümlemek iş i.
* Herhangi bir konunun, bir nesnenin düş üncede veya gerçeklikte kurucu parçaları na ayrılmak yoluyla
yapısının, iş
leyişinin ve geliş im yasaları
nın ortaya konmasıiş lemi.
* Bir cümledeki kelimelerin hangi kelime türünden oldukları nıveya özne, tümleç, yüklem görevlerinden
hangisinde bulundukları nıbelirtme, tahlil.
* Bir maddenin birleş imindeki yalın cisimlerin niteliğini veya niceliğini anlamak için yapılan iş
lem, tahlil,
analiz.
* Bir sayıyıonluk ve birliklerine ayı rıp, yazmak.
* Bir metni belirli yöntemlere bağ lıkalarak gözden geçirme, tahlil.

çözümlemek
* Çözümleme yoluyla bir şeyi incelemek, tahlil etmek, analiz etmek.
* Anlamıve niteliğ
i anlaş
ılamayan bir konuyu açı kladı
ktan sonra sonuca bağlamak, tahlil etmek, analiz
etmek.

çözümlemeli
* Çözümlemeye dayanan, çözümle ilgili, tahlil, analitik.

çözümleniş
* Çözümlenmek iş
i veya biçimi.

çözümlenme
* Çözümlenmek iş
i.

çözümlenmek
* Çözümlenmek işine konu olmak.
* Onluk sayma düzeninde, sayı
lar basamak değ
erlerine ayrı
larak yazı
lmak.
çözümleyici
* Çözümlemek iş
ini yapan kimse.

çözümleyiş
* Çözümlemek iş
i veya biçimi.

çözümsel
* Çözümle ilgili, tahlilî, analitik.

çözümsüz
* Çözümü olmayan.

çözümsüzlük
* Çözümü olmama durumu.

çözündürme
* Çözündürmek iş
i.

çözündürmek
* Çözünmesini sağ
lamak.

çözünme
* Çözünmek iş i.
* Bir sı
vıile karı ş
an katı
, sı
vıveya gaz durumundaki bir maddenin bu sı
vıiçinde homojen bir bütün
oluş
turacak biçimde karı ş ması.

çözünmek
* Çözülmek iş
ine konu olmak, dağı
lmak, erimek.

çözüntü
* Çözülme, dağ
ılma durumu.

çözüş
* Çözmek iş
i veya biçimi.

çözüş
me
* Çözüş
mek iş
i.

çözüş
mek
* (bir ş
eyi oluş
turan ögeler) Birbirinden ayrı
lmak.

çözyağ
ı
* Karı
n boş
luğundaki sindirim organlarıüzerinde bulunan ve onları
n üzerinden sı
yrı
larak veya kesilerek
alı
nan yağ
.

-çu
* Bkz. -cı
/ -ci.

çubuğunu tüttürmek
* üzüntüsüz, kaygı

z yaş
amak.

çubuk
* Körpe dal.
* Değnek biçiminde ince, uzun ve sert olan ş ey.
* Tütün içmek için kullanılan uzun ağ ızlık.
* Kumaş ta düz çizgi.
* Ana direkler üzerine sürülen ikinci ve üçüncü direk parçası
.

çubuk ağ
acı
* Sütleğ
engillerden, içi delik olan dallarıçubuk gibi kullanı
lan bir ağaçcı
k (Mabea).

çubuk makarna

nce, uzun, çubuk biçiminde dökülmüşve fı

nlanmı
şmakarna.

çubuk odası
* Bkz. çubukluk.

çubukçu
* Çubuk yapı p satan kimse.
* Saraylarda ve büyük konaklarda tütün çubukları
nıhazı
rlayan kimse.

çubuklama
* Çubuklamak iş
i.

çubuklamak
* Halı
, kilim gibi örtülerin tozunu temizlemek veya ş
ilte, pamuk gibi ş
eyleri kabartı
p düzeltmek için
üzerlerine değnekle vurmak.

çubuklu
* Çubuğu olan.
* (kumaş
ta) Uzunlaması
na çizgili.

çubukluk
* Çubuk saklanan uzun dolap.

çubuksuz
* Çubuğ
u olmayan.

çucu
* Semerci.

çuha
* Tüysüz ince, sı
k dokunmuşyün kumaş
.

çuha çiçeğ i
*İ ki çeneklilerden, çok yı
llı
k, değiş
ik renkli çiçekleri ve rozet yapraklarıolan, dere kenarları
nda da yetiş
en bir
süs bitkisi.

çuha çiçeğigiller
*İ ki çeneklilerden, örneğ
i çuha çiceğ
i olan bir bitki familyası
.

çuhacı

k
* Çuha dokuma iş
i.

çuhadar
* Bir dairenin dı
şardaki ayak iş
lerine bakan kimse.

çuhadarlı
k
* Çuhadarı
n iş
i.

çuhalı
* Çuhasıolan.

çuhçuh
* (çocuk dilinde) Tren.
* Lokomotifin çalı şı
rken çı
kardı
ğıses.

çuka
* Akdeniz, Marmara ve Karadeniz'de yaş
ayan tekirlerin irisi.

çukur
* Çevresine göre aş
ağı çökmüşolan (yer).
* Çene ve yanaktaki gamze.
* Sin, mezar.
çukur açmak
* toprağ
ıkazarak çukur yapmak.

çukura düşmek
* kötü ve uygunsuz bir duruma girmek.

çukurlanma
* Çukurlanmak iş
i.

çukurlanmak
* Çukur durumuna girmek veya çukurlu olmak.

çukurlaş
ma
* Çukurlaş
mak iş
i.

çukurlaş
mak
* Çukur duruma gelmek.

çukurlatma
* Çukurlatmak iş
i.

çukurlatmak
* Çukur durumuna getirmek veya çukurlu yapmak.

çukurlu
* Çukuru olan.

çukurluk
* Çukur olma durumu.
* Çukur yer.

çukurunu kazmak
* birinin felâketine yol açacak bir düzen kurmak.

çul
* Genellikle kı ldan yapı
lmı
şkaba dokuma.
* Kıldan veya yünden yapı lmı
şhayvan örtüsü.
* Giyim, giysi.

çul çaput
* Dokunmuşeski eş ya veya eski giysi.
* Her türlü dokunmuşkumaş .

çul tutmaz
* giysi ve mal değ
eri bilmeyen, derbeder, serseri, avare (kimse).

çulcu
* Çul iş
leriyle uğ
raş
an kimse.

çulha
* El tezgâhı
nda bez dokuyan kimse.

çulha kuş
u
* Bir iskete türü (Parus pendulinus).

çullama
* Çullamak iş i.
* Tavş an ve kuzu eti ile kı
zartı
lmı
şhamur yemeği.

çullamak
* Hayvana çul örtmek.
* Fı
rtı
nalıdenizde dalgalar güverteye su atmak.

çullandı
rma
* Çullandı
rmak iş
i veya durumu.

çullandı
rmak
* Çullanması
na sebep olmak.

çullanı
ş
* Çullanmak iş
i veya biçimi.

çullanma
* Çullanmak iş
i.

çullanmak
* Alta almak için birinin üzerine abanmak.
* Birini bezdirecek, bıktıracak kadar tedirgin edici olmak.

çulluk
* Çullukgillerden, Avrupa, Asya ve Kuzey Afrika'da yaş ayan, 32 cm uzunluğunda, tüyleri kahverengi ve kül
rengi, göçebe, eti için avlanan, uzun gagalıbir kuş
, bekas (Scolopax rusticola).

çullukgiller
* Yağmur kuş
ları
nın örnek hayvanıçulluk ve batak çulluğu olan alt familyası
.

Çulpan
* Venüs.

çulsuz
* Çulu olmayan.
* Varlı
ksız, parası
z.

çultar
* Eyerin veya palanı
n üzerine örtülen kilim, halıgibi örtü.

çultarı
* Bkz. çultar.

çulu düzmek (veya düzeltmek)


* giyimi kuş
amıyenilemek.
* maddî durumu iyileşmek.

çupra
* Bkz. çopra.

çupra balı
ğı
* Çipura.

çurçur
* Lâpina familyası
ndan, eti pek sevilmeyen, küçük bir deniz balı
ğı(Crenilabrus).
* Önemsiz, değersiz.

çurlatma
* Çurlatmak iş
i veya durumu.

çurlatmak
* Hı
zla, hı
zlandı
rmak.

çuş
ka
* Acıbiber, kı
rmı
zıbiber.

çuval
* Pamuk, kenevir veya sentetik iplikten dokunmuşbüyük torba.
* Bir çuvalı
n alabileceği miktar.

çuval gibi
* kaba ve seyrek (kumaş
) veya bol ve ütüsüz (giysi).

çuvalcı
* Çuval yapan veya satan kimse.
* Tarı
m iş lerinde ürünü çuvallara dolduran kimse.

çuvalcı

k
* Çuval yapı
p satma iş
i.
* Ürünü çuvala doldurma iş
i.

çuvaldı
z
* Çuval gibi dokumalar dikmekte kullanı
lan, ucu yassıve eğ
ri, büyük iğne.

çuvallama
* Çuvallamak iş
i veya durumu.

çuvallamak
* Çuvala doldurmak.
* Baş
aramamak.

çuvallanma
* Çuvallanmak iş
i veya durumu.

çuvallanmak
* Çuvallamak iş
ine konu olmak.

çuvallatma
* Çuvallatmak iş
i veya durumu.

çuvallatmak
* Çuvallaması
nısağlamak.

çuvallı
* Çuvallanmı
şveya çuvalıolan.

çuvalsı
z
* Çuvalıolmayan veya çuvallanmamı
ş.

Çuvaş
*İ dil ı
rmağıkı yı
sındaki Çuvasistan Federe Cumhuriyeti'nde oturan, Türk soyundan bir halk veya bu halkı
n
soyundan olan kimse.
* Çuvaş lara özgü olan.

Çuvaş
ça
* ÇuvaşTürkçesi.

-çü
* Bkz. -cı
/ -ci.

çük
* Erkeklik organı
.

çükündür
* Pancar.

çükür
* Bir yüzü balta, bir yüzü kazma olan araç.
çünkü
* Şundan dolayı
,şu sebeple.

çürüğ
e çı
karmak
* bir nesneyi iş
e yaramayacak durumda olması
ndan dolayıkullanmamak.

çürük
* Çürümüşolan.
* Sağlam ve dayanıklıolmayan.
* Sağlam bir temele veya kanıtlara dayanmayan.
* Gereği gibi iş
lemez, sakat.
* Vurma veya sı kı
ştırma yüzünden vücutta oluş an mor leke.

çürük (veya çürüğ e) çı


kmak
* birinin sağlam olmadı
ğıanlaşılmak.
* sağlık durumunun elveriş
siz olmasıyüzünden askerlik ödevinden bağ
ışlanmak.

çürük boya
* Doğal olmayan ve basit kimyasal yollarla elde edilen boya.

çürük çarık
* Sağlam olmayan, iş
e yaramaz.

çürük gaz
* Otomobil vb. taş
ıt araçları
nın egzozundan çı
kan yanmı
şgaz.

çürük iş
* Bozuk, kötü, iş
e yaramaz özellikleri olan durum veya iş
.

çürük para
* Ayarıdüş
ük on akçe, sağpara karş
ıtı
.

çürük sakız
* Çok kullanı
lan söz veya düş
ünce.

çürük tahtaya basmak


* tedbirsizlik edip sonu tehlikeli olabilecek bir iş
e giriş
mek.

çürükçül
* Doğal olarak hayvan ve bitki kalı
ntı
ları

n üzerinde yaş
ayan ve onları
n çürümesine yol açan (bitki ve
organizmalar), saprofit.

çürüklü
* Çürüğ
ü olan.

çürüklük
* Çürük olma durumu.
*İ şe yaramayan maddelerin bı rakı
ldı
ğıyer.
* Sakıncalı
,şüpheli, belirsiz durum.

çürüksüz
* Çürüğ
ü olmayan.

çürüme
* Çürümek iş
i.

çürümek
* (bitki veya hayvan) Türlü etkilerle ve en çok mikropları
n etkisiyle, kimyasal değ
işikliğe uğ
rayarak bozulup
dağı
lmak.
* Sağlamlı ğını, dayanı
klı
lığı
nı yitirmek.
* Vurulma veya sı kışma yüzünden vücutta lekeler oluş mak.
* (insan için) Yıpranmak, çökmek.
* (dava için) Temelsiz ve kanı
tsı
z kalmak.

çürütme
* Çürütmek iş
i.

çürütmek
* Çürümesine sebep olmak.
* (eti) Bayatlatı
p gevrek bir duruma getirmek.
* Doğru olarak ileri sürülen bir düş
üncenin, bir davanı
n boş
luğ
unu, anlamsı
zlı
ğı
nıortaya koymak.

çürütülme
* Çürütülmek iş
i veya durumu.

çürütülmek
* Çürütmek işine konu olmak.
* Doğru olarak ileri sürülen düş
üncenin yanlı
şlı
ğı

, gerçeklere dayanmadı
ğı
nıortaya çı
karmak.

çürütüş
* Çürütmek iş
i veya biçimi.

çürüyüş
* Çürümek iş
i veya biçimi.

çüş
* Yürüyen eş
eği durdurmak için söylenen söz.
* Yakış
ıksı
z bir davranı
şkarşı
sında söylenen kaba bir söz.

D
* Döteryum'un kı
saltması
.

dD
* Türk alfabesinin beş inci harfi. De adıverilen bu harf ses bilimi bakı
mından ötümlü, patlayı
cıdişeti
ünsüzünü gösterir.
* Nota iş aretleri harfle tanımlandı ğı
nda re notası nıgösterir.
* Romen rakamları nda beşyüz sayı sınıgösterir.

da / de
* (sonunda kalı n ünlülü hece bulunan kelimelerden sonra da, ince ünlülü hece bulunan kelimelerden sonra
de, biçimlerinde yazı lır; yazıda, ta / te biçimi kullanı lmaz.) Daha önce geçmişbir cümle veya eşgörevli öge ile sonraki
arasında "-den baş ka" anlamı yla ilişki kurar.
* Azarlama, yalvarma, küçümseme, yakı nma, övme anlamları nda iki cümleyi bağlar.
* Şart bildiren fiillerden sonra "bile, dahi" anlamı na gelerek şartın geçerli olmadı
ğını anlatır.
* Karş ıt anlamlıcümleleri pekiş tirerek bağlar.
* Bazıbirleş ik cümleleri "ama, fakat" anlamı yla birbirine bağlar.
* Bazıedat, bağ laç ve zarflardan sonra gelerek anlamı güçlendirir.
* Kendisinden önceki fiili zarf-fiil durumuna sokar.
* -erek, -ip ekli zarf-fiillerden sonra kullanı lı
rsa temel fiilin oluşbiçimini, önermenin nası l oluş
tuğunu anlatı
r.
* Tekrarlanan iki isim, iki sı fat arası nda kullanı lı
rsa anlam güçlendirilmişolur.
* Bir isteğ e karş ı olan fiili bağlamaya yarar.
* Tekrarlanan fiiller arası nda süreklilik bildirir.
* Bir şeyin yerine geçebilen iki cümlenin fiillerini birbirine bağlar.
* Tekrarlanan kelimelerin arası na girerek kuvvetli istek, direnme bildirir: Çocuk satı cıyıgörünce şeker de
şeker diye tutturdu ... cümlede da...da, de...de, da...de veya de...da biçimleriyle eşgörevli ögeleri, "hem ... hem"
anlamı yla bağ lar.

-da / -de /, -ta / -te


* Bulunma hâli eki: oda-da, sokak-ta, ev-de, gök-te vb. Bazıörneklerde bu ek kalı
plaş
mış

r: gözde, sözde,
ondalık.

-da- / -de-, -ta- / -te-


* Yansı malardan geçiş
siz fiil türeten ek: fı

l-da-mak, çağı
l-da-mak, gümbür-de-mek, fingir-de-mek vb.
Dadacı
* Dadacı

k akı
mına bağlısanatçı
, dadaist.

Dadacı lı
k
* Savaşa ve toplumsal düzensizliğe karş ıbaşkaldı rmadan doğan bir sanat akı
mı , Dadaizm.
* 1916'da dil ve estetik kuralları
nıtanımayan, kelimelerin anlamları na değer vermeyen, anlatı
mda baş
ıboşve
alabildiğine çağrı
şımlara dayanan bir yol izleyen, bile bile kapalı

ğa sapan bir çı
ğır, Dadaizm.

Dadaist
* Dadacı
.

Dadaizm
* Dadacı

k.

dadandı
rma
* Dadandı
rmak iş
i.

dadandı
rmak
* Dadanması
na yol açmak.

dadanma
* Dadanmak iş
i.

dadanmak
* Tadınıaldığı, hoş
landı ğıbir ş
eyi sı
k sık istemek.
* Yarar, çı
kar amacıyla veya alı
şkanlıkla bir yere sı
k sı
k uğramak.

dadaş
* Erkek kardeş .
* Delikanlı , yiğit kimse.
* (doğu illerinde) Seslenme sözü olarak kullanı

r.

dadaş

k
* Dadaşolma durumu.

dadı
* Çocuk bakı
mıile görevlendirilmişkadı
n.

dadıolmak
* çocuk bakı


ğıgörevini üstlenmek.

dadı

k
* Dadıolma durumu veya dadı

n yaptı
ğıiş
.

dadı

k etmek
* bebek veya çocuk bakıcılı
ğıile uğ
raşmak.
* üzerine sorumluluk almak, göz kulak olmak, sahip çı
kmak, sahiplenmek.

dağ
* Yer kabuğ unun çı

ntı

, yüksek, eğ
imli yamaçları
yla çevresine hâkim ve oldukça genişbir alana yayı
lan
bölümlerine verilen ad.

dağ
* Kı zgı
n bir demirle vurulan damga, niş
an.
*İ yileş
tirmek için vücudun hastalı
klıbölümünde kı
zgı
n bir araçla yapı
lan yanı
k.
* Büyük üzüntü, acı .

dağ(veya dağlar) gibi (kadar)


* çok büyük, çok iri, çok güçlü.
* pek çok.

dağ(veya dağları
) devirmek
* çok zor iş
leri baş
armak.

dağadamı
* Kaba saba kimse.

dağanası
* Çok iri kadı
n, dağlar anası
.

dağardı
nda olsun da, yer altı
nda olması
n
* yaşası
n da uzakta olsun.

dağarmudu
* Yabanî armut, ahlat.

dağaslanı
* Puma.

dağayı

* Dağlarda yaşayan yabanî ve tehlikeli ayıcinsi.
* Şehir yaş
ayış
ına alı
şmamı şçok kaba kimse.

dağbaş
ı
* Dağdoruğ u.
* Şehir dı
şı

ssız yer.

dağbayı
r

niş
li çı

şlıyer, kı
r.

dağbirliğ
i
* Dağş
artları
na göre eğ
itilmişaskerî birlik.

dağçamı
* Dağda yetiş
en çam türü.

dağçayı
* Bkz. ada çayı
.

dağçayı

* Dağlı
k bölgelerde derin ve rutubetli toprağ
a sahip alanlarda geliş
en tabiî çayı
r.

dağçileği
* Dağda yetiş
en çilek, yaban çileği.

dağdağüstüne olur, ev ev üstüne olmaz


* aynıevde oturan iki aile arası
nda er geç birtakı
m anlaş
mazlı
klar çı
kar.

dağdağ
a kavuş maz, insan insana kavuşur
* ne kadar uzak düş müşolurlarsa olsunlar, insanlar günün birinde birbirleriyle karş
ılaş
abilirler.

dağdalak otu
* 5-10 cm yükseklikte, yere yatı
k ve çiçekleri soluk sarırenkli bir dalak otu türü (Teucrium montana).

dağdoğura doğura bir fare doğ


urmuş
* büyük şeyler beklenen bir iş
ten önemsiz bir sonuç alı
nınca söylenir.

dağelması
* Yabanî elma.

dağeriği
* Yabanî erik.

dağeteğ
i
* Dağyamacı
nın alt bölümü.

dağevi
* Dağlık yerlerde kurulmuşev.
* Şehirlerin kirli havası
ndan uzaklaş
mak, tabiat varlı
kları
ndan ve güzelliklerinden yararlanmak için yapı
lmı
ş
ev.

dağgölü
* Dağlar arası
ndaki çukur alanlarda akan suları
n birikimi ile oluş
an göl.

dağhavası
* Yüksek yerlerdeki serin ve temiz hava.

dağiklimi
* Sert, kuru ve soğ
uk havanı
n hâkim olduğ
u iklim türü.

dağispinozu
* Sırtıkara benekli, karnıbeyaz, erkeğ
inin gerdanıportakal renginde, ağ
açlı
k yerlerde yaş
ayan
ispinozgillerden bir kuş.

dağkeçisi
* Boynuzlugiller familyası
ndan, ufak sürüler hâlinde yaş
ayan, çok çevik bir antilop türü, elik (Rupicapra
tragus).

dağkestanesi
* Amerika'nı
n sı
cak bölgelerinde yetiş
en sert yapı
lıağ
aç ve bu ağ
acı
n meyvesi (Sloane berteriana).

dağkı
rlangıcı
* Çobanaldatan, keçisağan.

dağkolu
* Sı
radağlardan her iki yöne doğ
ru uzanan dağsı
rtı
.

dağkoyunu
* Yabanî koyun.

dağköyü
* Dağlı
k yerlerde kurulmuşyerleş
im yeri.

dağlâlesi
* Düğ
ün çiçeğ
igillerden, mor renkli, çan biçimi tüylü çiçekleri olan otsu bir bitki, anemon (Anemone
vulgaris).

dağmerası
* Dağlar arası
nda kalan hayvan otlatmaya elveriş
li bölge.

dağnanesi
* Yüksekliğ
i 20-50 cm arası
nda olan, sı
k beyaz tüylü, kuvvetli nane kokulu, çok yı
llı
k ve otsu bir bitki
(Cyclotrichium niveum).

dağoluş u
* Yer kabuğ unun belli yerlerinde kı
vrı
lma, kı

lma ve yükselme olaylarısonucu dağları
n oluş
unu inceleyen
bilim kolu, orojeni.

dağotlağ
ı
* Dağmerası
.

dağserçesi
* Serçegillerden, orman ve bahçelerde yaş
ayan sı
rtıkahverengi, karnıkül rengi ve beyaz olan bir tür serçe
(Passer montanus).

dağsı
çanı
* Kemiriciler takı
mını
n sincapgiller familyası
ndan postu beğ
enilen bir memeli türü (Marmota marmota).

dağtaş
* Şehir dı
şındaki her yer.
* Çok fazla.

dağtavuğ
u
* Bkz. çil (I).

dağtopu
* Katı
r sı
rtı
nda taş
ınan küçük top.

dağyolu
* Dağeteklerinden geçen vası
fsı
z yol.

dağyürümezse, abdal yürür


* büyüklük taslayan birinden bitecek bir iş
imiz varsa, biz onun ayağı
na gidip iş
imizi görmeliyiz.

dağa çı
kmak
* eş
kiyalı
k etmek veya hükûmete karş
ıgelmek için dağlara çekilmek.

dağa kaldırmak
* birini, herhangi bir amaçla, zorla dağ
a veya ı
ssı
z bir yere götürüp orada tutmak.

dağalası
* Eti kı
rmı
zıbir çeş
it küçük ala balı
k (Salmo alpinus).

dağar
* Ağzıyayvan, dibi dar toprak kap.
* Dağarcı
k.

dağarcı
ğıyüklü
* bilgisi çok olan, bilgili.

dağarcı
ğı
na atmak
* bir bilgiyi eski bilgilerine katmak, zihnine yerleş
tirmek.

dağarcı
ğı
ndakini çıkarmak
* hazı
rladığıbir sözü söylemek.

dağarcı
k
* Meş in torba.
* Bilginin biriktiğ
i yer, bellek.
* Repertuar.

dağarcı
kta bir ş
ey kalmamak
* her şeyi tüketmek, bitirmek.

dağcı
* Dağa tı
rmanma sporu yapan kimse, alpinist.

dağcı
l
* Dağş
artları
na ve iklimine göre yetiş
tirilen bitki.

dağcı

k
* Dağa tı
rmanma sporu, alpinizm.

dağda bağı
n var, yüreğinde dağ
ın var
* malımülkü veya evlâdıolanlar kaygıve tasadan uzak olamazlar.

dağda büyümüş
* kaba ve görgüsüz kimse.
dağdağ
a
* Gürültü, patı
rtı
, telâş
, karmakarı
şı
k durum, sı

ntı
.

dağdağ
alı
* Gürültülü patı
rtı

.

dağdağ
ası
z
* Gürültüsüz, patı
rtı

z, sessiz ve sakin (yer veya ortam).

dağdan gelip bağdakini kovmak


* sonradan geldiği bir yerde eskiden beri burada bulunan kiş
inin yerini almaya çalı
şmak.

dağdan inme
* çok kaba saba kimse.

dağı

m
* Dağı larak birbirinden ayrılma.
* Bir toplumda veya kümede incelenen bir veya birçok özelliğin zamana, yere veya seçilen herhangi bir
değ
işkene göre hesaplanan sayı sal ve oransal dağılışı.
* Ulusal gelirin toplumun bireyleri veya kesimleri arasındaki dağ ılı
şı
.
* Mal üretiminde, katkı da bulunanlara, üretilen mallardan herhangi bir ölçüde verilmesi, dağıtı
lması.
* Çağ rışı
m.
* Bir ses biriminin, anlam biriminin veya dizimin değ işik kullanı
m veya bağlamlardaki çevrelerinin tümü.
* Birleşiminde kütle içinde tamamen eş it olarak dağı
lmı şgerçek veya koloidal eriyik biçiminde baş
ka bir
madde bulunan katı , sı
vıveya gaz durumundaki bütün cisimlere verilen ad.

dağı

ş
* Dağılmak işi veya biçimi, çözülme.
* Yı
kılış
, çöküş .

dağı
lma
* Dağılmak iş i.
* Sını
rlıbölgelere toplanmı şbirlik, gereç ve kuruluş
ları
n düşman saldı


na karş ıdaha iyi korunmaları

sağ
lamak amacı yla birbirlerinden uzaklaştırı
lmaları .
* Aynısilâhla aynıhedefe atı lan mermilerin, barut hakları
nın ve baş
ka ş
artları
n değiş
mesi yüzünden ayrı ayrı
noktalara vurması .

dağı
lmak
* Toplu durumda iken ayrı lı
p birbirinden uzakla şmak.
* Değer ve birimler belli etkenlerle, oranlıolarak bölünmek.
* Parçalanarak yayı lmak, ufalanmak.
* Karı şık duruma gelmek, düzeni bozulmak.
* Birliği beraberliğ
i bozulmak.
* Bir topluluğun, kuruluş un varlığı son bulmak, fesholunma k, münfesih olmak.
* Etkisi, gücü azalmak.

dağı

k
* Genişbir alana yayılmı şolan.
* Bir arada olmayan, birbiriyle bağ
lantısı
olmayan.
* Düzeni bozuk, karı şık.
* Düzensiz, düzenli olmayan, tertipsiz.
* Düş üncelerini toparlayamayan.

dağı

k gözenek
* Ağaç baş
kesitindeki gözeneklerin dengeli düzende dağ
ılı
m gösterme hâli.

dağını
kışık
* Bir sahnenin aydı
nlatı
lması
nda genel aydı
nlanmayısağ
layan veya sahnenin genel aydı
nlanma derecesini
artı
rmakta kullanılan ı
şı
k.

dağı

kça
* Biraz dağı
lmı
ş, dağ
ını
k gibi.

dağı

klı
k
* Dağı

k olma durumu.

dağı
ntı
* Karı
şı
k, geliş
igüzel atı
lmı
şöteberi.

Dağı
stanlı
* Kuzeydoğu Kafkasya'daki Dağ
ıstan Federe Cumhuriyeti halkı
ndan olan kimse.

dağı


* Mektup, gazete vb. ş
eyleri dolaşarak dağı
tan kimse, müvezzi.
* Motorlarda yüksek gerilimli akı
mı çalışma sı
rası
na göre bujilere yayı
p gönderen aygı
t, distribütör.

dağı



k
* Dağı
tma iş
i.

dağı

k
* Kendinden geçmiş
, sarhoş
.

dağı

lma
* Dağı

lmak iş
i.

dağı

lmak
* Dağı
tmak iş
i yapı
lmak, tevzi edilmek.

dağı

m
* Dağı tmak iş
i, tevzi.
* Bir merkezden çeş itli yerlere göndermek iş
i.

dağı

m bürosu
* Dağıtı
m iş
inin yapı
ldı
ğıbüro.

dağı

m evi
* Dağı

m iş
iyle uğ
raş
an kuruluşmerkezi.

dağı

mcı
* Dağı

m iş
iyle uğ
raş
an kimse veya kuruluş
.

dağı

mcı

k
* Dağı

mcı
nın iş
i.

dağı

ş
* Dağı
tmak iş
i veya biçimi.

dağı
tma
* Dağı
tmak iş
i, tevzi etme.

dağı
tmak
* Toplu durumda bulunan kimse veya ş eyleri birbirinden uzaklaş

rmak veya ayı
rmak.
* Belli bir orana göre bölüş türmek, pay etmek, tevzi etmek.
* Bir şeyin veya bir yerin düzenini bozmak.
* Güçlü bir vuruş la büyük bir zarara yol açmak.
* Bir topluluğun varlı ğına son vermek, feshetmek.
* Kurulu bir düzeni bozmak.
* Etkisini, gücünü azaltmak, gidermek.
*İ letmek, ulaş tı
rmak.

dağî
* Dağlı
k bölgelerde söylenen türkülerin makamı
.
dağlağı
* Dağlama aracı
.

dağlama
* Dağlamak iş
i.

dağlama resim
* Tahta üzerine kı
zgı
n demirle yapı
lan bir tür resim, yakma resmi, pirogravür.

dağlamak
* Kızgın bir demirle hayvan derisine damga vurmak.
* Akan kanıdindirmek veya hasta bölümleri ortadan kaldı
rmak için vücudun bir yerini kı
zdı

lmı
şbir metal
araçla yakmak.
* (çok sı
cak, soğ uk veya acı
bir şey) Yakmak.
* Acısıyüreğ ine iş
lemek.

dağlanı
ş
* Dağlanma iş
i veya biçimi.

dağlanma
* Dağlanmak iş
i.

dağlanmak
* Dağlamak iş
ine konu olmak.

dağlar anası
* Çok iri kadı
n, dağanası
.

dağlara düşmek
* büyük bir üzüntü dolayı

yla insanlardan kaçı
pıssı
z yerlerde yaş
amak.

dağlara taşlara
* kötü bir durumdan söz edilirken "hepimizden ı
rak olsun" anlamı
nda söylenir.

dağları
n misafir aldı
ğımevsim
* yaz mevsimi.

dağları
nşenliği (veya dağların gelin anası
)
* ayı
, kaba, anlayışsız kimse.

dağlatı
ş
* Dağlatmak iş
i veya biçimi.

dağlatma
* Dağlatmak iş
i.

dağlatmak
* Dağlamak iş
ini yaptı
rmak.

dağlayı
ş
* Dağlamak iş
i veya biçimi.

dağlı
* Dağlı
k bölge halkından olan.
* Kaba saba, görgüsüz.
* Dağa ait.

dağlı
* Dağlanmı
şolan.

dağlı
ç
* Kı

rcı
k koç ile Karaman koyununun birleş
mesinden doğan melez koyun.
dağlı
k
* Birçok dağ
ın bulunduğu, dağlarla kaplı
(bölge).

dah
* Bkz. deh.

dah etmek
* sürmek, yürütmek.

daha
* Şimdiye kadar, henüz.
* Olana ek olarak, olana katarak.
* Kendisinden sonra üçüncü kiş i iyelik eki alan bir sı
fatla birlikte sözü edilen konuda en önemli durumu
belirtmek için kullanı

r.
* Bundan baş ka, bunun dışında.

daha bir
* Değiş
ik, farklı
.

daha da
* karş
ılaş

rma derecesini vurgular.

daha daha
* "Baş
ka neler oldu?" anlamı
nda kullanı

r.

daha iyisi can sağ



ğı
* "bulunabileceklerin en iyisi oldu" anlamı
nda kullanı

r.

daha neler!
* "hiç öyle ş
ey olur mu!" anlamı
nda kullanı

r.

dahası
* (bir ş
eye) Fazlası
, ilâvesi.

dahasıvar
* bir konuda bilinmesi gereken baş
ka ş
eyler de olduğunu anlatmak için kullanı

r.

dahdah
* (çocuk dilinde) At.

dahi
* Da, de.
* "Bile" anlamı
nda ş
art bildiren fiillerden sonra gelerek ş
artı
n geçerli olmadı
ğı
nıbildirir.

dâhi
* Olağ
anüstü yeteneğ
i ve yaratı
cıgücü olan (kimse).

dâhice
* Dâhiye yakı
şı
r (biçimde).

dahil
* Bir iş
e karı
şmı
şolma, karı
şma.

dâhil

ç, içeri.

çinde olmak üzere, ile birlikte.

dâhil etmek
* içine almak, katmak.

dâhil olmak
* katı
lmak, girmek veya içinde olmak.

dâhilen
*İ çeriden, içten.
* (ilâçlar için) İ
çip, yutularak.

dâhilî

çle ilgili.

dâhilî deniz
* Bkz. iç deniz.

dâhilî harp
* Bkz. iç savaş
.

dâhilî nizamname
*İç tüzük.

dâhilî talimatname
*İç yönetmelik.

dâhilik
* Dâhi olma durumu, deha.

dâhiliye
* (devlet yönetiminde) İ ç işleri.
* Vücudun iç hastalı kları yla ilgili hekimlik kolu.
*İ ç hastalı
klarıyla ilgili hastahane bölümü.

dâhiliye mütehassı sı
*İç hastalı
klarıuzmanı
.

dâhiliye subayı
* Askerî okul, hastahane gibi kuruluş
larda iç yönetimde görevli subay.

dâhiliyeci

ç hastalı
klarıuzmanı
.

dâhiyane
* Dâhiye yakı
şı
r (biçimde), dâhice.

dahletme
* Dahletmek iş
i.

dahletmek
* Karı
şmak, burnunu sokmak; sataş
mak.

dahra
* Bkz. tahra.

daim
* Sürekli, sonsuz.

daim etmek (veya eylemek)


* sürekli kı
lmak.

daim olmak
* süre durmak, sürüp gitmek, devam etmek.

daima
* Her vakit, sürekli olarak.
daimî
* Sürekli, kalı

, temelli, gedikli.

dair
* Bir konu üzerine olan, üzerine, konusunda, ... ile ilgili, üstüne.

daire
* Bir çemberin içinde kalan düzlem parçası .
* Bir yapı nın konut olarak kullanı lan bölümlerinden her biri, kat.
* Belirli devlet iş
lerini çevirmekle görevli kuruluşlardan her biri ve bunları
n içinde çalı
ştı
kları
yapı
.
* Bir yapıveya gemide belli bir iş e ayrılmışbölüm.
* (soyut kavramlar için) Belli sınır, ölçü.
* Saz takı mında usul vurmaya yarayan tef.

daire kesmesi
* Bir dairenin iki yarıçapıile araları
ndaki yayı
n çevrelediğ
i alan.

daire parçası
* Bir dairenin bir kiriş
i ile o kiriş
in yayıarası
nda kalan parçası
.

daireli
* Dairesi olan.

dairesel
* Daire ile ilgili, daire biçiminde olan.

dairesiz
* Dairesi olmayan.

dairevî
* Dairesel.

-daki / -deki, -taki / -teki


*İsimden sı fat yapma eki: dağ
-daki ev, bahçe-deki ağ
açlar, iç-teki masa, uzak-taki akrabamı
z vb.

dakik
* Düzenli iş
leyen.
* Zamanıkullanmada çok dikkatli olan, her ş
eyi zamanı
nda yapmaya özen gösteren.

dakika
* Bir saatlik zamanın altmışta biri.
* Bir derecenin altmışta biri.
* An, zaman.

dakikane
* Tam zamanı nda, dakik olarak.
* Sadı
k bir biçimde.

dakikasıdakikası
na
* tam zamanı
nda.

dakikasıdakikası
na uymaz
* her an baş
ka bir ruh durumu gösterir.

dakikası
nda
* Hemen o anda, anı
nda.

daktilo
* Yazımakinesi.
* Yazımakinesi ile yazmayımeslek edinen kimse.

daktilo etmek
* yazımakinesiyle yazmak.

daktilo kâğ ı

* Daktilo yazı
larıiçin kullanı
lan kâğı
t.

daktilo makinesi
* Yazımakinesi.

daktilo masası
* Üzerinde daktilo ile yazıyazı
lan özel masa.

daktilo ş
eridi
* Daktilodaki harflerin beyaz kâğı
t üzerinde daha iyi okunması
nısağlayan karbonlu ş
erit.

daktilograf
* Yazımakinesi ile yazıyazan kimse, daktilo.

daktilografi
* Yazımakinesi ile yazıyazma iş
i.

daktiloluk
* Daktilo olma durumu.

daktiloskopi
* Parmak izine dayanarak kimlik belirleme yöntemi.

daktilotekni
* Suçlunun parmak izlerini belirleme, kimliğ
ini araş

rma ve bulmaya yarayan yöntemlerin bütünü.

dal
* Ağacı n gövdesinden ayrı
lan kollardan her biri.
* Kol, bölüm.
* Canlıların bölümlenmesinde, sı
nı fları
n bir araya gelmesiyle oluş
an birlik, ş
ube.

dal
* Arka, sı
rt.
* Kol.
* Boyun, ense; omuz.

dal
* Çı
plak, yalı
n.

dal
* Zaman belirten kelimelerin baş
ına getirildiğ
inde kelimenin anlamı
nıgüçlendirir.

dal
* Arap alfabesinde de harfi.

dal budak salmak


* karmaş ı
k bir biçimde yayılı
p geniş
lemek.
* soy yönünden geniş leyip yayı
lmak.

dal gibi
* ince uzun yapı

.

dal gibi kalmak


* (vücudu) çok zayı
flamak.

dal vermek
* dayanmak, yaslanmak.

dal yarak
* Budalalı
ğıyüzünden her zaman densizlik eden kimse.

dala çı
ka
* büyük güçlüklerle.

dalak
* Midenin arkasında, diyaframı n altı
nda, sol böbreğ
in üstünde, yassı
, uzunca, akyuvar üreten ve yı
pranmı
şal
yuvarlarıtoplayan, damarlıgevş ek bir dokudan oluş muşorgan.
* Omurgalıhayvanlarda lenf bezine benzeyen ve kan damarları çok olan bir organ.
* Bal peteği.
* Tekerlek biçimindeki kaş ar peyniri.

dalak kestirmek
* sıtmadan büyümüşdalağ
ıeski bir usulle tedavi ettirmek.

dalak otu
* Ballı
babagillerden, Akdeniz çevresinde kuru yerlerde yetiş
tirilen, yüz kadar türü bulunan, güçlendirici,
uyarı
cıve yara sağaltı
cıolarak kullanı
lan otsu veya odunsu bitki, duvar sedefi (Teucrium chamaedrys).

dalâlet
* Sapı
nç, sapkı
nlı
, doğ
ru yoldan ayrı
lmak.

dalâlete düşmek
* doğ
ru yoldan ayrı
lmak, sapkı
nlı
k etmek.

dalama
* Dalamak iş
i.

dalamak
* (köpek, kurt gibi ısı
rıcıhayvanlar için) Diş
lemek, ı

rmak.
* (zehirli böcek, ı
sırgan otu gibi yakı
cımaddesi bulunan ş
eyler veya sert kumaşiçin) Dokunarak teni acı
tmak
veya kaş
ındırmak.

dalan
* Lobi.
* Biçim, ş
ekil.

dalancı
* Lobici.

dalancı

k
* Dalancı
nın iş
i veya mesleği.

dalap olmak
* (diş
i hayvan, özellikle kı
srak) Erkek istemek.

dalaş
* Kavga, gürültülü bağrı
şı
p çağrı
şma.

dalaş
ma
* Dalaş
mak iş
i veya durumu, dalaş
.

dalaş
mak
* (köpekler) Boğuş
up birbirini ı

rmak.
* Ağız kavgasıetmek.

dalavere
* Yalan dolanla gizlice görülen kötü iş
, gizli oyun.

dalavere çevirmek (veya döndürmek)


* yalan dolanla gizlice kötü işgörmek.
dalavereci
* Çı
karıiçin hileye baş
vuran (kimse).

dalaverecilik
* Dalavereci olma durumu.

dalbastı
* Bir tür iri, aş
ılıkiraz.

dalcı
k
* Ana dalı
n kolları
ndan her biri, küçük dal.

daldalan
* Arka arkaya, peş
i sı
ra.

daldan dala
* Oradan oraya, düzensiz, kararsı
z.

daldan dala konmak


* sı
k sı
k iş
, konu veya düş
ünce değ
iştirmek.

daldı

lma
* Daldı

lmak iş
i.

daldı

lmak
* Daldı
rmak iş
ine konu olmak.

daldı

ş
* Daldı
rma iş
i veya biçimi.

daldı
rma
* Daldırmak iş i.
* Bir dalıgövdeden ayı rmadan toprağ
a gömerek köklenmesini sağ
lama yolu.
* Bu yolla daldırılan dal.

daldı
rma
* Cam veya seramikten yapı
lmı
şbir çeş
it kulplu kap.

daldı
rmak
* Dalmak iş
ini yaptı
rmak, dalması
na sebep olmak.
* Dalmak.

daldı
rtma
* Daldı
rtmak iş
i.

daldı
rtmak
* Daldı
rması
nısağlamak.

daldı
z
* Marangozları n kullandığıağ aç oymaya yarayan oluklu demir alet.
* Ağaçtan oyulmuşarıkovanı .
* Ağaçtan oyulmuşyayı k.
* Petekten bal almak için kullanılan demir kepçe, demir bı
çak.

dalfes
* Üstünde sarı
k bulunmayan, sarı
ksı
z fes.

dalfidan
* Taze ve yeni fidan.

dalfidan boylu
*İ nce, uzun ve yeni dal gibi boyu olan.
dalga
* Deniz veya göl gibi genişsu yüzeylerinde genellikle rüzgârı
n, depremin vb. nin etkisiyle oluş
an kı
vrı
mlı
hareket.
* (sı
cak, soğ uk, moda için) Belli bir süre etkili olan dönem.
* Titreşimin bir ortam içinde yayı lma hareketi.
* Bir yüzeydeki kı vrım.
* Saçların kı vrı
m genişliği.
* Gizli iş, dalavere.
* Esrar, eroin vb. uyuş turucu maddelerin verdiği keyif durumu.
* Dalgı nlık.
* Geçici sevgili.
* Macera, meş ru olmayan kazanç veya aş k ilişkisi.

dalga bandı
* Hem radyo hem de optik dalgalarıkapsayan bant.

dalga boyu
* Yan yana iki dalga sırtıarası
nda kalan ve uzunluğu yerine göre birkaç metreden birkaç yüz metreye kadar
ulaşabilen yatay uzaklık.
* Devirli hareketlerde bir devir içindeki hareketin yayı
ldı
ğıuzaklı
k.

dalga çukuru
* Biribiri ardı
ndan gelen iki dalga arası
nda oluş
an çukur bölge.

dalga dalga
* (renk için) Açıklı
koyulu.
* Düzgün olmayan, alçaklı , yüksekli.
* (saç için) Kıvrı
mlı.

dalga geçmek
* üzerinde durulmasıgereken iş le ilgilenmeyerek, baş
ka ş
eyler düş
ünmek.
* eğlenmek, alay etmek.
* geçici sevgi iliş
kisi kurmak, gönül eğ lendirmek.

dalga genliğ
i
* Dalganı
n en yüksek noktasıile sı

r noktasıarası
ndaki nicelik.

dalga hı

* Dalga boyunun dalga periyoduna oranı
.

dalga kuş
ağı
* Aynıfrekansıiçeren dalgalar bütünlüğü.

dalga periyodu
* Dalgaları
n arka arkaya iki tepesinin belli bir noktadan geçişsüresi.

dalga saymak
* boşve aylak durmak.
* yersiz ve gereksiz ş
eylerle uğraş
mak.

dalga sı
rtı
* Dalganı
n iki yanı
ndaki çukurlar arası
ndaki yüksek kesimi.

dalga tepesi
* Dalganı
n en yüksek noktası
.

dalga uzunluğu
* Dalga boyu.

dalga yüksekliğ
i
* Denizlerde dalga çukuru ile dalga tepesi arası
ndaki düş
ey mesafe.
dalgacı

şine gereken önem ve dikkati göstermeyen.

dalgacıMahmut
* yapı
lması
gerekli bir iş
i benimsemeyen, kaytarı

.

dalgacı
k
* Küçük dalga.

dalgacı

k
* Dalgacıolma durumu, kaytarı


k.

dalgakı
ran
* Kıyıkuruluş ları
nı, tekneleri, dalgaların yı
pratı
cıetkisinden korumak veya gemilerin yük alı
p boş
altması

sağlamak amacıyla liman ve iskele önlerine yapı lan uzun set.

dalgalandırı

* Bir sı
vıyıveya ortamıdalgalanmaya sürükleyici.

dalgalandırı
ş
* Dalgalandı
rmak iş
i veya biçimi.

dalgalandırma
* Dalgalandı
rmak iş
i.

dalgalandırmak
* Dalgalıduruma getirmek.

dalgalanı
ş
* Dalgalanma iş
i veya biçimi.

dalgalanma
* Dalgalanmak iş i.
* Mal fiyatlarının türlü sebeplerle inişi veya çı
kış ı
.
* Bir toplumda uyumsuzluktan doğan karı ş
ıklı
k.
* Koş u duruş unda, dizlerin hafif bükülmesinden ve kolları n gevş ek olarak öne yukarıdoğru kaldı rı
lması ndan
sonra, dizlerin gerilerek gövdenin doğrulması yla vücudun diz, kalça, bel, sı
rt, başve kollarda geliş
tirdiği bir dalga
hareketi.

dalgalanmak
* Dalga oluş mak.
* Hareket durumunda olmak, kı pı
rdamak.
* (renk için) Ton değiş
tirmek.

dalgalanmaya bı rakmak
* paranın gerçek değ erini bulması
için giriş
imde bulunmadan beklemek.
* bir konu için giriş
imde bulunmadan beklemek.

dalgalı
* Dalgasıolan.
* Dalga dalga görünen.
* (saç için) Kıvrı
mlı.
* (renk için) Açıklıkoyulu.
* Belli dalga boyları
nıalabilen.

dalgalı
akı
m
* Bir çevrimde akı
şyönü sürekli değ
işen akı
m, alternatif akı
m.

dalgalı
akı
m üreteci
* Dalgalıelektrik akı
mıveren üreteç, alternatör.
dalgaölçer
* Oluş
an dalgaları
n yüksekliğ
ini ve derinliğ
ini, çukurunu ölçen alet.

dalgası
na taşatmak
* işini bozmak, keyfini kaçı
rmak.

dalgası
nıtaşlamak
* (birinin) iş
ini bozmak.

dalgası
z
* Dalgasıolmayan.

dalgaya düş mek (veya gelmek)


* yanı
lmak, dalgınlı
kla unutmak.

dalgaya getirmek
* birinin dalgı
nlı
ğı
ndan yararlanarak onu kandı
rmak.

dalgayıbaşa almak
* gemi veya sandalı
n baş
ınıdalgaları
n geldiğ
i yöne çevirmek.

dalgı
* Gaflet, aymazlı
k.

dalgı
ç
* Genellikle özel donanımla su yüzeyi altı
nda çalı
şmayımeslek edinen kimse, balı
k adam, kurbağ
a adam.
* Birinden habersiz bir ş
ey almak huyunda olan kimse.

dalgı
ç böcekler
* Sivrisinek kurtçukları
na saldı
rarak yok eden, durgun sularda yaş
ayan kı
n kanatlı
lar familyası
.

dalgıç elbisesi
* Dalgıçları
n su altı
nda hareketlerini engellemeden vücutları
nıçeş
itli etkenlerden korumak için özel olarak
yapılmı şelbise.

dalgı
ç gözlüğü
* Su altı
nda görmeyi sağlayan ve içine su girmeyecek biçimde yapı
lmı
şgözlük.

dalgıç kuşları
* Gagalarıbir kı

fla örtülü, kanatlarıve kuyruğ
u kı
sa, ayaklarıperdeli, iyi yüzen ve dalan bazıkuş
larıiçine
alan kuşlar takı
mı.

dalgı
ç kuş
u
* Dalgı
ç kuş
ları
ndan, Amerika ve Avrupa'nı
n kuzeyinde yaş
ayan bir hayvan (Colymbus glacialis).

dalgı
ç kuş
ugiller
* Kuş lar sı
nıfı
nın dalgı
ç kuş
larıtakı
mına giren bir familya.

dalgı
ç tüpü
* Dalgı
çları
n su altı
nda uzun süre kalmalarıiçin solunum yapmaları
nısağ
layan tüp.

dalgı
çlı
k
* Dalgı

n mesleği.

dalgı
n
* Çevresinde olup bitenleri fark edemeyecek kadar düş
üncelere dalmı
şolan veya dikkatini belirli bir konu
üstünde toplayamayan, gafil.
* Kendinden geçmiş .

dalgı
n dalgın
* Çevresiyle ilgilenmeden, düş
ünceli olarak.
dalgı
nca
* Dalgı
n bir biçimde, dalgı
n olarak.

dalgı
nlaş
ma
* Dalgı
nlaş
mak iş
i.

dalgı
nlaş
mak
* Dalgı
n duruma gelmek.

dalgı
nlaş
tırma
* Dalgı
nlaş

rmak iş
i.

dalgı
nlaş
tırmak
* Dalgı
n duruma getirmek.

dalgı
nlı
ğı
na gelmek
* dalgı
nlı
k dolayı

yla fark edememek.

dalgı
nlı
ğı
na getirmek
* birinin dalgı
nlı
ğı
ndan yararlanı
p kendi isteğ
ini gerçekleş
tirmek.

dalgı
nlı
k
* Dalgın olma durumu veya dalgı
nca davranı
ş.
* Derin uyku durumu.

dalgı
r
* Bir yüzeyde renk dalgalanması
sonucu görülen parlaklı
k, meneviş
, hare.

dalgündüz
* Güpegündüz.

dalı

* Su altı
na dalan (kimse, hayvan).

-dalı
k / -delik
*İ simden isim ve sı
fat üreten birleş
ik ek: On-dalı
k, gün-delik vb.

dalı
na basmak
* hoşlanmadı
ğış
eyleri yaparak birini kı
zdı
rmak.

dalı
na binmek
* bir kimseye bir işyaptı
rmak için ası
lmak, musallat olmak, sı
kış

rmak.

dalı

* Güzel bir görünüş
, bir düş
ünce karş
ısı
nda kendinden geçercesine sessiz bir coş
kuya dalma, istiğ
rak.

dalı
p çı
kmak
* (deniz, göl gibi yerlerde) suyun içinde kaybolup yeniden görünmek.
* (deniz, göl gibi yerlerde) az süre kalmak.
* birçok yerlere girmek.

dalı
p gitmek
* bir düş
ünce veya hayal ile bulunduğu ortamdan uzaklaş
mak.

dalı
ş
* Dalmak iş
i veya biçimi.
* Topu yakalamak amacı yla savunmadaki bir oyuncunun yatay olarak sı
çraması
, plonjon.

dalı
z

ç kulaktaki kemik dolambacı
n orta bölümü.

dalkavuk
* Kendisine çı
kar ve yarar sağ
layacak olanlara aş
ırıbir saygıve hayranlı
k göstererek yaranmak isteyen kimse,
ş
aklaban.
* Saraylarda devlet büyüklerini nükteli sözlerle eğlendiren kimse.

dalkavukça
* Dalkavuk gibi, dalkavuğ
a yakı
şı
r (biçimde).

dalkavuklaşma
* Dalkavuklaş
mak iş
i.

dalkavuklaşmak
* Dalkavukça davranmaya baş
lamak.

dalkavukluk
* Dalkavuk olma durumu veya dalkavukça davranı
ş,ş
aklabanlı
k.

dalkavukluk etmek
* dalkavuğa yaraş
ır biçimde davranmak.

dalkı

ç
* Kı


nıçekmişolan.
* Kı


nıçekmişolarak, yalı
n kı

ç.

dalkı
ran
* Kabuk böcekleri familyası
ndan, fı
ndı
k ağ
açları
nda yaş
ayan kı
n kanatlı
böcek (Anisandrus dispar).
* Zorlu esen rüzgâr.

dalkurutan
* Kabuk altındaki odun katı
nda oyuklar açarak diş
budak sürgünlerini ve zeytin dalları
nıkurutan kı
n kanatlı
böcek (Hylesinus oleiperda).

dallama
* Dallamak iş
i.

dallamak
* Budamak.

dallandı
rma
* Dallandı
rmak iş
i.

dallandı
rmak
* Dallanması na yol açmak.
* Bir iş
i, bir sorunu büyütüp karı
şı
k duruma getirmek.

dallanı
p budaklanmak veya (bir iş i) dallandı

p budaklandırmak
* bir iş
, bir sorun büyüyerek karışı
k duruma gelmek (getirilmek).

dallanı
ş
* Dallanmak iş
i veya biçimi.

dallanma
* Dallanmak iş
i.

dallanmak
* Dal vermek.
* Yayı lmak, geniş lemek.
* (bir iş
, bir sorun) Karı
ş ı
k, güç bir duruma girmek.

dallarıbasmak
* ağ
açta dallarıeğ
ecek kadar çok meyve olmak.

dallı
* Dallarıolan.
* Üzerinde dalları
, çiçekleri olan (kumaş
).

dallıbudaklı
* Karı
şı
k bir duruma girmişolan, çapraş
ık.

dallıgüllü
* Çok renkli, canlı
.

dalma
* Dalmak iş
i.
* Güreş
çinin ayaktayken, birden eğilerek, rakibinin belden aş
ağı
herhangi bir yerini kapması
.

dalmak
* Suyun içine bütünüyle ve hızla girmek.
* Bir yerin içine girmek.
* Baş ka bir şeyle uğraş
amayacak veya baş ka bir ş
eyi düş
ünemeyecek biçimde kendini bir ş
eye kaptı
rmak.
* Kendini bilmez duruma gelmek, kendinden geçmek.
* Uyumak.
* Güreş te dalma oyununu yapmak.

dalöğ
le
* Tam öğ
le zamanı
.

dalsı
* Dalıandı ran, dala benzeyen.
* Görevi, biçimi ve durumu yaprağa benzeyen yassı(dal).

dalsı
z
* Dalıolmayan.

daltaban
* Yalı
n ayak (kimse).
* Aşağı
lık, serseri.

daltonizm
* Renk körlüğü.

daluyku
* Derin uyku.

dalya
* Bir ş
ey sayı

rken birim olarak alı
nan sayı
ya gelince söylenen uyarma sözü.

dalya
* Yı
ldı
z çiçeğ
i (Dahlia).

dalyan
* Deniz, göl ve ı
rmaklarda kı

lara yakı
n yerlerde ağve kazı
klarla oluş
turulan, büyük balı
k avlama yeri.

dalyan ağ
ı
* Huni biçiminde oldukça dar gözlü balı
k ağ
ı.

dalyan çorbası
* Çeş
itli taze balı
klardan yapı
lan bol soğ
anlıçorba.

dalyan gibi
* boylu boslu.

dalyan köftesi
*İ çine bezelye, havuç ve haş
lanmı
şyumurta konularak rulo biçiminde hazı
rlanmı
şbir tür köfte.
dalyan sepeti
* Dalyanı
n denizden yana olan dip tarafı
ndaki açı
klı
ğıkapamak için kullanı
lan büyük sepet.

dalyan tarlası
* Dalyanı
n, deniz içinde kurulu bulunduğ
u alan.

dalyan yeri
* Sabit veya yüzer dalyan kurmaya elveriş
li avlanma yeri.

dalyancı
* Dalyan sahibi olan veya dalyanla balı
k avlayan kimse.

dalyasan
* Sarı
kları
n omuz üzerine dökülen ucu.

dam
* Yapılarıdışetkilerden korumak amacıyla üzerlerine yapı
lan çoğ
u kiremit kaplıbölüm.
* Toprak damlıev, küçük ev, köy evi.
* Ahır.
* Tutuk evi.

dam
* Dansta kavalyenin eş
i.
*İskambil kâğıtları
nda kız.

dam aktarma
* Damı
n kiremitlerini elden geçirip kı

kları
nıdeğiş
tirme.

dam altı
* Barı
nılacak, sı
ğı
nılacak yer.

dam koruğ u
* Dam koruğugillerden, bir veya çok yı
llı
k türleri olan, ı

k iklimlerde yetiş
en otsu bir bitki (Sedum).

dam koruğugiller
*İki çeneklilerden örnek bitkisi dam koruğ
u olan bir bitki familyası
.

dam üstünde saksağ an, vur beline kazmayı


* yersiz ve saçma sözler karşı

nda hafifseme yollu söylenir.

dam yandı, içindeki sı


çan da (birlikte) yandı
* "bu, büyük bir kayı p, ama eskiden yol açtı
ğırahatsı
zlı
k da sona erdi" anlamı
nda kullanı

r.

dama
* Karelere ayrı
lmı
şzemin üzerinde on altıtaş
la iki kiş
i arası
nda oynanan oyun.

dama çı
kmak
* cinsî istekleri artmak.

dama demek
* gücü kalmayarak bir iş
i daha ileri götüremeyecek duruma gelmek.
* tükenmek.

dama tahtası
* Üzerinde dama oynanan tahta.

dama taş
ı
* Dama oynanan taş .
* Sı
k sı
k bir yerden baş
ka bir yere giden veya atanan.

dama taş
ıgibi oynatmak
* sı
k sı
k bir yerden bir yere göndermek veya atamak.
damacana
* Su veya baş
ka sı

larıtaş
ımaya yarayan dar ağ
ızlış

kin karı
nlı
genellikle hası
r veya plâstik sepet içinde
korunan büyük şişe.

damacı
* Dama oyuncusu.

damak
* Ağı
z boş
luğ
unun tavanı
.

damak eteği
* Damağ
ın kemiksiz ve yumuş
ak olan arka bölümü.

damak tadı
* Tat alma duyusuna uygun yiyecek.

damak ünsüzü
* Dil sı
rtıyardı
mıile ön damakta veya art damakta oluş
an ses: g, k, n.

damaklı
* Damağ
ıolan.

damaklıdiş
* Damağ
ıile beraber hazı
rlanmı
ştakma diş
.

damaksı
* Boğ
umlanma noktasıdamakta bulunan (ses).

damaksı
l
* Damakla ilgili.

damaksı
llaşma
* Damaksı
llaş
mak iş
i.

damaksıllaşmak
* Bir kelimede art damaktan çı
kan bir ünsüz veya kalı
n bir ünlü ön damağ
a kayı
p yumuş
amak ve incelmek:
Yana > yine, alma > elma gibi.

damaksı
llaşmış
* Damaksı
llaş
an veya gerçekte damaksıolan ünsüze verilen ad.

damaksı
llaştı
rma
* Damaksı
llaş

rmak iş
i.

damaksı
llaştı
rmak
* Bir fonemin boğumlanma noktası
nısert damağa doğru kaydı
rmak.

damaksı
z
* Damağ ıolmayan.
* Tat alma duyusu zayıflamı
şolan veya bu duyuyu tamamen yitirmişolan (kimse).
* Sivri uçlu balı
kçıiğ
nesi.

damalı
* Üstünde kareler bulunan.

damar
* Canlıvarlıklarda kanın veya besleyici sıvı ları
n dolaş
tığıkanal.
* Mermerde, bazıtaş larda ve tahta kesitlerinde renk ayrılı
ğıgösteren dalgalıçizgi.
* Başka türden katmanları n arasında bulunan sı vı
, maden veya mineral katmanı .
* Soy, yaradı
lış.
* Huy, mizaç.
*İ çinde ongun besi suyunun dolaştığıodunsu dokudan boru.
* Böceklerde kanat zarınıdik tutmaya yarayan organ.

damar aktarma
* Vücudun bir yerinden alı
nan damarıtı
kanmı
şdamarı
n yerine koymak suretiyle yapı
lan tedavi, by-pass.

damar damar
* Çok damarlı
.
* Katmanlı
.

damar sertliğ
i
* Atardamar iç yüzeyinde yaş
lanma, yı
pranma, kireçlenme sebebiyle ortaya çı
kan kan dolaş
ımıgüçlüğü ve
kan bası
ncı nın artmasıhastalı
ğı
.

damar tabaka
*İ nce kan damarları
ndan oluş
an, göz küresinin içini döş
eyen katman.

damar tıkanıklı
ğı
* Atardamar kanı
nın pı
htı
laş
ması
veya yağparçacı
kları

n oluş
masısonucunda meydana gelen tı
kanma,
amboli.

damarcı
k
* Küçük damar.

damardaraltan
* Damarları
n kas tabakası
nıbüzerek kanı
n dolaş
ımı
nıçabuklaş

ran veya düzenleyen (sinir, madde).

damargenişleten
* Damarları
n kas tabakası
nıgevş
eterek çapı
nıbüyüten (sinir, madde).

damarı
(veya damarları ) kabarmak
* (bir huy veya duygu) güçlü bir biçimde ortaya çı
kmak.

damarı
bozuk
* Huysuz, sinirli, aksi, geçimsiz kimse.

damarı
kurusun
* birinin huysuzluğ
una öfkelenildiğinde, ilenme olarak söylenir.

damarı
tutmak
* kötü huyu, aksiliğ
i depreş
mek.

damarı
na (veya damarlarına) iş
lemek
* kötü bir huy, vazgeçilmez bir biçimde yerleş
mek.

damarı
na basmak
* birini, duyarlıolduğu bir konuda kı
zdı
rmak.

damarı
na çekmek
* soyunun özelliklerini taş
ımak.

damarı
na girmek
* birinin hoş
lanacağı
şeyler yaparak kendisini ona sevdirmek.

damarı
nıbulmak
* hoş
lanabileceğ
i biçimde davranı
p uysallı
ğı
nısağ
lamak.

damarlandırma
* Damarlarıyetersiz olan bir organa yeni damarlar eklemeyi amaçlayan ameliyat.

damarlanma
* Bir organı
n, bir bölgenin damarları
nın durumu.
damarlanmak
* Damar damar olmak, damar durumu almak.

damarlarıayağa kalkmak
* Bir duygu sonucu ş
iddetle istemek.

damarlı
* Damarıolan, damarı gözle görülecek kadar kabarmı
şolan.
* Aksi, huysuz, sinirli, geçimsiz.

damarsı
z
* Damarıolmayan.
* Uysal, iyi huylu.

damasko
* Çoğ
unlukla döş
emelik olarak kullanı
lan, keten ve ipek karı
şı
mıbir tür kumaş
.

damat
* Güvey.
* Padiş
ah soyundan kı
z almı
şolan kimse.

damat girmek
* aileye güvey olarak katı
lmak.

damatlı
k
* Güveylik.

damdan çardağ a atlamak


* hiçbir mantık bağ
ıkurmadan konudan konuya geçmek.

damdan düşer gibi (düş ercesine)


* (söz için) birdenbire ve yersiz olarak.

damdazlak
* Hiç saçıolmayan.

damga
* Bir şeyin üzerine bir nişan, bir işaret basmaya yarayan araç.
* Bu araçla basılan nişan, iş
aret.
* Bir kimsenin adı nıkötüye çı karan, yüz kızartı
cıdurum.
* Bir şeyin kime, hangi çağ a ait olduğunu gösteren belirgin iz, iş
aret, nitelik.

damga harcı
* Kamuya ait mal ve hizmetlere vatandaş
ın katkı
payıolarak ödediği vergi.

damga kanunu
* Damga pulları
nın nası
l ve ne miktarda yapı
ştı

lacağı
nıgösteren kanun.

damga pulu
* Resmî iş
lemlerde belgelere yapı
ştı

lan pul.

damga vergisi
* Kiş iler veya kuruluş
lar arasıhukukî iş
lemlerin geçerliliğini belgeleyen kâğı
tlardan alı
nan vergi.

damga vurmak
* damgalamak.
* iz bı
rakmak.

damga yemek
* (biri) kötü bir yargı
ya veya nitelenmeye uğ
ramak.
damgacı
* Damga vurmakla görevli kimse.
* Damga yapan veya satan kimse.

damgacı

k
* Damgacı

n iş
i veya mesleği.

damgalama
* Damgalamak iş
i.

damgalamak
* Bir şeyin üzerine damga ile işaret yapmak, damga vurmak.
* Bir kimseye gerçeğe dayanmadan herhangi bir özellik veya nitelik yüklemek.
* Birine yüz kızartıcıbir suç yüklemek.

damgalanma
* Damgalanmak iş
i.

damgalanmak
* Damgalamak iş
ine konu olmak.

damgalatma
* Damgalatmak iş
i.

damgalatmak
* Damgalamak iş
ini yaptı
rmak.

damgalayı
ş
* Damgalama iş
i veya biçimi.

damgalı
* Damgasıolan, damgalanmı şolan.
* (kendisine) Yüz kı
zartı
cıbir suç yüklenmişolan.

damgası
z
* Damgalanmamı
ş, damgasıolmayan.

damı


* Damıtmaya yarayan, damı
tma iş inde kullanı
lan araç, imbik.
* Endüstride damı
tma ürünleri elde etmede türlü ham maddeleri damı
tan kimse.

damı

k
* Damı
tma yoluyla, damı

larak elde edilmişolan.

damı

lma
* Damı

lmak iş
i.

damı

lmak
* Damı
tmak iş
i yapı
lmak veya damı
tmak iş
ine konu olmak.

damı
tma
* Damı
tmak iş
i, taktir.

damı tmak
* Gaz ürünler elde etmek için, bazıkatınesneleri ı
sıyoluyla temel ögelerine ayrı ştı
rmak, imbikten çekmek,
taktir etmek.
* Sıvıkarı
şı
mlarda, karmaş ı
k, değ iş
ken birleş
imleri oluşturan ögeleri, özellikleri belirli ürünlere ayı
rmak.

damı
zlı
k
* Yalnı
z dölü alı
nmak için yetiş
tirilen yüksek nitelikli (hayvan veya bitki).
* Maya.
damla
* Yuvarlak biçimde, çok küçük miktarda sı
vı.
* Damlalı kla kullanı
lan ilâç.
* Kalbe inen inme; felç.
* Çok az.
* Damla biçiminde olan (ziynet).

damla damla
* Azar azar.

damla hastalı
ğı
* Gut.

damla inmek
* felç olmak, damlaya uğramak, yüreğ
ine inmek.

damla sakızı
*İri taneli, parlak ve çok sevilen bir tür sakı
z.

damla taş
* Tıraşedilmeyerek yuvarlak ve cilâlıbı
rakı
lmı
ş, değ
erli veya yarıdeğ
erli taş
.
* Sarkıt.

damla taş
ı
* Yapı
larda süs unsuru olarak kullanı
lan damla biçiminde taş
.

damlacı
k
* Küçük damla.

damlalı
k
* Bir sı
vıyıdamla damla akı tmak için bir ucuna kauçuktan yapı lmışbaş lı
k geçirilmiş, öbür ucu sivri, cam veya
plâstikten araç.
* Bir yapıda çörtenleri ve dam oluklarınıtaşıyan yan duvar.
* Bulaşık teknesinin yanı na konulan ve yıkanmı şkap kacağı n suları
nıtekneye akı tan oluklu bölüm.

damlama
* Damlamak iş
i.

damlamak
* Damla durumunda tane tane düş mek.
*İ çindekini damla damla akıtmak.
* Bir yere çağrı
lmadan, birdenbire, çekinmeden girmek.

damlatı
lma
* Damlatı
lmak iş
i.

damlatı
lmak
* Damlatmak iş
i yapı
lmak.

damlatma
* Damlatmak iş
i.

damlatmak
* Damla damla akı tmak.
* Damlalı
kla ilâç koymak.
* Damıtmak.

damlaya damlaya göl olur


* azar azar olagelen bir ş
eyi küçümsemenin doğru olmadı
ğı
nı, çünkü birikerek önemli bir niceliğe ulaş
acağ
ını
anlatı
r.

damlı
* Damıolan.

damper
* Bir ş
asinin üzerine takı
lmı
ş, inip kalkan kasasıolan, kendinden hareketli, yükü boş
altan düzen.

damperli
* Damper düzeni olan.

damping
* Milletler arasıpazarlarıelde etmek veya elindeki malıelden çı
karmak için düş
ük fiyatla satma.
* Ucuzluk.

damsı
z
* Damıolmayan.

dan dan
* Kaba, kı


.

dan dun
* Karş
ılı
klıatı
lan silâh seslerini anlatı
r.

-dan, -den / -tan, -ten


* Çı kma hâli eki: Tarladan, köy-den vb.
*İ simlerden sıfat ve zarflar da türetir: toptan, candan, gerçekten vb.

dana

neğin, sütten kesilmesinden bir yaş
ına kadar olan erkek yavrusu.

dana derisi
* Ölü buzağı
ndan elde edilen ve tirş
e yapı
mında kullanı
lan özel deri.

dana eti
* Sütten yeni kesilmişdananı
n eti.

dana humması

nekte buzağ
ıyıdoğ
urduktan sonra ortaya çı
kan bir tür hastalı
k.

danaayağ
ı
* Yı
lanyastı
ğıgillerden, yaprakları
lekeli bir bitki (Arum).

danaburnu
* Toprak içinde yaşayı
p bitkilere, köklerini keserek zarar veren bir böcek, kök kurdu (Gryllotalpa vulgaris).
* Aslanağzıçiçeği.

danacı
* Dana çobanı
.

danadili
* Bir tür cönk.

danakı
ran otu
* Salepgillerden, bataklı
k yerlerde yetiş
en bir bitki (Epipactis).

danalar gibi bağı


rmak (veya böğürmek)
* çok kuvvetle haykı
rmak.

dananı
n kuyruğ u kopmak
* beklenen veya korkulan sonuç gerçekleş
mek.

Danca
* Danimarka dili.
dandini
* Bebekleri uyuturken, oyalarken söylenen tekerlemelerde geçer.
* Düzensiz, karışı
k, darmadağı nık.

dandini bebek
* Yaşı
na yakı
şmayacak davranı
şlarda bulunanlar için söylenir.

dane
* Kuşyemi.

dang
* Baş
ta, kaslarda, oynaklarda ağrı
lar yapan, vücutta kı

l lekeler gösteren, ateş
li ve salgı
n bir hastalı
k.

dangadak
* Birdenbire, damdan düş
er gibi.

dangalak
* Akı
lsı
z, düş
üncesiz.

dangalakça
* Dangalağa yakı
şı
r (biçimde).

dangalaklık
* Dangalak olma durumu veya dangalakça davranı
ş.

dangı
l dungul
* Kaba saba, yersiz ve lüzumsuz.

dangı
ldamak
* Dangı
rdamak.

dangı
rdama
* Dangı
rdamak iş
i veya biçimi.

dangı
rdamak
* Yüksek sesle, bağı
ra bağı
ra konuş
mak.

danı
ş
* Önemli bir konuda birkaç kiş
inin bir arada konuş
ması
, müş
avere.

danı
şı
k
* Olmayan bir durumu varmı
şgibi göstermek veya olduğundan baş
ka anlatmak için önceden yapı
lan
anlaş
ma, muvazaa.

danı
şı
klı
* Gerçekte olmadı
ğıhâlde bir anlaş
ma sonunda öyle gösterilen, muvazaalı
.

danı
şı
klı
dövüş
* Baş
kaları
nıaldatmak veya atlatmak için önceden yapı
lmı
şgizli anlaş
maya dayanan davranı
ş,ş
ike.

danı
şı
klı
k
* Danı
şı
klıolma durumu, muvazaa.

danı
şı
lma
* Danı
şı
lmak iş
i.

danı
şı
lmak
* Danı
şmak iş
i yapı
lmak.

danı
şma
* Danı
şmak işi, müşavere, istiş
are, müzakere, meş
veret.
* Danı
şı
lan yer, müracaat, enformasyon.
danı
şma bürosu
* Bazıkuruluş
ları
n iş
leriyle ilgili olarak sorulacak sorularıcevaplamak için açı
lmı
şbüro.

danı
şma meclisi
* 1982 Anayasası
nıhazı
rlayan ve Kurucu Meclisi oluş
turan organlardan biri.

danı
şmak
* Bir işiçin bilgi veya yol sormak, görüşalmak, istiş
are etmek, müracaat etmek, meş
veret etmek.

danı
şman
* Bilgi ve düş
üncesi alı
nmak için kendisine danı
şı
lan görevli kimse, müş
avir.

danı
şmanlık
* Danı
şmanı
n yaptı
ğıgörev, müş
avirlik.

Danı
ştay
* Yönetim davaları na bakmak, bakanlar kurulunca gönderilen yasa ve tüzük tasarı larıile imtiyaz sözleş
meleri
üzerine düşüncelerini bildirmek gibi görevleri olan, üyeleri Anayasa Mahkemesince seçilen bağımsı z anayasa kuruluş
u,
Devlet Şurası.

Danimarka kı
rmı zısı
* Kıllarıkırmı

, ortalama 600 kg ağ
ırlı
ğı
nda iri yapı

, sert ş
artlara uyum sağ
layan bir sütçü sı
ğı
rırkı
.

Danimarkalı
* Danimarka halkı
ndan veya bu halkı
n soyundan olan kimse.

daniska
* En iyi, katmerli.

daniş
ment
* Bilgili.
* Tanzimattan önce, kadıları
n yanında yetişmek üzere görevlendirilen kimse.
* Sahn medreselerinde oda sahibi olabilen öğ
renci.

dank
* "Çoktan beri anlayamadığıbir şeyi, bir olayı
n ortaya çı
kması
yla birdenbire kavrayı
vermek" anlamı
na gelen
kafası
na dank demek veya kafasına dank etmek deyimlerinde geçer.

dans
* Müzik temposuna uyularak yapı
lan ve estetik değ
er taş
ıyan düzenli vücut hareketleri, raks.

dans etmek (veya yapmak)


* müzik temposuna uyarak, estetik değer taş
ıyan vücut hareketleri yapmak.

dansçı
* Dans eden kiş
i.
* Dansımeslek edinen kiş
i.

dansimetre
* Yoğunlukölçer.

dansing
* Dans etmek için gidilen, halka açı
k yer.

danslı
* Dansıolan, dans edilen.

dansör
* Dans etmeyi meslek edinen erkek.

dansörlük
* Dansörün iş
i veya mesleği.

dansöz
* Dans etmeyi meslek edinen kadı
n.

dansözlük
* Dansözün iş
i veya mesleği.

danssı
z
* Dansıolmayan, dans edilmeyen.

dantel
* Her türlü iplikle örülen veya bir kumaş
ın kenarı
na iş
lenen türlü biçimde ince ve ağgörünümünde örgü,
tentene.

dantel ağacı
* Dulaptal otugillerden, Antillerde yetiş
en, sünger gibi kullanı
lan, kabuk lifleri dantele benzeyen bir ağaç
(Lâgetta).

dantelâ
* Bkz. dantel.

dantelâlı
* Dantelâsıolan.

dantelli
* Danteli olan.

dapdar
* Çok dar.

dapdaracı
k
* Çok dar.

dar
*İ çine alacağ ış eye oranla ölçüleri yetersiz olan, genişve bol karş
ıtı
.
* Geniş liği az veya yetersiz olan, ensiz.
* (yaratı
cıyetiler için) Yetersiz.
* Az, elveriş siz, sı
nırlı
.
* Yeterli paranı n olmaması ndan doğan sı kıntı.
* Güçlükle, ucu ucuna, ancak.

dar

dam mahkûmları
nıasmak için dikilen direk.

dar açı
* Ölçüsü 90° den küçük olan açı
.

dar aralı
k
* Borsada hisse senetlerinin alı
m satı
m emirlerinin verilmesi sı
rası
nda geçen kı
sa süre.

dar atmak
* güçlükle ve ivedi olarak bir yere sı
ğı
nmak; kaçmak.

dar boğaz
* Kısı
k.
* Toplumun, çözümlenmesinde güçlüklerle karş
ılaş

ğıbunalı
mlıdurum.

dar darı
na
* güçlükle ve son anda; güç hâl ile, uç uca.

dar gelirli
* Geliri normal bir geçim sağlamaya yetiş
meyen; geçim sı

ntı
sıçeken.

dar gelmek
* sı

ntıve huzursuzluk vermek.

dar görüş

* Yeni ve değ
işik görüş
leri benimsemeyen, anlayı
şgöstermeyen.

dar hat
* Dar demir yolu.

dar kaçmak
* istemediğ
i bir çevreden kendini dı
şarıatmak.

dar kafalı
* Kavrayı
şıaz, anlayı
şıkı
t; yenilikleri benimseyecek yetenekten yoksun (kimse).

dar ünlü
* Alt çenenin az açı
lması
yla oluş
an ünlü: u, ü.

dara
* Kabı yla birlikte tartı
lan bir nesnenin kabı nı
n ağ ı
rlı
ğı.
* Bu kabı n ağ ırlı
ğına karş ı

k olarak terazinin öbür kefesine konulan ağ
ırlı
k.
*İ çinde yük taş ı
nan aracı n boşdurumdaki ağ ırlı
ğı
.

dara boğmak
* birinin güç durumundan yararlanmak.

dara dar
* Güçlükle, ancak, uç uca, son dakikada.

dara düş
mek
* para sı

ntı

na düş
mek.

dara gelmek
* aceleye gelmek.
* mecbur olmak.

dara getirmek
* aceleye getirmek.

daraban
* (kalp için) Vurma, vuruş
, atı
ş.

daracı
k
* Çok dar.

daraç
* Dar.

darağ
acı

dama mahkûm olanlarıasmak için kurulan sehpa.

daralı
ş
* Daralma iş
i veya biçimi.

daralma
* Daralmak iş
i.
* Genişünlülerin, yanları
ndaki bazıünsüzlerin etkisiyle darlaş
ması
: geymek > giymek, yene > yine gibi.

daralmak
* Dar duruma gelmek, küçülmek; azalmak.
* Güçleşmek, zorlaş
mak.
* Sı
kış
mak, baş ıdara gelmek, bunalmak.
* Zayı
flamak.

daraltı
* Dar gibi görünme veya olma.

daraltı

* Boruları
n çapları
nıdaraltmakta kullanı
lan bağ
lantıparçası
.

daraltı
lma
* Daraltı
lmak iş
i.

daraltı
lmak
* Daraltmak iş
i yapı
lmak.

daraltma
* Daraltmak iş
i.

daraltmak
* Dar duruma getirmek.
* Sayı
ca azaltmak.

darası
nıalmak
* içine bir ş
ey konulacak kabı
n ağı
rlı
ğı
nıtartmak.

darası
nıdüş mek
* tarttı
ktan sonra kabı
n ağ
ırlı
ğı
nıhesaptan düş
mek.

darası
z
* Darasıalı
nmadan.

daraş

k
* Sı

nt ı
lıortam, durum, darlı
k.

daraya atmak (veya çıkarmak)


* değer vermemek.

darbe
* Vuruş , çarpı
ş.
* Bir ülkede baskıkurarak, zor kullanarak veya demokratik yollardan yararlanarak hükûmeti istifa ettirmek
veya rejimi değ iştirecek biçimde yönetimi, devirmek işi.
* Birini kötü duruma düş üren, sarsan olay.

darbe vurmak (veya indirmek)


* iyi olan bir durumu kötüye dönüş
türmek.

darbe yemek
* gücünü sarsı

, yok edici bir durum almak.

darbeci
* Vuran, çarpan kimse.
* Darbe yaparak yönetime el koyan kimse.

darbecik
* Küçük, hafif darbe.

darbecilik
* Darbecinin iş
i.

darbeleme
* Darbelemek iş
i.
darbelemek
* Vurmak, çarpmak.
* Yıkıma uğratmak.
* Bir iş
i engellemek.

darbı
mesel
* Atasözü, atalar sözü.

darbuka
* Toprak veya madenden yapı
lan, bir yanıaçı
k, uzunca bir tür dümbelek.

darbukacı
* Darbuka çalan kimse.

darbukacı
lık
* Darbukacı
nın iş
i veya mesleği.

darca
* Biraz dar, pek genişolmayan, dar olarak.

darda bulunmak
* para sı

ntı
sıiçinde bulunmak.

darda kalmak
* paraca sı
kıntı
içine girmek.
* zor duruma düş mek.

dardağ
an
* Palmiye cinsinden bir ağ
aç (Milium effusum).
* Bu ağacın çitlembik büyüklüğünde, sert çekirdekli tatlıyemiş
i.

dargı
n
* Darılmışolan, küskün.
* Soğuk, ilgisiz.

dargı
n durmak
* küskün durumda olmak.

dargı
nlaş
ma
* Dargı
nlaş
mak iş
i.

dargı
nlaş
mak
* Dargı
n bir durum almak.

dargı
nlı
k
* Dargı
n olma durumu.

darı
* Buğdaygillerden, tohumlarıgereğinde buğ
day yerine besin olarak kullanı
lan, kuraklı
ğa dayanı
klıbir bitki,
akdarı
(Panicum).
* (bazıbölgelerde) Mı sı
r.

darıdarı
na
* Güçlükle, uç uca.

darıunundan baklava, incir ağ acı


ndan oklava olmaz
* kötü gereçle iyi işgörülemez.

dârı
dünya
* Dünya, yeryüzü.
dârı
fülfül
* Doğu Hint Adaları nda yabanî olarak yetişen, tı
rmanıcı, meyveleri 6 cm uzunluğ unda, 7 mm çapı
nda, koni
biçiminde, açı
k esmer renkli, yakı
cıve keskin lezzetli, iş
tah açı
cıbir bitki (Fructus Piperis longi).

darı
lgan
* Çabuk alı
nıp darı
lan (kimse).

darı
lganlı
k
* Çabuk alı
nıp darı
lma durumu.

darı
lma
* Darı
lmak iş
i.

darı
lmaca
* "Darı
lmak olmaz", "sakı
n darı
lma" anlamı
nda kullanı
lan darı
lmaca yok deyiminde geçer.

darı
lmak
* Hoşa gitmeyen bir tutum, davranı
şveya söz dolayı

yla gücenip görüş
mez olmak, ilgiyi kesmek.
* Gücenmek, kı rı
lmak, alı
nmak, incinmek.
* Azarlamak, paylamak.

darı
ltma
* Darı
ltmak iş
i.

darı
ltmak
* Darı
lması
na sebep olmak.

darı
sıbaş
ına
* bir baş
arı
, bir mutluluk baş
kasıiçin istendiğ
inde söylenir.

darlaş
ma
* Darlaş
mak iş
i.

darlaş
mak
* Daralmak.

darlaş

rma
* Darlaş

rmak iş
i.

darlaş

rmak
* Daraltmak.

darlı
k
* Dar olma durumu.
* Geçim zorluğu.
*İç sı
kıntı
sı.

darmadağ
ın
* Çok dağı

k ve karı
şı
k, tarumar.

darmadağ
ın etmek
* dağı
tmak, karı ştı
rmak.
* dayak atı
p iyice dövmek.

darmadağ
ınık
* Darmadağı
n olmuş
.

darmaduman
* Karmakarı
şı
k.

darmaduman etmek
* karmakarı
şı
k bir duruma getirmek.
darmaduman olmak
* karmakarı
şı
k bir duruma gelmek.

darp
* Vurma, dövme.
* Çarpma.
* Vuruş.

darp etmek
* vurmak, çarpmak.
* (para için) damga basmak.

darphane
* Para bası
lan yer.

darülâceze
* Düş
künler evi.

darülbedayi
* Güzel sanatlar evi, kuruluş
u.

darüleytam
* Yetimler evi.

darülfünun
* Üniversite.

darüş
şifa
* Sağlı
k yurdu.

Darvincilik
* Darwin'ce geliştirilen, canlıtürlerin doğ
al ayı
klanma sonucu, evrim yoluyla basit organizmalardan
türediğ
ini ileri süren görüş
.

dasdaracı
k
* Çok dar.

dasit
* Kuvarslı
diyorit birleş
iminde olan bir sı

ntıkütlesi.

dasitan
* Destan.

dasitanî
* Destanî.

dastar
* Başörtüsü.

-daş/ - taş
*İsimden isim türeten ek: din-daş
, arka-daş
, meslek-taş
, sı
r-daş
, yol-daşvb.

datif
* Yönelme durumu.

daüssı
la
* Yurt özlemi, yurtsama.

dav
* Postu, kaplan postu gibi çizgili bir tür Afrika zebrası(Hippotigris burchelli).
dava
* Hukukî korunmanı n bir hüküm ile sağ
lanmasıiçin yargıorganları
na baş vurma.
*İ leri sürülerek savunulan düşünce, çözümlenmesi gerekli olan konu, sav.
* Sorun.
* Ülkü.
* Sevgili.

dava adamı
* Bir ülkü uğ
runda sürekli çalı
şan kimse.

dava etmek (veya açmak)


* hukukî korunmanı
n bir hüküm ile sağlanması
için yargıorganları
na baş
vurmak.

dava görmek
* açı
lan davaları
incelemek ve sonuca bağlamak.

dava gütmek
* sürekli olarak bir konuyu savunmak veya gündemde tutmak.

dava vekili
* Avukat sayı
sıbeş
ten az olan yerlerde avukat yetkisini taş
ıyan meslek adamı
.

davacı
* Dava eden kimse, müddei.

davalaş
ma
* Davalaş
mak durumu.

davalaş
mak
* Birbiri aleyhinde mahkemeye baş
vurmak.

davalı
* Kendisinden bir ş
ey dava edilen kimse, müddeialeyh.
* Dava konusu olan (şey).
* Davasıolan.

davalı
k
* Davayıgerektiren.

davar
* Koyun ve keçiye verilen ortak ad.
* Koyun veya keçi sürüsü.

davar gütmek
* sürüyü otlatmak, korumak ve gerektiğ inde süt sağ
mak.
* iş
e yaramayan, aptal veya acemi insanlarıkendi çıkarları
doğ
rultusunda kullanmak.

davaya bakmak
* açı
lan davayıincelemek, araş

rmak ve sonuçlandı
rmak, rüyet etmek.

davet
* Çağ
rı, çağırma.
* Yemekli toplantı
.

davet etmek
* çağ ı
rmak.
* yol açmak.
* birinin bir ş
eye uyması
nıistemek.

davetçi
* Çağ
rıda bulunan kimse, çağ
rıcı
.
davete icabet etmek
* çağ rı
lıolduğu yere gitmek.

davetiye
* Davet için yazı
lan kâğı
t.

davetkâr
* (bakı
ş, davranı şvb. için) Çağ
ıran, davet eden.
* Çekici, cazibeli.

davetli
* Çağ
rılı
.

davetname
* Yasal bir işiçin gönderilen çağrı

k.

davetsiz
* Çağ
rılmadan gelen.

davlumbaz
* Dumanıtoplayı p bacaya vermeye yarayan çı
kıntı
.
* Yandan çarklıvapurları
n çarkları
nıörten yarı
m daire biçimindeki kapak.

davrandı
rma
* Davrandı
rmak iş
i.

davrandı
rmak
* (birinin) Davranması
nısağlamak.

davranı
ş
* Davranmak işi veya biçimi, tutum, muamele, hareket.
* Dı
ştan gözlemlenebilecek tepkilerin toplamı .
* Organizmanın uyaranlar karş ısı
ndaki tepkilerinin bütünü.

davranı
şbilgisi
* Görgü kuralları
.

davranışçı lı
k
* Psikolojinin inceleme konusunun davranı
şolduğuna inanan, bilincin, psikolojinin araş

rma alanı
na
girdiğ
ini inkâr eden görüş , behavyorizm.

davranma
* Davranmak iş
i.

davranma!
* kı
mıldama!.

davranmak
* Bir kimseye veya bir ş eye karşıbelli tavı
r takı
nmak.
* Bir şeye el atmak, girişmek.
* Bir işi yapmaya hazı r olmak, hazı
rlanmak.

davudî
* Kalı
n, tok ve gür (ses).

davul
* Büyük ve enlice bir kasnağ
ın iki yanı
na deri geçirilerek yapı
lan, tokmak ve değnekle çalı
nan çalgı
.

davul (birinin) boynunda, tokmak (bir başkası


nın) elinde
* sorumluluğu taşı
yan biri olduğ
u hâlde, sözü geçen bir baş
kası

r.

davul çalmak
* bir ş
eyi herkesin haber alabileceği biçimde ortalı
ğa yaymak.

davul çalsan işitmez


* çok sağı
r.
* uykusu çok ağ
ır, derin uykuda.

davul dengi dengine diye çalar


* evlenecek kimselerin birbirlerine denk olmasıgerekir.

davul dövmek
* davul çalmak.

davul gibi
*şişve gergin.

davul tozu
* Gerçekleş
mesi imkânsı
z olan durumlar için kullanı

r.

davulcu
* Davul çalan kimse.

davulculuk
* Davulcunun iş
i veya mesleğ
i.

davulu biz çaldık, parsayıbaşkasıtopladı


* biz çalı
ş tı
k, uğraş

k, başkasıyararlandı
.

davulun sesi uzaktan hoşgelir


* iş
in içinde olmayanlar o iş
i kolay veya kârlısanı
rlar.

davya
* Diş
çi kerpeteni.

dayağ
a idmanlıolmak
* dayak yemeye alı
şmı
şolmak.

dayak
* (bir insanı veya bir hayvanı
) Dövmek iş i, patak, kötek.
* Bir ş eyin yı
kılmamasıiçin dayatılan ağaç, destek, payanda.
* Evlerin kapı sının açılmamasıiçin kapının arkasına konulan kol, destek, sürgü.

dayak arsı

* Dayaktan korkmaz olmuş
, dayak yemeye alı
şmı
ş.

dayak atmak
* dövmek, sopa ile dövmek.

dayak cennetten çıkmı ştır


* dayağın yola getirici bir etkisi bulunduğ
unu anlatı
r.

dayak düş
künü
* Dayağa lâyı
k olan, dövülmeyi hak eden.

dayak kaçkını
* Dayak yemeye alı
şmı
ş, dayaktan korkmaz kiş
i.

dayak yemek
* dövülmek, sopa ile dövülmek.

dayaklama
* Dayaklamak iş
i.
dayaklamak
* Yı
kılmaması için bir ş
eye destek koymak.
* Kapıyıbir destekle arkası
ndan kapamak, sürgülemek.

dayaklanma
* Dayaklanmak iş
i veya durumu.

dayaklanmak
* Dayaklamak iş
i yapı
lmak.

dayaklı
* Dayağıolan.

dayaklı
k
* Destek olarak kullanı
lan ş
ey.

dayalı
* Dayanmı şolan.
*İlgili, dair, müstenit, mebni.

dayalıdöş
eli
* Döş
emesi ve eş
yasıeksiksiz.

dayama
* Dayamak iş
i.

dayamak
* Bir şeyi bir yere dokunur duruma getirmek ve bu durumda bı rakmak veya tutmak.
* Bir yerden, bir kimseden yararlanmak, güç almak.
* Hızla, öfke ile veya korkutmak için yaklaş tırmak, uzatmak.
* Vakit geçirmeden, bekletmeden vermek.
* (kapı, pencere için) Ardına kadar açmak.
* Kalitesiz, kötü veya çürük bir malı, gizlice iyi olanları
n arası
na katı
p müşteriye satmak.
* Varmak, ulaş mak.

dayanak
* Dayanı lacak şey, istinatgâh, mesnet.
* Bir iddiayıgüçlendirmeye yarayan tanı t.
* Güç verici, yardı mcı , destek.
* Bir gerçekliğin onaylanmasıiçin olayları n arkası
nda veya altı
nda bulunan ş
ey; kendisine bir ş
ey yüklenilen,
bir varlı
ğa destek olan, altta bulunan temel.

dayanak noktası
* Yapılarda bir bölümün ağ
ırlı
ğı
nıtaş
ımaya yarayan öge.
* Dayanak.

dayanaklı
* Dayanağ
ıolan.

dayanaklı
k
* Dayanak, destek olma durumu.

dayanaksı
z
* Dayanağ
ıolmayan.

dayanamamak
* katlanamamak, sabredememek.

dayanç
* Sabı
r.
* Dayanak.
dayandı
rma
* Dayandı
rmak iş
i.

dayandı
rmak
* Dayanması
nısağ
lamak, istinat ettirmek.

dayanı
klı
* Dayanabilen, sağ lam, güçlü, mukavim, zorlu.
* Metanetli, metin, mütehammil.

dayanı
klı
lık
* Dayanı
klıolma durumu, metanet.

dayanı
ksı
z
* Dayanmayan, sağlam olmayan, güçsüz, metanetsiz.

dayanı
ksı
zlı
k
* Dayanı
ksı
z olma durumu, metanetsizlik.

dayanı
lma
* Dayanı
lmak iş
i veya durumu.

dayanı
lmak
* Dayanmak iş
i yapı
lmak.

dayanı
lmaz
* (bir kimse veya ş
ey için) Karşıkonulamaz veya karş
ıçı

lamaz.
* Tahammül edilemez, katlanı lamaz.

dayanı
m
* Bir varlı
ğı
n dı
şetkilere karş
ıdirenme özelliğ
i, direnç.

dayanı
m ömrü
* Bkz. dayanma ömrü.

dayanı
rlı
k
* Direnç, mukavemet.

dayanı
ş
* Dayanma iş
i veya biçimi.

dayanı
şı
k
* Üyeleri arası
nda dayanı
şma bulunan (millet, topluluk, sı
nıf vb.), mütesanit.

dayanı
şma
* Dayanı şmak işi, tesanüt.
* Bir topluluğu oluş turanları
n duygu, düş
ünce ve ortak çı
karlarda birbirlerine karş
ılı
klıbağ
lanması
, tesanüt.

dayanı
şmacı
* Dayanı
şmacı

ktan yana olan, solidarist.

dayanışmacı lı
k
* Bir topluluğun bütün bireyleri arasında bir dayanı
şma bulunması nıtoplu durumda yaş
amanı
n
gereklerinden sayan ve bireycilikle ortaklaşacılı
k arası
nda yer alan bir öğ
reti, solidarizm.

dayanı şmak
* (bir topluluğ
u oluşturan kiş
iler) Bir ş
eyi gerçekleş
tirmek için duygu, düş
ünce ve çı
kar birliği göstermek,
birbirini kollamak, mütesanit olmak.

dayanı
şmalı
* Araları
nda dayanı
şma bulunan.
dayanma
* Dayanmak iş
i.

dayanma ömrü
* Bir malzemenin kopmaya, kı

lmaya ve görevini yapamaz hâle gelmesine kadar göstermişolduğ
u direnç.

dayanmak
* Bir yere yaslanmak, kendini dayamak.
* Kullanı lı
şıuzun sürmek, dayanı klıolmak.
* Zarar görmemek, varlı ğınıkorumak, hasar görmemek.
* Birinden, bir şeyden güç almak, güvenmek; istinat etmek.
* Tutunmak, karş ıdurmak, karş ıkoymak, mukavemet etmek.
* Bir şeyin üzerinde kurulmuşolmak, istinat etmek.
* Güç bir duruma katlanmak, çekmek, sabretmek, tahammül etmek.
* Varmak, ulaş mak.
* Bütün gücünü kullanarak bir iş i yapmak.
* (tükenmeyen iş ler için) Sonunda birinin veya bir ş
eyin üzerinde kalmak.
* Hı z vermek.
* Yetiş mek, yeter olmak.

dayantı
* Dayanı
klı
k.

dayatı
ş
* Dayatmak iş
i veya biçimi.

dayatı
şma
* Kendi isteğ
inde inatlaş
ma.

dayatı
şmak
* Kendi istek ve arzularıdoğ
rultusunda ı
srar etmek, inatlaş
mak.

dayatma
* Dayatmak iş
i, empoze etme.

dayatmacı

stediğ
ini yaptı
rmada baskıuygulayan, direten, empoze eden.

dayatmak
* Dayamak iş ini yaptırmak, empoze etmek.
* Kendi istediğini yaptı rmakta direnmek.
* Baş
kası nın isteğ ine karşıkoymak.
* Empoze etmek.

dayattı
rma
* Dayattı
rmak iş
i.

dayattı
rmak
* Dayatmak iş
ini yaptı
rmak.

dayayı
p döş emek
* (evi, odayı
) mobilya ve benzeri eş
ya ile döş
emek.

dayayı
ş
* Dayamak iş
i veya biçimi.

daye
* Çocuk bakı


, süt nine, dadı
.

dayı
* Annenin erkek kardeşi.
* Bir kimsenin kayı

cısıolan, sözü geçer kimse.
* Yaşlıerkeklere seslenme sözü olarak kullanı

r.
* Osmanlıİ mparatorluğu döneminde Tunus, Cezayir ve Trablusgarp'ta seçimle baş
a getirilen yönetici.
* Cesur, yiğ
it.

dayı
lanma
* Dayı
lanmak iş
i.

dayı
lanmak
* Çalı
m satmak, yüksekten atmak.

dayı

k
* Dayıolma durumu.
* Kayı
rıcı

k.
* Kabadayı
lık, külhanbeylik.

dayı
oğlu
* Dayı
nın oğ
lu, dayı
zade.

dayı
zade
* Dayı
oğlu veya dayı

n kı

.

daylak
* Diş
i deve.
* Deve yavrusu.

daz
* Saçıdökülmüş(baş ), dazlak.
* Çıplak (toprak).

dazara dazar
* Çok ivedi ve telâş

.

dazara dazır
* Dazara dazar.

dazlak
* Tepesindeki saçı
dökülmüşolan (kimse, baş
).

dazlaklaş
ma
* Dazlak duruma gelmek.

dazlaklaş
mak
* (insan) Tepesindeki saçıdökülmüşolmak, dazlak duruma gelmek.
* Saçlarınıustura ile kazı
tmak.

dazlaklı
k
* Dazlak olma durumu.

dazlama
* Dazlamak iş
i.

dazlamak
* Güç beğ
enmek, güç beğenir olmak.

de
* Türk alfabesinin beş
inci harfinin adı
.

de
* Bkz. da / de.

-de
* Bkz. -da / -de, -ta / -te.
debagat
* Tabaklı
k, sepicilik.

debbağ
* Sepici, tabak (II).

debbe
* Kulplu ve ağzıkapaklı
bakı
rdan su kabı
, güğ
üm.

debboy
* Silâh, giysi gibi asker eş
yasıambarı
.

debdebe
* Görkem, gösteriş
,şatafat, ihtiş
am.

debdebeli
* Görkemli, gösteriş
li.

debeleniş
* Debelenmek iş
i veya biçimi.

debelenme
* Debelenmek iş
i.

debelenmek
* Bir acı
nın etkisiyle veya bir baskı
dan kurtulmak için çı
rpı
nmak.
* Çırpınmak, tepinmek, kı mı ldamak.
* Boş una uğraşıp durmak.

debi
* Bir akarsuyun herhangi bir kesiminden saniyede geçen suyun hacmi, akı
m.

debil
* Zayı
f yapı

, güçsüz.

debillik
* Genellikle yapıile ilgili aş
ırıve sürekli güçsüzlük.

debimetre
* Bir borudan akan gaz veya sı


n hacim ve kütle cinsinden debisini kontrol eden, düzenleyen ve ölçen
araç.

debriyaj
* Otomobillerde kavrama yöntemi ile kenetlenmişiki mili birbirinden ayıran ve çekici mili hareket
düzeninde tutarak çekilen milin durması
nıve bu iş
lem sonunda aracı n hareketini sağlayan sistem.

debriyaj pedalı
* Kavrama pedalı
.

Deccal
* Dinî inanı
şlara göre kı
yamete yakı
n bir zamanda çı
kacağ
ına inanı
lan yalancı
ve kötü yaradı

şlıkimse.

deccal
* Yalancı
, fesat, dedikoducu.

decrescendo
* Bir parçanı
n, sesi gittikçe kı
sarak çalı
nacağ
ınıanlatı
r.

dede
* (evlât için) Babanı
n veya ananı n babası, büyük baba.
* Büyük babadan baş layarak geriye doğru atalardan her biri.
* Mevlevî tarikatı
nda çile doldurmuşolan derviş lere verilen unvan.
* Çok yaşlıkimselere seslenme sözü olarak kullanılır.

dede (dedesi) koruk yer, torununun dişi kamaşı


r
* eskilerin yaptı
ğıyanlı
şişlerden daha sonrakiler de zarar görür.

dededen kalma
* çok eski dönemlerden beri kullanı
lan nesne.

dedektif
* Bkz. detektif.

dedektör
* Bkz. detektör.

dedelik
* Dede olma durumu veya dedeye yakı
şan davranı
ş.

dedi mi
* (dedi'mi) tam vaktinde.

dediğ
i çı
kmak
* dediğ
işey gerçekleş
mek.

dediğ
i dedik
* her istediğ
ini yaptı

r, söylediği sözden dönmez.

dediğ
im dedik, öttürdüğ üm (veya çaldı
ğım) düdük
* bir insanı
n sözünde direndiğini anlatmak için söylenen bir tekerleme.

dediğ
im dedikçi
* Her isteğ
ini yaptı
ran, inatçı
, iddiacı(kimse).

dediğ
in
* adı
verilen, sayı
lan, kabul edilen.

dediğ
inden (dışarı
) çı
kmak
* sözünü dinlememek.

dediğ
ine gelmek
* birinin düş
üncesini önce kabul etmezken sonradan doğru bulup kabul etmek.

dediğ
ine kara demek
* inatçı

k ederek karş
ısı
ndaki ile anlaş
maya yanaş
mamak.

dedikodu
* Konusu çekiş
tirme veya kı
nama olan konuş
ma, kı
lükal.

dedikodu etmek (veya yapmak)


* birini çekiş
tirmek.

dedikodu kumkuması
*İ ş
i gücü dedikodu olan kimse.

dedikoducu
* Çok dedikodu yapan.

dedikoduculuk
* Dedikodu yapma iş
i.

dedirme
* Dedirmek iş
i.
dedirmek
* Demek zorunda bı rakmak.
* Denilmesini sağlamak.

dedirtme
* Dedirtmek iş
i.

dedirtmek
* Demek zorunda bı
raktı
rmak.

dedüksiyon
* Tümden gelim.

def
* Bkz. tef.

def
* Savma.

defa
* Kez, kere.

defalarca
* Sı
k sı
k, sürekli olarak.

defans
* Savunma.

def'aten
* Birden, bir defada.

defetme
* Defetmek iş
i.

defetmek
* Kovmak.
* Savmak, savuş
turmak.

defibelâ kabilinden
* bir belâyısavarcası
na.

defibratör
* Yongalarıliflerine ayrı
ştı
ran özel alet.

defigam etmek
* üzüntüyü, sı

ntı
yıatmak.

defihacet etmek
* büyük abdest bozmak.

defile
* Giyecekleri tanı
tmak amacı
yla mankenlerin yaptı
klarıgösteri, moda gösteri geçidi, giyim gösterisi.

defin
* (ölüyü) Gömme.

define
* Toprak altı
na gömülerek saklanmı
ş, para veya değerli ş
eyler, gömü.

defineci
* Gömü bulmak umuduyla kazıyapan veya yaptı
ran kimse.
definecilik
* Defineci olma durumu.

deflâsyon
* Para darlı
ğı
, durgunluk.

defleme
* Deflemek iş
i.

deflemek
* Defetmek.

defne
* Defnegillerden, yapraklarıgüzel kokulu ve yaz kı
şyeş
il olan bir ağaç (Laurus nobilis).

defne yaprağı
* Çeş
itli yiyeceklere güzel koku versin diye katı
lan yaprak.

defnedilme
* Defnedilmek iş
i, gömülme.

defnedilmek
* (ölü) Gömülmek.

defnegiller
* Örnek bitkisi defne olan, iki çeneklilerin ayrıtaç yapraklı
ları
ndan, yaprakları
kokulu birçok türü içine alan
bir bitki familyası
.

defnetme
* Defnetmek iş
i, gömme.

defnetmek
* (ölüyü) Gömmek, toprağa vermek.

defneyaprağı
* Bir lüfer çeş
idi.

defnolunma
* Defnolunmak iş
i.

defnolunmak
* (ölü) Gömülmek.

defo
* Kusur, özür, bozukluk.

defol!
* savuşgit, uzaklaş
.

defolma
* Defolmak iş
i.

defolmak
* (hakaret sözü olarak) Savuş
mak, çekilip gitmek.

defolu
* Defosu olan, bozuk, özürlü, kusurlu (kumaş
, giysi vb.).

deformasyon
* Biçimi bozulma, biçimsizleş
me.
deforme
* Biçimi, kalı
bıbozulmuş
.

deforme olmak
* biçimi, kalı
bıbozulmak.

defosuz
* Defosu olmayan, sağ
lam.

defroster
* Buzçözer.

defter
* Genellikle hafif bir kapak içerisinde, bir araya tutturulmuşkâğ
ıt yaprakları
.

defter açmak
* para yardı
mıveya gönüllü toplamaya giriş
mek.

defter emini
* Tapu iş
lerine bakan yüksek görevli.

defter tutmak
* iş
lem veya hesaplarıdüzenli olarak bir deftere geçirmek.

defterci
* Defter yapan veya satan kimse.

deftercilik
* Defter yapmak veya satmak iş
i.

defterdar
* Bir ilin maliye iş
lerini yöneten yüksek görevli.
* Osmanlı larda maliye iş lerinin en yüksek yetkilisi veya illerde maliye iş
leriyle uğ
raş
an görevli.

defterdarlı
k
* Defterdarı
n makamı
, görevi veya görevin yürütüldüğ
ü yapı
.

defterden silmek
* adınıanmaz olmak, dost saymaz olmak.

defterhane
* Osmanlıülkelerindeki bütün toprak kayı
tları
nıiçine alan ana defterlerin bulunduğ
u ve bunlara özgü iş
lerin
görüldüğü daire.

defteri dürülmek
* ölmek, öldürülmek.
* görevine son verilerek bir yerden uzaklaş


lmak.

defteri kapamak
* söz konusu iş
i artı
k yapmaz olmak; bir ş
eyle ilgiyi kesmek.

defterihakanî
* Osmanlıİ
mparatorluğunda Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğ
ü.

defterikebir
* Ana defter.

defterinde olmamak
* sahip bulunmamak, tabiatı
nda bulunmak.

defterini dürmek
* öldürmek.
degajman
* Futbolda kalecinin topu sert bir ayak vuruş
uyla uzağa atması
.

değ
diriş
* Değdirmek iş
i veya biçimi.

değ
dirme
* Değdirmek iş
i.

değ
dirmek
* Değmesini sağlamak, değmesine yol açmak.

değ
er
* Bir şeyin önemini belirlemeye yarayan soyut ölçü, bir ş eyin değdiği karş
ılı
k, kı
ymet.
* Bir şeyin para ile ölçülebilen karşılı
ğı, paha.
* Yüksek ve yararlınitelik.
* Üstün, yararlınitelikleri olan kimse.
* Kiş inin isteyen, ihtiyaç duyan bir varlık olarak nesne ile bağ lantı

nda beliren şey.
* Bir değ işkenin veya bilinmeyenin sayıile anlatı mı.

değ
er analizi
* Bir ürünün her parçası
nı n veya ekonomik işlemin her basamağ
ını
n sistemli bir biçimde analiz edilip, katma
değ
erinin hesaplanması ve maliyetle iliş
kisinin meydana çı
karı
lmasıişi.

değ
er artı
rma
* Fiyatı
nıyükseltme.

değ
er biçmek
* bir ş
eyin değ
erini belirtmek, bir ş
eye değer koymak.

değ
er düş
ürme
* Fiyatı
nıindirme, değerini aş
ağı
ya çekme.

değer düşürümü
* Paranı
n altı
n veya yabancıbir paraya göre değerinin düş
ürülmesi, satı
n alma gücünün azalması
,
devalüasyon.

değer kuramı
* Değerlerin önem sı
raları
nıve bu arada en yüksek değeri araş

rarak bir değ
er ölçüsü bildiren felsefe
kuramı .

değ
er vermek
* değ
erli saymak, önem vermek.

değ
er yargısı
* Bir değ
erlendirme getiren yargı
.

değ
erbilir
* Değeri olan ş
eyleri, kimseleri sayan veya koruyan, iyilikbilir, kadirbilir, kadirş
inas.

değ
erbilirlik
* Değerbilir olma durumu, iyilikbilirlik, kadirbilirlik, kadirş
inaslı
k.

değ
erbilmez
* Değeri olan ş
eyleri, kimseleri saymayan veya korumayan, hatı
rsı
z.

değ
erbilmezlik
* Değerbilmez olma durumu.

değ
erleme
* Değerlemek iş
i.
değ
erlemek
* Değer belirtmek.

değ
erlendirilme
* Değerlendirilmek iş
i, kı
ymetlendirilme.

değ
erlendirilmek
* Değerlendirmek iş
i yapı
lmak, kı
ymetlendirilmek.

değ
erlendirme
* Değerlendirmek iş
i, kı
ymetlendirme.

değ
erlendirmek
* Bir ş
eyi yerinde ve yararlıbir yolda kullanmak, kı ymetlendirmek.
* Bir ş
eyin özünü, önemini, nitelik ve niceliğini belirlemek.

değ
erlenme
* Değerlenmek iş
i, kı
ymetlenme.

değ
erlenmek
* Değer kazanmak, değeri artmak, değ
er sağlamak, kı
ymetlenmek.

değ
erli
* Değeri olan veya değ
eri yüksek olan, kı
ymetli.

değ
erli kâğıt
* Kapsadı
ğıhak, senede bağ
lıolan, senetsiz ileri sürülebilmesine imkân olmayan kâğ
ıt.

değ
erlilik
* Değeri olma durumu, kı
ymetlilik.

değ
ersiz
* Değeri olmayan veya değ
eri çok az olan, önemsiz, kı
ymetsiz, naçiz.

değ
ersizlik
* Değersiz olma durumu.

değ
gin

liş
kin, üstüne ait, dair, müteallik.

değ
il

sim cümlesinde yükleme veya baş
ka öğelere olumsuzluk anlamıveren kelime.

değ
il a
* "ş
öyle dursun" anlamı
na.

değ
il mi ki
* madem, mademki.

değ
im
* Bir kimsenin, kendisine işverilmeye hak kazandı
ran durumu, liyakat.

değ
imli
* Liyakatli.

değ
imsiz
* Liyakati olmayan, liyakatsiz.

değ
in
* Kadar, dek gibi bir iş
in bir durumun sona erdiğ
i zamanıveya yeri gösterir.
değ
in
* Sincap.

değ
ini
* Değinme.

değ
iniş
* Değinmek iş
i veya biçimi.

değ
inme
* Değinmek iş
i, temas.

değ
inmek
* Bir konuyu ele alarak ondan kı
saca söz etmek, dokunmak, temas etmek.

değ
inti
* Temas.

değ
irme
* Değirmek iş
i.

değ
irmek
* Duyurmak, bildirmek, ulaş

rmak.
* Değdirmek, dokundurmak.

değ
irmen
* Öğüten araç veya alet.
*İçinde öğütme işi yapı lan yer.

değ
irmen taş
ı
* Değirmende, dönerek taneleri ezen yuvarlak taş.
* Değirmen taşıyapmakta ve bazen de yapı larda kullanı
lan çakmak taş
ıtüründen sert bir taş
.

değ
irmen taşı
nın altı
ndan diri çıkar
* en ağı
rş artlarda bütün güçlükleri yener.

değ
irmenci
* Değirmen yapan veya iş
leten kimse.

değ
irmencilik
* Değirmen yapma işi.
* Değirmen iş
letme işi.

değ
irmenin suyu nereden geliyor?
* bu iş
in masrafınıkarş ı
layacak para nası
l kazı
nılı
yor?.

değ
irmenlik
* Değirmende öğütülmek için ayrı
lmı ş(tahıl).
* Bir değ
irmen taş
ınıiş
letecek güçte (akarsu).

değ
irmi
* Yuvarlak.
* (kumaşiçin) Eni boyuna eşit olan.
* Yemeni, yazma, başörtüsü, mendil.

değ
irmi sakal
* Değirmi bir biçimde kesilmişsakal.

değ
irmileme
* Değirmileme iş
i.

değ
irmilemek
* Yuvarlak biçime koymak.

değ
irmileşme
* Değirmileş
mek iş
i.

değ
irmileşmek
* Değirmi hâle gelmek.

değ
irmilik
* Değirmi olma durumu, yuvarlaklı
k.

değ

* Değmek iş i veya biçimi.
* Bir ş
ey verip yerine başka bir ş
ey alma, mübadele, trampa.

değ
işetmek
* bir ş
ey verip yerine baş
ka bir ş
ey almak.

değ
iştokuş
* Değiş
, alı
şveriş
, mübadele, trampa.

değ
işebilir
* Değiş
me özelliği taş
ıyan, değ
iştirilebilen.

değ
işebilirlik
* Değiş
ebilir olma durumu.

değ
işen yı
ldız
* Parlaklı
ğızamana bağlıolarak değiş
me gösteren yı
ldı
z.

değ
işici
* Biçimden biçime giren, değiş
ken.

değ
işik
* Değiş tirilmiş.
* Alı
şılmı şın dışı
nda bir özelliği bulunan.
* Çeşitli, farklı
.
* Yedek (iç çamaş ırı
, giyecek).

değ
işiklik
* Değiş ik olma durumu.
* Bir bütünden bir bölümünün değ iş
mesiyle ortaya çı
kan yeni durum.
* Amaca uygun biçime getirmek için yapı
lan değiştirme, tadil.

değ
işiklik önergesi
* Bazıkanun maddelerinin amaca daha uygun olmasıiçin Büyük Millet Meclisine yapı
lan öneri.

değ
işiklik teklifi
* Değiş iklik önergesi.

değ
işiklik yapmak
* değiş
tirmek.

değ
işim
* Bir zaman dilimi içindeki değ işikliklerin bütünü.
* Yeni döllerin atalarına tıpatı
p benzememesini sağlayan özelliklerin tümü, varyasyon.
* Üretilen malların baş ka mallar veya para karş ılı
ğıdeğiştirilmesi.
* Bir niceliğ
in birbirinden ayrı değ erler alması veya böyle iki değer arası
ndaki ayrı
m.
* Rüzgârı n yön değ iştirmesi.

değ
işim yönetimi
* Hı zla değ işen bir ortamda ayakta kalabilmek ve rakiplerin önüne geçebilmek için, şirketin kendini
yenilemesi, değiş im fırsatları
nıanaliz edip ortaya çıkan potansiyeli değerlendirmesi ve en uygun stratejinin belirlenip
bunun uygulanmasıiçin yeniden örgütlenme ve yapı lanma işi.

değ
işimli
* Değiş
me özelliği gösteren.

değ işimli ünsüzler


* Ünsüz uyumuna bağlıolarak ötümlülük ve ötümsüzlük bakı
mından birbirinin yerine geçen ünsüzler: p / b,
ç / c, t / d, k / g, k / ğ
.

değ işinim
* Doğada ve toplumda nitelikle ilgili değ
işmelerin yavaşyavaşdeğil, birdenbire olması
, bir ş
eyin ortam ve
şartlarınıbulduğunda birdenbire nitelik değiş tirmesi, mutasyon.

değ
işinimci
* Değiş
inimcilik yanlı

, mutasyonist.

değiş
inimcilik
* Bir canlıvarlı
ktaki soya çekimin (genlerin bazıözel durumları nın yitirilmesi, yeniden oluş
masıveya
değiş
mesi yüzünden) anîden değ işebileceğini ve bu değiş
men, türlerin oluşması nda ana yol olduğunu ileri süren
kuram, mutasyonizm.
* Doğa ve toplumdaki değiş melerin değ iş
inim biçiminde olduğ unu savunan düş ünce akımı
, mutasyonizm.

değ
işiş
* Değiş
mek iş
i veya biçimi.

değ
işke
* Her canlı
da dı
şetkilerle ortaya çı
kabilen, kalı

mla ilgili olmayan değ
işiklik, modifikasyon.

değ
işken
* Değiş
me özelliği gösteren, çok değiş en, değ
işebilir, kararsı
z, değ
işici, mütehavvil.
* Değiş
ik sayıdeğerleri alabilen nicelik.

değ
işkenlik
* Değiş
ken olma durumu.

değ
işkin
* Değiş
ikliğe uğramı
ş, değ
işik, muaddel.

değ
işkinlik
* Değiş
kin olma durumu.

değ
işme
* Değiş
mek işi.
* Değiş
im, mübadele.

değ
işmek
* Baş ka bir biçim veya duruma girmek, tahavvül etmek.
* Yerine baş ka şey veya kimse gelmek.
* Karş ılıklıalı
p vermek, mübadele etmek.
* Değiş tirmek.
* (olumsuz biçimiyle) Çok değer vermek.

değ
işmez
* Aynen kalan, değiş
ikliğe uğramayan.

değ
iştirge
* Bir değ
işiklik yapı
lmasıiçin verilen önerge, tadil teklifi.

değ
iştirgeç
* Bir cismin veya bir gücün biçimini değiş
tirmeye yarayan alet, konvertisör.
değ
iştirici
* Değiş
tirme özelliği olan.
* Değiş
tirme iş
ini yapan nesne veya kimse.

değ
iştiriliş
* Değiş
tirilmek iş
i veya biçimi.

değ
iştirilme
* Değiş
tirilmek iş
i.

değ
iştirilmek
* Değiş
tirmek iş
i yapı
lmak.

değ
iştirim
* Değiş
tirmek iş
i.

değ
iştirme
* Değiş
tirmek iş
i, tebdil, tahrif.

değ
iştirmek
* Baş ka bir biçime sokmak, değ işikliğ
e uğratmak.
* Bir şey veya kimseyi bulunduğ u yerden başka bir yere almak.
* Bir şey verip yerine baş ka bir şey almak.
* Birini bırakıp başkasınıedinmek veya kullanmak.
* Baş ka bir duruma, baş ka bir görünüme getirmek.
* Anlatı ma yeni bir içerik vermek.

değ
iştirtme
* Değiş
tirtmek iş
i.

değ
iştirtmek
* Değiş
tirmek iş
ini yaptı
rmak.

değ
me
* Değme iş
i, temas.

değ
me
* Her, herhangi bir, geliş
igüzel, rastgele.
* Seçkin, seçme.

değ
me gitsin
* deme, karı
şma gitsin.

değ
me keyfine
* konuş
ulan iş
ten çok hoş
lanı
ldı
ğı
nıanlatmak için kullanı

r.

değ
mek
* Aralı
k kalmayı ncaya kadar birbirine yaklaşmak, dokunmak, temas etmek.
* Ulaşmak, erişmek.
*İstenilen yere düşmek, rast gelmek, isabet etmek.

değ
mek
* Değerinde olmak.
* Karşılı
k olmak.
* (zevk veren ş
eyler için) Hoşa gitmek.
* Herhangi bir nitelikte olmak.
* Eşdeğerde olmak.

değ
nek
* Elde taş
ınacak incelikte düzgün ağaç, sopa.
* Değnekle atı
lan dayak.
değ
nek gibi
* çok zayı
f ve ince.

değ
nekçi
* Motorlu taşıtların çalı ş
tığıyerlerde yolcuları
n binişve sı
ra düzenini sağ
layan kimse, kâhya.
* Şehir düzeni ile ilgili görevli.

değ
nekçilik
* Değnekçinin yaptı
ğıiş
.

değ
nekleme
* Değneklemek iş
i.

değ
neklemek
* Değnekle vurmak.

deh
* Binek veya koş
um hayvanları
nıyürütmek için söylenen bir söz.

deha
*İnsan zekâsı
nın, insan kiş
iliğ
inin eriş
ebileceği en yüksek kerte, dâhilik.
* Dâhi.

dehalet
* Sı
ğı
nma, korunma.

dehdeh
* Bkz. dahdah.

dehhaş
* Aş
ırıkorku verici, dehş
et saçı

.

dehleme
* Dehlemek iş
i.

dehlemek
* Hayvanıdeh diyerek yürütmek.
* Kovmak.

dehlenme
* Dehlenmek iş
i.

dehlenmek
* Dehlemek iş
i yapı
lmak.

dehletmek
* Aş
ağı
lamak, hor görmek.

dehliz
* Üstü kapalı
, dar ve uzun geçit, koridor.

dehş
et
* Bir tehlike veya korkunç bir ş
ey karş
ısı
nda duyulan ürküntü, yı
lgı
.
* Olağ anüstü.
* Olağ anüstü ş eyler karş
ısı
nda şaş
ma anlatı
r.

dehş
et saçmak
* ortalı
ğa korku vermek.

dehş
ete düş ürmek
* dehşet içine sokmak.
dehş
ete kapılmak (veya düş
mek)
* çok korkmak.

dehş
etlenme
* Dehş
etlenmek iş
i.

dehş
etlenmek
* Dehş
ete kapı
lmak.

dehş
etli
* Korku veya ürküntü veren.
* Şaş
ırtı
cı.
* Çok fazla, son derece.

deist
* Deizm yanlı

.

deizm
* Tanrı 'yıyalnı
zca ilk sebep olarak kabul eden, Tanrıiçin baş
ka herhangi bir güç ve nitelik tanı
mayan, vahyi
reddeden görüş.

dejenere
* Soysuz.
* Yoz.

dejenere etmek
* soysuzlaş

rmak, yozlaş

rmak.

dejenere olmak
* soysuzlaş
mak, yozlaş
mak.

dejenereleşme
* Dejenereleş
mek iş
i.

dejenereleşmek
* Soysuzlaş
mak.
* Yozlaşmak.

dejenerelik
* Soysuz, yoz; soysuzluk, yozluk.

dek
* Kadar, gibi bir iş
in sona erdiğ
i noktayıveya zamanıanlatı
r.

dek
* Düzen, hile.
* Tokuş ma, çatı
şma.
* Sağlam.

dek
* Bkz. tek.

dekadan
* XIX. yüzyı l sonları
nda Fransa'da natüralistlere karş
ıçı
kan sembolizm akı
mına öncülük etmişolan
sanatçı
lara verilen ad.

dekadanlı
k
* Dekadan olma durumu.

dekagram
* Bir kilonun yüzde biri, dag.
dekalitre
* On litrelik hacim ölçü birimi, dal.

dekametre
* On metre uzunluğ
unda bir ölçü birimi, dam.

dekan
* Fakültenin yönetiminden sorumlu profesör.

dekanlı
k
* Dekanı
n görevi.
* Dekanı
n makamı .

dekar
* On ar (1000 m²) değerinde yüzey ölçü birimi.

Dekartçı
* Descartes'in öğretisi ile ilgili, kartezyen.
* Descartes felsefesini benimseyen kimse.

Dekartçı

k
* Descartes'in felsefesi.
* Descartes'in öğ retisi, kartezyenizm.

dekaster
* On metreküplük hacim ölçüsü birimi.

dekatlon
* 100 m koş usu, uzun atlama, gülle atma, yüksek atlama, 400 m koş usu, 110 m engelli koş
u, disk atma,


kla yüksek atlama, cirit atma, 1500 m koş uları
nı içeren atletizm yarı
şması
.

dekatloncu
* Dekatlon yarı
şmaları
na katı
lan atlet.

deke düş
mek
* hileye, oyuna gelmek.

deklânş
ör
* Bir devre kesicinin iş
leyiş
ini etkileyerek açı
lmasınıönleyen düzen.
* Fotoğraf makinesinin resim çekilirken bası lan düğmesi.

deklârasyon
* Bildirme, duyurma, ilân etme.
* Bir konunun kamuoyuna duyurulmasıiçin yapı
lan açı
klama, bildiri.
* Mal bildirimi.

deklâre
* Bildirilmiş
, ilân edilmiş
.

deklâre etmek
* bildirmek.
* gümrüklerde vergi konusu olacak eş
ya vb.yi resmî makama bildirmek.

dekolte
* Kolları
nın, göğ
üs ve sı
rtı
nın bir bölümü açı
k kadı
n giysisi.
* Açı
k.

dekolte konuşmak
* açı
k saçı
k konuş
mak.

dekont
* Ödenmişveya ödenecek olan hesapları n dökümü.
* Kapatılan bir hesaptan yapılacak indirme.
* Bütün indirmeler yapı ldı
ktan sonra borçlu tarafı
ndan ödenecek, alacaklıtarafı
ndan alı
nacak olan miktar.

dekor
* Tiyatro, sinema ve televizyonda sahneye konulan eserin yazı
ldı
ğıyerin, çağı

n özelliklerini belirleyen
çeş
itli ögelerin (perde, aksesuar vb.nin) bütünü.
* Bir yere süsleme amacı yla verilen düzen.
* Görünüş , manzara.

dekorasyon
* Dekor yapma iş i.
* Bir yeri süsleme.

dekoratif
* Dekor olarak kullanı
lan, süslemeye yarayan, süsleyici, tezyinî.
* Göstermelik.

dekoratör
* Tiyatro, opera vb. dekorları
nıtasarlayan sanatçı
.
*İ ç mimar.

dekoratörlük
* Dekoratör olma durumu.
* Dekoratörün iş
i ve mesleği.

dekorcu
* Mesleğ
i dekor yapmak olan sanatçı
.

dekorculuk
* Dekorcu olma durumu.
* Dekorcunun işi ve mesleği.

dekore
* Süsleme amacı
yla düzenlenmiş
.

dekore etmek
* (bir yere) süsleme amacı
yla düzen vermek.

dekovil
* Ray aralı
ğı60 cm eninde veya daha az olan, arabalarıbuhar, hayvan veya insan gücüyle yürütülen, küçük
demiryolu.

dekstrin
* Niş
astanı
n bölünmesinden elde edilen zamklı
bir madde (C6 H10 O5).

dekstroz
* Niş
asta ş
ekeri.

delâlet
* Kılavuzluk, aracı

k.
*İz, işaret.

delâlet etmek
* yol göstermek.
* göstermek, anlatmak, demeye gelmek.
* belirtmek.

deldirme
* Deldirmek iş
i.

deldirmek
* Delmek iş ini yaptı
rmak.
* Geçersiz hâle getirmek.

delecek
* Zı
mba.

delegasyon
* Herhangi bir topluluğ
u temsil etmekle görevli yetkili kurul.

delege
* Kendisine yetki verilerek bir yere veya birinin katı
na gönderilen kimse, elçi, murahhas.

delegelik
* Delegenin görevi, murahhaslı
k.

delep delep
* Parlayarak, parı
l parı
l.

delepmek
* Parlamak.

delgeç
* Mukavva, kâğı
t, kayı
ş, maden gibi ş
eylerde delik açmaya yarayan araç, delecek, zı
mba.

delgi
* Maden, tahta, taşvb. üzerinde delik açmaya yarayan aygı
t, matkap.

delgiç
* Ucu sivri demirli, ağ
açtan tutacak yeri olan ve tütün dikmeye yarayan araç.

deli
* Aklı
nıyitirmişolan, aklî dengesi bozulmuşolan, mecnun.
* Davranışlarıaşırıve taşkı
n olan (kimse), çı
lgı
n.
* Aşı
rıderecede düş kün.
* Coşkun, azgın.

deli alacası
* Birbirini tutmayan parlak renklerden oluş
an.

deli bal
* Arı
ları
n zehirli çiçeklerden topladı
klarıbal.

deli balta
* Acı
ması
z, gaddar, zalim kimse.

deli bayrağıaçmak
*şı
k olmak.

deli bozuk
* Günü gününe, sözü sözüne uymayan.

deli bozukluk
* Deli bozuk olma durumu.

deli çı
kmak
* çı
ldırmak.
* çok sinirlenmek.

deli dana hastalığı


*İngiltere'de büyük başhayvanlarda görülen eden bulaş
ıcıve öldürücü bir hastalı
k.

deli dana(lar) gibi dönmek


* ne yapacağ
ını
bilemeyerek, ş
aşkı
nca davranmak.

deli deli
* Delice.

deli divane
* Çı
lgı
n, aş
ırıdeli.

deli divane (âşı


k) olmak
* aşı
rıderecede sevmek.

deli divane olmak


* mutlu olmak, bir kimseyi, bir ş
eyi aş
ırıderecede sevmek.

deli dolu

lerisini gerisini düş
ünmeden davranan, rastgele konuş
an, patavatsı
z.

deli etmek
* çı
lgı
na çevirmek.

deli fiş
ek
* Deliş
men ve atak.

deli fiş
eklik
* Deli fiş
ek olma durumu.

deli gibi
* deliye yaraş
ır davranı
şta, delicesine.

deli gömleği
* Tehlikeli ve saldı
rgan delilere giydirilen kolsuz gömlek.

deli güllâbicisi
* Bkz. güllâbici.

deli ı
rmak
* Akı
ntı
sıçok hı
zlıolan ı
rmak.

deli kı

n çeyizi gibi
* bir arada sergilenen ve birbirine yakı
şmayan eş
ya için söylenir.

deli olmak
* çok sevmek.
* çok sinirlenmek.

deli olmak iş
ten değil
* güç durumlarda çaresizliği anlatı
r.

deli orman
* Çok sı
k ve gür orman.

deli otu
* Turpgillerden, bahçelere süs olarak dikilen bir bitki, kuduz otu (Alyssum).

deli pösteki sayar gibi


* çok karışık, çok ayrı
ntı

, sı

cıbir iş
le uğraş
ma.

deli Raziye gibi


* delice davranı
şlarda bulunan kı
z veya kadı
n.

deli saçması
* Anlamsı
z, tutarsı
z, delice söz.
deli saraylı(gibi)
* acayip biçimde giyinenler, takı
p takı
ştı
ranlar için söylenir.

delibaş
* Koyunlarda ve danalarda görülen tehlikeli bir hastalı
k.
* Huysuzluk yapan hayvan.

delice
* Davranı şlarıaş ı

, deli gibi olan.
* Delicesine.
* Buğdaygillerden, genellikle buğ day tarlaları
nda yetiş
en, tohumu zehirli, yabanî bir bitki (Lolium
temulentum).
* Aş ı
lanmamı şzeytin ağ acı, yabanî ağ
aç.
* Atmaca, ş ahin.

delice doğan
* Kartallar takı
mını
n kartalgiller familyası
ndan bir kuştürü (Falco subbuteo).

delicesine
* Aş
ırıbir biçimde.

delicesine tutulmak
* aşı
rıbir biçimde bağlanmak, çok sevmek.

delici
* Delen, delmek iş ini yapan.
* Çok etkili, etkileyici.

deliğe tı
kmak
* tutuklamak, hapsetmek.

delik
* Dar, küçük açı
klı
k; dar, küçük çukur.
* Delinmiş .
* Ceza evi.
* Küçük hayvan yuvası.

delik büyük, yama küçük


* eldeki imkânlar gerekenden çok az.

delik deş
ik
* Her yanıdeliklerle dolu.

delik deş
ik aramak
* her yerde aramak.

delik deş
ik etmek
* (bir canlını
n vücudunda) bir araçla birçok yaralar, kesikler açmak.
* bir şeyin her yanı
nda delikler açmak.

delik deş
ik olmak
* (bir canlını
n vücudunda) bir araçla birçok yaralar, kesikler oluş
mak.
* bir şeyin her yanıdelinmek.

delik eğ
irmek
* hapse girmek, tutuklanmak.

delikanlı
* Çocukluk çağı ndan çıkmışgenç erkek.
* Gençlere seslenme sözü olarak kullanı

r.
* Sözünün eri, dürüst, namuslu kimse.
delikanlı

k
* Delikanlıolma durumu.
*İnsanı n delikanlı
olduğ
u çağ
.

delikli
* Deliğ i veya delikleri olan.
* Kevgir.
* Deliklerle kaplıesnek doku ş eritlerine verilen ad.
* Bir tür olta iğnesi.

delikli boncuk (veya taş) yerde kalmaz


* az çok iş
e yarayan her şeyin isteklisi bulunur.

delikliler
* Delikli ve sert bir kabukla kaplıbir hücreli hayvanlar takı
mı.

deliksiz
* Deliğ
i olmayan.

deliksiz uyku
* Arada hiç uyanmadan uyunulan uzun uyku.

delil
*İnsanıaradığıgerçeğe ulaş

rabilecek iz, kanı
t, emare.
* Kanıt.
* Kı
lavuz, rehber.

delilenme
* Delilenmek iş
i veya durumu.

delilenmek
* Deli gibi davranmak.

deliliğ
e vurmak
* kendini deli gibi göstermek.

deliliğ
i tutmak
* delice davranmak.

delilik
* Deli olma durumu veya delice davranı
ş.

delimsirek
* Çı
lgı
nca, delicesine.

delinin eline değnek vermek


* kötülük yapabilecek bir kimsenin davranı
şları
nıkolaylaş

rmak.

delinme
* Delinmek iş
i.

delinmek
* Delmek işine konu olmak.
* Bir ş
eyde delik oluş
mak.
* Çiğnemek, uymamak, aykırıdavranmak.

deliriş
* Delirmek iş
i veya biçimi.

delirme
* Delirmek iş
i.
delirmek
* Deli olmak, aklı
nıyitirmek, çı
ldı
rmak.

delirtme
* Delirtmek iş
i.

delirtmek
* Deli etmek, çı
ldı
rtmak.

deliş
men
* Şı
marık ve delice tavı rlı
, zı
pır.
* Güçlü, hareketli, sağlam yapı lı.

deliş
mence
* Deliş
mene yakı
şı
r (biçimde) deliş
men gibi.

deliş
menlik
* Deliş
men olma durumu, deliş
mence davranı
ş, zı
pırlı
k.

deliş
menlik etmek
* delişmence davranmak.

deliye dönmek
* çok sevinmek.
* çok üzülmek.

deliye her gün bayram


* her fı
rsattan yararlanarak bayrammı
şgibi davrananlara ve her ş
eyi eğlenceli yönden alanlara alay yollu
söylenir.

delk
* Ovma, ovuşturma.
* Sürtünme.

delme
* Delmek iş i.
* Yelek.
* Delinerek yapı
lmı
ş.

delmek
* Delik açmak, delik duruma getirmek.
*İncitmek, kırmak.

delta
* Yunan alfabesinin dördücü harfi (D).
* Bir ı
rmağın çatallanarak döküldüğu yer, çatal ağı
z.

delta kası
* Omuz baş
ında bulunan üçgen biçimindeki kas.

dem
* Soluk, nefes.
* Zaman, çağ .
*İ çki.
* Hazı rlanan çayı
n renk ve koku bakı
mından istenilen durumu.
* Koku.
* Pişirilen yemeklerin yenecek kı
vama gelmesi.

dem
* Kan.
-dem / -tem
*İsimden isim türeten ek.

dem çekmek
* (kuş lar) uzun ve güzel ezgiler çı
karmak.
* içki içmek.

dem dökmek
* (kadı
nlar) ay baş
ında kan yitirmek.

dem tutmak
* bir çalgı
ya baş
ka bir çalgıveya sesle eş
lik etmek.

dem vurmak
* bir ş
eyden söz etmek, konu açmak.

demagog
* Demagoji yapan kimse, halk avcı

, halk dalkavuğ
u.

demagogluk
* Demagog olma durumu.

demagoji
* Bir kimsenin veya grubun duyguları
nıkamçı
layarak, gerçek dı
şısözler söyleyerek onları
kazanmaya
çalı
şma, halk avcılı
ğı.

demagoji yapmak
* bir kimsenin veya grubun duyguları
nıkamçı
layarak, gerçek dı
şısözler söyleyerek onları
kazanmaya
çalı
şmak.

demagojik
* Demagojiye dayanan, demagoji ile ilgili.

deme
* Demek iş i.
* Anlam.
* (halk edebiyatında) Şiir.
* Daha çok Alevî ş airlerin tarikatları
yla ilgili konularıiş
leyen ş
iirlerine, kendilerince verilen ad.
* Atasözü; ağ ı
t.

deme (veya değ me) gitsin


* anlatı
lmasıgüç, anlatı
lamaz.

deme!
* (de'me) "gerçek mi", "yok canı
m" gibi ş
aşma anlatı
r.

demeç
* Yetkili bir kimsenin bir konuda yayı
n organları
na yaptı
ğıaçı
klama, beyanat.

demeç vermek
* (yetkili bir kimse) bir konuda yayı
n organları
na açı
klama yapmak, beyanat vermek.

demediğ
ini bırakmamak (veya komamak)
* birisi için kı


, ağı
r, ileri geri konuş
mak.

demek
* Söylemek, söz söylemek.
* Ad vermek.
* (bir dilde) Karşı
lığı olmak.
* Anlamı na gelmek.
* (herhangi bir) Ses çıkarmak.
* Herhangi bir yargı ya varmak.
* Demek kelimesi düş ünmek, oranlamak, ummak, istemek veya eriş mek gibi anlamlara da gelebilir.
* (hareketin olumsuz biçimi, zıt anlamıkelimelerle kullanı
ldı
ğı
nda) Şartlar ne olursa olsun bir iş
i yapmak.
* O hâlde, şu hâlde.
* Bir iş
e kalkışmak, yeltenmek.

demek istemek
* bir düş
ünceyi söylemek istemek; bir ş
eyi anlatmak istemek.

demek ki (demek oluyor ki)


*ş u hâlde, öyle ise.

demek olmak
* anlamı
na gelmek.

demem o deme değ il


* benim söylemek istediğ
im o değ
il.

demem o deme değ il


* Bkz. deme.

demet
* Bağ lanarak oluşturulmuşdeste, bağlam.
* Bitki veya çiçek bağlamı .
* Üstün yapı lıbitkilerde öz suları
n akması na yarayan, bitkiye desteklik eden damarlıveya lifli kordon.
* Uzunlaması na birbirine bitiş
ik olarak bir arada bulunan sinir ve kas telleri topluluğ
u.
* Bir atomun parçalanması ndan doğ an elektriklenmiştaneciklerin yörüngelerinden oluş an ışık topluluğ
u.

demet demet
* Birçok demetler durumunda bağ
lanmı
şolarak, deste deste, demetleme.

demetçi
* Demet yapan kimse.
* Harman makinesini ekin demetleriyle dolduran kimse.

demetçik
* Demet parçası
, küçük demet.

demetleme
* Demetlemek iş
i.

demetlemek
* Demet yapmak, demet durumunda ayı

p bağ
lamak.

demetlenme
* Demetlenmek iş
i.

demetlenmek
* Demet yapı
lmak.

demetletiş
* Demet yaptı
rmak iş
i veya biçimi.

demetletme
* Demet yaptı
rmak iş
i.

demetletmek
* Demet yaptı
rmak.

demetleyiş
* Demet yapmak iş
i veya biçimi.

demetli
* Demet biçiminde olan.

demevî
* Kanlı, kanıçok (insan).
* Kanla ilgili.
* Öfkeli, sinirli.

demeye getirmek
* doğrudan doğ
ruya söylemeyip dolayı

yla anlatmak.

demeye kalmamak
* birden, hemen.

demin
* Az önce.

demincek
* Çok az önce.

deminden
* Demin, az önce.

deminki
* Biraz önceki.

demir
* Atom sayı sı26 atom ağı rlı
ğı55.847 olan, mavimtı rak esmer renkte 7,8 yoğ unluğ unda, 1510° C de eriyen,
özellikle çelik, döküm ve alaş ımlar durumunda sanayide kullanı lmaya en elverişli element. Kı saltmasıFe.
* Bazınesnelerin demirden yapı lmışparçası.
* Ayakkabıtopuğ una veya ayakkabıburnuna aş ınmayıönlemek için çakı lan, özel olarak yapılmı şmadenden
parça.
* Gemilerin dalgalara, akı ntı
lara kapı
larak yer değiş
tirmemesi için suya atı lan, zincirle gemiye bağ lıbulunan,
ucu çengelli ağı r demir araç, çapa.
* Demirden yapı lmış.
* Güçlü, kuvvetli, sert.

demir ağacı
*İki çeneklilerden, ana yurdu Avustralya olan bir evcikli veya iki evcikli bir ağaç (Casuarina).

demir almak
* gemi yola çı
kmak için çapası
nıdenizden çekmek, gitmeye hazı
rlanmak.
* ölmek, çekip gitmek.

demir atmak
* (gemi) çapası nıdenize salmak.
* bir kimse bir yerde uzun süre kalmak.

demir bilek
* Güçlü kuvvetli kimse.

demir boku
* Demir dı
şı
ğı
, maden cürufu.

demir dikeni
* Toprak üzerinde yatı k olarak bulunan, çiçekleri küçük ve açı
k sarırenkli, meyvesi 10 mm kadar çapı
nda,
boynuz ş eklinde sivri uçlara sahip bir bitki (Tribulus terrestris).

demir gibi
* çok sağlam.
* çok güçlü, çok kuvvetli.

demir hat
* Demir yolu.

demir kapı
* Irmaklarda gemilerin geçmesine engel olan kayalı
k yer.

demir kı

* Siyah, beyaz karı
şı
k griye yakı
n renkte at donu.

demir kuş
* Uçak.

demir oksit
* Demirin hem tabiatta hem de sentetik yapı
lmı
şolarak görülen ve değ
işik kimyasal değer ve renkte
bulunabilen oksit biçimi.

demir pası
* Demirde oluşan pas.
* Bu pası
n renginde olan.

demir perde
* Sahne ile izleyicilerin bulunduğu salonu yangı
n tehlikesinde birbirinden ayı
ran, demirden yapı
lmı
şperde.

demir resmi
* Geminin bir limanda demirlemek için ödediğ
i vergi.

demir sülfat
* Sülfirik asidin kimyasal formülü Fe2(SO4)3 olan demir tuzu ve bunun hidrolaş


lmı
şbiçimi.

demir taramak
* (gemi) rüzgâr veya akı
ntıyüzünden çapası
nısürümek.

demir tavında dövülür


* bir iş
in yapı
lmasıiçin uygun olan bir zaman, bir durum vardı
r.

demir üzerinde
* demirini almı
şve kalkmaya hazı
r (gemi).

demir yeri
* Limanlarda gemilerin demir atması
na ayrı
lmı
şyer.

demir yolcu
* Demir yolu görevlisi.

demir yolculuk
* Demir yolcunun görevi.
* Demir yolu yapma ve işletme iş
i.

demir yolu
* Lokomotif, vagon gibi demir tekerlekli taş
ıtları
n yürüdüğ
ü paralel iki ray döş
enerek yapı
lan bir tür yol, tren
yolu.
* Bu yolları
n yönetimi.

demir yumruk
* Güçlü kuvvetli kimse.

demirbaş
* Bir yerde kullanı lan, bir yere kayı
tlıolan, bir görevliden öbürüne teslim edilen dayanı
klıeş
ya.
* Bu nitelikte olan.
* Bir yerin eskisi, emektarıolan (kimse).

demirbaş
tan düşmek
* demirbaşlistesinden çı
karmak, kaydı
nısilmek.
demirci
* Demir satan, demir eş
ya yapan veya onaran kimse.

demirci mengenesi
* Kı
zgı
n demiri tutmak için kullanı
lan kı
skaç.

demircilik
* Demir eşya alı
p satma veya onarma iş
i.
* Demircinin zanaatı.

demire vurmak
* birini demir zincirle bağ
lamak.

demirhindi
* Baklagillerden, sı
cak iklimlerde yetiş
en bir ağ
aç (Tamarindus indica).
* Bu ağacı n meyvesi.
* Bu meyveden yapı lan şerbet.
* Pinti, hasis.

demirî
* Demir mavisi, gri.

demirkapan
* Mı
knatı
s.

Demirkazık
* Kutup Yı
ldı

.

demirleblebi
* Baş
arılması
çok güç iş.
* Baş
a çıkı
lmasıgüç kimse.

demirleme
* Demirlemek iş
i.

demirlemek
* Kol demirini takmak, kapatmak.
* (gemi) Demir atmak.
* Demire vurmak.

demirleş
me
* Demirleş
mek iş
i.

demirleş
mek
* Demir durumuna gelmek.
* Demir gibi sağ
lam duruma gelmek.

demirli
*İ çinde metal veya karışı
m durumunda demir bulunan.
* Demir parmaklı k veya demir bir parça takı
lmı
şolan.
* Demir atmı ş(gemi).
* Bağ lanı
p kalmı ş
.

demirli beton
* Yapı
da gücü, esnekliğ
i artı
rmak için metal ve çimentodan yararlanma yöntemi, betonarme.

Demirperde
* II. Dünya Savaş ısonrası soğuk savaşdöneminde, batı
lıülkelerin kendilerini doğu bloku ülkelerinden
ayı
ran sı
nıra ve bu ülkelere taktı
klarıad.

demirsiz
* Demiri bulunmayan, içinde demir olmayan.

demirsizlik
* Vücutta veya kanda beliren demir yetersizliğ
i.

demiurgos
* Eflâtun felsefesinde evreni yaratan, yaratı
cıtanrı
.

demkeş
* (güvercin için) Dem çeken, güzel ses çı
karan.

demleme
* Demlemek iş
i.

demlemek
* (çayı
) Kaynar suyun içine attı
ktan sonra renk ve koku vermesi için bekletmek.

demlendirme
* Demlendirmek iş
i.

demlendirme suyu
* Suda veya baş ka bir sı
vı da ı
slatmak suretiyle yapı
lan yaşekstraksiyon sı
rası
nda ele geçen ve suda
çözünebilen maddeleri içeren sıvı.

demlendirmek
* Demlemek.

demlenme
* Demlenmek iş
i.

demlenmek
* (çayın) Rengi ve kokusu suya geçmek.
* (pilâv için) Piş
tikten sonra bir süre bekletilerek kı
vama gelmek.
*İ çki içmek.

demli
* Demlenmiş
, rengini, kokusunu, tadı
nıbulmuş(çay).

demlik
* Çayı
n demlendiğ
i kap.

demode
* Modasıgeçmişolan.

demode olmak
* modasıgeçmek, gözden düş
mek, değ
erini yitirmek.

demograf
* Nüfus bilimci.

demografi
* Nüfus bilimi.

demografik
* Nüfus bilimiyle ilgili.

Demokles'in kı


* her an gerçekleş
ebilecek tehlike.

demokrasi
* Halkı
n egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erki, demokratlı
k.
demokrat
* Demokrasi yanlı

.

demokratik
* Demokrasiye uygun.

demokratikleş
me
* Demokratikleş
mek iş
i.

demokratikleş
mek
* Demokrasiye uygun biçime girmek.

demokratikleş
tirme
* Demokratikleş
tirmek iş
i.

demokratikleş
tirmek
* Demokrasiye uygun biçime getirmek.

demokratlaşma
* Demokratlaş
mak iş
i.

demokratlaşmak
* Demokrasi ilkelerini uygulamak, demokrasiye uygun yapı
yıkurmak; demokrat bir biçimde davranmak.

demokratlık
* Demokrasi.

demonstrasyon
* Gösteri.

-den bu yana
* -den beri.

-den yana
* için.
* -e kalı
rsa.

-den yana (olmak)


* birinin tarafı
nıtutmak.

-den yana çıkmak


* birinin yanlı
sıolmak, birini tutmak.

denaet
* Alçaklı
k.

denden
* Bir çizelgede alt alta gelen aynısöz veya söz grupları

n birkaç kez yazı
lması
nıönleyerek kolaylı
k sağ
lamak
için birinci satı

n altındakiler yerine kullanılan (") iş
areti.

denden iş
areti
* Bkz. denden.

denek
* Üzerinde deney yapı
lan kimse veya ş
ey.

denek taş
ı
* Altın, gümüşgibi madenlerin ayarınıanlamak için, sürtüldükleri bir tür taş
, mihenk.
* Bir kimse veya nesnenin değ
erini anlamaya yarayan ş ey.

deneme
* Denemek iş
i, sı
nama, tecrübe.
* Son biçimi bulmamış, taslak durumunda olan eser.
* Herhangi bir konuda yeni ve kişisel görüş
lerle bezenmişbir anlatı
m içinde sunulan düz yazıtürü.

deneme hayvanı
* Meranı n verimi veya mera üzerinde uygulanan ı slah ve amenajman işlemlerinin etkileri hakkı
nda bilgiler
edinmek amacıyla otlatılan ve canlıağ
ırlı
k artı
şıveya süt verimi devamlışekilde ölçülen hayvan.

deneme tahtası
* Üzerinde bilgisizce, tedavi, onarı
m gibi iş
ler yapı
lan kimse veya ş
ey.

deneme yayı nı
* Radyo, televizyon gibi haberleş
me araçları

n baş
langı
çta iş
e alı
şmak ve daha verimli olmak üzere yaptı
kları

sa süreli yayı
n.

denemeci
* Deneme yazarı
.

denemecilik
* Deneme yazarlı
ğı
, deneme yazma iş
i.

denemek
* Değerini anlamak, gerekli niteliği taş
ıyı
p taşı
madığınıbulmak için bir insanı
, bir nesneyi veya bir düş
ünceyi

namak, tecrübe etmek.
* Bir iş
e, baş
armak amacı yla baş lamak, girişimde bulunmak, teş
ebbüs etmek.

denenme
* Denenmek iş
i.

denenmek
* Denemek iş
ine konu olmak.

denet
* Denetlemek iş i, teftiş
.
* Lâboratuvar işlemi tamamlanmı
şbir filmin herhangi bir eksiğ
i olup olmadı
ğı
nıanlamak için dağı

mcı
ya
verilmeden önce incelenmesi.

denetçi
* Denetlemeyle görevli kimse, murakı p, kontrolör.
* Gösterim odası nda filmi izleyerek görüntülerin, sesin, rengin kusursuz olup olmadı
ğı
nı, çizik vb. bulunup
bulunmadığ
ınıinceleyen kimse.

denetçilik
* Denetçinin görevi.
* Denetçi olma durumu, murakı
plı
k, kontrolörlük.

denetici
* Bir işlemin istenilen ölçülerde yürütülmesini denetim altına alan cihaz.
* Sıcaklık, basınç veya nem değ işmelerini önleyerek bunlara iliş
kin hareketin denetimini yapan alet.
* Su altındaki bir aleti uzaktan yöneten makine.

denetilme
* Denetmek iş
ine konu olma.

denetilmek
* Denetmek iş
ine konu olmak.

denetim
* Denetlemek iş
i, murakabe, kontrol.

denetim kurulu
* Bkz. denetleme kurulu.
denetimci
* Denetim iş
ini yapan kimse.

denetimli
* Denetlenmişolan.

denetimsiz
* Denetlenmişolmayan.

denetleme
* Denetlemek iş
i, murakabe, kontrol.

denetleme kurulu
* Devlet kuruluşları
nda denetim iş ini yapmakla görevli üyelerin oluş
turduğu kurul, teftişkurulu.
* Bir kuruluş
un yasalara ve kendi amacı na uygun olarak çalı
şıp çalı
şmadığınıdenetleyen kurul.

denetleme raporu
* Denetçi tarafı
ndan hazı
rlanan ve bir iş
in doğ
ru, usullere ve yönetime uygun olarak yapı

p yapı
lmadı
ğı

belirten yazı.

denetleme yapmak
* kontrol etmek.

denetlemek
* Bir iş
in doğ
ru ve yönetime uygun olarak yapı

p yapı
lmadı
ğı
nıincelemek, murakabe etmek, teftişetmek,
kontrol etmek.

denetlenme
* Denetlenmek iş
i.

denetlenmek
* Denetlemek iş
ine konu olmak.

denetleyici
* Denetleyen (kimse).
* Denetleyen alet.

deney
* Bilimsel bir gerçeği göstermek, bir yasayıdoğ
rulamak, bir var sayı
mıkanı
tlamak amacı
yla yapı
lan iş
lem,
tecrübe.
* Deneyim, tecrübe.

deney kabı
*İçinde kimya deneyleri yapmaya yarayan özel kap.

deney tüpü
* Çoğ
unlukla kimyasal deneylerde kullanı
lan bir ucu kapalıcam boru.

deneyci
* Deneycilik yanlı
sıolan (kimse), ampirist.

deneycilik
* Bilginin gözlem, deneme veya duyular ile elde edilebileceğini ileri süren geleneksel öğ reti, görgücülük,
ampirizm, usçuluk karş ıtı
.
* Organizma ile durum veya çevre arasında bir etkileş im olarak yaş antıya önem veren, bilgiyi, simgelerle
iletiş
imi yapılan denetimli ve yeniden düzenlenmişyaş antı biçiminde düş ünen çağ daşbir felsefe anlayı şı
, görgücülük,
ampirizm.

deneyim
* Tecrübe.

deneyim kazanmak
* deneyimli duruma gelmek.

deneyimci
* Deneyimi ön plâna çı
karan kimse.

deneyimcilik
* Deneyimcinin iş
i.

deneyimli
* Deneyim kazanmı
şolan, tecrübeli.

deneyimsiz
* Deneyimi olmayan, tecrübesiz.

deneyimsizlik
* Deneyimsiz olma durumu, tecrübesizlik.

deneyiş
* Denemek iş
i veya biçimi.

deneyleme
* Deneylemek iş
i.

deneylemek
* Deney yapmak.

deneyli
* Deneye baş
vurularak yapı
lan.

deneysel
* Deneye dayanan, deney yoluyla olan, deneyle ilgili, tecrübî.

deneyselcilik
* Gerçek bilginin ancak deney yoluyla elde edilebileceğini; bilgilerimizin varsayı ma dayanan bir nitelik
taşı
dığı
nı , gerçeğ
in insan yaş antı

nın bir ürünü olarak düşünülmesi gerektiğ ini; değ
erler ile ahlâklı

ğı
n mutlak değil,
toplumsal olduğ unu ileri süren öğ
reti, eksperimantalizm.

deneysellik
* Deneyle ilgili olma durumu.

deneysiz
* Deneye baş
vurulmadan yapı
lan.

deneyüstü
* Deneyle kazanı
lmasıimkânsı
z, akı
lla ilgili olan (bilgi).

deneyüstücülük
*İ nsan bilgisinin niteliğ
ini ve ilkelerini akı
l yoluyla çözmek amacı yla deney alanı
nın ötesine gitmeye çalı
şan
anlayı
ş, mütealiye, transandantalizm.
* Ahlâkta belli bir gizemciliğ i savunan, Tanrı , doğa ve insanıkaynaştırmaya çalış
an Amerikan felsefe okulu,
mütealiye, transandantalizm.

denge
* Bir nesnenin veya bir insanı n devrilmeden durma hâli, muvazene.
* Birbirini ortadan kaldı ran güçlerin sonucu olan durma hâli.
* Zihinsel ve duygusal uyum, istikrar.
* Bkz. toplumsal denge.
* Siyasî güçlerin, yetkilerin birbirini sı

rlayacak biçimde dağı

lması.
* Ekonomik hayatı n uyumlu düzeni.
* Vücudun en küçük dayanak yüzey veya yüzeylerinde düş meden durması
.

denge kalası
* Aletli jimnastik dalı
nda kullanı
lan ve 1.20 m yükseklikte, piramit biçiminde, iki ayak üzerinde duran 5 m
uzunluğ
unda, 10 cm yürüme yüzeyi olan düzgün kalastan yapı lmı şdenge aracı .

denge taş
ı
* Omurgalı
ları
n özellikle de memelilerin iç kulak keseciğ
inde bulunan kalsiyum tuzu.

dengeci
* Denge unsurunu ön plânda tutan.

dengecilik
* Dengeci olma durumu.

dengeleme
* Dengelemek iş
i.

dengelemek
* Dengeli duruma getirmek.
* Bir cismi güç katarak veya eksilterek denge durumuna getirmek.

dengelenme
* Dengelenmek iş
i.

dengelenmek
* Dengesi sağlanmak.

dengeleyici
* Denge sağlayan, dengeleme özelliği olan.
* Otomobillerde eğ ikliği veya yaylanma genliğ
ini azaltmak için ş
asi ve tekerleklere yerleş
tirilen düzen,
stabilizatör.
* Bir evredeki iş
lemin daha dengeli bir duruma gelmesini sağlayan alet.

dengeli
* Dengesi olan, muvazeneli.
* Tutum ve davranı şları
nda uyum olan (kimse), istikrarlı
.
* Kurallara uygun, sı
kıntıyaratmayan.

dengeli beslenme
* Sağlı
k için gerekli olan besinleri belirli ölçülerde ve düzenli bir biçimde alma.

dengeli kı
lmak
* huzura, düzene kavuş
turmak.

dengelik
* Denge sağlayan alet.

dengesi bozulmak
* dik durumdan düş ecek duruma gelmek.
* araları
nda iliş
ki bulunan ş
eyler arası
ndaki uyum bozulmak.

dengesiz
* Dengesi olmayan, muvazenesiz.
* Tutum ve davranışları
nda uyum olmayan (kimse), istikrarsı
z.

dengesizleştirme
* Dengesizleş
tirmek iş
i.

dengesizleştirmek
* Dengesiz duruma getirmek.

dengesizlik
* Bir şeyde denge bulunmamasıdurumu.
* Bir kimsenin, tutum ve davranı
şları
nda sı
k sı
k, beklenmedik değ
işmeler olması
, istikrarsı
zlı
k.
dengeş
ik
* Dümen sisteminde yelpazenin itme merkezinin kenarı
na değ
il, yakı

na konulan ek dümen.

dengi dengine
* uygun olanı
yla.

dengine dengine
* getirmek punduna getirmek.

dengiyle karşı
lamak
* kendisine yapı
lan bir iş
in karş
ılı
ğı
nıaynı
değ
erde işyaparak vermek.

denî
* Alçak, kötü, kiş
iliksiz (kimse).

denilme
* Denilmek iş
i.

denilmek
* Ad verilmek.
* Söylenmek, sözü edilmek.

deniz
* Yer kabuğ unun çukur bölümlerini kaplayan, birbiriyle bağ
lantı

, tuzlu su kütlesi.
* Bu su kütlesinin belirli bir parçası
.
* (denizde) Dalga olma durumu.
* Genişalan.
* Sını
rsız genişlik, çokluk, yoğunluk.
* Aydaki düzlükler.

deniz akı
ntı

* Deniz suyunun bazıetkilerle belirli bir yönde yer değ
iştirmesi.

deniz altı
* Deniz altı
nda bulunan.
* Deniz altı
nda yapılan.
* Dalgalara karş
ıaçık.

deniz ataş
esi
* Büyük elçiliklerde görev yapan deniz kuvvetlerine bağ
lıaskerî üst düzey görevlisi.

deniz aygırı
* Denizlerde yaş
ayan bir tür vahş
î hayvan.

deniz aynası
* Denizin dibini açı
k ve seçik görebilmek için özel olarak yapı
lmı
şcam, alet.

deniz basması
* Çöken bir kara parçası
na deniz suları
nın dolması
.

deniz bilimci
* Deniz bilimi ile uğraş
an kimse.

deniz bilimi
* Ana deniz bilimi, oş
inografi.

deniz bindirmek
* denizde birden fı
rtı
na çı
kmak.

deniz buzu
* Kutuplara yakı
n yerlerde soğ
uk havanı
n etkisiyle denizlerin üstünde oluş
an buz.
deniz çı
kmak
* denizde fı
rtı
na olmak.

deniz çulluğu
* Kıyıbölgelerinde yaş
ayan bir tür çulluk.

deniz depremi
* Deprem merkezi denizin dibinde odaklaş
an bir tür yer sarsı
ntı

.

deniz durmak (veya düş mek)


* denizdeki fı
rtı
na geçmek.

deniz feneri
* Kıyıları
n tehlikeli yerlerinde, bazıkaya ve adacı
kları
n üzerinde geceleri deniz taş
ıtları
na yol gösteren,
tepesinde güçlü bir ı
şık kaynağıolan fener.

deniz geçişi
* Gaz boru hattını
n denize girmesi durumunda, kı
yış
eridinden belli bir derinlikteki kesimden öteye hattı
n
deniz altı
nda kalan kı
smı.

deniz hamamı
* Plâj.

deniz haritası
* Denizlerin oluş
um ve konumları
nıdeğ
işik renk ve çizgilerle gösteren harita.

deniz hukuku
* Devletler hukukunda denizin türlü bölümlerinin durumunu düzenleyen ve devletlerin bu bölümler
üzerindeki yetkilerini belirten antlaş
ma, gelenek vb. niteliğ
indeki kuralları
n bütünü.

deniz iklimi
* Denizlerde, adalarda, yüksek enlemlerde görülen ve sı
caklı
k oynamaları
az olan iklim.

deniz kaplumbağ aları


* Denizde yaşayan, ayaklarıyüzgeç biçimindeki bütün kaplumbağ
alara verilen ad.

deniz kaplumbağ ası


* Denizlerde yaş
ayan ve ayakları
nıyüzgeç gibi kullanan bir deniz hayvanı
.

deniz kazı
* Akbaş
.

deniz kı
rlangıcı
* Balı
kçı
n.

deniz kı

* Denize yakın kayalı
klar üzerinde ş
arkısöyleyen, baş
ıve göğsü kadı
n biçiminde, belden aş
ağı
sıbalı
k
kuyruklu doğaüstü yaratık.

deniz kulağı
* Açı
k denizden bir kum setiyle ayrı
lmı
şveya kı
yıdilinin geliş
mesiyle göl biçimini almı
ş, sı
ğkoy veya körfez,
lâgün.

deniz kuvvetleri
* Bir ülkeyi denizden gelecek saldı

lara karş
ıkorumak için kurulan askerî kuruluş
lar.

deniz marulu
* Sığsularda bulunan, ince levhaya benzeyen yaprakları
olan yeş
il su yosunu (Ulva lactuca).

deniz mavisi
* Deniz renginde koyuca mavi.
deniz menekşesi
* Çan çiçeğinin bir türü.

deniz mili
* 1852 m olan uzunluk ölçüsü birimi.

deniz motoru
* Deniz yolları
nda yolcu taş
ımaya yarayan pervaneli ve patenli motorlu gemi.

deniz otobüsü
* Tepkili motorlarısayesinde, özel hava yastı
klarıüzerinde hı
z kazanan ve suya temas etmeden hı
zla
seyreden, yolcularını
kapalımekân içerisinde taş ı
yan bir deniz taşı

.

deniz ördeği
* Fı
rtı
na kuş
u.

deniz örümceğ i
* En büyük yengeç türü (Maja squinado).

deniz pı
rasası
* Denizlerde yetiş
en bir tür yosun.

deniz piyadesi
* Çıkarma harekâtı
nda kı

ya ulaş
acak tarzda eğ
itilen deniz kuvvetlerine özgü sı

f.

deniz rezenesi
* Maydanozgillerden, deniz kumsalları
nda bol olarak yetiş
en, ı

rlıbir bitki (Crithmum maritimum).

deniz sarmaşığı
* Çok yı
llı
k, sürünücü, beyaz sütlü ve otsu bir bitki (Convolvulus soldanella).

deniz seviyesi
* Kara ile denizlerin birleş
tiğ
i ve yüksekliğin 0 olarak kabul edildiği nokta.

deniz suyu
* Birleş
iminde sudan baş
ka değ
işik tuzlar ve gazlar bulunan su.

deniz tavşancılı
* Balık kartalı
.

deniz tutmak
* deniz taş
ıtları
nda sallantı
dan etkilenmek.

deniz tutması
* Gemide dalgaları
n etkisiyle sallantı
ları
n yarattı
ğırahatsı
zlı
k.

deniz uçağı
* Su üzerinden havalanabilecek ve uçuş
tan sonra yine su üzerine inebilecek ş
ekilde düzenlenmişhava taş
ıtı
.

deniz üssü
* Stratejik bölgelerde deniz kuvvetlerinin askerî harekâtlarıyönettiğ
i ve birimlerini konuş
landı
rdı
ğıaskerî
merkez.

deniz üzümü
* 1-2 m yükseklikte, dik dallı
, dallarıyeşil renkli, yapraklarıpulsu ve kı
n hâlinde dallarısarmış, çalı
görünüş ünde, meyvesi bezelye büyüklüğ ünde, kırmı zıve nadiren sarırenkli, çok yı
llı
k bir bitki (Ephedromajor).

deniz yeli

mbat.

deniz yı
lanı
* Yı
lanlar takı
mından çok zehirli, kürek biçiminde yassıkuyruklu, Hint ve Pasifik okyanusları
nda yaş
ayan bir
hayvan (Hydrophis).

deniz yolu
* Deniz taş
ıtları
nın izlemeye zorunlu olduklarıyol.

deniz yolu ile


* denizden, deniz taş
ıtlarıile.

deniz yolu ulaş


ımı
* Liman ve iskeleler arası
nda deniz taş
ıtları
yla yapı
lan taş
ıma iş
i.

deniz yosunu
* Denizlerde biten ve genellikle kı

larda ve kayalı
klarda yoğun olarak görülen bitki türü.

denizalası
* Kemikli balı
klar takı
mını
n alabalı
kgiller familyası
ndan denizlerde yaş
ayan bir balı
k türü (Salmo trutta
marina).

denizaltı
* Deniz yüzeyinin altı
nda ve üstünde yol alabilen savaşgemisi, tahtelbahir.

denizaltı

* Denizaltı
larda görevli kimse.

denizaltı
cılı
k
* Denizaltı
cıolma durumu.

denizanası
* Selenterelerden, yassıbir diske benzeyen, saydam, serbestçe yüzebilen deniz hayvanı
, medüz.

denizaslanı
* Amerika'nı
n kuzeybatıkı

ları
nda yaş
ayan ve sı
k renk değ
iştiren etçil bir memeli türü.

denizaş
ırı
* Denizlerin ötesinde bulunan.

denizatı
* Baş
ıat baş
ına benzeyen, suda dik duran, kuyruk yüzgeci olmayan, 10-15 cm boyunda bir deniz hayvanı
(Hippocampus hippocampus).

denizayısı
* 1,5-2 m boyunda, uzun ve yumuş
ak tüylü postu beğenilen, bitkiyle beslenen bir deniz memelisi
(Arctocephalus ursinus).

denizci
* Denizle ilgili iş
lerde çalış
an kimse.
* Deniz askeri.
* Deniz sporları yla uğraşan kimse.

denizcilik
* Denizlerde sefer yapma işi.
* Denizle, gemi iş
letmesiyle ilgili meslek.
* Deniz sporculuğ u.

denizçakı

* Yumuş
akça.

denizde kum, onda para


* çok paralıkimse.

denizdeki balı
ğı
n karada komisyonculuğ
unu yapmak
* gerçekte bulunmayan bir konu üzerinde varmı
şgibi savunuculuğ
unu yapmak, hayalî konularda gereksiz
söz söylemek.

denizden (veya denizi) geçip çayda boğulmak


* büyük güçlükleri yenmiş ken önemsiz bir sebeple baş
arı

zlı
ğa uğ
ramak.

denizden çı
kmı şbalığa dönmek
* Bkz. sudan çıkmışbalı
ğa dönmek.

denize açı
lmak
* kı

dan çok uzaklaş
mak.

denize çı
kmak
* gezi veya av için kı

dan ayrı
lmak.

denize dökmek
* düş
manıdenize kadar sürüp yok etmek.

denize düşen yılana sarı



r
* güç bir duruma düş
enlerin bundan kurtulmak için her türlü çareye baş
vurmaları
olağ
andı
r.

denize indirmek
* denizde kullanı
lacak, genellikle yeni yapı
lan bir aracıkı
zaklar yardı
mıyla karadan suya salı
vermek.

denizgergedanı
* Balinagillerden, 8-10 m boyunda, erkeğ
inin üst çenesinde iki uzun dişbulunan bir deniz memelisi
(Monodon monoceros).

denizgülü
* Mercanlar sı
nıfı
ndan dokunaçlarıkı
sa bir tür hayvan (Actinia).

denizgüzeli
* Bkz. sarı
ağı
z.

denizhı
yarı
* Deniz hı
yarları
ndan, boyu 25 cm kadar olabilen, yuvarlak ve yumuş
ak vücutlu derisi dikenli bir hayvan
(Holothurion).

denizhı
yarları
* Örnek hayvanıdenizhı
yarıolan derisi dikenliler sı

fı(Holothurion).

denizı

rganları
* Salgı
ladı
klarısı

larla insan derisinde ı

rgan etkisi uyandı
ran, iri medüzleri içine alan selentereler sı
nıfı
.

denizibiğ
i
* Bkz. deniz rezenesi.

deniziğnesi
* Yuvarlak somaklı
, vücudu ince ve uzun bir deniz balı
ğı(Syngnathus acus).

denizineğ
i
* Amerika ve Afrika'nı
n tropikal kı
yısuları
nda yaş
ayan, 2-3 m boyunda deniz memelisi (Hydrodamalis
gigas).

denizkadayı

* Esmer su yosunları
ndan bir deniz bitkisi (Alaria esculenta).

denizkedisi
* Tüm baş
lılar takı
mından, vücudu ince uzun, büyük baş

, derin ve büyük denizlerde yaş
ayan bir balı
k
(Chimaera monstrosa).

denizkestanesi
* Hareket edebilen dikenlerle örtülü, yuvarlak kalker kabuklu, derisi dikenlilerden bir yumuş
akça (Echinus
esculentus).

denizkızı
* Solunumlarıhem akciğerlerle, hem solungaçlarla olan, arka üyeleri olmayan, otçul amfibyumlar sı


ndan
bir hayvan.

denizkozalağ
ı
* Konik biçimli kabuğ
unda bir yarı
k bulunan karı
ndan bacaklıyumuş
akça (Conus).

denizköpüğü
* Lüle taş
ı.

denizkulağı
* Yassıkabuklu, içi sedefli, 10 cm uzunluğ
unda bir deniz yumuş
akçası(Haliotis).

denizkurdu
* Deneyimli, eski denizci, usta denizci.

denizlâleleri
* Vücutlarıbir sapla deniz dibine bağlıveya serbest olabilen beşveya daha fazla kollu, toplu durumda
yaşayan derisi dikenlilerden bir sı

f.

denizlik
* Kayıklarda bordayıaş an dalgaların içeriye girmesine engel olan eğik tahta.
* Pencerelerin altı
nda, içte ve dışta yapılarak suları
n duvar içine sı
zması nıveya duvar yüzeyinde yayı
lması

önleyen eğik bölüm.
* Denize girerken kullanı lan kadın mayosu.

denizmaymunu
* Denizkedisi.

denizpalamudu
* Kıyıkayalarını
n üzerinde yapı
şı
k olarak yaş
ayan, beyaz kalkerli plâkalarla çevrili, koni biçiminde, küçük,
kabuklu bir böcek (Balanus).

denizpelidi
* Bir tür deniz böceği.

denizş
akayığı
* Kayalı
klara yapı
şı
k olarak yaş
ayan, dokunaçlarıçok ve uzun, güzel renkli bir polip türü (Anemonia actinia).

denizş
akayıkları
* Deniz ş
akayı
kları
nıiçine alan selentereler alt sı
nıfı
.

deniztarağı
*İki çenetli kabuklu bir yumuş
akça türü (Pecten).

deniztavş
anı
* Ağı
z dokunaçlarıgenişve etli, uzun, çı
plak vücutlu deniz yumuş
akçası
(Cyclopterus lumpus).

deniztilkisi
* Saban balı
ğı
.

denizyı ldı

* Denizyı
ldı
zları
ndan, yı
ldı
z biçiminde beşkolu olan, kayalı
klar üzerinde yaş
ayan derisi dikenli bir hayvan
(Aster).

denizyı
ldı
zları
* Örnek hayvanıdenizyı
ldı
zıolan derisi dikenliler sı
nıfı
.

denk
* Yük hayvanları nın sağve soluna konulan iki yük parçası ndan her biri.
* Yatak, yorgan, kumaşgibi eş yanı
n sarılı
p bağlanması yla oluşan yük, balya.
* Ağırlı
k bakımı ndan eş it olan.
* Uygun, nitelik yönünden eş it.
* Destekleri paralel, yönleri aynı ,ş
iddetleri eş
it bulunan güçler.

denk düş
mek
* uygun olmak, fı
rsat olmak.

denk gelmek
* uygun düş mek, uygun gelmek.
* rast gelmek, rastlamak.

denk getirmek
* uygun düş
ürmek, rastlatmak.

denk küme
* Bire bir eş
lenebilen, eleman sayı
larıeş
it küme.

denk yapmak
* denk durumuna getirmek.

denkçi
* Denk iş
leri ile uğraş
an veya denk yapan kimse.

denkçilik-ği
* Denkçi olma durumu.

denklem
*İ çinde yer alan bazıniceliklere ancak uygun bir değer verildiğ i zaman sağlanabilen eşitlik, muadele.
* Bir yanında olaya giren çeş itli maddelerin formülleri, öteki yanı nda da tepkime sonucu oluş an yeni
maddelerin formülleri bulunan eş itlik.

denkleme
* Denklemek iş
i.

denklemek
* Denk duruma getirmek.

denklemler sistemi
*İ ki veya daha çok denklemden oluş
an ve hepsinin birlikte ortak çözümü istenen takı
m.

denklenmek
* Denk yapı
lmak.

denkleş
me
* Denkleş
mek durumu.

denkleş
mek
* Birbirine denk olmak, denk duruma gelmek.

denkleş
tirici
* Denkleş
tirme iş
lemini sağlayan.

denkleş
tirme
* Denkleş
tirmek iş
i.

denkleş
tirmek
* Denk duruma gelmesini sağlamak.
* Gereken miktarısağ
lamak.

denklik
* Denk olma durumu, eş
itlik, müsavat.

denktaş
* Denk, eş
it, küfüv.

denkteş
* Bkz. denktaş
.

denli
* "Kadar" anlamı
nda üstünlük derecesini belirtir.

denli
* Ağı
r baş

, sözleri ve davranı
şlarıölçülü olan (kimse).

denli densiz söz söylemek


* uygunsuz, yakışı
ksı
z ve saygı

z sözler söylemek.

denlilik
* Denli olma durumu.

denme
* Denmek, denilmek iş
i.

denmek
* Ad verilmek.
* Söylenmek, sözü edilmek.

densimetre
* Bitkilerin dı
şkı

mlarıile toprak üzerinde kapladı
klarıalanıçeş
itli büyüklüklerdeki halkalar yardı
mıile
ölçen bir alet.

densiz
* Yakı
şı
ksı
z ve saygı

zca davranan.

densizlenme
* Densizleş
mek durumu.

densizlenmek
* Densizlik etmek.

densizleş
me
* Densizleş
mek iş
i.

densizleş
mek
* Yakı
şı
ksı
z ve saygı

zca davranı
r duruma gelmek.

densizlik
* Densiz olma durumu, densizce davranı
ş.

densizlik etmek
* densiz bir davranı
şta bulunmak.

denş
irme
* Denş
irmek iş
i.

denş
irmek
* Bir ş
eyin yapı

nıveya niteliğ
ini bozmak, tağ
yir etmek.

deontoloji
* Ödev bilgisi.

depar
* Çı

ş.

depara geçmek
* koş
uya veya yarı
şa hı
zla baş
lamak.

depara kalkmak
* koş
u veya yarı
şiçinde birdenbire hı
z artı
rmak.

departman
* Bir işyeri, okul veya üniversitenin herhangi bir bilim ve uzmanlı
k dalı
nda eğ
itim sağlayan alt birimlerinden
her biri, bölüm.

depderin
* Çok derin.

deplâsman
* Spor takı
mları

n kendi ş
ehirleri dı
şı
nda maç yapmaya gitmesi.

deplâsmana gitmek (veya çıkmak)


* (spor takı
mları) kendi ş
ehirleri dı
şı
nda maç yapmaya gitmek.

depo
* Korunmak, saklanmak veya gerektiğ inde kullanı
lmak için bir ş
eyin konulduğ
u yer.
* Bir malı
n toptan satıldı
ğıve çokça bulunduğu yer.
* Ordu mallarının saklandığı
, bakı
mlarının yapıldı
ğıyer.

depo etmek
* yı
ğmak, biriktirrnek.

depocu
* Depoya bakan kimse.

depoculuk
* Depocunun yaptı
ğıiş
.

depolama
* Depolamak iş i.
* Bellek cihazı
na verinin yerleş
tirilmesi veya saklanması
.

depolamak
* Depo etmek, biriktirmek.
* Bir bellek cihazı
na veriyi yerleş
tirmek veya saklamak.

depolanma
* Depolanmak durumu.

depolanmak
* Depolamak iş
i yapı
lmak.

depozit
* Bir taahhüt sı
rası
nda yatı

lan güvence veya bağlanma parası
.

depozito
* Bkz. depozit.

deppoy
* Bkz. debboy.

deprem
* Yer kabuğ
unun derin katmanları nı
n kırı
lıp yer değ iş
tirmesi veya yanardağ
ları
n püskürme durumuna
geçmesi yüzünden oluşan sarsı
ntı
, yer sarsı
ntı

, hareket, zelzele.
deprem bilimci
* Deprem bilimiyle uğraş
an kimse.

deprem bilimi
* Depremleri, yer hareketlerini inceleyen bilim, sismoloji.

deprem bölgesi
* Depremlerin sı
k sı
k oluş
tuğu, gevş
ek ve kı

k yer altı
kuş
ağı
.

deprem kuşağı
* Depremlerin oluş
tuğ
u aynıdüzlemde yer alan bölgeler.

deprem merkezi
* Depremin oluş
tuğu odak nokta ve yayı
ldı
ğıyer.

depremçizer
* Depremleri yazan cihaz, sismograf.

depremyazar
* Depremlerin yerini, süresini, ş
iddetini tespit eden çok duyarlıcihaz, sismograf.

depremzede
* Depremde zarar görmüşinsan.

deprenme
* Deprenmek iş
i.

deprenmek
* Kı
mıldamak, hareket etmek, sarsı
lmak.

depresyon
* Ruhî çöküntü.

depreş
me
* Depreş
mek durumu.

depreş
mek
* Yeniden ortaya çı
kmak, nüksetmek.

depreş
tirme
* Depreş
tirmek iş
i.

depreş
tirmek
* Depreş
mesine sebep olmak.

der demez
* hemen, o sı
rada.

der oğlu der


* bir ş
eyin sürekli söylendiğini anlatı
r.

derakap
* Hemen arkası
ndan, hemencecik, derhal.

derbeder
* Yaş
ayı
şıve davranı
şıdüzensiz (kimse).

derbederlik
* Derbeder olma durumu.

derbent

ki dağarası
ndaki geçit yeri, boğ
az.
* Sı
nırlarda bulunan küçük kale.

derç
* Alma, toplama.
* Kaydetmek (almak, toplamak).

derde derman olmak


* soruna çözüm bulmak, sı

ntı
yıgeçirmeye çare göstermek.

derdest
* Yakalama, tutma, ele geçirme.

derdest etmek
* yakalamak, tutmak, ele geçirmek.

derdi baş
ından aş
kın olmak
* aş
ırıderecede meş
gul olmak birçok sorunu bulunmak.

derdi günü
* çok ilgilenilen, çok düş
ünülen, uğraş
ılan (ş
ey).

derdi veren devasını


da verir
* her sı

ntını
n, üzüntünün bir çaresi vardı
r.

derdine deva bulunmak


* sı
kıntı
yıhalletmek, atlatmak, çaresizliğ
i yenmek.

derdine düş mek


* yapı
lması
gereken bir ş
eyi gerçekleş
tirmenin yolları
nıaramak.

derdine yanmak
* kendi durumuna üzülmek.

derdini çekmek
* üzüntüsüne katlanmak.

derdini deşmek (veya depreş tirmek)


* derdini hatı
rlatı
p yeniden üzülmesine yol açmak.

derdini dökmek
* derdini, sı

ntı
ları
nıayrı
ntı
lıolarak anlatmak.

derdini Marko Paş


aya anlat
* yakı
nmanıdinleyecek kimse yok.

derdini söylemeyen derman bulamaz


* insan sı

ntı

nıbaşkası
na açı
klayarak giderebilir.

dere
* Genellikle yazı
n kuruyan küçük akarsu ve bunların yatağı.
*İki dağarası ndaki uzun çukur.
* Damlarda yağ mur suları
nıtoplayarak oluğa veren çinko veya kiremit yol.

dere gibi akmak


* vücudun bir yerinden çok kan akmak veya bir savaş
ta çok kiş
i yaralanarak ölmek.

dere tepe

niş
li çı

şlı(yer).

dere tepe düz gitmek


* "engelleri aş
arak gitmek" anlamı
nda bir tekerleme.
derebeyi
* Toprakları
nıderebeylik düzenine göre yöneten kimse.
* Zorba.

derebeylik
* Derebeyi olma durumu.
* Özellikle BatıAvrupa'da toprağıve üzerinde yaş
ayan köylüleri tek bir kimsenin malısayan Orta Çağsiyasî
düzeni, feodalite.
* Derebeyi yönetimindeki bölge.

derece
* Bir süreç içindeki durumlardan her biri, basamak, aş ama, rütbe, mertebe.
* Ölçü aletlerinin ölçeğinde belirtilmişbulunan baş lıca bölümlerden her biri.
* Bir çözeltinin yoğunluğ unu ölçmede kullanı lan birim.
* Bir çemberin 360'ta birine eşit olan açıbirimi.
* Sıcaklı
kölçer, termometre.
* Denli, kadar.
* Sporda baş arıgösterme.

derece almak
* baş
arı
göstererek ödül kazanmak.

derece derece
* Azar azar, yavaşyavaş , tedricen.
* Farklıfarklı, değiş
ik.

dereceleme
* Derecelemek iş
i.

derecelemek
* Derecelere ayı
rmak.

derecelendirilme
* Derecelendirilmek iş
i.

derecelendirilmek
* Derecelendirmek iş
i yapı
lmak.

derecelendirme
* Derecelendirmek iş
i.

derecelendirmek
* Derecelemek iş
i yapı
lmak.

dereceli
* Derecesi olan.
* Derecelere ayrılmı
ş, kademeli.

derecesiz
* Derecesi olmayan.
* Çok fazla.

derecik
* Küçük dere.

dereden tepeden konuş mak


* geliş
igüzel konuşmak, rastgele konular üzerinde konuş
mak.

dereke
* Aş
ağıderece.

dereotu
* Maydanozgillerden, ince yapraklı
, bazı
yemeklere konulan güzel kokulu bir bitki (Anethum).

dereyi görmeden paçaları sıvamak


* gerektiğinden çok önce veya henüz ortada hiçbir ş
ey yokken hazı
rlanmaya kalkı
şmak.

dergâh
* Tarikattan olanları
n barı
ndı
kları
, ibadet ve törenler yaptı
klarıyer, tekke.

dergi
* Siyaset, edebiyat, teknik gibi konularıinceleyen ve belirli aralı
klarla çı
kan süreli yayı
n, mecmua.

dergicilik
* Dergi yayı
mlama iş
i.

derhal
* Hemen çabucak.

deri
*İ nsan ve hayvan vücudunu kaplayan tüy, kı l veya pulla kaplıörtü.
*İ şlenerek kullanılı
r duruma getirilmişhayvan derisi.
* Bu deriden yapı lmı ş.
* Soyulmadan yenen yemiş lerin ince kabuğ
u veya soyulan yemiş lerde kabuk altı
ndaki zar.

deri
* Toplantı, düğün.
* Pazar veya panayır kurulan gün, dernek.

deri altı
* Derinin altı
nda bulunan.

derici
* Dericilik yapan kimse.

dericilik
* Belirli bir amaçla kullanmak için hayvan derisini iş
leme.
* Deri alı p satma işi.

derili
* Derisi olan, deri ile kaplanmı
şolan.

derilme
* Derilmek iş
i.

derilmek
* Dermek iş
ine konu olmak.

derim evi
* Kafes biçiminde tahtadan yapı
lmı
şportatif ev.
* Keçeden yapı lmı
şçadı r.

derin
* Dibi yüzeyinden veya ağzından uzak olan.
* Yüzeyden içeri inen.
* Kendi türünde çok geliş
miş , en ileri durumda olan.
* Yoğun.
* Uzun süren.
* Ayrıntı
ya önem verilerek hazı rlanan.
* Çok içten gelen.
* Dip.

derin derin
* Derin olarak.
derin derin düşünmek
* üzüntülü düşünceye dalmak.
* çok fazla düş
ünmek.

derin dondurucu
* Buzdolabı
nda besinleri bozulmadan uzun süre saklayacak bölüm.

derin soğutma
* Derin soğutucu üretimi tekniği.

derin soğutucu
* Buzdolabıdüzeni içinde çok yüksek soğ
utucu özelliğ
i olan bir tür buzdolabı
.

derin uyku
* Uyanı
lmasıgüç uyku, ağı
r uyku.

derince
* Biraz derin.

derinden
* En ince ayrıntı
sına kadar, etraflı
ca.
* Pek belli olmayan uzak bir yerden.
*İ çten.

derinden derine
* Uzaklardan.
* En iyi biçimde, en ince ayrı
ntı
ları
na kadar.

derinlemesine
* Çok ayrı
ntı
lıolarak.

derinleş
me
* Derinleş
mek durumu.

derinleş
mek
* Derin duruma gelmek.
* Bir konuda köklü, sağlam bilgi edinmek, bilgisini geniş
letmek.
* Ses kaynağıuzaklaş arak az duyulur duruma gelmek.

derinleş
tirme
* Derinleş
tirmek durumu, tamik.

derinleş
tirmek
* Derin duruma getirmek.
* Ayrı
ntıları
na kadar incelemek, derinliğ
ine incelemek.

derinletme
* Derinletmek iş
i.

derinletmek
* Derin duruma getirmek.

derinliğ
ine
* Derin olarak, derinlemesine.

derinlik
* Bir şeyin dip tarafı
nın yüzeye, ağı
za olan uzaklı
ğı
.
* Bir cismin en ve boy dı ş
ındaki üçüncü boyutu.
* Bulunulan yere göre uzakta olan yer.
* Özüne inerek ayrı ntı
ları
yla kavrama gücü.
* Varlığın içi, özü.
* Varlı
ğıortaya çıkarı
lamamı ş, kanı
tlanamamı şş
ey.
* Yanaşık veya dağını
k düzende bulunan bir birliğin en ileride olan kı
smı
nın baş
ından, en geride bulunan

smı

n sonuna kadar olan uzaklık.
* Borsada az sayı
da hisse senedinin el değ
iştirmesi.

derinlik kayaçları
* Yer kabuğ
unun derinlerinde, büyük kütleler biçiminde katı
laş
mışmagma kayaçları
.

derinlik ölçümü
* Deniz derinliğ
inin veya yüksekliğinin özel bir aletle belirlenmesi iş
lemi.

derinlikölçer
* Denizin derinliğini ölçmeye yarayan alet.

derinti
* Toplantı.
* Gelişigüzel toplanmı şeşya.
*İ nsan kalabalığı, güruh.

derisi dikenliler
* Beş li bakı
ş ı
mlıdenizkestaneleri denizhı
yarları
, denizyı
ldı
zlarıdeniz yı
lanları
ve denizlâlelerini içine alan
deniz hayvanlarıdalı .

derisi kemiklerine yapışmak


* çok zayıflamak.

derisine sığmaz
* çok kibirli.

derisini yüzmek
* derisini soymak, sı

rmak.
* birinin bütün varlı
ğı
nıelinden almak.
* iş
kence ederek öldürmek.

deriş
ik
* Deriş
mişolan, mütemerkiz, müteksif, konsantre, seyreltik karş
ıtı
.

deriş
iklik
* Deriş
ik olma durumu.

deriş
me
* Deriş mek durumu.
* Bir cismin, birleş
imindeki suyu yitirerek daha koyu kı
vama gelmesi, konsantrasyon.

deriş
mek
* Bir nokta dolayı nda toplanmak, temerküz etmek.
* Bir sı
vı, içindeki su veya sı
vımiktarıazalarak koyulaş
mak, tekâsüf etmek.

derivasyon
* Yatağı
nıdeğ
iştirme.

derk
* Anlama, kavrama.

derk etmek
* anlamak, kavramak.

derken
* dendiği hâlde.
* tam o sırada.
* diye davranırken.
* diye düşünürken.
derken
* Bkz. demek.

derkenar
* (yazı
da) Sayfa kenarı
na kaydedilen yazı
, çı
kma.

derkenar etmek
* bir kitabı
n sayfaları
nın veya yazı
nın kenarı
na not düş
mek.

derlem
* Koleksiyon.

derlemci
* Koleksiyoncu.

derlemcilik
* Koleksiyonculuk.

derleme
* Derlemek iş i, tedvin.
* Seçilip toplanmı ş.

derlemek
* Seçme yaparak toplamak, bir araya getirmek, tedvin etmek.
* Düzgün bir biçimde toplamak.

derlenme
* Derlenmek iş
i.

derlenmek
* Derlemek iş
i yapı
lmak, toplanmak, düzene girmek.

derleyici
* Derleme yapan kimse.

derleyicilik
* Derleyicinin yaptı
ğıiş
.

derleyip toplamak (veya toparlamak)


* dağ
ını
k olan şeyleri bir araya getirip düzenlemek, düzene sokmak.

derli toplu
* Düzenli, dağınık olmayan, düzen verilmiş
.
* Düzenli bir biçimde.

derman
* Güç, takat, mecal.
*İ lâç.
* Çı kar yol, çare.

dermanıkesilmek (veya dermandan kesilmek)


* yorgunluktan güçsüzleş
mek.

dermansı
z
* Gücü kalmamı
ş, bitkin.

dermansı
zlaş
ma
* Dermansı
zlaş
mak iş
i.

dermansı
zlaş
mak
* Gücü kalmamak, güçsüz duruma gelmek, güçsüzleş
mek.
dermansı
zlı
k
* Güçsüzlük, bitkinlik, zafiyet.

dermatit
* Deride görülen her çeş
it iltihaplı
hastalı
k.

dermatolog
* Deri hastalı
klarıuzmanı
, cildiyeci.

dermatoloji
* Deri hastalı
klarıile ilgili hekimlik dalı
, cildiye.

derme
* Dermek işi.
* Aynıtürden bir araya getirilmişş
eylerin hepsi, koleksiyon.

derme çatma
* Geliş
igüzel toplanmı ş, araları
nda uygunluk bulunmayan.
* Değersiz gereçlerle özensiz olarak yapı
lmış.
* Önemsiz, değersiz.

dermek
* Derlemek, toplamak, devş
irmek.

dermeyan
* Ortada, ortaya konmuş
.

dermeyan etmek
* bir düş
ünce ileri sürmek, ortaya koymak.

dermit
* Bkz. dermatit.

dernek
* Toplantı , düğün.
* Pazar veya panayı r kurulan gün, deri.
* Belirli ve ortak bir amacıgerçekleş tirmek için kurulan yasal topluluk, cemiyet.

dernek kurmak
* dernek oluş
turmak.

dernekçi
* Dernek üyesi olan.
* Bir derneğ
e çok bağlıolan.

dernekçilik
* Bir dernekten yana olma, bir derneğ
e çok bağlıolma.

dernekleş
me
* Dernekleş
mek iş
i.

dernekleş
mek
* Dernek kurmak.

derneş
ik
* Derli toplu, düzenli.

derpiş
* Öngörme, göz önünde tutma, aklı
ndan geçirme.

derpişetmek
* öngörmek, göz önünde tutmak, aklı
ndan geçirmek.

derrace
* Bisiklet.

ders
* Bir konuda öğretmenin öğ renciye sını fta, belirli bir sürede verdiği bilgi.
* Bu bilgi aktarımıiçin ayrı
lan süre.
* Öğrencinin öğ renmek zorunda olduğ u bilgi.
* Bir olayın bellekte bı
raktı
ğı öğretici iz, öğ üt, ibret.

ders almak
* (bir konu üzerinde bir öğ
renci) yetkili bir kimseden bilgi edinmek.
* bir olaydan tecrübe kazanmak, ibret almak.

ders çalı
şmak
* ders yapmak.

ders dı
şı
* Ders süresinin dı
şı
nda.

ders görmek
* Bkz. ders almak.

ders içi
* Ders süresinde.

ders olmak
* (bir olay), tecrübe kazandı
rmak, öğ
retici örnek olmak, ibret olmak.

ders vermek
* öğretmek, yetiştirmek.
* azarlamak, sert davranmak, sert bir karş
ılı
kla yola getirmek.

ders yapmak
* Bkz. öğretim yapmak.

dershane
* Öğrencilerin, bir öğ retmenin gözetimi altı
nda, anlatma, araş tırma, küme çalı
şmasıgibi yollarla ve türlü

itim araç ve gereçlerinden de yararlanarak ders yaptı
klarıyer, derslik, sını
f.
* Okul dı şında para ile ders veren kuruluş
.

dershaneci
* Dershane iş
leten kimse.

dershanecilik
* Dershane iş
letmeciliği.

dersiam
* Osmanlı
lar döneminde müderrislerin camilerde verdikleri ders.
* Osmanlı
larda camilerde ders veren müderrislerin unvanı
.

dersiz topsuz
* Düzensiz, karmakarı
şı
k.

derslik
* Sı
nıf, dershane.

dert
* Üzüntü.
* Hastalı
k; ağrı .
* Sorun, kaygı.
* Ur.

dert anlatmak
* derdini dökmek.

dert babası
* Herkesin derdini, rahatlı
kla, çekinmeden veya bir çözüm yolu bulabilir ümidiyle açı
klayı
p anlattı
ğıkimse.

dert değ
il
* önemsemeye, üzülmeye değ
mez!.

dert dökmek
* sı

ntı
ları
nıbir bir anlatmak, dile getirmek.

dert edinmek (veya etmek)


* bir sorunu veya durumu üzüntü konusu yapmak.

dert eğ
irmek
* içinden çı

lmasıgüç bir sorunla uğraş
mak zorunda kalmak.

dert küpü
* Sorunları
, sı

ntı
larıçok olan kimse.

dert olmak (veya kesilmek)


* (bir kimse veya olay için) sı
kıntıvermek.

dert ortağ
ı
* Aynıderdin sı kı
ntısıiçinde bulunanlardan her biri.
* Bir kimsenin derdini anlattı
ğı
, derdini paylaş

ğıdostu.

dert sahibi
* Üzüntüsü, sorunu olan.
* Hastalı
klı
.

dert yanmak
* derdini sı
zlanarak anlatmak.

dertlenme
* Dertlenmek durumu.

dertlenmek
* Üzüntüye kapı
lmak, dertli duruma gelmek, kaygı
lanmak.

dertleş
me
* Dertleş
mek durumu.

dertleş
mek
* Karş
ılı
klıdertlerini anlatmak.

dertli
* Derdi olan.

dertlilik
* Dertli olma durumu.

dertop
* Bir araya getirilerek, büzülerek.

dertop etmek
* bir araya getirmek, toparlamak.

dertsiz
* Derdi olmayan.

dertsiz başını derde sokmak


* bir derdi yokken gereksiz yere üzüntü veren bir iş
e giriş
mek.

dertsizlik
* Dertsiz olma durumu.

deruhte
* Üzerine alma, üstlenme.

deruhte etmek
* üstlenmek.

derun
*İç, içeri, öz.
* Gönül, yürek, ruh.

derunî

çle ilgili, içten.

derviş
* Bir tarikata girmiş , onun yasa ve törelerine bağ
lıkimse, alp eren.
* Alçak gönüllü ve her ş eyi hoşgören kimse.
* Yoksulluğ u, çilekeş liğ
i benimsemişkimse.
* Kırlangı ç balığının pek küçüğ ü.

derviş
ane
* Dervişgibi, derviş
e yakı
şan biçimde.

derviş
çe
* Derviş
e yakı
şı
r (biçimde), dervişgibi; hoş
görülü.

derviş
in fikri ne ise zikri de odur
* insan, önem verip düş ündüğü ş
eyi konuş
maktan kendini alamaz.

derviş
lik
* Dervişolma durumu.

derya
* Deniz.
* Bilgili kimse.
* Bir şeyin bol olduğ
u yer.

derya gibi
* çok bilgili.
* pek çok.

deryadil
* Her ş
eyi hoşgören, çok sabı
rlı
.

derz
* Duvar taş
ları
nın veya tuğ
laları
nın harçla doldurulup üzerinden mala çekilerek düzeltilen aralı
ğı
.

Descartes'çı
* Bkz. Dekartçı
.

Descartes'çı

k
* Bkz. Dekartçı

k.

desen
* Tahta, çini, kumaş
, kâğı
t gibi yüzeylerin üzerinde varlı
kları
, nesneleri belirli çizgilerle gösterme, tasvir.
* Görsel bir etki yaratmak amacı
yla yapı
lmı
şçizgi resimlerin hepsi.
* Desen yapma sanatı .

desenci
* Desen ile uğ
raş
an kimse.

desencilik
* Desencinin iş
i veya mesleğ
i.

desenleme
* Desenlemek iş
i.

desenlemek
* Desen yaparak çizmek.

desenli
* Desenlerle süslü olan.

desenli kaplama
* Ağacı
n yı
l halkaları
nın kaplama yüzeyinde güzel görünüş
lü çizgiler oluş
turması
yla elde edilen bir kaplama
türü.

desensiz
* Üzerinde desen bulunmayan.

desibel

şitme duyarlı
ğı
nıölçmekte kullanı
lan bir âlet.

desigram
* Bir gramı
n onda biri, dg.

desikatör
* Kurutma kabı
.

desilitre
* Bir litrenin onda biri, dl.

desimetre
* Bir metrenin onda biri, dm.

desinatör
* Mesleğ
i desen yapmak olan kimse.
* Endüstri, mimarlı
k vb.de desen yapan kimse.

desinatörlük
* Desinatörün yaptı
ğıiş
.

desise
* Aldatma, oyun, düzen, hile, entrika.

desister
* Bir sterin onda biri, dst.

deskriptif
* Tasvirî.

despot
* Bir ülkeyi zora ve baskı ya dayanarak yöneten kimse, müstebit.
* Ortodoks Rumları n din baş kanları
na verilen ad.
* Her istediğini ve dilediğini yaptırmak isteyen kimse, tiran.

despotça
* Despota yakı
şan biçimde, despot gibi.

despotik
* Despotça.

despotizm
* Despotluk, istibdat.

despotluk
* Despot olma durumu, müstebitlik, istibdat, despotizm.
* Bir ülkeyi zora, baskı
ya ve keyfe bağlıyönetme.

dessas
* Düzenci, entrikacı
.

destan
* Tarih öncesi tanrı, tanrı
ça, yarı
tanrı ve kahramanlarla ilgili olağanüstü olaylarıkonu alan ş
iir, epope.
* Bir kahramanlı k hikâyesini veya bir olayıanlatan, koş
ma biçiminde, ölçüsü on bir hece olan halk ş iiri.
* Çağ daşTürk edebiyatı nda biçim ve içerik yönünden, geleneksel destanlardan ayrı lı
k gösteren uzun
kahramanlıkş iiri.

destan düzmek
* kahramanlı
k hikâyesi veya herhangi bir olayıanlatan ş
iir yazmak.

destan gibi
* uzun yazı
lmı
ş(mektup).

destan yaratmak
* olağ
anüstü kahramanlı
k göstermek, yararlı
k göstermek.

destancı
* Destan yazan veya anlatan kimse.

destanî
* Destan biçiminde yazılmışolan.
* Destan kahramanları na yaraş ı
r nitelikte olan.
* Destana benzer, destan gibi.

destanlaş
ma
* Destanlaş
mak durumu.

destanlaş
mak
* Olağ
anüstü kahramanlı
k ve baş
arı
göstermek.

destanlı
* Destanıolan, içinde destan bulunan.

destanlı
k
* Destan durumuna gelmeye yarayan (ş
ey).

destansal
* Destanla ilgili destana özgü.
* Destan kahramanı na benzer.

destansı
* Destan niteliğ
inde olan, destana benzer, epik.

destansı
z
* Destanıolmayan, içinde destan bulunmayan.

destar
* Sarı
k.
destarî
* Sarı
kla ilgili.
* Sarı
k yapan kimse.

destarlı
* Sarı
ğıolan, sarı
klı
.

deste
* Cinsleri aynıveya birbirine yakı n olan şeylerin bir arada bağ
lanmı
şı
, demet, bağ
lam.
* Çok.
* Kılı
ç, bıçak vb.nin elle tutulacak yeri, kabza.
* Yağlıgüreş te pehlivanların ayrıldıklarıbeşdereceden en küçüğü.
* Aynıcinsten onluk bir küme.

deste deste
* Demet demet.

desteci
* Desteleyici.

destek
* Dayanak, dayak.
* Üzerine bir ş ey oturtmaya, tutturmaya, koymaya yarar araç, hamil.
* Yardı mcı .
* Bir vektörü taş ıyan sonsuz doğ ru.
* Bir birlik için sağlanan yardım veya koruma.

destek doku
* Vücuda destek görevi yaptı klarıiçin bağdokusunun kı kı rdak ve kemik dokularına bir arada verilen ad.
* Kalı
n çeperli, güçlü hücrelerden oluş muş, bitkiye diklik, sertlik ve sağ
lamlı
k kazandıran doku.

destek görmek
* yardı
m etmek, müzaherette bulunmak.

destek olmak
* güç sağlamak, yardı
mcıolmak.

destekleme
* Desteklemek işi.
* Devletçe yapı
lan para yardı
mı, sübvansiyon.

destekleme alımı
* Bir ürünün değ
erini belli bir düzeyden aş
ağıdüş
ürmemek için devletçe yapı
lan satı
n alma iş
i.

desteklemek
* Destek koymak.
* Bir kimse veya kuruluş
a yardı
m sağlamak, müzaheret etmek.
* Arka olmak, arka çı
kmak.

desteklenme
* Desteklenmek iş
i.

desteklenmek
* Desteklemek iş
ine konu olmak.
* Desteklemek iş
i yapı
lmak.

destekleş
me
* Destekleş
mek iş
i.

destekleş
mek
* Destekleri karş
ılı
klıolarak almak veya vermek.
destekleyiş
* Destekleme iş
i veya biçimi.

destekli
* Desteklenmiş
, destek konulmuş
.

destekli bütçe
* Dayanağ
ıolan bütçe.

desteksiz
* Desteğ
i olmayan, desteklenmemiş
.

desteksiz atmak
* mübalâğ
alıkonuş
mak, yalan söylemek.

desteleme
* Destelemek iş
i.

destelemek
* Deste durumuna getirmek, deste yapmak.

destelenme
* Destelenmek iş
i.

destelenmek
* Destelemek iş
i yapı
lmak.

desteleyici
* Biçilmişekini deste yapan iş
çi, desteci.

desteleyicilik
* Desteleyici olma durumu.

destere
* Bkz. testere.

destroyer
* Orta tonajda, yüksek hı
zlısavaşgemisi, muhrip.

destur
*İ zin, müsaade.
* (destur) "Yol verin", "savulun","izin verin" anlamı
nda kullanılı
r.
* Karanlık, ıssı
z yerlere pis veya atı
k su dökerken cin çarpmasın diye yüksek sesle söylenir.

destursuz

zinsiz, müsaadesiz.

destursuz atmak
* kolay yalan söyleyebilmek, palavra atmak.

destursuz bağ a gireni sopa ile kovarlar


* bir yere izinsiz girmek veya bir iş
e izinsiz el atmak kötü karş
ılanı
r.

desturun

ğrenç veya ayı
p bir söz söylemek zorunda kalı
nınca "affedersiniz" anlamı
nda kullanı

r.

-deş/ -teş
* Bkz. -daş/ -taş
.

deş
arj
* Boş
alma.
* Rahatlama.

deş
arj olmak
* akü, pil gücünü yitirmek.
* içini dökmek, boş almak, rahatlamak.

deş
eleme
* Deş
elemek iş
i.

deş
elemek
* Güçlü bir biçimde deş
mek, karı
ştı
rmak.
* Araş
tırmak.

deş
ifre
* Çözülmüş
, açı
klanmı
ş.

deş
ifre etmek
* bir ş
ifreyi veya güç bir yazı
yıçözmek, okuyup anlamak.

deş
ifre olmak
* (gizli durum) açı
ğa çı
kmak.

deş
ik
* Deş
ilmişolan.
* Deş
ilmişyer.

deş
ilme
* Deş
ilmek iş
i.

deş
ilmek
* Deş
mek iş
i yapı
lmak.

deş
me
* Deş
mek iş
i.

deş
mek
* Oymak, delmek, yazmak, yara açmak, içini açmak, karıştırmak, kazmak.
* Bir sorunun üzerinde yeniden durmak, hatırlatmak, kurcalamak.

detant
* Yumuş
ama, gerginlik azalma.

detay
* Ayrı
ntı
.

detaylandırma
* Detaylandı
rmak iş
i.

detaylandırmak
* Detay duruma getirmek.

detektif
* Gizli polis, polis hafiyesi.
* Özel soruş turmayla görevlendirilmişkimse.

detektiflik
* Detektif olma durumu.

detektör
* Gazları
, mayı
nları
, radyoaktif mineralleri, manyetik dalgalarıvb.ni bulmaya yarayan cihaz, bulucu.

deterjan
* Petrol türevlerinden elde edilen, temizleme, arı
tma özelliğ
i bulunan, toz, sı
vıveya krem durumunda
olabilen kimyasal madde, arı tı

.

deterjancı
* Deterjan üreticisi.

deterjancı
lık
* Deterjancı
nın iş
i veya mesleğ
i.

determinant
* Birkaç bilinmeyenli birinci dereceden eş
itlik sistemlerini çözmede kullanı
lan yardı
mcı
cebirsel anlatı
m.

determinasyon
* Belirlenme iş
i.

determinist
* Belirlenimcilik felsefesine bağlıolan kimse, belirlenimci.

determinizm
* Belirlenimcilik.

detone
* Yanlı
ş, kusurlu.

detone olmak
* yanlı
şçalmak veya söylemek.

dev
* Korkunç, çok iri ve olağanüstü güçlü masal yaratı
ğı
.
* Olağanüstü irilikte olan.
* Çok büyük, çok önemli.

dev adı
mlarıyla ilerlemek
* çok çabuk ilerlemek, üst üste baş
arı
lar göstermek.

dev anası
* Masallarda geçen diş
i dev.
*İri yarıkadın.

dev aynası
* Nesneleri olduğundan çok büyük gösteren ayna.

dev aynasında görmek


* (gerçekten öyle olmadı
ğıhâlde) kendini çok büyük ve önemli saymak.

dev gibi
* iri ve korkunç.

dev köpek balı


ğı
giller
* Omurgalıhayvanlardan balı
klar sı


nın köpek balı
klarıtakı
mını
n bir alt familyası
.

deva

lâç, çare.

devaimisk
* Güzel kokulu bir tür helva.

devalüasyon
* Değer düş
ürümü.

devam
* Sürme, sürüp gitme, kesilmeme, bitmeme.
* Bir yere belli bir amaçla, gereken zamanlarda gitme.
* Ek, parça.
* Kesme, sürdür, devam et!.

devam etmek (veya ettirmek)


* başlanmı şbir iş
i sürdürmek.
* sürekli gitmek.

devamlı
* Sürekli, bitmeyen, kesintiye uğ
ramayan.
*İ şine düzgün giden.

devamlıotlatma
* Bir meranın otlatma mevsimi içerisinde aralı
ksı
z bir ş
ekilde, mera bitkilerine dinlenme imkânıverilmeden
hayvanların otlatı
lması.

devamlı

k
* Devamlıolma durumu, süreklilik.

devamsı
z
* Devam etmeyen, süreksiz.
*İşine düzgün devam etmeyen.

devamsı
zlı
k
* Devam etmeme durumu, süreksizlik.

devasa
* Dev gibi, çok büyük.

devası
z
*İ yileş
tirilemeyen, ilâcı
bulunamayan.
* Çaresiz.

devce
* Dev gibi, deve benzer.

deve
* Gevişgetiren memelilerden, boynu uzun, sı
rtı
nda bir veya iki hörgücü olan, yük taş
ımakta kullanı
lan
hayvan (Camelus).

deve bir akçeye, deve bin akçeye


* imkân olmadı ğızaman bir ş
ey ucuz da olsa alı
namadı
ğıhâlde imkân olunca pahalıda olsa alı

r.

deve dikeni
* Birleş
ikgillerden, yol ve tarla kenarları
nda yetiş
en, 30-100 cm yükseklikte 1-2 yı
llı
k ve otsu bir bitki (Silyum
marianum).

deve diş
i
* (nar, buğ
day vb. için) İ
ri taneli.

deve diş
i gibi
* sı
radan olmayan iri görünümde olan .
* sı
radan olmayan, tanınmı ş, güçlü.

deve döş

* Karnıiçeriye çekik (at).

deve elması
* Çakı
rdiken.

deve gibi
* uzun boylu ve hantal.
deve kini
* Geçmeyen büyük kin, bitmek tükenmek bilmeyen kin.

deve kolu
* Çöl nitelikli bölgelerde taş
ıma iş
lerinde kullanı
lmak için develerden kurulmuşaskerî ulaş

rma birliklerine
verilen ad.

deve kuşu
* Afrika ve Arabistan bozkı rları
nda yaş
ayan, kı
sa kanatları
uçmaya elveriş
li olmayan fakat uzun bacaklarıyla
çok hızlı
koş abilen tehlikeyi sezdiği an kafası
nıkuma sokarak saklandığı
nıve gerçeklerden uzak olduğ unu sanan iri bir
kuş(Struthio camelus).

deve kuş
u gibi (yüke gelince kuş , uçmaya gelince deve)
* uygun şartlarda terslik çıkaranlar için kullanı

r.

deve kuş
u gibi baş ınıkuma sokmak (veya gömmek)
* bir tehlike, bir olay karşı
sında yararlıolmayacağ
ıapaçı
k ortada olan kaçamak bir yola sapmak.
* kendini aldatarak baş kalarınıaldattığı
nısanmak.

deve kuş
uluk
* Deve kuş
u gibi olmak veya davranmak iş
i.

deve kuş
uluk etmek
* deve kuş
u gibi baş
ınıkuma sokup gerçeklerden uzak duracağ
ınısanmak.

deve nalbanda bakar gibi


* hiç görmediği, bilmediğ
i bir ş
eye bakar gibi.

deve olmak
* (para veya yiyecek) kaybolmak.

deve tı
marı
* Özensiz, üstünkörü yapı
lan.

deve tüyü
* Deve tüyünden yapı
lmı
ş.

deve yapmak
* (baş
kası

n malı
nı) kendine mal etmek.

deve yükü
* Bir devenin taş
ıyabileceği yük miktarı
.
* Aş ı
rıölçüde, çok fazla.

deve yürekli
* çok korkak.

deveboynu
* S veya U biçiminde boru.

deveci
* Deve sahibi, deve kiralayan kimse.
* Deve kervanı nıgüden kimse.
* Çok sert ve kaba oynayan kimse.

deveci ile görüşen kapı



nıyüksek açmalı
* yüksek makam sahibi kimselerle ilgisi olanlar durumları
nın gerektirdiği özveriyi göze almalı
dırlar.

devecilik
* Deve yetiş
tirme veya deve ile yük taş
ıma iş
i.
devede kulak
* bir bütüne göre ufak bir parça.

deveden büyük fil var


* herhangi bir konuda söz sahibi olanlardan daha büyük, daha yetkilisinin bulunabileceğ
ini anlatmak için
kullanı

r.

develik
* Özellikle Güneydoğu Anadolu'da develerin korunduğ
u veya bağlandı
ğı
, evlerin alt katı
nda bir bölüm.

developman
* Iş
ığa karş
ıhassas fotoğrafik malzeme poz verildikten sonra kullanı
lan kimyevî banyo maddesi.

devenin baş ı(papucu veya nalı


)
* Bkz. yok devenin başı
.

deveran
* Dolaş
ım, dönme.

deveranı
dem
* Kan dolaş
ımı
.

devetabanı
* Birleş
ikgillerden, genişyapraklıbir süs bitkisi (Phlodentron).

devetüyü
* Devetüyü renginde olan, açı
k kahverengi.

deveye hendek atlatmak


* yapı
lması çok zor, hemen hemen imkânsı
z olan iş
ler için kullanı

r.

deveyi düze çıkarmak


* güçlükleri giderip iş
leri yoluna koymak.

deveyi havuduyla yutmak


* herkesin gözü önünde büyük hı
rsı
zlı
k yapmak.

deveyi yardan uçuran bir tutam ottur


* küçük bir çı
kar peşinde koşmak, bazen kiş
inin büyük zararlara uğ
raması
na yol açabilir.

devim
* Devinim.

devim bilimi
* Dinamik.

devimli
* Devimi olan.

devimsel
* Devinim durumunda olan, harekî.
* Devinimi yalnı
zca fizik kanunları
na bağ
lıolmayan, aynızamanda etkin bir gücü, bir amacıda içeren,
dinamik.

devimselcilik
* Beliren ve geliş
en ş
eylerin kendiliklerinden etkin oldukları
nı , geliş
melerini sağ
layan gücün dı
şarı
dan
gelmeyip kendileriyle özdeşbulunduğunu ileri süren öğ reti, dinamizm, mekanikçilik karş ı

.

devimsellik
* Devimsel olma durumu.

devimsiz
* Devimi olmayan.

devin duyumu
* Devinmekten ve özellikle kasları
n kası
lması
ndan canlı
nın edindiği duyum, kinestezi.

devindirici
* Devindirme özelliğ
i olan.

devindirme
* Devindirmek iş
i.

devindirmek
* Devinmesine yol açmak.

devingen
* Hareketli, müteharrik.

devingenlik
* Devingen olma durumu veya hareketlilik.

devinim
* Devinmek iş i, hareket.
* Durağan bir noktaya göre devinmekte olan bir nesnenin durumu, devim, hareket.
* Bir ruh durumundan baş ka bir ruh durumuna geçiş
; bir düş
ünce sürecinin baş
laması
, hareket.

devinme
* Devinmek iş
i, hareket.

devinme olayı
* Yer'in dönme ekseninin tutulum düzleminin normali çevresinde bir koni çizecek biçimde çok yavaşolarak
dönmesi.

devinmek
* Vücudu oynatmak veya kı pırdatmak, kı mı ldanmak, hareket etmek.
* Bir cismin, bir noktaya göre, yeri veya durumu değ iş
mek, hareket etmek.

devir
* Kendine özgü bir özellik taş
ıyan zaman parçası
, dönem, periyot.

devir
* Dönme, dönüş .
* Dolaş ma.
* Aktarılma.
* Bir malın mülkiyetini veya bir mal üzerindeki hakkı bir baş kası
na geçirme.
* Bir görevin bir kimseden bir baş kasına geçmesi.
* Sürekli ve düzenli değ işme, çevrim.
* Bir hareket, birbirinin aynıolan ve eşit zamanlarda yapı lan başka hareketlerden oluş
tuğunda hareketlerin
her biri veya bunların yapı lmasıiçin geçen her zaman aralı ğı, periyot.

devir açmak
* tarihte özellik taş
ıyan yeni bir çağbaş
latmak.

devirli
* Eş
it zaman aralı
kları
ile ardı
şı
k olarak tekrarlanan (hareket).

devirme
* Devirmek iş
i.

devirmek
* Ayakta veya dik duran bir ş
eyi düşürmek, yatay duruma getirmek.
* Bir yönetim organının veya başkanını
n yönetim gücünü zorla elinden almak.
* Bütünüyle içmek.
* Bir yana eğmek.
* Bir kitabıbaş
ından sonuna kadar okuyup bitirmek.

devitken
* Herhangi bir hareketi sağlayan, muharrik.

devitme
* Devitmek iş
i.

devitmek
* Hareket durumuna getirmek.

devleş
me
* Çok büyüme, irileş
me.
* Aşı
rıgeliş
me.

devleş
mek
* Çok büyümek, irileş
mek.
* Aşı
rıbir geliş
me göstermek.

devleş
tirme
* Devleş
tirmek iş
i.

devleş
tirmek
* Dev duruma getirmek, aş
ırıölçüde geliş
tirmek.

devlet
* Toprak bütünlüğüne bağ lıolarak siyasî bakı
mdan teş
kilâtlanmı
şmillet veya milletler topluluğunun
oluş
turduğu tüzel varlı
k.
* Devletin yönetim organları
.
* Mutluluk; talih.
* Büyüklük, mevki.

devlet adamı
* Devlet yönetiminde söz sahibi kiş
i.

devlet baba
* Devlet.

devlet bakanı
* Bazıresmî kuruluş
ları
n yönetimi baş
bakan adı
na üstlenen hükûmet üyesi.

devlet bankası
* Bazıülkelerde devletten aldı
ğısermaye ile kurulan, yönetimde devletin atadı
ğıkiş
iler bulunan veya devletin
izniyle para bastı

p piyasaya sürme hakkı bulunan banka.

devlet başkanı
* Devletin baş
ında bulunan kimse.

devlet düşkünü
* Bolluk ve mutluluk içinde iken sonradan fakir düş
müşkimse.

devlet kapısı
* Devletin resmî daireleri.

devlet kuşu
* Umulmadı
k bir talih.

devletçi
* Devletçilik yanlı

.
* Devletçiliğe uygun olan.
devletçilik
* Bir milletin yönetimle ilgili ve ekonomik işlevlerinin devletçe birleş
ik bir yönetim altı
nda bütünleş
tirilmesi
siyaseti ve öğretisi.
* Genellikle devleti töre, kültür, hukuk vb.nin kaynak ve taş ıyıcı
sıolarak görme eğilimi.

devlethane
* Kendisine saygıgösterilen bir kimseyle konuş
ulurken nezaket gereği olarak "eviniz" yerine söylenirdi.

devletle!
* "güle güle'" yerine kullanı
lan bir u ğ
urlama sözü.

devletler arası
* Birden çok devleti kapsayan veya birçok devletle ilgili olan.

devletleş
tirilme
* Devletleş
tirilmek iş
i.

devletleş
tirilmek
* Devletleş
tirmek iş
i yapı
lmak.

devletleş
tirme
* Devletleş
tirmek iş
i, kamulaş

rma.

devletleş
tirmek
* Kamu yararıiçin devlete mal etmek, devlet eliyle iş
letmek, kamulaş

rmak.

devletli
* Mutluluk ve refah içinde olan (kimse).
* Osmanlıİ mparatorluğunda paş a, vezir gibi devlet adamları
na verilen unvan.

devletlû
* Devletli.

devoniyen
* Birinci çağ
ın dördüncü dönemi ve bu dönemde oluş
muşyer tabakaları
.

devralma
* Devralmak iş
i.

devralmak
* Bir ş
eyi devir yoluyla almak, teslim almak.

devran
* Dünya.
* Kader, talih.
* Zaman.

devran
* Devirler, çağlar.

devre
* Dönem.
* Elektrik devresi, çevrim.

devre
* Ters, yanlı
ş.

devre mülk
* Özellikle tatil beldelerinde belli dönemlerde kullanı
lmak üzere satı
n alı
nan ve değ
işik kiş
ilerce de
kullanı
labilen küçük daire.

devredilebilir
* Baş
kası
na devredilebilen bir hak için söylenir veya kullanı

r.

devredilebilirlik
* Bir hakkı
n karş
ılı
klı
veya karş
ılı
ksı
z olarak baş
kası
na geçirilebilme durumu veya niteliğ
i.

devredilme
* Devredilmek iş
i.

devredilmek
* Devretmek iş
i yapı
lmak.

devredilmezlik
*İnsan hakları
nın niteliklerinden birini belirtmek için kullanı
lan terim.

devren
* Devir (II) yoluyla, devrederek.

devretme
* Devretmek iş
i.

devretmek
* Dönmek, dolaş mak.
* Bir malı n mülkiyetini, bir mal üzerindeki hakkıbaş
kası
na geçirmek.
* Aktarmak.
* Baş tan sona değ in okumak; bitirmek.

devreye alı
nmak
* iş
in içine girmesini sağlamak.

devreye girmek
* ilgilenmek, karı
şmak, araya girmek.

devreye sokmak
* iş
in içine girdirmek, karı
ştı
rmak.

devrî
* Devirli.
* Devirle ilgili.

devriâlem
* Dünyayı
dolaş
ma.

devridaim
* Tam ve sürekli dönüşveya dolaş ı
m.
* Motorda suyun dönmesini sağ layan cihaz.

devrihindî
* Türk müziğinde bir küçük usul.

devrik
* Katlanı p kendi üzerine bükülmüş .
* Yatı rı
lmış, yı
kılmı ş, dik durumunu yitirmiş
.
* (iktidarda olanlar için) Darbe ile makamından indirilmiş
.

devrik cümle
* Yüklemi öteki kelimelerden daha önce gelen cümle.

devrikebir
* Türk müziğinde bir büyük usul.

devriklik
* Devrik olma durumu.
devriliş
* Devrilmek iş
i veya biçimi.

devrilme
* Devrilmek iş
i.

devrilmek
* Yok edilmek, ortadan kaldı

lmak.

devrim
* Çevrilme, katlanma, bükülme.
* (dil inkı lâbı
nın ilk yılları
nda) İ
nkı
lâp.
* (son yı llarda) İ
htilâl.

devrimci
* (dil inkı
lâbı
nın ilk yılları
nda) İ
nkı
lâpçı.
* (daha sonraki yıllarda) Devrim yapan veya devrime bağ
lıolan, ihtilâlci.

devrimcilik
* (dil inkı
lâbı
nın ilk yılları
nda) İ nkı lâpçı

k.
* (daha sonraki yıllarda) ihtilâlcilik.

devrirevan
* Türk müziğinde bir büyük usul.

devrisaadet
* Hazreti Muhammed'in yaş
adı
ğıdönem, saadet asrı
.

devrisi
* (gün, hafta, ay, yı
l için) Bir sonraki, ertesi.

devriye
* Güvenliği sağ
lamak amacı yla dolaş
an polis, jandarma veya asker topluluğu, karakol.
* Osmanlılarda ilmiye sı


ndan olan kimselere verilen derece.

devriye gezmek
* Bkz. karakol gezmek.

devrolunma
* Devrolunma iş
i.

devrolunmak
* Devredilmek.

devş
irilme
* Devş
irilmek iş
i.

devş
irilmek
* Devş
irmek iş
i yapı
lmak.

devş
irim
* Devş
irmek iş
i.

devş
irimli
* Düzenli olarak derlenmiş
.

devş
irimsiz
* Düzenli olarak derlenmemiş
.

devş
irme
* Devş
irmek iş
i.
* Asker yetiş
tirilmek üzere Yeniçeri Ocağı na alı
nacak çocuklarıseçip toplama iş
i.
* Yeniçeri Ocağı na bu yolla alı
nan çocuk.

devş
irmek
* Bir araya getirmek, derlemek, toplamak.
* Katlamak, düzgün duruma getirmek.

deyi
* Dil, söz, iş
aret, mimik gibi anlatı
m araçları
nın bütünü.
* Hristiyan felsefesinde Tanrı kelâmınıinsanlara ulaş

ran oğul (İ
sa), logos.

deyim
* Genellikle gerçek anlamı
ndan az çok ayrı
, ilgi çekici bir anlam taş
ıyan kalı
plaş
mışanlatı
m, tabir.

deyimleş
me
* Deyimleş
mek iş
i.

deyimleş
mek
* Deyim özelliğini kazanmak.

deyimleş
tirme
* Deyimleş
tirmek iş
i.

deyimleş
tirmek
* Deyim durumuna getirmek, deyim özelliği kazandı
rmak.

deyip de geçmek
* önemsememek.

deyip de geçmemek
* önemsemek.

deyiş
* Söyleme biçimi, anlatı m biçimi, üslûp.
* Halk şiiri, halk türküsü.
* Bir kimsenin bir konuyla ilgili anlattı
kları
, ifade.

deyyus
* Karı

nın veya kendisine çok yakı
n bir kadı
nın iffetsizliğine göz yuman kimse anlamı
nda sövgü sözü.

dezavantaj
* Engelleme, zarar verme durumu.

dezenfektan
* Mikrop kı
rma özelliğ
i olan (madde).

dezenfektasyon
* Mikroplardan temizlemek iş
i.

dezenfekte
* Mikroplardan temizlenmiş
.

dezenfekte etmek
* mikroplardan temizlemek, mikropsuzlaş

rmak.

-dı/ -di; -du / -dü; -tı / -ti; -tu / -tü


* Belirli geçmişzaman eki: al-dı , gel-di, vur-du, gül-dü, at-tı
, koş
-tu, düş
-tü vb. Bu ekle türemişisimler de
vardır: türedi, alı
ndı , uydu, dedikodu, gecekondu vb.


bır dı

r
* Ses çı
karan adı
mlar atarken yapı
lan yürüyüş
ü anlatı
r.

ğan
* Yağtavası
.


ğdı
ğı
* Konuş
urken "r" leri "ğ
" gibi söyleyen (kimse).


ğdı
k
* Akrabalı
ğı
n uzak olduğunu anlatmak için dı
ğdı
ğı
nın dı
ğdı
ğıdeyiminde geçer. \343 dı
zdı
k.

-dı
k / -dik; -duk / -dük; -tık / -tik; -tuk / -tük
* Geçmişzaman sı fat fiil eki: tanı
-dı
k adam, görül-me-dik olay vb. Bu ekle yapı
lmı
şisimler de vardı
r: tanı
-
dığ
-a rastlamak, bil-diğ-ini söylemek vb.


lak
* Bı

r, klitoris.


mbı
rdatma
* Dımbı
rdatma iş
i.


mbı
rdatmak
* (saz, cura, tambur gibi çalgı
lar için) Çalmak.


mdı
zlak
* Çırçı
plak.
* Elindeki her ş
eyini, imkânları
nıyitirmiş
.
* Tepesinde saçıdökülmüş(kimse).


mdı
zlak kalmak
* elindeki her ş
eyi, imkânları
nıyitirmek.


mış

* Bir çeş
it üzüm.

-dı
r / -dir; -dur / -dür; -tı
r / -tir; -tur / -tür
* Ek fiilin genişzamanı nı n tekil üçüncü kiş
işekli: dalgı
n-dı
r, güzel-dir, yorgun-dur, süslü-dür, açı
k-tı
r,
köpek-tir, çocuk-tur, çürük-tür vb.

-dı
r / -dir; -dur / -dür; -tı
r / -tir; -tur / -tür
* Ettirgen çatıeki: yaz-dı r-, çiz-dir-, vurdur-, öl-dür-, at-tı
r-, biç-tir-, tut-tur-, tüttür- vb.


r dı
r
* Sürekli, bezdirecek biçimde (söylenme).


r dı
r etmek
* bezginlik verecek biçimde söylenip durmak.


ramudana
* Bir rüzgâr türü.


rdı
r
* Bezginlik verecek biçiminde söylenen söz.


rdı
rcı
* Bezdirici söz etme alı
şkanlı
ğıolan (kimse), geveze, yerli yersiz çok konuş
an (kimse).


rdı
rlanma
* Dı
rdı
rlanmak iş
i.


rdı
rlanmak
* Dır dı
r etmek.



ltı
* Bezdirici bir biçimde söylenme, dı
rdı
r.
* Çekişme, atı şma.



ltıçı
karmak
* çekiş
meye yol açmak.


rlanma
* Dı
rlanmak i ş
i.


rlanmak
* Herkesi tedirgin edecek, bezdirecek biçimde söylenmek.


rlaş
ma
* Dı
rlaş
mak iş
i.


rlaş
mak
* Kavga etmek, ağ
ız kavgasıetmek, dilleş
mek.

-dı
rt / -dirt; -durt / -dürt; -tı
rt / -tirt; -turt / -türt
* Ettirgen çatıeki: al-dı rt-, ger-dirt-, vur-durt-, öl-dürt-, aç-tı
rt-, biç-tirt-, koş
turt-, çök-türt- vb.


ş
* Herhangi bir cisim veya alanı n sınırlarıiçinde bulunmayan yer, hariç, iç karş
ıtı
.
* Bir konunun kapsamı na girmeyen ş ey.
* Görülen, içte bulunmayan yüzey.
* (somut kavramlarda) İ ki veya ikiden çok ş eyde merkeze daha uzak olan.
* Yabancıülkelerle ilgili.
* Bir kimsenin görünüş ü, durum ve davranı şları
.
* Bireyin ötesinde bir varlı ğıolan.
* Açı k havada geçen sahneleri içine alan çekim.


şaçı

ki doğruyu kesen bir doğrunun bu doğruları
n dı
şı
nda kalacak biçimde yaptı
ğıaçı
.


şâlem

nsanı
n kendi çevresi dı
şı
ndaki yaş
ayı
ş, dünya.


şalı
m

thalât.


şalı
mcı
*İthalâtçı
.


şalı
mcı

k
*İ thalâtçı

k.


şasalak
* Konakçı
nın üzerinde yaş
ayan ve çoğunlukla kan emen asalak.


şbaş
kalaşım
* Magmanı
n sokulması
yla, komş
u kayaçları
n uğ
radı
ğıbaş
kalaş
ma, egzomorfizm.


şbellek
* Bilgisayarı
n yalnı
zca girişçı

şkanalları
nıkullanarak eriş
ebildiğ
i bellek.


şbeslenme
* Besinin organik maddelerden sağlama, heterotrofi.


şborç
* Devlet bütçesine, kamu veya özel kesime dı
şülkelerden kredi yoluyla sağlanan para.


şçevre
* Canlı
nın dı
şı
nda olan ve kendisinin de bilinçli veya bilinçsiz olarak tepkide bulunduğ
u uyaranları
n hepsi.


şçizgiler durumu
* Ayrıayrıbirliklerin çevreden merkeze ulaş
an yollarla düş
man üzerinde birleş
mesi.


şçokgen
* Kenarlarıbir dairenin çember çizgisi üzerine gelen çokgen.


şderi
* Sinir sistemini ve duygu organları
nıoluş
turan, embriyonun dı
şyüzünü örten tabaka, ektoderm.


şdünya
* Ülke dı ş
ı.
* Bilinçten bağ
ımsı
z olan, bilincin dı
şı
nda var olanları
n hepsi.

dışevlilik
* Evlenecek kimsenin eş
ini kendi boy veya soyunun dı
şı
ndan seçmesi kuralı
na dayalıevlilik biçimi, dı
şarı
dan
evlenme, egzogami.


şgebelik
* Döllenmişbir yumurtanı
n döl yatağ
ıdı
şı
nda oluş
masıve geliş
mesi.


şgezegen
* Yörüngesi Yer yörüngesinin dı
şı
nda kalan gezegen.


şgezi
* Bulunulan ülke sı

rları
dış
ına yapı
lan gezi.

dışgüçler
* Ekonomi ve politika açısından güçlü devletler.
* Mekanik parçalanma, kimyasal ayrı şma, yel, dalga, akarsu ve buzulları
n etkileri gibi kökenleri Güneş
enerjisine dayanan güçlerin veya etkenlerin bütünü.


şhatlar
* Yurt dı
şıulaş ı
mını sağlayan yol.
* Yurt dı
şıiletiş
imi.


şiş
leri
* Bir devletin baş
ka devletlerle ilgili iş
leri, hariciye.


şkapı

n dışmandalı
* çok uzak akraba.

dışkavuz
* Buğdaygillerde baş
akçı
ğı
n en altı
nda bazıtürlerde çiçeğ
in bütün organları
nıiçerisine alacak bir ş
ekilde
geliş
mişolan kavuz.


şkredi
* Ekonomik durumu iyi olan ülkelerden sağlanabilecek kredi.


şkulak
* Kulağ
ın, kulak kepçesi ve dı
şkulak yolundan oluş
an bölümü.


şkutsal
* Kutsallı
kla ilgisi bulunmayan, kutsallı
ğa ne uygun ne de karş
ıt olan.


şlâstik
* Bazıkara taş
ıtları
nda iç lâstiğ
i koruyan kalı
n lâstik.


şmerkezli
* Dı şmerkezlikle ilgili olan.

şmerkezlik
* Bir elips ve hiperbolde, odaklar arası
ndaki uzaklı
ğı
n büyük eksen uzunluğu ile olan oranı
.


şodun
* Kabukla olgun ağ
aç bölümleri arası
nda bulunan, tam olgunlaş
madı
ğıiçin marangozlukta kullanı
lması
sakı
ncalı
olan odun bölümü.


şpazar
* Bir ülkenin mal satabildiğ
i yabancıülke.


şpazarlama
* Baş
ka ülkelere birtakı
m ürünleri satma, bu yolla ticaret yapma.


şpiyasa
* Baş
ka ülkelerde oluş
an ve var olan alı
şveriş
e dayalıticaret imkânı
.


şplâzma
* Bir hücre içerisindeki sitoplâzmanı
n faklı
laş
mışdı
şkatı
.


şpolitika
* Bir devletin sı
nırlarıötesindeki devletlere uyguladı
ğısiyaset.


şsatı
m

hracat.


şsatı
mcı

hracatçı
.


şsatı
mcılı
k
*İhracatçı

k.

dışters açı
*İ ki paralel doğruyu kesen üçüncü bir doğ
runun iki yanı
nda, paralellerin dı
şı
nda altlıüstlü oluş
an dört
açıdan her biri.


şticaret
* Bir devletin yabancıdevletlerle yaptı
ğıalı
şveriş
, ithalât ve ihracatı
n tamamı
.


şticaret açı
ğı
* Yabancıülkelerden alı
nan malları
n satı
landan daha fazla olmasısonunda ortaya çı
kan borç tutarı
.


şvurum
* Bkz. dı
şa vurum.


şvurumcu
* Bkz. dı
şa vurumcu.


şyarı
çap
* Düzgün bir çokgenin köş
elerinden geçen dairelerin yarı
çapı
.


şyüz
* Bir ş
eyin dı
şarı
dan görünüş
ü.


şzar
* Aynıirilikte olmayan kütin durumuna gelmişçiçek tozu tanecikleri.


şa dönük
* Dı
şla iliş
kisi olan.
* Dı
şa dönüklük davranı
şlarıgösteren (kimse).


şa dönüklük
* Kişinin ilgisinin kendi duygu ve düş
ünceleri yerine, dı
ştaki nesnel ve toplumsal çevreye yönelmesi durumu.

şa vurmak
* belli etmek.

dışa vurum
* Ruhî olayları
n belli iş
aret veya tasvirlerle yansı

lması
; insan ruhunun algı
lanabilecek biçimde kendini dı
şa
yansı tması
, ifade.


şa vurumcu
* Dı
şa vurumculuk akı
mına bağlıolan sanatçı
, ekspresyonist.

dış
a vurumculuk
* Olayları
n, varlı
kları
n gerçekten olduğu gibi değil de sanatçı
nın iç dünyası
na göre anlatı
lmasıanlayı
şı
na
dayanan sanat akımı, ekspresyonizm.


şarı
* Dışçevre, dışyer, hariç.
* Kişinin konutundan ayrıolan yer.
* Yurt dışı.
* Dışa, dı
şçevreye.


şarı
atmak
* kovmak.


şarı
çıkmak
* büyük abdest yapmak.


şarı
vurmak
* belli etmek, açı
klamak.


şarı
dan evlenme
* Bkz. dışevlilik.


şarı

* Taş
ralı
, dı
şarlı
klı
.


şarı

* Kapalı
, sı
nırlıbir yerin ötesi.


şarlı
k
* Taş
ra.


şarlı
klı
* Taş
ralı
.


şbeslenen
* Besinini organik maddelerden sağ
layan, heterotrof.


şbükey
* Yüzeyi tümsek, çı

k ve ş
işkin olan, tümsekli, muhaddep, konveks.


şbükeylik
* Dı
şa doğ
ru çukur, ş

kin veya kabarı
k olma durumu.


şıeli yakar, içi beni yakar
* görünüş e aldanmamalı
.


şıkalaylı
, içi alaylı
* dı şısüslü, güzel görünüş
lü, ama içi berbat.


şı
k
* Erime durumundaki madenlerin yüzeyinde toplanan madde, cüruf.

şı
na çı
kmak
* tanı
nan hak ve yetkileri aş
mak.


şı
nda
* ...-den baş
ka, sayı
lmazsa.


şı
nda bı
rakılmak
* hariç tutulmak.


şı
nda kalmak
* karı
şmamak, ilgilenmemek.


şı
nlı
* Bir ş
eyin, bir düş
üncenin aslı
nda ve gerçeğ
inde olmayı
p onun dı
şı
nda kalan, öze bağ
lıolmayı
p arı
zî olan,
öz dı
şı
, özünlü karşıtı
.


şkı
* Anüs yoluyla dı
şarı
ya atı
lan besin artı
ğı
, kazurat.


şkı
lama
* Dı
şkı

n ve dı
şsalgı
ları
n dı
şarı
atı
lmasıiş
lemi.


şkı

k
* Bazıomurgalı
larda, özellikle keseliler, sürüngenler ve kuş
larda, bağı
rsak ile sidik ve üreme kanalları
nın
açı
ldı
ğıyer.


şkı
sever
* Dı
şkı
larda yaş
ayan hayvanlar.


şlama
* Dı
şlamak iş
i.


şlamak
* Bir kimse veya bir toplum, bir kimseyi, bir durumu, bir düş
ünce vb. yi yok saymak, ilgilenmemek.


şlanma
* Dı
şlanmak iş
i veya durumu.


şlanmak
* Dı
şarı
da tutulmak, bir yere veya topluluğa alı
nmamak.


şlaş

rma
* Dı
şlaş

rmak iş
i.


şlaş

rmak
* Dı
şa vurmak.


şrak
* Herkesin öğ
renmesinde sakı
nca görülmeyen, gizli kapalı
olmayan (her türlü bilgi, öğ
reti), içrek karş
ıtı
.


şsal
* Dı
şla, ilgili, dı
şa iliş
kin, haricî.


ştan
* Aslı
nda olmayı
p sonradan ve dı
şarı
nın etkisiyle ortaya çı
kan (düş
ünceler).


ştan evlilik
* Bkz. dı
şevlilik.


zdı
k
* Akrabalı
ğı
n uzak olduğunu anlatmak için yalnı
z dı
zdı
ğı

n dı
zdı
ğıdeyiminde kullanı

r. \343 dı
ğdı
k.

zdı
zcı
* Dı
zdı
zcı

k eden kimse.


zdı
zcı

k
* Birkaç dolandı


nın, bir insanı
n ilgisini belli bir konu üzerinde toplayı
p parası
nıçalmaları
.


zlak
* Dazlak.


zlama
* Dı
zlamak iş
i.


zlamak
* Dolandı
rmak, çarpmak, soymak.


zman

ri yapı

, uzun boylu, ş
işman.

-di
* Bkz. -dı/ -di.

dialkol
* Bkz. Glikol.

diaspora
* Kopuntu.

diba
* Altı
n ve gümüşiş
lemeli bir tür ipek kumaş
.

dibace
* Baş
langı
ç, giriş
, ön söz.

dibek
* Taştan veya ağ
açtan yapı
lmı
şbüyük havan.
* Dibekte dövülmüşolan.

dibek kafalı
* Anlayı
şsı
z, kaba, budala kimse.

dibi görünmek
* bir kabı
n içindeki ş
ey tükenmek.

dibi kı
rmı
zımumla (veya bal mumuyla) mıçağı rdı
m
* "üzerinde önemle durarak çağ
ırmadım" anlamı
nda kullanı

r.

dibine darıekmek
* bir ş
eyi sonuna kadar tüketmek, bitirmek.

dibini bulmak
* içindekini tüketmek.

dibini tutmak
* (piş
en yemekler için) tencerenin dibine yapı
şmak.

didaktik
* Öğretici.
* Öğretim yöntemlerini ele alan bilim, öğretim bilgisi.

didar
* Yüz, çehre.
dide
* Göz.

dideban
* Gözcü, bekçi, nöbetçi, gözetleyici.
* Gümrük kolcusu.

didik didik
* Didiklenmişolan.
* Didikleyerek.

didik didik etmek (veya olmak)


* didiklemek, (didiklenmek).

didikleme
* Didiklemek iş
i.

didiklemek
* Çekiş tirerek veya ı
sırarak parçalamak, gagalamak.
* Bir yerin veya bir şeyin içindeki eşyayıkarıştı
rarak aramak, araş

rmak.
* Kendi kendini harap etmek, üzmek.
* Bir konuyu bütün ayrı ntı ları
yla gözden geçirmek, iyice araş

rmak.
* Huzursuzluk vermek, sı kı ntı
ya sokmak.

didikleniş
* Didiklenmek iş
i veya biçimi.

didiklenme
* Didiklenmek iş
i.

didiklenmek
* Didiklemek iş
i yapı
lmak.

didiniş
* Didinmek iş
i veya biçimi.

didinme
* Didinmek iş
i.

didinmek
* Çok güçlük çekerek sürekli çalı
şmak.

didinti
* Güçlük çekerek ve sürekli olarak çalı
şı
p çabalama, didiş
me.

didiş
im
* Konuş
ma ve tartı
şmayıbir araç değ
il, bir amaç sayan felsefe yöntemi, eristik.

didiş
ip durmak
* sürekli olarak birbirini hı
rpalamak.

didiş
ken
* Didiş
mekten hoş
lanan.

didiş
me
* Didiş
mek iş
i.

didiş
mek
* El veya sözle birbirini hı
rpalamak.
* Geçimini sağlamak amacı yla güç ş
artlarda çalı
şmak, uğraş
mak.
didon
* Halkı
nİstanbul'daki yabancı
lara, özellikle Fransı
zlara verdiğ
i ad.

didon sakallı
* Yalnı
z çenesinde sivri sakalıolan.

didona
* Bkz. Didon.

didona sakallı
* Didon sakallı
.

diesel
* Bkz. dizel.

difana
* Üç katlıbir balı
k ağı
.

difenbahya
* Yaprakları
nın güzelliğ
i nedeniyle sera ve salonlarda yetiş
tirilen bir süs bitkisi.

diferansiyel
* Dönemeçlerde otomobilin iki arka tekerleğ inin ayrıhı
zla dönmesini sağ
layan bir diş
li aygı
t.
* Özellikle fonksiyonları
n değiş
meleriyle ilgili matematik dalı
.

diferansiyel denklem
*İ çinde bir değ
işkenin bilinmeyen bir fonksiyonu ve bu fonksiyonun değ
işkene göre çeş
itli basamaklardan
türevleri bulunan denklem.

diferansiyel hesap
* Değişkenlerin sonsuz küçük farkları
ndaki artma değerlerini bulmaya yarayan hesap.

difraksiyon
* Kı

nım.

difteri
* Çoğ unlukla çocuklarda görülen burun, boğaz, yutak çeperine yerleş
en mikropları
n yol açtı
ğıbulaş
ıcı
hastalı
k, kuşpalazı
.

difterili
* Difteriye yakalanmı
şolan.

diftong

kili ünlü.

diftonglaş
ma
* Diftong durumuna gelme iş
i.

diftonglaş
mak
* Diftong durumuna gelmek.

difüzyon
* Moleküllerin kinetik enerjileri sebebiyle çok yoğ
un bir bölgeden az yoğ
un bir bölgeye hareketleri.

diğ
er
* Baş
ka, özge, öteki, öbür.

diğ
eri
* Ötekisi, baş
kası
.

diğ
erkâm
* Özgeci, özgecil.
diğ
erkâmlı
k
* Özgecilik.

dijital
* Sayı
sal.
* Verilerin bir ekran üzerinde elektronik olarak gösterilmesi.

dik
* Yatay bir düzleme göre yer çekimi doğ rultusunda bulunan, eğ
ik olmayan.
* Eğ imi dike yakı n olan.
* Yatık durmayan, sert.
* (ses için) Sert, kalı
n, tok.
* (bakı şiçin) Sert.
* (söz için) Ters, aksi.
* (davranı şiçin) Kaba, yersiz.
* Birbirine dikey olan doğ rulardan oluş
muş .

-dik
* Bkz. -dı
k / -dik.

dik açı
* Birbirini kesen iki doğrunun oluş
turduğ
u açı
lar eş
it oldukları
nda, bu açı
ları
n her biri.

dik âlâsı
* Genellikle hoşkarş
ılanmayan bir durumun aş
ırı

ğı
nıanlatı
r.

dik baş

*İnatçı
, bildiğinden dönmeyen, büyüklerinin sözünü dinlemeyen, boyun eğmez.
* Kurumlu.

dik biçme
* Ekseni tabanı
na dikey olan biçme.

dik dik bakmak


* çok sert bir biçimde, sert sert; öfkeli öfkeli bakmak.

dik kafalı
* Dik baş

.

dik kuyruk
* Bir tür ördek.

dik rüzgâr
* Geminin yoluna karş
ıesen rüzgâr.

dik silindir
* Ekseni tabanı
na dikey olan silindir.

dik üçgen
* Kenarları
ndan ikisi birbirine dikey, bir açı
sıdoksan derece olan üçgen.

dik yamuk
* Kenarları
ndan biri tabanları
na dik olan yamuk.

dikçe
* Dik olarak, diklemesine.
* Derinden.

dikdörtgen
* Açı
larıdik olan paralel kenar.
dikdörtgensel
* Dikdörtgen benzeri, dikdörtgen gibi.

dikdörtgensel bölge
* Dikdörtgenin sı

rladı
ğıdüzlemsel bölge.

dikeç
* Bağçubuğ u dikmek için delik açmaya yarayan demir.
* Kazı
k, sı

k, ağaç çubuk.

dikel
* Bel (III).

dikelme
* Dikelmek durumu.

dikelmek
* Dik duruma gelmek, dikleş
mek.
* Ayakta durmak.
* Sert konuşmak, karş
ıgelmek, birine kafa tutmak, dinelmek.

diken
* Bazıbitkilerin dal, yaprak, meyve kabuğu gibi bölümlerinde ve bazıhayvanları
n derisinde bulunan sert,
ucu sivri ve batı
cıçıkı ntılardan her biri.
* Dikeni çok olan bitki.

diken diken
* Dikeni bol.
* Dik duruma gelmiş
, dikleş
miş
.

diken dutu
* Böğ
ürtlen.

diken üstünde oturmak (veya olmak)


* bir yerde tedirginlik duymak.

dikence
* Dikenli balı
kgillerden, tatlısu balı
kları
nın küçük bir türü (Gasterostsus pungitius).

dikencik
* Küçük diken.

dikencikli
* Ucu sivri olan.
* Küçük dikenleri olan.

dikenleş
me
* Dikenleş
mek iş
i veya durumu.

dikenleş
mek
* Diken durumu almak, diken gibi olmak.

dikenli
* Dikenli olan.
* Dikeni olan bitkilerin bulunduğu (yer).
* Zor, çetin, sı

ntıveya üzüntü veren.

dikenli balı
k
* Dikenli balı
kgillerden, tatlısularda yaş
ayan, göğ
üs veya karı
n yüzgeçleri dikenlerden oluş
muşküçük bir
balı
k (G. aculeatus).

dikenli balı
kgiller
* Balı
klar sı



n kemikli balı
klar takı
mına giren bir familya.

dikenli meyan
* Bir iki m yükseklikte, beyazı
msımor çiçekli, tüysü yapraklıçok yı
llı
k bir bitki, acımeyan (Glycyrrhiza
echinata).

dikenli salyangoz
* Karından bacaklı
lar sı


ndan, ı

k ve tropik denizlerde yaş
ayan, kabuğu üzerinde birçok dikeni olan bir
yumuş akça (Murex).

dikenli tel
* Üzerinde yer yer diken gibi sivri çı

ntı
larıolan ve bir yeri korumak, geçiş
i güçleş
tirmek için kullanı
lan tel.

dikenli yüzgeçliler
* Balı
klar sı



n kemikli balı
klar takı
mını
n bir alt takı
mı.

dikenlice
* Dikenli olarak.

dikenlik
* Dikenli bitkileri çok olan yer.

dikensi
* Dikene benzer, dikeni andı
ran.

dikensi çı
kıntı
* Omurları
n, sı
rt boyunca alt alta duran kemik çı

ntı
ları
.

dikensiz
* Dikeni olmayan.
* Sı
kınt ı

z, üzüntüsüz.

dikensiz gül olmaz


* "iyi veya güzel olan her ş
eyin az çok sı

ntıveren bir yanı
da bulunur" anlamı
nda kullanı

r.

dikey
* Dik olarak.
* Başka bir doğ
ru ile kesiş
tiğ
inde onunla birlikte dik açıoluş
turan (doğru çizgi), amudî.

dikgen
* Birbiriyle veya kesim noktası
ndaki teğ
etleriyle dik açıyapacak biçimde kesiş
en.

dikici
* Tarı
mla uğraşan kimse, çiftçi.
* Sökük ayakkabılarıonaran veya yeni yapı
lan ayakkabı
ları
n dikişiş
ini yapan kimse.
* Dikiş
çi.

dikicilik
* Dikicinin yaptı
ğıiş
.

dikili
* Dikilmişolan.

dikili ağ
acıolmamak
* malımülkü olmamak, yoksul olmak.

dikili taş
* Önemli bir olayı
n durumu veya bir zaferin anı
sıiçin dikilmiştek parça yüksek taş
, obelisk.

dikilip durmak (veya kalmak)


* bir yerde, bir süre ayak üstünde durmak.
dikiliş
* Dikilmek iş
i veya biçimi.

dikilme
* Dikilmek iş
i.

dikilmek
* Dikmek (I) iş i yapı
lmak.
* Dik duruma gelmek.
* Ayakta durmak.
* (göz) Belli bir noktaya uzun süre bakmak.
* Karş ıkoymak, engellemek.
* (bazıüreme organlarıdokuları na kan dolması
yla) Sert ve dik bir duruma gelmek.

dikilmek
* Dikmek (II) iş
i yapı
lmak.

dikim
* Dikmek iş i veya biçimi.
* Bitki dikmek işi.

dikim evi
* Giysi ve çamaş
ır dikilen işyeri.

dikimhane
* Dikim evi.

dikine
* Dikey olarak, diklemesine.
*İnadına.

dikine gitmek
* kimsenin sözünü dinlemeyerek kendi bildiğ
ini yapmak.

dikine tı
raş
* Karş
ısı
ndakini sinirlendirecek biçimde söylenilen yalan, aş
ırıpalavra.

dikiş
* Dikmek iş i.
* Dikme biçimi.
* Dikilen yer.
* Giysi üzerinde gözle görülen dikilmişiplik yolu.
* Dikilecek şey.
* Giysi dikme iş i, terzilik.
* Boşaltmak üzere içmek amacı yla kaldı
rış.

dikişatmak
* yarı
lan veya yı
rtı
lan deriyi dikiş
le bir araya getirip tutturmak.

dikişiğ
nesi
* Dikişdikmek için özel olarak yapı
lmı
şiğ
ne.

dikişkaldı
* az kalsı
n, nerede ise, az kaldı
.

dikişmakinesi
* Dikişdikme iş
lerinde kullanı
lan, kol veya elektrik gücüyle çalı
ştı

lan alet.

dikişokuması
* Çingene kavgaları
nın en uzun ve en ağza alı
nmaz tekerlemesi.

dikişpayı
* Kumaşbiçerken kumaş
ın kenarı
ndan dikişyerine kadar bı
rakı
lan bölüm.

dikiştutturamamak
* bir iş
te veya bir yerde herhangi bir sebeple uzun süre kalmamak.

dikiş
çi
* Dikişdiken kimse, terzi.

dikiş
çilik
* Dikişdikme iş
i.

dikiş
ini almak
* dikilmişyaranı
n ipliklerini kesip çı
karmak.

dikiş
li
* Dikiş
i olan, dikişyapı
lmı
ş.

dikiş
siz
* Dikiş
i olmayan.
* Yapıştı
rma.

dikit
* Mağ
araları
n tabanı
nda, yukarı
dan damlayan kireçli suları
n katı
laş
ması
yla oluş
an kolonlardan her biri,
stalagmit.

dikiz
* Bakma, gözetleme, erkete.

dikiz aynası
* Taş
ıtlara veya yol dönemeçlerine arka tarafıgörebilmek için konulan ayna.

dikiz etmek (veya geçmek)


* dikizlemek.

dikizci
* Dikizleyen kimse, gözcü, gözetleyici, erketeci.

dikizcilik
* Dikizci olma durumu, gözcülük, gözetleyicilik, erketecilik.

dikize almak
* gizlice gözetlemek.

dikizleme
* Dikizlemek iş
i.

dikizlemek
* Sezdirmeden bakmak, gözetlemek, dikiz etmek.

dikizlik
* Gözetleme deliği.

dikkat
* Duygularla düş ünceyi bir ş
ey üzerinde toplama, uyanı
klı
k.
*İlgi, özen.
* Dikkat ediniz!.

dikkat çekmek (veya dikkati çekmek)


* ilgi toplamak.
* uyarmak.

dikkat etmek
* duygularla düş
ünceyi bir şey üzerinde toplamak, uyanı
k davranmak.
* gözüne çarpmak veya ilgisini çekmek.

dikkat kesilmek
* bütün dikkatini bir ş
ey üzerinde toplamak.

dikkat toplaş
ımı
* Dikkatin sürekli olarak bir nesne veya konunun belirli bir yönü üzerinde toplanması
, konsantrasyon.

dikkate almak
* göz önünde bulundurmak, hesaba katmak, gereğ
ini düş
ünmek.

dikkatli
* Dikkat eden, özen gösteren (kimse).
* Titiz, araş



, sorgulayı
cı.

dikkatsiz

şinde dikkatli davranmayan, dalgı
n, savruk, özensiz.

dikkatsizlik
* Dikkatsiz olma durumu, dalgı
nlı
k, savrukluk, özensizlik.

dikkatsizlik etmek
* dalgı
nlık etmek, savrukluk etmek.

diklemesine
* Dik olarak.

diklenme
* Dik duruma gelme.

diklenmek
* Dik bir duruma gelmek.
* Birine karş
ıters bir davranı
şta bulunmak, karş
ıgelmek, kafa tutmak.

dikleş
me
* Dikleş
mek iş
i.

dikleş
mek
* Dik duruma gelmek.
* Birine karş
ıters tutum içine girmek, karş
ıdurmak.

dikleş
tirme
* Dikleş
tirmek iş
i.

dikleş
tirmek
* Dik duruma getirmek.
* Sert duruma getirmek.

diklik
* Dik olma durumu.

dikme
* Dikmek iş i.
* Dikey olan doğ ru veya düzlem, amut.
* Fidan, yeni dikilmişfidan.
* Bir evde aileyi sürdürecek olan tek çocuk.
* Ağaç, direk.
* Yük kaldırmakta kullanı lan bir direkli maçuna.
* Ahş ap yapılarda pencere ve kapıyanları na dikilen direklerden her biri.

dikmek
* Bir cismi dik olarak durdurmak.
* Yetiştirmek için bir bitkiyi toprağ a yerleştirmek.
* (bardak, kadeh, testi gibi kaplar için) Başaş ağıederek içindekini içmek.
* Beklemek için birini bir ş eyin baş ına getirmek.
* Top, taşgibi ş eyleri dikine havaya atmak.
* (yapı) Kurmak, inş a etmek.
* Top vb. yi oyun alanı nda belirli bir yere koymak.

dikmek
* Biçilmişveya yı
rtı
lmı
şkumaş
, deri, yara vb. yi iğ
neye geçirilmişiplikle tutturmak.

dikmelik
* Fidan dikilen yer, fidanlı
k.

dikmen
* Koni biçiminde tepe.

dikse
* Ağaçsı
z yerlerde, kuşyakalamak için üstüne ökse yerleş
tirilen ağaç.

diksiyon
* Seslerin, sözlerin, vurguları
n, anlam ve heyecan durakları
nın hakkı
nıvererek söyleme biçimi.
* Konuş ulan dilin incelenmesi ve kullanı
lması.
* Duru, açı k vurgulama ve çı kaklara tam uyarak konuşma.

dikta
* Hiçbir ş
art olmaksı

n körü körüne uyulmasıgereken buyruk.

diktacı
* Yönetimde dikta yanlı
sıolan (kimse).

diktacı

k
* Dikta yanlı
sıolma durumu.

diktafon
* Bir tür ses alma cihazı
.

diktatör
* Bütün siyasî yetkileri kendinde toplamı
şbulunan kimse.
* Zorba.

diktatörce
* Diktatör gibi, diktatör olarak.

diktatörlük
* Diktatör olma durumu.
* Egemen ve mutlak siyasî bir gücün, bir veya birçok kiş
inin oluş
turduğ
u bir yürütme organı
nca, denetimsiz
olarak yürütüldüğ ü siyasî düzen.
* Bir diktatör tarafı
ndan yönetilen ülke.

diktatörlük etmek
* diktatörce davranmak, zorbalı
k etmek.

dikte
* Başkasıtarafı
ndan yazılmak için söyleme, yazdı
rma.
* Bu biçimde yazdı
rılan şey.

dikte etmek
* yazdırmak için söylemek.
* birine isteklerini zorla kabul ettirmek.

diktirme
* Diktirmek iş
i.

diktirmek
* Dikmek iş
ini yaptı
rmak.

diktirtme
* Diktirtmek iş
i.

diktirtmek
* Diktirmesini sağlamak.

dil
* Ağı
z boş
luğ
unda, tatmaya, yutkunmaya, sesleri boğumlamaya yarayan etli, uzun, hareketli organ; tat alma
organı
.

nsanları
n düş
ündüklerini ve duydukları
nıbildirmek için kelimelerle veya iş
aretlerle yaptı
klarıanlaş
ma,
lisan.
* Bir çağa, bir gruba, bir yazara özgü söz dağ arcı
ğıve söz dizimi.
* Belli durumlara, mesleklere, konulara özgü dil.
* Düş ünce ve duygularıbildirmeye yarayan herhangi bir anlatı m aracı .
* Bazıüflemeli çalgı larda titreş erek ses çı karan ince metal yaprak.
* Birçok aletin uzun, yassıve çoğ u hareketli bölümleri.
* Makaraları n ve bastikaları n içine yerleş tirilmişolan, üzerinden geçirilen halatıistenilen yöne çevirmeye
yarayan, çevresi oluklu, küçük döner tekerlek.
* Anahtar.
* Denize uzanan dar ve alçak kara parçası , berzah.
* Sorguya çekilmek için yakalanan tutsak.
* Büyük başhayvanları n haş lanıp piş irildikten sonra yenebilen dili.
* Ayakkabıbağ ları
nın ayağ ırahatsı z etmemesini sağ layan ve bağaltına rastlayan saya parçası.

dil
* Gönül, yürek.

dil (veya diller) dökmek


* kandı rmak, inandı
rmak veya yararlanmak için tatlı
sözler söylemek.

dil ağ
ız vermemek
* Bkz. ağı
z dil vermemek.

dil akrabalığı
* Bir ana dilden türeyen diller arası
ndaki yakı
nlı
k.

dil altı
* Kalp hastalı
kları
nda ilâcı
n hı
zlıve kesin etkisini sağlamak için dilin altı
na konup emilen ilâç.

dil altı
bezleri
* Dilin altı
nda bulunan tükürük bezleri.

dil atlası
* Dilleri, lehçeleri veya dil olayları
nıyayı

şbölgelerine göre gösteren atlas.

dil avcı

* Bkz. casus.

dil balı
ğı
* Kemikli balı
klar takı
mından, pullu, 50 cm büyüklüğ
ünde, yassı
bir balı
k (Solea vulgaris).

dil bilgisi
* Bir dilin ses, biçim ve cümle yapı

nıinceleyip kuralları
nıtespit eden bilim, gramer.

dil bilimci
* Dil bilimiyle uğraş
an kimse, dilci, lengüist.
dil bilimi
* Dillerin yapı

nı, geliş
mesini, dünyada yayılması nıve araları ndaki iliş
kileri ses, biçim, anlam ve cümle bilgisi
bakı
mından genel veya karşılaştı
rmalıolarak inceleyen bilim, lisaniyat, lengüistik.

dil bilimsel
* Dil bilimiyle ilgili.

dil bir karı


ş
* saygı

zca karş
ılı
k verenler için kullanı

r.

dil birliğ
i
* Lehçe ve ağ
ız farkları
nıgidererek aynıdili kullanan toplumlar arası
nda ortak bir yazı
dilinde ve alfabede
birleşme.

dil cambazı
* Düş
üncelerini çok iyi anlatan, güzel konuş
an, hatip.

dil coğ
rafyası
* Yeryüzünde dillerin yayı
ldı
ğıalanları
inceleyen bilim dalı
.

dil çı
karmak
* alay etmek, eğlenmek.

dil dalaş
ı
* Ağı
z dalaş
ı.

dil ebesi
* Lâf ebesi.

dil felsefesi
* Dilin özü, kökeni, anlamı
, yapı
sıüzerine araş

rmalar yapan felsefe dalı
.

dil kavgası
* Bkz. ağı
z kavgası
.

dil lâboratuvarı
* Teyp yardı
mıyla yabancıdilleri öğretmek için düzenlenmişözel yer.

dil oğlanı
*İstanbul'daki yabancıelçiliklerde Türkçe öğretilerek çevirmen olmak üzere yetiş
tirilen genç.

dil otu mu yedin?


* çok konuş
kan kimseler için söylenir.

dil öğrenimi
* Yabancıbir dilde öğ
renim görme.

dil öğretimi
* Yabancıdille eğitim ve öğ
retim yapma.

dil pelesengi
* Söz arası
nda yerli yersiz söylenen ve tekrarlanan söz.

dil peyniri
* Koyun sütünden yapı
lan, yağ

, lezzetli, tuzsuz peynir.

dil sürçmek
* konuş ma sı
rasında kelimeleri yanlı
şsöylemek.
* istenmeyen bir konudan söz etmek.

dil sürçmesi
* Sözleri yerinde ve düzgün olarak söyleyememe.
dil ş
akası
* Bkz. ağı
zşakası
.

dil tutmak
* sorguya çekmek için düş
man askeri yakalamak.

dil tutukluğu
* Dilin iyi çalı
şmamasından ileri gelen söyleme güçlüğ
ü.
* Herhangi bir sebeple konuş amama.

dil uzatmak
* bir kimse veya bir ş
ey için kötü söylemek.

dil yarası
* Acısözün yarattı
ğıkı
rgı
nlı
k.
* Gönül yarası
.

dilaltı
* Tavuklarda görülen bir hastalı
k.

dilâtometre
* Genleş
meölçer.

dilâver
* Yiğit, delikanlı
.

dilbasan
* Hekimlerin boğ
azı görebilmek için dili bastı
rdı
klarıaraç.
* Ecza karı
ştı
rmakta kullanılan yassı
araç.

dilbaz
* Güzel söz söyleyen, konuş
kan.
* Konuş ması yla kandı
ran.

dilber
* Alı
mlı
, güzel (kadı
n).

dilberdudağı
* Dudak biçiminde hazı
rlanan bir hamur tatlı

.

dilci
* Dil bilimci.
* Dille ilgili araş

rmalar yapan kimse.

dilcik
* Buğdaygillerde, yaprak ayasıile yaprak kı


n birbirinden ayrı
ldı
ğıyerde bulunan sivri uçlu, küçük, saydam
çı

ntı
.
* Böceklerin ağzında küçük dilin önünde bulunan bölüm.
* Üflemeli çalgı
larda veya org boruları
nda kamış, tahta veya metalden yassıparça.

dilcilik
* Dil konusunda araş

rma yapma iş
i.

dildaş
* Aynıdili konuş
anlardan her biri.

dilden dile dolaşmak


* çok konuşulmak, uzun süre bahsedilmek.

dile (dillere) düş


mek
* hakkında dedikodu yapı
lmak.
dile (veya dillere) destan
* çok tanı nmı ş, ünlü.

dile gelmek
* dile düş
mek.
* (konuş ma kudreti, yeteneğ
i, olmayan varlı
k) konuş
mak, dillenmek, lisana gelmek.

dile getirilmek
* anlatı
lmak.

dile getirmek
* konuş turmak.
* belirtmek, anlatmak, açı
klamak, ifade etmek.

dile kolay
* anlatı
lmasıkolay ama yapı
lmasıveya katlanı
lması
çok güç.

dile vermek
* gizli tutulmasıgereken bir ş
eyi açı
ğa vurmak, duyurmak, yaymak.

dilediğin(iz) gibi
* kendi düş
ünce, görüşve isteğ
ine göre.

dilediğini yapmak
* kendi, düş
ünce, görüşve isteğini yapmak.

dilek
* Bir kimsenin dilediği ş
ey, istek, talep, rica, murat.

dilek kipi
* Dileme kavramıveren kip. Türkçede bu kip -se eki ile kurulur.

dilekçe
* Bir dileğ
i bildirmek için resmî makamlara sunulan, imzalıve adresli, pullu veya pulsuz yazı
, istida, arzuhâl.

dileme
* Dilemek iş
i.

dilemek
* Birinden bir ş eyin yapılması
nıistemek, rica etmek, arzu etmek.
* Biri için bir dilekte bulunmak.
* Canıistemek.

dilemma

kilem.

dilenci
* Geçimini dilenerek sağlayan (kimse).
* Israrla ve arsı
zca bir ş
eyi isteyen (kimse).

dilenci çanağı
*İçinde her ş
eyden biraz bulunan.

dilenci vapuru
* Bütün iskelelere uğ
rayarak sefer yapan vapur.

dilencilik
* Dilenci olma durumu.
* Dilenciye yakı
şı
r davranı
ş.

dilencilik etmek
* dilenmek.

dilenciye hıyar vermişler de eğ


ri diye beğ
enmemiş
* hem ihtiyaç duyduğ u konuda yardı
m istiyor, hem yapı
lan yardı
mıküçümsüyor anlamı
nda kullanı

r.

dilendirme
* Dilendirmek iş
i.

dilendirmek
* Dilenecek duruma getirmek.
* Dilencilik yaptı
rmak.

dilenemez dilenci
* yoksulluğa düş
tüğ
ü hâlde durumunu kimseye açmayan kimse.

dileniş
* Dilenmek iş
i veya biçimi.

dilenme
* Dilenmek iş
i.

dilenmek
* Sadaka istemek.
* Kendisini acı
ndı rarak bir kimseden birş
ey istemek.

dileyici
* Dilekte bulunan, dileyen (kimse).

dili (baş
ka bir dile) çalmak
* bir kimsenin konuş
masıbaş
ka bir dile benzemek.

dili açı
lmak
* herhangi bir sebeple konuş
mayan kimse konuş
maya baş
lamak.

dili ağ
ırlaşmak
* hastalı
k sebebiyle güçlükle söz söyleyebilmek, güçlükle konuş
mak.

dili alı
şmak
* bir sözü çok kullanmaktan dolayı
o söze alı
şmak.

dili bir karış


* Bkz. dili pabuç kadar.

dili bir karışdı


şarıçı
kmak (veya sarkmak)
* koş
maktan, yürümekten ve yorulmaktan çok susamak.

dili boğ
azına akmak
* konuşamaz olmak, sesi soluğu çı
kmamak.

dili bozuk
* Bir dili doğru ve düzgün konuş
amayan.

dili çözülmek
* (konuş
amayan veya susan kiş
i) konuş
maya baş
lamak.

dili damağına yapış


mak (veya dili damağıkurumak)
* susuzluktan ağzıkurumak, çok susamak.

dili dolaş
mak
* korku, heyecan, hastalı
k, utangaçlı
k, sarhoş
luk gibi sebeplerle söyleyeceğ
ini ş
aşı
rarak karı
ştı
rmak.

dili döndüğ
ü kadar
* söyleyebildiği kadar, anlatma gücünün elverdiğ
i ölçüde.

dili dönmemek (veya dönmek)


* bir sözü doğru, düzgün söylemeyi becerememek (veya becermek).
* amacı nıiyi anlatamamak (veya anlatmak).

dili durmak
* susmak.
* dedikodu etmemek.

dili durmamak
* sürekli konuş
mak.
* söylenemeyecek ş
eyleri de söylemek.

dili ensesinden çekilsin!


* bıktı
racak kadar çok konuş
an veya kötü sözler söyleyenler için ilenme olarak kullanı

r.

-di'li geçmiş
* Bkz. belirli geçmiş
.

dili kı

çtan keskin
* kı

cıve ağ
ır konuş
malar için kullanı

r.

dili kurusun!
* "söz söyleyemez olsun" anlamı
nda ilenme sözü.

dili olsa da söylese (veya anlatsa)


* "cansız nesneler konuş abilseler, bazıolaylara tanı
klı
k da edebilirler" anlamı
nda kullanı

r.

dili pabuç kadar


* saygı

zca ve gönül kı

cıkarş
ılı
kta bulunan.

dili tutuk
* Serbestçe, kolaylı
kla konuş
amayan.

dili tutulmak
* sevinç, korku, ş
aşkı
nlı
k gibi sebeplerle birdenbire söz söyleyemez olmak.

dili uzamak
* haddini bilmeden konuş
mak.

dili uzun

ncitici sözler söyleyen, küstah, saygı

z kimse.

dili varmak (veya varmamak)


* bir sözü söylemeye gönlü razıolmak (veya olmamak).

dili yanmak
* üzüntü ve eziyet çekmek, zarara uğ
ramak.

dili yanmak
* bı
kmak, nefret etmek.

dili yatkı
n
* yabancıbir dili kolaylı
kla öğ
renme yeteneği olan.

dili zifir
* Gönül kı

cısözler söyleyen.

dilim
* Bir bütünden kesilmişveya ayrı lmı
şince, yassıparça.
* Radyatör parçalarından her biri.
dilim dilim
* Parça parça.

dilim dilim etmek


* dilimlemek.

dilimin ucunda
* bir söz hatı
rlanacak gibi olup da hatı
rlanamadı
ğı
nda söylenir.

dilimleme
* Dilimlemek iş
i.

dilimlemek
* Dilimlere ayı
rmak, dilim dilim etmek.

dilimleniş
* Dilimlenmek iş
i veya biçimi.

dilimlenme
* Dilimlenmek iş
i.

dilimlenmek
* Dilimlere bölünmek veya ayrı
lmak.

dilimleyiş
* Dilimlemek iş
i veya biçimi.

dilin kemiği yok


* insan doğru veya yanlı
şher ş
eyi söyleyebilir.

dilinde tüy bitmek


* tekrar tekrar söylemekten usanmak, bı
kmak.

dilinden anlamak
* bir canlı
nın çı
kardığıseslerden veya onun davranı
şları
ndan ne anlatmak istediğini anlamak.
* söz konusu olan şeyin özelliğini bilmek.

dilinden düşürmemek
* sürekli olarak aynı
kiş
iden veya ş
eyden söz etmek; sı
k sı
k anmak.

dilinden kurtulamamak
* sürekli olarak, bir kimsenin sitem, eleş
tiri ve sataş
maları
na uğramak.

diline dolamak (virt etmek veya diline takmak)


* aynış eyi durmadan ve her yerde tekrarlamak.
* bir kimseyi her yerde kötülemek.

diline pelesenk etmek


* Bkz. diline dolamak.

diline sağ
lam olmak
* saklanacak konularıaçı
ğa vurmamak.
* kötü söz söylemekten kaçınmak.

dilini (veya dillerini) yutmak


* sevinç, korku, heyecan gibi sebeplerle konuş
amaz olmak.

dilini bağlamak
* bir kimseyi herhangi bir sebeple söz söyleyemez duruma getirmek, susmak zorunda bı
rakmak.

dilini değdirmemek
* hiç yememek.

dilini eş
ek arısısoksun!
* hoşa gitmeyen bir ş
ey söyleyen kimseye ilenç olarak kullanı

r.

dilini kedi (fare) mi yedi?


* neden konuş muyorsun?.

dilini kesmek (veya kesip oturmak)


* susmak.

dilini tutamamak
* sonunu düş
ünmeden, geliş
igüzel konuş
mak.

dilini tutmak
* sonunu düş
ünmeden, geliş
igüzel konuş
maktan sakı
nmak.

dilinim
* Dilinme.

dilinin altında bir ş


ey olmak
* bir kimsenin sözlerinden, açı
kça söylemediğ
i bir ş
eyler anlaş
ılmak.

dilinin altındaki baklayıçı karmak


* gizli tutulmasıgereken bir ş
eyi söylemek.

dilinin cezasını(veya belâsı


nı) çekmek (veya bulmak)
* ölçüsüz, düşüncesiz konuşmak yüzünden zarar görmek.

dilinin ucuna gelmek


* söyleyecek duruma gelmiş
ken vazgeçmek.

dilinin ucunda
* Bkz. dilimin ucunda.

dilinin ucuyla
* içten, yürekten olmayarak, lâf olsun diye.

dilinme
* Dilinmek işi.
* Kayaçları
n, ince katlar biçiminde kolaylı
kla ayrı
labilme niteliğ
i.

dilinmek
* Dilmek iş
i yapı
lmak.

diliş
* Dilmek iş
i veya biçimi.

diliyle sokmak
* bir kimseye ağı
r ve kı

cısözler söylemek.

diliyle tutulmak (veya yakalanmak)


* suçunu, kendi konuş
masıile açı
ğa vurmak.

dillek
* Dedikoducu, dedikodusever.

dillendirme
* Dillendirmek iş i.
* Kişileş
tirilen varlıklara, cansı
z yaratı
klara söz söyletme sanatı, intak.

dillendirmek
* (biri) Hakkı
nda dedikodu yapı
lması
na sebep olmak.

dillenme
* Dillenmek durumu.

dillenmek
* (çocuk) Konuşmaya başlamak.
* Konuş ma yeteneğ
i olmayan varlık konuş mak, dile gelmek.
* Onaylanmayan bazıdavranışlar sebebiyle hakkında dedikodu yapı
lmak, dile düş
mek.

dillerde dolaşmak (veya gezmek)


* her yerde kendisinden söz edilmek.

dillere destan olmak


* bir olay veya bir nitelik halk arası
nda yayı
lmak.

dilleş
me
* Dilleş
mek iş
i.

dilleş
mek
* Karşı

klıtatlı
tatlı
söyleş
mek.
* Dı
rlaşmak.

dilli
* Konuşkan, sürekli ve tatlıkonuş an.
* Dedikoducu, ileri geri konuşan.

dilli düdük
* Söğüt, kavak gibi ağ
açları
n ince dalları
ndan veya kamı
ştan yapı
lan bir çeş
it düdük.
* Çok konuş kan kimse.

dilli düdük etmek


* bir haberi herkese yaymak.

dilmaç
* Çevirici, tercüman.

dilmaçlı
k
* Dilmacı
n mesleğ
i, çeviricilik, tercümanlı
k.

dilme
* Dilmek işi.
* Dört köşe kesilmişağaç.

dilmek
* Bir bütünü küçük ve yassıparçalara ayı
rarak kesmek.
* Yarmak.

dilsel
* Dille ilgili.

dilsever
* Dili seven (kimse).

dilsiz
* Konuş ma merkezinin veya konuş ma organları

n bozukluğ
u sebebiyle konuş
amayan (kimse), ahraz.
* Ses çı
karmayan, sessiz olan (kimse).

dilsizlik
* Dilsiz olma durumu.

dilüviyum
* Bugünkü ı
rmakları
n dördüncü çağdan kalma en eski alüvyonları
na verilen ad.

dimağ
* Beyin.
* Bilinç, zihin.

dimdik
* Çok dik (olarak).
* Sağlı
klı, zinde.
* Sıkı
nt ı
ları karşılayacak durumda olan, başeğmeyen, metin.
* (bakışiçin) Dikkatli, ısrarlı
.
* Sağa sola sapmadan, dosdoğru.
* Kaskatı, çok sertleş mişolarak.

dimdik ayakta durmak


* yı
kılmamak.

dimdik durmak
* tam dik durumda olmak.
* tutumunu değiştirmemek, yı
lmamak.

dimi
* Sı
kıdokunmuşbir tür pamuklu kumaş
.

diminuendo
* Sesi gittikçe azaltarak.
* Müzik parçası nın baş ında ">" iş
aretiyle gösterilen nota terimi.

dimmer
* Elektrik akı
mşiddetini el ile çevirerek ayarlayan anahtar, reosta.

dimnit
* Erken olgunlaş
an ince kabuklu bir çeş
it siyah üzüm.

dimyat
* Seyrek ve yuvarlak taneli bir çeşit üzüm.
* (büyük D ile) Aşırıhırsla fazla malda gözü olan kimsenin elindekini avucundakini de kaybedebileceğ
i
anlamı
nda "Dimyat'a pirince giderken, evdeki bulgurdan olmak" sözünde geçer.

din
* Tanrı
'ya, doğaüstü güçlere, çeş
itli kutsal varlı
klara inanmayıve tapı
nmayı
sistemleş
tiren toplumsal bir
kurum.
* Bu nitelikteki inançlarıkurallar, kurumlar, töreler ve semboller biçiminde toplayan, sağlayan düzen.
*İ nanı
lıp çok bağlanı lan düşünce, inanç veya ülkü.

din
* C.G.S. sisteminde bir gramlı
k bir kütlenin hı

nısaniyede bir santimetre artı
ran güç birimi: Bir nevton 105
din'e eş
ittir.

din
* Bir ş
eyin en yüksek ve sivri noktası
.

din

lmek.

din adamı
* Mesleğ
i dinle ilgili iş
ler olan görevli.

din birliği
* Aynıdin etrafı
nda oluş
turulan inanç gücü.

din dı
şı
* Dinle iliş
iği olmayan, lâdini.

din doruğ
u
* Dağı
n en yüksek yeri.

din erki
* Din ilkelerine dayanan egemenlik, din gücü.

din felsefesi
* Dinin ilkelerinin özünü ve anlamı
nıtemellendirmeyi amaçlayan felsefe dalı
.

dinamik
* Mekaniğin kuvvet, hareket, enerji arası
ndaki iliş
kilerini inceleyen dalı
, devim bilimi.
* Devimsel.
* Canlı
, etkin, hareketli.

dinamik analiz
* Çözümleme konusu yapı
lan veya modele dahil edilen değ
işkenlerin zaman içindeki değiş
melerinin de
dikkate alındığıyöntem.

dinamikleşme
* Dinamikleş
mek durumu.

dinamikleşmek
* Dinamik duruma gelmek.

dinamit
* Nitrogliserin ile yapı
lan patlayı
cıbir madde.
* Tutku, özlem, heyecan.
* Şiddetli, korkunç, hırslı
.

dinamit lokumu
* Kömür tozu, kil gibi maddelere emdirilmişdinamit.

dinamitçi
* Dinamit üreten, satan veya patlatı
lma iş
inde çalı
şan kimse.

dinamitçilik
* Dinamitçinin iş
i veya mesleği.

dinamitleme
* Dinamitlemek iş
i.

dinamitlemek
* Dinamitle havaya uçurmak.
* Bir giriş
imi, bir kuruluş
u engelleyici, yı

cıdavranı
şta bulunmak.

dinamitlenme
* Dinamitlenmek iş
i.

dinamitlenmek
* Dinamitle havaya uçurulmak.
* Engellenmek.

dinamizm
* Devimselcilik.
* Davranı
şlarıcanlıve hareketli olan canlı

n özelliği.

dinamo
* Mekanik enerjiyi elektrik enerjisine dönüş
türen alet.

dinamometre
* Kuvvetölçer.

dinar
* Yaklaşı
k olarak altı
n liranı
n dörtte biri değerinde olan eski bir para.
* Bahreyn, Cezayir, İ
ran, Irak, Kuveyt, Libya, Tunus, Ürdün, Yemen ve eski Yugoslavaya'da kullanı
lan para
birimi.

dince
* Dine göre, din bakı
mından.

dincelmek
* Dinçleş
mek.

dinci
* Dinî görüş
leri her alana yaymak isteyen kimse.

dinci erki
* Bkz. Din erki.

dincilik
* Dincinin iş
i.

dinç
* Gücü ve sağ

k durumu yerinde, canlı
, zinde, tendürüst, tüvana.

dinçlenmek
* Dinç bir durum ve görünüm kazanmak.

dinçleş
me
* Dinçleş
mek iş
i.

dinçleş
mek
* Dinç duruma gelmek.

dinçlik
* Dinç olma durumu, zindelik, mecal.

dindar
* Din inancıgüçlü, din kuralları
na bağ
lı(kimse), mütedeyyin.

dindarlı
k
* Dindar olma durumu.

dindaş
* Aynıdinden olan kimse.

dindaşolmak
* aynıdinden olmak.

dinden imandan çı kmak


* kendini kontrol edemeyecek kadar çok öfkelenmek, çok sinirlenmek.

dinden imandan olmak


* dinî inancı
nıyitirmek.

dindirme
* Dindirmek iş
i.

dindirmek
* Dinmesini sağ
lamak.

dine
* Konaklama yeri.

dinek
* Dinlenmek için durulan yer.

dinelme
* Dinelmek iş
i.

dinelmek
* Ayakta durmak veya ayağ
a kalkmak, dik durmak.
* Karşıkoymak, kafa tutmak.

dinen
* Din bakı
mından.

dineri

skambil kâğ
ıtları
ndaki iş
aretlerden karo.

dingi
* Bir çifte kürekli küçük patalya.

dingil
* Tekerleklerin merkezinden geçen ve taş
ıtı
n altı
na enlemesine yerleş
tirilmişmil, aks.

dingildek
* Tabanıüzerinde hareketsiz duramayı
p sallanan, oynak; dengesi bozuk.
* Yıpranmış.
* Sözüne güvenilmez, kaypak.

dingildeklik
* Dingildek olma durumu, dengesizlik.

dingildeme
* Dingildemek iş
i.

dingildemek
* Sallanmak, oynamak.
* Korkmak, kuş kulanmak.

dingilli
* Dingili olan.

dingin
* Hareket etmeyen, kımıldamayan, sakin.
* Gücü tükenmiş , yorgun, mecalsiz.

dingincilik
* Tam bir gönül rahatlığı
, tutkusuzluk içinde bütün arzulardan sı
yrı
lmı
şolarak, direnç göstermeden kendini
Tanrıibadetine vermeyi ve tanrı sal ruh dinginliği kazanmayıamaçlayan dünya görüşü.

dinginleş
me
* Dinginleş
mek durumu.

dinginleş
mek
* Dingin duruma gelmek.

dinginleş
tirme
* Dinginleş
tirmek iş
i veya durumu.

dinginleş
tirmek
* Dingin duruma gelmesini sağ
lamak.
dinginlik
* Dingin olma durumu, durgunluk, sükûnet.

Dingo'nun ahı rı
* girenin çı
kanı
n belli olmadı
ğıyer.

dinî
* Dinle ilgili, din üzerine.

dini bir uğruna


* Müslümanlı
k davası
yoluna.

dini bütün
* Dinine çok bağlı
, inancısağlam olan, dinin buyrukları
nıeksiksiz yerine getiren.

dini gibi bilmek


* çok iyi, kesinlikle bilmek.

dini imanıpara
* tek düş
üncesi para olan kimseler için kullanı

r.

dinim hakkıiçin (veya dinim aşkı


na)
* "dinimi tanık tutarı
m" anlamı
nda bir ant.

dinine yandığım
* öfke, kı
zgı
nlı
k gibi duygularıbelirtmek için kullanı
lan ilenme sözü.

diniş
* Dinmek iş
i veya biçimi.

dink
* Pirinci kabuğundan ayı rmak veya bulgur dövmek için kullanı
lan dibek.
* Şayak, aba gibi ş
eyleri dövmek için kullanı
lan araç.

dinleme
* Dinlemek iş
i.

dinleme salonu
* Müzik, tiyatro eserlerini dinletmek, radyo televizyon yayı
nları
yapmak veya ses kaydetmek amacı
yla akustiği
sağlanmışsalon, oditoryum.

dinlemek
*İ şitmek için kulak vermek.
* Birinin sözünü, öğüdünü kabul edip gereğ ince davranmak.
* Uymak, başeğmek, itaat etmek.
* Kulakla veya dinleme aletiyle hastayımuayene etmek.

dinlence
* Tatil.

dinlendirici
* Dinlendirme özelliği olan.

dinlendirilmiş
* Bir süre bekletilmiş
.

dinlendirme
* Dinlendirmek iş
i.

dinlendirmek
* Dinlenmesini sağlamak.
* Durulmaya bırakmak.
* (tarla için) Nadasa bı
rakmak.
* Yanan lâmba, ateşvb.yi söndürmek.

dinlenme
* Dinlenmek iş
i, istirahat.

dinlenme kampı
* Kuruluş
ları
n tatil geçirmek için düzenledikleri kamp.

dinlenme salonu
*İ stirahat etmek, dinlenmek için ayrı
lmı
şsalon.

dinlenme yapmak
* istirahat etmek, dinlenmek, yorgunluk çı
karmak.

dinlenmek
* Güç kazanmak için çalı şmaya ara vermek, yorgunluğ unu gidermek, istirahat etmek.
* Önemsenmek, öğ üdü yerine getirilmek.
* Bazıyiyecek ve içeceklerin tadı
nıarttırmak, kolay piş
mesini sağlamak gibi sebeplerle bir süre bekletmek.

dinleti
* Sanatçı

n müzik eserlerini bir topluluğa çalmasıveya söylemesi, konser.

dinletme
* Dinletme iş
i.

dinletmek
* Dinlemesini sağlamak, söz geçirmek.

dinleyici
* Söylenen veya çalı
nan bir ş
eyi dinleyen kimse.
* Kayıtlıolmadığıhâlde derslere dı
ş arı
dan devam eden kimse.

dinleyicilik
* Dinleyici olma durumu.

dinleyiş
* Dinlemek iş
i veya biçimi.

dinme
* Dinmek iş
i.

dinmek
* Sona ermek, bitmek, durmak.
* (ses için) Susmak.
* (kar, yağmur, rüzgâr için) Kesilmek, yağ
masıveya esmesi durmak.

dinmez
* Dinmeyen.

dinozor
* Dinozorlar takı
mından, boyu 20 m kadar olabilen, ilk çağlarda yaş
amı
ş, günümüze fosilleri kalmı
şbir
sürüngen.
* Geliş
melere ayak uyduramamı ş, çağ
ın gerisinde kalmı şveya mevcut durumu korumak isteyen kimse.

dinozorlar
* Omurgalıhayvanlardan sürüngenler sı
nıfı
na giren, soyu tükenmişbir takı
m.

dinozorlaşma
* Dinozorlaş
mak iş
i.

dinozorlaş
mak
* Dinozor gibi davranmak.
* Gelişmelere ayak uyduramamak, çağ
ın gerisinde kalmak veya mevcut durum ve düzeni koruyup herhangi
bir köklü değ
işiklik yapmamak.

dinsel
* Dinî.

dinsiz
* Dinî inancı
olmayan.
* Acımasız.

dinsizin hakkından imansı z gelir


* acı
masız olan kişiyi, kendisinden daha acı
ması
z biri yola getirir.

dinsizlik
* Dinsiz olma durumu.

dip
* Oyuk veya çukur bir ş eyin en alt bölümü.
* Taban.
* Dikili duran bir ş
eyin yerle birleş
tiği nokta ve çevresi veya bir ş
eyin yanıbaş
ı.
* Kapalıbir yerin kapıya göre en uzak bölümü.
* Arka, kıç.

dip ağı
* Palamut vb. balı
klarıavlamak için denizin dibine atı
lan ağ
.

dip balı
kçılı
ğı
* Dipte yaş
ayan su ürünlerinin avlanı
lması
.

dip dibe
* yan yana sı

şmı
şolarak.

dip doruk
* Baş
tan aş
ağı
, dipten tepeye kadar, bütün.

dip koçanı
* Hesap çı
karmaya, gerektiğ
inde koparı
lan parça ile karş
ılaş

rma yapmaya yarayan ve yaprakları
, deftere
bağlıolan bölüm.

dipçik
* Tüfek vb. silâhları
n namlu gerisinde bulunan, atı
şsı
rası
nda silâhı
n omuza dayanması
nıveya tabancada elle
kavranması
nısağlayan taban bölümü.

dipçikleme
* Dipçiklemek iş
i.

dipçiklemek
* Dipçikle vurmak.

dipçiklenme
* Dipçiklenmek iş
i.

dipçiklenmek
* Dipçikle vurulmak.

dipdam
* Hapishane.

dipdinç
* Çok sağ

klı
, çok canlı
.
dipdiri
* Çok diri.

dipfriz
* Bozulabilecek yiyecekleri çok düş
ük ı

larda dondurarak uzun süre saklamak için kullanı
lan buzdolabı
.

diplârya
* Pisi balı
ğı
nın küçüğ
ü.

dipleme
* Diplemek iş
i.

diplemek
* (bitkiyi) Kökünden sökmek.
* (içilecek bir ş
eyi) Dibine kadar içmek.

dipli
* Dibi olan.

diploit

ki kromozom takı
mıtaş
ıyan hücre veya organizma.

diploma
* Bir kimseye herhangi bir okulu veya öğ renim programı nı baş arıyla tamamladı ğını; bir derece veya unvana
hak kazandı ğını; bir iş
, sanat veya meslek dalı
nda çalı
ş abilme yetkisi elde ettiğini belirtmek için bir öğretim kurumunca
düzenlenip verilen resmî belge, icazetname, ş ahadetname.

diplomalı
* Diplomasıolan.
* Yetkisi diploma ile belgelenmiş
.

diploması
z
* Diplomasıolmayan.
* Diplomasıolmasıgereken bir meslekte, diplomasıolmadan çalı
şan.

diplomasi
* Uluslar arasıiliş
kileri düzenleyen antlaşmalar bütünü.
* Yabancıbir ülkede ve uluslar arası toplantılarda ülkesini temsil etme iş
i ve sanatı
.
* Bu işte çalı
şan kimsenin görevi, mesleğ i.
* Bu görevlilerin oluşturduğ u topluluk.
* Güç bir görüş me sırasında gösterilen ustalı
k ve beceriklilik.

diplomat
* Uluslar arasıkonularda ülkesini temsil etmekle görevlendirilen kimse.
*İ liş
kilerinde kurnaz, becerikli olan.
* Teksir yapmak için kullanı lan bir mumlu kâğıt türü.

diplomatça
* Diplomata yakışı
r biçimde, diplomat gibi.
* Kurnazlı
kla, açı
kgözlükle.

diplomatik
* Diplomasi ile ilgili.

diplomatik dil
* Diplomasi alanı
nda kullanı
lan dil.

diplomatlık
* Diplomat olma durumu.
* Diplomasi.

dipnot
* Sayfa içinde geçen herhangi bir düş
ünce veya bilgi ile ilgili olarak sayfa altı
na konulan açı
klama, haş
iye.

dipsiz
* Dibi olmayan.

dipsiz kile, boşambar


* para, mal tutmayanı
n durumunu veya bir işiçin boşyere uğ
raş
ıldı
ğı
nıanlatı
r.

dipsiz testi
* eline geçen para veya malıhesapsı
zca, boşyere harcayan.

-dir
* Bkz. -dı
r / -dir.

dirayet
* Yetenek, beceriklilik, zekâ.

dirayetli
* Yetenekli, becerikli; zeki.

dirayetsiz
* Yeteneksiz, beceriksiz.

dirayetsizlik
* Dirayetsiz olma durumu.

direk
* Ağaçtan veya demirden yapılan uzun ve kalı
n destek.
* (bazıözel adlarda) Sütun.
* En önemli kimse.

direk direk bağı rmak


* tedirgin edecek biçimde bağ
ırmak.

direk gibi
* sağlam yapı

, iri yapı

.

direkçi
* Alamana kayı
kları
nda direğe çı
karak gözcülük yapan kimse.

direkli
* Direğ
i olan.

direklik
* Direk yapmaya elveriş
li (ağ
aç).

direksiyon
* Motorlu araçlarda, araca istenilen yönü vermeye ve belirli bir doğrultuda götürmeye yarayan düzenek,
yönelteç.

direksiyon kırmak
* aracıistenilen yöne çevirebilmek için direksiyonu o yöne döndürmek.

direksiyon sallamak
* motorlu taş
ıt kullanmak.

direksiyona geçmek
* aracıkullanmak üzere sürücü yerine oturmak.
* bir iş
in yönetimini üzerine almak.

direkt
* Doğru olarak, hiçbir yerde durmadan, duraksı
z, doğ
ruca.
* Doğrudan doğ
ruya, dolaysı
z, aracı

z.

direktif
* Yönerge, talimat.

direktif almak
* talimat almak, emredilmek.

direktif vermek
* talimat vermek.

direktör
* Yönetmen, müdür.

direktörlük
* Yönetmenlik, müdürlük.

direme
* Diremek iş
i.

diremek
* Bir ş
eyi dikine koymak, dayamak, durdurmak.
* Direnmek, karş ıkoymak, inat etmek, ı
srar etmek.

diren
* Dirgen.

direnç
* Dayanma, karş ıkoyma gücü, mukavemet.
* Bir nesnenin elektrik akımına karşıdurma özelliği, mukavemet, rezistans.
* Bir çevrime istenilen değerde ek direnç katmak için kullanı
lan düzen, mukavemet, rezistans.

dirençli
* Direnci olan.

dirençsiz
* Direnci olmayan.

direngen
* Direnen, inatçı
, anut, muannit.

direngenlik
* Direngen olma durumu, inatçı

k.

direnim
* Direnmek işi, inat, taannüt.
* Borcun yerine getirilmesi, temerrüt.

direniş
* Direnmek iş
i veya biçimi, karş
ıkoyma, dayanma, mukavemet.

direniş
çi
* Karş
ıkoyan, dayanan (kimse).

direnleme
* Direnlemek iş
i.

direnlemek
* Dirgenle yaymak.

direnme
* Direnmek iş
i, karş
ıkoyma, dayanma, inat etme, ı
srar etme, mukavemet etme.
direnmek
* Herhangi bir düş
üncede, bir istekte veya bir durumda karş
ıkoymak, ayak diremek, inat etmek, ı
srar etmek,
taannüt etmek.

direş
ken
* Bir iş
i yı
lmadan sonuna kadar götüren, sebatkâr.

direş
me
* Direş
mek iş
i, sebat.

direş
mek
* Sözünden veya kararı
ndan dönmemek, dayanmak, sebat etmek.

diretme
* Diretmek iş
i, inat.

diretmek
* Direnmek, ayak diremek, inat etmek, ı
srar etmek.

direy
* Fauna.

dirgen
* Harmanda saplarıyaymaya yarar uzun çatallıaraç.

dirgenleme
* Dirgenlemek iş
i.

dirgenlemek
* Dirgenle yaymak.

dirhem
* Okkanı n 400'de 1'ine eş
it olan, 3,148 gramlı
k eski bir ağı
rlı
k ölçüsü; İ
stanbul için bir dirhem 3,207 gr
olarak tespit edilmiştir.
* Bir tür gümüşpara.

dirhem dirhem
* Azar azar, az az, çok az ölçüde.

dirhem dirhem satmak


* kendini dirhem dirhem satmak.

dirhemle söylemek (veya konuş mak)


* çok az veya yavaşkonuşmak.

diri
* Yaşamakta olan, yaş
ayan, canlı
, ölü karş
ıtı
.
* Güçlü, zinde.
* Solmamı şpörsümemiş .
* Gereği kadar piş
memiş .

diri diri
* Canlıolarak.

diri örtü
* Ormanlı
k bölgelerde ağaçları
n altı
nda yeş
eren çalı
, çı
rpıveya odunsu bitkiler.

dirice
* Biraz diri.

diriğ
* Esirgeme.

diriğetmek
* esirgemek.

diriksel
* Diri ile, canlı
ile ilgili, canlı
lar üzerinde olan, diril.

diriksel ı

* Hayvanları
n vücut ı


.

diril
* Diriksel.

diril
* Şilte yüzü veya gömlek yapmaya yarar pamuklu bir kumaş
.

diril ı

* Hayvanları
n vücut ı


, diriksel ı

.

dirileş
me
* Dirileş
mek iş
i.

dirileş
mek
* Bitkin, pörsümüşveya solmuş
ken yeniden diri duruma gelmek.

dirilik
* Diri olma durumu.

diriliş
* Dirilmek işi veya biçimi, dirilme, canlanma.
* Yeni bir atı
lımla güç kazanma.
* Dinî inanışlara göre ölümden sonra dirilme, basübadelmevt.

dirilme
* Dirilmek iş
i.

dirilmek
* Güçlenip canlanmak.
* (bitki için) Solmuş , pörsümüşdurumdayken yeniden canlı

k kazanmak, diri duruma gelmek.
* (hasta için) Yeniden sağlı ğı
nıkazanmak, iyileş
mek.
* Öldüğü sanı lan ş
ey canlılı
k kazanmak.
* Yeniden etkin olmak, geçerli duruma gelmek.

diriltici
* Canlı

k verici niteliğ
i bulunan.

diriltme
* Dirilmesini sağ
lama, canlandı
rma.

diriltmek
* Dirilmesini sağ
lamak.

dirim
* Hayat, yaş
am.
* Yaşama gücü.

dirim bilimci
* Biyolog.

dirim bilimcilik
* Gerçekliği tek yanlıolarak yalnı
zca dirim bilimsel açı
dan inceleyen, organik yaş
amı
n kavramları
nıöteki
gerçeklik alanları
na da uygulayan görüş .

dirim bilimi
* Biyoloji.

dirim bilimsel
* Biyolojik.

dirim konisi
* Geliş
me durumundaki fidan veya yaprakları
n sürgen dokulu ucu.

dirim kurgu
* Canlılar dünyası
nıözellikle beynin çalı
şması
nıtaklit eden elektronik aletlerden yararlanmayı
konu edinen
bilim dalı
, biyonik.

dirim suyu
* Abı
hayat.

dirimli
* Hayatıolan (canlı
).

dirimlik
* Hayatla ilgili, dirimsel.
* Hayat, yaş am, sağ lı
k.
* Mal mülk, gelir.

dirimsel
* Hayatla ilgili veya hayata bağlıolan, hayatî, biyolojik.

dirimselcilik
* Hayat olayları
nıfiziksel kimyasal güçlerle değ
il de, özel bir yaş
ama ilkesi, yaş
am gücü ile açı
klayan öğ
reti.

dirlik
* Yaş
ayış, hayat, sağlı
k, varlı
k, geçim.
* Huzur, erinç.
* Osmanlıİ mparatorluğunda bir hizmete karş
ılı
k olmak üzere bir kimseye devletçe verilen aylı
k veya bir yere
bağlıgelir.

dirlik düzenlik
* Aile üyeleri veya bir arada çalı
şan kimseler arası
nda iyi geçinme durumu.

dirlik yüzü görmemek


* rahata kavuş
amamak.

dirliksiz
* Dirliği olmayan.
* Geçimsiz, huysuz (kimse).

dirliksizlik
* Geçimsizlik.

dirsek
* Kol ile ön kol arası ndaki eklemin arka yanı.
* Köş e.
* Giysi kolunda dirseğe rastlayan bölüm.
* Boruları n doğ rultusunu değ iştirmekte kullanı
lan bağlantıparçası .
* Bir direği veya baş ka bir ş
eyi sağlamlaştı
rmak için yanına eğik olarak yerleş
tirilen ağ
aç, makas.

dirsek çevirmek
* daha önce işbirliğ
i yaptı
ğıkiş
iyi uzaklaş

racak davranı
şlarda bulunmak.
dirsek çürütmek
* okumak için yı
llarca çalı
şmak.

dirsek dirseğe
* çok kalabalı
kta sı

şı
k durumda.

dirsek kemiği
* Ön kolun iskeletini oluş
turan iki uzun kemikten iç yanda olanı
.

dirsek teması
*İliş
ki, bağ, bağlantı
.

dirsekleme
* Dirseklemek iş
i.

dirseklemek
* Dirsekle vurmak, dirsekle itmek.

dirseklenme
* Dirseklenmek iş
i veya durumu.

dirseklenmek
* Dirsek biçiminde kı
vrı
lmak, dirsek oluş
turmak.
* Dirsekle itilmek.

dirseklik
* Dirsek olarak kullanı
lmaya uygun olan (ağaç, boru vb.).
* Ceket kolunun dirsek bölümünü korumak veya yamamak için kullanı
lan (kumaşvb.).
* Koltuk, kanepe vb. de dirsekleri dayamaya elveriş
li bölüm.

dirsizlik
* Dirlik düzenlikten uzak durum.

disimilâsyon
* Benzeş
mezlik, baş
kalaş
ma.

disiplin
* Bir topluluğun, yasaları
na ve düzenle ilgili yazı
lıveya yazısı
z kuralları
na titizlik ve özenle uymasıdurumu,

kıdüzen, zapturapt.
* Kiş ilerin içinde yaş
adı
klarıtopluluğun genel düş ünce ve davranışlarına uymaları nısağlamak amacıyla alı
nan
önlemlerin bütünü.
* Öğretim konusu olan veya olabilecek bilgilerin bütünü; bilim dalı .

disiplin cezası
* Disiplin suçları
ndan birini iş
leyen kimseye davranı
şları

n ağ
ırlı
k derecesine göre verilen ceza.

disiplin kurulu
* Disiplin kuralları
na aykı
rıdavranan kimselerin suçları
nıtespit ederek uygun cezaları
vermekle görevli
kurul.

disiplin suçu
* Bir kimsenin disiplin yönetmeliğ
ine göre yapmamasıgereken davranı
şlardan birini yapması
.

disipline
* Etmek yardı
mcıfiili ile "sı
kıdüzen veya denetim altı
na almak" anlamı
nda kullanı

r.

disipline edilmek
* zapturapt altı
na alı
nmak, denetim altı
nda tutulmak.

disiplinli
* Disiplini olan.
disiplinsiz
* Disiplini olmayan.

disiplinsizlik
* Disiplinsiz olma durumu.

disk
* Disk atmada kullanı
lan, erkekler için 2, kadı
nlar için 1 kg ağı
rlı
ğı
nda, genellikle metal bir çember ile
çevrelenmiştahta ağırş
ak.
* Gramofon plâğ ı
.
* Omurlarıbirbirine birleş
tiren ana madde.
*İ nce ve çapıoldukça büyük teker ş eklinde parça.

disk atma
* Atletizmde disk fı
rlatma yarı
şması
.

disk zı
mpara
* Mermer ve metal maddeleri kesmeye veya temizleyip parlatmaya yarayan alet.

diskalifiye
* Etmek yardı mcıfiili ile "sporda yarı
şdı
şıbı
rakmak", olmak yardı
mcıfiili ile "sporda yarı
şdı
şıbı
rakı
lmak"
anlamları nda kullanı

r.

diskçi
* Disk atan kimse.

diskçilik
* Diskçinin iş
i.

disket
* Bilgisayardaki iş
lemlerin kaydedildiğ
i bir koruyucu içinde bulunan manyetik ortam.

diskjokey
* Radyo ve diskoteklerde müzik yayı
nları
nıplâk veya ses bantlarıaracı

ğı
yla yöneten kimse.

disko
* Diskotek.

diskotek
* Plâk, ses bandıkoleksiyonu.
* Çalı
nan plâk, bant vb. eşliğ
inde dans edilen klüp, disko.

diskur
* Söylev, nutuk.

diskur geçmek (veya çekmek)


* nutuk verir gibi konuş
mak.

dispanser
* Hastalara ayakta parası
z veya çok az para ile bakı
lan ve ilâç verilen bakı
m evi, sağ

k evi.

dispeç
* Bir ortak avaryada deniz kazası ndan sonra gemi, yük ve navlunla ilgili kimselerin uğradıklarızararların ve
bunlar tarafından yapı lmışolan masrafları n nasıl, kimler tarafı
ndan ve ne oranda karş ılanacağ ı
nı belirlemek için
yapılan işlem.
* Deniz sigortasıdilinde, ilgili tarafları
n ortak avaryada kendilerine düş en yükümlülükleri, paylarını n önemi
ölçüsünde ayrı ntı
lıolarak belirten belge.

dispeççi
* Dispeç iş
iyle uğraş
an uzman.

dispersiyon eriyik
* Çok ince katıtaneciklerin su vb. sı

larda erimeden dağı
lması
hâli.

disponibilite
* Bankalarda mevcut nakit ve derhal paraya çevrilebilecek kı
ymet.

disprosyum
* Atom ağırlı
ğı 162.5, atom numarası66, yoğunluğ
u 8,54 olan, 1500° C'de eriyen, açı
k yeş
il renkte çözeltiler
veren, az bulunan bir element. Kı saltması
Dy.

distribütör
* Dağı


.

distribütörlük
* Distribütörün yaptı
ğıiş
, dağ
ıtı


k.

diş
* Çene kemiklerinin üstüne dizili, ı sı

p koparmaya ve çiğ nemeye yarayan sert, beyaz organlardan her biri.
* Çark, testere, tarak gibi çentikli ş
eylerdeki çı
kıntı
ları
n her biri.
* (sarı
msak dilimi ve karanfil gibi diş e benzetilen ş
eyler için) Tane.
* Omurgalıhayvanları n çenelerinde veya ilkel yapı
lıomurgalı ları
n gı
rtlak ve ağı
zları
nda bulunan kemiksi sert
parçalar.
* Bazıdantel ve iş
lemelerin kenarları
ndaki yuvarlak sivri bölüm.

dişağ
rısı
* Dişbölgesinde oluş
an hastalı
ktan meydana gelen ağrı
.

dişbademi
* Kabuğ
u ince olduğu için diş
le kı

labilen bir badem türü.

dişbilemek
* kötülük yapmak için fı
rsat beklemek, hı
ncı
nıgösterir durum almak.

dişbuğdayı
* Çocuk ilk dişçı
kardığında kaynatı

p üzerine toz ş
eker ve dövülmüşceviz gibi ş
eyler ekilerek yakı
nlara
dağı

lan bağday.
* Bu sebeple yapı
lan tören.

dişçekimi
* Dişçekme iş
i.

dişçı
karmak
* çene kemikleri içinde bulunan diş
, dişetini deldikten sonra ağı
z boş
luğ
una doğ
ru sivrilmek.

dişdamak ünsüzü
* Bkz. dişeti damak ünsüzü.

dişdiş
* Çı

ntı
larıolan.
* Çı

ntı
lıbir biçimde.

dişdudak ünsüzü
* Bkz. dişeti dudak ünsüzü.

dişeti
* Dişköklerini kaplayan kalı
n kı
rmı

mtı
rak et.

dişeti damak ünsüzü


* Dil ucunun, üst dişetleriyle ön damağa dokunması
ndan oluş
an ünsüz: c, ç, z, s, n, j, ş
.

dişeti dudak ünsüzü


* Alt dudağı
n üst diş
lere dokunması
yla oluş
an dudak ünsüzü: f, v.
dişeti ünsüzü
* Dil ucunun dişetine dokunması
ndan oluş
an ünsüz: j, ş
.

dişfı
rçası
* Diş
leri temizlemede kullanı
lan bir fı
rça türü.

dişgeçirememek
* gücü yetmemek.

dişgeçirmek
* zorla veya inatla istediğini yaptı
rmak.

dişgı

rdatmak
* öfkesini davranı
şları
yla göstermek.

dişgöstermek
* güçlü olduğ
unu, saldı

ya geçebileceğ
ini durumuyla belli etmek, tehdit etmek.

dişhekimi
* Diş
çi.

dişhekimliği
* Dişçilik.

dişkirası
* Sarayda veya zengin konakları nda iftardan sonra konuklara verilen armağ
an veya para.
* Bir kimseye fazladan verilen para, armağ an vb.

dişmacunu
* Diş
leri temizlemede kullanı
lan macun.

dişotu
* Dişotugillerden, kurak ve çorak yerlerde yetiş
en, çok yı
llı
k ve otsu bir bitki (Plumbago europea).

dişotugiller
* Bitiş
ik taç yapraklı
iki çeneklilerden, örneği dişotu olan ve genellikle sı
cak ve kurak yerlerde yetiş
en
bitkilerden oluşan familya.

dişözü
* Diş
lerin, katı
lgan doku, damar ve sinirlerden oluş
muşiç bölümü.

diştababeti
* Diş
çilik.

diştabibi
* Diş
çi.

diştacı
* Diş
lerin dişetlerinin dı
şı
nda kalan bölümü.

diştaş
ı
* Dişköklerinde oluş an kireçsi taştabaka.
* Dişlerin dişetlerinin dı
şında kalan bölümü.

dişünsüzü
* Dil ucunun üst dişetlerine dokunması
yla oluş
an ünsüz: d, t, c, ç.

diş
budak
* Zeytingillerden, kerestesi sert ve değerli bir ağ
aç (Fraxinus excelsior).
* Bu ağaçtan yapı lmış.

diş
çi
* Diş
, ağ
ız bakı
mıyla ve hastalı
kları
yla uğ
raş
an hekim, dişhekimi.

diş
çik
* Çok küçük diş
.

diş
çilik
* Diş
, ağ
ız bakı
mıyla ve hastalı
kları
yla uğ
raş
an tı
p dalı
, dişhekimliği.

diş
e diş
* iyi, kötü birş
eyin karş
ılı
ğı
nıistemek.

diş
e dokunmak

şe yarar olmak, önemli olmak yerinde ve anlamlıolmak.

diş
e dokunur
* iş
e yarar, belirtilmeye değer, önemli.

diş
eği
* Taş
larıyontmak için kullanı
lan diş
li bir çeş
it çekiç.

diş
eğileme
* Diş
eğilemek iş
i.

diş
eğilemek
* Diş
eği denilen çekiçle değ
irmen taş
ıüzerinde dişyapmak, değ
irmen taş
ını
n diş
lerini bilemek.

diş
eme
* Diş
emek iş
i.

diş
emek
* Dişçı
karmak.

diş
i
* Yumurta oluş turan veya yavru doğuran (birey).
* Hayvan ve bitkilerin, erkeğ i tarafı
ndan döllenecek biçimde oluş muşcinsi.
* Kadı n.
* Kadı na özgü.
* Girintili ve çıkı
ntı lıolmak üzere bir çift oluşturan nesnelerin girintilisi.
* (maden için) Yumuş ak, kolay işlenen.
* Şuh, işveli, çekici.

diş
i bakı
r
* Kolay iş
lenebilen bakı
r.

diş
i demir
* Yumuş
ak demir.

diş
i kliş
e
* Yazı
sıoyma olan kliş
e.

diş
i organ
* Çiçeklerde yumurtalı
ğıiçine alan, döllenme sonucu meyve ve tohumlarıoluş
turacak organ.

diş
il
* Bazıdillerde diş
i sayı
lan (kelime), müennes.

diş
ileş
me
* Diş
ileş
mek durumu.

diş
ileş
mek
* Diş
iye özgü davranı
şta bulunmak.
diş
ileş
tirme
* Diş
ileş
tirmek iş
i.

diş
ileş
tirmek
* Diş
i duruma getirmek.

diş
ilik
* Diş
i cinsten olma durumu.
* Kadına özgü olma durumu.

diş
illeş
tirme
* Diş
illeş
tirmek iş
i.

diş
illeş
tirmek
* Bazıdillerde bir kelimeyi diş
il duruma sokmak.

diş
illik
* Bazıdillerde kelimelerin diş
il olma durumu.

diş
inden tı
rnağ ı
ndan artı rmak
* (para için) yiyecek, giyecek vb. ihtiyaçları
ndan keserek biriktirmek.

diş
indirik

pe ilmik atarak hayvanı
n ağzı
na takı
lan gem.

diş
ine göre
* gücünün yeteceği bir durumda.

diş
ine vurmak
* Isı
rmak, dişlemek.
* Değerini anlamak için kontrol etmek.

diş
ini sı
kmak
* darlı
ğa, sı
kıntı
ya dayanmak, katlanmak.

diş
ini sökmek
* kötülük edemeyecek duruma getirmek.

diş
ini tı
rnağına takmak
* çok büyük güçlüklere, sı

ntı
lara katlanmak; bütün gücünü kullanmak.

diş
inin kovuğ una bile gitmemek
* (yiyecek için) çok az gelmek.

diş
isel
* Şuh.

diş
iyle tı
rnağı
yla
* Bkz. diş
ini tı
rnağ
ına takmak.

diş
lek
* Dişleri dı
şarı
ya doğru çıkık olan (kimse).
* Sözünü geçiren; istediğ
ini yaptı
rabilen (kimse).

diş
leme
* Diş
lemek iş i.
* Dantel biçiminde süsleme.

diş
lemek
* Bir ş
eyin bir parçası
nıı

rmak veya koparmak.

diş
lenme
* Diş
lenmek iş
i.

diş
lenmek
* Dişlemek iş
ine konu olmak, dişle ı
sırı
lmak.
* Tanelenmek, diştutmak.
* Güçlenmek, dediğini yaptı

r olmak.

diş
leri dökülmek
* yaş
lanmak, ihtiyarlamak.

diş
letme
* Diş
letmek iş
i.

diş
letmek
* Diş lemek işini yaptı
rmak.
* Bir şeye dişaçtı rmak.

diş
li
* Dişleri olan.
* Sözünü geçiren, istediğini yaptırabilen güçlü (kimse).
* Dişleri olan çark.
* Kaya balı ğı.
* Ayakkabı cıları
n sayayıkalıba çekmek için kullandıklarıkerpeten gibi bir araç.

diş
li tı
rnaklı
* saldı

cıolan, sözünü geçiren.

diş
lik
* Boksta karş
ılaş
ma sı
rası
nda boksörlerin diş
lerini ve dudakları
nıkorumak için diş
lerine geçirdikleri kauçuk
koruyucu.

diş
siz
* Diş
i olmayan.

diş
sizlik
* Diş
siz olma durumu.

diş
ten artı
rmak
* yiyecek giderlerini kı
sarak para biriktirmek.

ditilmek
* Ditmek iş
i yapı
lmak.

ditiramp
* Eski Yunanlı
ları
n Dionysos ş
erefine okuduklarıtören ş
arkı

.
* Lirik ş
iir.

ditme
* Ditmek iş
i.

ditmek
* Yün, pamuk vb. ni tellere ayı
rarak kabartmak.
* Çok küçük parçalara ayı rmak.

div
* Bkz. dev.

dival
* Altımukavva ile beslenmiş
, üstü sı
rmalı
işleme.

divan
* Yüksek düzeydeki devlet adamları
nın kurduğu büyük meclis.
* Divan edebiyatı
şairlerinin ş
iirlerini topladı
kları
eser.
* Sedir.
* Meclis.

divan durmak (veya el pençe divan durmak)


* saygıgösterilen bir kimse karş
ısı
nda el kavuş
turup ayakta durmak.

divan edebiyatı
* XIII-XIX. yüzyı
llar arası
nda dil, konu, iş
lenişbakı
mından Arap, Fars etkisi altı
nda geliş
mişedebiyat.

divan kalemi
* Sadrazam buyrukları
nın ve fermanları
nın yazı
ldı
ğıyer.

divan sazı
* Meydan sazı
.

divançe
* Küçük divan.

divane
* Deli, kaçı
k, budala.
* Bir ş
eye çok düşkün olan.

divane olmak
* Bkz. deli divane olmak.

divaneleş
me
* Divaneleş
mek iş
i.

divaneleş
mek
* Divane duruma gelmek.

divanelik
* Kaçı
klı
k, delilik.

divanesi olmak
* bir ş
eye çok düş
kün olmak.

divaneye dönmek
* çok üzülmek.

divanhane
* Genişsofa.
* Kubbealtı
.

divanı
âli
* Yüce divan.

divanı
harp
* Askerî mahkeme.

Divanıhümayun
* Osmanlı
larda padiş
ah, sadrazam ve bazıyüksek rütbeli devlet görevlilerinin oluş
turduğu meclis ve meclisin
çalı
ştı
ğıyer.

Divanı
muhasebat
* Sayı
ştay.

divanî
* Divan kaleminden çı
kan ferman, berat gibi belgelerde kullanı
lmı
şolan (yazı
).

divanî kı
rması
* Divanî yazı
nın basitleş
tirilmişbir türü.

divik
* Akkarı
nca, termit.

divit
* Genellikle kuş
ak arası
nda taş
ını
lan ve kalemliğ
i ile hokkasıbir arada olan yazıtakı
mı.

divitin
* Bir yüzü havlu, pamuklu veya yünlü kumaş
.

divlek
* Kalı
n kabuklu olgun kavun.

diyabaz
* Feldspatlardan bir plâjiyoklâz ile ojitten oluş
muşyeş
il renkli bir kütle.

diyabet
* Şeker hastalı
ğı
,şeker.

diyabet bilimi
* Şeker hastalı
ğı
nıinceleyen bilim dalı
.

diyabet uzmanı
* Şeker hastalı
ğıalanı
nda uzmanlaş
mışhekim.

diyabetik
* Şeker hastalı
ğıile ilgili.

diyabetolog
* Diyabet uzmanı
.

diyabetoloji
* Diyabet bilimi.

diyafram
* Göğüs ve karı n boşlukları
nıbirbirinden ayı
ran ince ve genişkas.
* Bir ışı
k demetinde uçtaki ı
şı
klarıtutmak ve optik cihazlarda daha net bir görüntü elde etmek için çapı
ayarlanabilir ı
şı
k geçirmez levha.

diyagonal
* Kenarları
na oranla eğ
rilemesine dokunmuşkumaş
.
* Köşegen.

diyagram
* Herhangi bir olayı
n değişimini gösteren grafik.
* Bir çiçeğ
in bütün ayrı
ntıları
nıgösteren taslak.

diyaklâz
* Yer altı
ndaki bası
nç ve gerilim dolayı

yla, taşkütlelerinin yer değiş
tirmeden çatlayı
p yarı
lması
, çatlak.

diyakoz
* Hristiyanlı
kta papazı
n yardı
mcı
sıolan din adamı
.

diyakroni
* Art zamanlı
k.

diyakronik
* Art zamanlı
.

diyalâj
* Piroksen cinsinden, doğ
al kalsiyum, magnezyum ve demir silikatı
.
diyalekt
* Lehçe.

diyalektik
* Gerçekliği ve onun çeliş
melerini incelemeye yarayan ve bu çeliş
meleri aş
maya yarayan yollarıaramayı
öngören akı l yürütme yöntemi.

diyalektikçi
* Diyalektik yöntemini uygulayan kiş
i.

diyalektolog
* Diyalektoloji uzmanı
.

diyalektoloji
* Lehçe bilimi.

diyalel
* Bir önermeyi baş
ka bir önerme ile tanı
tlamak yoluyla yapı
lan sofizm, üstü örtülü bir tür kı

r döngü.

diyaliz
* Bazıcisimlerin gözenekli zarlardan geçebilmesi temeline dayanan bir çözümleme veya arı
tma yöntemi.

diyalog
* Karşı
lıklıkonuşma.
* Oyun, roman, hikâye gibi eserlerde iki veya daha çok kimsenin konuş
ması
.
* Konuş maya dayanılarak yazılmı şeser.
* Anlaşma, uyum sağ lama veya bu yolda çalı şma.

diyalog kurmak
* anlaş
ma ve uyum sağlayacak yolda karş
ılı
klıkonuş
mak.

diyanet
* Din kuralları
na tam bağlıolma durumu.
* Din.

diyanet iş
leri
* Dinle ilgili iş
ler.

diyapazon
* Titreş
tirilince ana seslerden birini veren, U biçiminde, küçük bir çelik araç.

diyapozitif
* Saydam bir yüzey üzerine alı
nmı
ş, projeksiyonda kullanı
lmaya özgü, pozitif görüntü, slâyt.

diyar
* Ülke.
* Dünya.

diyarı
gurbet
*İ ş, eğ
itim vb. sebeplerle göç edilen yabancı
yer.

diyastaz
* Niş
astayıdekstrin ve glikoz durumuna getiren, tükürükte ve pankreası
n salgı

nda bulunan bir enzim.

diyastol
* Sistolden sonra karı
ncı
kları
n geniş
lemesi.

diyatome
* Silisli sert kabuklarıolan ve fosilleri, kalı
n yer katmanlarıoluş
turan bir algler familyası
.

diye
*İki cümleyi sebep bildirerek birbirine bağlar.
* Herhangi bir yargı
ya vararak, niteleyerek, sanarak, diyerek.
* Adlı.

diye diye
* Söyleyerek.

diyecek
* Söylenecek söz.

diyecek yok
* eleş
tirilecek bir yanıyok, söz yok.

diyet

slâm hukukunca öldürme ve yaralamalarda suçlunun ödemek zorunda olduğ
u para veya mal.

diyet
* Perhiz, rejim.

diyet peyniri
* Tuzsuz ve yağ
ıalı
nmı
şbir peynir türü.

diyetetik
* Kötü beslenmenin yol açtı
ğıhastalı
kları
, yiyeceklerin besin değ
erlerini inceleyen sağlı
k bilgisi dalı
.

diyetisyen
* Diyet uzmanı
.

diyez
* Bir sesin yarı
m ton inceltileceğ
ini gösteren nota iş
areti.
* Böylece inceltilmiş(ses).

diyoptri
* Optik sistemlerin yakı
nsaklı
k birimi.

diyorit
* Özellikle plâjiyoklazdan oluş
an, saydam, üstü tanecikli derinlik kayacı
.

diz
* Kaval, baldı
r ve uyluk kemiğ inin birleş
tiğ
i yer.
* Oturulduğ unda uyluğ un üst yanı.

diz ağı

ağı
* Diz kapağı
kemiği.

diz bağı
* Dizde çorabı
n tutturulduğ
u bağ.

diz boyu
* Dize kadar.

diz çökmek
* dizlerini yere koyarak oturmak.
* Bkz. dize gelmek.

diz dize
* Dizleri birbirine değ
ecek biçimde birbirine yakı
n (oturmak).

diz kapağı
* Dizin diz kapağ
ıkemiğ
i ile kaplıbölümü.

diz kapağı
kemiği
* Dizin önünde bulunan, kapak biçiminde oynar kemik.

diz üstü çökmek


* dizleri yere gelecek biçimde eğ
ilmek veya oturmak.

diz(leri)ini dövmek
* piş
manlık duymak.

dizanteri
* Ağrı

ve kanlıishalle beliren, bağı
rsakta yaralara yol açan bulaş
ıcı
, salgı
n hastalı
k, kanlıbasur.

dizanterili
* Dizanteriye yakalanmı
şolan (kimse).

dizayn
* Çizim.

dizayncı
* Dizayn iş
iyle uğ
raş
an kimse.

dizdar
* Kale muhafı

, kale bekçisi.

dizdirme
* Dizdirmek iş
i.

dizdirmek
* Dizmek iş
ini yaptı
rmak.

dize
* Şiirin satı
rları
ndan her biri, mı
sra.

dize gelmek
* başeğ
mek, boyun eğ
mek.

dize getirmek
* kendisine karş
ıgeleni yenerek buyruğ
una uyacak duruma getirmek.

dizel
* Sı

ştı

lmı
şhava içine püskürtülen yakı
tla çalı
şan motor.

dizeleme
* Dizelemek iş
i.

dizelemek
* Dize durumuna getirmek.

dizeleş
tirme
* Dizeleş
tirmek iş
i.

dizeleş
tirmek
* Dize durumuna getirmek.

dizem
* Bir dizede veya notada vurgu, uzunluk veya ses özelliklerinin, durakları
n düzenli bir biçimde
tekrarlanmasından doğ an ses uygunluğu, tartı
m, ritm.

dizemli
* Dizemli olan, tartı
mlı
, ritmli, ritmik.

dizemsiz
* Dizemi olmayan, tartı
msı
z, ritmsiz.
dizge
* Bir bütün oluş turacak biçimde karşılı
klı
olarak birbirine bağlıögelerin bütünü, manzume, sistem.
* Bir ilkeye veya dünya görüş üne göre düzenlenmişdüş ünceler, bilgiler, öğretiler bütünü, manzume, sistem.

dizgeli
* Dizgesi olan, dizgesel, sistemli, sistematik.

dizgesel
* Dizge ile ilgili, sistemli, sistematik.

dizgesiz
* Dizgesi olmayan, dizgeye bağlıolmayan, sistemsiz.

dizgi
* Bası
m için harfleri, kelimeleri, satı
rları
, sayfalar oluş
turacak biçimde düzenleme, tertip.

dizgi yeri
* Dizgi iş
lerinin yapı
ldı
ğıyer, mürettiphane.

dizgici
* Bası
m evinde dizgi iş
iyle uğ
raş
an kimse, mürettip.

dizgicilik
* Dizgicinin iş
i, mürettiplik.

dizgin
* Gemin uçları
na bağ
lanarak hayvanı
yöneltmeye yarayan kayı
ş.

dizgin vurmak
* dizgin takmak.

dizgine gelmek
* düzelmek, belli bir disipline ve sisteme girmek.

dizginini çekmek
* birinin aş
ırıdavranı
şları
na engel olmak.

dizginini kesmek
* üzerindeki baskı
yıartı
rmak.

dizginleme
* Dizginlemek iş
i.

dizginlemek
* Ata dizgin takmak veya atıyürütmek için dizginini oynatmak.
* Birinin aş
ırıdavranışları
nıönlemek.

dizginlenme
* Dizginlenmek iş
i.

dizginlenmek
* Dizginlemek iş
i yapı
lmak veya dizginlemek iş
ine konu olmak.

dizginleri (ele) vermek


* baş kasını
n yönetimini kabullenmek.

dizginleri ele almak


* yönetimi eline geçirmek.

dizginleri gevş etmek


* birinin üzerindeki baskı
yıazaltmak.
dizginleri koparmak
* her türlü bağve baskı
dan kurtulmak.

dizginleri salı
vermek
* başıboşbırakmak.

dizginsiz
* Dizgini olmayan.
* Aşırıolan, engel tanı
mayan, ölçüsüz.

dizi
* Bir iplik veya tel üzerine dizilmişinci, boncuk gibi ş eylerin oluş turduğ u bütün, sıra.
* Herhangi bir bakı mdan bir bütün oluş turan şeylerin tümü, seri.
* Yan yana, art arda veya zaman sı rası na göre sı
ralanmı şbirbiriyle iliş
kili nesne veya olayların oluşturduğu
bütün sıra.
* Saf durumundaki bir kı tanı
n, birbiri arkasında duran erlerine verilen ad.
* Değerleri artarak veya eksilerek art arda gelen terimler takı mı .
* Aynısöz dizimsel bağlam içinde birbirinin yerini alabilecek olan ve güçlü bir karş ı
tlık bağlantısı
kuran
ögelerin oluş turduğ u bütün, paradigma.
* Dizi film.
* Bir oktavı n içinde sıralanan sekiz sesin bütünü.

dizi (veya dizinin dibi)


* yanıbaş ı.

dizi dizi
* Dizilerek, dizim dizim, diziler durumunda.

dizi film
* Birbirini izleyen ve ayrıbölümlerden oluş
an filmler.

dizici
* Dizgici.

dizilemek
* Dizi durumunda sı
ralamak.

dizili
* Dizilmişolan, sı
ralanmı
ş, mürettep.

diziliş
* Dizilmek iş
i veya biçimi.

dizilme
* Dizilmek iş
i.

dizilmek
* Dizi durumuna getirilmek, dizmek iş
i yapı
lmak.
* Sı
raya girmek.

dizim
* Dizilmek iş i, dizme.
* Söz zincirinde birbirini izleyen ve belli bir birim oluş
turan ögeler birleş
imi, sentagma.

dizim dizim
* Dizilmişolarak, dizi dizi.

dizin
* Bir kitabın veya derginin kiş i, konu, yer adıvb. bakı
mından içindekileri yer numarası
yla belirten ve eserin
arkası
nda yer alan alfabetik liste, indeks, fihrist.
* Belli bir konuda çı kan kitap ve dergideki yazı larla iliş
kiyi sağ
layan ve ayrı
bir kitap veya süreli yayı
n
biçiminde çıkan eser.
* Kitaplı k, belge vb. için düzenlenen belli bir bilginin veya belgenin bulunduğ u yeri gösteren düzenli liste.

dizini dövmek
* çok piş
man olmak.

diziş
* Dizmek iş
i veya biçimi.

dizleme
* Dizlemek iş
i.

dizlemek
* Dize kadar batmak.
* Dizini kullanarak bastı
rmak.

dizleri kesilmek (veya tutmamak)


* dizlerinde derman, güç kalmamak.

dizlerine kapanmak
* çok yalvarmak.

dizlerine kara su inmek


* beklemekten veya yorgunluktan güçsüz kalmak.

dizlerinin bağıçözülmek
* korkudan ayakta duramayacak duruma gelmek.

dizlik
* Dize, korumak amacı yla geçirilen ş
ey.
* Dize kadar uzanan konçlu çorap.
*İ ç donu.
* Şalvar.
*İ şönlüğü.

dizme
* Dizmek iş
i.

dizmek
* Bazınesneleri ipliğe, tele vb. ne geçirmek.
* Yan yana veya üst üste sı ralamak.
* (bası
m evinde) Harfleri yan yana getirerek yazıdüzenlemek.
* Düzenlemek, hazı rlamak.

dizmen
* (bası
m evinde) Dizgici, mürettip.

dizüstü
* Dizler üzerinde durabilen veya dizler üzerine konduğunda çalı
ştı

labilen araç.

dizyem
* Sı
cakölçerde santigradı
n onda biri.

do
* Gam (II) dizisinde "si" ile "re" arası
ndaki ses.
* Bu sesi gösteren nota iş
areti.

do anahtarı
* Portenin üzerine çizilen ve o çizgideki notaya adı
nıveren anahtar.

dobra dobra
* Sakı
nmadan, çekinmeden (söylemek, konuş
mak).

doçent
* Üniversitelerde profesörden önceki basamakta bulunan öğretim üyesi.

doçentlik
* Doçent olma durumu.
* Doçentin görevi.

Dodurga
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

dogma
* Doğruluğu sı
nanmadan benimsenen, bir öğretinin veya ideolojinin temeli yapı
lan sav, nas.

dogmacı
* Dogmacı

kla ilgili.
* Dogmacı

k yanlı sıolan kimse.

dogmacı lı
k
* Öne sürülen öğ
reti ve ilkeleri eleş
tirmeden doğ
ru olarak benimseyen ve benimsediğ
i var sayı
mlardan katı
bir yöntemle önermeler türeten anlayı ş, dogmatizm.

dogmalaş
tırma
* Dogmalaş

rmak iş
i.

dogmalaş
tırmak
* Bir inancıdogma durumuna getirmek.

dogmatik
* Deney bilgisini, deneye dayanan kanı tlarıhiçe sayarak, kanılarınıinanç öğ retilerinden çı
karan (düş
ünce
biçimi).
* Felsefe ve din dogmaları nı
n bilimsel (mantı ksal) ve sı
ralıbir yolla ortaya konuluş u.

dogmatik felsefe
* Eleş
tirmeciliğ
in ve kuş
kuculuğun tersine olarak, her türlü inkâr ve kuş
kunun üstünde tutulan birtakı
m
ilkeleri benimseyen felsefe.

dogmatizm
* Dogmacı

k.

doğa
* Tabiat.
*İ nsan eliyle büyük değ
işikliğ
e uğ
ramamı
şdoğ
al güzelliklerini koruyan, genellikle ş
ehir dı
şıkesim.

doğa bilgisi
* Tabiat bilgisi.

doğa bilimci
* Tabiatı
n çeş
itli özellikleri üzerinde çalı
şan, araş

rma yapan, tabiatçı
.

doğa bilimcilik
* Doğa bilimcisinin iş
i, uğraş
ısı
.

doğa bilimleri
* Tabiat bilimleri, olaylarıve yasalarıolan fizik, kimya, gök bilimi gibi bilimler.

doğa dı
şı
* Doğaya aykı

, tabiata aykı

, gayritabiî.

doğa ötesi
* Duyuları mızla algı layamadı
ğ ımı z varlıkların sebeplerini ve temellerini araş
tıran felsefe, fizik ötesi,
metafizik.
* Akıl ve sezgiyle elde edilen ilk ilkeleri veya mutlak bilgiyi konu alan felsefe, fizik ötesi, metafizik.
* Bu felsefeyle ilgili olan.

doğa yasası
* Doğa olayları

n bağ
lıolduğ
u yasa.

doğacak
* Gelecek.

doğacı
* Doğacı

k yanlı
sıolan, natürist.

doğacı

k
* Toplumsal kuruş
ları
n ve yaş
ayı
şbiçiminin doğaya dönük olması
nıamaç edinen öğ
reti, natürizm.

doğaç
* Şiir veya sözü birdenbire, düş
ünmeden, içine doğduğ
u gibi söyleme, irtical.

doğaçlama
* Doğaçlamak iş i.
* O anda, birdenbire.

doğaçlama tiyatro
*İ çten geldiğ
i gibi, irticalen gerçekleş
tirilen oyun.

doğaçlamak
*İçten gelerek söylemek, irticalen dile getirmek.
* O anda şiir söylemek, irticalen ş
iir söylemek.

doğaçtan
* Birdenbire, düş
ünmeden, içine doğduğ
u gibi (söylemek, konuş
mak), irticalen.

doğal
* Tabiî.
* Tabiatın düzenine ve gereklerine uygun, tabiî.
* Kendiliğinden, insan eliyle yapı
lmamış.

doğal ayıklanma
* Darwin'e göre doğ ada ve toplumda canlı türlerin arasındaki var olma savaşı
nıen güçlülerin, çevreye en iyi
uyabilenlerin kazandı
kları
nı; güçsüzlerin, çevreye uyamayanları n ise ortadan kalktı
kları
nısavunan öğ reti.

doğal coğ
rafya
* Fizikî coğ
rafya.

doğal gaz
* Yer kabuğ unun içinde bulunan, yakı t olarak önem sıralamasında ham petrolden sonra ikinci sı rayıalan ve
petrolün bir cinsi olan yanıcıgaz.
* Hidrokarbon rezervuarısahaları nda açılan kuyulardan elde edilen, esas itibarıyla metan gazıile az miktarda
propan, bütan gibi daha ağ ır moleküllü hidrokarbon gazlarıve eser miktarda su buharı , hidrojen, karbondioksit ve
azot karı
ş ı
mıgaz.
* Konutlarda ve işyerlerinde ı sı
nma, üretim ve enerji amacıyla belli bir merkezden kontrollü olarak bir
şebeke sistemiyle dağ ıtı
lan yanıcıgaz.

doğal gaz enerjisi


* Doğal gazdan elde edilen enerji.

doğal sayı
* 1, 2, 3, ... sayı
ları
ndan her biri.

doğalcı
* Doğalcı

k yanlı
sıolan, natüralist.

doğalcı

k
* Gerçeğin doğaya uygun biçimde yansıtılmasınıamaçlayan sanat akı
mı, natüralizm.
* Gerçeğin yalnı
z doğa ile açı
klanması
, natüralizm.

doğallaş
ma
* Doğallaş
mak iş
i.

doğallaş
mak
* Doğal duruma gelmek, tabiîleş
mek.

doğallaş

rma
* Doğallaş

rmak iş
i.

doğallaş

rmak
* Doğal duruma getirmek, tabiîleş
tirmek.

doğallı
k
* Doğal olma durumu, tabiîlik.

doğan
* Kartalgillerden, küçük kuş
, fare vb. ile beslenen ve alı
ştı

larak kuşavı
nda kullanı
lan yı
rtı
cıbir kuş(Falco).

doğancı
* Avcıdoğ
an yetiş
tiren veya doğanla avlanan kimse.

doğancı

k
* Doğancı
nın iş
i veya mesleğ
i.

doğasever
* Doğanı
n kirlenmesine ve tahrip edilmesine karş
ıçı
kan (kimse).

doğaüstü
* Doğa yasaları
na uymayan, doğ
a yasaları
yla açı
klanamayan, tabiatüstü.

doğaüstücülük
* Doğa yasaları yla açı
klanamayan olayları
n ve gerçeklerin varlı
ğı
na inanmak gerektiğini ileri süren öğ
reti,
sürnatüralizm, tabiatüstücülük.

doğduğ
una bin piş man
* bezgin.
* tembel.

doğduğ
una pişman etmek
* Bkz. anası
ndan doğduğ
una piş
man etmek.

doğduğ
una pişman olmak
* aş
ırıüzülmek, olağ
anüstü sı

ntı
da olmak, eziyete uğramak.

doğdurma
* Doğdurmak iş
i.

doğdurmak
* (Güneş
, Ay, yı
ldı
z için) Doğması
nısağ
lamak.
* Doğuncaya kadar beklemek.

doğma
* Doğmak durumu.
* Doğmuş .
* Dünyaya gelme.
doğma büyüme
* Herhangi bir yerde doğ
up yetiş
miş
.
* Baş
langı
çtan beri.

doğmaca

çten geldiğ
i gibi, irticalen, doğ
açlama.

doğmak
* Dünyaya gelmek.
* (Güneş , Ay, yı
ldız) Ufuktan yükselerek görünmek.
* Ortaya çıkmak, sonucu olmak.
* (düşünce, hayal gibi ş
eyler için) Zihinde birdenbire oluş
mak.

doğram
* Doğrama sonucu ortaya çı
kan parça.

doğram doğ ram


* Paramparça, darmadağı
n.

doğrama
* Doğramak iş i.
* Bir yapı
nın kapı, pencere, dolap, raf gibi ağaç, metal veya plâstik bölmeleri.

doğramacı
* Ahş
ap doğ
rama yapan kimse.

doğramacı

k
* Doğramacıolma durumu veya doğ
ramacı
nın sanatı
.

doğramak
* Keserek parçalamak.

doğranma
* Doğranmak iş
i.

doğranmak
* Kesilmek, parça parça edilmek.
* Kesilir gibi ağ
rımak.

doğratma
* Doğratmak iş
i.

doğratmak
* Doğramak iş
ini yaptı
rmak.

doğrayı
ş
* Doğramak iş
i veya biçimi.

doğru
* Bir ucundan öbür ucuna kadar yönü değ işmeyen, eğri ve çarpı
k karş
ıtı
.
* Gerçek, yalan olmayan.
* Akla, mantı ğa uygun.
* Yasa, yöntem ve ahlâka bağlı , dürüst, namuslu.
* Gerçeğe veya kurala uygun.
* Gerçek, hakikat.
*İ ki nokta arasındaki en kı
sa çizgi.
* Yanlışsız, eksiksiz.
* Hiçbir yöne sapmadan, dosdoğru, doğ ruca.
* Karş ıyönünce.
* (zaman anlatan kelimelerden sonra) Yakı n, yakı
nları
nda.

doğru açı
* 180 derecelik açı
.

doğru akı
m
*İletken bir devre üzerinde yön değ
iştirmeyen sürekli elektrik akı
mı.

doğru bulmak
* uygun görmek, onamak.

doğru çı
kmak
* gerçek olduğu anlaş
ılmak.

doğru doğru dosdoğru


* en doğrusu ş
udur ki.

doğru durmak
* dik durmak.
* uslu durmak.

doğru dürüst
* Tam olarak, eksiksiz olarak, istenildiğ
i gibi, kusursuz, yanlı
şsı
z.

doğru orantı

* Birbirine bağlıolan ve biri artı
nca öteki de artan iki büyüklük arası
ndaki bağ
ıntı
.

doğru oturmak
* uslu oturmak.

doğru parçası
* Doğru üzerinde iki nokta ile sı
nırlanmı
şparça.

doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar


* doğ ru olmakla birlikte baş
kaları
nın iş
ine gelmeyen sözleri söyleyenlerin sevilmediğ
ini anlatı
r.

doğru yol
* Her türlü kötülükten uzak olan tutum.

doğruca
* Doğruya yakı n.
* Hiçbir yöne sapmadan; dolaylıolmayarak, dolaş
mayarak.

doğrucu
* Her ş
eyin doğ
rusunu söylemeyi huy edinmişolan (kimse).

doğrucu davut
* her ş
eyin doğrusunu yapmayıveya söylemeyi huy edinmişkimseler için kullanı

r.

doğruculuk
* Doğrucu olma durumu.
* Bir insanı
n söz ve hareketleriyle kanaat ve inançları

n, düş
ünüş
ünün uyuş
ması
.

doğrudan
* Aracı

z.

doğrudan doğruya
* Dolaysız, araçsı
z, araya baş
ka bir ş
ey girmeden, resen.

doğrulama
* Doğrulamak iş i, teyit, tasdik.
* Bir var sayı
mın doğruluğ unu denetlemek için, deney ve mantı
kî tanı
tlama yoluyla yapı
lan iş
lemlerin
bütünü.

doğrulamak
* Bir şeyin doğ
ru olduğunu ortaya koymak, desteklemek, teyit etmek, tasdik etmek.
* Bir önermenin doğruluğunu veya yanlı
şlı
ğınıbelirlemek amacı yla olaylarıinceleyip araş

rmak.

doğrulanma
* Doğrulanmak iş
i.

doğrulanmak
* Doğrulamak iş
ine konu olmak veya doğ
rulamak iş
i yapı
lmak.

doğrulma
* Doğrulmak iş
i.

doğrulmak
* Eğ ik veya eğ ri bir ş
ey, düz bir duruma gelmek.
* (oturan veya yatan bir kimse için) Toparlanmak, dik bir duruma gelmek.
* (para için) Sağlanmak, kazanı lmak.
* Yönelmek.
* Yeniden güçlenmek, kalkı nmak.

doğrultma
* Doğrultmak iş
i.

doğrultmaç
*İ ki yönlü bir dalgalıakı
mı, bir yönlü doğ
ru akı
ma çevirmeye yarayan aygı
t, redresör.

doğrultmak
* Doğrulması nısağlamak, doğru duruma getirmek.
* Düzeltmek.
* Yöneltmek.
* Yön bulmak.
* (para için) Sağlamak, kazanmak.

doğrultman
* Bir nokta veya bir çizginin hareketine az veya çok yön vererek bu hareketi yöneten şey.
* Çizgi oluş
turan noktanı n veya yüzey oluş turan çizginin yönelmesi gereken doğrultuyu gösteren çizgi veya
düzlem.

doğrultu
* Yön, istikamet.
* Tutulan, izlenen yol.
* Paralel olmayan iki sonsuz doğ
ruyu birbirinden ayı
rt ettiren durum veya belli bir sonsuz doğrunun
belirttiğ
i tek yol, istikamet.

doğrulu
* Bir doğ
ru boyunca, olan, müstakim.

doğruluk
* Doğru olma durumu, doğ ru olana yakışı
r davranı
ş, dürüstlük.
* Düşüncenin gerçekle uyuşması; yargıve önermelerin gerçeğe uygun olması
.

doğrulum
* Yönelim, tropizm.

doğrusal
* Bir doğru ile ilgili olan; bir doğruyu izleyen.
* (bir doğrunun denklemi birinci dereceden olduğu için) Birinci derece ifadelerine, genel olarak verilen sı
fat.

doğrusu
* Gerçeği söylemek gerekirse, gerçek ş
u ki.

doğu
* Güneş
in doğ
duğu ana yön, gün doğusu, ş
ark, maş

k.
* Bulunulan yere göre güneş in doğ duğu yönde kalan bölge.
* Avrupa'ya göre Asya ve Kuzeydoğ u Afrika'nı
n bir bölümü.
* Bu yönle ilgili, bu yönde olan, şarkî.
* Güneş'in 21 Mart ve 23 Eylülde doğ duğu yön.

doğu bilimci
* Doğu bilimi uzmanı
,şarkiyatçı
, müsteş
rik, oryantalist.

doğu bilimi
* Avrupa'ya göre doğuda yer alan ulusları
n dillerini, tarihlerini, kültür ve törelerini inceleyen bilim, ş
arkiyat,
oryantalizm.

Doğ
u Bloku
* Doğu Avrupa ülkelerinin II. Dünya Savaş
ı'ndan sonra oluş
turduğ
u, 1990'lı
yıllarda dağ
ılan siyasî blok.

doğu kayı

* Doğu bölgelerinde yetiş
en bir tür kayı
n ağ
acı
.

doğu noktası
* Güneşçemberi merkezinin 21 Mart ve 23 Eylülde ufkunda doğduğu nokta.

Doğ
u Türkçesi
* Hazar Denizi'nin ve Türkmenistan'ı
n doğusunda kalan Türklerin kullandı
ğıdil.

doğulu
* Doğu ülkelerinden olan veya doğ
u uygarlı
ğı
nıbenimsemiş(kimse), ş
arklı
.

doğululaş
ma
* Doğululaş
mak iş
i.

doğululaş
mak
* Doğu yaş
ayı
şı
nıbenimsemek.

doğululuk
* Doğulu olma durumu, ş arklılı
k.
* Doğu ahlâk, görenek ve geleneklerine bağ
lıolma durumu.

doğum
* Doğmak fiili, tevellüt, velâdet.
* Bir kimsenin doğduğ u yıl.

doğum evi
* Doğum yapı
lan sağlı
k kuruluş
u.

doğum günü
* Bir kimsenin doğduğ
u gün.

doğum ilmühaberi
* Çocuk doğunca resmî görevlilerce hazı
rlanan belge.

doğum kontrolü
* Doğumları
n sı
nırlandı

lması
veya istemeyerek gebe kalmanı
n önlenmesi için uygulanan yöntemlerin
bütünü.

doğum odası
*İçinde doğum yapı
lan hastahane odası
.

doğum oranı
* Bir ülkedeki doğ
umları
n sayı
sal durumu.

doğum sancısı
* Doğum yaparken duyulan sancı
.
* Yeni bir duruma geçilirken çekilen zorluklar.

doğum tarihi
* Bir kimsenin doğduğ
u tarih.

doğum yapmak
* doğ
urmak.

doğum yeri
* Bir kimsenin doğduğ
u köy, ilçe veya ş
ehir.

doğumhane
* Doğum evi.

doğumlu
* Belirli bir yı
lda doğmuş
, tevellütlü.

doğumsal
* Doğumdan, soydan gelen.

doğuranlar
* Hayvanları
n yavru doğurma yoluyla üreyen sı
nıfı
.

doğurgan
* Çok doğuran.
* Çok eser veren, velût.

doğurganlaşma
* Doğurganlaş
mak iş
i veya durumu.

doğurganlaşmak
* Doğurgan duruma gelmek.

doğurganlaştı
rma
* Doğurganlaş

rmak iş
i veya durumu.

doğurganlaştı
rmak
* Doğurgan duruma getirmek.

doğurganlı
k
* Çok doğurma durumu, doğ
urgan olma durumu.

doğurgu
* Ortaya çı
kan sonuç.

doğurma
* Doğurmak iş
i.

doğurmak
* Yavru dünyaya getirmek, doğum yapmak.
* Ortaya çı
kmasına yol açmak, sebep olmak.

doğurtma
* Doğurtmak iş
i veya durumu.

doğurtmak
* Doğurması
nısağlamak, doğurması
na yardı
m etmek.

doğurucu
* Doğurmasınısağlayan.
* Yeni düş
ünceleri ortaya koyan (kimse).
doğuruş
* Doğurmak iş
i veya biçimi.

doğuş
* Doğmak iş
i veya biçimi.

doğuş
tan
* Doğumla beraber (gelen), yaradılı
ştan, fı
trî.
* Kiş inin doğduğ
u andan beri var olan, öğrenilmişş
eylerin sonucu olmayarak, doğ
uşla birlikte gelen,
yaradı

ştan, fı
trî.

doğuştancılık
* Herhangi bir canlıtürünün yapı sal ve görevsel geliş iminde yaş
antı
, öğrenme gibi edinilmişfaktörlere değ
il,
kalı

mla ilgili olanlara ağ
ırlı
k ve öncelik veren görüş , fı
triye, nativizm.

dok
* Gemilerin yükünün boş altı
ldığı veya onarı
ldı
ğ ı
, üstü örtülü havuz.
* Ticaret malları
nısaklamak için rıhtı
mda yapılan büyük depo.

doksan
* Seksen dokuzdan sonra gelen sayı
nın adıve bu sayı
yıgösteren rakam, 90, XC.
* Dokuz kere on, seksen dokuzdan bir artı
k olan.

doksan (veya kırk, seksen) kapı


nın ipini çekmek
* birçok yere uğramak.

doksanar
* Doksan sı
fatı
nın üleş
tirme biçimi, her birine doksan, her defası
nda doksanıbir arada olan.

doksanı
ncı
* Doksanı
n sı
ra sı
fatı
, sı
rada seksen dokuzuncudan sonra gelen.

doksanlı
k
*İçinde doksan tane bulunan.
* Doksan yaşı
nda olan.

doktor
* Hekim.
* Bir fakülteyi veya bir yüksek okulu bitirdikten sonra belli bir bilim dalı
nda en yüksek öğrenim basamağı
na
vardı
ğı
nı, geçirdiği özel sı
navla ve baş arı

bir eserle gösterenlere verilen unvan.

doktor doktor dolaşmak (veya gezmek)


* tedavide çabuk ve kesin sonuç almak ümidiyle birçok doktora baş
vurmak.

doktora
* Doktor unvanı nıkazanmak için verilen sı nav.
* Bir fakülte veya yüksek okulu bitirdikten sonra o bilim dalı
nda sı
nav ve bilimsel bir eserle eriş
ilen derece,
basamak.

doktoralı
* Doktorasıolan.

doktorası
z
* Doktorasıolmayan.

doktorluk
* Hekim olma durumu, hekimlik, tabiplik.
* Doktor olma durumu.

doktrin
* Öğreti.
doktrinci
* Doktrinle ilgili (kimse veya görüş
).

doku
* Bir vücudun veya bir organı
n yapıögelerinden birini oluş
turan hücreler bütünü, nesiç.
* Bir bütünün yapı
sıve özelliğ
i.

doku bilimci
* Doku bilimiyle uğraş
an kimse, bilgin.

doku bilimi
* Canlı
lardaki dokuları
n oluş
um, evrim ve birleş
imini inceleyen bilim dalı
, histoloji.

doku bozukluğu
* Yara, darbe, iltihap, ur gibi sebeplerle bir organda ortaya çı
kan bozukluk, yı
pranma, lezyon.

dokuma
* Dokumak iş i, mensucat, tekstil.
* Kumaşolabilen, kumaşyapı labilen.
* Tezgâhta dokunarak elde edilen (kumaş ).
* Minder örtüsü, yatak kı

fıgibi ş eyler için kullanı
lan ve boyalı
pamuk ipliğinden dokunan bez.
* Yapı, oluş
um.

dokuma tezgâhı
* Dokuma iş
inin yapı
ldı
ğımakine veya araç.

dokumacı
* Dokumacı

k yapan kimse.

dokumacı
lık
* Kumaşdokuma iş i, sanatıveya dokuma ticareti, tekstil.
* Dokuma sanayii.

dokumahane
* Dokuma tezgâhları

n bulunduğu ve çalı
ştı
ğıyer.

dokumak
* Tezgâhta ipliği, çözgü ve atkıdurumunda kullanarak kumaşyapmak.
* En ince noktaları na kadar özen göstererek, emek vererek ortaya çı
karmak.
* Ağacın yemiş lerini sı

kla vurarak indirmek.

dokumalı
* Dokumasıolan.
* Dokunmuş.

dokunaç
* Birçok omurgası
z hayvanı
n baş
ında bulunan, dokunmaya, tutmaya yarayan hareketli uzantı
.

dokunaklı
* Etkili, insanı
n içine iş
leyen, müessir.

dokunaklı
lık
* Dokunaklıolma durumu.

dokunca
* Kötülüğ e yol açan, sağ

ğıbozan.
* Zarar, yı
kım, tahrip.

dokunca görmek
* zarara uğ
ramak, harap olmak.

dokuncalı
* Dokuncasıolan, zararlı
.

dokuncasız
* Dokuncasıolmayan, zararsı
z.

dokundurma
* Dokundurmak iş
i.

dokundurmak
* Dokunması nısağlamak.
* Bir ş
eyi üstü kapalıve sitem yollu hatı
rlatmak, tariz etmek.

dokunma
* Dokunmak (I) iş
i, temas.

dokunma
* Dokunmak (II) iş
i.

dokunma duyusu
* Deri üzerine yapı
lan değ
me, vurma, bastı
rma, çekme gibi etkileri alan duyu.

dokunmabana
* Kanser.

dokunmak
* Nesnelerin sı caklı
k, soğukluk, sertlik, yumuş aklık gibi türlü niteliklerini derinin altı
ndaki sinir uçları
aracı

ğı
yla duymak, değmek, el sürmek, temas etmek.
* Karı ştırmak.
* Almak, kullanmak, el sürmek.
* Sağlı ğınıbozmak.
* Tedirgin etmek, sataş mak.
* (iyilik, kötülük gibi kavramlarda) Olmak.
* (insan için) İ çine işlemek, duygulandı rmak, etkilemek, koymak, batmak.
*İ lişkin, ilgili olmak, değinmek.
* Hafifçe değ mek.
* Onur, anlayı şvb. ile uyuşmaz bir durum ortaya çı kmak.

dokunmak
* Dokumak iş
i yapı
lmak.

dokunmatik
* Dokunma ile çalı
şan makine.

dokunsal
* Dokunum ile ilgili olan.

dokunulma
* Dokunulmak iş
i.

dokunulmak
* Dokunmak iş
ine konu olmak.

dokunulmaz
*İliş
ilmez, el sürülmez, taarruzdan korunmuş
.
* Hiçbir biçimde eleş
tirilemez.

dokunulmazlı ğ ı
nıkaldırmak
* iliş
ilmez olma durumunu, masuniyetini saymamak.

dokunulmazlık
* Dokunulmaz, ilişilmez, karı
şılmaz olma durumu, masuniyet.
* Anayasa veya uluslar arası
gelenekler gereğ
ince, kiş
ilere tanı
nan iliş
mez olma durumu veya ayrı
calı
k.
dokunum
* Çevremizdeki nesnelerin sı
caklı
k, soğ
ukluk, sertlik, yumuş
aklı
k gibi niteliklerini derimiz aracı

ğı
yla bildiren
duyarlı
k yeteneği, lâmise.

dokunuş
* Dokunmak (I) iş
i veya biçimi, temas.

dokunuş
* Dokunmak (II) işi veya biçimi.
* Dokunma ipliklerinin çaprazlama biçimi.

dokurcuk
* Desenli veya yollu dokunmuşyün kumaş
.

dokurcun
* Ot veya ekin yığ
ını
, tokurcun.
* Dokuztaşoyunu.
* Çizgili ş
ayak kumaş.

dokutma
* Dokutmak iş
i.

dokutmak
* Dokumak iş
ini yaptı
rmak.

dokuyucu
* Dokumacı
.

dokuyuş
* Dokumak iş
i veya biçimi.

dokuz
* Sekizden sonra gelen sayı

n adıve bu sayı
yıgösteren rakam, 9, IX.
* Sekizden bir artı
k olan.

dokuz ayı
n çarşambası bir araya gelmek
* birçok işbirden ortaya çıkı
p sı
kış
ık bir durum yaratmak.

dokuz babalı
* Babasıbelli olmayan birçok erkekle düş
üp kalkan bir anadan doğ
ma.

dokuz canlı
* Çok sağ
lam, kolay kolay ölmeyen.

dokuz doğurmak
* merakla, heyecanla, sabı
rsı
zlı
kla beklemek.

dokuz körün bir değneği


* birçok kimsenin tek yardı
mcı

, tek dayanağ
ı.

dokuz köyden kovulmuş


* geçimsizliğ
i veya baş
ka davranı
şlarıyüzünden birçok yerden atı
lmı
ş.

dokuz yorgan eskitmek (veya paralamak)


* çok uzun yaşamak.

dokuzaltmışbeş
* Bkz. dokuzaltmı
şbeş
lik.

dokuzaltmışbeş lik
* Bir tabanca türü.
dokuzar
* Dokuz sayı

nın üleş
tirme biçimi, her birine dokuz, her defası
nda dokuzu bir arada olan.

dokuzgen
* Dokuz kenarıolan çokgen.

dokuzlu
* Dokuz parçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden dokuz tane bulunan.
* Üzerinde dokuz iş
areti bulunan iskambil kâğı
dı.

dokuztaş
* Dokuz taş
la oynanan ve taş
ları
n yerleri ile yürütme yollarıçizgilerle gösterilen oyun, dokurcun.

dokuzuncu
* Dokuz sayı

nın sı
ra sı
fatı
, sı
rada sekizinciden sonra gelen.

doküman
* Belge, vesika.

dokümantasyon
* Belgeleme, bir çalı
şma için gerekli belgeleri arama ve sağ
lama, belgelere dayandı
rma.

dokümanter
* Belgesel.

dolaba girmek (veya gelmek)


* aldatı
lmak, oyuna gelmek.

dolabıbozulmak
* kurduğu işdüzeni bozulmak.

dolak
* Tozluk yerine bacaklara ayak bileğ
inden dize kadar dolanan ensiz ve uzun kumaşparçası
.
* Başörtüsü, yazma.
* Boyun atkısı.

dolaksı
z
* Dolağ
ıolmayan, büzgüsü bulunmayan.

dolam
* Dolamak iş inin her defası.
* Bir kez dolanacak miktar.

dolama
* Dolamak iş i.
* Tırnak yöresindeki yumuş ak bölümlerin, bazen de kemiğin iltihaplanması
ndan ileri gelen ağrı
lış

.
* Giysilerin üstüne giyilen, önü açı k bir tür üstlük.
* Başa sarı lan bir çeş
it örtü, poşu, sarı
k.
* Çeş itli eserlerdeki barok ve rokoko üslûbunda iç içe süsleme motifi.

dolama otu
* Dolama otugillerden, çiçekleri küçük, yeş
il veya beyaz bir bitki (Paronychia serpilifolia).

dolama otugiller
*İ ki çeneklilerden, örnek bitkisi dolama otu olan ve içine kası
k otunu da alan karanfilgillerin alt familyası
.

dolamak
*İ plik, ş
erit, tel gibi nesneleri bir ş
eyin üzerine döndürerek sarmak.
* Sarmak, kavuş turmak.

dolambaç
* Dolanarak giden, dönerek uzanan yolun kı
vrı
ntı

.
*İ ç kulak.
* Baş lı
k.

dolambaçlı
* Dolambacı olan.
*İçinden zor çı
kılır, çapraş
ık.

dolambaçsız
* Dolambacı olmayan.
* Açı
k, doğrudan doğruya olan.

dolamı
k
* Bir tür ağ, bir tür avcıtuzağı
.

dolan
* \343 yalan dolan.

dolan taş
ı
* Mineralleri gözle görülebilen, benekli ve yeş
ilimtı
rak renkli gabro ile bazalt arasıpüskürük kütle.

dolandı


* Birini aldatarak mal veya parası
nıalan (kimse).

dolandı



k
* Dolandı

cıolma durumu veya dolandı


ya yakı
şı
r iş
.

dolandı

lış
* Dolandı

lmak iş
i veya biçimi.

dolandı

lma
* Dolandı
rmak iş
ine konu olmak.

dolandı

lmak
* Dolandı
rmak iş
ine konu olmak.

dolandı

ş
* Dolandı
rmak iş
i veya biçimi.

dolandı
rma
* Dolandı
rmak iş
i.

dolandı
rmak
* Birini aldatarak parası
nıveya malı
nıelinden almak.
* Dolaş tırmak.

dolanıdolanı
* Dolanarak, gezerek.

dolanı
m
* Tedavül, sirkülâsyon.

dolanı
ş
* Dolanmak iş
i veya biçimi.

dolanlıiflâs
* Hileli iflâs.

dolanma
* Dolanmak iş
i.

dolanmak
* Bir ş
eyin çevresine sarı
lmak.
* Bir ş
eyin çevresinde dönmek, gezmek.
* Karışmak, dolaş mak.
* Gelişigüzel gezmek.

dolantı
* Gezip dolaş
ılan yer, alan.

dolap
* Genellikle tahtadan yapılmı ş, bölme veya çekmelerine eş
ya konulan, kapaklı
mobilya.
* Dönerek çalı şan ve özellikle su çeken düzen.
* Bkz. dönme dolap.
* Düzen, hile, manevra.
* (İ
stanbul bedesteninde) Dükkân.

dolap beygiri
* Kuyudan su çekip bahçe ve bostanları
sulamaya yarayan çarklıdüzeni iş
leten, döndüren at, eş
ek veya katı
r.

dolap beygiri gibi dönüp durmak (veya dolaşmak)


* dar bir çevrede hiç değiş
meyen yorucu bir iş
i yapmak.

dolap çevirmek (veya döndürmek)


* hile ve dalavere ile işyapmak.

dolapçı
* Dolap yapan veya satan kimse.
* Dolap iş leten kimse.
* Hileci, düzenci.

dolar
* Amerika Birleş
ik Devletleri ve Kanada gibi devletlerin para birimi.

dolaş
* Bkz. sarmaşdolaş
.

dolaş
ık
* (saç, ip vb. için) Karı
ş ık.
* Dolaş arak giden (yol).
* Kolay çözülmeyecek veya içinden çı kı
lmayacak derecede karı
şı
k.
* Amacıdoğ rudan doğruya değil de, dolayı

yla sezdiren.

dolaş
ıklı
k
* Dolaş
ık olma durumu.

dolaş
ıksı
z
* Dolaş
ık olmayan.

dolaş
ılma
* Dolaş
ılmak iş
i.

dolaş
ılmak
* Gezilmek.

dolaş
ım
* Dolaşmak iş i.
* Kalbin sürekli olarak kası

p gevş
emesiyle kan ve lenfin damarlar içinde durmadan yer değiş
tirmesi,
deveran.

dolaş
ma
* Dolaş
mak iş
i.

dolaş
mak
* Gezmek, gezinmek.
* Doğru gitmeyip yolu uzatmak veya (yol) uzamak.
* Dönüp baş ka bir yönden gelmek.
* (kan için) Akmak.
* Saç, iplik vb. şeyler birbirine karı ş
arak güç çözülür duruma gelmek.
* Çok kimse tarafı ndan söylenmek.
* Bir yeri belli bir amaçla gezmek.
* Denetlemek amacı yla bir yeri gezmek.
* (nefes, el için) Bir ş
ey üzerinde hafifçe hareket etmek.
* Gezinmek.
* Belirmek.

dolaş


lma
* Dolaş


lmak iş
i.

dolaş


lmak
* Dolaş

rmak iş
ine konu olmak.

dolaş

rma
* Dolaş

rmak iş
i.

dolaş

rmak
* Dolaş
mak iş
ini yaptı
rmak.

dolay
* Bir yeri saran baş
ka yerlerin bütünü, çevre, havali, etraf.

dolay kutupsal
* Kutup yakınında olan.
* Herhangi bir yere göre 24 saat içinde çizdiğ
i çember ufkun üstünde kalı
p kendisi hiç batmayan (yı
ldı
z).

dolayı
* Dolay, çevre.
* Ötürü, yüzünden, sebebiyle.

dolayıdolayı
* Dolaş
arak, dönerek.

dolayı

yla
* Bağlıolarak doğrudan doğ ruya olmayarak.
* Sebebiyle, yüzünden, ... -dan (-den) ötürü.

dolaylama
* Süslü, sanatlıedebî söz: Atatürk yerine Büyük Kurtarı
cıveya Türkiye'nin kalbi Ankara demek gibi.

dolaylı
* Doğrudan doğ
ruya olmayan, dolayı

yla olan, vası
talı
, bilvası
ta.

dolaylıanlatmak
* anı
ştırmak, ima etmek.

dolaylıözne
* Bkz. sözde özne.

dolaylıtümleç
* Fiilin anlamı
nıbütünleyen ve yönelme, kalma, çı
kma durumları
ndan birinde bulunan veya edat alan
tümleç.

dolaylıvergi
* Yükümlüsü önceden bilinmeyen, malısatı
n alanı
yükümlendiren, tüketiciden alı
nan vergi.

dolaysı
z
* Doğrudan doğ
ruya olan, araya herhangi bir araç girmeden, vası
tası
z, bilâvası
ta.

dolaysı
z vergi
* Yükümlüsü önceden bilinenden doğ
rudan doğruya alı
nan vergi.

doldurma
* Doldurmak iş i.
* Bkz. yükleme.
* Gereksiz sözler ve benzetmelerle dolu anlatı
m.

doldurmak
* Dolması nısağ lamak, dolu duruma getirmek.
* (ateşli silâhlar için) İçine mermi sürmek.
* Bildirge, çizelge, fişgibi bası lıkâğı
tları
n boşyerlerini tamamlamak.
* Yaş ını , yı
lınıbitirmek.
* Birini baş kası için kötü düşünecek bir duruma getirmek.
* (ses, koku için) Yayı lı
p kaplamak.
* Belirli bir süreyi kaplamak, almak.
* Canlandı rmak.

doldurtma
* Doldurtmak iş
i.

doldurtmak
* Doldurmak iş
ini yaptı
rmak.

doldurulma
* Doldurulmak iş
i.

doldurulmak
* Dolu bir duruma getirilmek.
* (biri) Baş
kasıiçin kötü düş
ünecek bir duruma getirilmek.

dolduruş
* Doldurmak iş
i veya biçimi.

dolduruş
a getirmek
* (birini) önceden hazı
rlamak, kötü düş
ünecek hâle sokmak.

dolgu
* Bir oyuğ
un, bir kovuğun içine doldurulan madde.
* Cevher alı
nması ndan sonra oluş an boşlukları
n doldurulma iş
leminde kullanı
lan taş
, toprak ve benzeri
malzeme.
* Toprak doldurma işlemi; bu işlemin sonucu.

dolgu yapmak
* doldurmak.
* çürük diş
leri temizleyip oyuğ
u, uygun bir madde ile doldurmak.

dolgulu

çinde dolgu maddesi olan, doldurulmuş
.

dolgun
* Dolarak biçimi yuvarlaklaş mı ş.
* Şişmana yakı n, balı
k etinde.
* (para için) Çok.
* Öfke, kı zgınlık, kı
rgınlık gibi duygularla dolu.
* Birbirine uyan, uyum gösteren.

dolgun maaş
* Dolgun ücret.
dolgun ücret
* Yüksek ve tatmin edici ücret.

dolgunca
* Biraz ş
iş man.
* Fazlaca, çokça, bol.

dolgunlaş
ma
* Dolgunlaş
mak iş
i.

dolgunlaş
mak
* Dolgun duruma gelmek.

dolgunluk
* Dolgun olma durumu.

dolikosefal
* Uzun kafalı
.

dolma
* Dolmak iş i.
* Bazısebze ve tavuk, kuzu gibi hayvanları
n içine pirinç ve baş
ka ş
eyler doldurularak piş
irilen yemek.
* Doldurularak yapı lan.
* Yalan, hile, dalavere.

dolma biber
* Dolma yapmaya uygun, büyük biber türü.

dolma kalem
*İ çine mürekkep doldurularak kullanı
lan yazıkalemi.

dolma otu
* Dolma otugillerden, çiçekleri küçük, yeş
il veya beyaz bir bitki (Paronychia serpilifolia).

dolma otugiller
*İ ki çeneklilerden, örnek bitkisi dolma otu olan ve içine kası
k otunu da alan karafilgillerin alt familyası
.

dolma yutmak
* kanı
p aldanmak.

dolmak
* (bitkilerde) Olgunlaş
mak, erginleşmek.
* Bir yere iyice yayı
lmak, kaplamak.
* Bir yerde pek çok kimse toplanmak, kalabalı
k duruma gelmek.
* (süre, hesap) Tamamlanmak.
* Sabrıtükenip öfkesi taşacak duruma gelmek.

dolmalı
k
* Dolma yapmaya yarar.

dolmen

kisi dikili, üçüncüsü de bunları
n üzerine kapak gibi yatı

lmı
şüç büyük taş
tan oluş
turulmuştaşdevri
mezarı
.

dolmuş
* Boşyeri kalmamı ş, meşbu.
* Teker teker yolcu alı
p dolunca yola çı
kan kayı
k, motor, otomobil gibi küçük taş
ıt.

dolmuşdurağı
* Dolmuş
ları
n yolcu indirip bindirdiğ
i yer.

dolmuşuçak
* Belirli merkezler arası
nda bir tarifeye bağ
lıolmaksı

n düzenlenen ucuz uçak seferi, çartı
r.

dolmuşyapmak
* teker teker yolcu alı
p dolunca yola çı kan taş
ıtla yolcu taş
ımak.
* birkaç kişi ortaklaş
a bir taş
ıt tutmak.

dolmuş
çu
* Dolmuşiş
leten kimse.

dolmuş
çuluk
* Dolmuş
çunun iş
i veya mesleğ
i.

dolomit
* Kalsiyum ve magnezyumlu karbonat birleş
iminde bir mineral.

dolu
* Havada su buğusunun birden yoğ
unlaşıp katı
laş
ması ndan oluşan, türlü irilikte, yuvarlak veya düzensiz
biçimli saydam buz parçalarıdurumunda yere hı
zla düşen bir yağıştürü.

dolu
*İ çi boşolmayan, dolmuş , meş bu, boşkarş ıtı.
* Bir yerde sayı ca çok.
* Boşyeri yok, her yeri tutulmuş .
* Boşvakit olmayan, meş gul.
* (iş
, uğ raş, olay vb. için) Çok olan.
* (top, tüfek gibi ateş li silâhlar için) İçinde atılacak mermisi bulunan.
*İ çki doldurulmuşbardak.
* Bir duygunun güçlü etkisinde olan.
* (tornacı lı
kta) Delik açı lmamı ş , (gereç).

dolu dizgin
* (süvari ve at arabasıiçin) Son hı
zla.
* Önüne geçilemeyecek biçimde; çok olarak.

dolu dizgin gitmek


* son hızla koş
mak.
* önüne geçilemeyecek biçimde olmak.

dolu serpme
* Zı
mpara üretiminde tanecikler arası
nda belirli boş
luklar kalmayacak biçimde düzenlenen tane yapı
ştı
rma

lemi.

dolu yağmak
* dolu yere düş
mek.

dolukma
* Dolukmak iş
i.

dolukmak
* Göz yaş
armak, ağ
layacak duruma gelmek.

doluluk
* Dolu olma durumu.

dolum
* Doldurma iş
i.

dolunay
* Ayı
n tam bir daire olarak dolgun, parlak görüldüğ
ü evre, bedir.

dolup taş
mak
* gereğ
inden çok olmak, gereğinden çok kaplamak.
dolusu
* Doldurulacak miktar.

doluş
* Dolmak iş
i veya biçimi.

doluş
ma
* Doluş
mak iş
i.

doluş
mak
* Bir yerde toplanmak, bir araya gelmek.

doluya koydum almadı , boş


a koydum dolmadı
* içinden çı

lmayan güç bir durum karş
ısı
nda söylenir.

domalan
* Asklımantarlardan, toprak içinde yumru biçiminde yetiş
en, yenilebilen bir bitki, yer mantarı
, keme (Tuber
melanosporum).

domalı
ş
* Domalmak iş
i veya biçimi.

domalma
* Domalmak iş
i veya durumu.

domalmak
* Dizler bükük, başileride, çömelmişbir durum almak.

domaltma
* Domaltmak iş
i veya durumu.

domaltmak
* Domalması
nısağ
lamak.

domates
* Patlıcangillerden, yapraklarıtüylü, çiçekleri salkı
m durumunda, vitamince zengin, kı
rmı
zıürünü için
yetiş
tirilen bir bitki (Lycopersion esculentum).
* Bu bitkinin yenilen ürünü.

domates çorbası
* Ana maddesi domates suyu olan çorba.

domates salçası
* Yemeklere tat ve lezzet vermek için domatesten yapı
lan salça.

dombay
* Manda, su sı
ğı

.

domdom kurş
unu
* Vahşî hayvanları
öldürmek için kullanı
lan tüfek kurş
unu, dumdum.

domestik
* Evcil.
*İ ç, ülke içi.

dominant
* Hâkim, baş
ta gelen, egemen, baş
at.

domino
* Üzerleri noktalarla iş
aretli dikdörtgen biçiminde 28 taş
la masa üzerinde oynanan bir oyun.
* Maskeli balolarda giyilen kukuletalıuzun giysi.
dominyon
*İngiliz uluslar topluluğ
una üye olan bağ
ımsı
z ülkelere verilen ad.

domur
* Kabarcı
k.
* Tomurcuk.

domur domur
* Boncuk gibi iri taneler durumunda.
* Kabarı
k kabarı k.

domuz
* Çift parmaklı lardan eti ve yağı
için beslenen evcil hayvan (Susacrofa domestica).
* Hain, aksi, ters, inatçı
.

domuz arabası
* Ağı
r yükleri yakı
n yerlere taş
ımak için kullanı
lan, ufak tekerlekli, üstü düz, alçak araba.

domuz ayrık otu


* Buğdaygillerden, tarı
ma zararlıbir bitki (Cynodon dactylon).

domuz balı
ğı
* Yunus balı
ğıgillerden bir memeli türü (Phocaena communis).

domuz damı
* Maden kuyuları
nda, çökme tehlikesi olan yerlerde her yanıdireklerle örülen boş
luk.

domuz dikeni
* Yapraklarısapsı
z ve dikenli, çiçekleri etli otsu bir bitki.

domuz gibi
* kötü huylu ve hain.
* adamakıllı
, iyice.

domuz gibi yemek (veya tı


kınmak)
* oburcası
na çok yemek.

domuz otu
* Kumsallarda ve kayalı
klarda yetiş
en sarı
çiçekli ot.

domuz yağ ı
* Domuzdan çı
karı
lan yağ
.

domuzayağı
* Tüfek namlusundan sı

yıçı
karmaya yarar çengelli çubuk.

domuzdan (bir) kı
l çekmek (veya koparmak)
* sevilmeyen veya eli sı
kıolan birinden bir ş
ey alabilmek.

domuzgiller
* Çift parmaklı
lar takı
mını
n, gevişgetirmeyenler alt takı
mına giren bir familya.

domuzlan
* Kı
n kanatlı
lardan bir böcek (Brachynus crepitans).

domuzlaş
ma
* Domuzlaş
mak iş
i.

domuzlaş
mak
* Hainlik etmek, aksilik etmek.
domuzluk
* Hainlik, haincesine inatçı

k.
* Su değirmeninde çarkı n bulunduğu ve döndüğ
ü yer.

domuzluk etmek
* hainlik etmek, haince davranmak, inatçı

k etmek.

domuztı
rnağı
* Palanganı
n takı
lmasıiçin kullanı
lan, bir yanıçatal biçiminde çift tı
rnaklı
, öbür yanı
halkalıdemir kanca.

domuzuna
*İnat olsun diye, inadı
na.
*İyiden iyiye, adamakıllı
, çok.

don
* Giysi.
* Vücudun belden aş ağ
ısı
na giyilen uzun veya kı
sa iç giysisi, külot.
* At tüyünün rengi.

don
* Hava sı
caklı
ğını
n sı

rdan aş
ağıdüş
mesiyle suları
n buz tutması
.

don çözülmek
* hava ı

narak buzlar erimeye baş
lamak.

don gömlek
* Üzerinde sadece don ve gömlek var denilecek kadar soyunmuşdurumda.

don kesmek
* (bitki) soğ
uktan bozulmak, donmak.

don tutmak
* buz tutmak, donmak.

don yağı
* Bayağısıcaklı
kta katıdurumda bulunan ve iç yağları
nın eritilmesiyle elde edilen hayvansal yağ.
* Soğuk ve sevimsiz kimse.

don yağı
gibi
* konuş
mayan, hareketsiz kimseler için söylenir.

dona çekmek
* hava, sularıdonduracak kadar soğumak.

donakalma
* Donakalmak durumu.

donakalmak
* Şaş
ırı
p bir süre ne yapacağ
ını
, ne diyeceğini bilememek.

donam
* Bir evin kapı
, pencere, tavan, döş eme gibi bölümleri.
* Gemi ve sandalların donatı lması.

donama
* Süsleme, tezyin.

donamak
* Süslemek, tezyin etmek.

donanı
m
* Bir gemi direğ
ine, bir yelkene veya baş
ka bir parçaya bağlıbulunan halat ve makara gibi manevra araçları
.
* Tesisat, döş em.
* Bir bilgisayarda bulunan fiziksel birimler.

donanı
m kilidi
* Bilgisayarda bazıprogramları
n izinsiz kullanı
lması
nıengelleyen kilit.

donanma
* Donanmak iş i.
* Bir devletin deniz kuvvetleri, savaşgemileri.
* Belli bir amaçla kullanı
lan gemilerin bütünü.
* Bayramlarda, sevinçli günlerde bayrak, ışı
k kullanarak, fiş
ek yakarak yapı
lan ş
enlik.

donanmak
* Giyinip kuşanmak, süslenmek.
* Yayılı
p kaplanmak.
* Iş
ıklıduruma gelmek, ı şıklarla bezenmek.
* Gerekli nesneler vb. bir araya getirilip süslenmek, gösteriş
li duruma getirilmek.

donatı
* Donatmaya yarayan ş
eyler, teçhizat.

donatı
lma
* Donatı
lmak iş
i.

donatı
lmak
* Donatmak iş
ine konu olmak veya donatmak iş
i yapı
lmak.

donatı
m
* Donatma, teçhiz.
* Bir fabrikayı, bir hava alanı
nı, bir spor kuruluşunu veya bir askerî birliğ
i etkinlik göstermesi için gerekli
araç ve gereçlerle donatma.
* Bir sanat eserinde ikinci derecede olan ayrıntılar, yardı
mcıögeler.

donatı
mcı
* Bir film veya tiyatro eseri için gerekli sahne donatı
mıiş
ini yöneten kimse.

donatı
ş
* Donatmak iş
i veya biçimi.

donatma
* Donatmak iş
i, teçhiz.

donatmak
* Birinin giyimini sağlamak.
* Göz alı cışeyler kullanarak gösteriş
li bir duruma getirmek, süslemek.
* Bir şeyin işgörebilmesi için gereken nesneleri, gereçleri katmak, teçhiz etmek.
* Sövmek veya azarlamak.

donattı
rma
* Donattı
rmak iş
i veya durumu.

donattı
rmak
* Donatmak iş
ini yaptı
rmak.

donduraç
* Derin dondurucu, dipfriz.

dondurma
* Dondurmak iş i.
* Şekerli sütün veya meyve suları
nın dondurulması
yla hazı
rlanan soğuk yiyecek.

dondurmacı
* Dondurma yapan veya satan kimse.
* Dondurma satı
lan yer.

dondurmacılı
k
* Dondurmacıolma durumu.
* Dondurma yapma ve satma iş
i.

dondurmak
* Donması nısağ lamak.
* Bir ş
eyi değiş
tirilemez durumda tutmak.

dondurucu
* Donmaya yol açan, donduran.
* Çok soğ
uk, çok üşüten.

dondurulma
* Dondurulmak iş
i.

dondurulmak
* Dondurmak iş
ine konu olmak veya dondurmak iş
i yapı
lmak.
* Değiş
mez duruma getirilmek.

dondurulmuş
* Buz durumuna getirilmiş
.
* Soğukta korunmuş, soğuktan katı
laş
mış
.

done
* Bkz. veri.

donkiş
otluk
* Gereğ
i yokken kahramanlı
k göstermeye kalkı
şma durumu.

donlu
* Donu olan.

donma
* Donmak iş
i.

donma derecesi
* Bir maddenin akı
şkan durumdan katıduruma geçtiği (santigrat) derece.

donma noktası
* Suyun donmaya baş ladığıderece.
* Eriyik hâlde bulunan bir metalin kendi özelliğ
ine bağ
lıolarak donmaya baş
ladı
ğıandaki ı
sıderecesi.

donmak
* Soğuğ un etkisiyle katıduruma gelmek, buz tutmak.
* (canlılar) Yaş amınıyitirmek, soğuktan ölmek.
* Çok üş ümek.
* (bitki için) Soğuktan zarar görmek; yararlanı
lmaz duruma gelmek.
* Kimyasal bir etki ile katılaş
mak.
* Eriyik hâlde bulunan bir metalin katıhâle geçmeye baş lamasıhâli.
* Beklenmedik bir durum karş ısı
nda birden hareketsiz kalmak.
* Geliş memek, yeniliklere açı k olmamak.

donmuşsebze
* Daha sonra kullanı
lmak üzere bir kap içinde dondurulmuştaze sebze.

donra
* Saç kepeği, kaşkonağı .
* Kalınlaş
mı ş , tabaka durumuna gelmişkir.
donsuz
* Don giymemişolan.
* Yoksul; serseri.

donuk
* Parlaklığıolmayan, mat.
* (göz için) Canlılı
ğıolmayan, fersiz.
* Canlılığıaz olan, durgun, uyuşuk.

donuk donuk
* Canlı

ğı olmayarak.
* Rengini ve parlaklı
ğı
nıyitirmiş
, mat.

donuklaş
ma
* Donuklaş
mak durumu.

donuklaş
mak
* Donuk duruma gelmek.

donuklaş
tırma
* Donuklaş

rmak iş
i.

donuklaş
tırmak
* Donuk duruma getirmek.

donukluk
* Donuk olma durumu.

donuna etmek
* donuna küçük veya büyük abdestini yapmak.

donuna kaçı rmak


* istemeyerek donuna küçük veya büyük abdestini yapmak.

donuna yapmak (veya doldurmak)


* (çocuk) küçük veya büyük abdestini donuna etmek.
* çok korkmak.

donup kalmak
* Bkz. donakalmak.

dopdolu
* Büsbütün dolu.

doping
* Bir spor yarı
şmasısı
rası
nda vücuda üstün hareket ve enerji sağlamak için kullanı
lan uyarı
cıilâç.

doping yapmak
* bazıbedensel özellikleri değ
iştiren veya çok artı
ran bir uyarı
cımaddeyi çok az miktarda vermek.
* uyarı
cıetkide bulunmak.

dopingleme
* Doping yapma.

dopinglemek
* Doping yapmak.

doru
* Gövdesi kızıl, ayaklarıve yelesi koyu renkli olan (at).
* Bu renkte olan (at donu).

doruk
* Dağ, ulu ağ
aç gibi yüksek ş
eylerin tepesi, en yüksek yeri, zirve, ş
ahika.
* En üstün başarıdüzeyi.

doruk çizgisi
* Yüksek dağ
larda, doruk uçları
nıbirbirine bağ
layan ve bitiş
ik iki aklanıayı
ran sı
nır.

doruk dal
* Aş
ıdan geliş
en sürgünün dik uzamasıile oluş
an ve ağ
acı
n gövdesini meydana getiren dal.

doruk toplantı

* Devlet katı
ndaki en yetkili kiş
ilerin bir araya gelerek yaptı
klarıgörüş
me.

doruklama
* Doruklamak iş
i.
* Tepeleme.

doruklamak
* Bir kabı
tepeleme doldurmak.

dorum
* Deve yavrusu.

dosdoğru
* Çok doğru.
* Sağa sola sapmadan.

dost
* Sevilen, güvenilen, yakı n arkadaş , gönüldaş , iyi görüş
ülen (kimse), düş
man karş
ıtı
.
*İ yi geçinen, aralarında iyi ilişki bulunan.
* Erkek ve kadı nın evlilik dış ıilişki kurduğ u kimse.
* Bazıhayvanları n sahibine gösterdiğ i sevgi için kullanılı
r.
* Bir şeye düş kün olan, aş ı
rı ilgi duyan kimse.

dost ağlatır, düşman güldürür (veya dost sözü acıdır)


* dost olan kimsenin söylediğ
i söz, acıda olsa, insanı
n iyiliğ
i içindir.

dost baş
a, düşman ayağa bakar
* temiz giyinip kuş
anmanı
n gerekliliğ
ini anlatı
r.

dost düş
man
* Herkes (herkese).

dost edinmek
* dost kazanmak.

dost kara günde belli olur


* gerçek dostlar ancak üzüntülü, sı

ntı
lıgünlerde insanıyalnı
z bı
rakmamakla belli olur.

dost kazı
ğı
* Dost bilinen kimseden gelen zarar veya kötülüğü anlatı
rken kullanı

r.

dost olmak
* yakı
nlı
k kurmak, ahbap olmak.

dost tutmak
* (erkek veya kadı
n) evlilik dı
şıiliş
ki kurmak.

dosta düş
mana karş ı
* dostalara üzüntü vermemek, düş
manlarıda sevindirmemek için, ele güne karş
ı.

dostane
* Dostça.
dostça
* Dosta yakı ş
ır (biçimde).
* Dost gibi.

dostlar alı
şveriş te görsün (diye)
* gösterişolsun, i şgörüyor densin (diye).

dostlar baş ına


* iyi bir ş
eyi dostalarıiçin de dilemek amacı
yla kullanı

r.

dostlar baş ı
ndan ırak
* kötü bir durumun ağı
rlı
ğı
nıbelirtmek için kullanı

r.

dostlar şehit, biz gazi


* tehlikeli iş
leri baş
kaları
na bı
rakı
p kendileri sonuçtan yararlanmak için bir kenara çekilenlerin bencilliğ
ini
alay yollu anlatır.

dostlaş
ma
* Dostlaş
mak iş
i veya durumu.

dostlaş
mak
* Dost durumuna gelmek, dost olmak.

dostluk
* Dost olma durumu; dostça davranı
ş.

dostluk baş ka, alı


şverişbaş ka
* iki kişi arası
ndaki dostluk, alı
şveriş
te birinin ötekine özveri ile davranması
nıgerektirmez.

dostluk etmek
* yakı
nlı
k kurmak, dost gibi candan davranmak.

dostluk kantarla, alı


şverişmiskalle
* işiliş
kilerine dostluk karı
ştı

lmamalı
dır anlamı
nda kullanı

r.

dostluk kurmak
* yakı
nlı
k, ahbaplı
k kurmak.

dostluk okkayla, alı


şverişdirhemle
* "dostluğun tartı
sıolmaz, alı
şverişise ölçüye göre olur" anlamı
nda kullanı

r.

dostsuz
* Dostu olmayan.

dostun attığıtaşbaşyarmaz
* dostun acısözünden veya sert davranı
şı
ndan insana kötülük gelmez.

dosya
* Aynıkonu, aynıkimse, aynıiş le ilgili belgeler bütünü.
* Bu gibi belgelerin toplandı
ğıkartondan kap.

dosya açmak (veya hazırlamak)


* bir kimse, konu veya iş
le ilgili yeni bir dosya düzenlemek.

dosyalama
* Dosyalamak iş
i.

dosyalamak
* (yazı
ları
) Dosyaya koymak.

dosyalanma
* Dosyalanmak iş
i.

dosyalanmak
* Dosyalamak iş
i yapı
lmak veya dosyalamak iş
ine konu olmak.

doya doya
* Doyuncaya kadar.

doyası
ya
* Doyuncaya kadar, bol bol.

doygu
* Yaş
amayı
sağlayacak besin, rı
zk.

doygun
* Her türlü ihtiyacı
nıgidermişolan, tatmin olmuş
, müstağ
ni.

doygunlaşmak
*İyice doymak veya doygun bir duruma gelmek.

doygunluk
* Doygun olma durumu veya gönül tokluğu, istiğna, tatmin.
* Bir isteğ
in yerine gelmesi, bir ş
eyin elde edilmesi, varı
lmak istenen bir hedefe ulaş
ılması
ndan doğ
an duygu,
tatmin.

doyma
* Doymak iş i.
* a) bir gazın, belli bir sı
caklıkta o sı
caklığ
a özgü olan en büyük bası nç altı
nda bulunması ; b) yeğinliğ
i gittikçe
artı

lan bir manyetik alanı n içindeki bir çelik çubuğun alabileceği en çok manyetizmayıalmı şolması .
* Bir sıvının içinde belli bir cisimden eriyebilecek en çok miktarın erimişbulunması , iş
ba.

doymak
*İ steği kalmayı
ncaya kadar yemek, açlı ğıkalmamak.
* Yeter bulmak, kanmak, tatmin olmak.
* Bir ihtiyacı
nıyeteri kadar karş
ılamak.
* (olumsuz biçimde) Bı kmamak.

doymaz
* Doymak bilmeyen, aç gözlü.

doymazlı
k
* Doymaz olma durumu, aç gözlülük.

doymuş
* Bir ş
ey yiyerek tok duruma gelmiş .
*İ steğ
i kalmamı ş, isteği giderilmiş
, tatmin olmuş .
* Doyma durumuna gelmiş(gaz, sı vıveya elektromıknatı
s), meş
bu.

doyulma
* Doyulmak durumu.

doyulmak
* Doymak.

doyum
* Eldekinden hoş nut olma durumu, yetinme; kanma, kanaat.
* Bazıistekleri giderme, tatmin.

doyum evi
* Gösteriş
siz, küçük lokanta.

doyum olmamak
* tadı
na doyulmamak, bir ş
eyden bı

lmamak.

doyumlu
* Doyumu bulunan.

doyumluk
* Doyulacak kadar (miktar).
* Çapul, yağma.

doyumsuz
* Bir türlü tatmin olmayan, bı
kılmayan.

doyumsuzluk
* Doymama durumu.
* Tatmin olamama, cinsel birleş
mede orgazma ulaş
amama.

doyunma
* Doyunmak iş
i veya durumu.

doyunmak
* Yeteri kadar yemişolmak, doymak.

doyuran
* Bir sı
vı nın içinde eriyerek onu doyma durumuna getiren (madde).
* Bir çelik çubuğ u doyma durumuna getiren indükleyici manyetik alan.

doyuran buhar
* Kendi sı
vısıile doyma durumunda olan buhar.

doyurma
* Doyurmak iş
i.

doyurmak
* Açlığınıgidermek.
* Geçindirmek, yaş aması nısağ lamak.
* Kandı rı
cı, inandı
rıcı
, yeterli olmak, tatmin etmek.
* Para yedirmek.
* Bir maddenin içine alabileceğ i kadar baş
ka bir madde katmak.
* Doyma durumuna getirmek.

doyurucu
* Doyurma özelliği bulunan, tatminkâr.
* Kandı
rıcı
, inandırıcı
, yeterli.

doyurulma
* Doyurulmak iş
i.

doyurulmak
* Doyurmak iş
ine konu olmak.

doyuruş
* Doyurmak iş
i veya biçimi.

doyuş
* Doymak iş
i veya biçimi.

doyuş
ma
* Doyuş
mak iş
i.

doyuş
mak
* Karş
ılı
klıdoymak.
doz
* Bir ilâcı
n bir defada veya bir günde alınmasıgereken miktarı .
* Bir maddenin bir birleş iğe, bir karı
şı
ma giren veya girmesi gereken belli miktarı
, düze.
* Genellikle bir davranışta, bir konuş mada vb. nde yeterli görülen ölçü.

dozaj
* Dozu ayarlama.
* Düzem.

dozer
* Tı
rtı
llıveya lâstik tekerlekli yol yapı
m makinesi, buldozer, yoldüzler.

dozunu kaçırmak (veya dozu kaçmak)


* ölçüyü aş
mak, aşırıgitmek.

Döger
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.

döğen
* Bkz. döven.

döğme
* Bkz. dövme.

döğmeci
* Bkz. dövmeci.

döğmek
* Bkz. dövmek.

döğmelik
* Bkz. dövmelik.

döğünme
* Bkz. dövünme.

döğünmek
* Bkz. dövünmek.

döğüş
* Bkz. dövüş
.

döğüş
çü
* Bkz. dövüş
çü.

döğüş
çülük
* Bkz. dövüş
çülük.

döğüş
ken
* Bkz. dövüş
ken.

döğüş
mek
* Bkz. dövüş
mek.

döke döke
* Dökerek.

döke saça
* Dağı
tarak.

dökme
* Dökmek iş
i.
* Bir yerden bir yere dökülen, aktarılan.
* Kapların içinde olmayan, yığ ı
n biçiminde ortaya dökülmüşolan.
* Kalıba dökülmek yoluyla yapı lmış.

dökme (veya taşıma) su ile değirmen dönmez


* yetersiz ve geliş
i güzel önlemlerle işgörülemez, yürütülemez.

dökme demir
*İçinde % 2'den % 6'ya kadar karbon bulunan bir demir-karbon alaş
ımı
, font, pik (l).

dökmeci
* Dökümcü.

dökmecilik
* Dökümcülük.

dökmek
* Sıvıveya tane durumunda olan ş eyleri bulunduklarıyerden, kaptan baş ka bir yere boş
altmak.
* Belli bir yere boşaltmak.
* Akı tmak, düş ürmek.
* Saçmak, serpmek.
* Salmak, bı rakmak.
* Üstünde bulunan bir ş eyi düş ürmek.
* Teninde kı zamık, kızıl, su çiçeği hastalıkları
nda olduğu gibi kı rmızılekeler çı
kmak.
* Maden, mum eriyiğ i veya çimento, alçıgibi ş eyleri kalı ba akı
tarak biçim vermek, döküm yapmak.
* Sulu hamuru kı zgın yağveya tepsinin içine akı tarak piş irmek.
* Bir yere çokça bir ş ey yı ğmak, taş ı
mak.
* Bol bol vermek, ödemek, sarf etmek.
* Çok söylemek.
* Bir şeyi yok etmek için atmak.
* Çok sayı da öğrenciyi sı navda veya bir üst sı nıfa geçirmede baş arı

z saymak.
* Bir işte veya bir konuyu ele alı şbiçiminde değiş iklik yapmak.
* Açı ğa vurmak, söylemek, ortaya koymak.
* Yakmak, tutuş turmak.
* Kullanmak, harcamak, sarf etmek.

döktürme
* Döktürmek iş
i.

döktürmek
* Dökmek iş ini yaptı
rmak.
* Kolaylı
kla ve güzel söylemek, yazmak veya oynamak.

dökük
* Dökülmüş .
* Çok eskimiş.
* Dökümlü.

döküklük
* Dökülmüşolma durumu.

dökülgen
* Bir çeş
it üzüm.

dökülme
* Dökülmek iş
i.

dökülmek
* Dökmek iş i yapılmak veya dökmek iş ine konu olmak.
* Kır, sokak gibi yerlerde insanlar çokça birikmek.
* Çok eskimişolmak, değ erini ve güzelliğ
ini yitirmek.
* (kumaşiçin) Dökümlü olmak.
* Çok yorgun, hasta olmak.
* Bir iş
i, bir konuyu ele alışbiçiminde değiş
iklik olmak.
* (akarsular için) Göl veya denizde son bulmak.
* Yerinden ayrı lmak, düşmek.
* Çıkmak, ortaya konulmak.
* Salınmak, serbest bı rakılmak.
* Kaplamak, yayı lmak.

dökülüp saçılmak
* soyunmak, çok açılmak.
* bir ş
ey uğruna çok para harcamak.

dökülüş
* Dökülmek iş
i veya biçimi.

döküm
* Kalıba dökme iş i ve bunun yapı lışyöntemi.
* Kalıba dökme yoluyla yapı lmı ş(nesne).
* Kumaş ın dökümlü olma niteliğ i.
* Bir ş
eyi ayrı
ntılıolarak ortaya koyma.
* Dökülme zamanı .

döküm evi
* Fabrikalarda döküm yapı
lan yer.

dökümcü
* Döküm iş
leri yapan kimse, dökmeci.

dökümcülük
* Dökümcünün iş
i ve zanaatı
, dökmecilik.

dökümhane
* Döküm evi.

dökümleme
* Dökümlemek iş
i.

dökümlemek
* Bir iş
in dökümünü yapmak.

dökümlü
* Niteliğ
inden ötürü kolayca istenilen biçim verilebilen (kumaş
).

dökünme
* Dökünmek iş
i.

dökünmek
* Kendi üstüne dökmek.
* Rahat bir kı
yafet giymek.

döküntü
* Dökülmüş , saçılmı şş eyler.
* Bir topluluktan geri kalmı şkimseler.
* Bazıhastalı klarda görülen çı ban, leke, uçuk gibi hastalı
k belirtisi.
* Deniz yüzüne yakı n, üzerinde dalgaların çatladığıkaya kümesi.
*İ şe yaramayan, değ ersiz, kötü, berbat.
* Değersiz, bayağ ı, ayak takımı ndan olan.
* Parçalanan taş ları n yamaç aş ağıkayması , yuvarlanması , etekte birikmesiyle oluş an yer.
* (kâğıtçı
lıkta) Üretimin herhangi bir safhası nda ıskartaya çı kan, genellikle tekrar hamur hâline getirilen, yaş
ve kuru biçimleri olan kâğ ıt veya karton artı ğı.

döküntülü
* Döküntüsü olan.
* Deride döküntü ile görülen, döküntü ile beliren (hastalı
k).

döküntüsüz
* Döküntüsü olmayan.

döküp saçmak
* dağı
tmak, ziyan etmek.

döl
* Canlı
ların üremesi sonucu ortaya çı
kan yeni birey veya yeni bireylerin bütünü, zürriyet, nesil.
* Yavru, çocuk.

döl almak
* cins bir hayvandan yararlanarak iyi cins yavru almak.

döl ayı
* Hayvanları
n yavruladı
klarıay.

döl döş
* Çocuklar ve torunlar, soy sop.

döl döşsahibi olmak


* çocuk ve torunlarıbulunmak.

döl eş
i
* Etene, son, meş
ime.

döl vermek
* yavru vermek, üremek.
* ürün vermek.

döl yatağı
* Memelilerde dölün ana karnı
nda iken, içinde bulunduğu organ, rahim.

döl yolu
* Döl yatağı

n ağzı
ndan dı
şarı
ya doğru uzanan yol, vagina.

dölek
* Ağı
r başlı
, uslu, ağı
r davranı
şlı.
* Düz, engebesiz (toprak parçası ).

dölleme
* Döllemek iş
i, ilkah.

döllemek
* Erkek gamet bir yumurtacı
ktaki diş
i gametle kaynaş
mayısağlayarak yumurtacı
ğıtam bir hücre durumuna
getirmek, ilkah etmek.

dölleniş
* Döllenmek iş
i veya biçimi.

döllenme
* Erkek gametle diş
i gametin kaynaş
ması
yla yumurtacı
ğı
n embriyon durumuna gelmesi, aş
ılanma, ilkah.
* Tozlaşma.

döllenmek
* Döllemek iş
ine konu olmak, aş
ılanmak.

döllenmesiz
* Döllenmemişolan.
döllenmesiz üreme
* Döllenmemişyumurtanı
n geliş
mesiyle oluş
an üreme biçimi, partenogenez.

döllü döş

* Dölü döşü olan.
* Çocuk veya torun sahibi olarak.

dölüt
* Embriyonun, bütün organları
belirdikten sonra aldı
ğıad, cenin.

dömifinal
* Yarıfinal.

dömivole
* Futbolda topun yere vurup sektiğ
i anda, ayakla yapı
lan vuruş
.

dönbaba
* Turnagagası
.

döndürme
* Döndürmek iş
i, irca, tahvil.

döndürmek
* Dönmesini sağlamak.
* Çevirmek.
* Sı
nıfta bı
rakmak.
* Düzene koymak, yönetmek.

döndürülme
* Döndürülmek iş
i.

döndürülmek
* Döndürmek iş
ine konu olmak.

döndürüp dolaştırmak
* dolaylıyoldan anlatmak.

döndürüş
* Döndürmek iş
i veya biçimi.

döne döne
* Dönerek, çevrilerek.

döneç
* Dalgalıakı
mlıelektrik motor veya dinamoları
nda hareketli bölüme verilen ad, rotor.

dönek

nanç ve düş
üncesini sı
k sı
k değiş
tiren, sözüne güvenilmeyen, kaypak.

dönekçe
* Döneğ
e yakı
şacak biçimde (olan).

döneklik
* Dönek olma durumu.
* Döneğe yakı
şacak biçimde davranı
ş.

dönel
* Kendi ekseni çevresinde dönerek oluş
muş
.

döneleme
* Dönelemek iş
i.
dönelemek
* Dolaş
mak, dolaş
ıp durmak.

dönelme
* Dönelmek iş
i.

dönelmek
* En yüksek noktaya çı
ktı
ktan sonra alçalmaya baş
lamak.

dönem
* Belli özellikleri olan zaman parçası , devre, devir, periyot.
* Bir çağiçinde belli özellikleri olan sınırlısüresi.
* Yasama meclisinin iki seçiliş i arası
ndaki zaman süresi, devre.
* Bir yıl içindeki iki ayrıöğretim süresi.
* Boksta üçer dakikalı k dövüş me sürelerinden her biri, raunt.

dönemeç
* Bir yolun yön değiş
tirdiğ
i yer, viraj.
* Bir durumda, tutumda, davranı şta, düş
üncedeki aş
ama.

dönence
* Yer küresi üzerinde, güneşı şınları
nın yı
lda iki kez dik açıile geldiği, sı
cak kuş
ağı
n kuzey ve güney

nırları
nıoluş
turan ve eş liğin 23° 27° kuzey ve güneyinden geçen çemberleri.

dönence yıl
* Güneş
'in ilkbahar noktası
ndan art arda iki geçiş
i arası
ndaki süre (365 gün 5 saat 48 dakika 46 saniye).

dönencel
* Dönence ile ilgili.

dönencel ay
* Ay'ı
n ilkbahar noktası
ndan geçen saat dairesinden art arda iki geçiş
i arası
ndaki süre (27 gün 1 saat 43
dakika).

dönenceli
* Münavebeli.

dönenme
* Dönenmek iş
i.

dönenmek
* Olduğu yerde veya bir ş eyin çevresinde dönmek.
* Fı
rsat kollayarak istediği bir ş
eyin çevresinde dönmek.

döner
* Dönmekte olan, dönen, dönecek biçimde düzenlenen.
* Bir eksene geçirilmişetlerin döndürülerek piş
irilmesiyle yapı
lan kebap, döner kebap.

döner ayna
* Arkalı önlü ayna, iki tarafıda aynalıcam.
*İ ki yüzlü, riyakâr (kimse).

döner kapı
* Üç veya dört kanatlı
, düş
ey ekseni çevresinde dönerek geçişsağ
layan kapı
.

döner kavşak
* Yol ortaları
na inş
a edilmişaksi yöne veya sola dönüş
leri sağ
layan ada.

döner kebap
* Bkz. döner.

döner kule
* Kulelerin üzerine kurulmuşkendi ekseni etrafı
nda yavaş
ça dönen kule.

döner sahne
* Bir oyunun sergilenmesi sı
rası
nda kolayca dönüp seyircilerin önüne geçebilecek, kullanı
ma hazı
r sahne.

döner sermaye
* Kamu maliyesi alanı
nda belirli ve sürekli bir amacı
n elde edilmesi için genel veya katma bütçeden bir
miktar paranı
n, azaltı
lmamak ş artıile kuruluşa veya bu kuruluşla ilgili iş
letmelere verilmesi, mütedavil sermaye.

dönerci
* Döner yapı
p satan kimse.

dönercilik
* Dönercinin iş
i.

döngel
* Muş
mula.

döngel orucu
* Sürekli olarak aç kalma.

döngü
* Bkz. kı

r döngü.

dönme
* Dönmek iş i.
* Biçimi değ iş meyen bir ş
eklin ekseni çevresindeki hareketi.
* Başka bir dinde iken Müslüman olan, mühtedi.

dönme dolap
* Eğlence alanları
nda, bir eksen çevresinde yukarı
dan aş
ağ ıdönen ve oturma yerleri olan eğ lence aracı
.
* Büyük konaklarda bir yerden bir yere yemek geçirmek için duvardaki bir açmaya yerleş
tirilmişolan
dönebilen dolap.

dönme ekseni
* Dönen bir cismin her noktası

n çizdiği çemberlerin merkezlerinden geçen doğ
ru.

dönmek
* Kendi ekseni üzerinde veya baş ka bir ş
eyin dolayında hareket etmek.
* Geri gelmek, geri gitmek.
* Yönelmek.
* Sapmak.
* Bir şeyi andı racak duruma girmek, benzemek.
* Sınıfta kalmak.
*İ nanç, din veya düş üncesini değ iş
tirmek.
* Durumdan duruma geçmek, değiş mek, olduğundan daha değiş ik bir durum almak.
* Dolap, dalavere vb. kelimelerle "gizlice yapılmak, çevrilmek" anlamı nda kullanı

r.
* Belirli bir yerde dolaşmak.
* Kendini bir yandan bir yana çevirmek.
* Yönetilmek, düzene konulmak, çekip çevrilmek.
* Bırakı lan bir konu veya iş
e baş lamak; söz konusu etmek, hatırlamak.
* Benzemek.

dönmeli
* Bir tür halımotifi.

dönük
* Dönmüş , çevrilmiş
.
* Yönelmiş.

dönülme
* Dönülmek iş
i veya durumu.
dönülmek
* Dönmek iş
i yapı
lmak.

dönüm
* 1000 m² lik bir alan ölçüsü.
* Tekrarlanan belli bir olayı
n tamamlanmasıve yenisinin baş
laması
.
* Eni boyu kı rkar mimar arş ınıolan alan ölçüsü.
* Gidip gelme ile yapılan bir iş
in her seferi.
* Dönmek iş i.

dönüm noktası
* Bir olayı
n yeni bir duruma geçme zamanı
.

dönümlük
* Dönüm ölçüsünde.
* Dönüme yetecek ölçüde olan.

dönüp dolaşmak (veya döne dolaşa)


* uzun süre gezmek.
* arayı
şiçinde olmak, her çareye baş
vurmak.

dönüş
* Dönmek iş
i veya biçimi.
* Oyuncunun bir ayağınıyerden kesmeden yaptı
ğıdönme hareketi.

dönüş

* Dönüş ü olan.
* Öznesi ile nesnesi bir olan fiil, mutavaat.

dönüş lü çatı
* Fiildeki kavramı
n özneye döndüğ ünü bildiren çatı
. Türkçede bu çatıçoğu kez -n-, bazen de -I- veya -ş
- çatı
ekleriyle kurulur: Sevinmek (sev-in-mek), yorulmak (yor-ul-mak), alı
şmak (al-ı
ş-mak) gibi.

dönüşlü fiil
* Kavramı n özneye dönüş mesini sağlamak için çoğ u kez -n- bazen de -I- veya -ş
- çatıekleriyle kurulan fiil,
mutavaat fiili: Öğ
renciler sı
nıfları
nıgeçince çok sevinirler gibi.

dönüş
lü zamir
* Kişi kavramı
nıpekiş
tirerek belirten zamir. Türkçede bu kavram kendi kelimesiyle sağlanı
r.

dönüş
lülük
* Dönüş
lü olma durumu.

dönüş
me
* Dönüş mek işi, tahavvül.
* Kelime içinde, yan yana düş
en iki sesten birinci sesin ikincisinin etkisiyle değiş
mesi, benzeş
me.

dönüş
mek
* Bir biçimden veya bir durumdan baş
ka bir biçim veya duruma girmek, tahavvül etmek.

dönüş
süz
* Dönüş
ü olmayan.

dönüş
türme
* Dönüş
türmek iş
i, tahvil.

dönüş
türmek
* Dönüş mesini sağlamak, tahvil etmek.
* Bir ş
ekli, belli bir kurala göre, baş
ka bir ş
ekle çevirmek.

dönüş
türücü
* Dönüş türen.
* Aynıfrekansta fakat yoğ unluğu veya gerilimi genellikle farklıolan bir veya birçok değiş
ik akı
m dizgesini,
değ
işik bir akı
m dizgesine dönüş türen elektromanyetik indükleçli duruk araç, muhavvile, transformatör.

dönüş
türülme
* Dönüş
türülmek iş
i.

dönüş
türülmek
* Dönüş
türmek iş
ine uğ
ramak.

dönüş
türüm
* Dönüş
türmek iş
i, tahvil.

dönüş üm
* Olduğundan baş ka bir biçime girme, baş ka bir durum alma, tahavvül, inkılâp; transformasyon.
* Görevinin değ iş
ikliğe uğramasıyüzünden bir organda ortaya çı kan değiş me.
* Bilinçaltı
na itilmişbir duygu veya isteğ in, karşıtıgörünümünde veya baş ka bir biçimde bilince yükselmesi,
transformasyon.

dönüş
ümcü
* Dönüş
ümcülükle ilgili olan.
* Dönüş
ümcülük yanlı sı(kimse).

dönüş ümcülük
* Yaşayan türlerin yalı
n biçimlerden karmaş
ık biçimlere doğru evrimle geliş
erek ortaya çı
ktı
ğı
nıöne süren
öğreti, transformizm.

dönüş
ümlü
* Değiş
erek, sıra ile.
* Değiş
en, sıra ile olan.

döpiyes
* Etek ceketten oluş
an iki parçalı
kadı
n giysisi.

dörder
* Dört sayı

nın üleş
tirme sayısı
fatı
, her birine dört, her defası
nda dördü bir arada olan.

dördül
* Kenarlarıve açı
ları
birbirine eş
it olan dörtgen, murabba, kare.
* Rubaî.

dördün
* Ay veya benzeri gök cisimleri çemberlerinin yarı

nın aydı
nlı
k olduğ
u evre, yarı
m ay, terbî.

dördüncü
* Dört sayı

nın sı
ra sı
fatı
, sı
rada üçüncüden sonra gelen.

dördüncü çağ
* Yeryüzünün yaklaş
ık iki veya üç milyon yı
llı
k çağ
ı.

dördüz
* Dördü birlikte doğmuşolan veya bir arada bulunan.
* Dördü bir batında doğmuşdört çocuk.

dördüz yumrucuklar
* Beyinle beyincik arası
nda bulunan dört kabartı

n adı
.

dördüzleme
* (eski Yunan edebiyatı
nda) Üçü trajedi, sonuncusu yerme dramıolan dört sahne eserinden oluş
an bölüm.

dört
* Dört sayı

nın adıve bu sayı
yıgösteren rakam, 4, lV.
* Üçten bir artı
k.
* Dört sı
fatıbazen "her, bütün" anlamı
na gelir.

dört ayak
* Dört ayaklıhayvan.
* Elleri de ayak gibi kullanarak.

dört ayak üstüne düş mek


* tehlikeli bir durumdan hiç zarar görmeden kurtulmak.

dört ayaklı
lar
* Sürüngenleri ve memelileri içine alan bir sı
nıf.

dört baş
ımamur
* her bakı
mdan istenildiğ
i gibi olan, eksiksiz, kusursuz.

dört bir
* Bkz. ciharı
yek.

dört bir taraf (veya yan)


* her yan, bütün çevre.

dört bucak
* Her taraf, her yer.

dört çifte
* Kürek yarı
şları
nda sancak ve iskelesinde dörder küreğ
i olan tekne.

dört dönmek
* telâşla çare aramak.
* bir işyapmak için telâş
la sağa sola koş
mak.

dört dörtlük
* Birlik.
* Tam, kusursuz, mükemmel.

dört duvar arası


nda kalmak
* evde, kapalıbir yerde kalmak zorunda olmak.

dört elle sarı


lmak (veya yapı şmak)
* bir iş
e büyük bir özen ve önem vererek giriş
mek.

dört göz
* Gözlüklü kimse.

dört göz bir evlât için


* "anne ve babanı
n bütün emek ve didinmesi evlât içindir" anlamı
nda kullanı

r.

dört gözle beklemek (veya bakmak)


* çok isteyerek veya özleyerek beklemek.

dört iş
lem
* Toplama, çı
karma, çarpma ve bölmeden oluş
an, matematiğ
in dört temel iş
lemi.

dört kaş

* Bı
yığıyeni terleyen (delikanlı
).
* Kalı
n ve gür kaş lı
.

dört köş
e
* Kare biçiminde.

dört köş
e olmak
* çok keyiflenmek, çok zevk duymak.

dört üstü, murat üstü


* iş
i her zaman yolunda olanlar için söylenir.

dört yanıdeniz kesilmek


* çaresiz ve umutsuz kalmak.

dört yol
* Dört yolun birleş
tiği yer.

dört yol ağzı


* Dört yolun birleş
tiği kavş
ak.

dört yüzlü
* Dört yüzü olan çok yüzlü.
* Tabanıüçgen olan piramit.

dörtcihar
* Oyunda, atı
lan zarları
n ikisinin de dört benekli olan yanları

n üste gelmesi.

dörtgen
* Dört kenarıolan çokgen, dört kenar.

dörtkenar
* Dörtgen.

dörtleme
* Dörtlemek iş i.
* Bir gazelin her beytinin baş
ına iki dize katı
larak yapı
lan nazı
m biçimi, terbî.
* Tarlayıdört kez sürme.

dörtlemek
* Bir ş
eyin sayı

nıdörde çı
karmak.

dörtlü
* Dört parçadan oluşan, kendinde herhangi bir şeyden dört tane bulunan.
*İskambil, domino gibi oyunlarda üzerinde dört işareti bulunan kâğıt veya pul.
* Dört kiş
iden oluşan müzik topluluğu, kuartet.

dörtlü final
* Dört takı
mın katı

mıile oynanan final maçları
.

dörtlük
* Dört taneden oluş muş, dört tane alabilen.
* Birlik notanın dörtte biri uzunluğunda nota.
* Dört dizelik bölümlerden oluş muşş iir veya ş
iir parçası
, kı
ta.
* Birbirine dik iki çap boyunca dörde bölünmüşdairenin her bir dilimi.

dörtnal
* Atın en hızlıkoşma biçimi.
* Bir iş
i çok çabuk yapma, acele etme.

dörtnala
* (at için) Dörtnal koş
arak.

dörtnala kaldı
rmak
* dörtnal koş
turmaya baş
lamak.

dörtnala kalkmak
* dörtnal koş
mak.
dörttek
* Kürek yarı
şları
nda sancak ve iskelesinde ikiş
er tek küreğ
i olan tekne.

döş
* Göğüs, bağır.
* Kaburga altı
.

döş
eğe düşmek
* Bkz. yatağa düş
mek.

döş
ek
* Yatak.
* Gemi gövdesinde, su bası ncı, çarpma, karaya oturma vb. durumlarda darbeleri karş
ılayabilecek, yük ve
makinelerin ağ
ırlı
ğına dayanabilecek dirençteki yapıgereci.
* Dövülmek üzere harman yerine serilen ekin sapları .

döş
ekli
* Döş eği olan.
* Yalpasıaz olan yayvan gemi.

döş
eli
* Döş enmişolan, mefruş
.
* Bkz. dayalıdöş
eli.

döş
em
* Tesisat, donanı
m.

döş
emci
* Döş
eyici, tesisatçı
.

döş
emcilik
* Döş
emcinin yaptı
ğıiş
, tesisatçı

k.

döş
eme
* Döş emek iş i.
* Yapı larda taban üzerine döş enen tahta vb. kaplama.
* Bir yapının döş enmesine yarayan her türlü eş ya, mefruş
at.
* Koltuk, kanepe, divan gibi eş yaları
n kumaş , yay, pamuk vb. bölümleri.
* Halk edebiyatı nda ve türkülerden önce söylenen, bazen tekerleme biçiminde olan uyaklı
girişbölümü.

döş
emeci
* Döş eme yapan (kimse).
* Perde, koltuk, kanepe gibi eş
ya satan veya onaran (kimse).

döş
emeci çivisi
* Özellikle mobilya döş
emeciliğinde kullanı
lan büyük baş

, kore kesitli gövdeli, sivri uçlu ve siyah renkli çivi.

döş
emecilik
* Döş
eme yapma işi.
* Döş
eme alı
p satma iş
i.

döş
emek
* Bir tabanı , tahta, karo, mermer gibi yapı gereçleriyle kaplamak.
* Açı p yaymak; kumaş , halıgibi ş
eyleri bir yeri iyice örtecek biçimde sermek.
* Bir ev veya dairenin oturulabilir duruma gelmesi için gerekli eş yayıoraya yerleş
tirmek.
* Yerleş tirmek.

döş
emeli
* Döş
emesi olan.

döş
emelik
* Yapı
larda tabana döş
emek için kullanı
lan (gereç).
* Kanepe, koltuk gibi eş
yanı
n kaplanması
na elveriş
li (kumaş
).

döş
emesiz
* Döş
emesi olmayan.

döş
eniş
* Döş
enmek iş
i veya biçimi.

döş
enme
* Döş
enmek iş
i.

döş
enmek
* Döş emek işi yapılmak.
* Birine kı
zarak kötü ve küçük düşürücü sözler söylemek.
* Uzun uzadı ya ve yererek yazmak.

döş
etilme
* Döş
etilmek iş
i.

döş
etilmek
* Döş
etmek iş
i yaptı

lmak.

döş
etme
* Döş
etmek iş
i.

döş
etmek
* Döş
emek iş
ini yaptı
rmak.

döş
eyici
* Tesisat iş
ini yapan usta, tesisatçı
.

döş
eyiş
* Döş
emek iş
i veya biçimi.

döş
gömü
* Hayvanı
n ön iki bacağ
ıile göbek arası
ndaki etten yapı
lan pastı
rma.

döteryum
* Çekirdeğ
inde bir proton ve bir nötron bulunduran hidrojen atomunun bir izotopu, ağı
r hidrojen.
KısaltmasıD.

dövdürme
* Dövdürmek iş
i.

dövdürmek
* Dövmek iş
ini yaptı
rmak.

dövdürtme
* Dövdürtmek iş
i.

dövdürtmek
* Birine dövdürmek iş
ini yaptı
rmak.
* Dövme yaptı rmak.

dövdürtülme
* Dövdürtülmek iş
i.

dövdürtülmek
* Birine dövdürülmek.

dövdürülme
* Dövdürülmek iş
i.
dövdürülmek
* Dövmek iş
i yaptı

lmak.

döveç
* Ağaçtan yapı
lmı
şhavan.

döven
* Bkz. düven.

dövenci
* Bkz. düvenci.

döviz
* Ülkeler arasıödeme yapmakta kullanılabilecek para, çek ve poliçe gibi her türlü ödeme aracı
.
* Yabancıülke parası.
* Propaganda veya tanıtma amacıyla üzeri yazılmışbez veya karton.

döviz kaçırmak
* yurt dı
şı
na izinsiz döviz çı
karmak.

dövizzede
* Bankalara dövizle borçlanı
p ev veya araba satın alan, ancak dövizin aş
ırıartı
şıdolayı

yla aldı
ğıkredileri
geri ödeyemeyerek edindiği malıyok pahası na elinden çıkarmak zorunda kalan kimse.

dövme
* Dövmek iş i.
* Dövülerek kabuğ u çıkarı
lmışbuğ day ve bundan yapı lan yemek.
* Vücut derisi üzerine iğ
ne gibi sivri bir araçla çizilmek ve içine renk veren maddeler konulmak yoluyla
yapı
lan çı
kmaz yazıveya resim.
* Kızgı
n durumda iken dövülerek biçim verilmiş(metal eş ya).
* Dövülerek yapı lan.

dövme yapmak
* vücuda dövme iş
lemek.

dövmeci
* Kullanı
lmadan önce dövülmesi gereken maden filizlerini veya diğer maddeleri döven iş
çi.
* Vücuda dövme yapan kimse.

dövmecilik
* Dövme yapma iş
i.

dövmek
* Vurarak canı nıacı tmak.
* Çamaş ır, halıgibi şeyleri tokaç, sopa gibi ş
eylerle vurarak temizlemek.
* Bir ş
eyi toz durumuna getirmek için ezmek.
* Ezmek veya çı rpmak.
* Ateşte kızdırılarak yumuş atı
lmışbir madeni, vurarak istenilen biçime getirmek.
* Topa tutmak.
* Çarpmak, vurmak.

dövmelik
* Mı

r ve buğday dövmeye yarayan, yarma buğday yapan bir araç.

dövülgen
* Dövülerek levha durumuna geçebilen (maden).

dövülgenlik
* Madenin dövülgen olma niteliğ
i.

dövülme
* Dövülmek iş
i.

dövülmek
* Dövmek iş
ine konu olmak.

dövülüş
* Dövülmek iş
i veya biçimi.

dövünme
* Dövünmek iş
i.

dövünmek
* Aşı
rıüzüntü, çaresizlik, piş
manlı
k duyarak çı
rpı
nmak, kendi kendini dövmek.
* Çok üzülmek.

dövünüş
* Dövünmek iş
i veya biçimi.

dövüş
* Dövmek iş i veya biçimi.
* Tokat, yumruk, tekme gibi saldı

şlarla yapı
lan kavga.

dövüş
çü
* Dövüş
en kimse.

dövüş
ken

yi dövüş
en veya dövüş
meyi seven.

dövüş
kenlik
* Dövüş
ken olma durumu.

dövüş
me
* Dövüş
mek iş
i.

dövüş
mek
* Karş ılıklıbirbirini dövmek.
* (iki silâhlıkuvvet) Çatı ş
mak.
* Boks yapmak.

dövüş
türme
* Dövüş
türmek iş
i.

dövüş
türmek
* Dövüş
melerini sağ
lamak.

dragoman
* Tercüman, dilmaç.

dragon
* Ejderha.
* Batıorduları
nda, atlıveya yaya olarak çarpı
şan asker sı
nıfı
.

drahmi
* Yunan para birimi.

drahoma
* Gelinin güveye verdiğ
i para veya mal.

draje
* Üstü ş
ekerli, renkli ve parlak bir madde ile kaplanmı
şhap.
* Daha çok çikolata ile kaplanmı şkuru yemiş .
dram
* Sahnede oynanmak için yazı lmışoyun.
* Acıklıüzüntülü olayları
, bazen güldürücü yönlerini de katarak konu alan sahne oyunu türü.
* Tiyatro edebiyatı
.
* Acıklıolay.

drama
* Dram.

dramatik
* Sahne oyununa özgü olan.
* Coşku veren, duygularıkamçı
layan.
* Acıklı
.

dramatikleşme
* Dramatikleş
mek durumu.

dramatikleşmek
* Dramatik bir durum almak.

dramatize etme
* Dramatize etmek iş
i veya biçimi.

dramatize etmek
* (bir edebî eseri) Radyo, televizyon veya sahne oyunu biçimine getirmek.
* Bir olayıolduğundan daha acı klı
, abartı
lıbir biçimde ortaya koymak.

dramaturg
* Oyun yazma ve yönetme kuralları
nıbilen, bir oyun yazı

r veya sahnelenirken bu bilgisinden yararlanı
lan
kimse, oyun yazarı
, tiyatro yazarı
.

dren
* Hendek.
* Ameliyat sonrasıvücut içinde kalan doku artı
kları
nıve sı

ları
dış
arıatmak veya yara üzerindeki ihtihabı
akı
tmakta kullanı
lan bükülgen tüp.

drenaj
* Toprakta bitkilerin yetiş
mesine zararlıolan fazla suları
n akı

lması
, akaçlama.
* Yarada biriken sıvıyıakaçla boşaltma.

dretnot
* XX. yüzyı

n baş
ları
nda kullanı
lan bir zı
rhlı
tipi.

drezin
* Yol kontrol ve bakı
mıiçin demir yolları
nda kullanı
lan küçük araba.

dripling
* Topu kı
sa aralı
klarla veya yavaşyavaşvurarak ileri götürmek.

dripling yapmak
* futbol, basketbol gibi oyunlarda topu kı
sa aralı
klıve denetimden çı
karmayacak vuruş
larla sürmek.

drog
* Hayvan ve bitkilerden, kurutularak veya özel metotlarla toplanarak elde edilen, eczacı

k ve kı
smen
sanayide kullanı
lan ham veya yarıham madde.

drosera
* Droseragillerden, topuz biçimindeki yaprakları
nın üst yüzeyi, böcekleri yakalayan yapı
şkan tüyler ile örtülü
otsu bir bitki (Drosera rotundifolia).

droseragiller
*İ ki çeneklilerden, örnek bitkisi drosera olan bitki familyası
.
-du
* Bkz. -dı/ -di vb.

dua
* Tanrı'ya yalvarma, yakarı
ş.
*İ badet veya yakarma amacı yla okunan din değ
eri olan metin.

dua etmek
* Tanrı
'ya yalvarmak.

duacı
* Biri için Tanrı
'ya yalvaran kimse.

duahan
* Dua okuyucu.

duasıtutmak
* hayı
r duası
gerçekleş
mek.

duası
nı(veya dua) almak
* iyi yapı
lan bir iş
le birinin hoş
nutluğunu kazanmak.

duayen
* Kordiplomatikte kıdemlilik bakı
mı ndan baş ta gelen diplomat.
* Bir meslekte yaş
ça ve kı
demce ileri olan kimse.

duba
* Yük taşımak veya köprü kurmak için kullanı
lan altıdüz bir tür deniz aracı
.
*İ çi boş
, her yanıkapalı
, suyun üstünde yüzen bir tür büyük şamandı ra.

duba gibi
* çok ş

man.

dubar
* Kefalgillerden, 30-40 cm uzunluğ
unda, eti lezzetli bir balı
k türü (Mugil cephalus).

dubara
* Oyunda, atı lan zarlardan ikisinin de iki benekli yüzünün üste gelmesi.
* Oyun, hile, aldatmaca, düzen.

dubaracı
* Oyunla, hileyle, aldatmacayla, düzenle işgören (kimse), düzenci.

dubaracı

k
* Dubaracı

n yaptı
ğıiş
, hilekârlı
k.

dublâj
* Çekilmişbir filmi sonradan sözlendirme.
* Yabancıdildeki filmlerin yerli veya baş
ka bir dile çevrilmesi iş
i.

dublâjcı
* Sözlendirici, seslendirici.

dublâjcı

k
* Sözlendiricilik, seslendiricilik.

duble
* Belirli miktarın veya büyüklüğün iki katı.
* Giysilerin iç bölümüne geçirilip kumaş la birlikte dikilen astar veya giysilerin içine ayrı
olarak giyilen
giyecek.
duble etmek
* astar geçirmek.

dubleks
* Çift katlı
.

dubleks daire
* Kendi iç merdiveni ile bağ
lanan iki ayrı
kattan oluş
an tek daire.

dublör
* Bir oyuncunun yerine oynayabilecek baş
ka oyuncu.

dublörlük
* Dublör olma durumu, dublörün yaptı
ğıiş
.

duçar
* Uğ
ramı
ş, yakalanmı
ş, tutulmuş
.

duçar olmak
* uğramak, tutulmak.

dudağı
nı(veya dudaklarını
)ısı
rmak
* yakış
ıksı
z bir durum karş
ısı
nda ş
aşmak.

dudağı
nıbükmek
* ağ
layacak gibi olmak.

dudağı

n ucuna gelmek
* hemen söyleyecek durumda olmak.

dudak
* Ağzın, diş
leri örten ve dı
şarı
ya doğ
ru az veya çok kı
vrı
lan üst ve alt kenarları
ndan her biri.
* Ağız.

dudak benzeşmesi
* Dudak ünsüzlerinin veya yuvarlak ünlülerin düz ünlüleri etkileyip yuvarlaklaş

rması
.

dudak boyası
* Dudakları
boyamak için kullanı
lan kokulu, renkli madde, ruj.

dudak bükmek
* bir ş
eyi beğ
enmediğ
ini, küçümsediğ
ini belli etmek, umursamamak, küçüksemek, pek aldı

şetmemek.

dudak çukuru
* Üst dudağ
ın ortası
ndaki oluk.

dudak dudağa gelmek (veya kalmak)


* öpüşmek.

dudak eş
lemesi
* Sözlendirmede, perdedeki görüntüde yer alan dudak hareketlerine uygun ses çı
karma.

dudak ı

rtmak
* hayran bırakmak.
* hayrete, ş
aşkı
nlı
ğa düş
ürmek.

dudak kalemi
* Rujun daha kalı
cıolması
nısağlayan ve dudak çizgilerini belirlemeye yarayan kalem.

dudak payıbırakmak
* bardak veya fincan gibi kapları
, ağ
zına kadar doldurmayı
p dudağı
n yanaş
abileceğ
i kadar boşbir yer
bırakmak.
dudak sarkı tmak
* somurtmak.

dudak tiryakisi
*İ çtiği sigaranı
n dumanı
nıiçine çekmeksizin dı
şarıüfleyen tiryaki.

dudak ucuyla söylemek


* belli belirsiz anlatmak, isteksizce söylemek.

dudak ünsüzü
* Ağız boş
luğ
undan gelen havanı
n dudaklara çarpı
p patlaması
yla veya dudakları
n aralı
ğı
ndan sı
zması
yla
oluş
an ünsüz.

dudak yarı
ğı
* Bkz. tavş
an dudağı
.

dudaksı
l
* Boğ
umlanma noktasıdudaklarda bulunan ses çeş
idi.

dudaksı
llaşma
* Bazıkelimelerde çeşitli sebeplerle düz ünlülerin yuvarlaklaş
masıveya ünsüzlerin dudak ünsüzlerine
dönmesi: dîvâr > duvar, konş
ı> komş u gibi.

dudu
* Kadınlara verilen bir unvan, hanı
m.
* YaşlıErmeni kadı nı.

dudu dilli
* Çok konuş
an, tatlıdilli (kadı
n).

duetto
* Bir kadı
n ve bir erkek sesin sözleri dönüş
ümlü olarak okudukları
hafif müzik parçası
.

duhul
* Girme, giriş
.

duhuliye
* Girişücreti.

duhuliye kartı
* Girişbelgesi, girimlik.

-duk
* Bkz. -dı
k / -dik vb.

duka
* Dük unvanı nın eskiden kullanılan biçimi.
* Bir çeş
it Venedik altı
n akçesine verilen ad.

dukalı
k
* Bir dukanı
n yönetiminde bulunan ülke.

dul
* Eş
i ölmüşveya eş
inden boş
anmı
ş(kadı
n veya erkek).

dul kalmak
* (kadı
n veya erkek için) eş
i ölmek.

dulaptal otu
* Dulaptal otugillerin örnek bitkisi olan, Kuzeydoğ
u Anadolu dağ
ları
nda yetiş
en çiçekleri güzel kokan, çalı
görünüş ünde, çok yıllı
k bir bitki (Daphne mezereum).
dulaptal otugiller
* Örnek bitkisi dulaptal otu olan, taçsı
z iki çeneklilerden bir familya.

dulavrat otu
* Birleş
ikgillerden, hekimlikte kullanı
lan bir bitki (Arctium tomentosum).

dulda
* Yağmur, güneşve rüzgârın etkileyemediğ
i gizli, kuytu yer, siper.
* Esirgeme, koruma, himaye.

dulda tutmak
* üstüne çekmek, örtünmek, koruyacak biçimde sarı
nmak.

duldalama
* Duldalamak iş
i.

duldalamak
* Korumak, siper altı
na almak.

duldalanma
* Duldalanmak iş
i.

duldalanmak
* Korumak, siper altı
na girmek.

duldalı
* Duldasıolan.

duldası
z
* Duldasıolmayan.

dulluk
* Dul olma durumu.

duluk
* Yüz.
* Şakak.
* Yüzün şakakla çene arası
ndaki yanı
.

Duma
* Çarlı
k zamanı
nda Rus parlâmentosuna verilen ad.

dumağ
ı
* Nezle, ingin, zükâm, nevazil.

duman
* Bir maddenin yanmasıile çı kan ve içinde katızerrelerle buğu bulunan kara veya esmer renkli gaz.
* Havalanan tozları
n veya sisin havada oluş turduğu bulanı klı
k.
* Kötü, yaman.
* Esrar.

duman almak
* sis kaplamak, sis bürümek.
* sigara dumanı nıiçine çekme.

duman altıolmak
* esrar içilen bir yerin havası
ndan etkilenmek.

duman attırmak
* kötü duruma düş
ürmek, geride bı
rakmak, birini yı
ldı
rmak.
duman etmek
* dağı
tmak, bozmak, yok etmek.
* yenmek, başarısağ
lamak.

duman olmak
* iş
i, durumu berbat olmak.
* (bir kimse veya bir ş
ey) ortadan kaybolmak.

duman rengi
* Koyu kül rengi, füme.
* Bu renkte olan.

dumana boğ mak


* bunaltmak, ş
üphe içinde bı
rakmak.

dumanıdoğ ru çıksın
* "iyi ve güzel olmasa bile yönteme uygun olsun yeter" anlamı
nda kullanı

r.

dumanıüstünde
* (sebze, meyve, yemek için) çok taze.
* çok yeni, üzerinden çok zaman geçmemiş
.

dumanıvermek
* ortalı
ğıkarı
ştı
rmak.

dumanlama
* Dumanlamak iş
i.

dumanlamak
* Dumanlıduruma getirmek; dumana tutmak.

dumanlanma
* Dumanlanmak durumu.

dumanlanmak
* Dumanlıduruma gelmek.
* Bulanmak, karı
şmak.

dumanlı
* Duman olan, duman çı karan.
* Sisli, sisle örtülü.
* Sıkınt ılı, bulanık; esrik, sarhoş .

dumansı
z
* Dumanıolmayan, duman çı
karmayan.

dumdum
* Baştarafıhaç biçimi çentilmiş
, çarptı
ğıyerde tehlikeli yaralar açan bir tür tüfek kurş
unu.

dumur
* Körelme.

dumura uğ ramak
* körelmek.

dun
* Alçak, aşağ
ı, aş
ağı

k.
* Altta, aş
ağı
da.

duo
*İki ses veya iki müzik.
* Karşılı
klıiki kişi tarafı
ndan söylenen ş
arkı
.
dupduru
* Çok duru.

-dur
* -dı
r / -dir vb.

-dur-
* Bkz. -dı
r- / -dir- vb.

dur (veya durun!)


* "biraz zaman geçsin" anlamı
yla cümlelerin baş
ına gelir.

dur durak (veya dur dinlen, dur otur) yok


* durup dinlenmeden sürekli çalı ş
mayıanlatı
r.

duraç
* Turaç.

duraç
* Heykel, sütun gibi ş
eylerin üstüne konulduğ
u parça, ayak, taban, kaide.

durağ
an
* Yerini değ
iştirmeyen, yerli, hareketsiz, sabit.
* Etkin olmayan, geliş
memiş .

durağ
an elektrik
* Kimyasal olarak enerjinin depo edildiğ
i akümülâtörün ürettiği elektrik.

durağ
anlaşma
* Durağanlaş
mak iş
i veya durumu.

durağ
anlaşmak
* Durağan duruma gelmek.

durağ
anlı
k
* Durağan olma durumu.

durak
* Tren, tramvay, otobüs gibi genel taş ıtları
n durmak zorunda olduğu veya durabileceği yer.
* Cümle sonundaki nokta.
* Hece ölçüsüyle yazılmı şşiirlerde ölçü kalıpları
içindeki durma yerleri.
* Bir ölçü uzunluğunda susma.
* Konuş mada, anlamı n gerektirdiği biçimde kelimeler arasındaki ses kesintisi.

duraklama
* Duraklamak durumu.
*İlerlemekte bulunan bir birliğ
in, vakitsiz, yersiz ve düzensiz olarak yürüyüş
ünü durdurması
.

duraklamak
* (hareket durumundaki bir şey) Kı sa bir süre için durmak veya arada bir durmak.
* Bir süre ses çı
karmamak, bir şey söylememek, duraksamak, tereddüt etmek.

duraklatma
* Duraklatmak iş
i.

duraklatmak
* Bir ş
eyin duraklaması
nısağlamak.

duraklayı
ş
* Duraklamak iş
i veya biçimi.
duraklı
* Durağıolan.
* Hep aynıyerde kalan, hep aynıyerde tekrarlanan.

duraklı
dalga
* Bütün noktalarıaynı
anda, zı
t ve aynıfazlı
titreş
imler yapan dalga, kararlıdalga.

duraklı
k
* Durak olma durumu.
* Durgunluk.

duraksama
* Duraksamak durumu, tereddüt.

duraksamak
* Ne yapmak veya ne demek gerektiğ
ini kestiremeyerek duraklamak, tereddüt etmek.

duraksamalı
* Duraksayan, tereddütlü.

duraksamasız
* Duraksamasıolmayan, tereddütsüz.

duraksayı
ş
* Duraksamak iş
i veya biçimi.

duraksı
z
* (otobüs için) Mola vermeden, duraklarda durmadan.

dural
* Hep bir durumda ve hiç değiş
meden kalan.

duralama
* Duralamak durumu.

duralamak
* Duraklamak.

duralayı
ş
* Duralamak iş
i veya biçimi.

durallı
k
* Dural olma durumu.

durdu, durdu, turnayıgözünden vurdu


* uzun süre bekledi, ama sonunda büyük bir kazanç elde etti.

durduğ
u yerde
* hiçbir emek harcamadan.
* gereği yokken.

durdurma
* Durdurmak iş
i.

durdurmak
* Durması
nısağ
lamak.

durdurtma
* Durdurtmak iş
i.

durdurtmak
* Durması
nısağ
lamak, durması
na yol açmak.
durdurulma
* Durdurulmak iş
i.

durdurulmak
* Durdurmak iş
i yapı
lmak.

durduruş
* Durdurmak iş
i veya biçimi.

durendiş
* Uzağ
ıgörür, ileriyi düş
ünür, ön görülü.

durgu
* Olmakta olan bir şeyin birdenbire durarak kesilmesi, sekte.
* Bir müzik eserinde, bitişetkisi yapan armonik zincirlemeler bütünü.

durgun
* Kımıldanı şve canlı lık göstermeyen, dingin, sakin.
* Neşesiz, keyifsiz, sessiz, canlıolmayan.
* Canlıolmayan, sönük, hareketsiz.

durgun ş
işkinlik
* Ekonomideki durgunluk ve enflâsyonun aynıanda yaş
anması
, stagflâsyon.

durgunlaş
ma
* Durgunlaş
mak durumu.

durgunlaş
mak
* Durgun olma durumu.

durgunlaş
tırma
* Durgunlaş

rmak iş
i.

durgunlaş
tırmak
* Durgun duruma getirmek.

durgunluk
* Durgun olma durumu.

durgunluk çökmek
* sessiz, sakin duruma girmek.

durma
* Durmak durumu.
* Eğleş
me, eğlenme, tevakkuf.

durmadan
* Ara vermeden, kesintisiz, sürekli.

durmak
* Hareketsiz kalmak, yürümez olmak.
*İ şlemez olmak, çalı şmamak.
* Bir yerde bir süre oyalanmak, eğ
lenmek, eğleş mek, tevakkuf etmek.
* Dinmek, kesilmek.
* Varlığınısürdürmek.
* Var olmak.
* Beklemek, dikilmek.
* Yaş amak.
* Birisinin malıolarak bulunmak veya o malla iliş
kisi olmak.
* Kalmak.
* Hareketsiz durumda olmak.
* Bir yerde olmak veya bulunmak.
* Belli bir durumda, bir görevde bulunmak.
* (olumsuz biçimiyle) Ara vermeden, sürekli olarak.
* Bir konuyla çok ilgilenmek, üstüne düş mek.
* Kök veya gövdeleri sonuna -a (-e) eki almı
şfiillere gelerek süreklilik bildiren birleş
ik fiiller oluş
turur:
Çalı
şadurmak, bakadurmak, getiredurmak, yiyedurmak gibi.

durmuşoturmuş
* olgun, davranışlarıtutarlı(kimse).
* tutarlı
, aş
ırı

ğa kaçmamı ş.

durmuşoturmuş luk
* olgunluk, tutarlı

k.

duromer plâstik
* Sıkıağyapı
lımoleküllerden oluş
an sert ve katı
plâstik türü.

-durt-
* Bkz. -dı
rt- / -dirt- vb.

duru
* Bulanı klı
ğıolmayan, temiz, berrak.
* (ten) Pürüzsüz.
* (dil, üslûp için) Arı
nmış
, karış
ık olmayan.

durucu
* Sürekli kalan, oturan.

duruk
* Hareketi olmayan, belirli bir süre değ
işmeyen, statik, dinamik karşı

.
* Kuvvetlerin dengelenmesiyle ilgili.
* Hareket etmeyen nesnelerin üzerindeki kuvvet dengeleri ile uğ raşan bilim dalı
, statik.
* Dalgalıakımlıelektrik motor veya üreteçlerinde hareketsiz bölüm, stator.

-duruk

simden isim türeten ek: boyun-duruk, burun-duruk, oğul-duruk vb.

durukluk
* Duruk olma durumu.

duruksun
* Karar veremeyen, mütereddit.

durulama
* Durulamak iş
i.

durulamak
* Yı
kanmı
şşeyleri duru sudan geçirmek.

durulanma
* Durulanmak iş
i.

durulanmak
* (yıkanmı şşeyler) Duru sudan geçirilmek.
* (insan) Yıkandıktan sonra bir daha temiz su dökünmek.

durulaş
ma
* Durulaş
mak durumu.

durulaş
mak
* Duru bir duruma gelmek.
durulma
* Durulmak (I, II) durumu.

durulmak
* Duru duruma gelmek.
* (gürültü, kı
mıldanı
ş, karı
şı
klı
k, yağı
ş, yel için) Dinmek, sükûn bulmak.
* Uslanmak, sakinleşmek.

durulmak
* Durmak iş
i yapı
lmak, kalı
nmak.

durultma
* Durultmak iş
i.

durultmak
* Duru duruma getirmek.

duruluk
* Duru olma durumu.
* (dil, uslûp için) Karı
şı
k olmama durumu.

durum
* Bir zaman kesiti içinde bir şeyi belirleyen ş artları
n hepsi, vaziyet, hâl, keyfiyet, mevki, pozisyon.
* Duruşbiçimi, konum.
* Bireyin toplum içindeki ilişkileriyle belirlenen yeri.
*İ sim soyundan kelimelerin birbirleriyle edatlarla ve fiillerle iliş
kilerini belirleyen biçim, hâl.

durum almak
* belli bir duruşbiçimine geçmek.
* bir olay karşısı
nda belli bir tavı
r almak.

durum eki
*İsmin bir isimle veya fiille ilgisini kuran ek.

durum ortacı
* Bkz. sı
fat-fiil.

durum ulacı
* Bkz. zarf-fiil.

durum vaziyeti
* Görünü ş
.

durumca
* Duruma göre, durum bakı
mından.

durumu bozulmak
* maddî durumu kötüleş
mek.

durumu düzelmek
* maddî durumu iyileş
mek.

durumuna düş mek


*ş artlarıkötüleş
mek.

durumunda olmak (veya bulunmak)


* zorunluğunda olmak.

durup dinlenmeden
* arası
kesilmeksizin, arka arkaya, sürekli olarak.

durup durup
* Durarak.
* Ara sı
ra, zaman zaman, bekleyerek.

durup dururken
* gereği veya sebebi yokken.
* birdenbire, ansı
zın.

duruş
* Durmak iş
i veya biçimi.

duruş
ma
* Davacıile davalı
nın yargı
ç karş
ısı
nda hazı
r bulunduklarıyargı
lama evresi.

duş
* Temizlik veya tedavi amacı
yla yüksekten püskürtmek yoluyla su dökünme.
* Bu biçimde su dökünmeye yarayan alet.

duşkabini
* Duşveya banyo küvetinin etrafı na takı lan, suyun dı
şarı
ya sı
çraması
nıönleyen, buharı n içeride kalması nı
sağlayan, alüminyum veya plâstikten yapı lmışçerçevelerine cam, mika ve benzeri plâstik malzeme geçirilmiş , ön
panelleri bir ray üzerinde hareket edebilen bir tür banyo.

duşteknesi
* Duşyapmak amacı
yla banyonun bir köş
esine yerleş
tirilmişderinliğ
i fazla olmayan tekne.

duş
ak
* Hayvanı
n iki ayağ
ınıiple bağlayarak yapı
lan köstek.

duş
aklama
* Duş
aklamak iş
i.

duş
aklamak
* Hayvanı
n iki ayağ
ınıduş
akla bağ
lamak, kösteklemek.

dut
* Dutgillerden, kuzey yarım kürenin genellikle ı

man bölgelerinde yetiş
en, yaprakları
yla ipek böceği beslenen
ağaç (Morus).
* Bu ağacın, ak, kara, pembe renkte ekş
i veya tatlı
, sulu meyvesi.

dut gibi olmak


* çok sarhoşolmak.
* utanmak, mahcup olmak.

dut kurusu
* Dutun kurutulmasıile elde edilen kuru yemiş
.

dut pekmezi
* Dut ezilmesi ve ş
ırası
nın kaynatı
lmasısonunda elde edilen bir pekmez türü.

dut yemişbülbüle dönmek


* neşe ve konuş
kanlı
ğı
nıyitirmek, susmak.

dutçuluk
* Dut ağ
acıyetiş
tirme.

dutgiller
* Dut, incir ve benzeri cinsleri içine alan iki çeneklilerden bir bitki familyası
.

dutluk
* Dut ağ
açları
nın çok olduğ
u yer, dut bahçesi.

duvağ
ına doymamak
* yeni gelinken ölmek veya kocası
ndan ayrı
lmak.

duvak
* Gelinin başını, bazen de yüzünü kapayan dantel veya tülden örtü.
* Küp, tandır, baca gibi ş
eylerin taşveya topraktan yapı
lmı şkapağı
.
* Bazıbebeklerin doğ duğu zaman baş ları
nıçevreleyen zar.

duvak düşkünü
* Yeni gelinken dul kalan.

duvakçı
* Duvak yapan veya satan kimse.

duvakçı

k
* Duvak yapma veya satma iş
i.

duvaklama
* Duvaklamak iş
i.

duvaklamak
* Baş
ını
ve yüzünü duvakla örtmek.

duvaklanma
* Duvak örtünme.

duvaklanmak
* Duvak örtünmek.
* Gelin olmak.

duvaklı
* Baş
ıve yüzü duvakla örtülü.
* Doğduğunda, başı
nda zar olan (bebek), perdeli.

duvaksı
z
* Duvağ
ıolmayan.

duvar
* Bir yapının yanları
nıdış
a karşıkoruyan, iç bölümlerini birbirinden ayı
ran taş
, tuğ
la vb. gereçlerden yapı
lan
veya örülen dikey düzlem.
* Bir toprak parçasınısı

rlayan taş
, tuğ
la, kerpiçten yapılan engel.
* Engel.
* Sonuçsuz, sonuç vermeyen yer.
* Voleybolda ağüzerinde karş ıtakı
m oyuncusunun vuruş una karş ı
koyma.

duvar ayağı
* Yapı
larda süs ögesinin dı
şı
nda görevi olmayan, duvara yapı
şı
k, üzerinde yukarı
dan aş
ağı
ya yivler bulunan
yarı
m ayak.

duvar çekmek
* duvar örmek.
* aradaki iliş
kiye son vermek, görüş
memek.

duvar dayağı
* Yı

lmaması
için duvara eğ
ik olarak konulan destek ağaç.

duvar diş
i
*İleride eklenecek duvarı
n iyice tutunmasıiçin duvarı
n bir yerinde bı
rakı
lan tuğ
la çı
kıntı
ları
, ekleme diş
i.

duvar gazetesi
* Duvara ası
lan, çoğ
unlukla elle, yazımakinesi ile yazı
lan okul veya dernek gazetesi.

duvar gibi
* çok sağ
ır.

duvar halısı
* Duvara asmak üzere dokunmuş
, üzerinde genellikle resim iş
lenmişolan ince halı
.

duvar kâğ
ıdı
* Duvarlarısüsleyip güzelleş
tirmek için yüzeylerine yapı
ştı

lan düz veya desenli kâğı
t.

duvar pası

ki oyuncunun rakip oyuncuya topu kaptı
rmadan birbirlerine atmaları
ve alan kazanmaları
.

duvar resmi
* Duvar yüzeyi üzerinde mum boyası
, sulu boya, yağlıboya, mozaik veya kazı
ma gibi tekniklerle yapı
lan
resim.

duvar saati
* Duvara ası
lısaat.

duvar sarmaş ığı


* Yaprak dökmeyen, gövde yapraklarısaplı , üst yüzü koyu, alt yüzü açı
k yeş
il renkli, sert ve derimsi, küçük
çiçekli, meyvesi bezelye tanesi büyüklüğ
ünde etli, sarıveya morumsu siyah renkli bir bitki (Hedera helix).

duvar sedefi
* Bkz. dalak otu.

duvar takvimi
* Duvara ası
lan, günlük veya aylı
k durumu ayrıkâğ
ıtlarla gösteren takvim.

duvar yapmak
* Bkz. baraj yapmak.

duvarcı
* Duvar ören nitelikli iş
çi.

duvarcı

k
* Duvar örme iş
i.

duy
* Elektrik ampulünün takı
ldı
ğıbakı
r veya pirinçten yivli yer.

duy priz
* Ampul takmaya veya elektrik akı
mıalmaya yarayan araç.

duyar
* Duygulu, duygun, duyarlı
, hassas.
* Beden üzerinde uyarı
ldığı
nda hı zlıve güçlü tepkilere yol açan.

duyar kat
* Film tabanıüzerinde yer alan, ı
şı
ğa karş
ıduyarlı
ğıolan gümüşbromürlü ecza tabakası
.

duyarga
* Eklem bacaklı
lardan baş
ın ön bölümünde bulunan, eklemlerden oluş
muşhareketli duyu alma organı
,
lâmise, anten.

duyargalı
lar
* Bir çift duyargası
bulunan, böceklerle çok ayaklı
larıiçine alan eklem bacaklı
lar topluluğu.

duyarlı
* Dı
şetkenlere karş
ıduyarlı
ğıolan, hassas.

duyarlı
k
* Duyum ve duygularıalgı
layabilme yeteneği, hassasiyet.
* Zayıf bir etkiye kar ş
ı, tepki gösterebilme yeteneği.
* Bir duyar katı nışıktan etkilenme yeteneği.

duyarlı
klı
* Duyarlı
ğıolan.

duyarlı

k
* Duyarlıolma durumu.

duyarsı
z
* Duyarlıolmayan.

duyarsı
zlaşma
* Duyarsı
zlaş
mak durumu.

duyarsı
zlaşmak
* Duyarlıolma yeteneği kalmamak.

duyarsı
zlaştı
rma
* Duyarsı
zlaş

rmak iş
i.

duyarsı
zlaştı
rmak
* Duyarsı
zlı
ğı
nıortadan kaldı
rmak, duyarsı
z duruma getirmek.

duyarsı
zlı
k
* Duyarsı
z olma durumu.

duygan
* Aş
ırıduygulu.

duygu
* Duyularla algı lama, his.
* Belirli nesne, olay veya bireylerin insanı
n iç dünyasında uyandırdı
ğı izlenim.
* Önsezi.
* Ahlâkî, estetik vb. şeyleri değerlendirme, onlara bağlanma yeteneği.
* Kendine özgü bir ruhî hareket ve hareketlilik.

duygu uyandı rmak


* bir duygu oluş
turmak.

duygu uyanmak
* bir duygu oluş
mak.

duyguca
* Duygu bakı
mından.

duygudaş
* Bir konuda duygularıbaş kasıile aynı olan.
* Üyesi olmadı ğ
ıhâlde bir partinin, bir kuruluş
un görüş
lerini benimseyen veya bir görüş
ü, bir öğretiyi, bir
akı
mıtutan (kimse), sempatizan.

duygudaş

k
* Aynıduygularıpaylaş ma.
* Bir insanı
n bir baş
kası
na karş
ıdoğ
rudan doğruya bir eğilim duyması
, sempati.

duygulandırma
* Duygulandı
rmak iş
i.

duygulandırmak
* Duygulanması
nısağlamak, duygulanması
na sebep olmak.

duygulanı
m
* Etkilenme, duygulanma.
*İ stenç ve anlı
ktan ayrıgörülen, duygusal tepkiler gösterme durumu.
* Duyarlı ğı
n harekete geçişi.
* Dı şsebeplerle bir ruh durumunun değiş mesi.
* Tutkudan daha düzenli, ama daha güçsüz olan seçkin bir eğilim.

duygulanı
ş
* Duygulanmak iş
i veya biçimi.

duygulanma
* Duygulanmak durumu, tahassüs.
*İç salgıbezlerini de kapsayan türlü etkiler altı
nda duygusal tepkiler gösterme.

duygulanmak
* Bir olay, bir görünüm karş
ısı
nda birdenbire güçlü duyguları
n etkisinde kalmak.

duyguları
açı ğa vurmak
* izlenimleri açı
kça söylemek, belirtmek.

duyguları
yla davranmak
* (bir kimse) aklı
ndan çok duyguları
nın etkisinde kalmak.

duygulu
* Duygusu, duyarlı
ğıçok olan, kolay duygulanan, içli, hassas.

duygululuk
* Tepkilerin öncelikle duygulara dayanmasıdurumu.
* Çabuk, kolay heyecanlanma eğ ilimi.
* Uyarı
mlarıalmadaki incelik.

duygun
* Duygulu, duyar, hassas.

duygunluk
* Duygun olma durumu, hassasiyet.

duygusal
* Duygularla ilgili, duygulara dayanan, hissî.
* Duygunun ağı r bastı ğı
, duygunun aş ırıetkilediği (eser veya insan).

duygusal düş ünme


* Bilgiye dayalıdüş
ünmenin karş
ısı
nda, duygusal yaş
amdan çı
kan ve onunla belirlenen düş
ünme.

duygusallı
k
* Duygusal olma durumu.
* Duyumları n ve duyguları
n ağ
ır basması
, aş
ırıbir biçimde insanıetkilemesi durumu.

duygusuz
* Duygusu, duyarlığıolmayan, hissiz.
* Katıyürekli, umursamaz, hissiz.

duygusuzluk
* Duygusuz olma durumu, hissizlik.
* Duygusuzca davranı
ş.

duyma
* Duymak durumu.

duymak
*İ şitmek, ses almak.
* Bilgi almak, öğrenmek, haber almak.
* Sezmek, fark etmek, hissetmek.
* Dokunma, koklama vb. duyularla algı lamak, hissetmek.
* Nesnelere dokunmakla onları n sı
caklı
k, soğukluk, sertlik, ağ
ırlı
k, hareket gibi fizik durumları
ndan bilgi
edinmek, hissetmek.
* Bir ruh durumu içine girmek.

duymamazlık
* Duymazlı
k.

duymazlı
k
* Duymamı
şgibi davranma durumu.

duymazlı
ktan gelmek
* ilgilenmek istemediğ
i için duymamı
şgibi davranmak.

duynak
* Bkz. toynak.

duysal
* Duyuyla alı
nan.

duyu
*İ nsanları
n ve hayvanların, dı
şdünyanı
n uyaranları
nıgörme, iş
itme, koklama, dokunma ve tatma
organları
yla algı
lama yeteneği, hasse.

duyulma
* Duyulmak durumu.

duyulmak
* Duymak durumuna konu olmak.

duyulmamış
* O güne kadar karş
ılaş
ılmamı
ş(ş
ey), ş
aşı
lacak (ş
ey).

duyulur
* Duyulan, duyularla algı
lanabilen.

duyulur duyulmaz
* çok alçak, ancak işitilebilen (ses).
* haber öğrenilir öğrenilmez.

duyum
* Haber, istihbarat.
* Duyu.

duyum eş
iği
* Bir uyarı
mın, duyabileceğ
i en aş
ağıderecesi.

duyum ikiliği
* Bir duyunun baş
ka nitelikte bir duyum uyandı
rması
, bir sesin aynızamanda bir renk duygusu vermesi gibi,
sinestezi.

duyum yitimi
* Bkz. anestezi.

duyumculuk
* Her bilginin temelinde duyumları
n bulunduğu ileri sürülen öğ
retilerin genel adı
, sansüalizm.

duyumlu
* Duyumu olan.

duyumölçer
* Derinin duyarlı
ğı
nıölçmeye yarayan alet.
duyumsal
* Duyu organlarıile ilgili.

duyumsama
* Duyumsamak durumu.

duyumsamak
* Duyular aracı

ğı
yla bir ş
eyi algı
lamak.

duyumsamazlı k
* Duygusuzluk; az ve yavaştepki gösteren, bunun sonucu duygulandı rı
cısebeplere karş
ıilgisiz kalan insanı
n
niteliği.
* Düzgülü olarak türlü durumları
n harekete getirdiği ilgi ve duygulardan yoksun olma durumu.

duyumsatma
* Duyumsatmak iş
i.

duyumsatmak
* Duyumsaması
na sebep olmak.

duyumsuz
* Duyumu olmayan.

duyumsuzluk
* Duyumsuz olma durumu.

duyurma
* Duyurmak iş
i.

duyurmak
* Duyması nısağ
lamak.
*İ lân etmek.
* Sezdirmek.

duyuru
* Herhangi bir olguyu, bir iş
i, bir durumu duyurmak için yayı
mlanan yazı

veya sözlü haber, ilân, anons.

duyuru tahtası
*İlânı
n üzerinde duyurulduğ
u tahta.

duyurucu
* Duyurma özelliği olan.

duyurulma
* Duyurulmak iş
i.

duyurulmak
* Duyulması nısağ
lamak.
*İlân edilmek.

duyurum
* Duyurma iş
i.

duyusal
* Duyu ile ilgili.

duyuş
* Duymak iş
i veya biçimi.
* Seziş
.

duyuüstü
* Duyularla verilmeyen.
* Algı
lama yoluyla değil, düş
ünme ile kavranan.

-dü
* Bkz. -dı/ -di vb.

düalist

kici, ikicilik yanlı

.

kiciliğe ilişkin.

düalizm

kicilik.

Dübbüasgar
* Küçük Ayı
.

Dübbüekber
* Büyük Ayı
.

dübel
* Duvarlarda çivinin daha sağlam yerleşmesi için açı
lan deliğ
e önceden çakı lan plâstik yuva.
* 4-20 mm çapları nda, uçlarıyarı
k ve tı
rtı
llı
, baştarafıuca doğ ru daralan delikli, orta sert veya sert plâstikten
yapı
lmı
şözel kavelâ.

dübeş
* Oyunda, atı
lan zarlardan ikisinin de beşbenekli yüzünün üste gelmesi.

düden
* Kireçli bölgelerde kirecin erimesi veya yer altı
ndaki karstlıbir çukur tavanı
n çökmesiyle oluş
an doğ
al kuyu.

düdük
*İ çinden hava veya buhar geçirilince keskin ses çı
karan ve iş
aret vermek için kullanı
lan araç.
* Akı lsız, boşkafalı
.
* Taş ıtlarda karş
ıtarafıuyaran korna.

düdük gibi
* (giysi için) çok dar, daracı
k.

düdük gibi kalmak


* yapayalnız kalmak.
* zayıflamak.

düdük makarnası
*İ çi delik makarna.
* Aptal, anlayı
şsız.

düdükçü
* Düdük yapan veya satan kimse.

düdükleme
* Düdüklemek iş
i veya durumu.

düdüklemek
* Cinsel iliş
kide bulunmak.
* Aldatmak, kandı rmak.
* Değersiz bir şeyi çok değerliymişgibi birine satmak.

düdüklü
* Düdüğü olan.
* Düdüklü tencere.

düdüklü tencere
* Buhar bası
ncı
ndan yararlanarak yemeği çabuk ve sağlı
klıolarak piş
iren bir tür tencere.

düello
*İ ki kişi arasında, tanı
klar önünde yapılan silâhlıvuruş
ma.
*İ ki siyasî, ekonomik güç arasındaki çatışma.
* Bkz. söz düellosu.

düellocu
* Düello yapan kimse.

düet
* Bkz. duo.

dügâh
* Türk müziğinde bir birleş
ik makam.

düğme
* Giyecek, yorgan vb.nin bazıyerlerine ilikleyici veya süs olarak dikilen kemik, metal, sedef gibi sert
maddelerden yapı lmı şküçük tutturmalı
k.
* Çevrilmek veya üzerine bası
lmak yoluyla bir elektrik akı mı nıaçan, kapayan herhangi bir makineyi iş leten
veya durduran parça, komütatör.
* Üst deri altı
ndaki kı

rdak ve yağdan oluş muşdüğ me biçimindeki çı kıntı
.

düğmeci
* Düğ
me, fermuar, boncuk gibi ş
eyler yapan veya satan kimse.

düğmecilik
* Düğ
me yapma veya satma iş
i.

düğmek
* Düğ
üm yapmak.

düğmeleme
* Düğ
melemek iş
i.

düğmelemek
* Bir ş
eyin düğ
mesini iliğ
ine geçirmek, iliklemek.

düğmelenme
* Düğ
melenmek durumu.

düğmelenmek
* Düğ
melenmek iş
ine konu olmak veya düğmelemek iş
i yapı
lmak, iliklenmek.

düğmeli
* Düğ
mesi olan.
* Düğ
me ile tutturulan.

düğmesiz
* Düğ
mesi olmayan.
* Düğ
me ile tutturulamayan.

düğü
* Elendikten sonra geriye kalan en ince bulgur.
* Pirinç.

düğüm
*İ plik, ip, halat gibi bükülebilir ş
eyleri kıvırı
p kendi üzerine veya birbirine dolayarak yapılan boğum.
* Anlaş ılamayan, çözülemeyen karı şı
k durum.
* Gelen ve yansı mı şdalgaların girişimiyle oluşan kararlıdalgalarda titreş
im genliğinin sı

r olduğu
noktalardan her biri.
* Edebî eserlerde çapraş ık olguların çözülmeden önce toplandı ğıen büyük merak unsuru.
düğüm atmak
* düğümlemek.

düğüm düğüm
* Üzerinde düğümler olan.

düğüm noktası
* Bir ş
eyin sonuçlanmasıiçin çözülmesi, açı
klı
ğa kavuş
turulmasıgereken güç yanı
.

düğüm üstüne düğ


üm vurmak (atmak)
* parası
nıpintilik ederek saklamak.

düğüm vurmak
* düğümlemek.
* parası
nıpintilik ederek saklamak, biriktirmek.

düğümleme
* Düğ
ümlemek iş
i.

düğümlemek
* Düğ
üm yapmak.
* Düğ
üm yaparak bağ
lamak.

düğümlenme
* Düğ
ümlenmek durumu .

düğümlenmek
* Düğümle bağlanmak.
* Sı
kışmak.
* Bütün sorunlar bir yerde toplanı
p birleş
mek.

düğümlü
* Düğ ümlenmişolan.
* Budaklı.
* Sorunlu, karı
şı
k.

düğümsüz
* Düğ
ümü olmayan.

düğümünü çözmek
* anlaş
ılmaz bir ş
eyi anlaş
ılı
r duruma getirmek.

düğün
* Evlenme dolayı

yla yapı
lan tören, eğ
lence.
* Sünnet düğ
ünü.

düğün alayı
* Düğ
üne katı
lanları
n çalgıeş
liğinde ve toplu hâlde yürümesiyle oluş
an topluluk.

düğün bayram etmek


* çok sevinmek, çok sevinç duymak.

düğün çiçeği
* Düğün çiçeğ
igillerin örnek bitkisi (Ranunculus).

düğün çiçeğigiller
*İ ki çeneklilerden, bazıtürleri süs bitkisi olarak kullanı
lan bir familya.

düğün çorbası
* Et, un, yoğurt katı
larak özellikle düğ
ünlerde yapı
lan ve üzerine kı
zgı
n yağdökülen çorba çeş
idi.
düğün değil, bayram değil, eniş
tem beni neyi öptü
* gösterilen yakı
nlı ğı
n, iltifatı
n gizli bir sebebi olacak.

düğün dernek
* Evlenme dolayı

yla yapı
lan kutlama töreni ve eğlence.

düğün dernek, hep bir örnek


* olayları
n veya yapılan iş
lerin hep birbirine benzediğ
ini anlatı
r.

düğün evi
*İçinde düğün yapı
lan yer.

düğün evi gibi


* sevinçli ve telâş
lıbir kalabalı
k bulunan (yer).

düğün hamamı
* Düğünden bir gün önce gelin ve yakı
nları

n yiyecek, müzik, oyun ve gösterilerle hoşvakit geçirerek

kanıp temizlenme.

düğün pilâvı
* Düğ
ünlerde özel olarak piş
irilen pilâv.

düğün pilâvıyla dost ağı


rlamak
* başkasının kesesinden veya elinden ikramda bulunmak.

düğün salonu
* Kiralanarak içinde eğlence ve toplantıyapı
lan salon.

düğün yahnisi
* Hafifçe kavrulan bol soğ
an içinde kemikli kuzu etinin ağ
ır ateş
te piş
irilmesiyle hazı
rlanan, az sulu yemek
türü.

düğüncü
* Düğ
ün sahibi, toycu.
* Düğ
ün çağrıcısı.
* Düğ
üne katılanlar.

düğüncübaşı
* Düğünü yöneten kimse.

düğünsüz
* Düğ
ün olmadan, düğ
ün yapmadan, düğ
ünü olmayan.

düğününde kalburla (elekle) su taş


ımak
* bir yardı
mı na karş ı

k olarak bekâr bir kimseye çok büyük bir yardı
mda bulunma sözü olarak kullanı

r.

düğürcük

nce bulgur.

dük
* Bazıdevletlerde prensten sonra gelen en yüksek soyluluk unvanı
.

-dük
* Bkz. -dı
k / -dik vb.

dükkân
* Perakende satışyapan esnafı n, küçük zanaat sahiplerinin satı
şyaptı
kları
veya çalı
ştı
klarıyer.
* Görevli olarak çalı
şı
lan yer, işyeri.
* Kumarhane.

dükkâncı
* Dükkân iş
leten kimse.
düklük
* Dük olma durumu.
* Bir dükün yönetimindeki ülke.

düldül
* Hz. Ali'ye Peygamber tarafı
ndan armağan edilen katı

n adı
.
* Kötü at.
* Eski otomobil veya modasıgeçmişaraç.
* Mekanik olarak çalı
şan oyuncak çocuk arabası.

dülger
* Yapı
ları
n kaba ağaç iş
lerini yapan kimse.

dülger balı
ğı
* Kemikli balı
klar takı
mından, baş
ıbüyük, ağzıgeniş
, vücudu yassıve söbe, üstü dikenli pullarla kaplıbir
balı
k (Zeus faber).

dülgerlik
* Dülgerin zanaatı
.

dümbelek
* Ağzına deri gerilmiş
, çanak biçiminde, darbukaya benzer bir çeş
it çalgı
.
* Anlayı
ş sı
z, sersem.

dümbelekçi
* Dümbelek çalan veya dümbelek satan kimse.

dümdar
* Artçı
.

dümdüz
* Çok düz.
* Kendi hâlinde, uysal (kimse), basit.
* Bilgisi, görgüsü çok dar bir sı
nır içinde kalan (kimse).

dümen
* Hava ve deniz taş
ıtları
nda, taş
ıta istenilen yönü vermeye ve belirli bir doğrultuda götürmeye yarayan
hareketli parça.
* Dalavere, hile.
* Yönetim, idare.

dümen bedeni
* Dümen boğ
azı
nıoluş
turmak için boydan boya konulan tek parça.

dümen boğazı
* Dümenin dümen yelpazesinden yukarı
kalan bölümü.

dümen çevirmek
* hileye, düzene baş
vurmak.

dümen evi
* Dümen boğ
azı

n geçmesi için kı
ç bodoslaması

n üst ucuna ve teknenin kümbet olan bölümüne açı
lmı
ş
oval delik.

dümen kı
rmak
* yön değiş
tirmek.

dümen kullanmak
* bir iş
i kurnazca yönetmek.

dümen neferi
* En geride olan, sonuncu, en tembel.

dümen suyu
* Gemi giderken arkası
nda bı
raktı
ğıköpüklü iz.

dümen suyundan gitmek


* birine bağı
mlıolmak, her ş
eyde ona uyarak davranmak.

dümen tutmak
* teknenin gideceğ
i yolu gözleyerek dümeni yönetmek.

dümen yapmak
* dalavere, hile ile birini kandı
rmak, aldatmaya çalı
şmak.

dümenci
* Gemilerde dümeni kullanan kimse.
* En geride olan, sonuncu, en tembel.
* Dalavereci, hileci, düzenbaz.

dümencilik
* Dümencinin iş i.
* En geride olma durumu, sonuncu olma durumu.
* Dalaverecilik, düzenbazlı
k, hilecilik.

dümeni eğri
* Yan yan yürüyen.

dümeni kırmak
* çekip gitmek, kaçmak, uzaklaş
mak.

dümenine bakmak
*ş artlar ne olursa olsun çı
karı
nıgözetmek.

dümensiz
* Dümeni olmayan.

dümtek
* Klâsik Türk müziğ
inde tempo.

dümtek tutmak
* tempo tutmak.

dün
* Bugünden bir önceki gün.
* Geçmiş .
* Bugünden bir önceki günde.
* Kısa bir süre önce.

dün bir, bugün iki


* (iş
e başladı
ğı
ndan beri) çok az zaman geçtiği hâlde.

dün cin olmuş , bugün adam çarpı


yor
* iş
inde ustalaş
madan hile yolları
na baş
vuruyor.

dünden
* Bugünden bir önceki günden.
* Çoktan, seve seve.

dünden bugüne
* çabucak, az zamanda.

dünden hazı
r (veya razı
)
* kendisine yapı
lan bir öneriyi seve seve ve hemen kabul eden.

dünden ölmüş
* çalı
şma hevesi kalmamı
ş.

dünit
* Temel maddesi olivin olan iri taneli kayaç.

dünkü
* Bugünden bir önceki günle ilgili.
* Yakı
n geçmiş teki.
* Acemi, yeni, toy.

dünkü çocuk
* Deneyimi az, toy, acemi.

dünür
* Karıkocanı
n baba ve anaları
nın her biri.

dünür düşmek
* bir kı
zıevlenmek üzere baş
kası
için istemek.

dünür gezmek
* evlenecek erkek için kı
z aramaya çı
kmak.

dünür gitmek
* evlenecek kimse için kı
z istemeye gitmek.

dünürcü
* Kı
z görmeye giden kimse, görücü.

dünürcülük
* Dünürcünün iş
i.

dünürleş
me
* Dünürleş
mek iş
i veya durumu.

dünürleş
mek
* Kı
z alı
p verme yolu ile hı

m olmak.

dünürlük
* Dünür olma durumu.
* Evlenme sonucu oluşan yakı
nlı
k, akrabalı
k, sı
hriyet.

dünya
* Üstünde yaş adığı
mı z gök cismi.
* Dış, çevre, ortam.
*İ nançlarıbir olan ülke veya insanlar topluluğu.
* Duygu, düş ünce ve hayal âlemi.
* El gün, herkes.
* Meslek veya işbirliği içinde bulunma, camia.

dünya ahret kardeşim olsun


* bir kiş
iye kardeşlik duygusundan baş
ka bir gözle bakı
lmadı
ğı
nıanlatı
r.

dünya âlem
* Herkes, bütün insanlar.

dünya başı
na dar olmak (veya gelmek)
* çok sı
kılmak, büyük bir çaresizlik içinde kalmak.

dünya baş
ına yı

lmak
* çok sı
kılmak, umutları
nıyitirmek.

dünya bir araya gelse


* dünyadaki bütün insanlar engel olmaya kalksa bile.

dünya durdukça
* sonsuzluğa dek, ebediyen.

dünya durdukça durasın!


* çok yaş
a, Tanrısana sonsuz bir ömür versin!.

dünya evi
* Evlilik.

dünya evine girmek


* evlenmek.

dünya görmüş
* çok gezmiş
, çok yer görmüş
.

dünya görüş lü
* Evrenin ve hayatı
n anlamı nı , amacını
, değ
erini insan varlı
ğı
nıve davranı
şları
nıbütünüyle kavramaya
çalı
şan genel düşünce, evrene toplu bir bakış.

dünya görüş
ü
*İçinde yaş
anı
lan çağ
ıtanı
ma, anlama yetisi.

dünya gözü ile görmek


* ölmeden önce, sağlı
ğı
nda.

dünya gözüne zindan olmak (görünmek veya kesilmek)


* büyük bir karamsarlı
k ve umutsuzluk içinde olmak.

dünya güzeli
* Çok güzel (kadı
n veya erkek).

dünya kadar
* pek çok.

dünya kelâmı
* Tanrısözlerinden baş
ka söz.

dünya kelâmıetmek
* konuş
mak.

dünya malı
* Varlı
k, servet.
*İnsanın hoş una gidecek, huzur verecek durum ve ş
artları
n bütünü.

dünya nimeti
*İnsanları
n dünyada yiyeceğ
i, içeceğ
i, kullanacağı
imkânları
n tümü.

dünya penceresi
* Göz.

dünya varmış
* sı

ntı
lıbir durumdan kurtulan kimsenin söylediği söz.

dünya yı
kılsa umurunda değ il
* hiçbir ş
eyle ilgilenmez, sorumsuz, kaygı

z.

dünya yüzü görmemek


* kapalı
bir yerde sürekli kalmak.

dünyada
* (olumsuz fillerle) Hiçbir zaman, hiçbir biçimde.

dünyadan elini eteğini çekmek


* bir kenara çekilip çevresiyle ilgisini kesmek, toplumun yaş
ayı
şı
na karı
şmamak, dünya iş
leriyle ilgilenmez
olmak.

dünyadan geçmek (veya el çekmek)


* bir kenara çekilip toplum yaş
amı
na karı
şmamak.

dünyadan haberi olmamak


* çevresinde olup bitenleri bilmemek.

dünyalar (biri) -in oldu


* çok sevindi.

dünyalı
* Dünyaya ait olan.

dünyalı
ğıdoğrultmak
* yaş
amısüresince yetecek parayı
kazanmak.

dünyalı
k
* Mal, mülk, servet, para.

dünyanı
n (birş
ey) -i
* pek çok..., hesapsı
z.

dünyanı
n dört bucağı
* dünyanın her yanı
, her yönü.

dünyanın kaç bucak (veya köşe) olduğunu göstermek (anlamak)


* dünyada ne gibi güçlükler olduğ
unu bildirmek (veya anlamak), insanı
n baş
ına neler gelebileceğ
ini öğretmek
veya öğ
renmek.

dünyanı
n öbür (veya bir) ucu
* çok uzak yerler için söylenir.

dünyanı
n tadı
nıçıkarmak
* bütün zevklerden yararlanmak, mutlu ve rahat yaş
amak.

dünyanı
n ucu uzundur
* yaşadı
kça insanı
n türlü durumlarla, çeş
itli olaylarla karş
ılaş
abileceğini anlatı
r.

dünyanın yedi harikası


* Eski ulusları
n olağanüstü olarak niteledikleri yapılar (Mı
sır piramitleri, Semiramis'in asma bahçeleri,
Zeus'un heykeli, Artemis tapı
nağı, Mausolos'un anı tkabri, İskenderiye feneri, Rodos heykeli).

dünyası
ndan geçmek
* her ş
eye karş
ıilgisiz duruma gelmek.

dünyaya gelmek
* (insan için) doğmak.

dünyaya getirmek
* doğ urmak.

dünyaya gözlerini kapamak (veya yummak)


* (insan) ölmek.
dünyaya kazık çakmak (veya kakmak)
* çok uzun ömürlü olmak, çok yaş
amak.

dünyayıanlamak
* dünyada neler olduğunu öğrenmek, deneyimi artmak.

dünyayıgözü görmemek
* üzüntü, öfke, karamsarlı k ve çok mutlu olma gibi durumlarda baş
ka bir ş
ey düş
ünememek, ölçülü
davranamamak, yoğ un olarak bir işile uğraşma.

dünyayıharam etmek
* bir yeri yaş
anı
lmaz duruma getirmek.

dünyayıtoz pembe görmek


* üzücü durumlara bile iyimser gözle bakmak.

dünyayıtutmak
* çok yayı
lmak, her yere dağ
ılmak.

dünyayızindan (zehir) etmek (veya dünyayıbaş ı


na dar etmek)
* bir kimseyi çok sı

ntılıbir duruma sokmak.

dünyevî
* Dünya ile ilgili, dünya iş
lerine iliş
kin, uhrevî karş
ıtı
.

düo
* Bkz. duo.

düpedüz
* Çok düz ve doğru bir biçimde, dümdüz olarak.
* Başka bir amaç gütmeden, açıktan açı
ğa, açı
kçası
, gerçekten.
* Yalı
n, basit, süssüz, sade.

-dür
* Bkz. -dı
r / -dir vb.

-dür-
* Bkz. -dı
r- /-dir- vb.

dürbün
* Uzaktaki cisimlerin görüntülerini büyütmeye veya yaklaş

rmaya yarayan, objektif ve oküler adlıiki
mercekten oluş
an optik alet.
* Gözetleme deliği.

dürbünlü
* Dürbünü olan.

dürbünün tersiyle bakmak


*oş eyi küçümsemek, olduğ
undan çok daha az önemli görmek.

dürme
* Dürmek iş i.
* Lâhana.
*İ çine peynir, kı
yma gibi ş
eyler konularak yenilen piş
mişyufka; bir tür gözleme.

dürmece
* Bağ
larda, tomurcuk, yaprak ve salkı
m yiyerek yaş
ayan, sarı
msı
gece kelebeğ
i (Sparganothis pilleriana).

dürmek
* Bir ş
eyi kıvırı
p silindir biçiminde kendi üzerine sarmak.
* Bir ş
eyi üst üste katlamak.
-dürt-
* Bkz. -dı
rt- / -dirt- vb.

dürtme
* Dürtmek iş
i.

dürtmek
* Ucu sivri bir ş
eyle hafifçe itmek.
*İstenilen şeyi yaptı
rmak için birine kı
şkı
rtı
cısöz söylemek, tahrik etmek.
* Uyarmak, ikaz etmek.
* Değmek, dokunmak.

dürtü
* Fizyolojik veya ruhî dengenin değ
işmesi sonucu ortaya çı
kan ve canlı
yıtürlü tepkilere sürükleyebilen içten
gelen gerilim, muharrik.

dürtükleme
* Dürtüklemek, iş
i.

dürtüklemek
* Üst üste birkaç kez dürtmek.
* Birini uyarmak veya kışkırtmak.

dürtülme
* Dürtülmek iş
i.

dürtülmek
* Dürtmek iş
ine konu olmak veya dürtmek iş
i yapı
lmak.

dürtüş
* Dürtmek iş
i veya biçimi.

dürtüş
leme
* Dürtüş
lemek iş
i.

dürtüş
lemek
* Birkaç kez dürtmek.

dürtüş
me
* Dürtüş
mek iş
i.

dürtüş
mek
* Birbirini dürtmek.

dürtüş
türme
* Dürtüş
türmek iş
i.

dürtüş
türmek
* Kı
sa aralı
klarla sı
k sı
k dürtmek.

dürü
* Dürülmüşş ey.
* Armağan, hediye.
* Çeyiz.
* Düğ üne çağrılanlara düğün sahibince verilen armağan.

dürü
* Bel denilen tarı
m aracı
.

dürülme
* Dürülmek iş
i.
dürülmek
* Dürmek iş
ine konu olmak veya dürmek iş
i yapı
lmak, kı
vrı
lmak.
* Bükülmek.
* Toplanmak, sarı
lmak, katlanmak.

dürülü
* Dürülmüş
, kı
vrı
lmı
ş.

dürülüş
* Dürülmek iş
i veya biçimi.

dürüm
* Dürme, silindir biçiminde kıvırma.
* Yufka ekmeğinin, içine türlü katı
klar konulan sarı
lmı
şbiçimi.

dürüm dürüm
* Kıvı
rarak, silindir biçiminde sararak.
* Sövgü sözü olarak kullanı lan dürzü sözcüğ
ünün anlamı
nıpekiş
tirir.

dürümleme
* Dürümlemek iş
i.

dürümlemek
* Dürüm biçiminde sarmak, kı

rmak.

dürüst
* Sözünde ve davranı
şları
nda doğ
ruluktan ayrı
lmayan, doğ
ru, onurlu.
* Doğru, yanlı
şsı
z.

dürüst oyun
* Kurallara ve karş
ılı
klı
hoş
görüye bağlıkalarak oynanan oyun, fair-play.

dürüstlük
* Doğruluk.

dürüş
t
* Sert, gücendirici, kı


.

Dürzî
* Suriye'nin Havran bölgesinde yaş
ayan ve kendilerine özgü mezhepleri olan bir Müslüman topluluğ
u.

dürzü
* Ağı
r bir hakaret ve küfür sözü olarak kullanı

r.

düse
* Oyunda, atı
lan zarlardan ikisinin de üç benekli olan yanları
nın üste gelmesi.

düstur
* Genel kural, kaide.
* Yasalarıiçine alan kitap.

düş
* Uyurken zihinde beliren olayları
n, düş
üncelerin bütünü, rüya.
* Gerçek olmayan ş ey, imge, hayal.
* Gerçekleşmesi istenen şey, umut.

düşgörmek
* rüya görmek.

düşgücü
* Bir ş
eyi zihinde canlandı
rma, yaratma, düş
ünme yeteneğ
i, hayal gücü.
* Muhayyile.
düşkı

klı
ğı
* Çok istenilen veya umulan bir ş
ey gerçekleş
mediğ
inde duyulan üzüntü, hayal kı

klı
ğı
.

düşkurmak
* bir ş
eyi zihinde düş
ünüp canlandı
rmak, hayal kurmak.

düş
çü
* Sürekli hayal kuran, hayalperest.

düş
çülük
* Düş çü olma durumu.
* Bilincin zayı
flaması
yla ortaya çı
kan bir ruh bozukluğ
u durumu.

düş
e kalka
* Güçlükle.
* Biriyle yakı
n iliş
ki kurarak.

düş
es
* Dükün karı

.

düş
eslik
* Düş
es olma durumu.

düş

* Oyunda, atı
lan zarlardan ikisinin de altı
benekli olan yanları

n üste gelmesi.
* Umulmayan iyi bir rastlama.

düş
eşatmak
* umulmadı
k bir baş
arıkazanmak.

düş
ey
* Yer çekimi doğ
rultusunda olan, ş
akulî.

düş
ey çember
* Bir yerin düş
eyini sı
nırlayan çember (veya düzlem).

düş
ey düzlem
*İ zdüş
üm düzlemi.

düş
eyazma
* Düş
eyazmak iş
i.

düş
eyazmak
* Düş
ecek gibi olmak.

düş
eylik
* Düş
ey olma durumu veya düş
ey durumda bulunan bir cismin özelliğ
i.

düş

* Görev ve meslek çalı
şmasıdı
şı
nda severek yapı
lan, dinlendirici, oyalayı
cıuğraş
, hobi.

düş
kün
* Bir şeye kendini aşı
rıvermişolan çok bağ lı, meraklı, müptelâ.
* Eski değer ve onurunu yitirmiş .
* Büyük geçim sı kıntısına düşmüş .
* Yoksulluk sebebiyle mutluluk ve refahı nıyitirmiş.
* Yaş lı

k, hastalı
k gibi sebeplerle çalı
şma gücünü yitirmiş .

düş
kün olmak
* çok önem, değ
er vermek.
düşkünler evi
* Çalı
şma gücünden yoksun, kazancıolmayan yoksul kimselerin barı
ndı

ldı
ğıtoplumsal bir yardı
m kuruluş
u,
darülâceze.

düş
künler yurdu
* Bkz. düş
künler evi.

düş
künleşme
* Düş
künleş
mek durumu.

düş
künleşmek
* Düşkün duruma gelmek.

düş
künlük
* Düş kün olma durumu, iptilâ.
* Çoğ u kez yapı ya bağlısürekli ve aş
ırıgüçsüzlük.
* Rezillik, insana yakı şmayan hayat.
* (paraca) Sı kıntıda olma, gözden düş me.

düş
künü
* tutkun, çok önem, değ
er veren.

düş
leme
* Düş
lemek iş
i.

düş
lemek
* Bir ş
eyi, bir kimseyi, bir durumu istenilen biçimde tasarlamak, zihinde canlandı
rmak.

düş
man
* Birinin kötülüğünü isteyen, ondan nefret eden, ona zarar vermeye çalı şan (kimse), yağı
, hası
m.
* Birbirleriyle savaş
an devletler ve bu devletlerin asker, sivil bütün uyrukları .
* Aralarında birbirleriyle çatı
şmaya varacak ölçüde anlaş mazlı k olan tarafları
n her biri.
* Bir şeyin yaş amasına, barınması na engel olan (güç, tutum vb.).
* Bir şeyi büyük ölçüde kullanı p tüketen.
* Bazış eylerden nefret eden, tiksinen kimse.

düş
man ağzı
* Düş
manı
n uydurduğ
u söz, bir durumu kötü gösteren söz.

düş
man başı
na
* kötü bir durumun ağı
rlı
ğı
nıgöstermek için kullanı

r.

düş
man çatlatmak
* iyi durum ve baş
arı
larla düş
manıkı
skandı
rmak veya kı
zdı
rmak.

düş
man düş mana gazel (veya yasin) okumaz
* düş
mandan ancak kötülük beklenir.

düş
man kesilmek
* düşman olmak, düş
man gibi görmek.

düş
man olmak
* kin beslemeye baş
lamak.

düş
manca
* Düş
man gibi, düş
mana yakı
şı
r biçimde.

düş
manlaşma
* Düş
manlaş
mak iş
i.

düş
manlaşmak
* Düşman durumuna girmek.
düş
manlı
k
* Düş
man olma durumu.
* Düş
manca duygu veya davranı
ş, yağ
ılı
k, hası
mlı
k, husumet.

düş
me
* Düş
mek iş
i.

düş
mek
* Yer çekiminin etkisiyle boşlukta, yukarı
dan aşağ ı
ya inmek.
* Durduğu, bulunduğ u, tutunduğu yerden ayrılarak veya dayanağı

, dengesini yitirerek yukarı
dan aş
ağı
ya
inmek.
* Yere devrilmek, yere serilmek.
* Hava taş ı
tlarıkaza sonucu hı zla yere inerek çarpmak.
* Vücuda bol gelen giysi aş ağ ıkaymak.
* Yağmak.
* Vurmak, değ mek, rastlamak.
* Vakti gelmeden (ölü) doğ mak.
* Atlanmak, aradan çı kmak, eksik kalmak.
* Çıkarmak, eksiltmek.
* Bir zorunluk sebebiyle bulunduğ u yerden ayrılmak, gitmek.
* Aş ırıilgi veya sevgi göstermek.
* Uğ ramak, kapı lmak.
* Yakı ş mak, uygun gelmek.
* Yakı ş ık almak.
* Ödevi veya yetkisi içinde bulunmak.
* Bulunmak.
* Biriyle yaş amak, çalı şmak, birlikte olmak durumunda kalmak.
* Bir bölüş me sonunda payı na ayrılmak.
* Kötü bir sebeple istenmeden bir yerde bulunmak.
*İ şbaş ından uzaklaş mak.
* Hı zı, gücü, değ eri azalmak.
* (ı
sıve bası nç için) Eksilmek, azalmak.
* Düş künleş mek.
* Bir yere ansı zın gelmek, damlamak, tesadüfen gelmek.
* Belirli zamana rastlamak.
* Fırsat çı kmak.
* Olmak, olumsuz bir duruma girmek.
* Savaş ta savunulmaz duruma gelerek teslim olmak.
* Bazıdeyimlerde "yürümek, birlikte gelmek" anlamları nda kullanı

r.
* Bayağ ılaşmak.
* Alış mak, müptela olmak.

düş
mez kalkmaz bir Allah
* insanları
n talihsizliklere uğ
ramasıolağandı
r.

düş
sel
* Düşile ilgili, hayalî.

düş
süz
* Düş
ü olmayan.

düş
ük
* Aş ağıdoğru düş müş , aş
ağısarkmış
.
* Az.
* Değeri azalmı ş.
*İ ktidardan düş müşveya düş ürülmüş.
* Belli dil kurallarına uymayan.
* Eski değer ve onurunu yitirmişolan.
* Yaş ayabilecek duruma gelmeden doğ an yavru, ceninisakı
t, sakı
t, sı

t (II).

düş
ük yapmak
* çocuk düş
ürmek.

düş
üklük
* Düş ük olma durumu.
* Adîlik, bayağ
ılı
k, seviyesizlik.
* Kurallara uymama durumu.

düş
ün
* Duyularla değ
il, zihnî olarak tasarlanan, biçim verilen, canlandı

lan nesne veya olay, fikir, ide.

düş
ün düşün, boktur işin
* kötü bir durumda çı
kar yol bulunamadı
ğı
nda söylenir.

düş
ünce
* Düş ünme sonucu varı lan, düşünmenin ürünü olan görüş
, mütalâa, fikir, mülâhaza, ide.
* Dı şdünyanı n insan zihnine yansı
ması.
* Tasa, kaygı , sıkıntı
.
* Niyet, tasarı .
*İ lke, yönetici sav.

düş
ünce alı
şveriş
i
* Karşı

klıgörüşbildirme, fikir teatisi.

düş
ünce özgürlüğü
* Düş üncenin dı
şbaskıve yasaklarla sı
nırlandı

lmaması
, bunları
n etkisinden bağı
msı
z olması
.

düş
üncedir almak
* bir konuda kaygı
lanarak çözüm yolu bulmaya çalı
şmak.

düş
üncel
* Gerçekte olmayıp, yalnızca düşüncede, tasarı
m içinde var olan.
* Yalnı
z düşünce ile kavranabilen.

düş
ünceli
* Düşüncesi olan.
* Kaygı

, tasalı
.
* Düşünerek davranan, anlayı
şlı
.

düş
üncelilik
* Düş
ünceli olma durumu.

düş
üncellik
* Düşüncel olma niteliği.
* Nesnel gerçekliğ
i olan varlı
ğı
n karş
ısı
nda, salt düş
ünce veya tasarı
m olarak varlı
k.

düş
üncesini açmak
* görüşünü bildirmek.

düş
üncesini okumak
* bir kimsenin ne düş
ündüğünü anlamak.

düş
üncesiz
* Düş üncesi olmayan.
* Tasası
z, kaygısı
z.
* Düş ünmeden davranan, anlayı
şsı
z.

düş
üncesizlik
* Düş üncesizce davranma durumu.

düş
üncesizlik etmek
* düş üncesizce davranmak.
düş
ünceye dalmak
* derin derin düş
ünmek.

düş
ünceye varmak
* bir görüş
e veya karara varmak, bir inanca ulaş
mak.

düş
ündaş
* Bkz. düş
ündeş
.

düş
ündeş
* Aynıdüş
üncede olan, aynıdüş
ünceyi savunan, hemfikir.

düş
ündürme
* Düş
ündürmek iş
i veya durumu.

düş
ündürmek
* Düş ünmesine sebep olmak, düş ünmesine yol açmak.
* Tasalandı rmak, kaygılandı
rmak.
* Akla getirmek, hatırlatmak, önceden kestirmek.

düş
ündürmelik
* Düş ündürmeye yol açan ş
ey.

düş
ündürtme
* Düş
ündürtmek iş
i veya durumu.

düş
ündürtmek
* Düşündürmesine sebep olmak.

düş
ündürücü
* Düş ünmeye sebep olan, düş ünmeye yol açan.
* Tasalandı
ran, kaygı
landıran.

düş
ünme
* Düşünmek durumu, tefekkür.
* Duyum ve izlenimlerden, tasarı
mlardan ayrıolarak, aklı
n bağ ı
msız ve kendine özgü durumu;
karş
ılaş

rmalar yapma, ayı
rma, birleştirme, bağ
lantı
larıve biçimleri kavrama yetisi.

düş
ünme yasaları
* Doğru olmasıgereken bir düş
ünmenin belli ş
artlar altı
nda nası
l gerçekleş
tiğ
ini gösteren kurallar.

düş ünmek
* Bir sonuca varmak amacı yla bilgileri incelemek, karş
ılaş

rmak ve aradaki ilgilerden yararlanarak, düş
ünce
üretmek, zihnî yetiler oluş turmak, muhakeme etmek.
* Aklı ndan geçirmek, göz önüne getirmek.
* Zihniyle arayı p bulmak.
* Bir ş eye karşıilgili ve titiz davranmak.
* Akı l etmek, ne olabileceğ ini önceden kestirmek.
* Tasarlamak.
* Tasalanmak, kaygı lanmak.
* Farz etmek.

düş
ünsel
* Düş
ünce ile ilgili, düş
ünce sonucu ortaya çı
kan, düş
ünceye dayanan, fikrî.

düş
üntülü
* Kurgusal, spekülâtif.

düş
ünücü
* Düş
ünür.

düş
ünücülük
* Düş
ünücünün iş
i veya mesleğ
i.

düş
ünülme
* Düş
ünülmek iş
i.

düş
ünülmek
* Düş
ünmek iş
ine konu olmak veya düş
ünmek durumunda bulunulmak.

düş
ünüm
* Düş
ün, fikir, ide.

düş
ünüp taşı
nmak
* konuyu bütün yönleriyle inceleyip ona göre davranmak, iyice düş
ünmek.

düş
ünür
* Genel sorunlar üzerine yeni ve kendine özgü düş
ünceleri olan kimse, mütefekkir.

düş
ünürlük
* Düş
ünür olma durumu.

düş
ünüş
* Düşünmek iş i veya biçimi, mütalâa.
*İnsanı
n, özellikle davranışları
na yön veren ahlâk tutumu ve düş
ünme biçimi.

düş
üp kalkmak
* (erkek kadı nla veya kadı
n erkekle) yasa ve töre dı
şıyakı
n iliş
ki kurmak.
* biriyle çok yakın arkadaşlı
k etmek.

düş
ürme
* Düş
ürmek iş
i.

düş
ürmek
* Düş mesine yol açmak, düş mesine sebep olmak.
* Değerini, fiyatınıindirmek.
* Azaltmak.
* (taş, solucan için) Vücuttan atmak.
*İ skat etmek.
* Uğ ratmak.
* Değerli bir şeyi ucuz veya kolay ele geçirmek.
* Zayı f bırakmak, gücünü azaltmak.

düş
ürtme
* Düş
ürtmek iş
i veya durumu.

düş
ürtmek
* Düş
ürmesini sağlamak.

düş
ürülme
* Düş
ürülmek iş
i veya durumu.

düş
ürülmek
* Düş
ürmek iş
ine konu olmak veya düş
ürmek iş
i yapı
lmak.

düş
ürüm
* Düş
ürmek iş
i veya durumu.

düş
ürüş
* Düş
ürmek iş
i veya biçimi.

düş
üş
* Düş
mek iş
i veya biçimi.
düş
üt
* Düş
ük.

düttürü
* Kı
lığıciddî olmayan, tuhaf ve hafif giyimli.
* Dar ve kı
sa giysi.

düttürü Leylâ
* tuhaf, dar ve kı
sa giyinmişkadı
n.

düve
* Boğ
aya gelmemiş
, 1-2 yaş
ında diş
i sı
ğı
r.

düvel
* Devletler.

düven
* Harmanda ekinlerin sapıve tanelerini ayı
rmak için kullanı
lan, önüne koş
ulan hayvanlarla çekilen, alt
yüzünde keskin çakmak taş
larıdikine çakılıbulunan, kı
zak biçiminde araç, döven.

düven diş
i
* Düvenin altı
na dikine çakı
lan keskin taş
.

düven sürmek (veya dövmek)


* düvenle ekinlerin tanelerini baş
akları
ndan çı
karmak.

düvenci
* Harman zamanıdüven sürmek için tutulan çocuk.
* Düven yapan veya satan kiş
i.

düver
* Yapı
larda kullanı
lan kalı
n ağaç, direk, mertek.

düvesime
* Düvesimek iş
i veya durumu.

düvesimek
* Boğ
a diş
i istemek.

düyek
* Türk müziğinde bir usul.

düyun
* Borçlar.

düz
* Yatay durumda olan, eğ ik ve dik olmayan.
* Kıvrımlıolmayan, doğ ru.
* Yüzeyinde girinti çı kı
ntıolmayan, müstevî.
* Kısa ökçeli, ökçesiz (ayakkabı ).
* Yayvan, altıderin olmayan.
* Kıvırcık veya dalgalıolmayan (saç).
* Yalın, sade, süssüz.
* Çizgisiz, desensiz ve tek renkli.
* Engebesiz olan yer, düzlük, ova.

düz

çinde anason, sakı
z gibi kokulu maddeler olmayan üzüm rakı

, düziko.

-düz

simden zaman zarfıtüreten ek.
düz baskı
* Kalı
p izlerini önce kauçuğa, kauçuktan da kâğ
ıda geçirmeye yarayan çift kopyalıbaskı
yöntemi, ofset.

düz duvara tı
rmanmak
* çok yaramaz çocuklar için kullanı

r.

düz kanatlı
lar
* Uzunluğ
una katlanan alt kanatları
, az çok sert olan üsttekiler tarafı
ndan örtülen, dört kanatlıböcekler
takı
mı .

düz rakı
* Sakı
z katı
lan ve mastika denilen sakı
z rakı

ndan ayı
rt edilmek için üzüm rakı

na verilen ad, düziko.

düz tümleç
* Yalı
n durumda bulunan tümleç.

düz ünlü
* Dudakları
n gerilip düzleş
mesiyle oluş
an ünlü: a, e, ı,i.

düz yazı
* Şiir olmayan yazı
, nesir, mensur.

düzayak
*İ çinde merdiven veya inilip çı

lacak bölüm bulunmayan (ev, yol).
* Basit, yavan, kuru, sathî.
* Bir halk oyunu türü.

düzce
* Oldukça düz.

düze
* Bkz. doz.

düze inmek
* eş
kıyalı
ktan vazgeçmek.

düzeç
* Bir yüzeyin eğiklik derecesini anlamaya yarayan araç, tesviye aleti.
* Bkz. kabarcıklıdüzeç.

düzeçleme
* Aynıdüzeye getirme, yüzey ayrı mları nıölçme, tesviye.
* Bir yerin değ
işik noktalardaki yükseltisini, belli bir yatay düzleme göre (deniz yüzeyi) belirlemek için
yapı
lan iş
lemlerin bütünü.

düzelme
* Düzelmek durumu.

düzelmek
* Düz duruma gelmek, düzleş mek.
* Kötü, bozulmuşbir durumda iken düzenli duruma gelmek.
* (hava için) Soğ uk ve yağı
şazalmak.
* (hasta için) İ
yi olmak.

düzelti
* Düzeltmek işi, tashih.
* Bası
lmakta olan bir eserin provalarıüzerinde özel düzeltme iş
aretleriyle yanlı
şlarıgösterme.

düzeltici
* Düzeltme iş
ini yapan.
* Düzeltmen, musahhih.
düzeltici jimnastik
* Yaş
ama ve çalı
şma ş artları

n etkisiyle oluş
an vücut bozukluk ve aksaklı
kları
nıönlemek veya gidermek için
uygulanan özel beden eğitimi türü.

düzelticilik
* Düzeltici olma durumu, düzelticinin görevi, musahhihlik.

düzeltilme
* Düzeltilmek iş
i.

düzeltilmek
* Düzeltmek iş
ine konu olmak veya düzeltmek iş
i yapı
lmak.

düzeltim
* Düzeltme iş
i.

düzeltme
* Düzeltmek iş i, tashih.
* Reform, iyileştirme, ıslahat.
* Düzelti.

düzeltme iş areti
* Kalı n olup da ince okunan ünlülerle birlikte bulunan g, k, l ünsüzlerini ve önünde ünlüleri ince okutmak
veya yabancı kelimelerde uzun okunmasıgereken ünlüleri belirtmek için kullanı lan iş
aretinin adı
,şapka: âdet, âlem,
âşı
k; kâğı
t, tezgâh; ilâç, telâş
; lâhana, lâmba, lâtin vb.

düzeltmek
* Düzgün duruma getirmek.
* Bozukluğunu gidermek, onarmak.
* Yanlı
ştan kurtarmak, tashih etmek.

düzeltmen
* Dizilmekte olan bir eserin provaları
nıdüzeltme ile görevli kimse, düzeltici, musahhih.

düzem
* Bir birleş
iğe veya bir karı
şı
ma girecek madde miktarları
nın belirtilmesi, dozaj.

düzeme
* Düzemek iş
i.

düzemek
* Herhangi bir karı
şı
mıistenilen orana göre hazı
rlamak, karı
şı
mın dozunu belirlemek.

düzen
* Belli yöntem, ilke veya yasalara göre kurulmuşolan durum, uyum, nizam, sistem.
* Soyut ve somut nesnelerin bir sı raya, bir hedefe, bir amaca göre sı ralanması
.
* Yerleş tirme, tertip.
* Bir devletin belli başlıilkeleri bakı mı
ndan yönetimde tuttuğ u yol, yönetim biçimi, rejim.
* Toplumsal bir yapıiçinde ögelerin bütüne, bütünün ögelere ve ögelerin biribirlerine göre ilişkileri.
* Alet edevat takı mı .
* Bez dokuma tezgâhı .
* Müzik aletlerinde ses ayarı , akort.
* Dolap, hile.

düzen açıklaması
* Bir tiyatro eserinin metninde dekor, giysi vb. ile oyuncuları
n görünüş
leri, davranı
şları
üzerine yapı
lan
açı
klama.

düzen bağı
* Disiplin, düzence.

düzen kurmak
* iş
ler duruma getirmek.
* düzenlemek.
* hileye baş
vurmak.

düzen teker
* Makinelerde, hareketin hı

nıdüzgün tutmaya, çalı
şmayıdüzenlemeye yarayan büyük çaplı
çark, volan.

düzen vermek (düzene koymak veya düzene sokmak)


* düzenlemek, dağ
ını
klıktan kurtarmak.
* akort etmek.

düzenbaz
* Düzenci, hileci.

düzenbazlık
* Düzenbaz olma durumu.

düzence
* Sı
kıdüzen, disiplin.

düzenci
* Düzen, hile yapan, hileci, oyunbaz, düzenbaz, dessas.

düzencilik
* Düzenci olma durumu.

düzenek
* Mekanizma.

düzenleme
* Düzenlemek iş i.
* Belirli sesler, çalgı
lar veya topluluklar için yazılmışbir eserin, başka sesler, çalgı
lar veya topluluklar
tarafı
ndan söylenip çalı nabilmesi için o eserde yapı lan değiş
iklik, aranjman.

düzenlemeci
* Düzenleme yapan kimse.

düzenlemek
* Düzenli, düzgün duruma getirmek, düzen vermek, tanzim etmek.
* Yapmak, hazı rlamak.
* Düzenleme yapmak.
* Müzik aletlerini akort etmek.

düzenlenme
* Düzenlenmek iş
i.

düzenlenmek
* Düzenli, düzgün duruma getirilmek.
* Yapı
lmak, tertip edilmek.

düzenleş
ik
* Düzenleri birbirine uygun.
* Bir sı
nıflamada aynıdüzen ve aynısı
rada bulunan.

düzenleş
im
* Aynısıradaki nesne veya kavramların birbirinin yanı
nda oluşu.
* Bir sı
nıflamada aynısırada bulunan iki veya daha çok kavramın bağı
ntı

.

düzenleyici
* Herhangi bir iş
i, kuruluşu gerçekleş tirip düzenli sonuç alı
nmasınıüstlenen kimse, organizatör.
* Bir makinenin görevini istenilen ölçüde tutup ayarlayabilen araç, regülâtör.
düzenli
* Düzeni olan, yerli yerinde, kararlı
, tertipli, muntazam.
* Sistemli, nizamlı
.

düzenli ordu
* En küçük birimden en büyük birliğe kadar her türlü donanı
ma sahip askerî güç.

düzenlik
* Bkz. dirlik düzenlik.

düzenlilik
* Düzenli olma durumu.

düzensiz
* Düzeni olmayan veya düzeni bozuk, karı
şı
k, tertipsiz, intizamsı
z, gayrimuntazam.
* Sistemsiz.

düzensizlik
* Düzensiz olma durumu, tertipsizlik, intizamsı
zlı
k, nizamsı
zlı
k.

düzey
* Bir yüzeyin veya bir noktanı
n nispî yüksekliği ve o yükseklikten geçtiği var sayı
lan düzlem, seviye.
* Bir nesnenin veya kimsenin baş ka nesnelere veya kimselere göre olan değ er ve yücelik derecesi, seviye.

düzeyli
* Belli bir düzeyi olan, seviyeli (kimse).

düzeysiz
* Belli bir düzeyi olmayan, seviyesiz (kimse).

düzeysizlik
* Belli bir düzeyi olmama durumu, seviyesizlik.

düzgü
* Yargı
lama ve değerlendirmenin kendisine göre yapı
ldı
ğıölçüt, uyulmasıgereken kural, norm.

düzgülü
* Düzgüye uygun, normal.

düzgün
* Doğru ve pürüzsüz, muntazam.
* Eksiksiz ve yerli yerinde, kusursuz, insicamlı , rabı
talı
, muntazam.
* Kurala uygun olarak, kusursuz bir biçimde.
* Kenar veya ayrı tlarıile açı
larıbirbirine eşit olan (biçim).
* Kadınların, teni pürüzsüz göstermesi, renk vermesi için yüzlerine sürdükleri yarı
sıvıveya boyalıkrem,
fondöten.

düzgüncü
* Düzgün yapan veya satan kimse.
* Gelinin düzgününü süren ve onu süsleyen kadı
n.

düzgünlü
* Yüzüne düzgün sürmüşolan.

düzgünlük
* Düzgün olma durumu.

düzgüsel
* Kurallarla, yasalarla ilgili olan, kural, yasa koyan, normatif.

düzgüsüz
* Düzgüye uymayan, düzgüsü olmayan, anormal.
düziko
* Rakı
, düz (II).

düzine
* Aynıcinsten olan nesnelerin on iki tanesinin bir arada olması
.
* Çok.

düzlem
* Üzerinde girinti ve çıkı
ntıolmayan, düz, yassı.
* Üzerine, kesişen iki doğrunun her noktasının dokunmasıgereken yüzey, müstevî.

düzlem geometri
* Bir düzlem içinde kalan, iki boyutlu olan ş
ekli inceleyen geometri.

düzlem küre
* Yer yuvarlağıüzerindeki biçimleri bütünüyle bir düzlem üzerinde göstermek amacı
yla çeş
itli haritacı

k
yöntemlerine başvurularak hazı
rlanmı şharita.

düzleme
* Düzlemek iş
i, tesviye.

düzlemek
* Düzlem durumuna getirmek, tesviye etmek.

düzlemsel
* Düzlem niteliğ
inde olan.

düzlenme
* Düzlenmek durumu.

düzlenmek
* Düz, düzlem durumuna gelmek.

düzleş
me
* Düzleşmek durumu.
* Bazıkelimelerde, çeş
itli sebeplerle, yuvarlak ünlülerin düz ünlülere dönmesi.

düzleş
mek
* Düz duruma gelmek.

düzletme
* Düzeltmek iş
i.

düzletmek
* Düz duruma getirmek.

düzlük
* Düz olma durumu.
* Geniş, düz yer.

düzme
* Düzmek işi.
* Gerçek olmayan, aslı
na benzetilerek uydurulan, uydurma, sahte.

düzmece
* Gerçek olmayan, düzme, sahte.

düzmeci
* Düzme ş
eyler yapan, sahteci, sahtekâr.

düzmecilik
* Düzmeci olma durumu, düzmecilik, sahtekârlı
k.

düzmek
* Bir ihtiyacıkarşı
lamak amacıyla birçok şeyleri birbirini tamamlayacak biçimde bir araya getirmek.
* Düzene sokmak, düzene koymak, sı ralamak, elveriş li, uygun bir duruma getirmek.
* Yaratmak, oluş turmak, meydana getirmek.
* Uydurmak.
* Cinsel iliş
kide bulunmak.

düztaban
* Tabiî ayak kemerinin kaybolması
ile oluş
an yapı
sal bozukluk.
* Tabanıkemerli olmayan.
* Dar tabanlıbir tür rende.
* Uğursuz.

düztabanlı
k
* Düztaban olma durumu.

düzülme
* Düzülmek iş
i veya durumu.

düzülmek
* Düzmek iş
ine konu olmak veya düzmek iş
i yapı
lmak.

düzüm düzüm
* Dizim dizim.

Dy
* Disprosyum'un kı
saltması
.

e
* Sonuç niteliğinde bulunan cümlenin baş ına getirildiğ inde "öyle ise", "öyle olunca", "mademki öyle" sözleri
gibi ş
art niteliğinde olan bir cümle yerini tutar.
* (e:) Baş
ına getirildiğ
i cümledeki kavrama göre çeş itli tonlar alarak birtakım duygular anlatı
r.
* (soru vurgusuyla) Ş aşma ve merak anlatı
r.

-e
* Bkz. -a / -e (I).

-e
* Bkz. -a / -e (II).

-e
* Bkz. -a / -e (III).

-e hâli
* Bkz. verme durumu.

e mi?
* olur mu?.

e, E
* Türk alfabesinin altıncıharfi; ses bilimi bakı
mından ince ünlülerin düz ve genişolanı
nıgösterir.
* Nota işaretlerini harflerle gösterme yönteminde mi sesini bildirir.

ebabil
* Dağkı
rlangı

, keçisağ
an.

ebadı
nda
* boyutları
nda, çapı
nda, ölçüsünde, büyüklüğ
ünde.

ebat
* Boyutlar.

ebcet
* Arap alfabesinin her harfi bir rakamıkarş ılayan ve anlamsı z sekiz kelimeden oluş
an değiş
ik bir düzeni. Bu
düzende baş taki elif harfinden baş
lanarak, her harfe, birden ona kadar birer birer, ondan yüze kadar onar onar,
yüzden bine kadar yüzer yüzer arttırmak yoluyla bir değ er verilmiş
tir.

ebcet hesabı
* Ebcet düzeninden yararlanarak bir kelimeyi rakama çevirmek veya kelimelerle ve genellikle eski ş
airlerin
yaptı
ğ ıgibi, mı
sralarla önemli bir olayı
n tarihini gösterme yöntemi.

ebe
* Doğum iş ini yaptı
ran kadı
n.
* Büyük anne, nine.
* Genellikle çocuk oyunları nda başolan, diğer çocuklara veya gruba karş
ıcezası
nıçekmek ve bundan
kurtulmak için tek baş ı
na bütün sorumluluğu üzerine alan çocuk.

ebe olmak
* oyun içinde ebelik yapmak.

ebebulguru
* Bulgur iriliğinde yağan kar.

ebedî
* Sonsuz, ölümsüz.

ebedî uyku
* Ölüm.

ebedî uykuya dalmak


* ölmek.

ebedîleş
me
* Ebedîleş
mek iş
i.

ebedîleş
mek
* Ebedî duruma gelmek, sonsuzlaş
mak, ölümsüzleş
mek.

ebedîleş
tirme
* Ebedîleş
tirmek iş
i.

ebedîleş
tirmek
* Ebedî duruma getirmek, sonsuzlaş

rmak, ölümsüzleş
tirmek.

ebedîlik
* Ebedî olma durumu, sonsuzluk.

ebediyen
* Sonsuz olarak, sonsuzluğ
a kadar.
* (olumsuz cümlelerde) Hiçbir zaman.

ebediyet
* Sonsuzluk.

ebegümeci
* Ebegümecigillerden, çiçekleri ilâç, yaprakları
sebze olarak kullanı
lan, kendiliğ
inden yetiş
en çok yı
llı
k ve
mor çiçekli bir bitki (Malva siylvestris).

ebegümecigiller
* Ayrıtaç yapraklıiki çeneklilerden, örnek bitkisi ebegümeci olan bir bitki familyası
.

ebekuş
ağı
* Gök kuş
ağı
, alkı
m.

ebeleme
* Ebelemek iş i.
* Mayalıhamuru bezelere ayı
rarak, yufka haline getirip sac üzerinde piş
irdikten sonra alt üst kı

mları
nın
yağ
lanmasıyla yapı
lan ekmek.

ebelemek
* Oyunda ebe yapmak.

ebeleyiş
* Ebelemek iş
i veya biçimi.

ebeli
* Ebesi olan.

ebelik
* Ebe olma durumu veya ebenin yaptı
ğıiş
.
* Çocuk oyunları
nda ebe olma durumu.

ebemkuş
ağ ı
* Ebekuş
ağı
.

ebesiz
* Ebesi olmayan.

ebet
* Sonu olmayan gelecek zaman, sonsuzluk.

ebeveyn
* Ana ve baba.

ebleh
* Akı
lsı
z, budala, alı
k.

eblehleş
me
* Eblehleş
mek iş
i veya durumu.

eblehleş
mek
* Ebleh durumuna gelmek.

eblehlik
* Ebleh olma durumu, eblehleş
me.

ebonit
* 100 kı

m kauçuğ
un 32 kı

m kükürtle iş
lenmesinden elde edilen plâstik madde.

ebru
* Kâğ
ıt süslemeciliğ
inde kitre ve kola gibi yapıştı
rıcılarla yoğunlaş


lmı
şsu üzerine, neft yağ
ıile
sulandı

lmışyağlıboya damlatılarak yapılan ve kâğı da geçirilen süs.

ebrucu
* Renkleri karı
ştı
rarak süs kâğ
ıtlarıüzerine ebru yapan sanatçı
.

ebruculuk
* Ebru yapma sanatıveya ebru satma iş
i ile uğraş
ma.

ebrulama
* Ebrulamak iş
i.

ebrulamak
* Ebru yaparak boyamak.
ebrulî
* Üzerinde değ
işik renkler bulunan.

ebrulu
* Üzerine ebru yapı
lmı
ş(kâğı
t, kumaş
).

ebucehil karpuzu
* Kabakgillerden, elma büyüklüğündeki meyvesi çok acıve iç sürdürücü, ishal yapı
cıbir bitki, acıhı
yar, acı
elma, it hı
yarı(Citrullus colocynthis).

Ebussuut Efendinin gelini gibi


* eskiye bağlanı
p pek kapalı
giyinen kı
z veya kadı
n için alay yollu söylenir.

Ebussuut Efendinin torunu


* eskiye çok bağ

, tutucu olanlar için kullanı

r.

ebülyoskop
* Cisimlerin kaynama sı
caklı
ğı
nıtespit etmeye yarayan cihaz.

ecdat
* Dedeler, atalar.

ece
* Güzel kadı
n, kraliçe.

-ecek
* Bkz. -acak / -ecek.

ecel
* Hayatı
n sonu, ölüm zamanı
.

ecel aman verirse


* ömür yeterse, ölmezsem.

ecel beş
iği
* Çok tehlikeli taş
ıt veya geçit.

ecel geldi cihana, başağrı


sıbahane
* ölümün herkes için kaçı

lmaz bir olay olduğ
unu anlatı
r.

ecel ş
erbeti içmek
* ölmek.

ecel teri
* "Çok korkmak, çok sı

lmak veya bunalı
m geçirmek" anlamı
nda ecel teri (veya terleri) dökmek deyiminde
geçer.

ecel teri dökmek


* aş
ırıkorkudan terlemek, ölüm duygusuna kapı
lmak.

ecele çare bulunmaz


* çaresiz gibi görünen her güç iş
in bir çı
kar yolu vardı
r.

eceli gelen köpek cami duvarı na siyer


* herkesin üzerine titrediği, kutsal saydı
ğış
eyi kötüleyen, bozan kimse kötü sonucuna katlanı
r.

eceli gelmek
* ölümü veya yok olması
kaçı
nılmaz duruma gelmek.

eceline susamak
* ölmek istermişgibi tehlikeli iş
lere giriş
mek.
eceliyle ölmek
* olağ
an sayı
lan herhangi bir biçimde ölmek.

-ecen
* Fiilden sı
fat türeten ek: sevecen, evecen vb.

ecinni
* Cin.

ecinniler top oynuyor


* bomboş , kimse yok, ı
ssı
z ve sessiz.

ecir
* Sevap.
* Ücret.
* Ücretle çalı ş
an kimse.
*İ şçi, amele.

ecir sabı
r dilemek
* başsağlı
ğıdilemek.

ecirlik
* Ecir olma durumu.

ecişbücüş
* Hiçbir yeri düzgün olmayan, çirkin bir biçim almı
şbulunan, çarpı
k çurpuk, eğ
ri büğ
rü.

ecnebi
* Başka devlet uyruğunda olan (kimse), yabancı
.
* (sı
fat tamlamalarında) Baş
ka devlet.

ecnebilik
* Yabancıolma durumu.

ecu
* Bkz. ekü.

ecza
* Kimyasal yollarla elde edilen, ilâç yapmaya yarayan veya sanayide türlü iş
lerde kullanı
lan maddelerin genel
adı
.

ecza çantası
* Acil durumlarda kullanı
lmak üzere arabada veya evde bulundurulan ve pansuman için gerekli ilâç ile
malzemenin konulduğ u çanta.

ecza dolabı
*İçinde gerekli ilâçları
n ve aletlerin bulunduğu özel olarak yaptı

lan küçük dolap.

ecza kutusu
*İ lâç kutusu.

eczacı

lâç yapan veya hazı
r ilâçları
satan diplomalı
kimse.

eczacıkalfası
* Eczacı

n yardı
mcı

.

eczacı

k
*İ lâçları
n hazı
rlanmasıyla uğraşan uygulamalıbilim.
* Eczacı nın mesleğ
i veya görevi.
eczahane

lâçları
n yapı
ldı
ğıve satı
ldı
ğıyer.

eczalı
* Kimyasal madde ile kaplanmı ş, karı
ştı

lmı
ş, iş
lem görmüş .
*İçi kimyasal madde ile doldurulmuşmermi atan ateş li silâh.

eczalıpamuk
* Steril duruma getirilmişpamuk.

eczane
* Bkz. eczahane.

eczası
z
* Eczasıolmayan.

-eç
* Bkz. -aç / -eç.

eçhel
* Çok cahil, çok bilgisiz olan.

eda
* Davranı ş, tavı
r.
* Naz, işve.
* Anlatışyolu.

eda
* Verme, ödeme.
* (namaz için) Kı
lma yerine getirme.

eda etmek
* borcunu ödemek.
* namaz kılmak.

edalı
* Herhangi bir biçim ve görünüş lü olan.
* Tavı
rları
hoşolan; nazlı , iş
veli.

edat
* Bir kelimeden sonra gelerek o kelime ile diğer ögeler arası
nda ilgi kuran kelime, ilgeç.

edat grubu
* Edat tümleci.

edat tümleci
* Genellikle bir zarf tümleci görevinde kullanı
lan ve ismin edatla oluş
turduğ
u kelime grubu, edatlıtümleç.

edatlı
* Edat bulunduran.

edatlıtümleç
* Edatla kurulmuştümleç.

ede
* Büyük erkek kardeş
, ağ
abey.

edebî
* Edebiyatla ilgili, edebiyata iliş
kin.

edebî eser
* Edebiyatta sanat değ
eri taş
ıyan değiş
ik edebiyat türlerinde kaleme alı
nmı
şeserlerin her biri.
edebî sanat
* Edebî sanatları
n her biri.

edebî sanatlar
* Edebiyatta anlatı
mızenginleş
tirmek, renklendirmek ve daha çarpı
cıhâle getirmek için temelde benzetme
esası
na dayalısöz ve manaya bağ lı
anlatı
m inceliği ve özelliğ
i.

edebikelâm
* Söylenmesi kaba, çirkin ve sakı
ncalınesnelerin veya kavramları
n değ
işik sözlerle daha uygun ve edepli bir
biçimde anlatı
lması, örtmece.

edebini takı nmak


* edepli davranmaya baş
lamak.

edebiyat
* Olay, düş ünce, duygu ve imajları
n dil aracı

ğıile biçimlendirilmesi sanatı, yazın, literatür.
* Bir bilim kolunun türlü konularıüzerine yazılmı şyazıve eserlerin hepsi, literatür.
*İ çten olmayan, gereksiz, boşsözler.

edebiyat bilimi
* Edebiyatı n içinde yer alan konularısosyoloji, psikoloji gibi bilim dalları
nın yöntemlerini de kullanarak
araş
tıran, inceleyen, irdeleyen ve tahlil eden bilim dalı
.

edebiyat tarihi
* Bütün edebî hareketleri, dönemleri, yazar ve ş
airleri, dil ve üslûp özelliklerini açı
klayan bilim dalıveya
kitap.

edebiyat yapmak
* bir konu üzerinde gereksiz yere süslü sözler söylemek.

edebiyatça
* Edebiyata uygun, edebiyata benzer.

edebiyatçı
* Edebiyatla uğraşan kimse.
* Edebiyat dersi okutan öğretmen.

edebiyatçılı
k
* Edebiyatla uğraş
ma iş
i.

edebiyatsever
* Edebiyata tutkun.

edememe
* Edememek durumu.

edememek
* Rahat olamamak; kendinde bir eksiklik duymak; geçinememek.

edep
* Toplum töresine uygun davranma, incelik.

edep etmek
* utanmak, sı

lmak.

edep yahu!
* açı
k saçı
k söz söyleyenlere karş
ı"utan!", "edebini takı
n" anlamı
nda kullanı
lan söz.

edep yeri

nsanlarda üreme organları

n bulunduğu yer, ut yeri.
edepleniş
* Edeplenmek iş
i veya biçimi.

edeplenme
* Edeplenmek iş
i veya durumu.

edeplenmek
* Uslanmak, ince ve terbiyeli olmak.

edepli
* Uslu, ince, terbiyeli, müeddep, uygun.

edepli edepli
* Uslu olarak, uslu uslu.

edepsiz
* Utanı
lacak işleri hiç sı

lmadan yapan, utanmaz, sı
kılmaz, terbiyesiz.
* Sakı
nılacak kötü (kimse), ş
irret.

edepsiz edepsiz
* Edepsize yakı
şı
r biçimde.

edepsizce
* Terbiyesizce, utanmadan.

edepsizleşme
* Edepsizleş
mek iş
i.

edepsizleşmek
* Edepsizce davranı
şlarda bulunmak, terbiyesizleş
mek.

edepsizlik
* Utanmazlı
k, sı

lmazlı
k, terbiyesizlik, ş
irretlik.

edeptir söylemesi
* affedersiniz, söylemesi ayı
ptı
r ama.

eder
* Fiyat, paha.

edevat
* Bir işiçin gerekli olan malzemelerin, parçaları
n tümü.

Edi
* Birbiriyle iyi anlaş
an iki yaş

nın başbaş
a kalı
şı
nıanlatan Edi ile Büdü, Şakire Dudu sözünde geçer.

edi

şyapma veya yapı
lan iş
.

edibane
* Terbiyeli, nazik.
* Edebiyatçı ya yakış
ır biçimde.

edik
* Yumuş ak ve renkli sahtiyandan yapı
lmı
şyarı
m konçlu lâpçı
n.
* Kısa çizme.

edilgen
* Sözde özneyle kullanı
lan veya öznesi dolaylıyolla belirtilen fiil, meçhul, pasif, etken karş
ıtı
.

edilgen çatı
* Çoğ
u kez -(i)l- bazen de -(i)n- çatı
ekleriyle kurulan fiil çatı

.
edilgen fiil
* Gerçek öznesi belli sayı
lmayan fiil. Türkçede bu fiil -(i)l, bazen de -(i)n- edilgen çatıekleriyle kurulur: yaz-
ılmak, oku-n-mak, tanı-n-mak vb.

edilgenleş
me
* Edilgenleş
mek durumu.

edilgenleş
mek
* Edilgen duruma gelmek.

edilgenleş
tirme
* Edilgenleş
tirmek iş
i.

edilgenleş
tirmek
* Edilgen duruma getirmek.

edilgenlik
* Edilgen olma durumu.

edilgenlik eki
* Fiillerin gerçek öznesini gizleyen yapı
m eki.

edilgi
* Dı
şarı
dan gelip bir ş
eyde belli bir değiş
iklik yapan işveya bu iş
in sonucu, infial.

edilgin
* Hareketi ve etkisi olmayan, pasif.
* Etkileri alı
cıdurumunda olan, munfail, pasif, etkin karşıtı.
* Olayları n gidiş
ini etkilemek ve denetlemek için kiş
inin hiçbir çaba göstermemesi durumu.

edilginlik
* Edilgin olma durumu.

edilme
* Edilmek iş
i veya durumu.

edilmek
* Etmek fiiline konu olmak, yapı
lmak.

edim
* Yapı lmı ş, gerçekleş mişiş,amel, fiil.
*İ nsan bilinç ve faaliyetlerinin tek tek davranı
şları
.
* Belirli bir işdurumuyla karş ılaştı
ğızaman kişinin yapabildiğ
i davranış.
* Alacaklı nı n isteyebileceğ
i ve borçlunun yapmak zorunda olduğ u davranı
ş, ivaz.

edimli
* Edimi olan.

edimsel
* Edim niteliğ
inde olan, gerçek olarak var olan, fiilî, aktüel, gizli ve tasarı

karş
ıtı
.

edinç
* Edinilen ş
ey veya ş
eyler, müktesebat.

edinilme
* Edinilmek iş
i.

edinilmek
* Edinmek iş
i yapı
lmak.

edinim
* Kazanma, iktisap.

edinme
* Edinmek iş
i, kazanma, iktisap.

edinmek
* Kendini (bir ş
eye) sahip kı
lmak, kendine sağ
lamak, iktisap etmek.

edinti
* Edinilen, kazanı
lan ş
ey.

edip
* Edebiyatla uğraş
an, edebî eser veren kimse, yazar.

edisyon
* Bası
m.

editör
* Bası

, yayı
mcı
, naş
ir, tâbi.

editörlük
* Bası


k, yayı
mcı

k.

edna
* Çok aş
ağı
, en alt düzeyde.

edvar
* Çağlar, devirler.
* Alaturka müzik kuralları
nıinceleyen eser.

edvar musikisi
* Alaturka klâsik müzik.

efe
* Yiğit, özellikle BatıAnadolu köy yiğidi, zeybek.
* Ağabey.
* Kabadayı .

efece
* Efe gibi, efeye yakı
şı
r (biçimde).

efekt
* Radyo ve televizyon yayınları
nda, tiyatro oyunları
nda veya film seslendirmelerinde, hareketleri izlemesi
gereken seslerin tabiî kaynakları
n dı
şı
nda, optik, mekanik, kimyasal yöntemlerle gerçekleştirilmesi.

efektif
* Banknot ve metal sikke.

efelek
* Lâbada.

efeleniş
* Efelenmek iş
i veya biçimi.

efelenme
* Efelenmek iş
i.

efelenmek
* Diklenmek, kafa tutmak.

efeleş
me
* Efeleş
mek iş
i.
efeleş
mek
* Efe durumuna gelmek.

efelik
* Efe olma durumu.
* Kabadayılı
k.

efelik etmek (veya yapmak)


* kabadayılı
k etmek.

efemine
* Kadı nlara benzeyen veya kadı
nsı
davranı
şlar içinde görünen, davranı
şve kı

k kı
yafet bakı
mından kadı
na
özenen (erkek).

efendi
* Eğ itim görmüşkiş i için özel adlardan sonra kullanılan unvan.
* Günümüzde bey unvanı ndan farklıolarak özel adlardan sonra kullanı
lan ikinci derecede bir unvan.
* Buyruğ u yürüyen, sözü geçen kimse.
* Koca.
* Saygı değer, ince, çelebi.
* (erkekler için) Seslenme sözü olarak kullanı lı
r.

efendi efendi
* Uslu uslu.

efendi gibi yaş


amak
* sı

ntı

z, varlı
k içinde yaş
amak.

efendibaba
* Bazıailelerde çocukları
n babaları
, gelinlerin kayı
npederleri için kullandı
kları
saygısözü.

efendice
* Efendi gibi, efendiye yaraş
ır (biçimde).

efendiden bir adam


* terbiyeli, kibar ve ağı
rbaş
lıkimse.

efendilik
* Efendi olma durumu, efendiye yakı
şı
r davranı
ş.

efendim
* Bir seslenişkarşısı
nda "buradayı m" anlamı nda kullanı

r.
* Anlaş ılmayan bir sözü tekrarlatmak veya karş
ısı
ndakinin ne düş
ündüğ
ünü sormak için söylenir.
* Nezaket veya saygıiçin söze katı lı
r.

efendim nerede, ben nerede?


* "Ben ne diyorum siz ne diyorsunuz" anlamı
nda kullanı

r.

efendime söyleyeyim
* söz söylerken gerekli kelimeyi bulamayan bir kimsenin kullandı
ğıbir söz.

efil efil
* Saç, giysi gibi hafif ş
eylerin rüzgârda dalgalanması
nıbelirtir, ifil ifil.

efil efil esmek


* yazı
n rüzgâr yavaşyavaş
, serin serin esmek.

efil efil etmek


* rüzgârda dalgalanmak.

efkâr
* Eski düşünceler, fikirler.
* Tasa, kaygı
.
* Kamuoyu, efkarı umumiye.

efkâr basmak
* tasalanmak, kaygı
lanmak.

efkâr dağ
ıtmak
* sı

ntı
yıgidermek, üzüntüden uzaklaş
mak.

efkâr etmek
* efkârlanmak.

efkârı
umumiye
* Kamuoyu.

efkârlanı
ş
* Efkârlanmak iş
i veya biçimi.

efkârlanma
* Efkârlanmak iş
i.

efkârlanmak
* Tasalanmak, kaygı
lanmak, üzülmek.

efkârlı
* Tasalanmı
ş, tasalı
, kaygı

.

eflâk
* Gökler.

eflâke ser çekmek


* çok yüksek olmak.

eflâtun
* Açık mor renk.
* Bu renkte olan.

eflâtunî
* Eflâtun renginde olan.
* Plâtonik.

efor
* Zihince ve bedence ortaya konan çaba, emek.

efradı
nıcami, ağyarınımani
* ne eksik ne fazla; eksiği artı
ğıolmayan.

efrat
* Bireyler, fertler.
* Erler, erat.

efriz
* Bkz. friz.

efsane
* Eski çağlardan beri söylenegelen, olağanüstü varlı
kları
, olaylarıkonu edinen hayalî hikâye, söylence.
* Gerçeğe dayanmayan, ası lsı
z söz, hikâye vb.

efsaneleş
me
* Efsaneleş
mek iş
i.
efsaneleş
mek
* Efsane durumuna gelmek.

efsaneleş
tirilme
* Efsaneleş
tirilmek iş
i.

efsaneleş
tirilmek
* Efsane niteliğ
i kazandı

lmak.

efsaneleş
tirme
* Efsaneleş
tirmek iş
i.

efsaneleş
tirmek
* Efsane durumuna getirmek.

efsaneli
* Efsanesi olan.

efsanevî
* Efsanelerde geçen, kendisi için efsaneler düzülen veya efsaneyi andı

r nitelikte olan (kimse, hayvan, yer).

efsun
* Büyü, sihir.

efsunkâr
* Büyülü, sihirli.

efsunlama
* Efsunlamak iş
i.

efsunlamak
* Büyülemek, büyü yapmak.

eften püften
* Baş
tan savma yapı
lmı
ş, dayanı
ksı
z, derme çatma, çürük, değ
ersiz (ş
ey).

ege
* Bir çocuğu koruyan, iş
lerine bakan ve her türlü davranı
şı
nda sorumlu kimse, veli, iye.

Egeli
* Türkiye'nin batı

ndan, Ege bölgesinden olan (kimse).

egemen
* Yönetimini hiçbir kı
sıtlama veya denetime bağlıolmaksı

n sürdüren, bağı
mlıolmayan, hükümran, hâkim.
* Sözünü geçiren, üstünlük kazanan.

egemenlik
* Egemen olma durumu.
* Milletin ve onun tüzel kiş
iliği olan devletin yetkilerinin hepsi, hükümranlı
k, hâkimiyet.

eglog
* Kı
sa kı
r manzumesi, çoban türküsü.

ego
* Ben.

egoist
* Bencil, hodbin.

egoistlik
* Bencil olma durumu.
egoizm
* Bencillik, hodbinlik.

egosantrik
* Egosantrizm yanlı

.

egosantrizm
* Dünyada bireyin benliğ
ini merkez sayan felsefe görüş
ü, beniçincilik.

egotizm
* Benlikçilik.

egzama
* Birdenbire ortaya çıkarak geliş
en kı
zartı
, kaş
ınma, sulanma, kabuk bağ
lama gibi doku bozuklukları
yla
belirginleşen bir deri hastalı
ğı
, mayasıl.

egzamalı
* Egzamasıolan.

egzamamsı
* Egzamayıandı
ran.

egzersiz
* Alı
ştı
rma.
*İdman.

egzersiz yapmak
* alı
ştı
rma yapmak.

egzistansiyalist
* Varoluş
çu.

egzistansiyalizm
* Varoluş
çuluk.

egzogami
* Dı
şevlilik.

egzomorfizm
* Dışbaş
kalaş
ım.

egzotik
* Uzak, yabancıülkelerle ilgili, bu ülkelerden getirilmiş
, yabancı
l.

egzotik çorba
* Ana malzemesi; deniz kı
rlangı

, kaplumbağ
a vb. deniz ürünleri olan bir çorba türü.

egzotizm
* Bir eserde uzak, yabancıülkelerle ilgili olayları
, kiş
ileri, yöresel görüş
leri yansı
tma, yabancı
llı
k.

egzoz
*İ çten yanmalımotorlarda yanan akaryakı
t gazıve bu gazı
n boş
altı
lması
.
* Bu gazın atı
lması
nısağlayan düzen.
* Susturucu.

egzoz gazı
* Egzozdan atı
lan gaz.

egzozcu

çten yanmalımotorlarda egzoz düzenini yapan veya onaran usta.


diriş
* Eğ
dirmek iş
i veya biçimi.


dirme
* Eğ
dirmek iş
i.


dirmek
* Eğ
ik duruma getirmek.


e
* Göğüs kafesini oluş turan, arkadan omurgaya, önden de göğüs kemiğ
ine eklenen uzun, yassıve eğri
kemiklerden her biri, kaburga.


e
* Madenleri, tahtayıvb. yi yontmak, düzeltmek, perdahlamak için kullanı
lan, üzeri pürtüklü, sert, ensiz, çelik
araç.


eleme
* Eğ
elemek iş
i.


elemek
* Eğ
e ile düzleş
tirmek, aş
ındı
rmak.

-eğ
en
* Bkz. -ağan / -eğen.


er
* Şart anlamı
nıgüçlendirmek için ş
artlıcümlelerin baş
ına getirilir, ş
ayet.



* Yemişkoparı
rken dallarıçekmeye veya kovandan bal almaya yarayan araç.


ik
* Yatay bir çizgi veya düzlemle açıoluş
turacak biçimde olan, mail, meyil, ş
ev.
* Bükülmüş .
* Dik veya paralel olmayan doğru.


ik biçme
* Ekseni tabanı
na dikey olmayan biçme.


ik çizgi
* Düz olmayan çizgi.


ik düzlem
* Bir cismi yükseğ
e çı
karmak için gerekli gücü ayarlamada kullanı
lan eğ
ik, düz yüzey.


ik silindir
* Ekseni tabanı
na dikey olmayan silindir.


iklik
* Eğ ik olma durumu, eğim, yamukluk, meyil.
* Bir düzlem üzerinde hareket eden bir gök cismine iliş
kin yörünge düzleminin, tutuluma bakı
şdoğrultusuna
dik düzleme veya belirtilmişherhangi bir düzleme göre yaptığıaçı.


ilim
* Bir ş
eyi sevmeye, istemeye veya yapmaya içten yönelme, meyil, temayül.
* Para piyasaları
nda zamanla oluşan değ
işim, alı
m satım işlemleriyle ilgili inişçı

şseyri.


ilimli
* Eğ
ilimi olan, istekli, meyyal, mail.


iliş
* Eğ
ilmek iş
i veya biçimi.

ilme
* Eğ ilmek iş
i.
* Bir doğrunun, bir başka doğruya (veya düzleme) göre eğik olması.
* Yerin manyetik alanında bulunan serbest mı knatı
slıbir iğnenin doğrultusu ile yatay düzlem arası
ndaki açı
.


ilmek
* Belirli bir yönle açıoluşturacak bir durum almak, bir yöne doğru çarpı
lmak.
* (insan) Bir işi yapmak için belini eğmek.
* Baş kası nın baskısınıveya egemenliğ ini benimsemek, kabul etmek.
* (bir işi) Önemseyip ele almak.


im
* Eğ ilmişolma durumu.
* Bir yüzeyin yatay düzleme doğru eğ
ilmesi, eğiklik, meyil.


imli
* Eğ imi olan.
* Bir şeyi yapmaya içten yönelmiş
, meyyal.


imölçer
* Bir yüzey, düzlem, yol veya cihazı
n yatay düzleme oranla eğimini ölçen araç, klinometre.


imsiz
* Eğ
imi olmayan.


in
* Arka, sı
rt.
* Beden, vücut.
* Boy bos, endam.


inik
* Eğ ilmişolan, mail.
* Bir şeyi sevmiş, istemişveya yapmaya içten yönelmişolan.


inme
* Eğ
inmek durumu.


inmek
* Bir ş
eyi sevmeye, istemeye veya yapmaya içten yönelmek, meyletmek.


inti
* Eğ
elenen bir ş
eyden dökülen ince toz.


ir
* Arı
ları
n çı
kardı
ğıbir tür salgı
.

eğir kökü
* Dere ve durgun su kenarları
nda yetiş
en, 50-125 cm yüksekliğinde, çok yı
llı
k ve otsu bir bitki (Acorus
calamus).


ir mumu
* Kı
şı
n arı
ları
n kovan deliklerine sı
vadı
klarımadde.


irme
* Eğ
irmek iş
i.


irmek
* Yün, pamuk gibi ş
eyleri iğile büküp iplik durumuna getirmek.


irmen

plik eğ
irmeye yarar araç, kirmen.

irtme
* Eğ
irtmek iş
i.


irtmek
* Eğ
irmek iş
i yaptı
rmak.



* Eğ
mek iş
i veya biçimi.


itbilim
* Bkz. eğitim bilimi.


itici
* Eğitimi sağlayan, eğitmeye elveriş li veya eğiten değ
erleri bulunan.
* Genellikle çocuk eğ itimi ile uğraş
an kimse, mürebbi.


iticilik
* Eğ
itici olma durumu veya eğ
iticinin iş
i.


itilme
* Eğ
itilmek iş
i.


itilmek
* Eğ
itmek iş
ine konu olmak.


itim
* Belli bir bilim dalıveya sanat kolunda yetiştirme, geliş
tirme ve eğitme işi.
* Çocukları n ve gençlerin toplum yaşayı
şı
nda yerlerini almalarıiçin gerekli bilgi, beceri ve anlayı
şlarıelde
etmelerine, kişiliklerini geliş
tirmelerine yardı
m etme, terbiye.
* Eğ itim bilimi.


itim bilimi
* Öğretim ve eğitimi kurallara bağlayan bilim kolu, pedagoji.
* Öğretmenlik sanatı, uygulamasıveya mesleği için gerekli bilgi ve becerileri kazandı
ran bilim dalı
, pedagoji.


itim dönemi
* Herhangi bir konuda bilgi ve becerileri geliş
tirmek için ayrı
lan süre.


itim enstitüsü
* Orta dereceli okullara öğ
retmen yetiş
tirmek için kurulmuşyüksek okul.


itim fakültesi
*İ lk ve orta öğ
retim okulları
na öğ
retmen yetiş
tirmek için kurulmuşdört yı
llı
k yüksek öğ
renim kurumu.


itim programı
* Eğitimi düzenleyen ve yönlendiren sistem.


itimci
* Eğ
itim iş
iyle uğ
raş
an (kimse), terbiyeci, pedagog.


itimcilik
* Eğ
itimci olma durumu eğ
itme iş
i veya eğitimcinin görevi.


itimli
* Eğ
itim görmüş
, eğitilmiş
.


itimsel
* Eğ
itimle ilgili, terbiyevî.


itimsiz
* Eğ
itim görmemiş
, eğ
itilmemiş
.

itme
* Eğ
itmek iş
i, terbiye etme.


itmek
* Birinin akla uygun, fiziksel ve moral geliş
mesi üzerine etki yaparak çeş
itli davranı
şyatkı
nlıkları, bilgi ve
görgü aş
ılayarak, önceden tespit edilmişamaçlara göre onun belirli bir yönde gelişmesini sağlamak, terbiye etmek.
* (hayvan için) İstenilen davranı ş
larıyapabilecek biçimde yetiş tirmek.


itmen
* Eğitim iş
iyle uğ
raşan kimse.
* Kurs görerek köyde öğ retmenlik yapan kimse, köy öğ
retmeni.


itmenlik
* Eğ
itmenin iş
i.


itsel
* Eğ
itimle ilgili, terbiyevî.


itsellik
* Eğ
itsel olma durumu.


lek
* Sürünün yazın öğle sıcağında dinlendiğ i gölgelik.
* Yolcuları
n geceyi geçirdikleri yer, han, konak.


leme
* Eğ
lemek iş
i.


lemek
* Oyalamak, durdurmak.
* Avutmak.


lence
* Eğlenmek iş i.
* Neş eli ve hoş ça vakit geçirten ş ey.
* Neş eli ve hoş ça vakit geçirilen toplantı
.


lenceli
* Eğ
lendiren, hoş
a giden.


lencelik
* Oyalanmak için yenilen ş
ekerleme, kavrulmuşbadem, fı
stı
k kabak çekirdeği gibi ş
eyler.


lencesiz
* Eğ
lencesi olmayan.


lendiri
* Gülmece, mizah.


lendirici
* Eğ
lendirme niteliğ
i olan, eğ
lendiren.


lendiriş
* Eğ
lendirmek iş
i veya biçimi.


lendirme
* Eğ
lendirmek iş
i.


lendirmek
* Eğ
lenmesini sağlamak, eğ
lenmesine yol açmak.

lenilme
* Eğ
lenilmek iş
i.


lenilmek
* Eğ
lenmek iş
i yapı
lmak.


leniş
* Eğ
lenmek iş
i.


lenme
* Eğlenmek iş i.
* Neş eli, hoş
ça vakit geçirme.
* Alay etme.
* Oyalanma.


lenmek
* Neş eli, hoş
ça vakit geçirmek.
* Bir kimsenin herhangi bir kusuru veya zayı
f noktasıile alay etmek.
* Bir yerde durmak, beklemek, tevakkuf etmek.
* Oyalanmak.


lenti
* Neş
eli ve hoş
ça vakit geçirilen toplantı
.


leş
me
* Eğ
leş
mek, oyalanmak iş
i, tevakkuf.


leş
mek
* Oyalanmak, eğlenmek, tevakkuf etmek.
* Bir yerde oturmak, yaş
amak, ikamet etmek.


me
* Eğ
mek iş
i.


meç
* Kavis.


meçli
* Eğ
meci olan, kavisli, mukavves.


mek
* Düz olan bir ş eyi eğ
ik duruma getirmek.
* Sert bir cismi bükmek.


mür
* Oğuz Türklerinin 24 boyundan biri.


relti
* Eğ
relti otu.

eğ relti otu
* Eğ relti otugillerden, kumlu yerlerde yetiş en, 150 cm kadar yükselebilen, tı
pta bağı
rsak kurtları
nıdüş
ürmek
için kullanı lan çok yı llı
k ve otsu bir bitki (Driopteris filix-mas).


relti otugiller
* Damarlı
çiçeksizlerden, örneği eğ
relti otu olan bir bitki topluluğ
u.


reti
* Belirli bir süre sonra kaldı rı
lacak olan, geçici, iğ reti, muvakkat.
* Takma.
*İ yi yerleşmemiş , yerini bulmamı ş, belli belirsiz.
* Uyumsuz, yakı şmamı ş.
* Üstünkörü, ciddiye almadan.


reti almak
* ödünç almak.


reti ata binen tez iner
* ödünç alı nmı şaraçlarla giriş
ilen iş
ler çok kez yürütülemez.


reti kuyruk tez kopar
* temeli olmayan iş
lere güvenilmez.


reti oturmak
* bir yerde çok kı
sa süre oturmak, iliş
mek.


reti vermek
* ödünç vermek.


retileme
*İstiare, iğretileme.


retilik
* Eğ
reti olma durumu, iğritilik.


retiye almak
* bir yapı
nın alt bölümünü onarmak için üstünü destekler üzerinde durdurmak.


rez
* Eğ
irdir Gölünde yaş
ayan bir balı
k.


ri
* Doğru, düz olmayan, bir noktası nda yön değiş tiren, çarpık, iğ
ri.
* Yay gibi kavislenmiş, eğmeçli, mukavves.
* Yatay veya düş ey olmayan, bütünüyle bir yana eğilmişbulunan, eğ ik, mail.
* Yanlış.
* Bir olayı
nş iddetindeki azalı
şve çoğalışlarıgösteren çizgi.
* Doğru olmayan (çizgi, yüzey), münhani.


ri bakmak (veya eğri gözle bakmak)
* kötü düşünce ile bakmak.


ri büğrü
* Yer yer eğrilmişve bükülmüşolan, çarpı
k çurpuk.


ri çehre
* Ası
k yüz.


ri gemi doğru sefer
* kullanı
lan araç yetersiz ama yapı
lan işisteğ
e uygun.


ri oturup doğ ru konuş alı
m
* birisine karş
ıtutumumuz ne olursa olsun doğruyu söylemeliyiz.


ri söz
* Kötüleme sözü.


ri yüz
* Aksi, sert (surat).


rice
* Az eğri olan.


rice
* Sı
ğı
r sineği, büvelek.


rice
* Butları
n topak etlerinden yapı
lan pastı
rma.


rili
* Eğ
risi olan.


rilik
* Eğ
ri olma durumu.


riliş
* Eğ
rilmek iş
i veya biçimi.


rilme
* Eğ
rilmek iş
i.


rilmek
* Eğ
ri duruma gelmek, iğrilmek.


riltme
* Eğ
riltmek iş
i.


riltmek
* Eğ
ri duruma getirmek.


rim
* Burgaç.
* Eğri, dalgalı
.


rim eğ
rim
* Eğ
ri eğ
ri, dalga dalga, eğ
riler çizerek.


risi doğrusuna gelmek
* olmayacak gibi görünen bir iş
, bir giriş
im, rastlantısonucu olumlu bitmek.


ritme
* Eğ
ritmek iş
i.


ritmek
* Eğ
riltmek, iğ
ritmek.


riye eğ
ri doğruya doğ ru
* gerçek neyse aynen belirtilmelidir.


si
* Ucu yanmı
şodun, köseğ
i.

eh
* Olur, peki veya fena değil anlamı
nda kullanı

r.
* Bezginlik anlatı
r.

ehem
* Çok önemli.

ehemmiyet
* Önem.

ehemmiyet vermek
* önem vermek.

ehemmiyetli
* Önemli, mühim.

ehemmiyetsiz
* Önemsiz.

ehil
* Topluluk, cemaat.
* Bir iş
te yetkili olan, bir iş
i yapan, yeterli, erbap.
* Karıkocadan her biri, eş .
* Sahip.

ehil olmak
* ustalaş
mak, uzman olmak.

ehlî
* Evcil.

ehlibeyt
* Hz. Muhammed'in kı

, damadıve torunları
ndan oluş
an ailesine verilen ad.

ehlidil
* Gönül eri, kalender, rint.

ehlihibre
* Bilirkiş
i.

ehlikeyf
* Rahatı
na düş
kün, keyif sahibi.

ehlîleş
me
* Evcilleş
me.

ehlîleş
mek
* Evcilleş
mek.

ehlîleş
tirilme
* Evcilleş
tirilme.

ehlîleş
tirilmek
* Evcilleş
tirilmek.

ehlîleş
tirme
* Evcilleş
tirme.

ehlîleş
tirmek
* Evcilleş
tirmek.

ehlisalip
* Haçlı
lar.

ehlisünnet
* Hz. Muhammed'in sünnetini yerine getirenler.

ehlivukuf
* Bilirkiş
i.

ehliyet
* Üstat, uzluk.
* Sürücü belgesi.

ehliyetli
* Yeterlikli, yeterli, kifayetli.
* Ehliyeti olan.

ehliyetname
* Ehliyet, yeterlik belgesi, sürücü belgesi.

ehliyetsiz
* Yetersiz.
* Ehliyeti olmayan.

ehliyetsizlik
* Ehliyetsiz olma durumu, yetersizlik.

ehlizevk
* Güzel veya çirkin hükmünü verdiren duyguya sahip, zevki olan (kimse).

ehram
* Mı sı
r firavunları
nın piramit biçimindeki mezarları
na verilen ad.
* Piramit.

ehven
* Daha az kötü, yeğ, zararsı
z.
* Bkz. ucuz.

ehven kurtulmak
* ucuz kurtulmak.

ehveniş
er
* Birkaç kötüden en az kötü olanı
, kötünün iyisi.

ehveniyet
* Ehven olma durumu.

einstenyum
* Atom sayısı99 olan, uranyumun sürekli ı

nması
yla veya termonükleer tepkimeler sı
rası
nda oluş
an yapay
element. KısaltmasıE.

ejder
* Türlü biçimlerde tasarlanan korkunç bir masal canavarı
, ejderha, dragon.
* Büyük yılan.

ejder (ejderha) gibi


* iri yapı
lıve korkunç görünüş
lü.

ejderha
* Bkz. ejder.

ejektör
* Fı
şkı
rtı

.

ek
* Bir şeyin eksiğini tamamlamak için ona katı lan parça.
* Bir gazete veya derginin günlük yayı mı ndan ayrıve ücretsiz olarak verdiğ i parça, ilâve.
* Sonradan katı lan, dikilen, yapı ştı
rılan parçanı n belli olan yeri.
*İ ki borunun birbirine birleş tirildiği yer.
* Eklenmiş , katılmı ş
.
* Kelime türetmek veya kelimenin görevini belirtmek için kullanı lan ş
ekil verici ses veya sesler, lâhika.

-ek
* Bkz. -ak / -ek.

ek bent olmak
*şaşırı
p ne diyeceğini bilememek.
ek bileziğ
i
*İki boruyu birbirine eklemekte kullanı
lan bağlantıparçası
, manş
on.

ek bütçe
* Yı
llı
k bütçeye sonradan eklenen bütçe.

ek ders
* Haftalı
k mecburî ders yükünün dı
şı
nda kalan ders.

ek eylem
* Ek fiil.

ek fiil
*İ sim, sıfat, zamir gibi isim soyundan kelimelerin yüklem görevinde kullanı lması nısağlayan yardı mcıfiil. Bu
fiilin genişzamanı ,şahı s ekleriyle çekilir: çalışkan-ım, çalı
şkan-sın, çalışkan(-dır) çalı
şkan-ı z, çalı
şkanlar(lar-dı
r). Bu
fiilin belirli, belirsiz geçmişzamanları yla şartının çekiminde ek fiil gerektiğinde kullanılabilir: güzeldi (<güzel i-di),
yorgunmuş(<yorgun i-miş ), iyiyse (< iyi i-se) vb.

ek görev
* Devlet dairelerinde bir kimsenin ası
l iş
iyle birlikte yürüttüğü ikinci iş
.

ek kök
* Sapı
n yanları
ndan çı
kan ince kök.

ek oylum
* Camilerde yarı
m kubbelerin iki veya üç yanı
nda küçük yarı
m kubbelerle yapı
lan oylum eklemleri.

ek ödenek
* Aylı
k ücretlere ek olarak verilen prim veya ikramiye.

ek tahsisat
* Ek ödenek.

ekâbir
* (makamca) Büyükler, devlet büyükleri, ileri gelenler.
* Kendini beğ
enmişkimseler için kullanı lır.

ekalliyet
* Azı
nlı
k.

ekarte
* Saf dı
şıetmek, konu dı
şı
nda tutmak anlamı
ndaki ekarte etmek sözünde geçer.

eke
* Büyük, yetiş
kin, yaşlı
, kart.
* Yaşıküçük olduğ u hâlde sözleri ve davranı
şları
büyükmüşgibi olan çocuk.

ekecek
* Tohum.

ekenek
* Ekilen yer, mezraa.

ekici
* Herhangi bir tarı
m ürününü üreten, tarı
mla uğraş
an (çiftçi).

ekili
* Ekilmişolan, mezru.

ekilme
* Ekilmek iş
i.
ekilmek
* Ekmek iş
i yapı
lmak.

ekim
* Ekmek işi.
* Yı

n 31 gün süren 10. ayı
, teş
rinievvel.

ekin
* Tahılı
n tarlaya atı
ldı
ğıandan harman oluncaya kadar aldı
ğıduruma verilen ad.
* Kültür, hars.

ekin biti
* Bkz. buğday biti.

ekin iti
* Baş
ını
dik tutup herkese yüksekten bakan kimse.

ekin kargası
* Tüyleri parlak, kara ve erguvanî parı
ltı

bir tür karga (Corvus frugilefus).

ekinci
* Ekin ekip biçmekle uğraş
an kimse, çiftçi.

ekincilik
* Ekin ekip biçme iş
i, tarı
m.

ekini belli etmemek


* eksik, bozuk, yanlı
ş, kusurlu bir iş
i sağlam, doğ
ru ve doğal imişgibi gösterme becerisini kanı
tlamak.

ekinlik
* Ekin ekilmişyer.

ekinokok
* Et oburları
n geliş
mişdönemlerinde bağ
ırsakları
nda yaş
ayan tenya türü.

ekinoks
* Gün gece eş
itliğ
i.

ekinti
* Ekilen ş
ey.

ekip
* Takım, grup, kol.
*İ ş
çilerin oluş
turduğu takı
m.

ekip biçmek
* tarı
m yapmak.

ekipman
* Bir kuruluşveya iş
letmeye gerekli olan eş
ya.

-ekle-
* Bkz. -akla- / -ekle-.

eklektik
* Seçmecilik yanlı

, seçmeci.

eklektizm
* Seçmecilik.

eklem
* Vücut kemiklerinin uç uca veya kenar kenara gelip birleş
tiğ
i yer, mafsal.

eklem bacaklı lar


* Birbirine eklenmişhalkalardan oluş
an böcekler, örümcekler, kabuklular ve çok ayaklı
lar gibi bölümlere
ayrılan hayvan sı nı

.

ekleme
* Eklemek işi.
* Eklenmiş.

ekleme dişi
* Bkz. duvar diş
i.

eklemek
* Bir ş
eyi ekle tamamlamak, ulamak, ilâve etmek.
* Bir ş
eyi ek olarak kullanmak.

eklemeli
* Bitiş
ken.

eklemleme
* Eklemlemek iş
i.

eklemlemek
* Eklemle birleş
tirmek.

eklemlenme
* Eklemlenmek iş
i.

eklemlenmek
* Eklemle birleş
mek.

eklemli
* Eklemi olan.

eklemliler
* Eklem bacaklı
lar.

eklemsiz
* Eklemi olmayan.

eklemsizler
* Kolsu ayaklı
lardan, kavkı
çenetleri arası
nda eklem olmayan bir sı

f.

eklenme
* Eklenmek iş
i.

eklenmek
* Eklemek iş
i yapı
lmak.
* Ekle tamamlanmak.

eklenti
* Bir ş
eye eklenmişolan, ek durumunda bulunan parça, aksesuar.

eklentiler
* Herhangi bir yapı
ya göre ayrıbir iş
levi bulunan bölümler veya yapı
lar, müş
temilât.

ekler

çi krema ile doldurulmuşbir pasta türü.

eklesil
* Üniversitelerde öğ
rencilerin ders seçme veya bı
rakma iş
lemi.
ekleş
me
* Ekleş
mek iş
i.

ekleş
mek
* Ek durumuna gelmek.

ekleş
tirme
* Ekleş
tirmek iş
i.

ekleş
tirmek
* Vurmak, aş
k etmek.

ekletme
* Ekletmek iş
i.

ekletmek
* Eklemek iş
ini yaptı
rmak.

ekli
* Eklenmişolan, eki olan.

ekli püklü
* Ekli, yamalıve düzensiz.

ekme
* Ekmek iş
i.

ekmeden biçilmez
* emek vermeden beklenen bir sonuca eriş
ilmez.

ekmediği yerden biter


* umulmayan ve istenilmeyen yerde karş
ılaş
ılan kimseler için kullanı

r.

ekmeğinden etmek
* iş
inden çı
karmak, iş
inden atmak.

ekmeğinden olmak
* geçimini sağlayan iş
inden mecburî olarak ayrı
lmak.

ekmeğine göz koymak (veya dikmek)


* birinin geçimini sağlayan iş
i elinden almaya çalı
şmak.

ekmeğine yağsürmek
* istenmediğ
i hâlde birinin iş
ine yarayacak biçimde davranmak.

ekmeğini çı
karmak
* çalı
ştı
ğıiş
ten geçimini karş
ılayacak kadar kazanç sağlamak.

ekmeğini kana doğramak


* büyük bir sı

ntıve üzüntüye katlanmak.

ekmeğini kazanmak
* geçimini sağlamak.

ekmeğini taş
tan çı
karmak
* geçimini sağlamakta çok becerikli olmak.

ekmeğini yemek
* birisinin iş
inde çalı
şarak kendi geçimini sağ
lamak.
* geçim yönünden birisinin yardı mı ndan yararlanmak.
ekmeğiyle oynamak
* birinin geçim kaynağ
ını
tehlikeye düş
ürmek.

ekmek
* Bir bitkiyi üretmek için toprağa tohum atmak veya gömmek.
* Toprağı ekip biçmek için kullanmak.
* Serpmek.
* Bir şeyin baş lamasına yol açacak sebepleri hazı
rlamak.
* Birini uydurma bir sebeple bı rakıp gitmek, savuş mak, atlatmak.
* (para için) Boş una harcamak, ziyan etmek.
* Yarışta geçmek.

ekmek
* Çeş itli tahı
l unundan yapılmışhamurun fı

nda, saçta veya tandı
rda piş
irilmesiyle yapı
lan yiyecek.
*İ nsanıgeçindirecek iş , kazanç.
* Yemek, aş .

ekmek ağacı
* Dutgillerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en, meyvesi beyaz etli ve biraz unlu, besleyici bir bitki (Artocarpus
incisa).

ekmek aslanın ağzı


nda
* geçim sağlayacak bir işbulmak ve para kazanmak kolay değildir.

ekmek ayvası
* Gevrek ve sulu bir tür ayva.

ekmek çarpsın
* karşı

ndakini inandı
rmak için edilen yemin.

ekmek dolması
* Soğan, maydanoz ve baharat karı
şı
mını
n içi boş
altı
lmı
şsomun ekmeğe doldurulmasıve piş
irilmesi yoluyla
hazı
rlanan bir yemek türü.

ekmek düş manı


* Bir ailede geçimin sağ
lanması
na katı
lmayan tüketici durumdaki kiş
iler.

ekmek elden, su gölden


* kendisi çalı
şmayı
p baş
kası

n kazancı
yla geçinme durumu.

ekmek kadayı fı
* Yuvarlak küçük pide biçiminde yapı lı
p kurutulduktan sonra yumurtaya bulanı
p yağda kı
zartı
lan bir tür
kadayı
fa, ateşüzerinde koyu şeker şerbeti içirilerek hazırlanan tatlı
.

ekmek kapısı
* Geçim sağ
layan işyeri.

ekmek kavgası
* Geçim sağ
lamak için çalı
şı
p uğraş
ma, geçim savaş
ı.

ekmek kaygısı
* Geçim sağ
lamak çabası
.

ekmek küfü
* Doğal olarak ekmek, peynir ve benzeri besinler üzerinde geliş
en asklımantar (Penicillium crustaceum).

ekmek mayası
* Ekmek yapı
mında hamurun mayalanması
nısağlayan madde.

ekmek öpmek
* yeminin gücünü artı
rmak için ekmeğ
i öpüp baş
a götürmek.
ekmek parası
* Geçimi sağ
layan para veya kazanç.

ekmek tahtası
* Ekmeklik hamurun fı

na sürülmek üzere hazı
rlandı
ğıve üzerine konulduğ
u uzun tahta.

ekmek tatlı

* Ekmekten yapı
lan tatlı
.

ekmek ufağı
* Ekmek kı

ntı

.

ekmekçi
* Ekmek yapan veya satan kimse.
* Ekmek satı
lan dükkân.

ekmekçilik
* Ekmek yapma veya satma iş
i.

ekmeklik
* Ekmek yapmaya yarayan veya ayrılan.
*İ çine ekmek konulan kap.
* Oyunda hep yenilerek kendisinden para kazanı
lan kimse.

ekmeksiz
* Ekmeği olmayan.
* Yiyeceğ
i olmayan.
* Ekmek olmadan.

ekol
* Okul.

ekolâli
* Bkz. yankı
ca.

ekoloji
* Çevre bilimi.

ekolojik
* Çevre bilimsel.

ekolojik ortam
* Canlı
ları
n araları
ndaki bağlantı
ları
n, iliş
kilerin kurulduğu yer, çevre.

ekolojist
* Çevre bilimci.

ekonometri
* Ekonomik olayları n açıklanması
nda çok sayı
da değ
işkeni göz önüne alarak ve karş
ılı
klıbağı
ntı
lar kurarak,
teorik çalı
ş maları
n deneylerle doğ rulanması
nısağlayan matematiksel yöntem.

ekonomi
*İ nsanların yaş ayabilmek için üretme ve ürettiklerini bölüş
me biçimlerinin ve bu faaliyetlerden doğ
an
iliş
kilerin bütünü, iktisat.
* Bu iliş
kileri inceleyen bilim dalı, iktisat.
* Aş ı
rıharcamalardan sakı nma, iktisat.

ekonomi coğrafya
* Ekonomik olayları
n yeryüzünde, bir ülkede veya bir bölgede dağ
ılı
şı
nıinceleyen coğrafya kolu.

ekonomi politik
*İnsan toplumları
nda maddî refahı
n dağı

mınıve insanlar arası
ndaki ekonomik iliş
kilerin geliş
imini konu
alan bilim dalı
.

ekonomi yapmak
* tutumlu davranmak.

ekonomik
* Ekonomi ile ilgili olan, iktisadî.
* Az masraflı
, kazançlı , hesaplı, iktisadî.

ekonomik ambargo
* Bir ülkeyi cezalandı
rmak amacı
yla ekonomik alanda yaptı

m uygulama.

ekonomik davranmak
* tutumlu davranmak.

ekonomist
* Ekonomi uzmanı
, iktisatçı
.

ekonomizm
* Her ş eyin ekonomik sebeplerle belirlendiği ve iş
çi sı
nıfımücadelesinin yalnı
zca ekonomik bir mücadele
olduğunu ileri süren düş ünce akı
mı.

ekopraksi
* Baş
kası

n yaptı
ğıhareket ve davranı
şlarıanlamsı
z olarak tekrarlama, yansı
ca.

ekose
* Çeş
itli renklerde kareli olan (kumaş
).

ekran
* Üzerine bir cismin ışı
k yoluyla görüntüsü düş
ürülen, saydam olmayan düz yüzey, görüntülük.
* Beyaz perde, görüntülük.
* Televizyon camı , görüntülük.

eksantrik
* Dışmerkezli, merkez dı
şı(olan).
* Ayrı
ksı
.

eksantrik mili
* Makine parçaları
nın çalı
şması
nıyöneten bir tür yuvarlak mil.

ekselâns
* Bakan ve elçiden başlayarak cumhurbaş
kanlı
ğı
na kadar yükselen, yüksek makam sahibi yabancı
lara verilen
ş
eref unvanı.
* Bu unvanıtaş ıyan kimse.

eksen
* Bir cismi iki eş
it parçaya bölen çizgi, mihver.
* Üzerinde bir pozitif yön var sayılan sonsuz doğru.
* Araba dingili.

eksen oyuncu
* Oyun kurucu.

eksen ülke
* (bir topluluğ
u veya paktı
) Kurucu veya yönlendirici ülke.

ekser
* Büyük çivi, enser.

ekseri
* En çok, en çoğu, çoğ
u kez.
ekseriya
* Çoğ
unlukla, çokluk, çoğ
u kez.

ekseriyet
* Çoğ
unluk, çokluk.

ekseriyetle
* Genellikle, çoğunlukla, çoklukla.

eksi
* Çı
karma işleminde " - " iş
aretinin adı, nakı
s.
* Sı

rdan küçük, önünde eksi iş areti bulunan (sayı
), negatif, nakı
s, artıkarş
ıtı
.

eksi sayı
* Sı

rdan küçük sayı
, negatif sayı
.

eksi uç
* Elektrikli ayrı
ştırmada sıvı
ya batırı
lıp akı
mı n geçmesini sağlayan metal uçlardan eksi yüklü olanı
, katot.
* Elektrikle yapılan temizleme, parlatma vb. iş
lemlerde yer alan eksi yüklü elektrot.

eksibe
* Kum yı
ğı
nı, kumul.

eksik
* Gerekli duyulan, ihtiyaç duyulan (ş
ey), noksan.
* Bir bölümü olmayan, natamam.
* Mükemmel olmayan, kusurlu, muallel, sakat.
* Az.

eksik artı
k
* Biraz eksik veya fazla olabilir anlamı
nda kullanı

r.

eksik çı
kmak
* tartı
veya ölçünün tam olmadı
ğıgörülmek.

eksik doğmak
* vaktinden önce veya organlarıgeliş
meden doğ
mak.

eksik etek
* Kadı
n.

eksik etmemek
* her zaman bulundurmak, sürdürmek.

eksik gedik
* Ufak tefek ihtiyaçlar.

eksik gedik kapamak


* gerekli olan ufak tefek ihtiyaçlarıkarş
ılamak.

eksik gelmek
* yetiş
memek, yetmemek.

eksik olma
* "var ol, sağol" gibi hoş
nutluk anlatı
r.

eksik olmamak
* her vakit ve her fı
rsatta bulunmak.

eksik olmasın
* "sağolsun, var olsun" anlamı
nda birine karş
ıhoş
nutluk bildirir.
eksik olsun
* "gereğ i yok" anlamı
nda kullanı

r.
* ölsün!.

eksiklenme
* Eksiklenmek iş
i veya durumu.

eksiklenmek
* Eksiğ
i bulunmak.

eksikli
* Kendisine bir ş
ey gerekli olan, muhtaç.
* Kadı
n.

eksiklik
* Eksik olma durumu, eksik olan miktar, noksan, nakı
sa, fı
kdan.

eksiksiz
* Eksiğ i olmayan, tam, tamam.
*İ yi, namuslu, temiz.

eksilen
* Çı
karma iş
lemindeki ilk sayı
.

eksiliş
* Eksilme iş
i.

eksilme
* Eksilmek iş
i, tenakus.

eksilmek
* Azalmak, az duruma gelmek.
* Bulunmak, var olmak, rastlanmak.

eksiltilme
* Eksiltilmek iş
i.

eksiltilmek
* Eksiltilmek iş
ine veya durumuna konu olmak.

eksiltme
* Eksiltmek iş i.
* Bir iş in kimin tarafı
ndan daha ucuz yapı
lacağ
ını
n anlaş
ılmasıiçin istekliler arası
nda açı
lan fiyat kı
rma iş
i,
münakaş
a, ihale.

eksiltmek
* Eksik duruma getirmek, sayı

nıazaltmak.

eksiltmeye çıkarılmak
* bir iş
, istekliler arası
nda en uygun olana bı
rakı
lmak için hazı
rlanı
p sunulmak, ihaleye çı
karı
lmak.

eksin
* Anyon.

ekskavatör
* Kazımakinesi kazaratar, kazmaç.

eksper
* Bilirkiş
i, uzman.

eksperimantalizm
* Deneyselcilik.

eksperlik
* Bilirkiş
inin görevi, uzmanlı
k.

ekspertiz
* Eksperlerce yapı
lan inceleme, keş
if, muayene.

ekspertiz raporu
* Eksperler tarafı
ndan yapı
lan inceleme sonunda hazı
rlanan rapor.

ekspoze
* Bir yere sunulan bildiri özeti.

ekspozisyon
* Sergi.

ekspres
* Yalnız büyük duraklarda duran, büyük iskelelere uğ rayan ve çok hı zlıgiden tren, uçak veya gemi.
*İ vedilikle, çabuk yapılan (şey).
* (posta ile yollanan, hı
zla yerine gitmesi istenilen ş
eyler için) Özel ulak.

ekspres yol
* Taş
ıtları
n hı
zları
nıkesmeden gidebileceğ
i geniş
likte, gidişve gelişyönleri bölünmüşyol.

ekspresyonist
* Dı ş
a vurumcu.

ekspresyonizm
* Dı
şa vurumculuk.

ekstra
* En iyi, üstün nitelikli (tür).
* Fazladan, alışı
lan ve gerekenden baş
ka.

ekstrafor
* Giysilerin etek, kol, yaka parçaları
na, perdelerin ucuna geçirilen seyrek dokunmuşketen ş
erit.

ekstrasistol
* Kalp ve damarlarda normal iki kası
lma arası
nda oluş
an fazladan kası
lma.

ekstre
* Hesap özeti veya dökümü.
* Öz, hülâsa.

ekstrem
* En uç, en son.
* Aşı
rı, müfrit.

ekş
i
* Sirke veya limon tadı
nda olan.
* Bu tadıveren ş ey.

ekş
i elma
* Sert, sulu ve ş
eker oranıdüş
ük bir tür elma.

ekş
i kiraz
* Viş
ne.

ekş
i limon
* Ekş
iliği fazla olan ham limon.
ekş
i maya
* Bir önceki ekşi veya mayalıhamurdan alı

p bir süre fermente edildikten sonra yeni yapı
lmı
şbir hamuru
mayalamak amacı yla kullanılan maya.

ekş
i surat
* Küskünlük veya hoş
nutsuzluk anlatan yüz.

ekş
i yonca
* Ekş
i yoncagillerden, çok yı
llı
k otsu bitki (Oxalis acetosella).

ekş
i yoncagiller
*İ ki çeneklilerden yaprakları
nda kuzukulağ
ıasidi bulunan bir bitki familyası
.

ekş
i yüz
* Ekş
i surat.

ekş
ikulak
* Kuzukulağ
ı.

ekş
ili

çinde ekş
isi bulunan.

ekş ili çorba


* Nohut, dövme, kı
rmı
zımercimek, patlı
can, sumak ekş
isi, sarmı
sak, yağve baharat kullanı
larak hazı
rlanan
bir çorba türü.

ekş
ilik
* Ekş
i olma durumu veya ekş
i tat.

ekş
ime
* Ekş
imek iş
i.

ekş
imek
* Ekş i duruma gelmek.
* Mayalanmak.
* Utanmak, mahcup olmak.
* Sırnaş mak, ı
srar etmek.
* Surat asmak.

ekş
imik
* Yağ
ıalı
nmı
şsütten yapı
lan peynir, kesmik, çökelek.

ekş
imsi
* Tadıekşiye çalan.
* Buruk.

ekş
imtı
rak
* Az ekş
i.

ekş
itilme
* Ekş
itilmek iş
i.

ekş
itilmek
* Ekş
itmek iş
i yapı
lmak.

ekş
itme
* Ekş
itmek iş
i.

ekş
itmek
* Ekş
imesine yol açmak.

ekti
* Her yiyeceği canıçeken.
* Başkalarının sırtından geçinen, asalak, tufeylî.
* Anasıölüp baş ka bir koyuna alı
ştırı
lan veya elle beslenen koyun.
* Arsız, yüzsüz, görgüsüz.
* Cimri, pinti, görmemiş .
* Anasıve babasıolmayan veya atı lmış, bırakılmışçocuk.

ekti püktüler
* Bir eve dadanan asalak kimseler.

ektilik
* Ekti olma durumu.

ektirme
* Ektirmek iş
i.

ektirmek
* Ekmek iş
ini yaptı
rmak.

ektoderm
* Bkz. dı
şderi.

ekü
* Ortak pazar ülkelerince kabul edilen para birimi.

ekvator
* Yer yuvarı
nın eksenine dik olarak geçtiğ
i ve yer yuvarı
nıiki eş
it parçaya böldüğü var sayı
lan en büyük
çember, eşlek.

ekvatoral
* Ekvatorla ilgili eş
leksel.
* Yı
ldızları
n açı lım ve yükselimini ölçmekte kullanı
lan dürbün.

ekzotermik
* Isı
veren.

el
* Kolun bilekten parmak uçları na kadar olan, tutmaya ve işyapmaya yarayan bölümü.
* Aracı , vasıta.
* (iyelik ekleriyle veya bazıdeyimlerde) Sahiplik, mülkiyet.
* Kez, defa.
*İ skambil oyunları nda kâğ ıt atma sırası
.
* Yönetim, baskı , etki.
* Bazınesne ve araçları n tutmaya yarayan bölümü.
* Elle yapı lan.

el
* Yabancı , yakı nları
n dı
şı
nda kalan kimse.
* Ülke, yurt, il.
* Halk, ahali.
* Oba, aşiret.

-el
* Bkz. -al / -el.

el açmak
* dilenmek.
* baş kası

n yardımı nıisteyecek durumda olmak.
* Bkz. kâğıt açmak.

el adamı
* Yabancıkimse.
el âlem
* Herkes, el gün, yabancı
lar.

el alı
şkanlı
ğı
* Bir işveya hareketin birçok kez yapı
lmasıile kazanı
lan özellik, ustalı
k, maharet.

el almak
* tarikatlarda bir mürit, mürş idinden, baş kalarına yol gösterme iznini almak.
* bir sanatıyapmak için ustanı n iznini almak.
* kâğı t oyunlarında karş ıtarafın oynadı ğı kâğıdın daha önemlisini oynayarak üstünlük sağ
lamak.

el altı
nda
* kolayca alı
nabilecek yerde, hazı
rda.

el altı
ndan
* gizlice.

el arabası
* Elle sürülen, taş
, toprak gibi ş
eyleri taş
ımaya yarayan, tek tekerlekli ve iki kollu küçük araba.

el arıdüş
man gayreti
* dosta düşmana karş
ıküçük düş
memek için.

el atmak
* birisinin işine karış
mak, müdahale etmek.
* bir işe girişmek, teşebbüs etmek.

el ayak (veya el etek) çekilmek


* ortalı
kta hiç kimse kalmamak, ı
ssı
zlaş
ıp sessizleş
mek.

el ayası
* Elin, bilekle parmaklar arası
ndaki iç bölümü.

el bağlamak
* saygıiçin ellerini göbeğinin üstüne kavuş
turup durmak.
* namaza durmak.

el basmak
* kutsal bir ş
ey üzerine el koyarak yemin etmek.

el bebek gül bebek


* nazlı
,şımarı
k.

el beğ
enmezse yer beğensin
* beğenilmeyen bir kimse olmaktansa ölmek daha iyidir.

el bende!
* tekrarlanan oyunda baş
lama sı
rasıveya hakkıbende.

el bezi
* Kurulama ve temizleme iş
lerinde kullanı
lan bez.

el birliğ
i
* Bir işyapmak için birleş
me, beraberlik, dayanı
şma.

el birliğ
i etmek
* birlikte davranmak, dayanı
şmak.

el bombası
* Elde taş
ınabilen ve pimi çekilerek ateş
lenen küçük tip bomba.
el çabukluğu
* Bir iş
i çabuklukla yapabilme ustalı
ğı
.
* Hilesini kimseye sezdirmeden yapabilme.

el çantası
* Günlük iş
lerde veya kı
sa gezilerde kullanı
lan, içinde özel eş
ya bulunan kap.

el çekmek
* vazgeçmek.

el çektirmek (veya çektirilmek)


* görevinden uzaklaştırı
lmak.

el çı
rpmak
* alkışlamak, tempo tutmak.
* birini çağ
ırmak için ellerini birbirine vurmak.

el değ
irmeni
* El gücüyle çalı
ştı

lan ve kahve, baharat gibi ş
eyleri öğ
ütmeye yarayan bir tür küçük değ
irmen.

el değ
iştirmek
* kullanı
mıveya mülkiyeti bir kimseden baş
ka bir kimseye geçmek.

el değ
memiş
* hiç kullanı
lmamı
ş, dokunulmamı
ş.
* saflı
ğıbozulmamış .

el dokunulmak (veya dokunulmamak)


* daha önce kullanı
lmak (veya kullanı
lmamak), el değ
mişolmak (veya olmamak).

el duş
u
* Yı
kanı
rken elde tutup su püskürtmeye yarayan araç.

el el üstünde oturmak
* herhangi bir işyapmadan, boşoturmak.

el elde başbaş ta
* elde bulunan her ş
eyin tükendiğ
ini anlatı
r.

el elden üstündür (ta arşa kadar)


* bir kimse, kendisinden üstün bir baş
kası
nın da olabileceğ
ini bilmelidir.

el elden üstündür, taa arş a kadar


* daha iyi, daha kaliteli, daha uzman kiş
ilerin bulunabileceğini belirtir.

el ele
* Birbirinin elini tutarak.

el ele vermek
* birlikte davranmak, bir konuda birleş
mek.

el elin aynasıdır
* insanın her davranı
şı
nıçevresindekiler açı
kça görür.

el elin eş
eğ ini türkü çağ ı
rarak arar
* baş kaları
, insanın kendi sı

ntıve sorunları
na gereken önemi vermez, gerektiğ
i kadar ilgilenmez.

el emeği
* Elde yapı
lan iş
.
* Bu çalı
şmanı n karş
ılı
ğı.

el emeği göz nuru


* çok incelik isteyen uzun zaman içerisinde elle yapı

p ortaya çı
karı
lan güzel eser veya iş
lerin değ
erini
belirtmek için kullanı
lır.

el ense çekmek (veya etmek)


* güreşte, kolunu hasmı
n boynuna getirip başparmağıgı
rtlağ
a, dört parmağıda enseye geçirerek hasmı
yıkmak amacı yla çekmek.
* Yenmek, mağlûp etmek.

el erimi
* Çok uzakta olmayan, elin ulaş
abileceği uzaklı
k.

el erki
* Demokrasi.

el ermez, güç yetmez


* bir işkarş
ısı
ndaki güçsüzlüğü anlatmak için kullanı

r.

el etek çekilmek
* Bkz. el ayak çekilmek.

el etek öpmek
* bir iş
i yaptı
rmak için çok yalvarmak.
* yaltaklanmak.

el etmek
* bir kimseyi el iş
aretiyle çağı
rmak.

el falı
* Avuç içindeki çizgilere göre bakı
lan fal.

el feneri
* Elektrik feneri.

el freni
* Motorlu taşıtlarda el ile çalı
ştı

lan fren.
* Duran bir taşıtı, bulunduğu yerde sabitleştirmek veya hareket imkânı
nıengellemek için kullanı
lan ve elle
yönetilen fren.

el frenini çekmek
* çalı
şmasıdurdurulmuşbir motorlu aracı
n hareketini önlemek için el frenini uygun konuma getirmek.

el gün
* Baş
kaları
, yabancı
lar.

el havlusu
* El ve yüzü yı
kadı
ktan sonra kurulanmak için kullanı
lan havlu, yüz havlusu, küçük havlu.

el için yanma nare, yak çubuğunu bak keyfine


* baş
kalarının derdini kendine sorun yapı
p da kendi rahatı
nıve düzenini bozma.

el ile (elle) tutulur


* çok açı k ve belli.
* somut.

el ile gelen düğün bayram


* bir topluluğun hep birlikte uğ
radı
ğıbir sı

ntı
ya yakı
nması
z katlanı
lacağ
ınıanlatı
r.

el iş
çiliği
* Eş
yanı
n makine kullanmadan yapı
lan bölümlerine harcanmı
şiş
çi emeğ
i.

el iş
i
* Makine kullanmadan, el emeğ
i ile yapı
lan iş
.
* Okullarda kâğı
t, mukavva, tahta gibi ş
eylerle yaptı

lan çalı
şmalar.

el iş
i kâğ
ıdı
* Kesip yapı
ştı
rma iş
lerinde kullanı
lan bir yüzü parlak renkli kâğı
t.

el kadar
* küçük, küçücük.

el kaldı
rmak
* (biri) oy verdiğini veya söz istediğini elini kaldı
rarak belirtmek.
* (birine) vurmaya kalkı şmak.

el kantarı
* Bkz. kantar.

el kapı

* Aile ocağ
ını
n dı
şı
nda muhtaç olunan, gelir, geçim sağlayan, baş
kaları
na ait olan yer.
* Yabancıülke.

el kapı

na düşmek
* yabancı
lara muhtaç olmak.

el katmak
* bir iş
e karış
mak, müdahale etmek.
* bir iş
in yapı
lmasına yardı
m etmek.

el kazanı
yla aşkaynatmak
* başkası

n hazırladı
ğıimkânları
kendi hesabı
na kullanarak işçevirmek.

el keseri
* Marangozluk iş
lerinde kullanı
lan küçük keser.

el kı
lavuzu
* Herhangi bir konuda basit konularıve bilgileri içeren kitapçı
k.

el kı

* Gelin, kadı
n, eş
.

el kiri
* Kolayca vazgeçilir, atalı
r (ş
ey).

el kitabı
* Herkesin kolaylı
kla yararlanmasıiçin herhangi bir konuda, pratik amaçlarla hazı
rlanan kitap.

el koymak
* bir yolsuzluğu ortaya çı
karmak, incelemek, vaziyet etmek.
* yetkili organ bir malı
veya bir kuruluş u kendi buyruğuna almak.
* (iş
) üzerine almak, sorumluluğ u üstlenmek.

el mi yaman bey mi yaman? el yaman!


* baş
taki ne kadar güçlü görünürse görünsün, ası
l gücün halkta olduğ
unu anlatı
r.

el oltası

zmarit balı
ğıiçin kullanı
lan olta.

el öpenlerin çok olsun


* eli öpülenin söylediğ
i bir iyi dilek sözü.

el öpmek
* yaş
lıveya saygıgösterilmesi gereken kimselerin sağelinin üstünü önce dudağa, sonra alna götürmek.

el pençe divan durmak


* saygıgösterilen kimse karş
ısı
nda el kavuş
turup ayakta durmak.

el sabunu
* El ve yüzü yı
kamak için üretilen salon.

el sanatları
* El tezgâhları
nda bir yardı
mcı
araç kullanarak elle yapı
lan iş
lerin hepsi.

el sı
kmak
* selâmlaş
mak için birinin elini tutmak.

el sözlüğü
* Elde ve cepte taş
ınabilen küçük sözlük.

el sürmemek
* dokunmamak, değmemek.
* bir iş
i yapmak, ilgilenmemek.

el ş
akası
* Elle yapı
lan ş
aka.

el tası
* El, yüz yı
kanı
rken su dökünmek veya içinde sabunlu su hazı
rlanı
p el temizlemekte kullanı
lan tas.

el tazelemek
* bir iş
te yorulan kimse yerine baş
ka birini getirmek.

el telefonu
* Cep telefonu.

el telsizi
* Elde taş
ınabilen küçük menzilli telsiz.

el topu
* Yedi veya on birer kiş
ilik iki takı
m arası
nda yalnı
zca elle oynan, topu karş
ıtakı
mın kalesine atmaya dayanan
oyun, hentbol.

el tutmak
* bir işuzun süre uğraş

rmak, vakit kaybettirmek.

el ulağ
ı
* Yardı
mcı
, yamak.

el ulaklı
ğı
* Yamaklı
k.

el uzatmak
* birinden bir hakkıalmaya kalkı
şmak.
* yardım etmek.

el uzluğ
u
* Ustalı
k, el alı
şkanlı
ğı, maharet.

el üstünde tutmak
* bir kimseye çok saygıve sevgi göstermek.

el vermek
* yardı m etmek.
* tarikatlarda mürş it, bir müride, baş kalarına yol gösterme izni vermek.
* halk hekimliğ i gibi konularda yetki vermek.
* kâğı t oyunları
nda karş ıtarafa elde olan veya olmayan sebeple oyun üstünlüğünü tanı
mak.
el vurmamak
* bir iş
i yapmaya yanaş
mamak ve baş
lamamak.

el yatkı
nlı
ğı
*İ ş
e alışmı şolma durumu, mümarese.
* El iş
lerini yapmakta yetkinlik.

el yazı

* Elle yazı
lan yazı
.

el yazması
* Yazma kitap.
* Yazma (şey).

el yı
kamak
* o iş
le olan ilgisini kesmek.

el yordamı
* Elin duyumu ve yardı
mıile varlı
klarıalgı
lama.

el yordamıyla
* görmeden, elle yoklayarak.

elâ
* Gözde sarıya çalar kestane rengi.
* Bu renkte olan.

elaman
* Bezginlik ve sı
zlanma anlatı
r.

elaman çekmek
* bezginlik gösterip yakı
nmak.

elaman demek
* çok bezmek.

elan
* Şimdi, ş
u anda, hâlâ, henüz, daha.

elâstik
* Elastikî.

elâstikî
* Esnek.

elâstikiyet
* Esneklik.

elbasan tavası
* Önceden haş lanarak hazırlanmı
şyağsı
z etin üzerine yoğurt ve çı
rpı
lmı
şyumurta karı
şı
mını
n dökülüp
fırı
nda piş irilmesiyle yapılan bir yemek.

elbet
* Her hâlde, ş
üphesiz, kuş
kusuz.

elbette
* Elbet.

elbise
* Giysi.

elbise dolabı

çindeki askı
lara giysi ası
lan, genellikle tahtadan yapı
lan ve özel bölmeleri olan mobilya.

elbiseli
* Elbisesi olan, giyinik.

elbiselik
* Giysi yapı
lmaya elveriş
li (kumaş
).

elbisesiz
* Elbisesi olmayan, çı
plak.

elci
* Bazıyörelerde mevsimlik tarı
m iş
çisi toplayı
p iş
çi ile iş
veren arası
nda aracı

k yapan kimse.

elcik
* Bisiklet ve motosiklette dümenin elle tutulan kı

mları
na geçirilen ve yumuş
ak, sentetik maddeden yapı
lan
kaplama.

elçek
* Geline kı
na yakı
lması
ndan sonra elinin içine girdiğ
i, kumaş
tan yapı
lmı
şbir tür eldiven.

elçi
* Bir devleti baş
ka bir devlet katı
nda temsil eden kimse, sefir.
* Bir uzlaşma sağlamak veya işbitirmek için birinin yanına gönderilen kimse.
* Yalvaç, peygamber, resul.

elçilik
* Elçi olma durumu.
* Elçinin görevi veya makamı, sefirlik, sefaret.
* Elçinin görevini yaptı
ğıyapı
, sefaret, sefarethane.

elçilik etmek (veya yapmak)


* elçilik görevinde bulunmak.
* iki taraf arası
nda uzlaştı
rma görevini yapmak.

elçilik uzmanı
* Elçiliğin, belli bir kolundaki görevli uzmanı
, ataş
e.

elçim
* Bir kerede ele alı
nabilecek kadar az olan nesne.
* Tutam, bir demet, bir parça.

elçiye zeval olmaz


* bir kimseden baş
ka bir kimseye bir öneri ulaş

ran kimse bu aracı

ğı
ndan dolayı
sorumlu tutulmaz.

elde
* Çarpma ve toplama iş
lemlerinde bir sonraki sı
ranı
n rakamları
na katı
lacak olan (ş
ey).

elde avuçta (bir ş


ey) kalmamak
* mal ve parasınıharcayı
p bitirmişolmak.

elde avuçta (ne varsa)


* (mal, para vb. için) ne varsa, hepsi.

elde bir
* Kesinlikle gerçekleş
ecek ş
ey.

elde bulunan
* sahip bulunulan, hazı
rdaki.

elde etmek
* bir ş
eye sahip olmak.
* bir kimseyi kendi hizmetine almak veya kendinden yana çekmek.

elde kalmak
* elinde kalmak.

elde olmamak
* elinde olmamak.

elde tutmak
* sahibi olsun olması
n, bir malımülkiyeti altı
na bulundurmak, zilyet olmak.

eldeci
* Sahibi kendisi olsun olması
n bir malıkullanmakta olan, elinde tutan kimse, zilyet.

eldeki
* elde bulunan, hazı
rdaki.

eldeli
* Toplama veya çarpmalarda bir sonraki basamağa aktarı
lan sayı
.

elden
* Aracısız olarak, kendisi tarafı
ndan.
* Birinin aracılı
ğıyla.

elden ağ
ıza yaş
amak
* günlük kazancı
ancak ihtiyaçları
nıkarş
ılayacak kadar olmak.

elden almak
* bir malı
pazara çı
karı
lmadan sahibinin elinden satı
n almak.

elden ayaktan düş mek (veya kesilmek)


* yaşlı

k sebebiyle veya sağ

ğ ıbüsbütün bozularak çalı
şamaz duruma gelmek.

elden bı
rakmamak
* bir ş
eyle sürekli ilgilenmek, elden düş
ürmeme k.

elden çı
karmak
* bir ş
eyin sahipliğini baş
kası
na geçirmek, satmak.

elden çı
kmak
* malıolmaktan çı
kmak, satı
lmak.

elden düş
me
* Az kullanı
lmı
şve sahibinin elinden ucuza alı
nmı
ş(eş
ya).

elden düş
ürmemek
* bazış
eylerle bir süre çok ilgilenmek.

elden ele
* Bir kiş
iden ötekine.

elden ele dolaş mak


* birçok sahip değiş
tirmek veya birçok kimselerce ele alı
nmak.

elden ele geçmek


* bir ş
ey sahip değiş
tirmek.

elden geçirmek
* eksiklik veya bozuklukları
nıgidermek veya denetlemek için incelemek.

elden gel!
* ver!.
* kutlayalı
m.

elden geldiğ
i kadar

elden gelmemek
* yapamamak, dayanamamak.

elden gitmek
* bir ş
eyi yitirmek, o ş
eyden yoksun kalmak.

elden kaçırmak
* elde edilebilecek bir ş
eyden türlü sebeplerle yararlanamamak.

elden kaçmak
* elde edememek.
* fırsatıkaçı
rmak, değ
erlendirememek.

elden ne gelir?
* çaresiz bir durumda yapı
lacak bir ş
ey olmadı
ğı
nıanlatı
r.

elden vefa, zehirden şifa


* zehirden şifa beklenilmeyeceğ
i gibi yabancı
lardan da yardı
m ve iyilik beklemek boş
tur.

eldesiz
* Toplama veya çarpmalarda toplam ve çarpı
mın dokuzdan büyük olmaması
.

eldiven
* Dı
şetkilerden korumak için ele giyilen kumaş
, deri veya kauçuktan yapı
lan el giysisi.

eldivenli
* Eldiveni olan.

eldivensiz
* Eldiveni olmayan.

-ele-
* Bkz. -ala- / -ele-.

ele alı

r
* oldukça iyi, iş
e yarar.

ele alı
nmaz
* çok kötü, çok berbat.

ele almak
* bir ş
ey üzerinde çalı
şmaya baş
lamak, incelemek, araş

rmak.

ele avuca sı
ğmamak
* söz dinlememek, baskıaltı
na alı
nmamak, zapt edilememek.
*ş ı
marı k davranmak.

ele bakmak
* avuç içindeki çizgilere bakı
p kiş
inin geleceğini okumak, el falı
na bakmak.

ele geçirmek
* yakalamak.
* sahibi olmak.

ele geçmek
* yakalanmak.
* edinilmek.
ele gelmek
* tutulabilmek.
* (bebek) kucağ a alı
nacak kadar büyümüşolmak.

ele güne (veya ele güne karşı


)
* herkese, yabancı
lara karş
ı.

ele güne karşı


* herkese, yabancı
lara karş
ı.

ele verir talkını


, kendi yutar salkı

* başkaları
na, kendisinin inanmadı
ğıve yapmadı
ğıöğ
ütleri kolayca verir.

ele vermek
* suçlu bir kimseyi haber verip yakalatmak.

elebaş
ı
* Oyunda arkadaş ları
na başolan çocuk.
* Kötü, olumsuz işveya hareketlerde önder olan kimse, sergerde.

elebaş
ılı
k
* Elebaş
ıolma durumu, sergerdelik.

eleğ
imsağma
* Gök kuş
ağı
, alâimisema.

eleji
* Ağı
t, içli, acı
klıyakarı
şları
, yakı
nmalarıve melânkolik duyguları
anlatan ş
iir.

elek
* Taneli veya un gibi toz durumunda olan ş eyleri yabancımaddelerden ayı klamak veya incesini kabası
ndan
ayı
rmak için kullanı
lan tahta bir kasnak ve tek tarafa gerilmiş , gözenekli tel, kı
l, bez vb. ile yapı
lan araç.

-elek
* Bkz. -alak / -elek.

elekçi
* Elek yapan veya satan kimse.
* Çingene.

elekçilik
* Elek yapı
p satma iş
i.

eleklik
* Keçi kı

ndan veya at yelesinden yapı
lmı
şiplikle dokunan ve sanayide bazısı

larısüzmekte kullanı
lan özel
dokuma türü.

elekten geçirmek
* elemek.
* ayıklamak.
* araştırma sonunda doğ
ruyu yanlı
şı
, iyiyi kötüyü ayı
rmak.

elektrifikasyon
* Elektrik enerjisini endüstri, ulaş
ım ve gündelik hayata uygulama, elektriklendirme.

elektriği kesmek
* elektrik enerjisinin akı
şı
na engel olmak.

elektriği yakmak
* elektrik enerjisini bir yeri aydı
nlatmak için açı
p kullanmak.

elektrik
* Maddenin elektron, pozitron, proton gibi parçacı kları

n hareketleriyle ortaya çı
kan enerji türü.
* Bu enerjinin gündelik hayatta kullanı lan biçimi.
* Bu enerjiden elde edilen aydı nlanma.
* Fiziğ
in, elektrik olaylarınıinceleyen kolu.
* Elektrikle çalışan.
* Çarpıcılık, cazibe, canlı
lık.

elektrik anahtarı
* Elektrik gücünden ı
şı
k, ı

, hareket olarak yararlanı
rken akı
mıkesme veya sürdürmek için kullanı
lan araç.

elektrik çarpması
* Akı
m geçen bir tele canlı
nın dokunmasısonunda ş
iddetli sarsı
lmasıveya ölmesi.

elektrik dinamosu
* Güçlü bir elektromı
knatısı
n kutuplarıarası nda dönen sarı mlar biçiminde düzenlenmişbir iletkenden
oluşan ve iletkenin döndürülmesiyle mekanik enerjiyi elektrik enerjisine dönüş türen araç.

elektrik direği
* Elektrik enerji hatları
nıtaş
ıyan, ağ
aç veya metal direk.

elektrik düğmesi
* Duvarda gömülü ve elektrik akı
mınıaçı
p kesmeye yarayan düğ
me.

elektrik fabrikası
* Elektrik enerjisi üreten ve bu enerjiyi nakil hatları
yla dağı
tan büyük işyeri.

elektrik feneri
* Pil ile çalı
şan fener, el feneri.

elektrik fı
rını
* Elektrik enerjisi ile çalı
şan mutfak aleti.

elektrik fincanı
* Elektrik tellerinin sarı
ldı
ğıakı
m geçirmeyen porselen.

elektrik kaynağı
* Elektrik enerjisi kullanı
larak yapı
lan kaynak iş
lemi.

elektrik ocağı
* Elektrik enerjisi ile çalı
şan ve ı

tma aracıolarak kullanı
lan alet.

elektrik saati
* Kullanı
lan elektrik enerjisinin miktarı
nın gösteren araç.

elektrik santrali
* Daha az donanı
mlıküçük elektrik fabrikası
.

elektrik sayacı
* Elektrik sarfiyatı
nıölçen ve kaydeden alet.

elektrik süpürgesi
* Elektrik enerjisi ile çalı
şan süpürge.

elektrik teli
* Elektrik akı
mınıkolayca iletebilen ve özellikle bakı
rdan yapı
lan tel.

elektrik üreteci
* Jeneratör.

elektrik vermek
* bir yeri elektrikle donatmak.
* iş
kence amacı yla birinin çı
plak bedenine doğru akı
m vermek.
* elektrik enerjisini kullandı
rmak.

elektrik yayı
* Biribirine değ
meyen iki kömür çubuk arası
nda elektrik akı
mısı
rası
nda oluş
an yay biçimindeki ı
şı
k.

elektrik zili
* Elektrik gücünden yararlanan titreş
im sonucu ses veren araç.

elektrikçi
* Elektrik iş
leri yapan usta.

elektrikçilik
* Elektrikçinin iş
i.

elektrikleme
* Elektriklemek iş
i.

elektriklemek
* Üzerinde elektrik gücü bulunmayan bir iletkene, elektrikli baş
ka bir iletkeni yaklaş

rmak veya değ
dirmek
yoluyla elektrik gücü vermek.

elektriklendirme
* Elektriklendirmek iş i.
* Bir yeri elektrik gücüyle donatma.

elektriklendirmek
* Elektrik sağ lamak.
* Sinirli ve gergin bir duruma yol açmak.

elektriklenme
* Elektriklenmek iş
i.

elektriklenmek
* Elektrik enerjisiyle yüklü duruma gelmek.
* Sinirli ve gergin bir duruma gelmek, gerginleş
mek.

elektrikli
* Elektriğ i olan, elektrik enerjisiyle yüklü olan, elektrikle iş
leyen.
* Sinirli ve gergin bir duruma gelmişolan.

elektrikli basaç
* Elektrikle veya uzaktan kumanda edilen kapı
, pencere ve elektrikli araçlarda kullanı
lan sistem açı

.

elektrikli daktilo
* Elektrik enerjisi ile çalı
şan yazı
makinesi.

elektrikli ı
sıtı

* Elektrik enerjisinin oluş
turduğu ı

yıçevreye yayan araç.

elektrikli sandalye
* Bazıülkelerde ölüm cezası
nın uygulanması
nda kullanı
lan idam aracı
.

elektrikli tren
* Elektrik enerjisi ile çalı
şan tren.

elektriksiz
* Elektriğ
i olmayan, elektrik enerjisiyle yüklü olmayan, elektrikle çalı
şmayan.

elektro
* Bkz. elektrokardiyografi.

elektroansefalografi
* Beyin hücreleri arası
nda var olan ve saçlıderinin topladı
ğıgizil güç farkları
nın yazı
lması
.

elektroansefalogram
* Beyin hücrelerinin doğ
urduğu gizil güç farkları
nın yazı
lması
yla elde edilen çizelge.

elektrobiyoloji
* Canlılarda görülen elektrik olayları
nıinceleyen bilim.

elektrodinamik
* Elektrik akı mları nı n dinamik hareketini konu edinen fizik dalı
.
* Bu dalla ilgili olan.

elektrodinamometre
* Elektrik akı
mını
nşiddetini ölçen cihaz.

elektrodiyaliz
* Birtakı
m koloitlerin ortamdaki öteki parçacıklara oranla gözenekli zarlardan daha kolay geçmesi özelli ğ
ine
dayanan kimyasal arı
tma yönteminin elektrik enerjisiyle hızlandırılmıştürü.

elektrofil
* Bir atom veya iyondan elektron alabilen veya onunla elektron paylaş
abilen madde.

elektrofon
* Fonograf kayı
tları
nıokumak ve elektrik akı
mını
n aracı

ğı
yla yükselterek sese çevirmek için gerekli araçları
içinde toplayan cihaz.

elektrogitar
* Elektrikten yararlanı
larak sesi yükseltilen gitar.

elektrojen
* Elektrik üreten (sistem).

elektrokardiyograf
* Bkz. kardiyograf.

elektrokardiyografi
* Bkz. kardiyografi.

elektrokardiyogram
* Bkz. kardiyogram.

elektrokimya
* Elektrik akı
mını
n etkisiyle ortaya çı
kan kimyasal değ
işmeleri ve kimya iş
lemlerinde oluş
an enerji elektrik
üretiminde kullanmayıaraştı
ran bilim dalı .

elektrolit
* Elektroliz iş
lemiyle çözülen madde.

elektroliz
* Bir elektrik akı
mını
n etkisiyle ortaya çı
kan kimyasal ayrı
şma.

elektromanyetik
* Elektromanyetiğ
i bulunan veya bununla ilgisi olan.

elektromanyetik dalgalar
* Yayı
lmak için herhangi bir ortama ihtiyaç duymayan, boş lukta yayılabilen, manyetik veya elektrik
alanları
ndan oluşan, yüklü parçacı
kların hızlanması yla meydana gelen enerji dalgaları
.

elektromanyetik güç
* Manyetik alan içindeki elektrik akı
şı
nıetkileyen güç.

elektromanyetizma
* Elektriklenme ile mı
knatı
slanmanı n karş
ılı
klıolarak etkilenmelerinden ortaya çı
kan olayları
n bütünü.
* Elektrik akı
mıyla mıknatı
s elde etme.

elektrometalürji
* Metalurji ürünlerinin elde edilmesi ve arı
tılmasında termik elektriğin ı
sıve elektroliz özelliklerinin
kullanılması.
* Elektrikle ı
sıtma olaylarından yararlanılarak yapılan ve madenlere uygulanan termik iş lemlerin hepsi.

elektrometre
* Elektrikte kullanı
lan türlü ölçü cihazları
.

elektromı knatı s
*İ çinde manyetik akıyıtoplayı
p arttı

cıbir yumuş
ak demir bulunan, bobin veya bobinlere doğru akı
m
geçirilerek elde edilen mı
knatıs.

elektromobil
* Elektrik enerjisiyle iş
leyen otomobil.

elektromotor
* Mekanik veya kimyasal bir etki altında elektrik üreten.
* Elektrik enerjisini mekanik enerjiye çeviren cihaz.

elektron
* Bütün atomlarda bulunan negatif yüke sahip temek parçacı
k, pozitron karş
ıtı
.

elektron akış
ı
* Serbest elektronları
n yer değ
iştirmesi.

elektron demeti
* Aynıenerji kaynağı
ndan çı
kan ve biribirine yakı
n yörüngede yayı
lan elektronlar.

elektron gazı
* Boşveya gaz dolu bir ortamda, yahut bir iletkenin içinde dolaş
an serbest elektronları
n tümü.

elektron lâmbası
* Gaz geçirmeyen bir tür içindeki boş
lukta veya bir gazlı
ortamda elektron akı
mıoluş
turan elektronik araç.

elektron mikroskobu
* Normak ışı
k yerine bir elektron demeti ile çalı
şan ve bir milyon kere net büyütebilen özel mikroskop.

elektronegatif
* Elektrolizde artı(pozitif) kutupta toplanma niteliği olan (cisimler).

elektronik
* Elektron temeline dayanan.
* Serbest elektronlarıkonu olarak alan bilim dalı
.

elektronik beyin
* Bkz. bilgisayar.

elektronik çalgı
lar
* Elektrikten yararlanarak ses gücü yükseltilen çalgı
lar.

elektronik müzik
* Elektronik çalgıve cihazlarla yaratı
lan müzik.

elektronik saat
* Elektrik enerjisi ile çalı
şan saat.

elektronikçi
* Elektronik iş
i ile uğ
raş
an kimse.
elektropozitif
* Elektrolizde eksi (negatif) kutupta toplanma niteliğ
i olan (cisimler).

elektroradyoloji
* Hastalı
kları
n teş
his ve tedavi edilmesinde elektrik ı
şı
nları
nın uygulanması
nıöngören tı
p dalı
.

elektrosaz
* Bkz. elektronik çalgı
.

elektroskop
* Bir cismin elektriklenmesini ve bu elektriklenmenin derecesini gösteren araç.

elektrostatik
* Elektrikle ilgili.
* Elektriklenmişcisimler üzerinde elektriği denge durumunda inceleyen fizik dalı
.

elektrostatik serpme
* Yüksek gerilimli bir elektrostatik alandan yararlanı
larak zı
mpara taneciklerinin kâğ
ıt veya beze
yapış tı


rken düzenli dağılımısağ layan yöntem.

elektroş
ok
* Ruh hastalı
kları
nda, beyinden çok kı
sa süreli yüksek elektrik akı
mıgeçirerek, hastayıiyileş
tirmeye çalı
şma
yöntemi.

elektrot
* Bir elektrolitin içine daldı

lan iki iletken çubuktan her biri, bunları
n artı

na (pozitifine) anot, eksisine
(negatifine) katot denir.

elektroteknik
* Elektrik tekniğ
ine ait, elektrik tekniğ
i ile ilgili.

elem
* Acı
, üzüntü, dert, keder.

eleman
* Öge, unsur.
* Bir toplulukta çalı
ş an insanları
n her biri.
* Kümeye ait varlı klardan her biri.

eleman sayısı
* Bir kümedeki varlı
kları
n sayı

.

eleme
* Elemek işi.
* Elenmiş, seçilmişolan.
* Çeyrek sona katılacak sporcu ve takı
mları
ayı
rmak için düzenlenen seçme yarı
şı
.

eleme sı
navı
* Herhangi bir eğitim kurumuna baş
vuran istekliler arası
ndan belli düzeyde baş
arıgösterenleri seçmek için
düzenlenen iki aş
amalısınavdan ilki.

elemek
* Elek yardı mıyla ayı
klamak veya incesini kabasından ayı
rmak, elekten geçirmek.
* Gözden geçirmek, ayı klamak, iyisini kötüsünden ayı
rmak.
* Sınav veya yarışma yoluyla en iyileri seçmek.
*İ pliği elemgeden geçirip yumak yapmak.
* Bir yarı şmacı
yı yarı
şma dı şıbı
rakmak.

element
* Kimyasal çözümlemeyle ayrı
ştı

lmayan veya bireş
im yoluyla elde edilemeyen madde.

elemge
* Çile durumundaki ipliği yumak yapmak veya masuraya sarmak için, üzerine geçirilen kafes dolap
biçimindeki hafif ve bir eksen üzerinde dönen araç.

elemli
* Üzüntülü, kederli.

elemsiz
* Elemi, üzüntüsü, kederi olmayan.

elenme
* Elenmek işi.
* Yenilen oyuncu veya takı
mın yarı
şmalardan çı
karı
lması
.

elenmek
* Elemek işine konu olmak veya elemek iş
i yapı
lmak.
* Sınavdan geçirilmek, seçilmek.
* Turnuva dı ş
ıkalmak, yarı ş
madan çı
karı
lmak.
* Süzülmek.

elenti
* Arpa, buğday ve benzerlerinin kalburdan geçirilmişbölümü.

eleş
tirel
* Eleş
tiri niteliğ
i taş
ıyan, tenkidî.

eleş
tiri
* Bir insanı
, bir eseri, bir konuyu, doğru ve yanlı
şyanları
nıbulup göstermek maksadı yla inceleme iş
i, tenkit.
* Bir edebiyat veya sanat eserini her yönüyle sağlamak ve değerlendirmek amacı
yla yazı
lan yazıtürü, tenkit,
kritik.
* Özellikle bilginin temellerini ve doğruluk durumunu inceleme, sı
nama, yargı
lama.

eleş
tirici
* Eleş
tirmeci, eleş
tirmen.
* Eleş
tirme niteliğ
i olan, tenkitçi.

eleş
tiricilik
* Eleştiricinin işi, eleştirmenlik, tenkitçilik, münekkitlik.
*İ nsan bilgisinin sı nı
rıüzerine felsefe bilinci ve bu bilincin uyanı k tutulması , eleş
tirimcilik, kritisizm.
* Kant'ı n akıl ve bilginin sınırı
nıve imkânları nıtespit etmek için, özellikle dogmacı lığı
n ve ş üpheciliğin
karşı
sına koyduğ u felsefe yöntemi, kritisizm.

eleş
tirilme
* Eleş
tirilmek iş
i.

eleş
tirilmek
* Eleş
tirmek iş
i yapı
lmak.

eleş
tirim
* Eleş
tirmek iş
i.

eleş
tirimci
* Eleş
tirimcilikle ilgili olan.

eleş
tirimcilik
* Eleş
tiricilik.

eleş
tirme
* Eleş
tirmek iş
i, tenkit.

eleş
tirmeci
* Eleş
tirme yapan kimse, eleş
tirmen, tenkitçi, münekkit.
eleş
tirmecilik
* Eleştirmecinin yaptı
ğıiştenkitçilik, münekkitlik.

eleştirmek
* Bir düş
üncenin, bir eserin, bir yargı

n doğ
ruluk veya yanlı
şlı
ğı
nıortaya çı
karmak ve gerçek değerini
belirtmek için onu incelemek, tenkit etmek.

eleş
tirmeli
* Eleş
tirme ile ilgili, eleş
tirme üzerine olan, eleş
tirel, tenkidî.

eleş
tirmen
* Eleş
tiri yazan kimse, eleş
tirmeci, tenkitçi, münekkit.

eleş
tirmenlik
* Eleş
tirmenin iş
i, eleş
tiricilik, münekkitlik.

elezer
* Sadist.

elezerlik
* Sadizm.

elgin
* Yabancı
, gurbette yaş
ayan, garip.

elhak
* Gerçekten, hiç ş
üphesiz, doğrusu.

elhamdülillah
* Allah'a ş
ükür.

elhası
l
* Sözün kı
sası
, kı
sacası
, iş
in sonu, velhası
l.

eli açı
k
* Parası
nıve malı
nıesirgemeyen, cömert, bonkör.

eli ağ
ır
* Yavaşişgören.
* Vurunca çok acı
tan (kimse).

eli alı
şmak
* bir iş
te uzluk, ustalı
k kazanmak.
* herhangi bir davranı şıâdet edinmek.

eli altı
nda olmak
* buyruğ
unda olmak, istediğ
i anda o ş
eyden yararlanabilmek.

eli armut devş irmek


* birisinin bir işyaparken öbürünün de boşdurmayarak aynıiş
i yapabileceğini anlatı
r.

eli ayağ
ı(olmak)
* yardı
mcı
sı(olmak), her iş
ine yarar (olmak).

eli ayağ
ı(veya eli kolu) bağlı
* çaresiz, istediğini yapamayacak bir durumda olan.

eli ayağ
ıbuz kesilmek (veya tutmamak)
* güçsüz, dermansız kalmak.

eli ayağ
ıdolaş
mak
*şaş
ırmak, telâş
lanmak.
eli ayağ
ıdüzgün
* bedence kusursuz, sakat değ
il.

eli ayağ
ıtitremek
* korku, sinir gibi sebeplerle heyecanlanmak.

eli ayağ
ıtutmak (veya tutmamak)
* beden gücü yerinde olmak, (veya olmamak).

eli aza varmamak


* bir ş
eyi bol bol alma veya bol bol verme alı
şkanlı
ğında olmak.

eli bayraklı
* Şirret, edepsiz, kavgacı
.

eli boş

şi olmayan, boşgezen.

eli boşçı
kmak
* umduğ
unu alamamak, baş
arı

zlı
ğa uğramak.

eli boşdönmek (çevrilmek veya geri gelmek)


* umduğunu alamadan dönmek.

eli boşgelmek (veya gitmek)


* armağansız gelmek, gitmek.
* umulan şeyi getirmeden gelmek.

eli böğ
ründe
* Ahşap yapı larda çı
kmaların altı
na eğik ve aralıklıolarak konulan ahş
ap destek.
* Halıve kilimlerde kullanı
lan eski bir motif türü, eli belinde.

eli böğ
ründe (veya koynunda) kalmak
* başarısı
zlı
ğa uğ
ramak, bir şey yapamaz duruma düş
mek.

eli çabuk
* Çabuk işgören, hamarat.

eli dar (veya eli darda) olmak


* para sı
kıntısıiçinde olmak.

eli değ
mek
* bir ş
ey yapmaya vakit ve fı
rsat bulmak.

eli dursa ayağıdurmaz


* kı
pırdak, hareketli.

eli ekmek tutmak


* geçimini kendi emeğiyle sağ
layacak duruma gelmek.

eli ermek (veya ermemek)


* yapabilmek, ulaş
abilmek.

eli ermez gücü yetmez


* çaresiz, zavallı
.

eli geniş
* Geçimi iyi olan, cömert.

eli geniş
lemek
* bolca paraya kavuş
mak.
eli gitmek
* bir ş
eyi kavramak, tutmak istemek.

eli hafif
* (cerrah, diş
çi, berber vb.) Acı
tmadan, tedirgin etmeden işgören.

eli harama uzanmak


* dince yasaklanmı
şbir iş
e yönelmek.

eli iş
e yatmak
* becerikli, eli yatkı
n olmak.

eli kalem tutmak


* yazıyazmayıbilmek.
* düşündüğünü güzel bir anlatı
mla yazmak.

eli kı

lmak
* eli, iş
e yatkı
n bir duruma gelmek.

eli kolu bağlıkalmak (veya durmak, olmak)


* bir engel dolayı

yla hiçbir işyapamaz duruma gelmek.

eli koynunda
* boş
, iş
siz; çaresiz.

eli koynunda kalmak


* çaresiz kalmak.

eli kulağ
ında
* nerede ise olacak, çok yakı
nda olması
beklenilen (ş
ey).

eli kurusun
* "eli tutmaz olsun, eli bir işgöremez olsun" anlamı
nda bir ilenme.

eli maş
alı
* Kavgacı
,şirret, daya atmayı
seven.

eli olmak
* karı
şmı
şolmak, gizli bir ilgisi bulunmak.

eli para görmek


* eline para geçmek.

eli selek
* Eli açı
k, cömert.

eli sı

* Çok tutumlu, cimri, pinti.

eli silâh tutan


* silâh kullanabilen.

eli sopalı
* Zorba.

eli ş
akağ
ında
* düş
ünceli, kaygı

.

eli uz
* Usta, belli bir iş
te becerikli, mahir.
eli uzun
* Fı
rsat buldukça öte beri aş
ıran, hı
rsı
z.

eli varmamak (veya gitmemek)


* bir iş
i yapmaya gönlü razıolmamak.

eli yatkı
n
* eli o iş
e alı
şı
k, becerikli.

eli yatkı
n
* Elle yapı
lan iş
lerde becerikli (kimse).

eli yatmak
* eli alı
şmak.

eli yordamlı
* Eli iş
e yakı
şı
r, yatkı
n.

eli yüzü düzgün


* yüzüne bakı

r, güzelce.

elif
* Arap alfabesinin ilk harfinin adı
.

elifba
* Arapça, Farsça ve Osmanlı
canı
n alfabesi.

elifî
* Bantlarla süslenmişbir tür kumaş
.

elifi elifine
* tam, tam olarak, noktasınoktası
na.

elifi mertek sanmak


* çok cahil olmak.

elik
* Dağkeçisi, yaban keçisi.

elîm
* Acı
nacak, acı
klı
.

elimi sallasam ellisi, baş ı


mısallasam tellisi
* Bkz. elini sallasa ellisi, baş
ınısallasa tellisi.

elin (veya âlemin) ağzıtorba değil ki büzesin


* başkaları
nın söyleyeceklerine engel olamazsı
nız; halk elveriş
li bir durum karş
ısı
nda çeş
itli yorumlar yapar.

elinde
* bakı
mı, gözetimi altında.
* egemenliği altı
nda, yetkisinde.

elinde avcunda nesi varsa


* parası
nın, varlığ
ını
n hepsi.

elinde bulunmak (veya olmak)


*oş eye sahip bulunmak.

elinde büyümek
* büyütülmek, bakı lmak.
* eğitilmek, bilgi, görgü ve terbiye sahibi olmak, yetiş
tirilmek.
elinde kalmak
* birinin bakımında, yönetiminde olmak.
* bir şey satı
lmayı
p sahibinde kalmak.

elinde olmak
* isteyince o iş
i yapabilmek.

elinde olmamak
* iradesi dı
şı
nda bulunmak.

elinde tutmak
* kendi tekelinde bulundurmak, baş
kaları
na kaptı
rmamak.
* bir malısatmayı p bekletmek.

elinde... var
* yapar, bilir, bulundurur.

elinden
* yüzünden,... -den dolayı
.

elinden bir iş(veya şey) gelmemek


* çaresizlikten veya yeteneksizlikten bir işyapamamak.

elinden bir kaza (veya sakatlı


k) çı
kmak
* istemeyerek birini yaralamak veya öldürmek.

elinden çı
kmak
* birisi tarafı
ndan yapılmak.
* ustaca hazı rlanmak üretilmek.

elinden geleni ardı


na (arkasına) koymamak
* yapabileceği bütün kötülükleri yapmak.

elinden geleni yapmak


* gücünün yettiğ
ini yapmak.

elinden gelmek
* yapabilmek.

elinden gelmemek
* çaresizlikten, baş
ka türlü yapamamak.

elinden hiçbir ş
ey kurtulmamak
* her şeyi becerebilmek.

elinden işçı kmamak


* çabuk işgörememek.

elinden iyi işgelmek


* becerikli, hünerli olmak.

elinden kan çıkmak


* cinayet iş
lemek.

elinden kurtulmak
* birinden kaçmayıbaş
armak.

elinden tutmak
* yardı
m etmek; kayı
rmak.

eline (elinize veya ellerinize) sağlı


k
* el emeği ile güzel bir ş
ey yapana söylenen bir övgü sözü.
eline ağ
ır
* elinden çabuk işçı
kmayan.

eline almak
* bir iş
in veya yerin yönetimini emri altı
na almak.
* bir iş
i kendi yapmaya baş lamak.

eline ayağına kapanmak (sarı lmak veya düş


mek)
* birine çok yalvarmak.

eline ayağına üş enmemek


* her türlü ayak hizmetlerini yüksünmeden yapmak, hamarat olmak.

eline bakmak
* bir kimsenin yardı mıyla geçinmek.
* ne getirdi diye gözlemek.

eline çabuk
* Çabuk işgören.

eline doğ
mak
* yaş
lıbir kimse, birini, çocukluğundan beri çok yakı
ndan tanı
mak.

eline düş
mek
* egemenliğ i, buyruğu altı
na girmek.
* yakalanmak.
* birine muhtaç olmak.
* rastlamak, tesadüf etmek.

eline erkek eli değ memişolmak


* (kız için) namuslu olmak.

eline eteğine doğ ru


* her türlü kötülükten uzak olan, dürüst.

eline eteğine sarı


lmak
* çok yalvarmak.

eline fı
rsat geçmek
* imkân bulmak.

eline geçmek
* kazanmak, edinmek, elde etmek.
* rastlamak, bulmak.
* yakalamak.

eline kalmak
* ondan baş
ka yardı
m edeni olmamak, yalnı
z ona muhtaç olmak.

eline su dökemez
* değ
erce ondan çok geride.

eline tutuşturmak
* karş
ısı
ndakinin isteyip istemediğ
ini düş
ünmeksizin verivermek.

eline yüzüne bulaş tı


rmak
* gerektiği gibi bir iş
i yapamamak, baş
arı

z olmak, becerememek.

elini ayağı
nıkesmek (veya çekmek)
* uğramaz olmak.
* uğraş
mamak, ilgilenmemek.
elini ayağı
nıöpeyim
* "çok yalvarı

m" anlamı
nda kullanı

r.

elini belli etmek (veya göstermek)


* (kâğıt veya okey vb. oyunlarda) elindeki kâğ
ıdı
veya taş
ı, oynayanlara belli edecek biçimde sözle veya
işaretle açı klayıp oynamak.

elini çabuk tutmak


* gerekli tedbiri zamanı
nda almak .

elini eteğini çekmek (veya kesmek)


*oş eyle ilgisini kesmek.

elini kalbine (veya vicdanına) koyarak (söylemek, düş


ünmek veya hüküm vermek)
* doğru, yansı
z, hakça.

elini kana bulamak (veya bulaş



rmak)
* öldürmek.

elini kolunu bağ lamak


* bir ş
ey yapamayacak duruma getirmek.

elini kolunu sallaya sallaya gelmek


* gelirken hiçbir armağan getirmemek veya bitirmeye gittiğ
i iş
ten sonuç almaksı

n dönmek.

elini kolunu sallaya sallaya gezmek


* (ortada görünmemesi gereken kimse) pervası
zca, kimseden çekinmeden dolaş
mak.

elini kulağına atmak


* gazel veya türkü söylemek için elini kulak kepçesinin arkası
na koymak.

elini oynatmak
* parayıesirgememek.

elini sallasa ellisi (baş


ınısallasa tellisi)
* birinin karş ıcinsten birçok insanıkolaylı
kla elde edebileceğini anlatı
r.

elini sı
cak sudan soğuk suya sokmamak
* evde hiçbir işyapmamak, çok nazlı
olmak.

elini sürmemek
* eliyle dokunmamak.
* bir işi kendine yakı
ştı
rmayarak, tenezzül etmemek.

elini uzatmak
* yardı
m etmek.

elini veren kolunu alamaz


* kendisine iyilik yapı
ldı
ğı
nda, devamı
nıfazlası
yla isteyen kimseler için kullanı

r.

elinin altı
nda
* her zaman kolayca alı

p yararlanı
labilecek yerde ve yakı
nlı
kta.

elinin hamuruyla erkek iş ine karı


şmak
* (kadı
nlar için) beceremeyeceğ
i iş
leri yapmaya kalkı
şmak.

elinin körü
* bıktı
rıcı, usandı
rı cıdurum karş
ısı
nda azarlama yollu verilen karş
ılı
k.
* kötü, anlaş ı
lmaz.

elinle ver, ayağı


nla ara
* ödünç aldı
ğış
eyi geri vermeyi geciktirenler için yakı
nma olarak söylenir.

elips
* Bütün noktaları
nın odak denilen belirli iki ayrınoktaya olan uzaklı
kları

n toplamıbirbirine denk olan
kapalıeğri.

elipsoidal
* Elipsoitle ilgili, elipsoit biçiminde olan.

elipsoit
* Elipse benzeyen.
* Bir elipsin kendi ekseni etrafı
nda döndürülmesiyle oluş
an cismin biçimi.

eliptik
* Elips ile ilgili, elips biçiminde olan.

elit
* Seçkin.

eliyle
* aracı

ğı
yla, marifetiyle.

eliyle koymuşgibi (bulmak)


* hiç aramadan, kolayca.

elle tutulacak tarafı(yanı) kalmamak


* sağlam bir yanıkalmamak.
* güvenilecek veya kayı

lacak bir yönü olmamak; hiçbir değ
erli yanıolmamak.

elle tutulur gözle görülür (veya dille anlatı



r)
* çok belirgin, çok açı
k.

elleme
* Ellemek işi.
* Seçilmiş
, iyi.

ellemek
* Elle dokunmak, elle karı
ştı
rmak.

ellenme
* Ellenmek iş
i.

ellenmek
* (bir ş
eye) Elle dokunulmak.

ellenmişdillenmiş
* iffetsizliğ
i yayı
lmı
ş(kadı
n).

eller yukarı!
* "ellerini kaldı
rarak teslim ol" anlamı
nda kullanı

r.

ellerde gezmek
* elden ele dolaş
mak, el üstünde tutulmak, saygı
ve sevgi görmek.

ellerim yanı ma gelsin


* "Allah canımıalsı
n ki doğru söylüyorum" anlamı
nda kullanı

r.

ellerin dert görmesin


* "Allah senden razıolsun" anlamı
nda iyi dilek sözü.

elleş
me
* Elleş
mek iş
i.
elleş
mek
* Elle dokunmak.
* Elle itişerek ş akalaş mak.
* Alışveriş te, alanla satan birbirlerinin ellerini tutup sı
karak uzlaş
mak.
* Birine dokunacak söz söylemek.
* Birbirinin elini sı karak güç denemesi yapmak.
* El sıkarak selâmlaş mak.
* Ağı r bir yükü kaldı rmak için birkaç kiş i birden tutmak.
* Yardı mlaş mak.

elli
* Kırk dokuzdan sonra gelen sayı
nın adı
, 50, L.
* Beşkere on; kı
rk dokuzdan bir artı
k.

elli
* Eli olan.

ellik
* Eldiven.
* Ekin biçerken sol elin parmakları
na geçirilen, eldiven biçiminde, tahtadan yapı
lan bir araç.
* Yelken dikenlerin kullandığı
, madenî yüksüğü olan meş in eldiven.

ellilik
*İ çinde elli tane bulunan.
* Elli yaşı
nda olan.
* Elli kuruşveya elli lira değerinde para.

ellinci
* Ellinin sı
ra sı
fatı
; sı
rada kı
rk dokuzuncudan sonra gelen.

elliş
er
* Elli sı
fatı
nın üleş
tirme biçimi; her birine elli, her defası
nda ellisi bir arada olan.

elma
* Gülgillerden, çiçekleri pembe veya beyaz bir ağaç (Pirus malus).
* Bu ağacı n kabuğu parlak, sert, kı
rmızı
dan yeş ile kadar türlü renkte, kokusu hoş
, tadıekş
i veya tatlı
, dokusu
gevrek, ufak çekirdekli meyvesi.

elma çayı
* Elmalıçay.

elma da, alma da demesini biliriz


*ş artlara göre uygun davranmayı
ifade eder.

elma gibi
* kı
rmı
zı(yanak).

elma sirkesi
* Elma suyundan elde edilen sirke.

elma suyu
* Elmadan çı
karı
lan meyve suyu.

elma ş
arabı
* Elma ş
ırası

n mayanması
yla elde edilen ş
arap.

elma ş
ekeri
* Boya katı
lmı
şşeker pekmezine batı

larak ş
ekerlenen ve çubuğa takı
larak satı
lan elma.

elma ş
urubu
* Elmanı
nşekerle kaynatı
lması
ndan elde edilen bir tür içecek.
elmabaş
* Tepeli dalgı
ç.

elmacı
* Elma yetiş
tiren veya satan kimse.

elmacı
k
* Yüzün yanakla göz arası
nda bulunan, az çok çı

ntı
lıbölümü.

elmacı
k kemiği
* Yüzün yanakla göz arası
nda bulunan kemiğ
i.

elmacı

k
* Elmacı
nın yaptı
ğıiş
.

elmalı
k
* Elma bahçesi.

elmanı
n yarısıo, yarısıbu
* Bkz. bir elmanın yarı
sıo, yarı
sıbu.

elmas
* Billûrlaşmışarıkarbon.
* Mücevher olarak kullanı lan, saydam, değerli taş
.
* Elmastı raş.
* Elmas taş ları
yla süslenmiş.

elmas gibi
* çok iyi, çok değ
erli.

elması
m
* övgü ile seslenme.

elmasiye
* Dondurulmuşmeyve suyundan yapı
lan bir tür pelte.

elmaslı
* Elmasla süslenmişolan.

elmastı
raş
* Üzeri elmas gibi yontulmuş(iyi tür cam, billûr).
* Ucu elmaslı, kalem biçiminde cam keskisi.

eloğ
lu
* El, yabancı
.
* Damat; koca.

elöpen
* Kertenkele.

elti
* Kardeşkarı
ları
ndan her birinin ötekine göre adı
.

eltieltiyeküstü
* Bir tür bitki.

eltilik
* Elti olma durumu.

elvan
* Renkler.
* Türlü renklerden olan.

elvan elvan
* Çeş
it çeş
it.

elveda
* Bir daha kavuşulmayacağıdüş ünülen bir şeyden ayrı
lırken kullanı lı
r.
* Bir daha karş
ılaş
ılmayacak biçimde ayrı
lırken "Allaha ısmarladı k, Allaha emanet olun" anlamı
nda kullanı

r.

elverir ki
* yeter ki.

elveriş
li
* Uygun, iş
e yarayan, müsait.

elveriş
lilik
* Uygun olma durumu.

elveriş
siz
* Uygun olmayan, uygun gelmeyen.

elveriş
sizlik
* Uygun olmama durumu.

elverme
* Elvermek iş
i veya durumu.

elvermek
* Yetmek, yetecek kadar olmak.
* Uygun gelmek.

elvermemek
* Uygun olmamak, uygun gelmemek, imkân bulunmamak.

elyaf
* Lifler, teller.

elzem
* Çok gerekli, vazgeçilmez.

em

lâç, merhem.

-em
* \343 -am / -em.

emanet
* Korunmak için birine veya bir yere bı rakı
lan eş
ya, kimse vb., inan, vedia.
* Bir kimse ile birine gönderilen ş
ey.
* Eş yanın emanet olarak bı rakıldı
ğıyer.
* Bazıdevlet dairelerine verilen ad.
* Can.

emanet bı
rakmak (veya vermek)
* bir eş
yayıveya parayıkoruma iş
ini yapan kimseye veya bir yere vermek.

emanet dolabı
* Emanetçinin aldı
ğıpara veya eş
yayısakladı
ğımobilya.

emanet etmek
* bir ş
eyi veya bir kimseyi birine veya bir yere korumak için bı
rakmak.
emanetçi
* Ücret karş
ılı
ğıeş
yayıalı
koyup koruyan kimse.

emanetçilik
* Emanetçinin iş
i.

emanete hıyanet olmaz


* emanet olarak bı
rakı
lan ş
eyi titizlikle korumak gereklidir.

emaneten
* Emanet olarak.

emanetullah
* Sığ
ıntı
, yetim ve öksüz (çocuk).

emare
* Belirti, iz, ipucu.

emarecik
* Küçük iz, ufak belirti.

emaret
* Emirlik, beylik.

emay
* Bazımaddeleri korumak, belirli bir parlaklı
k kazandı
rmak veya boyamak için kullanı
lan, saydam veya
donuk cama benzeyen cilâ.

emaye
* Üzeri emayla kaplanmı şolan.
* (fotoğrafçı

kta) Iş
ığa karş
ıhassas malzeme.

emaylama
* Emaylamak iş
i.

emaylamak
* Emayla kaplamak.

embriyolog
* Embriyoloji uzmanı
.

embriyoloji
* Dölüt durumuna gelinceye kadar oğ
ulcuğun geçirdiği geliş
im evrelerini inceleyen biyoloji kolu.

embriyon
* Oğulcuk, rüş
eym.

emcek
* Meme.

emcik
* Meme.

emdiğ
i (helâl) süt haram olmak
* doğ ruluktan ayrı
lmak, kötü iş
ler yapmak, anaya babaya saygı

zca davranmak.

emdirme
* Emmesini sağlamak, emdirmek iş
i.

emdirmek
* Emmesini sağlamak.
emdirtme
* Emdirtmek iş
i.

emdirtmek
* Emdirmesini sağ
lamak.

eme seme yaramamak


* işe yaradı
ğıkabul edilmemek, makbule geçmemek, takdir edilmemek.

eme yaramak
* iş
e yaramak, yararlıolmak.

emeç
* Su ve kara yosunları
nın, kökü andı
ran tutunma organı
.

-emeç
* Bkz. -amaç / -emeç.

emeği çekilmiş
* çok emek verilerek hazı
rlanmı
ş(yemek).

emeği geçmek
* bir ş
eyin ortaya çı
kmasıiçin çalı
şmı
şolmak.

emek
* Bir işin yapılmasıiçin harcanan beden ve kafa gücü.
*İ nsanı n bilinçli olarak belli bir amaca ulaş
mak için giriş
tiğ
i hem doğ
al ve toplumsal çerçevesini hem de
kendisini değ iştiren çalışma süreci, say.
* Uzun ve yorucu, özenli çalı şma.

-emek
* Bkz. -amak / -emek.

emek çekmek
* bir iş
te çok çalı
şarak yorulmak.

emek harcamak
* çaba göstermek.

emek vermek
* bir ş
eyin meydana gelmesi için özenle ve çok çalı
şmak.

emekçi
* Emek karş ı
lığıgeçimini sağ
layan kimse.
* Herhangi bir üretim aracı
na sahip olmayan, geçimini emeğ
i karş
ılı
ğı
nda sağ
layan iş
çi.

emekçilik
* Emekçi olma durumu.

emekleme
* Emeklemek iş
i.

emekleme çağı
* Bir ş
eyde henüz olgunluk, tecrübe kazanı
lmamı
şdönem.

emekleme dönemi
* Emekleme çağ
ı.

emeklemek
* Dizler ve eller üzerinde yürümek.
* Bir iş
e yeni baş larken tecrübesizlikten ötürü acemilik geçirmek.
emekli
* Emek harcanarak elde edilen, zor, zahmetli.
* Belirli bir süre çalı
ştı
ktan sonra kanunlar gereği iş
i ile ilgisi kesilerek kendisine aylı
k bağlanmı
şolan (kimse).

emekli maaşı
* Bkz. emekli aylı
ğı
.

emekli aylı
ğı
* Emekli olduktan sonra ödenen aylı
k.

emekli ikramiyesi
* Emekli olma sı
rası
nda yapı
lan toplu ödeme.

emekli olmak
* belirli bir süre çalı
ştı
ktan sonra kanun ile sağ
lanan haklardan yararlanarak görevinden ayrı
lmak, tekaüt
olmak.

emeklilik
* Emekli olma durumu, tekaütlük.

emeklilik çağı
* Emekli olduktan sonraki dönem.

emekliye ayırmak (çı


karmak veya çıkartmak)
* kanuna göre aylı
k bağ
layarak bir görevliyi görevinden ayı
rmak.

emekliye ayrı
lmak (veya çı kmak)
* emekli olmak, tekaüde sevk olunmak.

emeksiz
* Emek harcanmadan elde edilen, kolay, zahmetsiz.

emeksiz evlât
* Üvey evlât.

emektar
* Bir görevde uzun süre kalı
p o iş
e emeğ
i geçmişolan (kimse).
* Çok kullanılmış, eski.

emektarlı
k
* Emektar olma durumu.

emel
* Gerçekleş
tirilmesi zamana bağlıistek.

emel beslemek
* isteği, arzuyu sürekli düş
ünmek veya güçlendirmek.

emeline âlet etmek


* birini veya bir ş
eyi kendi istekleri doğrultusunda kullanmak.

emen
* Çukur, bağçubuğ
u, ağ
aç veya sebze dikmek için açı
lan çukur.

emici
* Emme iş
ini yapan.

emici kıllar
* Bitkilerin köklerinde bulunan ve topraktaki besin maddelerini emip beslenmelerine yarayan tek hücreli
uzantılar.

emici tüyler
* Emici kı
llar.

emik
* Emmekten çürüyen yer, emme izi.
*İ nsan beyni.

emik
* Bkz. imik, ümük.

emilme
* Emilmek iş
i.

emilmek
* Emmek iş
ine konu olmak.

emin
*İ nanılı
r, güvenilir.
* Sakıncası z, emniyetli, tehlikesiz.
* Şüphesi olmayan.
* Osmanlıimparatorluğ unda bazıdevlet görevlerindeki sorumlu kiş
ilere verilen ad.

emin olmak
* inanmak, güvenmek.

emir
* Buyruk, komut.
* Bir makamdan öbürüne geçerken görevliye verilen belge.

emir
* Araplarda ve daha baş
ka Müslüman ülkelerde bir kavim, ş
ehir veya ülkenin baş
ı.

emir almak
* talimat almak.

emir cümlesi
* Yüklemi emir kavramıveren cümle.

emir eri
* Subayları
n kı
t'a ve daire dı
şı
nda buyrukları
nda bulunan er, emirber.

emir etmek
* Bkz. emretmek.

emir kipi
* Fiilin yapılması nıdileyen veya emreden isteme kipi. Türkçede bu kip birinci teklik ve çokluk kiş
iler için
kullanı
lmaz. İkinci kişiler için -in, -iniz, üçüncü kiş
iler için, -sin, -sinler ekleri kullanı

r.

emir kulu
* Bir iş
i, aldı
ğıbuyruk gereğince yapmak yükümlülüğünde olan kimse.

emir subayı
* Yüksek rütbeli komutanları
n emrine verilmişsubay.

emir vermek
* buyurmak, buyruk vermek.

emirber
* Emir eri.

emirberlik
* Emirber olma durumu, emirberin iş
i.
emircik
* Yalı
çapkı

, iskele kuş
u.

emirlik
* Emir (II) olma durumu.
* Bir emirle yönetilen bölge.

emirname
* Yazı
lıbuyruk.

emisyon
* Devletçe para, senet ve tahvil çı
karma, piyasaya sürme.

emiş
* Emmek iş
i veya biçimi.

emiş
me
* Emiş
mek iş
i veya durumu.

emiş
mek
* Karşı

klıolarak emmek.
* Sağı
lmadan önce koyunları
n kuzular tarafı
ndan gizlice emilmesi.

emiş
tirme
* Emiş
tirmek iş
i.

emiş
tirmek
* Emiş
melerini sağlamak.

emlâk
* Ev, arsa, bahçe gibi taş
ınamayan mal ve mülklerin ortak adı
, taş
ınmazlar, gayrimenkul.

emlâk bürosu
* Emlâk alı
m satı
mı, kiralanmasıile uğ
raş
an işyeri.

emlâk vergisi
* Her yı
l belediyelere ödenen ev, dükkân, arsa vb. mülklerin vergisi.

emlâkçi
* Emlâk alı
p satma iş
iyle geçinen kimse.

emlâkçilik
* Emlâkçinin iş
i.

emleme
* Emlemek iş
i veya durumu.

emlemek

lâç sürmek, ilâç vermek.

emlik
* Emme dönemindeki küçük çocuk .
* Zamanı
ndan daha geç doğan kuzu veya oğlak .

emme
* Emmek iş i.
* Soğurma, massetme.
* Boruda akan sı vını
n oluşturduğ u çekiş
.
* Petrol ile ilgili işlemlerde bir akı
şkanın çekiliş
i; bir deponun böyle bir çekilme ile doldurulmasıiş
lemi.

emme
* Amma, ama.
emme basma tulumba
* Hem çeken hem de ileten tulumba.

emmeç
* Kendisine bağlanan bir kabın içindeki gazıseyreltmeye veya sı

ştı
rmaya yarayan, içinden bir sı

geçirilerek çalı
ştı

lan araç, aspiratör.

emmek
* Dudak, dil ve soluk yardı mıyla bir şeyi içine çekmek, somurmak.
* Tükürük yardı mıyla eriterek içine çekmek.
* Soğurmak, massetmek.
* Uzun süre yararlanmak.

emmi
* Amca.

emmi oğ
lu
* Amcanı n oğlu.
* Dost, arkadaş , teklifsiz olunan kimse.

emniyet
* Güvenlik.
* Güven, inanma, itimat.
* Polis iş
leri.
* Güvenlik iş lerinin yürütüldüğü yer.
* Bir araçta güven sağlayı cıparça.

emniyet pimi
* Ateş
li silâhlarda güvenli kullanı
mısağ
layan pim.

emniyet altı
na almak
* korumak.

emniyet amiri
*İlçelerin genel güvenliğ
inden kaymakama karş
ısorumlu olan amir.

emniyet durağ ı
* Su altı
na dalan kiş
ilerin vurgun yememesi için su yüzüne çı

şmesafesinde sağlı
k yönünden güvenli bölge.

emniyet düğmesi
* Patlayı
cıve yanı
cıaletlerin güvenle kullanı
lması
na yardı
mcıolan, kullanı
ldı
ğızaman açı
k, kullanı
lmadı
ğı
zaman da kapalıtutulan düğme.

emniyet etmek
* güvenmek.

emniyet kemeri
* Uçaklarda, otomobillerde vb. de güvenlik bakı
mından bele takı
lan kemer.

emniyet kilidi
* Kapıve kasalarda güvenliğ
i sağ
layan kilit.

emniyet müdürü
*İlin genel güvenliğ
inden valiye ve iç iş
leri bakanı
na karş
ısorumlu olan müdür.

emniyet supabı
* Makinelerde güvenli kullanı
mısağ
layan alet.

emniyet vermek
* güven vermek.
emniyetli

nanı

r, güvenilir.

emniyetsiz
*İnanı
lmaz, güvenilmez.

emniyetsizlik
* Güvensizlik.

emoglobin
* Bkz. hemoglobin.

emoroit
* Basur.

empermeabl
* Yağmurluk.

emperyalist
* Emperyalizm yanlı
sıolan (kimse).

emperyalizm
* Bir milletin baş
ka bir milleti siyasî ve ekonomik egemenliğ
i altı
na alarak yayı
lması
veya yay ı
lmayıistemesi,
yayı
lmacılık.

empirme
* Emprime.

empoze
* Zorla benimsetilmiş
, kabul ettirilmişolan.

empoze etmek
* bir ş
eyi zorla benimsetmek, kabul ettirmek.

empresyonist
*İzlenimci.

empresyonizm
*İzlenimcilik.

emprezaryo
* Belli bir yüzde karş
ılı
ğı
nda, bir sanatçı

n çalı
şma programları
nıve anlaş
maları
nıdüzenleyen kimse.

emprime
* Değişik renkte boya kullanı larak, kumaşüzerine desen ve zemin basma iş
lemi.
* Bu iş
leme uğ ratılan (ipekli, yünlü vb. kumaş).

emraz
* Hastalı
klar.

emre muharrer senet


*İçinde yazılıolan paranı
n gene onda yazı
lıkimseye veya onun göstereceğ
i birine ödenmesi gereken
buyruğa yazılısenet.

emretme
* Emretmek iş
i.

emretmek
* Buyurmak, emir vermek.

emretti patrik efendi!


* birinin yersiz bir buyruğ
una karş
ıalay yollu kullanı

r.
emreyleme
* Emreylemek iş
i veya durumu.

emreylemek
* Buyurmak, emretmek.

emrihak
* Ölüm.

emrihak vaki olmak


* ölmek.

emrine girmek
* bir kimsenin buyruğ
u altı
nda bulunmayıkabul etmek.

emrine vermek
* görevlendirmek, atamak.
* yararlanmasıiçin ayı
rmak.

emrivaki
* Oldu bitti, olup bitti.

emrivaki yapmak
* Bkz. oldu bittiye getirmek.

emsal
* Benzerler.
* Yaşıt, eş
, denk.
* Örnek.
* Kat sayı.

emsalsiz
* Eş
siz, eş
i benzeri olmayan, bir benzeri daha bulunmayan.

emsalsizlik
* Eş
siz olma durumu, eş
sizlik.

emtia
* Mallar, satı
lacak ş
eyler.

emval
* Mallar, para ile alı
nan ş
eyler.

emzik
* Süt çocuklarını oyalamak için ağ ı
zlarına verilen kauçuk meme.
* Beslemek için süt çocukları na meme yerine emdirilen ağ zıkauçuklu süt ş işesi, biberon.
*İ brik, çaydanlı k, testi gibi kapları
n, suyu azar azar akı
tmaya yarayan içi delik uzantı sı
, ibik.
* Sigara ağızlı
ğı.

emzik borusu
* Doğrudan doğ
ruya sobaya takı
lan dirsek boru.

emzikli
* Emziği olan.
* Memede çocuğ u olan (kadı
n).

emziksiz
* Emziği olmayan.

emzirilme
* Emzirilmek iş
i.
emzirilmek
* Çocuğ
a meme verilmek.

emziriş
* Emzirmek iş
i veya biçimi.

emzirme
* Emzirmek iş
i.

emzirmek
* Kadı
n veya diş
i hayvan memesindeki sütü yavruya vermek.

emzirtme
* Emzirtmek iş
i.

emzirtmek
* Emzirmek iş
ini yaptı
rmak.

en
* Bir yüzeyde boy sayı
lan iki kenar arası
ndaki uzaklı
k, geniş
lik, boy karş
ıtı
.

en
* Hayvanlara veya eş
yaya vurulan damga, iş
aret.

en
* Baş
ına geldiğ
i sı
fatları
n en üstün derecede olduğunu gösterir.

-en
* Bkz. -an / -en.

en azı
ndan
* en azıile, hiç olmazsa.

en fenası
* Bkz. en kötüsü.

en iyisi
* en çok tercih edilen.

en kötüsü
* hiç istenmeyen.

enam
* Yaratılmı
şbütün canlı
lar.
* Halk.

enayi
* Fazla bön, avanak, et kafalı
, budala.

enayi dümbeleğ
i
* Çok enayi.

enayice
* Enayi gibi.

enayicesine
* Enayice davranarak, enayi gibi.

enayileş
me
* Enayileş
mek iş
i veya durumu.
enayileş
mek
* Enayi durumuna düş
mek.

enayilik
* Enayi olma durumu, enayice davranı
ş.

enayilik etmek
* enayi gibi davranmak.

enberi
* Çift yı
ldı
zlarda birleş
enlerin kütle merkezine göre çizdikleri elips yörüngede, kütle merkezinin bulunduğu
odağa en yakın nokta.

enbiya
* Nebiler, peygamberler.

encam
* Son, iş
in sonu.
* Gelecek.

encek
* Enik.

encik
* Enik.

encikleme
* Enciklemek iş
i.

enciklemek
* Bkz. eniklemek.

encümen
* Yarkurul, komisyon, komite.

endaht
* Atma, atış, atı
lma.
* Silâh atma, boşaltma.

endam
* Vücut, beden, boy bos.

endam aynası
*İnsanıboyunca gösteren ayna.

endamlı
* Boylu, boyu bosu yerinde.

endamsı
z
* Boyu bosu yerinde olmayan, kı
sa, çelimsiz.

endaze
* 65 cm boyunda bir uzunluk ölçüsü.
* Ölçü.

endazeleme
* Endazelemek iş
i.

endazelemek
* Endaze ile ölçmek.

endazesiz
* Ölçüsüz.

endazeyi kaçırmak
* fazla abartmak, ölçüyü kaçı
rmak.

endazeyi şaşırmak
* ne yapacağ
ına karar verememek, eli ayağıdolaş
mak.

endeks

ndeks.

endeksleme
* Endekslemek iş
i.

endekslemek
* Endekse bağlamak.

endekslenme
* Endekslenmek iş
i veya durumu.

endekslenmek
* Endekse bağlanmak.

endeksli
* Endekse bağlanmı
ş.

endemik
* Sadece orada yetiş
en.

ender
* Çok az, çok seyrek.
* Çok seyrek olarak, çok seyrek bir biçimde.

enderun
* Saraylarda harem ve hazine dairelerinin bulunduğ
u yer.
* Büyük sarayların iç bölümü.
* Devlet görevlilerini yetiş
tiren okul.

enderunlu
* Enderunda eğitim görmüşolan.

endirekt
* Doğrudan değ
il, dolaylı
.

endiş
e
* Düş ünce.
* Tasa, kaygı
; kuş
ku, korku.

endiş
e etmek
* tasalanmak, kaygı
lanmak.

endiş
elenme
* Endiş
elenmek iş
i.

endiş
elenmek
* Tasalanmak, kaygı
lanmak.

endiş
eli
* Tasalı
, kaygı

; kuş
kulu, korkulu.

endiş
esiz
* Tasası
z, kaygı

z, kuş
kusu olmayan, korkusuz; düş
üncesiz.
endiş
esizlik
* Endiş
esiz olma durumu.

endiş
eye düş mek
* tasaya kapı
lmak, kaygı
lanmak.

endoderm

ç deri.

endogami
*İç evlilik.

endokrin

ç salgı
.

endokrinoloji
*İ ç salgıbilimi.

Endonezyalı
* Endonezya halkı
ndan olan kimse.

endoskop
*İnsan vücudunun herhangi bir boş
luğ
unu, muayeneyi kolaylaş

rmak için aydı
nlatı
p görünür hâle getiren
alet, andoskop.

endoskopi
*İnsan vücudunda, organ veya kovuk içlerinin endoskopla muayenesi.

endotermik
* Isı
alan.

endüksiyon
* Tüme varı
m.

endüstri
* Sanayi.

endüstrileş me
* Endüstrileş
mek iş
i, sanayileş
me.

endüstrileş mek
* Endüstri alanı
nda geliş
mek, sanayileş
mek.

endüstriyalizm
* Sanayicilik.

endüstriyel
* Endüstri ile ilgili, sı
naî.

enek
* Enenmiş
, burulmuş
, erkekliğ
i giderilmiş
.

-enek
* Bkz. -anak / -enek.

eneme
* Enemek iş
i.

enemek
* Erkeklik bezlerini burarak veya çı
kararak erkekliğ
ini gidermek, iğdişetmek, hadı
m etmek.
enenme
* Enenmek iş
i.

enenmek
* Enemek iş
i yapı
lmak, erkekliğ
i giderilmek.

enerji
* Maddede var olan ve ısı,ı
ş ı
k biçiminde ortaya çı
kan güç, erke.
* Organizmanı n etkin gücü.
* Manevî güç.

enerjik
* Enerji ile ilgili.
* Güçlü ve hareketli.
* Davranı şlarında kararları
nıkesinlikle uygulayan.

enerjiklik
* Enerjik olma durumu.

enez
* Cı

z, zayı
f, güçsüz.

eneze
* Enez.

enezeleş
me
* Enezeleş
mek iş
i.

enezeleş
mek
* Eneze duruma gelmek.

enfarktüs
* Bir organda, bir atardamarı
n, doku bozukluğ
u sonucu kan pı
htı
sıile tı
kanması
.

enfeksiyon
* Organizmada hastalı
ğa yol açan bir mikrobun genel veya yerel geliş
mesi, yayı
lması
.

enfes
* Çok güzel, en güzel.

enfiye
* Çürütülmüştütünden yapı lan ve burna çekilen keyif verici toz, burun otu.
* Burna çekilmek için hazı
rlanmı ştoz ilâç.

enflâsyon
* Para ş
işkinliği.
* Pahalı

k.
* Gereğinden fazla artı
ş,ş

kinlik.

enflüanza
* Grip, ingin, paçavra hastalı
ğı.

enformasyon
* Danış
ma, tanı tma.
* Haber alma, haber verme, haberleş
me.

enfraruj
* Kı

l ötesi.

enfrastrüktür
* Alt yapı
.
enfüsî
* Nesnelerin gerçeğine değ
il, ferdin düş
ünce ve duyguları
na dayanan, öznel.

engebe
*İç ve dı
şgüçlerin etkisiyle oluş
an, yayla, ova, koyak, çukur gibi biçimlerin bütünü, yer biçimleri, yüzey
ş
ekilleri, arı
za.

engebeli
* Engebesi olan, engebesi çok olan, arı
zalı
.

engebelik
* Engebeli olma durumu.
* Yer biçimleri, yüzey biçimleri, arı
za.

engebesiz
* Engebesi olmayan.

engel
* Bir ş
eyin gerçekleş mesini önleyen sebep, mâni, mahzur, müşkül, mânia.
* Engelli koşularda, her yarı
şçını
n üzerinden atlamasıgereken, çerçeve ile tabandan kurulu tahta düzen.

engel balı
ğı
* Uskumru cinsinden küçük balı
k.

engel çı
karmak
* bir iş
in yapı
lması
nızorlaş

rmak.

engel olmak
* önlemek, geciktirmek.

engel sı
navı
* Yönetmeliklerde belirtilen özürleri sebebiyle herhangi bir sı
nava zamanı
nda giremeyen öğrenciler için
açı
lan sı
nav.

engelleme
* Engellemek iş i.
*İ stek, ihtiyaç veya bir davranı şı
n belli bir sonuca ulaş
ması
nın önlenmesi.
* (siyasî kuruluş lar vb. de) Tartışma yöntemlerinin bütün imkânlarından yararlanılarak kanunların
tartı
şılmasınıve oylanması nıdüzenli bir biçimde önlemek, geciktirmek amacıyla yapı
lan giriş
imler, obstrüksiyon.

engellemek
* Bir ş
eyin gerçekleş
mesini önlemek.
* Güreşte hasmıçaprazda sürerken düş
ürmek için ayağı
na basmak veya topuğ
una ayak takmak.

engellenme
* Engellenmek iş
i.

engellenmek
* Engel olunmak.

engelleyiş
* Engellemek iş
i veya biçimi.

engelli
* Engeli olan, mânialı
.

engelli koşu
* Belirli aralı
klarla konmuş
, değiş
ik yükseklikteki on çitli engelin üzerinden aş
ılarak sürdürülen koş
u.

engelsiz
* Engeli olmayan, mâniası
z.
engerek
* Engerekgillerden, baş
ıüç köş
eli, rengi kara veya karaya yakı
n, taş

k ve güneş
li yerlerde yaş
ayan, zehirli bir

lan (Vipera aspis).

engerek otu
* Hodangillerden, türleri süs bitkisi olarak yetiş
tirilen, yapraklarısert tüylü bir ot (Echium vulgare).

engerekgiller
* Örneğ
i engerek olan zehirli yı
lanlar familyası
.

engin
* Ucu bucağıgörünmeyecek kadar geniş , çok geniş
, vâsi.
* Denizin kı

dan çok uzaklarda bulunan genişbölümü; açı k deniz.

engin
* Değer ve fiyatıdüş
ük olan.
* Yüksekte olmayan, alçak (yer).

enginar
* Birleş
ikgillerden çok yı
llı
k dikenli bitki (Cynara scolymus).

enginleş
me
* Enginleş
mek iş
i veya durumu.

enginleş
mek
* Engin bir durum almak.

enginlik
* Engin olma durumu.
* Alabildiğ
ine geniş
lik.

engizisyon
* Orta Çağda, Katoliklerde katı
din inançları
na karş
ıgelenleri cezalandı
rmak için kurulan kilise
mahkemelerinin adı.
* Orta Çağda, Katoliklerde katı
din inançları
na karş
ıgelenleri cezalandı
rma yöntemi.

enik
* Kedi, köpek gibi çok memeli hayvanları
n yavrusu, encik.
* Çocuk.

enikleme
* Eniklemek iş
i.

eniklemek
* (kedi, köpek gibi çok memeli hayvanlar için) Doğ
urmak.

enikonu

yiden iyiye, iyice.

eninde sonunda
* ne zaman olsa.
* nihayetinde, en sonda.

enine boyuna
* gösterişli, iri yarı
.
* eksiksizce, enikonu.

enine boyuna
* Çok ince ayrı
ntı
larıile.
*İ ri yarı
.

enir
* Bir tür yaban mersini.

eniş
te
* Bir kimsenin kı
z kardeş
inin veya kadı
n hı

mları
ndan birinin kocası
.

enjeksiyon
*İğ
ne yapma, iğne vurma.

enjeksiyoncu
* Enjeksiyon yapan kimse.

enjektör
* Bir sı
vıyıherhangi bir yere bası
nçla veren bir tür pompa, iğne, ş
ırı
nga.

enkaz
* Yı

ntı
, döküntü, çöküntü.

enlem
* Yer yuvarıüzerinde herhangi bir noktadan geçen paralel ile ekvator arası
ndaki yay parçası
nın açı
sal değ
eri,
arz derecesi.

enlem dairesi
* Aynıenlemdeki noktaları
n oluş
turduğ
u ekvatora paralel daire, arz dairesi.

enlemesine
* Eni boyuna göre daha fazla olarak.

enli
* Eni büyük olan, geniş
.

enlice
* Eni biraz geniş
.

enlilik
* Enli olma durumu.

enöte
* Çift yı
ldı
zlarda, yoldaş
ın baş
yıldı
za göre çizdiğ
i bağlıyörüngenin, baş
yıldı
za en yakı
n noktası
.

ense
* Boynun arkası
.

ense çukuru
* Ensede boyun hizası
nda bulunan çukurluk.

ense kökü
* Ensenin gövde ile birleş
tiği yer.

ense kulak yerinde


* (erkek için) iri yarı
.
* kelli felli.

ense yapmak
* hiç çalı
şmadan rahatça yaş
amak.

enseleme
* Enselemek iş
i.

enselemek
* Yakalamak.

enselenme
* Enselenmek iş
i.

enselenmek
* Yakalanmak, ele geçirilmek.

enser
* Büyük çivi, ekser.

ensesi kalın
* Güçlü, istediğini yapabilen, sözü geçer (kimse).

ensesinde boza piş irmek


*ısıtmak, kı zgı
n duruma getirmek.
* birini çok üzmek, tedirgin etmek, sürekli çalı
ştı
rmak.

ensesine binmek
* birine bir iş
i yaptı
rmak için sürekli baskı
altı
nda bulundurmak.

ensesine yapışmak
* yakalayı
p sı
kış

rmak.

ensiz
* Eni küçük olan, dar.

ensizlik
* Ensiz olma durumu.

enstantane
* Işı
klama süresi saniyenin 1/25'i veya daha kı
sa olan hı
zlıbir hareketi çekme yöntemi.
* Bu yöntemle çekilen (fotoğraf).
* Bir anda olan.

enstantane fotoğraf
* Bkz. enstantane.

enstitü
* Bir üniversiteye bağlıveya bağ
ımsı
z bir kuruluşolarak genelikle araş

rma yapan ve bazıdurumlarda
öğretime de yer veren eğ itim kurumu.

enstrüman
* Çalgı
.

enstrümantal
* Yalnı
z çalgı
larla ilgili olan.

enstrümantal müzik
* Yalnız çalgı
lar için hazı
rlanmı
şmüzik.

enstrümantalizm
* Araççılı
k.

ensülin
* Şeker hastalı
ğı
na karş
ıkullanı
lan bir hormon.

entari
* Genellikle tek parçalıkadın giyeceği.
* Arap ülkelerinde erkeklerin giydiği uzun, düz üstlük.

entarilik
* Entari yapı
lmaya uygun (kumaş
).

entegrasyon
* Bütünleş
me, birleş
me.

entegre
* Bir bütünü, bir grubu oluş
turan.

entel
* Entellektüel olmaya özenen ancak bunun için gerekli olan niteliği kazanmamı
ş.
* Sahte aydın.

entelekt
* Akı
l, zihin, idrak, anlı
k.

entelektüalizm
* Anlıkçı

k, zihniye.

entelektüel
* Bilim, teknik ve kültürün, değiş
ik dalları
nda özel öğ
renim görmüş(kimse), aydı
n, münevver.
* Fikir sorunlarıyla ilgili.

entelektüellik
* Entelektüel olma.

entelekya
* Aristo'ya göre, her varlı
ğı
n eriş
meye yöneldiği olgunluk durumu.

enteresan

lgi çekici, ilginç.

enteresanlı
k
* Enteresan olma durumu, ilginçlik.

enterkoneksiyon
* \343 interkoneksiyon.

enternasyonal
* Uluslar arası
, milletler arası
, beynelmilel.

enternasyonalci
* Uluslar arası

, beynelmilelci.

enternasyonalcilik
* Uluslar arası


k.

enternasyonalizm
* Uluslar arası


k, beynelmilelcilik.

enterne
* Göz altı
nda (olan).

enterne etmek
* göz altı
na almak.

entertip
* Bası
mcı

kta harfleri satı
r olarak dizen ve döken dizgi makinesi.

entimem
* Bir veya birden çok öncülü (önceden bilindiğ
i var sayı
larak) kaldı

lmı
şolan tası
msal çı
karı
m.

entipüften
* Hiç değeri olmayan, derme çatma, uydurma.

entomoloji
* Böcek bilimi.

entomolojist
* Böcek bilimci.

entrika
* Bir iş
i sağlamak veya bozmak için giriş
ilen gizli çalı
şma, oyun, dolap, düzen, dalavere, dek, desise, hile.

entrika çevirmek
* entrika ile amacı
na ermeye çalı
şmak, dolap çevirmek.

entrikacı
* Entrika çeviren, düzenci, dessas.

entrikacı

k
* Entrikacı
olma durumu.

entrikaya kurban gitmek


* bir hileli, dalavereli işsonunda zarara uğramak.

enva
* Türler, çeş
itler.

envaiçeş
it
* Çeş
it çeş
it, türlü türlü.

envaiçeş
itli
* Envaiçeş
idi olan, türlü türlü.

envaitürlü
* Çok değiş
ik türleri olan, çeş
itli çeş
itli, türlü türlü, envaiçeş
itli.

envanter
* Bir ticaret kuruluş unun para, mal ve diğer varlı
kları
yla genel olarak borçlu ve alacaklı
durumları
nı,
nicelikleri ve değ erleriyle ayrı
ntı
lıolarak gösterme.
* Bu durumu gösteren çizelge.

envestisman
* Yatı

m.

enzim
* Bir tepkimeye sebep olan ve onu hı
zlandı
ran eriyebilir organik madde, ferment.

eosen
* Üçüncü çağ
ın, memelilerin oluş
tuğ
u dönemi.

epe
* Eskrimde kullanılan bir tür kı

ç.
* Bu kılı
ç kullanı
larak oynanan bir tür kı

ç oyunu.

eper
* Iş
ığa karş
ıbakı
ldı
ğı
nda kâğı
t tabakası
nın yapı
sal görünümü.

epey
* Az denmeyecek kadar, oldukça, hayli.

epeyce
* Oldukça, bir hayli.

epeyi
* Bkz. epey.
epidemi
* Salgı
n hastalı
k.

epidemioloji
* Salgı
n hastalı
kları
inceleyen hekimlik dalı
.

epiderm
* Üst deri.

epifit
* Üst bitken.

epigenez
* Sı
ralıoluş
.

epigrafi
* Yazı
t bilimi.

epigram
* Her türlü konuda yapı
lmı
şkı
sa manzume.

epik
* Destana iliş
kin, destana özgü, destanla ilgili, destansı
(eser).

epikerem
* Önertilerinin biri veya her ikisi kanı

yla birlikte ileri sürülen tası
m.

Epikurosçu
* Epikuros'un kurduğu felsefe akı
mını
benimseyen, Epikurosçuluk yanlı
sıolan kimse.

Epikurosçuluk
* Epikuros'un düş üncelerinin yaş
ama ilkesi yapı
lması
; hazlara, sevinçlere yönelik bir hayatı
n hedef
edinilmesini ileri süren öğ
reti.

Epikürcü
* Bkz. Epikurosçu.

Epikürcülük
* Bkz. Epikurosçuluk.

epilog
* Bir eserin sonuç bölümü.

epistemoloji
* Bkz. bilgi kuramı
.

epitel
* Bkz. epitelyum.

epitelyum
* Tek veya çok hücreden oluş
an, vücudun bütün dı
şve iç yüzeylerini kaplayan doku.

epizot
* Bir roman veya hikâyede ikinci derecede bir olay.
* Değiş ik anlatı
türü, masal, efsane, bilmece vb. bir metnin, bir eserin aslı
ndan az çok ayrı
lan değ
işik biçimli
olanı
.

epope
* Destan.

eprime
* Eprimek iş
i.
eprimek
* Bozulmak, ekşiyip çürümek.
* (yemiş
) Dura dura olgunlaş
mak, yumuş
amak.
* Erimek.

epsilon
* Yunan alfabesinin beş
inci harfi (e).

Er
* Erbiyum'un kı
saltması
.

er
* Erkek.
* Kahraman, yiğit.
* Asker, nefer.
*İ ş
ini iyi bilen, yetenekli.
* Koca.

er
* Erken.

-er
* Bkz. -ar / -er.

er bezi
* Erkeklik hormonunu oluş
turan erkek cinsiyet bezi, husye, haya, testis.

er diş
i
* Hem erkek hem diş i gametleri bulunan (birey), erselik, hünsa.
* Çiçekliğ
inde hem erkek hem diş i çiçeği bulunan (bitki).

er diş
ilik
* Er diş
i olma durumu, erseliklik.

er ekmeği
* Sahur yemeği.

er geç
* Erken veya geç, her ne vakit olsa.

er lokmasıer kursağında kalmaz


* insan gördüğ
ü iyiliği karş
ılı
ksı
z bı
rakmaz.

er meydanı
* Güreşmeydanı
.

er suyu
* Atmı
k, meni.

eradikasyon
* Yok etme.

erat
* Erden baş
gedikliye kadar askerlere verilen genel ad.
* Erler.

erbain
* Hicrî takvimde 22 Aralı
ktan 31 Ocak gününe kadar süren kı
rk günlük kı
şdönemi.

erbap
* Bir iş
ten anlayan, bir iş
i iyi yapan kimse.
erbaş

htiyaçlarıdevletçe karş
ılanan onbaş
ıve çavuşrütbesindeki asker.

erbaş

k
* Erbaşkademesi.

erbin
* Erbiyum oksit (Er2O3) veya erbiyum hidroksit, Er(OH)2.

erbiyum
* Tabiatta çok az olan, uygulama alanıbulunmayan, atom numarası
68, atom ağ
ırlı
ğı167.2 olan bir element.

saltmasıEr.

erce
* Erken olarak, er gibi, ere benzer biçimde.

ercecik
* Erkenden.

ercik
* Çiçek tozu üreten ve on tanesi çeş
itli ş
ekillerde birleş
erek erkek organımeydana getiren çiçek kı
smı
.

erdem
* Ahlâkı
n övdüğ ü iyilikçilik, alçak gönüllülük, yiğitlik, doğ
ruluk gibi niteliklerin genel adı
, fazilet.
*İnsanın ruhî olgunluğ u.

erdemli
* Erdemi olan, faziletli.

erdemlilik
* Erdemli olma durumu, faziletlilik.

erdemsiz
* Erdemi olmayan, faziletsiz.

erdemsizlik
* Erdemsiz olma durumu, faziletsizlik.

erden
* Bakir.

erdenlik
* Bakirlik.

erdiğine erer, ermediğine taşatar


* sataş kan, edepsiz (kimse).

erdirme
* Erdirmek iş
i.

erdirmek
* Ermesini sağ
lamak, ermesine yol açmak.

ere gitmek (veya varmak)


* (kadın, kı
z) evlenmek.

ere vermek
* (kı
z) evlendirmek.

erek
* Gerçekleş
tirmek için tasarlanan ve eriş
mek istenilen ş
ey, amaç, gaye, maksat, hedef.
erek bilimi
* Evreni ereklerle araçlar arasında bir ilişkiler dizgesi olarak gören öğ reti, teleoloji.
* Yalnı zca insan hareketlerinin değil, tarih ve tabiat olaylarının ve bütünün olduğ u gibi tek tek olayları
n da
ereklerle belirlenmişve yönetilmişolduğ unu kabul eden öğreti, teleoloji.

erekçilik
* Her şeyin bir erekle belirlendiğ
i, bir ereğ
e yöneldiğini; her ş
eyin bir ereklik yasası
na göre olup bittiğ
ini
benimseyen görüş, finalizm.

ereklilik
* Bir erekle belirlenmişolma veya bir ereğe yönelmişolma durumu.

ereksel
* Erek niteliğ
inde olan.

ereksel neden
* Temelde bulunan erek veya varı
lmak istenen ereğe götüren sebep.

eren
* Benliğinden sıyrı
lmı ş, öz varlı
ğı
ndan geçmiş , kendini Tanrı
'ya adamış, ermiş, evliya, veli.
* "Erenler" biçimi eskiden dervişler arası
nda bir seslenme sözü olarak kullanı
lı rdı
.
* Olağanüstü sezgileriyle birtakı
m gerçekleri gördüğ üne inanılan kimse.

Erendiz
* Jüpiter, Müş
teri.

erenlerin sağısolu olmaz


* cana yakı
n kişilerin bazıyersiz davranı
şları
, bilerek yapı
lmadı
ğıiçin hoşkarş
ılanmalı
dır anlamı
nda kullanı

r.

erg
* C. G. S. sisteminde, uygulama noktası
nı, kuvvet yönünde 1 cm hareket ettiren 1 dinlik kuvvetin yaptı
ğıiş
e

it olan işbirimi: Bir kilogram metre 981 x 105 erge eşittir.

erg
* Büyük Sahra'da kumullarla örtülü bölge.

erganun
* Org.

ergen
* Ergenlik çağı
nda olan.
* Henüz evlenmemiş , bekâr.

ergen olmak
* evlenecek çağ
a girmek.

ergene
* Maden yeri.

ergene karıboş amak kolay


* bir işin içinde olmayanları
n o iş
teki güçlükleri küçümsediklerini anlatı
r.

ergenleş
me
* Ergenleş
mek iş
i veya durumu.

ergenleş
mek
* Ergenlik çağı
na ulaş
mak.

ergenleş
tirme
* Ergenleş
tirmek iş
i.
ergenleş
tirmek
* Ergenlik çağı
na kavuş
ması
nısağ
lamak.

ergenlik
* Cinsî organları
n fizyolojik geliş
mesiyle baş
layan, bulûğa ermiş
likle yetiş
kinlik arası
ndaki dönem.
* Çocukluk çağı ndan yetişkinlik çağı
na geçen kimselerin yüzünde çıkan sivilceler.

ergi
* (dil inkı
lâbı
nın ilk yı
lları
nda) İ
yi bir ş
eye eriş
me durumu, mazhariyet.

ergilik
* Ergi durumu.

ergime
* Ergimek iş
i, zeveban.

ergime ı


* Bir katı
nın sı
vıdurumuna geçmesi için verilmesi gereken ı

.

ergime noktası
* Bir katı
nın katıdurumdan sı
vıduruma geçmeye baş
ladı
ğıve ergime sona erene kadar koruduğu sı
caklı
k.

ergime yasası
* Ergime kuralları

n değ
işmez oluş
umu.

ergimek
* (sı
caklı
ğıartı

lmak yoluyla bir cisim) Katıdurumdan sı
vıduruma geçmek, zeveban etmek.

ergimiş
* Isı
etkisiyle sı
vıdurumuna gelmiş(katıcisim).

ergimişmaden
* Sı
vıduruma gelmişmaden.

ergin
* Olmuş , yetiş
miş, kemale ermiş.
* Haklarınıkendi kullanmak için yasanı
n gösterdiğ
i yaş
a gelmişolan (kimse), reş
it.

erginleme
* Erginlemek iş
i.

erginlemek
* Birini bir konu üzerinde aydı
nlatı
p onu gerekli temel bilgi ve becerilerle donatarak ergin ve yetiş
miş
kılmak.

erginlenme
* Erginlenmek iş
i veya durumu.

erginlenmek
* Ergin duruma gelmek.

erginleş
me
* Erginleş
mek iş
i.

erginleş
mek
* Ergin bir duruma gelmek, reş
it olmak.

erginlik
* Ergin olma durumu, kemal, rüş
t.

ergitme
* Ergitmek iş
i.
ergitmek
* Ergimesini sağ
lamak, ergimesine yol açmak.

ergonomi

nsanı
n, makinenin ve çevrenin bir arada uyumlu ve verimli bir biçimde çalı
şması
nıinceleyen bilim dalı
, iş
bilimi.

erguvan
* Baklagillerden, eflâtunla kı
rmı
zıarası
renkte çiçek açan, güzel bir süs ağ
acı
(Cercis siliquastrum).

erguvangiller
* Almaş
ık yapraklıağ
aç familyası
.

erguvanî
* Eflâtunla kı
rmı zıarasırenk.
* Bu renkte olan.

ergürmek
* Ulaş

rmak, eriş
tirmek.

-eri
* Bkz. -arı/ -eri.

erigen
* Çabuk eriyip dağ
ılan.

erik
* Gülgillerden, beyaz çiçekli bir ağaç (Ğrunus domestica).
* Bu ağacı n kabuğu ince, sarıdan kı rmızı
ya, mora kadar türlü renkte, mayhoşveya tatlı
, eti sulu, tek ve sert
çekirdekli yemiş
i.

erik hoş
afı
* Eriğ
in ş
ekerli suda kaynatı
lmasıile hazı
rlanan ve soğuk içilen hoş
afı
.

erik kompostosu
* Eriğin ş
ekerli suda kaynatı
lmasıile hazı
rlanan tatlı
.

erik marmelâdı
* Şeker karı
ştı

larak piş
irilmişerik ezmesi.

erik pestili
* Eriğ
in kaynatı
lmasıve yufka biçiminde kurutulması
ile hazı
rlanan pestil.

erik rakı

* Erik suyunun damı

lması
yla elde edilen bir tür rakı
.

erik reçeli
* Eriğ
in ş
eker ile kaynatı
lması
sonucu yapı
lan reçeli.

erika
* Süpürge otu.

eriklik
* Erik ağ
açlarıçok olan yer, erik bahçesi.

eril
* Bazıdillerde erkek cinsten sayı
lan (kelime), müzekker.

erillik
* Bazıdillerde, kelimelerin eril olmasıdurumu.
erim
* Bir ş
eyin erebileceğ
i uzaklı
k, menzil.

erim

yi bir ş
eye iş
aret olan durum, beş
aret.

erim erim
* Erimek iş
inin anlamı
nıpekiş
tirir.

erime
* Erimek iş
i.

erimek
* Katıcisim sıvıiçine karış arak sı
vıdurumuna geçmek.
* Katıcisim ısıetkisiyle sı
vı duruma gelmek.
* (dokumalar için) Aş ınıp incelerek dağı
lmak.
* Çok zayıflamak.
* Utancından çok sı kılmak.
* Yok olmak, bitmek, tükenmek.

erimez
* Erime özelliğini yitirmişolan ve bu özelliği olmayan.

erin
* Döl verme yetkinliğine eren, baliğ.

erincek
* Tembel, üş
enen.

erinç
* Hiçbir eksiği, hiçbir üzüntüsü ve acı
sıolmama durumu, dirlik, rahat, huzur.

erinçli
* Erinci olan, huzurlu, rahat.

erinçsiz
* Erinci olmayan, tasalı
, huzursuz, rahatsı
z.

erinlik
* Erin olma durumu, bulûğ
.

erinme
* Erinmek iş
i veya durumu.

erinmek
* Üş
enmek.

erinsiz
* Erinci olmayan, huzursuz, rahatsı
z.

erirlik
* Eriyebilme niteliğ
i veya derecesi.

eristik
* Didiş
im.

eriş
* Ermek iş
i ve durumu.

eriş
ilme
* Eriş
ilmek iş
i.
eriş
ilmek
* Eriş
mek iş
i yapı
lmak, ulaş
mak, yetiş
ilmek.

eriş
im
* Erişmek iş i.
* Belli iki yer arası
nda gidip gelebilme, ulaş
ım, muvasala.

eriş
kin
* Vücudunun geliş
imi tamamlanmı
şolan, kâhil.

eriş
kinlik
* Eriş
kin olma durumu, olgunluk, kâhillik.

eriş
me
* Eriş
mek iş
i.

eriş
mek
* Varılması zamana, emeğe bağlıolan veya uzakta bulunan bir amaca varmak, ulaş
mak.
* Bir yere ulaş mak, varmak.
* Belirli bir olgunluk durumuna varmak.
* (zaman için) Gelip çatmak.

eriş
te
* Kesilip kurutulmuşhamur, ev makarnası
.
* Deniz yosunu.

eriş
tirme
* Eriş
tirmek iş
i.

eriş
tirmek
* Eriş
mesini sağ
lamak.

eriten

çinde katıbir madde eriyebilen veya katıbir maddeyi eritebilen (sı

).

eritici
* Eritme özelliği olan.
* Bir baş
ka maddeyi eriten, çözündüren cisim.

eritilme
* Eritilmek iş
i.

eritilmek
* Eritmek iş
i yapı
lmak.

eritiş
* Eritmek iş
i veya biçimi.

eritme
* Eritmek işi.
* Metallerde erimeyi sağlamak amacı
yla dökümden önce yapı
lan ı

tma iş
lemi.

eritme peynir
* Sert peynirlerin eritilip, bazen baharat katı
lması
yla elde edilen bir tür peynir.

eritmek
* Erimesini sağlamak, erimesine yol açmak.
* Harcayı p tüketmek.
* Çok üzmek.
* Zayıflatmak.
* Yok etmek.
eritrosit
* Alyuvar.

eriyik

çindeki katıbir madde erimişbulunan sı

, mahlûl.

eriyip bitmek
* üzüntü ve sı

ntı
dan çok zayı
flamak.

eriyiş
* Erimek iş
i veya biçimi.

erk
* Bir işi yapabilme gücü, kudret, iktidar.
* Sözü geçerlik, istediğini yaptı
rabilme gücü, nüfuz.
* Bir bireyin, bir toplumsal kümenin, bir toplumun, baş ka birey, küme veya toplumlarıegemenliği, baskı
sıve
denetimi altına alma, hürriyetlerine karı ş
ma ve onlarıbelli biçimlerde davranmaya zorlama yetkisi veya
yeteneği,iktidar.

erkân
* Bir topluluğun ileri gelenleri, büyükler, üstler.
* General veya amiral aş aması ndaki askerler.
* Yol, yöntem.

erkân kürkü
* Padiş
ah tarafı
ndan vezirliğ
e yükseltilenlere giydirilen kürk.

erkânı
harbiyeiumumiye
* Genelkurmay.

erkânı
harp
* Kurmay.

erkânı
harplik
* Erkânı
harp olma durumu.

erke
* Enerji.
* (tabiî bilimlerde) İ
şbaş
arma gücü, bir direnmeyi yenme gücü.

erkeç
* Erkek keçi.

erkeçsakalı
* Keçisakalı
; çayı
r melikesi.

erkek
*İ nsan, hayvan ve bitkilerin dişiyi dölleyecek cinsten olanı
.
* Sperma oluş turan organizma.
* Yetiş kin adam, kadı n karşı

.
* Koca.
* Sözüne güvenilir, mert.
* Girintili ve çıkıntı
lıolmak üzere bir çift oluşturan nesnelerin çı

ntı


.
* Sert, kolay bükülmez.

erkek anahtar
* Elektrikte veya makine alanı
nda diş
i yuvaya giren anahtar.

erkek bakır
* Sert bakı
r.

erkek demir
* Sert demir.

erkek erkeğe
* Yalnı
z erkekler arası
nda.

erkek fatma (veya ayş e)


* erkek gibi davranı
şları
olan kadı
nlar için kullanı

r.

erkek fiş
* Prize sokulan bacaklıelektrik fiş
i.

erkek gibi
* erkeğ
e yakı
şı
r biçimde, erkeğ
e benzer.

erkek iş
i
* Sadece erkeğ
in yapabileceğ
i, daha çok güç, kuvvet isteyen zahmetli iş
.

erkek olmak
* kadınken cinsiyet değ
iştirmek.
* erkeğe yaraş
ır davranış
larda bulunur duruma gelmek.

erkek organ
* Bitkilerde taç yaprakları
n çevrelediği, döllenmeyi sağlayan tek veya birçoğ
u bir arada bulunan organ.

erkek terzisi
* Erkek elbisesi diken terzi.

erkekçe
* Erkek gibi, erkeğ
e yakı
şı
r (biçimde), yiğitçe, mertçe.

erkekçil
* Erkeğe düş
kün.

erkeklenme
* Erkeklenmek iş
i.

erkeklenmek
* Kabadayı

k gösterisinde bulunmak.

erkekler hamamı
* Sadece erkeklerin içinde yı
kandı
ğıveya erkeklere ayrı
lmı
şhamam.

erkekleş
me
* Erkekleş
mek iş
i.

erkekleş
mek
* (erkek çocuk) Çocukluk çağı ndan çı kı
p erkeklik çağ
ına girmek.
* (kız, kadı
n için) Erkek gibi sert davranı
şlar kazanmak.

erkekli
* Erkeği olan.

erkekli dişili
*İ ki cinsi bir arada bulunan.

erkekli kadınlı
* Kadı
n erkek hep bir arada olarak.

erkeklik
* Erkek olma durumu.
* Erkekçe davranı ş, yiğitlik, mertlik.
* Bir erkeğin fizyolojik görevini yerine getirme gücü.
erkeklik organı
* Erkeğin çiftleş
me organı
, kamı
ş, penis, fallus.

erkeklik öldü mü?


* haksı
zlı
ğa karş
ıkoymak, mertlik göstermek gerekiyor.

erkeklik sende kalsı


n!
* karş
ısı
ndakinin yakı
şı
ksı
z davranı
şı
na uyup da tatsı
zlı
k çı
karma, efendice davran!.

erkeklik taslamak
* erkekmişgibi kendini göstermek, erkekçe davranı
şta bulunmak, kabadayı
ca davranmak.

erkeksi
* Erkeğe benzeyen, erkeğ
i andı
ran, erkeğ
e yaraş
an.

erkeksilik
* Erkekliği andı
ran.

erkeksiz
* Erkeği bulunmayan.

erken
* Zamanın ilerlememişbir anı
nda.
* Alı
şı
lan zamandan önce.

erken bunama
* Birbirinden ayrıgörüntüleri bulunan ş
izofreni türündeki hastalı
klar.

erkence
* Erken olarak.
* Oldukça erken.

erkenci
* Erken davranan.
* Erken olgunlaş an veya yetiş
en (meyve, sebze).
* Sabahın ilk saatlerinde harekete geçen.

erkenden
* Erken olarak, çok erken.

erkete
* Dikiz.

erketeci
* Dikizci, gözcü.

erketecilik
* Erketecinin yaptı
ğıiş
, dikizcilik.

erketecilik etmek (veya yapmak)


* gözcülük, dikizcilik görevini üzerine almak.

erketelik
* Dikizcilik, gözcülük.

erketelik yapmak
* gözcülük etmek.

erkin
* Hiçbir ş
arta bağlıolmayan, istediğ
i gibi davranabilen, serbest.
erkinci
* Liberal.

erkincilik
* Bireyin özgürlüğ ünü ve ekonomik güçler arası nda hür yarı şmayı savunan, bireyler, sını
flar ve milletler
arası
ndaki ekonomik iliş kilere devletin karı
şmaması nıisteyen öğreti, liberalizm, devletçilik, toplumculuk karş ıtı.
* Herkese vicdan, inanç, düş ünce özgürlüğü tanı
nması nın gerekli olduğunu savunan, hür düş ünüşe bağ lı
dünya görüşü, liberalizm.

erkinlik
* Erkin olma durumu, serbestlik, serbest.

erkli
* Erki olan, nüfuzlu, muktedir, kadir.

erklilik
* Erkli olma durumu.

erksizlik
* Baş

zlı
k, anarş
i.

erlik
* Erkeklik, yiğitlik.
* Er olma durumu.

erme
* Ermek iş
i.

ermek
* Erişmek, kavuş mak.
* Yetiş ip dokunmak.
* (bitkiler veya bunları
n ürünleri için) Olgunlaş
mak.
* (kendini Tanrıyoluna vermişkimseler için) İ nsanüstü kutsal bir aş
amaya eriş
mek.

Ermeni
* Ermenistan'da yaş ayan halk veya bu halktan olan kimse.
* Bu soyla ilgili, bu soya özgü olan.

ermeni gelini gibi kı


rıtmak
* ağır veya yavaşhareket edenlere alay yollu söylenir.

Ermenice
* Hint-Avrupa dil ailesinden, Ermenilerin kullandı
ğıdil, Ermeni dili.

ermin
* Kakı
m, as.

ermiş
* Dinî inançlara göre kendisinde olağanüstü manevî güç bulunan kiş
i, evliya, veli.

ermiş
lik
* Ermişolma durumu, evliyalı
k, velilik.

eroin
* Morfinden kimyasal yolla elde edilen uyuş
turucu bir madde.

eroin kullanmak
* eroini sı
vıveya toz hâlinde vücuda zerk yoluyla almak, sürekli kullanmak.

eroinci
* Eroin yapıp satan kimse.
* Eroin kullanan kimse, eroinman.
eroincilik
* Eroinci olma durumu.

eroinman
* Eroin kullanma alı
şkanlı
ğıolan (kimse), eroinci.

eroinmanlık
* Eroinman olma durumu.

eros
* Ruhî çözümleme açı sı
ndan cinsel eğilimler ve bundan doğ
an isteklerin tümü.
* (büyük E ile) Yunan mitolojisinde aş
k tanrısı
nın adı
.

erosal
* Erosçu, erotik.

erosçu
* Erosla ilgili.
* Roman, hikâye, heykel, resim gibi sanat eserlerinde aş
k konusuna ve cinsel iliş
kilere genişyer veren.

erosçuluk
* Cinsel duygu ve isteklerine çok düş
kün olma durumu, erotizm.

erotik
* Aşkla ilgili olan, aş
kıanlatan, kösnül, erosal, ş ehevî, ş
ehvanî.
* Cinsel aşkla, cinsiyetle iliş
kisi olan, kösnül, erosal.

erotizm
* Erosçuluk.
* Kösnüllük, ş
ehvaniyet.

erozyon
* Aş
ınma; itikâl.

erozyona uğramak
* aşı
nmak veya aş
ınmak iş
ine konu olmak.

ersatz
* Bkz. erzatz.

erselik
* Er diş
i.

erseliklik
* Er diş
ilik.

erseme
* Ersemek iş
i veya durumu.

ersemek
* Erkek istemek.

ersiz
* Kocası
z.

ersizlik
* Kocası
zlı
k.

erte
* Bir günün veya olayı
n arkası
ndan gelen zaman.
erteleme
* Ertelemek iş
i, tehir, tecil, talik.

ertelemek
* Baş
ka zamana bı
rakmak, tehir etmek, tecil etmek, talik etmek.

erteleniş
* Ertelenmek iş
i veya biçimi.

ertelenme
* Ertelenmek iş
i.

ertelenmek
* Daha sonraki bir zamana bı
rakı
lmak.

erteleyiş
* Ertelenmek iş
i veya biçimi.

ertesi
* Bir günün, bir haftanı
n, bir ayı
n, bir yı

n ardı
ndan gelen günü, haftayı
, ayı
, mevsimi veya yı
lıgösterir.

ervah
* Ruhlar.

ervahı
na yuf olsun
* "yazıklar olsun", Allah kahretsin anlamı
nda sövme veya kı
nama sözü olarak kullanı

r.

erzak
* Uzun süre saklanabilen yiyeceklerin genel adı
.

erzatz
* Baş
kası

n yerine kullanı
labilen, baş
ka bir malı
n yerini alabilen, yedek.

es
* Notada duraklama zamanı
ve bunu gösteren iş
aretin adı
.

es geçmek
* üzerinde durmamak, boşvermek, önemsememek.

esami
* Adlar, isimler.

esamisi okunmamak
* kendisine değ
er verilmemek, adıanı
lmamak.

esans
* Bitkilerden türlü yollarla çı
karı
lan veya kimyasal yöntemlerle yapı
lan, kokulu ve uçucu sı
vı.

esaret
* Kölelik, tutsaklı
k, esirlik.
* Hakimiyet altında bulunma.
* Boyunduruk.

esarette kalmak
* uzun süre esir olarak bulunmak.

esas
* Bir ş eyin özünü oluş
turan ana öge, temel.
* (bir işveya sözde) Doğru biçim.
* Ana, temel olarak alı
nan, başlı
ca, asal, esasî.

esas duruş
* Hazı
r ol durumu.

esas vaziyet
* Dimdik kı
mıldamaksı

n, hazı
r ol durumu, esas duruş
.

esas vaziyete geçmek


* hazır ol durumunu almak.

esasa bağ
lamak
* belirli bir kurala dayandı
rmak.

esasen
* Baş
ından, temelinden, kökeninden.
* Doğrusu, doğrusunu isterseniz, zaten, zati.
* Nası
l olsa, gene.

esasıolmamak
* gerçek olmamak, yalan olmak.

esasî
* Esasla ilgili, ası
l ve temel olanla ilgili, asal.

esaslandı
rma
* Esaslandı
rmak iş
i veya durumu.

esaslandı
rmak
* Esaslı
duruma getirmek, sağ
lamlaş

rmak.

esaslanma
* Esaslanmak iş
i veya durumu.

esaslanmak
* Temeli sağlamlaş
mak, temelleş
mek.

esaslı
* Köklü, genişölçüde etkili, güzel, doğ ru.
* Köklü, etkili, güzel bir biçimde, doğru olarak.

esassı
z
* Sağlam bir temele dayanmayan, köksüz.
* Doğru olmayan, yalan.

esatir
* Tarih öncesi tanrı
ları
nın efsaneli serüvenlerini anlatan ve bir topluluğun duyguları
nı, anlayı
şı
nıve
özlemlerini göstermesi bakımı ndan değ eri olan hikâyeler, mitoloji.

esatirî
* Esatirle ilgili, esatire ait.

esbabı
mucibe
* Gerekçe.

esbak
* Eski, geçmiş
, önceki.

esbap
* Sebepler.

esef
* Acı
nma, yerinme.

esef etmek
* üzülmek, acı
nmak.

esefle
* Üzülerek, acı
narak.

eseflenme
* Eseflenmek iş
i.

eseflenmek
* Acı
nmak.

esefli
* Esefi bulunan.

eselemek beselemek
* Kandı rmak, allem etmek kallem etmek.

eseme
* Bkz. mantı
k.

esen
* Hiçbir hastalı
ğı
, vücutça hiçbir eksiği olmayan, sağ

klı
, sı
hhatli, salim.

esenleme
* Esenlemek iş
i, selâm.

esenlemek
* Biriyle karş
ılaşıldığı
nda, birinin yanına gidildiğ
inde veya yanı
ndan uzaklaş
ıldı
ğı
nda kendisine sözle veya

aretle bir nezaket gösterisi yapmak, selâm vermek, selâmlamak.
* Birine esenlik dileyerek ayrılmak, veda etmek.

esenleş
me
* Esenleş
mek iş
i, selâmlaş
ma.

esenleş
mek
* Birbirine selâm vermek, selâmlaş
mak.
* Vedalaş mak.

esenlik
* Esen olma durumu, sağlı
k, afiyet, sı
hhat, selâmet.

esenlikli
* Esenliği olan.

eser
* Emek sonucu ortaya konan ürün, yapı
t.
*İ z, iş
aret, im.
* (soyut kavramlar için) Belirti.

eser kalmamak
* hiçbir belirti, iz olmamak.

esericedit
* "Büyük boy yazıkâğ
ıdı
" anlamı
nda kullanı
lan esericedit kâğ
ıdıdeyiminde geçer.

esericedit kâğı

* Eskiden kullanı
lan bir tür kâğ
ıt.

eserme
* Esermek iş
i veya durumu.

esermek
* Bakmak, beslemek, yetiş
tirmek.

esermek besermek
* Emek vererek ortaya çı
karmak.

esham
* Paylar, hisseler.
* Borç alınan bir paranı
n belirli zamanda ödeneceğ
ini gösteren senetler.

-esi
* Bkz. -ası/-esi.

esik
* Çukur yer.

esim
* Yelin esiş
i.

esin
* Etkilenme, çağrı
şı
m veya içe doğmayla akla gelen yaratı
cıduygu, düş
ünce, ilham.
* Sabah yeli.

esindirme
* Esindirmek iş
i.

esindirmek
* Birinde esin uyandı
rmak, ilham etmek.

esinleme
* Esinlemek iş
i veya durumu.

esinlemek
* (birine) Esin duyması
nısağ
lamak, ilham vermek.

esinlenme
* Esinlenmek iş
i.

esinlenmek
* Bir ş
eyden ilham almak, içine doğ
mak, mülhem olmak.

esinti
* Belli belirsiz hissedilen hafif yel, nefha.

esintili
* Esintisi olan.

esintisiz
* Esintisi olmayan.

esir
* Tutsak.
* Köle.
* Bir düş
ünceye veya bir kimseye körü körüne bağlıolan kimse.

esir
* Atomlar arası
ndaki boş
luğu ve bütün evreni doldurduğ
u var sayı
lan, ağ
ırlı
ğıolmayan, ı
sıve ı
şı
ğıileten töz
(cevher).
* Hava.

esir almak
* tutsak etmek.
esir düş
mek
* tutsak olmak.

esir etmek
* tutsak durumuna getirmek.

esir olmak
* tutsak olmak.

esir yatmak
* savaş
ta düş
man eline düş
üp uzun süre tutsak kalmak, esarette kalmak.

esirci
* Köle ve cariye alı
şveriş
i yapan kimse.

esircilik
* Köle ve cariye alı
şveriş
i yapma.

esire
* Dişi tutsak.
* Cariye, dişi köle.

esirgeme
* Esirgemek iş
i, himaye, vikaye.

esirgemek
* Korumak, himaye etmek, vikaye etmek.
* Bir ş
eyi yapmaktan veya vermekten kaçınmak.
* (olumsuz biçimde) Feda etmekten çekinmek, diriğetmek.

esirgemezlik
* Özveride bulunma.

esirgenme
* Esirgenmek iş
i.

esirgenmek
* Esirgemek iş
i yapı
lmak.

esirgeyici
* Koruyan, koruyucu.

esirgeyiş
* Esirgemek iş
i veya biçimi.

esirifiraş
* Çok hasta olma, ayağ
a kalkamayacak biçimde yatma.

esirlik
* Esir olma durumu veya süresi, tutsaklı
k, kölelik.

esirme
* Esirmek iş
i.

esirmek
* Sarhoşolmak; aklı nıyitirmek, delirmek; kendinden geçmek.
* Çok kızmak, sertleşmek.

esiş
* Esmek iş
i veya biçimi.

eskatologya

nsanı
n ve dünyanı
n sonunu, öbür dünyayıanlatmaya çalı
şan tanrıbilimi kolu.

eski
* Çoktan beri var olan, üzerinden çok zaman geçmişbulunan.
* Çok kullanmaktan yı pranmı ş, harap olmuş.
* Bir önceki, sabı k.
* Geçerli olmayan.
* Herhangi bir meslekte uzun süreden beri çalı ş
mı şolan.
* Geçmişçağ lardaki.
* (tamlanan olarak kullanı lı
nca alaylıolarak) Herhangi bir görevden düş
tüğ
ü veya durumunu yitirdiğ
i için bir
kimsenin eski saygı nlı
ğının kalmadığı nıbildirir.
* Mesleğ inde uzmanlaş mış, tecrübesi olan.
* Geçmişdönemlerde yaş ayan (kimse).

eski ağ
ıza yeni taam
* turfanda bir ş
ey yenilirken söylenen söz.

Eski Çağ
* Yazı
nın bulunuş
una kadar geçen süre.

eski çamlar bardak oldu


* devir değiş
ti, eski tutumları
n değeri kalmadı
.

eski defterleri karı


ştırmak (veya yoklamak)
* eski olayları
, bir yarar umarak veya baş
ka bir amaçla yeniden ele almak.

Eski Dünya
* Avrupa, Asya ve Afrika'ya topluca verilen ad.

eski eserler
* Eski toplulukları
n bilim, edebiyat, din ve güzel sanatı
na iliş
kin her türlü ürünü veya kalı
ntı

, asarı
atika.

eski göz ağ rı

* eski sevgili, ilk göz ağrı

.

eski hamam eski tas


* hiçbir şeyi değiş
memiş
, eski durumunda kalmı
ş.

eski hayratıda berbat etmek


* bir iş
i daha iyi bir duruma sokmaya çalı
şı
rken büsbütün bozmak.

eski kafalı
* Günün düş
ünce ve yaş
ayı
şı
na ayak uyduramayan (kimse).

eski kafalı
lık
* Eski kafalıolma durumu.

eski köye yeni âdet


* yadırganan bir yenilik yapmaya kalkı
şanlar için söylenir.

eski kurt
* Mesleğ inde uzmanlaş mışolan kimse.
* Bir iş
in hileli yanları
nıbilen ve kolay aldatı
lmayan kimse.

eski püskü
* Çok eski; iyice eski (ş
eyler).

eski toprak
* Yaş
landı
ğıhâlde dinç (kimse).

eski tüfek
* Herhangi bir iş
te eski ve tecrübeli olan (kimse).
eski yazı
* Türklerin İslâmiyeti kabulünden sonra kullanmaya baş
ladı
ğıve 1928 yı

nda Lâtin alfabesine dayalıyeni
Türk harflerinin kabulüne kadar geçen dönemde yazıhayatı nda benimsenmişolan Arap alfabesini esas alan yazı
sistemi.

eskice
* Biraz eski, çok yeni olmayan.

eskici
* Her türlü eski eş
ya alı
m satımıyla uğraş
an kimse.
* Eskimişayakkabı larıonaran kimse.

eskicilik
* Eskicinin iş
i.

eskiden
* Geçmişzamanlarda, geçmişçağ
larda, geçmiş
te, mukaddema.

eskiler
* eski çağinsanları
, eski kuş
aklar, bizden önce yaş
ayanlar.
* eski eşya.

eskileş
me
* Eskileş
mek iş
i.

eskileş
mek
* Eskimek.

eskilik
* Eski olma durumu.

eskime
* Eskimek iş
i.

eskimek
* Eski duruma gelmek.
* Yı
pranmı ş
.
* Yaşlanmak.

Eskimo
* Kuzey Kutbu'nda yaş ayan toplulukları n adı.
* Bu topluluktan olan kimse.
* Bu topluluğa özgü, bu toplulukla ilgili (olan).

Eskimoca
* Eskimo dili.

eskimsi
* Biraz eski; eskiye benzer, eskiyi andı
ran, eski gibi.

eskisi gibi
* önceden olduğ
u gibi.

eskisi kadar (veya gibi)


* eskiden olduğu gibi, eskiden olduğ
u ölçüde.

eskisi olmayanı n acarıolmaz


* yeni bir ş
ey edinince eskisini hemen elden çı
karmamalı
dır.

Eskiş
ehir taş
ı
* Lüle taş
ı.
eskitilme
* Eskitilmek iş
i.

eskitilmek
* Eskitilmek iş
i yapı
lmak, eski duruma getirilmek.

eskitme
* Eskitmek iş
i.

eskitmek
* Çok kullanarak eskimişduruma getirmek, yı
pratmak.
* Yaşlandı rmak.
* Etkisini sürdürememek, yı
pratmak.

eskiyiş
* Eskimek iş
i veya biçimi.

eskiz
* Taslak.

eskort
* Koruma, muhafı
z takı
mı.

eskrim
* Dürtücü kı

ç, kesici kı

ç ve delici kı

ç adı
verilen silâhlarla yapı
lan spor, kı

ç oyunu.

eskrimci
* Eskrim yapan kimse, kı

ç oyuncusu.

eskülâbî
* Kargacı
k, burgacı
k, özensiz.

eslâf
* Bizden öncekiler, geçmiş
ler, öncel, ahlâf karş
ıtı
.

eslek
* Baş
kası

n buyruk ve dileklerini yerine getiren, söz tutan, yumuş
ak baş

, itaatli, muti.

esleme
* Eslemek iş
i veya durumu.

eslemek
* Önem vermek, aldı

şetmek.

esma
* Adlar, isimler.

esmayıüstüne sıçratmak
* davranışları
yla belâyıüstüne çekmek.

esmayı
hüsnâ
* Allah'ı
n adları
.

esmayı
şerife
* Esmayı
hüsnâ.

esme
* Esmek iş
i.

esmek
* (hava için) Hava bir yönden bir yöne akmak, rüzgâr olmak.
* Yapı
lmasıönce düş
ünülmüşolmayan veya beklenmeyen bir ş
eyi yapmaya birdenbire karar vermek.

esmer
* Siyaha çalan buğ day rengi.
* Teni ve saçlarıkaraya çalan, koyu buğ
day rengi olan (kimse), yağı
z.
* (hava) Kurş unî renk.

esmer amber
* Amber balı
ğı
nın bağ
ırsakları
ndan çı
karı
lan amber.

esmer küf
* Esmer küfler familyası
nın asalak hayata uyabilen örnek türü, özellikle arı
larda öldürücü geliş
meler doğ
uran
ilkel mantar (Mucor mucedo).

esmer küfler
* Asalak yaş
ayı
şa uymuştürleri de bulunan yosunumsu mantarlar familyası
.

esmer su yosunları
* Şeritleri bölmeli, renkleri esmer su yosunları
.

esmer ş eker
* Kristal ş
eker yapı
mısı rasında kristallerin santrifüjleme ile ayrı
lmasından sonra kalan ş urubun
kristallendirilmesi sonucu elde edilen daha çok kraker ve bisküvilerde kullanı lan çok ince kristalli, koyu renkli, kokulu
bir şeker.

esmerce
* Esmere yakı
n, biraz esmer olan.

esmerimsi
* Esmere çalan.

esmerleş
me
* Esmerleş
mek iş
i.

esmerleş
mek
* Esmer duruma gelmek.
* Siyaha yakı
n bir koyu renk almak.

esmerleş
tirme
* Esmerleş
tirmek iş
i.

esmerleş
tirmek
* Esmer duruma getirmek.

esmerlik
* Esmer olma durumu.

esna
* Bir iş
in yapı
ldı
ğıan, sı
ra.

esnaf
* Küçük sermaye ve sanat sahibi.
* Kötü yola sapmışolan kadı n.
* Başlı
ca düşüncesi, mesleğinin bütün inceliklerinden yararlanı
p bunlarıkarş
ısı
ndakinin zararı
na kullanarak
ve meslekte kötü örnek oluşturarak çok para kazanmak olan kimse.

esnaf ağzı
* Çarş
ıve pazarda satı

ları
n müş
teri çekmek için kullandı
klarıdil.

esnaf loncası
* Herhangi bir meslek dalı
nda esnafları
n kurduğu dernek.
esnaflı
k
* Esnaf olma durumu.
* Esnafın yaptı
ğıiş
.

esnası
nda
* Sı
rası
nda, olduğ
u anda.

esnek
* Bir dışgücün etkisi altı
nda uzamak, kı salmak, eğ rilmek gibi biçim değ
işikliklerine uğradı
ktan sonra, etkinin
kalkması
yla eski biçimini alabilme özelliğ
inde olan, elâstikî.
* Değiş ik yorumlara elverişli.

esnekleş
me
* Esnekleş
mek iş
i veya durumu.

esnekleş
mek
* Esnek bir durum almak.

esnekleş
tirme
* Esnekleş
tirmek iş
i.

esnekleş
tirmek
* Esnek duruma getirmek.

esneklik
* Esnek olma durumu, elâstikiyet.

esneme
* Esnemek iş
i.

esnemek
* Uykulu, sıkıntı lı
veya yorgunluk duyulan bir anda ağ
zıgeniş
çe açarak soluk alı
p vermek.
* Bir cisim bir etki ile biçim değ
iştirmek.
* Bollaş ı
p geniş lemek.

esnetme
* Esnetmek işi.
* Türlü sebeplerle kı
salan kaslarıaçmak ve uzatmak için bağlıbulunduklarıeklemlerde yapı
lan esnek, yaylıve
zorlu germe hareketi.

esnetmek
* Esnemesine sebep olmak.

esneye esneye
* Sürekli esneyerek.

esneye gerine
* Esneyerek.

esneyiş
* Esnemek iş
i veya biçimi.

espas
* Bir kelimenin harflerini ayı
rmak için kullanı
lan harflerden daha kı
sa ve küçük metal çubuk.
* Aralık.

espaslı
* (bası
mcı lı
kta) Espasıolan.
* Aralı
klı
.

Esperanto
* Polonyalıdoktor L. Zamenhof tarafı
ndan bütün milletlerce kullanı
lmak için 1887'de hazı
rlanmı
ş, grameri
on altıkurala dayanan, kolay bir yapma dil.

Esperantocu
* Esperanto yanlı

.

esperi
* Ava alı
ştı

lamayan bir tür doğ
an.

espiyon
* Birinin kusur veya suçları
nıgizlice bildirmesi için o kimsenin üstleri tarafı
ndan tutulmuşolan ve bundan
çı
kar sağlayan kişi.

espressivo
* Duygulu, içten.

espri
*İ nce anlamlı, düşündürücü ve şakalısöz, nükte.
* Yazıda, resimde, sözde ve davranı
ş ta ince, derin anlam, nükte.

espri patlatmak
* konuş
ma sı
rası
nda, beklenilmedik anda, ortama uygun hoş
, nükteli veya ilginç söz söylemek.

espri yapmak
* nükteli, ş
akalısöz söylemek.

esprili
* Esprisi olan.
* Espiri yapma niteliğ
ini taş
ıyan (kimse).

espritüel
* Yerinde ve zamanı
nda, güzel ve hoşkarş
ılanan, ince anlamlı
, düş
ündürücü söz söyleyen, nükte yapan
(kimse).

esrar
* Gizler, sı
rlar.

esrar
* Hint kenevirinden çı
karı
lan ve kullanı
lacak miktara göre uyarı

, sarhoşedici veya uyuş
turucu etkileri olan
bir madde.

esrar çekmek
* esrar içmek.

esrar kumkuması
* Kim olduğ
u ve neler yaptı
ğıbilinmeyen kimse.

esrar otu
* Hint keneviri.

esrar perdesi
* Bir ş
eyin anlaş
ılması
nıgüçleş
tiren engel.

esrar tekkesi
* Toplu ve gizli olarak esrar içilen yer.

esrara dalmak
* sı
rlara gömülmek.

esrarcı
* Esrar yapan, satan veya esrar çeken kimse.
esrarcı

k
* Esrarcı

n iş
i.

esrarengiz
* Gizlerle, sı
rlarla örtülü, esrarlı
.

esrarengizlik
* Esrarlıolma durumu.

esrarkeş
* Esrar (II) kullanmayı
alı
şkanlı
k durumuna getiren kimse.

esrarkeş
lik
* Esrarkeşolma durumu.

esrarlı
* Gizli yönleri bulunan, ne olduğ
u anlaş
ılamayan, akı
l erdirilemeyen, esrarengiz.

esrarlı

çinde esrar bulunan.

esre
* Arap yazı

nda, bir ünsüzün dar, düz ve kı
sa (ı
,i) okunacağ
ınıgösteren iş
aret, kesre.

esri
* Esrik.

esrik
* Esrimiş
, sarhoş
, mest, sermest.

esriklik
* Sarhoşolma durumu.

esrime
* Sarhoşolma iş
i, gaş
iy.

esrimek
* Herhangi bir sebeple kendinden geçmek, gaş
yolmak.
* Coşup kendinden geçmek, vecde gelmek.
* Mest olmak, sarhoşolmak.

esritme
* Esritmek iş
i.

esritmek
* Sarhoşolması
na yol açmak, sarhoşetmek.

essah
* Doğru, gerçek, sahi.

estağfurullah
* Teşekkür edilen veya övülen bir kimsenin söylediğ
i bir incelik ve alçak gönüllülük sözü.

estamp
* Metal, tahta vb.üzerine kazı
ldı
ktan sonra bası
lan resim.

estampaj
* Metal, tahta vb.üzerine resim basma, çoğaltma yöntemi.

estek köstek
* "Oyalamak, yersiz bahaneler bulmak, iş
ten kaçı
nmak" gibi anlamlara gelen estek köstek etmek veya estek
etmek, köstek etmek biçimlerinde de kullanı

r.
ester
* Oksijenli asitler ile alkollerin araları
ndan bir su molekülü ayrı
lmasısonucunda verdikleri madde.

esterleş
me
* Oksijenli asitlerle alkollerin birleş
erek ester oluş
turması
.

estet
* Güzeli en üstün, en yüce değer sayan kiş
i.

estetik
* Sanatsal yaratı
nın genel yasaları yla sanatta ve hayatta güzelliğin kuramsal bilimi, güzel duyu, bediiyat.
* Güzellik duygusu ile ilgili olan veya güzellik duygusuna uygun olan.
* Güzelliği ve güzelliğin insan belleğ indeki ve duyguları ndaki etkilerini konu olarak ele alan felsefe kolu,
güzel duyu.
* Kusurlu bir organı düzeltmek veya güzelleş tirmek amacı yla uygulanan (yöntemler).

estetikçi
* Estetikle uğraş
an kimse.

estetikçilik
* Gerçeklik ve yarar kaygı
ları
ndan sı
yrı
larak, bir sanat veya felsefe konusunu salt güzelliğ
i için sevme kuramı
,
güzel duyuculuk.

estetizm
* Estetikçilik, güzel duyuculuk.

estirilme
* Esritilmek iş
i.

estirilmek
* Estirmek iş
i yapı
lmak.

estirme
* Estirmek iş
i.

estirmek
* Esmesini sağ
lamak.

estomp
* Kara kalem resimde çizgiyi veya pastel boyası
nıyaymak için kullanı
lan kendi üzerine sarı
lmı
şkâğı
t veya
deri.

esvap
* Giysi, giyecek, elbise.

esvaplı
k
* Esvap yapmaya elveriş
li (kumaş
).


* Birbirinin aynıolan veya birbirine çok benzeyen iki ş eyden her biri, benzer.
* Karıkocadan her biri, hayat arkadaş ı
, refik, refika.
* Birlikte yaş ayan dişi ve erkek hayvandan her biri.
* Kuma, ortak.
* Arkadaş .
* Etene, son, meş ime.
*İ kişer kiş ilik gruplarla oynanan oyunlarda, ortak oynayan iki kişiden her birinin öbürüne göre durumu.

eşadlı
* Bkz. eşsesli.

eşadlı

k
* Bkz. eşseslilik.

eşanlam
* Sözler arası
nda anlam birliğ
i olmasıdurumu.

eşanlamlı
* Anlamlarıaynıveya birbirine çok yakı
n olan (kelimeler), anlamdaş
, müteradif, sinonim.

eşanlamlı
lık
* Eşanlamlı
olma durumu, anlamdaş

k.

eşbacaklı
lar
* Denizlerde, karalarda ve tatlı
sularda, baş
ka hayvanları
n asalağı
, asalakları
n ara konakçı
sıveya özgür olarak
yaş
ayan kabuklular takımı.

eşbası

* Hava bası
nçlarıeş
it olan yeryüzü noktaları
nıbirleş
tirdiğ
i var sayı
lan eğ
ri, izobar eğrisi.

eşbası
nçlı
* Bası
ncı
n hep aynıkalması
.

eşbaş
kan
* Bir kurul, toplantıveya kongrenin baş
kanlı
ğı
nıyapan baş
kanlardan her biri.

eşbiçim
* Baş
ka bir ş
eyin biçim veya yapı
bakı
mından aynı
sıolan ş
ey, izomorf.

eşbiçimli
* Biçim veya yapı
bakı
mından birbirinin benzeri veya aynı
sıolan, izomorfik.

eşbiçimlilik
* Benzer yapıda olan maddeler arası ndaki billûrlaş
ma benzerliğ i, izomorfizm.
*İ ki matematik kümesi arası nda benzerlik bağı ntısı
, izomorfizm.
* Organizmada çeş itli soylardan ileri gelen benzerlik, izomorfizm.

eşcinsel
* Kendi cinsinden kimselerle cinsel iliş
kide bulunan kimse, homoseksüel.

eşcinsellik
* Eşcinsel olma durumu, homoseksüellik.

eşçekim
* Bkz. tı
pkıçekim.

eşdeğ
er
* Değer yönünden birbirine eş
it olan (ş
ey), muadil.

eşdeğ
erli
* Değerleri eş
it olan.
* Eşbiçimli olmadı klarıhâlde yüz veya hacim ölçümleri eş
it bulunan (biçim).
* Cebirde karşılı
klıolarak çözümleri aynıolan (denklem sistemleri).

eşdeğ
erlik
* Eşdeğer olma durumu, muadelet.

eşdeprem
* Çeş
itli yerlerde aynıhı
zla duyulmuş(aynıdereceli) olan deprem.

eşdost
* Tanı

klar.

eşeksenli
* Motorlarda eksen ölçülerinin eş
it olması
.

eşgüdüm
* Belli bir amaca ulaş
mak için türlü iş
ler arası
nda bağ
lantı
, iliş
ki, düzen ve uyum sağ
lama, koordinasyon.

eşgüdümcü
* Türlü iş
ler arası
nda düzen ve uyum sağlayan (kimse), koordinatör.

eşgüdümlü
* Araları
nda eşgüdüm bulunan, koordine.

eşkanatlı
* Kabuklu bitler, yaprak bitleri ve ağustos böcekleri gibi bitki sağ lı
ğıyönünden çok önemli familyalarıiçine
alan, zarsıkanatlarıbir boyda, hortumlu böcekler takı mını n bir alt takı
mı .

eşkoş
ma
* Tanrı
'nı
n birden çok olduğuna inanma, Tanrı
'ya ortak koş
ma, ş
irk.

eşkoş
mak
* Tanrı
'ya ortak koş
mak, Tanrı
'dan baş
ka bir tanrıbulunduğuna inanmak, ş
irk koş
mak.

eşmerkezli
* Merkezleri aynıolan iki veya daha çok ş
ekil.

eşsesli
* Söyleniş
leri aynı
, anlam ve kökleri ayrıolan (kelimeler), eşadlı
, sesteş
, homonim.

eşseslilik
* Eşsesli olma özelliğ
i, eşadlı

k.

eşsı
cak
* Sı
caklı
ğıeş
it olan (yeryüzü noktası
), izoterm.

eşsıcak eğrisi
* Sıcaklığ ı
n yeryüzünde veya bir bölgedeki dağ ılı
şı
nıgöstermek amacı
yla düzenlenen haritalarda, eş
it

caklıktaki yerleri birleş
tiren iç içe eğ
rilerden her biri, izoterm eğrisi.

eştutmak
* talimde veya oyunda ikiş
er olmak için arkadaşseçmek.

eşyapı
* Bol yağmur yağ
an orman bölgelerinde büyüyen ağaçları
n gövdelerindeki bölümler arası
nda belirli yapı
sal
özellik farkları
nın bulunmamasıdurumu.

eşyapı
m

ki tarafı
n ortak olarak oluş
turduğ
u yapı
m.

eşyükselti
* Yükseklikleri birbirine eş
it olan (yerler), izohips.

eşyükselti eğrisi
* Eşyükselti noktalarıarası
nda çizilen çizgilerin oluş
turduğu eğ
ri, izohips eğ
risi.

eşzaman
* Aynızaman içinde hareket eden, senkron.

eşzamanlı
* Başlamaları
yla bitmeleri arası
nda geçen zaman eş
it olan (olaylar), senkronik.
* Aynızamanda oluş an.

eşzamanlıdil bilimi
* Bir dilin zaman içindeki değ
işme ve geliş
mesi sı
rası
nda, belirli bir dönemde ortaya çı
kan olguları

inceleyen dil bilimi.

eşzamanlı

k
* Belli bir evrede görülen dil bilimi olguları
nın, olayları
nın özelliğ
i, senkroni.

eşantiyon
* Basit örnek.
* Bir malın niteliğ
ini belirtmek, özelliklerini göstermek amacı
yla, o malı
n parası
z verilen veya gönderilen
parçası.


arp
* Başörtüsü.


eğe gücü yetmeyip semerini dövmek
* güçlü birine kı

p da ondan alamadı
ğıhı
ncı
nıçevresindekilerden çı
karmak.


eği düğ
üne çağ ırmışlar, "ya su lâzı
mdı r, ya odun" demiş
* yersiz veya zamansı z yapılan ikramlara her zaman bir karş
ılı
k beklendiğ
ini anlatı
r.


eğini (veya atını) sağlam kazığa bağ
lamak
* iş
ini güven altına almak.


ek
* Atgillerden, uzun kulaklıbinek ve hizmet hayvam, merkep (Equus asinus).
* Kaba, yeteneksiz, inatçıkimse.
* Odun kesmek için kullanı lan üç veya dört ayaklısehpa.
* Duvar örmek, sı va yapmak gibi iş lerde kullanı
lan dört ayaklı
sehpa.


ek arı

* Zar kanatlı
lar takı
mından, ağı

iğnesi olan bir tür iri yaban arı
sı(Vespa crabro).


ek cenneti
* Öbür dünya.


ek davası
* Bir dik üçgende hipotenüsün karesinin dik kenarları
n kareleri toplamı
na eş
it olduğ
unu kanı
tlayan teorem.


ek derisi gibi
* derisi çok kalı
n.
* duygusu az, duygusuz.


ek dikeni
* Deve dikeni türünden bir bitki, kenger.


ek gibi
* kaba, düş
üncesiz.


ek hı
yarı
* Kabakgillerden yabanî tı
rmanı

, otsu bir bitki (Ecballı
um elaterium).


ek hoş
aftan ne anlar (suyunu içer, tanesini bırakı
r)
* beğenilebilecek bir ş
eyi değ erlendiremeyen, küçümseyen kimseler için kullanı

r.


ek inadı
* Söylediğinden veya yaptı
ğı
ndan dönmeme, çok direnme.


ek kadar
* büyük, iri; aş
ırıderecede geliş
miş
.


ek kafalı
* Kalı
n kafalı
, anlayı
şsı
z, kavrayı
şsı
z (kimse).

ek kulağıkesilmekle küheylân olmaz
* aslı
nda niteliksiz olan bir ş
eye ne yapı
lsa değ
işmez.


ek kuyruğ u gibi ne uzar, ne kı
salı
r
* durumunda, çalı şmasında hiçbir geliş
me görülmeyen kimseler için kullanı

r.


ek marulu
* Bir tür yabanî marul.


ek maydanozu
* Maydanozgillerden iki yı
llı
k otsu bir bitki (Anthriscus silvestrisis).


ek otu
* Evliya otu.


ek sı
pası
* Sövgü veya sevgi sözü olarak kullanı

r.


ek sı
rtı
* Beş
ik örtüsü.


ek sudan gelinceye kadar dövmek
* adamakı llıdövmek.


ek ş
akası
* Ağı
r el ş
akası
.


ekbaş
ı
* Yetkisi önemsenmeyen, gücünü gerektiğ
i gibi göstermeyen kimse.


ekçe
* Kaba (bir biçimde).


ekçi
* Eş
eklerle yük taş
ıyan veya insan gezdiren kimse, merkepçi.


ekçilik
* Eş
ekçinin iş
i.


ekkulağ
ı
* Karakafes.


ekleş
me
* Eş
ekleş
mek iş
i.


ekleş
mek
* Çok anlayı
şsı
z ve kaba davranı
şlarda bulunmak.


eklik
* Çok anlayı
şsı
z ve kaba davranı
ş.


ekten düş müşkarpuza dönmek
* çok şaşırmak, donup kalmak.
* kötü bir duruma düşmek.


elek
* Elma, armut, ayva gibi meyvelerin yenmeyen iç bölümü.


eleme
* Eş
elemek iş
i.

elemek
* Toprak, kül gibi toz durumunda bulunan ş eyleri hafifçe kazı
p karı
ştı
rmak.
* Bir işin, sorunun aslı
nıanlamaya çalı
şmak; kurcalamak.
* Dağı tıp karıştı
rmak.


elenme
* Eş
elenmek iş
i.


elenmek
* Eşelemek iş
i yapılmak.
* Bulunduğu yeri kendi kendine eş
elemek.


elmobil
* Üretilen mal değerlerinin inişçı

şı
na göre tespit edilen ücret ödeme ölçümü.


ey
* Bireye, üreme iş
inde ayrıbir görev veren ve erkekle diş
iyi ayı
rt ettiren özel yaradı

ş, cinslik, cinsiyet.
* Bir organizmanın dişi veya erkek olarak sı

flandırı
lması nısağ layan görev, yapıve karakter topluluğu.


eyli
* Erkek veya diş
i eş
eyden birine sahip olan, diğ
er eş
ey olmadan üreyemeyen cinsliğ
i olan.


eyli üreme
*İki bireyin bir araya gelmesini gerekli kı
lan ve gametlerin birbirleriyle döllenmesini sağ
layan üreme biçimi.


eylilik
* Eş
eyli canlı

n durumu.


eysel
* Cinsel, cinsî.


eysiz
* Eş
eyi olmayan, cinsliksiz.


eysiz çoğalma
* Eş
ey hücreleri oluş
turmaksı

n, bölünme yoluyla çoğalma.


gin
* Bkz. eş
kin.


has
* Kiş iler, ş
ahı
slar.
* Bir olayda veya edebî bir eserde yer alan kiş
iler.


i manendi olmamak
* benzeri olmamak.


iğine yüz sürmek
* bir dilekte bulunmak için bir kiş
iye yalvarmaya gitmek.


iğini aş
ındırmak
* iş
ini yaptı
rmak için bir yere çok gidip gelmek.


iğini atlamak
* bir konuya veya bir soruna hakkı
yla vakı
f olmak .


ik
* Kapıboş luğunun alt yanında bulunan alçak basamak.
* Kapıağ zı
nda basamağı n konulabileceğ i yer.
* Başlangı ç yeri, baş
langıç noktası , yakı
nı .
* Telli çalgı
larda üzerine tellerin bindiği köprü.
* Karalar üzerinde veya deniz diplerinde birbirine komş u iki çukurluğu ayı ran tümsek biçiminde, üzeri çoğ
u
kez düz kabartı lar.
* Bir tepkinin baş
laması nda, ortaya çı
kması nda etkili olan ruhî, fizyolojik nokta.


ilme
* Eş
ilmek iş
i.


ilmek
* Eş
mek iş
ine konu olmak.


inme
* Eş
inmek iş
i.


inmek
* (hayvan) Ayağ
ıyla yeri kazmak.


ir
* Küstah, saygı

z kimse.


it
* Yapı , değer, boyut, nicelik ve nitelik bakı
mından birbirinden ne artı
k ne eksik olmayan (iki veya daha çok
ş
eyler), müsavî.
* Aynıhaklardan yararlanan, aynıdüzeyde olan.


it çenetli
*İ ki çenetli birbirine eş
it yumuş
akçalar.


itçi
* Eş
itçilik yanlı

.


itçilik
*İ nsanları
n özellikle hukuk, siyaset ve ekonomi bakı
mları
ndan eş
itliğini isteyen öğ
retilerin genel adı
,
müsavatçılı
k.


itleme
* Eş
itlemek iş
i.


itlemek
* Eş
it duruma getirmek.


itlenme
* Eş
itlenmek iş
i.


itlenmek
* Birbiriyle eş
it duruma gelmek.


itleş
me
* Eş
itleş
mek iş
i veya durumu.


itleş
mek
* Eş
it duruma gelmek.


itleş
tirme
* Eş
itleş
tirmek iş
i.


itleş
tirmek
* Eş
it duruma getirmek.


itlik
*İki veya daha çok ş
eyin eş
it olmasıdurumu, denklik, müsavat, muadelet.
* Kanunlar yönünden insanlar arası
nda ayrı
m bulunmamasıdurumu.
* Bedenî, ruhî, baş
kalı
klarıne olursa olsun, insanlar arası
nda toplumsal ve siyasî haklar yönünden ayrı
m
bulunmamasıdurumu.


itlik derecesi
* Gibi veya kadar edatları
ile kavramları
n karş
ılaş



p eş
it ölçüde gösterilmesi.


itlik eki
* Kelimeye "gibi, göre" anlamıkatan ek. Türkçede bu kavramları
-ce, -si ekleri verir.


itsiz
* Eş
it olmayan, gayrimüsavi.


itsizlik

ki veya daha çok ş
eyin eş
it olmamasıdurumu, müsavatsı
zlı
k.


kâl
* Biçimler, ş
ekiller, kı

k.


kenar
* Kenarlarıeş
it olan.


kenar dörtgen
* Dört kenarıda bir birine eş
it olan dörtgen, main.


kenar üçgen
* Üç kenarı
da birbirine eş
it olan üçgen.


kıya
* Dağda, kırda yol kesen hı
rsı
zlar, haydutlar.
* Haydut, kır hı
rsızı.


kıya gibi
* yüzü, bakı
şlarıve kı

ğıkorkunç olan.


kıyalı
k
* Eş
kıya olma durumu veya eş
kıyaca davranı
ş.


kin
* Atı
n bir tür hızlıyürüyüş
ü.
* Böyle yürüyen (at).
* Böyle bir yürüyüşile.


kin
* Sürgün, filiz.


kinci
* Savaş
a giden eyalet askeri.


kinli
* Hı
zlıve düzenli giden (at).


kinsiz
* Hı
zlıve düzenli gitmeyen (at).


lek
* Ekvator.


leksel
* Ekvatoral.


lem
* Kopya.

leme
* Eşlemek iş
i.
* Görüntü ve ses kuş
aklarıarası
ndaki bağ
, senkronizasyon.


lemek
* Benzer iki şeyi bir araya getirmek.
* Ses ile görüntü arasında gerekli bağı
sağ
lamak.


lemeli
* Eş
lemesi yapı
lmı
ş(film).


lemesiz
* Görüntü ve ses kuş
aklarıveya ses kuş
aklarıarası
nda eş
leme bulunmayan (film).
* Eşlemesi bozulmuşolan (film).


lenik
* Herhangi bir biçimde birbiriyle oranlıbulunan (nokta, çizgi, sayı
).


lenme
* Eş
lenmek iş
i.


lenmek
* Eş
lemek iş
ine konu olmak.


leş
me
* Eş
leş
mek iş
i.


leş
mek
* Birbiriyle eşolmak, eştutmak.
* Çiftleşmek.


leş
tirme
* Eş
leş
tirmek iş
i.


leş
tirmek
* Eş
leş
mesini sağlamak.


li
* Eş
i olan, eş
i ile birlikte.


lik
* Eşolma durumu.
* Belirli bir modeli ile armoni oluş
turan ve bir veya birkaç partiye bölüş
türülen sesler bütünü.


lik etmek
* bir solist, bir çalgıveya orkestra ile birlikte müzik icra etmek, refakat etmek.
* beraberinde gitmek, arkadaş lı
k etmek, refakat etmek.
* beraberinde bulunmak.


me
* Eşmek işi.
* Kaynak, pı nar.


mek
* Toprağıveya toprak gibi yumuş
ak bir ş
eyi biraz kazmak.
* Araş
tırmak, incelemek.


mek
* (at için) Hı
zlıgitmek.


ofman
* Spor çalı
şmaları
nda giyilen, pamuklu veya sentetik kumaş
tan, iki parçalıgiysi.


ölçüm

zometri.


raf
* Bir yerin zenginleri, sözü geçenler, ileri gelenler.


raflı
k
* Eş
raf olma durumu.


ref
* Çok onurlu, çok ş
erefli.


ref saati
* Bir iş
in olumlu yola girmesi için en uygun zaman.
*İ şgörecek kimsenin ters davranmayarak, güçlük çı karmayarak uysallı
k gösterdiğ
i zaman.


ribegâh
* Büfelerde içki ve benzeri ş
eylerin ikram edildiğ
i yer.


siz
* Eşi benzeri olmayan veya eşi benzeri görülmemişolan.
* Eşbulmamı ş, eş
inden ayrı
lmı şveya yanında eş
i olmayan.


sizlik
* Eş
siz olma durumu.


tirme
* Eş
tirmek iş
i.


tirmek
* Eş
mesini sağ
lamak.


tirmek
* Atıhı
zlısürmek, koş
turmak.


ya
* Türlü amaçlarla kullanı
lan, insan yapı

, taş
ınabilir, cansı
z varlı
kları
n bütünü.


yalı
* Eş
yası
olan.

et
*İ nsanlarda, hayvanlarda deri ile kemik arası
ndaki kas ve yağ
dan oluş
an tabaka.
* Kasaplık hayvanlardan sağ lanan kaslardan oluşmuşbesin maddesi.
* Ten.
* Meyvelerde çekirdekle deri arası ndaki bölüm.

et bağ
lamak
*ş iş
manlamak.
* yara kapanmak.

et beni
* Deri dokusunun anormal büyüyüp yağ
lanması
yla oluş
an kabarcı
k.

et kafalı
* Anlayı
şsı
z, kaba; budala, enayi.

et kesimi
* Hristiyanları
n büyük perhize girmek üzere bulunduklarıgünler, apukurya.
et kı


* Et kesimi.

et lokması
* Et yemeğ
i.

et obur
* Etle beslenen, etçil.

et oburlar
* Etçiller.

et sı
ğı

* Eti için beslenen sı
ğı
r.

et sineğ
i
* Bkz. kül rengi et sineği.

et sotesi
* Sote.

et suyu

çinde et kaynatı
lmı
şsu.

et ş
eftalisi
* Eti çekirdeğ
inden ayrı
lmayan bir ş
eftali türü (Prunus persica duracina).

et tavuğu
* Eti için beslenen tavuk.

et tı
rnak olmak
* sı
kıaile bağıkurmak.

et tı
rnaktan ayrılmaz
* yakın hı
sımlar arası
ndaki bağkolay kolay kopmaz.

et toprak
* Yumuş
ak, kı
rmı
zıve özlü toprak.

et tutmak

işmanlamak.

et unu
* Karada yaş ayan memeli hayvanların deri, tı
rnak, boynuz ve kemikleri ile mide, bağı
rsak muhteviyatı
ayrı
ldıktan sonra geriye kalan et ve diğer yumuş ak dokuları nın veya kansı z ve kemiksiz mezbaha artı
kları
nın usulüne
göre pişirilip pres edilerek yağ
larıalı
ndıktan sonra öğ ütülmesi ile elde edilen bir ürün.

etajer
* Raflarıolan, kapaksı
z ve taş
ını
r dolap.

etalon
* Ağı
rlı
k ve uzunluk ölçüleri için kabul edilmişkanunî ölçü modeli.

etamin
* Pamuk, keten veya ipekten, seyrek dokunmuşdelikli bir tür kumaş
.

etanol
* Bkz. alkol.

etap
* Bir yarı
şı
n belirli uzaklı
ğıkapsayan bölümlerinden her biri, aş
ama, merhale.
etçi
* Kasap.

etçik
* Küçük et parçası
.

etçil
* Genellikle etle beslenen, et obur.

etçiller
* Diş
leri et yiyecek biçimde geliş
mişomurgalı
memeli hayvanlardan bir takı
m, et oburlar.

eteğ
i ayağına dolaş mak
* eli ayağı
dolaş
mak.

eteğ
i belinde
* kıvrak ve hamarat (kadı
n).

eteğ
i düş
ük
* Pasaklıveya düş
kün (kadı
n).

eteğ
i kirlenmek
* (kadı
n için) namusuna dokunulmak.

eteğ
indeki taş
ıdökmek
* bütün bildiklerini açı
klamak.

eteğ
ine düşmek (veya sarılmak)
* yalvarı
p yakarmak.

eteğ
ine yapışmak (veya sığı
nmak)
* birinin koruyuculuğ
u altı
na girmek.

etek
* Giysinin belden aş ağ ı
da kalan bölümü.
* Vücudun belden aş ağı

na giyilen, değişik biçimlerde, genellikle kadı
n giysisi.
* Giysinin alt kenarı.
* Çadır, kanepe örtüsü gibi kumaş tan olan ş eylerin yere sarkan bölümü.
* Dağ, tepe, yığın gibi yamaçlışeylerin alt bölümü.
* Edep yeri.
* Yağmur suları nı
n, çatını
n bazıyerlerinden içeri sı zması nıönlemek için yapılan saç örtü.

etek bezi
* Kundak çocukları
nın belden aş
ağı

na sarı
lan bez.

etek dolusu
* Pek çok, bol bol, alabildiğ
ince fazla.

etek kiri
* Yolsuz iliş
ki.

etek öpmek
* yaltaklanmak, dalkavukluk etmek.

etek silkmek
* el etek çekmek.

etekleme
* Eteklemek iş
i.

eteklemek
* Birinin eteğ
ini saygıgöstermek amacı
yla öpmek veya öper gibi yapmak.
* Yaranmaya çalı
şmak, dalkavukluk etmek.

etekleri tutuş mak


* çok telâş
lanmak.

etekleri zil çalmak


* çok sevinmek.

etekleyiş
* Eteklemek iş
i veya biçimi.

eteklik
* Vücudun belden aş ağı sınıörten, beli dar, altıgeniş
, genellikle kadı
n giysisi, etek.
* Etek yapmaya elverişli (kumaş ).
* Bir ş
eyin aş
ağı
ya doğ ru uzanan yüzü.

etelemek betelemek
* Kötü davranmak.

eten
* Etene.
* Yemiş lerin yenilen bölümü.

etene
* Memelilerde ana ile dölüt arasında kan alı
p verme iş
ini sağ
layan organ, son, eş
, döl eş
i, meş
ime, plâsenta.
* Meyve yaprağında yumurtacı kları
n bağlıolduğu bölüm.

etenelenme
* Embriyon veya eklentileriyle ana arası
nda kimyasal değiştokuş
u sağlamak amacı
yla ilgi kurma.

etenelenmek
* Embriyon veya eklentileriyle ana arası
nda ilgi kurmak.

eteneli
* Etenesi olan.

eteneliler
* Etenesi bulunan memeliler alt sı


.

etenesiz
* Etenesi olmayan.

etenesizler
* Etenesi bulunmayan basit yapı
lımemeli hayvanlar.

eter
* Oksijenli asitlerin alkollerle birleş
mesinden oluşan sı
vılara verilen ad.
* Hekimlikte kullanı lan, çok uçucu, renksiz ve kendine özgü kokusu olan bir sı

, lokman ruhu.

eterleme
* Eterlemek iş
i.

eterlemek
* Eter buharıkoklatarak anestezi yapmak.

eterleş
me
* Eterleş
mek iş
i.

eterleş
mek
* Bir alkol veya bir asit eter durumuna dönüş
mek.

eterleş
tirme
* Eterleş
tirmek iş
i.

eterleş
tirmek
* Eter durumuna getirmek.

etı
bba
* Doktorlar, hekimler.

Eti
* Hitit.

eti budu yerinde (veya etine dolgun)


*ş işmanca, tombul.

eti kemiğ
i
* esası
, ana özelliği, ası
l ağı
rlı
ğı
.

eti ne budu ne?


* yaşıküçük.
* imkânları
, gücü sı
nırlı
, parasıaz.

eti senin, kemiğ i benim


* çocuk velilerinin öğ
retmene, ustaya vb. ye çocuğun eğitiminde kendisine tam yetki verdiğ
ini anlatmak için
söylenir.

etik
* Töre bilimi, ahlâk bilimi.
* Ahlâkî, ahlâkla ilgili.

etiket
* Bir malın tür, miktar, fiyat vb. nitelikleri veya kitap, defter vb. ş
eylerin kime ait olduğunu belirtmek, belli
etmek için üzerlerine konulan küçük kâğ ıt.
* Toplum içindeki davranı şlarda izlenecek yol, teş rifat.
* Kimlik.

etiketçi
* Etiket yapı
ştı
ran kimse.
* Etikete önem veren, etikete sı
kısı

ya bağlıolan.

etiketçilik
* Etiketçinin iş
i veya mesleğ
i.
* Etiketçi olma durumu.

etiketleme
* Etiketlemek iş
i.

etiketlemek
* Satı
şa çı
karı
lan mal üzerine etiket koymak.

etiketlenme
* Etiketlenmek iş
i.

etiketlenmek
* Satı
şa çı
karı
lan mal üzerine etiket konulmak.

etiketli
* Etiketi olan.
* Etikete bağ lı.

etiketlik
* Etiket yapmaya yarayan veya etiket çubuğu.
etiketsiz
* Etiketi olmayan.

etil
* Organik birleş
iklerin birleş
imine giren karbon ve hidrojen atomlarıgrubu.

etilalkol
* Bkz. alkol.

etilen
* Yanı

, renksiz, az kokulu, 0,97 yoğ
unluğ
unda karbon ve hidrojen birleş
imi.

etimolog
* Etimoloji uzmanı
.

etimoloji
* Köken bilimi.
* Bir kelimenin kökeni.

etimolojik
* Köken bilimi ile ilgili.

etinden et koparmak (veya kesmek)


* çok acıvermek.

etine dolgun
* Şiş
man sayı
lmayan, balı
k etinde.

etioloji
* Sebep bilimi.

Etiyopyalı
* Etiyopya halkı
ndan olan, Habeş
, Habeş
î.

etken
* Etki yapan (her ş
ey), müessir, faktör.
* Bir madde üzerinde belli bir değişiklik yapan, müessir.
* Doğrudan doğ ruya öznenin yaptı ğıiş i anlatan fiil, edilgen karş
ıtı
, malûm.

etken fiil
* Öznesi belli olan fiil: Ali kediyi çok sever. cümlesinde olduğu gibi.

etkenlik
* Etken olma durumu.
* Bir ı
şı
ğın bir duyar katıetkileme özelliği.

etki
* Bir kimse veya nesnenin baş ka bir kişi veya ş
ey üzerindeki gücü, tesir.
* Bir etken veya bir sebebin sonucu.
* Bir kimse üzerinde bı rakı
lan izlenim.

etkileme
* Etkilemek iş
i, tesir.

etkilemek
* Etkiye uğ
ratmak, tesir etmek.

etkilenme
* Etkilenmek iş
i.

etkilenmek
* Etkiye uğ
ramak, müteessir olmak.
etkileş
im
* Birbirini karş
ılı
klı
olarak etkileme iş
i.

etkileş
me
* Etkileş
mek iş
i.

etkileş
mek
* Karş
ılı
klıolarak birbirini etkilemek.

etkileyici
* Etkileyebilecek özellikte olan.

etkili
* Etkisi olan, tesirli, müessir.

etkili olmak
* etkisi duyulmak, etkisini göstermek, tesirli olmak.

etkililik
* Etkili olma durumu, müessiriyet.

etkime
* Etkimek iş
i, tesir.

etkimek
* Etkide bulunmak, tesir etmek.

etkin
* Hareketli, iş
leyen, çalışan, faal, aktif.
* Fiilde bulunan, etkinlik gösteren, edilgin karş ı
tı.
* Kimyasal tepkimelere katı lma yatkı nlığıgösteren (molekül, atom).

etkin okul
* Eğitim etkinliklerinin plânlanması
, uygulanmasıve değ
erlendirilmesi konuları
nda öğrencilere genişçapta
katılma imkânı sağlayan okul.

etkin öğ retim
* Ele alı
nan bir sorunun çözümünde, geleneksel öğ
retim yöntemlerinden yararlanmak yerine, ilgili birkaç
bilgi alanında araştı
rma, deneme ve inceleme yapmaya önem veren öğ retim.

etkinci
* Etkincilik taraftarı(kimse).

etkincilik
* Bütün varlı
ğı
n etkinlik olduğunu, bu etkinliğ
in bir taş
ıyı

yıgerektirmediğ
ini ileri süren öğ
reti, aktivizm.

etkinleşme
* Etkinleş
mek iş i.
* Bir molekül, bir atom veya bir iyonun normal durumundan, enerji yönünden daha zengin ve olaya girmeye
hazır olduğu duruma geçmesi.

etkinleş
mek
* Etkin özellik kazanmak.

etkinleş
tirme
* Etkinleş
tirmek iş
i.

etkinleş
tirmek
* Etkin duruma getirmek.

etkinlik
* Etkin olma durumu, çalı şma, işyapma gücü, faaliyet.
* Fiilde bulunanı
n, etkin olanı
n niteliği.

etkisiz
* Etkisi olmayan, tesirsiz.

etkisizleş
me
* Etkisizleş
mek iş
i.

etkisizleş
mek
* Etkisiz duruma gelmek.

etkisizleş
tirme
* Etkisizleş
tirmek iş
i.

etkisizleş
tirmek
* Etkisiz, etki yapamaz duruma getirmek.

etkisizlik
* Etkisiz olma durumu.

etle tı
rnak arasına girilmez
* aile anlaşmazlıkları
nda bir yanı
tutmak doğ
ru de ğ
ildir.

etle tı
rnak gibi
* birbirlerine candan bağ

, sı
kıiliş
kili.

etlenme
* Etlenmek iş
i.

etlenmek
* Şiş
manlamak, semirmek.

etli
*İ çinde et bulunan.
* Eti çok olan.
* Dolgun, kalı n.
* (meyveler için) Yenecek kı
smıçok olan.

etli bitki
* Kurak ortamda yaş
ayan ve dokuları
içinde bol su depo eden, yapraklarıve sapları
kalı
n bitki.

etli butlu
* Oldukça ş

man.

etli canlı
* Dolgun vücutlu, sağ

klı
, güçlü.

etli ekmek
* Bkz. etli pide.

etli meyve
* Ortasıetli ve sulu olan yemiş
.

etli pide
* Genellikle kıyma ve sebze ile hazı
rlanan iç malzemesinin ince açı
lmı
şhamur üzerine yayı
larak fı

nda
piş
irilmesi ile yapı
lan pide.

etlik
* Kışiçin etinden kıyma, kavurma, pastı
rma ve sucuk yapı
lan semiz hayvan.
* Buzdolabı nda et koymak için ayrı
lmışyer.
etliye sütlüye karış
mamak
* toplum içindeki çeş
itli hareketlerden uzak durmak, hiçbir ş
eyle ilgilenmemek.

etme
* Etmek iş
i.

etme (veya etme yahu)


*şaşılacak durumlarda "öyle mi, doğ
ru mu, gerçek mi?" gibi anlamlar bildirir.

etme bulma dünyası


* kötülük eden kötülük bulur.

etme eyleme
* kötü bir davranı
şkarş
ısı
nda "yapma, affet" anlamı
nda kullanı

r.

etmediğ
ini bırakmamak (veya komamak)
* elinden gelen her türlü kötülüğ
ü yapmak.

etmek
* Bir iş i yapmak.
* Bir durumu ortaya çı karmak.
* (iyi, kötü zarfları
yla) Davranmak.
* (olumsuz olarak) Bir ihtiyacıkarş ılamak.
* Bulmak, eriş mek.
* Birini bir ş eyden yoksun bı rakmak.
* Vermek.
* Eş it değ er kazanmak.
* Herhangi bir değ erde olmak.
* (neler, çok, az gibi belgisiz sıfatlarla) Kötülükte bulunmak.
* (tümleç olarak yatak, alt gibi kelimelerle) Küçük veya büyük aptesini yapmak.

etmen
* Birlikte veya ayrıayrı
etkisini gösteren ve belli bir sonuca götüren güçlerden, ş
artlardan, ögelerden her biri,
amil, faktör.

etnik
* Kavimle ilgili, budunsal, kavmî.

etnograf
* Etnografya uzmanı
, budun betimci.

etnografya
* Kavimleri karş
ılaş

rarak inceleyen, kültür oluş
umları
nıaraş

ran bilim, budun betimi, kavmiyat.

etnolog
* Etnoloji uzmanı
.

etnoloji
*İ nsanlarını rklara ayrı
lış
ını, bunların nereden çıktı
ğını , oluşumunu, yeryüzüne yayı

şı

, araları
ndaki
niteliklerini inceleyip karşılaştı
ran ve sınıflayan bilim, budun bilimi, ırkiyat.

etnolojik
* Etnoloji ile ilgili.

etokrasi
* Yalnı
zca ahlâk üzerine kurulu yönetim biçimi.

etol
* Genellikle kürkten, gösteriş
li kumaş
lardan veya yün örgüden yapı
lmı
şuzun omuz atkı

.

etraf
* Yanlar, taraflar.
* Çevre.
* Bir kimsenin sürekli iliş
kide bulunduğu kimseler, yakı
nlar, muhit.

etrafı
nda dört dönmek
* isteğini elde etmek için birinin yanı
ndan ayrı
lmayı
p gönlünü etmeye çalı
şmak.

etrafı
nıalmak
* çevresinde toplanmak, ortaya almak, kuş
atmak.

etraflı
* Ayrı
ntı

, eksiksiz, kapsayı

.

etraflı
ca
* Derinlemesine, ayrı
ntı

olarak, etraflı
.

etsiz
* Eti olmayan.
* Kuru, sı
ska, zayı
f.

ettiğ
i hayı
r, ürküttüğü kurbağ aya değ memek
* yol açtı
ğızarar, yaptı
ğ ıiyilikten büyük olmak.

ettiğ
i yanı
na (kâr) kalmak
* yaptı
ğıkötülük karş
ılı
ksı
z kalmak, cezası
nıgörememek.

ettiğ
ini bulmak ( veya çekmek)
* yaptı
ğ ıkötü davranış
ın karş
ılı
ğı
nıgörmek.

ettiğ
ini yanı na bırakmamak
* yapılan kötü davranı
şa karş
ılı
k vermek.

ettiğ
iyle kalmak
* yapmak istediği kötülüğü baş
arı
ya ulaş

ramayan kimse, baş
arı

zlı
ğın üzüntüsü ve utancı
içinde kalmak.
* yapmak istenilen kötülük amacı
na ulaş
amamak.

ettirgen
* Fiil kök ve gövdesine bir ek getirilerek, fiilin gösterdiği iş
in baş
kası
na yaptı

ldı
ğı
nıgösteren (fiil):

rdı
rmak, bildirmek gibi.

ettirgen çatı
* Taşıdığıkavram bir nesneye aktarı labilen ve geçiş
li veya geçişsiz fiil kök veya gövdesine -ir, -tir-, -t-
eklerinden birinin veya ikisinin üst üste getirilmesi ile kurulan çatı: içirmek (iç-ir-), söylettirmek (söyle-t-tir-),
güldürtmek (gül-dür-t-) gibi.

ettirgen fiil
* Taş ıdığıkavram bir nesneye aktarı labilen çatı
lıfiil, faktitif. Geçişli veya geçiş siz fiil kök veya gövdelerine -
ir-, -tir-, -t- eklerinden birinin veya ikisinin üst üste getirilmesiyle kurulur: İ lâcı zorla içirdik. Bu iş i başkasına
yaptı rtmak gerekir." cümlesinde olduğ u gibi.

ettirgenlik
* Ettirgen olma durumu.

ettirme
* Ettirmek iş
i.

ettirmek
* Başkası
nın yapması
nısağ
lamak.
* Sebep olmak.

etüt
* Herhangi bir konuda yapı
lan inceleme, araş

rma.
* Ön çalı
şma.
* Belli bir konuyu inceleyen, araş
tıran eser veya yazı.
* Öğrencilerin, bir öğretim görevlisinin gözetimi, denetimi altı
nda ders çalı
şmaları
na ayrı
lan zaman, mütalâa,
müzakere.

etüt etmek
* incelemek, araş

rmak.

etüv
* Yiyecekleri, nesneleri yüksek ı

yla sterilize ve dezenfekte etmekte kullanı
lan kapalıaraç.
* Türlü eş
yalarıkurutmakta veya temizlemekte kullanı lan araç.
* Mikropların üretilmesinde uygun sı caklı ğısağ layan kapalı araç.

etyaran
* Daha çok parmaklarda olan, derinlere kadar iş
leyen dolama, kurlağan.

etyemez
* Etyemezlikle ilgili.
* Etyemezlik rejimini uygulayan kimse, vejetaryen.

etyemezlik
* Her tür etin, et türevlerinin, hayvansal besinlerin yer almadı
ğıbeslenme biçimi, vejetaryenlik.

Eu
* Evropiyum'un kı
saltması
.

ev
* Yalnı z bir ailenin oturabileceği biçimde yapılmı şyapı.
* Bir kimsenin veya ailenin içinde yaş adığıyer, konut.
* Evin iç düzeni, eş yasıvb.
*İ çinde bir işgörülen veya bazen belirli bir amaçla kullanı lan yer.
* Herhangi bir yerde toplumsal, kültürel, ekonomik yönlerden tanı tma görevini üstlenen veya belli alanlarda
olan kiş
ilerin toplanı p toplumsal iliş
kilerini sürdürmelerini sağlayan kuruluş .
* Aile.
* Soy, nesil.

ev açmak
* ayrıbir eve yerleş
mek, ayrıbir eve geçmek.
* evlenmek.

ev adamı
* Evine bağ
lıerkek.

ev alma, komşu al
* komşuya verilen değeri anlatı
r.

ev altı
* Eski evlerde ambar, ahı
r olarak kullanı
lan zemin katı
.

ev bark
* Ev, mülk.
* Aile, çoluk çocuk.

ev bark yı
kmak
* karı
kocayı
birbirinden ayı
rmak.

ev bozmak
* (karıkoca) ayrı
lmak veya ayrı
lması
na sebep olmak.

ev ekmeği
* Mayalıhamurdan ev tipi fı

nlarda veya tandı
rlarda piş
irilen çeş
itli boyda ve kalı
nlı
kta ekmek.

ev ekonomisi
* Evin bakı
mı, geçimi ve yaş
ayı
şıile ilgili bilim dalı
.

ev eş
yası
* Evde kullanı
lan değiş
ik nitelikli eş
yaları
n bütünü.

ev ev dolaşmak (veya gezmek)


* her eve uğrayarak dolaş
mak (gezmek).

ev gailesi
* Evin maddî manevî yükü.

ev halkı
* Bir evde yaş
ayanları
n hepsi.

ev iş
i
* Evdekilerin ev içindeki ihtiyaçları
nısağ
layan iş
ler.

ev iş
letmek
* genel ev sahibi olmak.

ev kadı

* Ev işleriyle uğraş
an ve bu işi iyi başaran kadı
n.
* Dışarıda çalı ş
mayıp evinin işlerini yapan kadı
n.

ev kirası
* Kiralanan ev için ödenen para.

ev sahibi
* Evi veya konutu yasalara göre tasarrufu altı
nda bulunduran, evin sahibi olan kimse, mülk sahibi.

ev sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi


* malımülkü yüzünden kendini üzüntüye kaptı
rmamak veya malımülkü ile övünmemek gerektiğ
ini anlatı
r.

ev sineği
* Böcekler sı


nın, çift kanatlı
lar takı
mından, kül renkli, dizanteri ve tifo mikroplarıtaş
ıyan bir eklem
bacaklıtürü (Musca domestica).

ev tutmak
* ev kiralamak.

ev yemeğ
i
* Evde yapı
lan yemek.

evaze
* (giysi için) Etek ucuna doğ
ru geniş
leyen.

evcara
* Klâsik Türk müziğ
inde bir makam.

evce
* Evcek.

evcek
* Bütün ev halkıbirlikte.

evci
* Tatil günlerini evinde geçiren (yatı
lıöğ
renci, er vb.).

evci çı
kmak
* tatil günlerinde okuldan (kı
şladan vb. den) eve gelmek.

evcik
* Küçük, sevimli ev.

evcil
* Eve ve insana alı
şmı
ş, kendisinden yararlanabilen (hayvan), ehlî, yabanî karş
ıtı
.

evcil hayvan
* Evde bakı
labilen, insana alı
şmı
şolan, evcilleş
tirilmişhayvan.

evcilik
* Genellikle kı
z çocukları

n ev iş
lerini örnek alarak oynadı
klarıoyun.

evcilleş
me
* Evcilleş
mek iş
i, ehlîleş
me.

evcilleş
mek
* Evcil bir duruma gelmek, ehlîleş
mek.

evcilleş
tirilme
* Evcilleş
tirmek iş
i.

evcilleş
tirilmek
* Evcil duruma getirilmek, ehlîleş
tirilmek.

evcilleş
tirme
* Evcilleş
tirmek iş
i, ehlîleş
tirme.

evcilleş
tirmek
* Evcil bir duruma getirmek, ehlîleş
tirmek.

evcillik
* Evcil olma durumu.

evcimen
* Evine, ailesine çok bağlı(kimse).
* Ev iş
lerini iyi bilen, becerikli (kadı
n).
* Aklıbaş ında, sakin.

evç
* En yüce yer.
* Yer yuvarı na göre, Yer öte, (Güneş
e göre) Gün öte.
* Bkz. eviç.

evde kalmak
* (kı
z için) evlenme çağıgeçmişolmak.

evdeci
* Çiftliklerde iş
çilere yemek hazı
rlayan aş
çı.

evdeki pazar (veya hesap) çarş


ıya uymamak
* önceden tasarlanan bir işumulduğu gibi sonuçlanmamak, düş
ünüldüğ
ü gibi olmamak.

evdemonizm
* Mutçuluk.

evdeş
* Aynıevde oturanlardan her biri.

evecen
* Aceleci, acul.

evecenlik
* Acelecilik.
evegen

vecen.

veğen, çabuk ilerleyen, had, akut.

evelemek
* "Bir sözü tam söylememe, ağzı
nın içinde mı

ldanmak" anlamı
nda evelemek develemek sözünde geçer.

everme
* Evermek iş
i.

evermek
* Evlendirmek.

evet
* "Öyledir" anlamında doğrulama veya tasdik kelimesi.
* Konuş ma arasında cümlenin olumlu anlamı nıpekiş tirmek için de kullanı

r.

evet efendimci
* Kendine özgü bir düş
üncesi olmadı
ğı
ndan veya hoşgörünmek için karş
ısı
ndakinin her sözüne "evet
efendim" diyen (kimse).

evetleme
* Evetlemek iş
i veya durumu.

evetlemek
* Evet demek, onaylamak.

evgin
* Öncelikle yapı
lmasıgereken, ivedili, müstacel.

evham
* Kuruntular, kuş
kular, vehimler.

evhamlanma
* Evhamlanmak iş
i.

evhamlanmak
* Kuruntu duymak, kuruntuya kapı
lmak, kuş
kulanmak, vehmetmek.

evhamlı
* Kuruntulu, kuş
kulu, vehimli, mütevehhim.

evhamsı
z
* Evhamı
olmayan.

evi sı
rtı
nda
* Evi yurdu olmadan herhangi bir yerde yaş
ayan.

eviç
* Klâsik Türk müziğ
inde bir birleş
ik makam, evc.

evin
* Bir ş
eyin içindeki öz, lüp.
* Buğday tanesinin olgunlaş mı
şiçi, özü, habbe.

evin bağlamak
* ürün tanelenmek, tane bağlamak, olgunlaş
mak.

evin direğ
i
* Ailenin en önemli kiş
isi.
evinin kadını
* Evine, kocası
na bağ
lıve bunlarla ilgili iş
leri baş
arı
r nitelikte olan kadı
n.

evinlenme
* Evinlenmek iş
i.

evinlenmek
* (buğday, arpa vb.) Olgunlaş
mak.

evinli
* Özlü ve dolgun (tohum).

evinsiz
* Özsüz, boş
, kof.

evire çevire
*İ yice, istediğ
i gibi, adamakı
llı
.

evirgen

şini bilen, ölçülü ve hesaplıişgören.

evirme
* Evirmek iş i.
* Bir önermenin konusunu yüklem, yüklemini de konu durumuna getirerek, vargı sıdoğ ru olan yeni bir
önerme çıkarma, akis: "Hiçbir insan ölümsüz değildir" önermesinden evirme yoluyla "hiçbir ölümsüz insan değildir"
önermesi çı
karılabilir.

evirmek
* Döndürmek, çevirmek.
* Yapı

nıdeğiştirmek, taklip etmek.

evirmek çevirmek
* iyice, istediğ
i gibi, adamakı
llıgözden geçirmek.

evirtik
* Evirtime uğ
ramı
ş.

evirtim
* Evirtmek iş
i, akis.

evirtmek
* (sakarozu) Glikoz ve levüloza çevirmek.
* Bakı ş
ımlıolarak ters çevirmek.

eviye
* Mutfakta musluk altı
nda bulaş
ık yı
kamaya yarayan tekne.

eviye sifonu
* Mutfaklarda bulaş
ık yı
kamaya yarayan teknenin altı
na konan ve pis sularıana atı
k su kanalı
na aktaran araç.

evkaf
* Vakı
flar.
* Vakı
f malları
nıyöneten kuruluş
.

evlâ
* Daha iyi, yeğ
.

evlâdiyelik
* Evlâttan evlâda eskimeden kalacak kadar dayanı
klı(eş
ya).

evlâdüı
yal
* Çoluk çocuk, ev halkı
.
evlât
* Bir kimsenin oğlu veya kızı, çocuk.
* Soy, döl.
* Yaş lıkimselerin çocuklarıyaş ı
ndakilere kullandı
klarıbir seslenme.

evlât edinmek
* yasayla belirtilmişş
artlar içinde bir kimseyi evlât olarak nüfusuna geçirmek.

evlât gibi (veya evlâdıgibi)


* özenle, titizlikle.

evlâtlı
* Evlâdıolan.

evlâtlı
k
* Evlât olma durumu.
* Birinin yasayla evlât hakkıtanıdığıkimse.
* Küçük yaş tan beri eve alı
nıp yetiş
tirilen kimse.

evlâtsı
z
* Evlâdıolmayan.

evlek
* Tarlanın, tohum ekmek için saban iziyle bölünen bölümlerinden her biri.
* Dönümün dörtte biri kadar olan alan ölçüsü.
* Tarlalarda suyun akmasıiçin açı
lan su yolu.
* On liralı
k kâğıt para.

evlekleme
* Evleklemek iş
i.

evleklemek
* Sürülecek tarlayıeş
it bölümlere ayı
rmak.

evlendirilme
* Evlendirilmek iş
i.

evlendirilmek
* Evlenmesi sağlanmak.

evlendirme
* Evlendirmek iş
i.

evlendirmek
* Evlenmesini sağ
lamak.

evleniş
* Evlenmek iş
i veya biçimi.

evlenme
* Evlenmek iş
i, izdivaç.

evlenmek
* Erkekle kadı
n, aile kurmak için kanuna uygun olarak birleş
mek, izdivaç etmek.

evlenmek barklanmak
* evlenerek bir aile kurmak.

evlerden ırak (veya uzak)


* ölüm veya kötü bir durumdan söz edilirken dinleyenlerin aynıdurumla karş
ılaş
mamaları
nıdilemek için
söylenir.
evlere ş
enlik
* beğ
enilmeyen, olumsuz karş
ılanan bir durum, bir davranı
şkarş
ısı
nda alay yollu söylenir.

evleviyet
* Öncelik.

evleviyetle
* Öncelikle, haydi haydi.

evli
* Evlenmişbulunan (kadı n veya erkek).
* Herhangi bir sayı
da ev bulunan (yer).
* Evi olan.

evli barklı
* Evlenmiş
, çocuklarıolan (kimse).

evli evine, köylü köyüne


* artı
k dağılalı
m, herkes evine, iş
ine gitsin.

evlik
* Herhangi bir sayı
da evi olan, hanelik.

evlilik
* Evli olma durumu.

evlilik birliğ
i
* Karıve kocadan oluş
an topluluk.

evlilik dı
şı
* Kanunî olmayan, kanuna uygun olmayan, gayrimeş
ru.

evliya
* Erenler, ermiş
ler, veliler.
* Yatı
r.

evliya gibi
* uysal, çok iyi ahlâklıkimse.

evliya otu
* Baklagillerden, hayvanlara yedirilmek için ekilen bir bitki, eş
ek otu (Onobrychis).

evliyalı
k
* Ermiş
lik.

evmek
* Bkz. ivmek.

evolüsyon
* Değiş
me, geliş
me.

evrak
* Kâğı
t yaprakları
, kitap sayfaları
.
* Yazı
lmışkitaplar, mektuplar veya yazı
lar.

evrak çantası
*İ çinde belge veya dosya bulunan ve taş
ınabilen, kösele, deri, kumaşvb. yapı
lan özel kap.

evrak dolabı
* Dosyaları
, diğer yazıve belgeleri saklamakta kullanı
lan dolap.
evrat
* Müslümanlarca belirli zamanlarda okunmasıâdet olan dualar ve Kur'ân ayetleri.

evrat çekmek
* okunması
âdet olan dualarıve Kur'ân ayetlerini sürekli tekrarlamak.

evre
* Bir olayda birbiri ardı
nca görülen, bir iş
te birbiri ardı
nca beliren, geliş
en değiş
ik durumları
n her biri, aş
ama,
safha, merhale, faz.

evren
* Gök varlıkları
nın bütünü, kâinat, kozmos.
* Düzenli ve uyumlu bir bütün olarak düşünülen bütün varlı
klar.
* Kiş
inin içinde yaşadığı
, iliş
kide bulunduğ
u ortam.

evren bilimi
* Evreni yöneten genel yasalar bilimi, kozmoloji.
* Evrenin oluşumunu, yapı sınıinceleyen felsefe ve bilimsel öğ
reti.

evren bilimsel
* Evren bilimiyle ilgili, kozmolojik.

evren doğumu
* Evrenin oluş
umu, kökeni, doğuş
u ve yaradı

şıile ilgili kuram, kozmogoni.

evren pulu
* Mika.

evrensel
* Evrenle ilgili.
* Bütün insanlı ğ
ıilgilendiren, âlemş ümul, cihanş
ümul, üniversal.
* Dünya ölçüsünde, dünya çapı nda.

evrenselleş me
* Evrenselleş
mek iş
i.

evrenselleş mek
* Evrensel duruma gelmek.

evrenselleş tirme
* Evrenselleş
tirmek iş
i.

evrenselleş tirmek
* Evrensel duruma getirmek.

evrensellik
* Evrensel olma durumu.

evrik
* (baş
ka bir önermeye, teoreme veya probleme göre) Terimleri ters durumda olan (önerme, teorem veya
problem).

evrilir
* Konu ile yüklemin birbirinin yerine geçmesiyle doğruluğ
u bozulmayan (önerme): "Her insan güler evrilir
bir önerme sayı

r, çünkü "her gülen insandı r" yargı
sıyanlı
şolmaz.
* Alı

da kullanılı
p kimyasal iş lemden geçtikten sonra doğrudan doğ
ruya pozitife dönebilen (film).

evrim
* Zaman içinde birdenbire olmayan, kesintisiz, niteliksel ve niceliksel geliş
me süreci.
* Bir canlıyıötekilerden ayı
rt eden biçimsel ve yapısal karakterlerin gelişmesi yolunda geçirilen bir dizi
değ
işme olayı
, tekâmül.
*İ nkılâp.
evrimci
* Evrimcilik yanlı sıolan (kimse).
* Evrimcilikle ilgili.

evrimcilik
* Evrimi temel alan doğ
a bilimi ve felsefe öğretisi.

evriş
ik
* Evirme yoluyla elde edilen (önerme): "Her insan güler" önermesinin evriş
iği, "her gülen insandı
r"
biçiminde olur.

evropiyum
* Atom numarası63, atom ağı
rlı
ğı122 olan, yalnı
z tuzları
ve bir tek oksidi bulunan parlak gri renkte bir
element.KısaltmasıEu.

evsaf
* Nitelikler, vası
flar.

evsel
* Evle ilgili.

evsel atı
k
* Evde kullanı
mdan düş
müş
, eskimiş
, yı
pranmı
şveya çöp durumuna gelmişmaddeler.

evseme
* Evsemek iş
i veya durumu.

evsemek
* Evini, yurdunu özlemek.

evsin
* Avlanı
rken avcı
ları
n hayvanlardan gizlendiğ
i yer.

evsiz
* Evi olmayan.

evsiz barksı
z
*İş siz güçsüz, avare, baş
ıboş
.

evvel
* Önce.
*İlk, önceki, geçmiş
.

evvel Allah
* "önce Tanrıyardı
mıyla" anlamı
nda bir pekiş
tirme sözü.

evvel bahar
* ilk bahar.

evvel ve ahir
* başta da sonda da, eninde sonunda.

evvel zaman
* Çok önceden, çok eskiden, önceleri.

evvelâ
* Önce, ilk önce, ilkin.

evvelâ can, sonra canan


* önce can, sonra sevgili.
evvelce
* Önce.
* Önceleri, eskiden.

evvelden
* Önceden, eskiden, evvelce.

evvelemirde
* Öncelikle, ilk önce, her ş
eyden önce.

evveli
* Evvelki.
* Eskiden.

evveliyat
* Bir iş
in önceki evreleri, öncesi, önceleri.

evvelki
* Önce olan, önceki.
*İki önceki.

evvelleri
* eskiden, geçmiş
te.

evvelsi
* Bkz. evvelki.

ey
* Kendisine söz söylenilen kimse veya kimselerin dikkati çekilmek istendiğinde adı
n baş ı
na getirilir ve
uzatı
labilir.
* Kendisine seslenilen kimse, nesne vb.nin adı
nın başına getirilerek anlamıgüçlendirir.
* Usanç anlatır.
* (soru olarak) öyle ise, o hâlde?.

-ey
* Bkz. -ay / -ey.

eyalet
* Çoğunlukla valilerce yönetilen ve yönetim bakı mından bir tür bağı
msızlı
ğıolan büyük il.
* Osmanlıimparatorluğ unda en büyük sivil ve asker yönetim bölgesi.

eyer
* Binek hayvanları
nın sı
rtı
na konulan, oturmaya yarayan nesne.

eyer boş
altmak
* cirit oyununda hedef olmaktan kurtulmak için eyer üzerinde sağ
a sola eğilmek.
* saldı rı
larıboş
a çı
karacak önlemler almak.

eyer kaltağı
* Eyerin tahtadan yapı
lan kafes biçimindeki bölümü.

eyer kapatmak (veya kapamak)


* eyeri atı
n sı
rtı
na koyup bağ
lamak.

eyer kaş
ı
* Eyerlerin ön ve arka tarafları
ndaki çı

ntı
lıbölüm.

eyer vurmak
* eyeri hayvanı
n sı
rtı
na koyup bağ
lamak.

eyerci
* Eyer yapı
p satan kimse.
eyercilik
* Eyer yapma veya satma iş
i.

eyere de gelir, semere de


* her iş e yarar, incesine de, kabası
na da.

eyeri boşkalmak
* binicisi ölmek.

eyerleme
* Eyerlemek iş
i.

eyerlemek
* At üzerine eyeri koyup bağ
lamak, eyer vurmak.

eyerlenme
* Eyerlenmek iş
i.

eyerlenmek
* Eyer vurulmak.

eyerli
* Eyer vurulmuş
, sı
rtı
na eyer konulmuş(hayvan).

eyersiz
* Sı
rtı
na eyer konulmamı
ş(hayvan).

eyitmek
* Demek.

eylem
* Eylemek iş
i, fiil, aksiyon.
* Fiil.
* Bir durumu değiş tirme ve daha ileriye götürme yönünde etkide bulunma çabası
, amel.

eylemci
* Düş
üncesini eylemi ile gerçekleş
tirmeye çalı
şan (kimse).

eylemcilik
* Eylemci olma durumu.
*İ nsan hayatıve düş
üncesinde baş

ca gerçekliğin etki ve eylem olduğ
unu öne süren öğreti ve dünya görüş
ü,
aktivizm.

eylemde bulunmak
* bir harekete kalkı
şmak.

eyleme
* Eylemek iş
i.

eyleme geçmek
* tasarlanan bir iş
i uygulamaya baş
lamak.

eylemek
* Etmek, yapmak.

eylemli
* Eylem durumunda olan, amelî, fiilî.
* Kadrolu.

eylemlik
* Mastar.
eylemsi
* Fiilimsi.

eylemsiz
* Eylemi olmayan.

eylemsizlik
* Eylemsiz olma durumu.

eylemsizlik ilkesi
* (bir cisme bir kuvvet etki etmedikçe) Cismin durması
veya düzgün doğrusal bir hareket yapması
.

eylül
* Yı

n 30 gün süren dokuzuncu ayı
.

eymir
* \343 eğ
mür.

eytam
* Yetimler.

eytam maaşı
* Memur yetimlerine verilen aylı
k.

eytiş
im
* Diyalektik.

eytiş
imsel
* Eyitiş
imle ilgili.

eyvah
* Beklenmedik, kötü, hoş
a gitmeyen bir haber veya olay karş
ısı
nda duyulan acı
nmayıanlatı
r.

eyvallah
* "Teş
ekkür ederim", "Allaha ı
smarladı
k" ve "evet, öyle olsun" anlamları
nda kullanı

r.

eyvallah demek
* hoşgörerek kabul etmek veya edilmek.

eyvallah etmemek
* birinden yardı
m istememek, gönül borcu olmamak, boyun eğmemek.

eyvallahıolmamak
* gönül borcu olmamak.

eyvan
* Bkz. ayvan.

eyyam
* Günler.

eyyam ağası
* Her durum ve zamanda fı
rsat kollayarak büyüklere yaranan kimse.

eyyam efendisi
* Eyyam azası
.

eyyam görmüş(veya sürmüş )


* iyi günler görmüş
, mutlu zamanlar yaş
amı
ş.

eyyam ola
* "havanı
n iyi olması
nıdilerim" anlamı
nda bir söz.

eyyamcı
* Gününü dilediğ
ince geçiren, gününü gün eden.

eyyamcı

k
* Eyyamcıolma durumu.

ez de suyunu iç
* değersiz, faydası
zşeyler için kullanı

r.

eza
* Üzme, sı

ntıverme, üzgü.

eza cefa
* Baskıve zulüm.

ezan
* Müslümanlı
kta namaz vaktini bildirmek için müezzinin yaptı
ğıçağ
rı.

ezan saati
* Ezan okuma saati.

ezan vakti
* Ezan okunma zamanı
.

ezancı
* Ezan okuyan kimse, müezzin.

ezanî
* Ezanla ilgili.

ezanî saat
* Güneş
in batı
şı
nda 12'yi gösterecek biçimde ayarlanan saat.

ezansı
z
* Ezan okunmayan, ezanıolmayan.

ezber
* Bir metni veya bir sözü eksiksiz tekrarlayabilecek biçimde akı
lda tutma.
* Ezberleme ve akı lda tutma yeteneğ i.
* Ezber edilecek ders.

ezber etmek
* ezberleyerek akı
lda tutmak.

ezber okumak
* herhangi bir yere bakmadan bellekte kalan biçimiyle söylemek veya konuş
mak.

ezberci
* Dersini veya herhangi bir konuyu anlayarak değil de, kelime kelime hafı
zası
nda tutan (kimse).

ezbercilik
* Ezberci olma durumu.

ezberden
* Ezberlenmişbiçimde, ezbere.

ezberden yapmak
* bir yere bakmadan bellekte kalan biçimiyle okumak veya söylemek.

ezbere
* Ezberleyerek, bir yerden okumayarak, bir yere bakmayarak.
* Aslı
nı, gerçeğ
ini anlamadan, bilmeden, düş ünmeden, incelemeden.

ezbere anlatmak
* okunan bir ş
eyi olduğu gibi, bozmadan anlatmak.

ezbere bilmek
* o yerin her yanı
nıiyice bilmek.

ezbere işgörmek
* incelemeden geliş
igüzel yapmak.

ezbere konuş mak


* bilmeden, aslı
nıarayı
p sormadan konuş
mak.

ezbere yapmak
* ezberden yapmak.
* model veya doğ
a karş
ısı
nda durmayarak fikirden tasavvur ve tahayyül suretiyle resim yapmak.

ezberinde
* Belleğ
inde.

ezberleme
* Ezberlemek iş
i.

ezberlemek
* Bir ş
eyi olduğ
u gibi akı
lda tutmak, ezber etmek.

ezberlenme
* Ezberlenmek iş
i.

ezberlenmek
* Ezberlemek iş
i yapı
lmak.

ezberletme
* Ezberletmek iş
i.

ezberletmek
* Ezberlemesini sağ
lamak.

ezberleyiş
* Ezberlemek iş
i veya biçimi.

ezcümle
* Baş

ca, belli baş
lıolarak, esas olarak.
* Örnek olarak.

ezdirme
* Ezdirmek iş
i.

ezdirmek
* Ezmek iş
ini yaptı
rmak.

ezdirtme
* Ezdirtmek iş
i.

ezdirtmek
* Ezdirmek iş
ini yaptı
rmak.

ezel
* Baş
langı
cıbelli olmayan zaman, öncesizlik.
ezel ebet
* Ezelden ebede kadar, ebediyen.

ezelî
* Başlangı
cıolmayan, öncesiz.
* Eski.

ezelî ebedî
* Önsüz, sonsuz.

ezelî takdir
* Yazgı
.

ezercesine
* Ezer gibi, ezmeğe yakı
n.

ezgi
* Belli bir kurala göre çı karılan ve kulakta haz uyandı ran ses dizisi, nağ
me, melodi.
* Bir müzik parçası nda baştan sona kadar belirli yerlerde tekrarlanan ses dizisi.
* Kulağ a hoşgelen ses veya söz dizisi.
* Gidiş , yol, tarz, tempo.
* Üzüntü, sı kı ntı
.

ezgiç
* Boyaları
ezmeye yarayan demir veya porselen alet.

ezgilenme
* Ezgilenmek durumu.

ezgilenmek
* Ezgi özelliğ
ini kazanmak.

ezgili
* Ezgisi olan, melodik.

ezgin
* Paraca durumu bozuk olan (kimse).
* Çok cefa görmüş(kimse).
* Çürük, ezik (meyve).
* Üzüntü veren.

ezgince
* Ezgin bir biçimde.

ezginlik
* Ezgin olma durumu.
* Açlı
k duygusunu andıran bir tedirginlik.
* Üzüntü, sı
kıntı
.

ezici
* Ezmek iş ini yapan.
* Üstün, yok eden, ağı r basan.
* Yı
pratıcı, bunaltıcı
, sıkıntı

.

ezik
* Ezilmişveya yassılmı ş.
* Olaylar ve hayat ş
artlarıkarş
ısı
nda güçsüz ve sı

ntı
lıduruma düş
müşolan, üzüntülü.
* Bere, çürük.

ezik büzük
* Ezilmişve büzülmüş
, eğ
ri büğ
rü.
eziklik
* Ezik olma durumu.

ezile büzüle
* Utangaçlı
kla, sı

lganlı
kla.

ezilgen
* Kolayca ezilip toz durumuna gelen.

ezilip büzülmek
* güç bir duruma düş
üp davranı
şları
yla utandı
ğı
nıbelli etmek.

eziliş
* Ezilmek iş
i veya biçimi.

ezilme
* Ezilmek iş
i.

ezilmek
* Ezmek iş ine konu olmak.
* (mide, yürek ve iç sözlerini özne olarak aldı
ğı
nda) Açlı
k sı

ntı
sıduymak.

ezilmiş
* Ezik duruma gelmiş.
* Kendisine baskıyapılmı
ş, haklarıelinden alı
nmı
ş.

ezilmiş
lik
* Ezilmişolma durumu.

ezim evi
* Tohumları
n ezilip yağçı
karı
ldı
ğıyer.

ezim ezim
* Ezmek veya ezilmek fiillerine getirilerek onları
n anlamları
nıpekiş
tirir.

ezinç
* Organik veya ruhî büyük sı
kıntı
, azap.

ezinti
* Açlı
k etkisiyle midede duyulan tedirginlik.
* Korku veya heyecan sebebiyle duyulan eziklik, sı

ntı
.

ezip büzmek
* ezerek parçalayarak, tamamen değiş
tirerek kullanı
lmaz veya anlaş
ılmaz duruma getirmek.

eziyet
* Aş
ırıgüçlük ve sı

ntı
, üzgü.

eziyet çekmek
* zahmet ve sı

ntı
ya uğramak.

eziyet etmek
* zahmet ve sı

ntıvermek, canı
nıyakmak.

eziyet vermek
* zahmet çektirmek.

eziyetli
* Eziyet çekerek yapı lan.
* Eziyet veren, eziyet çektiren, üzgülü.

eziyetsiz
* Eziyet çekmeden yapı
lan, sı
kıntı

z, üzgüsüz.

ezkaza
* Kaza ile, yanlı
şlı
kla, rastgele.

ezme
* Ezmek iş i.
* Sebze veya yemişezerek yapı lan yiyecek.
* Bitkilerin etli ve yumuş
ak kı

mları nımacun kı
vamı
na getirmek üzere parçalamak, katı
ve telsel kı

mları

süzerek ayıklamak iş lemi.

ezme boya
* Yağveya baş
ka bir maddeyle ezilerek hamur hâline getirilmişboya.

ezmek
* Üstüne basarak veya bir ş ey arası
na sı
kı ş

rarak yassı
ltmak, biçimini değiş
tirmek.
* Ağır bir ş
ey, başka bir ş
eyin üzerinden geçmek, çiğnemek.
* Sı
vıiçinde bastırıp karıştı
rarak eritmek.
* Üzmek, sı kı
ntıya sokmak.
* Baskıaltında tutmak.
* Dayanı klı
lığ
ınıaş acak derecede çalıştı
rarak yormak.
* Yenmek, sindirmek.
* Harcamak.

ezofori

ki gözde görme bozukluğ
u.

ezogelin çorbası
* Kı rmı
zımercimek, et suyu, yağ
, nane, karabiber, kı
rmı

biber karı
şı
mıpiş
irilen ve Anadolu'da yaygı
n olan
bir tür çorba.

ezoterik
* Belirli bir insan topluluğunun dı
şı
nda kimseye bildirilmeyen, yalnı
zca sı
nırlı
, dar bir çevreye aktarı
lan (her
türlü bilgi, öğreti), batı
nî, içrek.

Ezrail
* Bkz. Azrail.

F
* Flüor'un kı
saltması
.

f, F
* Türk alfabesinin yedinci harfi. Fe adıverilen bu harf ses bilimi bakı mı ndan ötümsüz, sürtünücü dişdudak
ünsüzünü gösterir.
* Nota iş aretleri harflerle gösterilirken fa sesini gösterir.
* Bazıülkelerde ı sıbirimi olarak kullanı lan fahrenhayt derecesinin göstergesi.
* Merceğ in odak uzaklı ğının sembolü.

F.K.B
* Fizik, kimya, biyoloji kı
saltması
.

fa
* Gam (II) dizisinde mi ile sol arası
ndaki ses.
* Bu sesi gösteren nota işareti.

fa anahtarı
* Portedeki notaları
n fa yüksekliğ
inde olacağ
ını
gösteren iş
aret.

faal
* Çok çalış
an, çalı
şkan, canlı
, hareketli, aktif.
*İ ş
ler durumda olan.
* Etkin.
faaliyet
* Çalı
şkanlık, çalı
şma, canlı

k, hareket.
*İ ş
ler durumda olma, etkinlik.

faaliyet göstermek
* çalışmak.
* işler durumda olmak, etkinlik göstermek.

faaliyete geçmek
* çalı
şmaya başlamak, çalı
ş ı
r duruma geçmek, iş
lemeye baş
lamak.
* iş
ler duruma gelmek, etkin duruma gelmek.

faaliyette bulunmak
* çalı
şma içine girmek.

faaliyetten alı
koymak
* çalı
şmasıdurdurulmak, çalı
şmadan alı
konulmak.

fabl
* Çoğ
unlukla manzum, sonuçta ahlâkî bir ders çı
karı
lan alegorik hikâye.

fabrika
*İ şlenmemişveya yarıiş lenmişmaddelerin makine, araç ve benzeri ile iş
lenerek tüketime hazı
r duruma
getirildiği sanayi kuruluş
u, üretim evi.

fabrikacı
* Fabrika sahibi veya fabrika iş
leten kimse, fabrikatör.

fabrikasyon
* Fabrikada yapı
larak tüketime hazı
r duruma getirilen (madde).

fabrikatör
* Fabrikacı
.

fabrikatörlük
* Fabrika sahipliğ
i veya iş
letmeciliğ
i.

facia
* Çok üzüntü veren, acı
klıolay, afet.
* Trajedi, ağ
latı
.

facialaş
ma
* Facialaş
mak durumu.

facialaş
mak
* Facia durumuna gelmek.

facialı
* Faciasıolan, facia gibi karş
ılanan.

faça
*İ skambil destesinin en altı
ndaki kâğıt.
* Yüz, çehre, surat.
* Giysi.
* Yüklü geminin bordası ndaki su düzeyi ile boşgeminin bordası
ndaki su düzeyi arası
nda kalan bölüm.

faça etmek
* serenleri baş
a veya geriye doğ
ru çevirerek yelkenleri sarmak.

façalı
* Havalı
, gösteriş
li.
façası
olmak
* havalı
, gösteriş
li olmak.

façası
nıalmak (veya al aş
ağıetmek)
* birini mahçup etmek, bozmak.

façeta
* Elması
n yontulmuşyüzlerinden her biri, faseta.

façetalı
* Üzerinde façetalarıbulunan.

façuna
* Halatı
n örselenecek yerine tel veya sicimle yapı
lan sargı
.

façuna etmek
* sürtünme veya hava olayları
ndan korumak amacı
yla, halatıince iple sarmak.

façunalı
k
* Façuna yapmakta kullanı
lan tel veya sicim.

fagosit
* Yutar hücre.

fagositoz
* Hücre yutarlı
ğı
.

fagot
* Tahtadan parçalarıuç uca takı

, uzun bir boru biçiminde, perdeli bir üflemeli çalgı
.

fağ
fur
* Çin imparatorları
na verilen unvan.
* Çin'de yapı
lmı şkâse, tabak, vazo gibi porselen eş
ya.

fağ
furî
* Fağfurdan yapı
lmı
ş.

fahiş
* Ölçüyü aşan, aşırı
, çok fazla.
* Ahlâka ve törelere uygun olmayan.

fahiş
e
* Orospu.

fahiş
elik
* Orospuluk.

fahrenhayt
* Erimekte olan buzun sı
caklı
ğı
nı32° C, kaynar suyun buhar sı
caklı
ğı
nı212° C de gösterebilecek biçimde
derecelenmişbulunan bir tür termometre.

fahrî
* Saygıiçin verilen veya övünç için kabul edilen (baş
kanlı
k, üyelik, doktora gibi unvan), onursal.
* Gönüllü, karş ılı
ksız.

fahriye
* Divan edebiyatı
nda ş
airlerin kendi özelliklerinden övünerek söz ettikleri manzume veya manzumenin bir
bölümü.

fahte
* Klâsik Türk müziğ
inde daha çok ilâhi, beste ve özellikle peş
rev formları
nda kullanı
lan, yirmi zamanlı
ve on
iki vuruş
lu bir büyük usul.

fahur
* Çok övünen, çok böbürlenen.

faik
* Üstün, yüksek.

faikı
yet
* Üstünlük, yükseklik.

fail
* Eden, yapan, iş
leyen.
* Hukukî sonuç doğ uran bir suç iş
leyen kimse.
* Özne.

failimeçhul
* Kimin yaptı
ğıbelli olmayan veya bilinmeyen.

failimuhtar
*İ stediğini yapmakta özgür, başına buyruk.
* Yaptı klarından sorumlu olacak durumda ve yaş
ta olan (kimse).

fainal four
* Dörtlü final.

fair-play
* Dürüst oyun.

faiz
*İşletmek için bir yere ödünç verilen paraya karşılı
k alı
nan kâr, getiri, ürem, nema.
* Kapitalist ekonomide, artı
k değerin değ işikliğ
e uğramı şbiçimi olarak paranı n fiyatı
, kiralanan paranı
n kira
bedeli.

faiz fiyatı
* Faize verilen 100 kuruşkarş
ılı
ğı
nda alı
nan bir yı
llı
k faiz.

faizci
* Faizle ödünç para veren kimse, tefeci.

faizcilik
* Faizcinin iş
i, tefecilik.

faize vermek
* (parayı
) faizle ödünç vermek.

faizlendirme
* Faizlendirmek iş
i.

faizlendirmek
* Parayıfaize verip iş
letmek, çoğ
altmak, nemalandı
rmak.

faizli
* (para için) Faizi olan, faizle iş
lem gören.

faizsiz
* (para için) Faizi olmayan.

fak
* Tuzak, kapan.
Fak Fuk Fonu
* Sosyal yardı
mlaş
ma amacı
yla 1990'lıyı
llarda kurulan, halk arası
nda bu kı
saltmayla tanı
nan fakir fukara
fonu.

faka basmak
* aldatı
lmak, tuzağ
a düş
mek.

faka bastı
rmak
* aldatmak, tuzağ
a düş
ürmek.

fakat
* Yalnı
z, ancak, ama, lâkin.

fakfon
* Bakı
r, nikel ve çinkodan oluş
an gümüşgörünüş
ünde bir alaş
ım.

fakı
r
* Yoksulluk, fukaralı
k.

fakih
* Fı

h bilgini.

fakir
* Geçimini güçlükle sağ layan, yoksul, fukara.
* Zavallı.
* (nesneler için) Olması gerekenden az.
* Alçak gönüllülük için birinci kiş
i zamiri görevinde kullanı

rdı
.
* Hindistan'da yokluğ a eziyete kendini alıştı
rmışderviş.

fakir cevher
*İ çindeki madenin oranı
d üş
ük olan maden cevheri.

fakir düş
mek
* yoksullaş
mak.

fakir fukara
* Yoksullar, geçimini sağ
lamakta güçlük çekenler.

fakir tavuğu tek tek yumurtlar


* destekçisi olmayan, dayanağ
ıolmayan kimsenin iş
leri yavaşyürür.

fakirane
* Fakir gibi, fakire uygun düş
en biçimde.

fakirce
* Fakire benzer durumda.

fakirhane
* Düş künler yurdu.
* Alçak gönüllülük göstermek için "evimiz" anlamı
nda kullanı

r.

fakirizm
* Hint felsefesinde insan vücudu bütün kötülüklerin kaynağ
ısayı
ldı
ğı
ndan, bedene eziyeti ruhun kurtuluş
u
ve mutluluğu için gerekli gören çilekeş
lik, Hint derviş
liğ
i.

fakirleş
me
* Yoksullaş
ma.

fakirleş
mek
* Yoksullaş
mak.

fakirleş
tirme
* Fakirleş
tirmek iş
i veya durumu.

fakirleş
tirmek
* Yoksullaş

rmak.

fakirlik
* Yoksulluk.
* Verimsizlik, kı

rlı
k.
* Yetersizlik.

fakr
* Bkz. fakı
r.

faks
* Belgegeçer.

faksimile
* Tı
pkı
bası
m.

fakslama
* Fakslama, belgegeçerleme iş
i.

fakslamak
* Belgeçerlemek, belgeçer ile göndermek.

faktitif
* Ettirgen fiil.

faktör
* Etken, etmen.

fakül
* Benek.

fakülte
* Bir üniversitenin, öğrenim alanı
veya uzmanlı
k konusu bakı
mından ayrı
lmı
şkolları
ndan her biri.

fakülteli
* Fakülte öğ
rencisi olan (kimse).

fal
* Geleceği öğrenmek, ş
ans ve kı
smeti anlamak amacı
yla oyun kâğ
ıdı
, kahve telvesi, el ayasıgibi ş
eylere
bakarak anlam çıkarma.

fal açmak (veya bakmak)


* bakla, su, iskambil vb. ne bakarak gelecekte olacak ş
eyleri anlamaya çalı
şmak.

fal taş
ı
* Falcı
ları
n fala bakmak için kullandı
klarıdeğ
işik biçim ve renklerdeki taş
.

falaka
* Ceza olarak ayak tabanları na vurmakta kullanılan, ayakları
uygun bir durumda sı

ştı

p tutan kalı
nca bir
sopa ile bunun iki ucuna bağ lıbir ipi olan iş
kence aracı.
* Bu araçla uygulanan dayak cezası .
* Bazıkaldı raçlarda kullanılan ucu iple bağlıağaç parçası.

falakacı
* Sadrazamı n, İ
stanbul kadısının, yeniçeri ağası

n veya sekbanbaş
ını
n denetlemeler sı
rası
nda yanı
nda
bulunan ve suçlu bulunanlarıfalakaya yatı
ran görevli.

falakalı
* Falakasıolan.
falakaya çekmek (yatı rmak, vurmak veya yı
kmak)
* falakaya bağ
layarak dövmek.

falan
* Söylenmesi istenmeyen veya gerekli görülmeyen bir özel adı n yerini tutar.
* Tarih, yer, kiş
i ve benzeri sözlerle sı
fat tamlamalarıyapı
ldı
ğı
nda, bu tamlamalar, tekrarlanmak istenmeyen
ş
eyleri genel olarak anlatmaya yarar.
* Cümlede belirtilen nesne veya nesnelerden sonra gelerek "ve benzerleri" anlamı
nda kullanılı
r.

falan festekiz
* Bkz. falan filân.

falan feş
mekân
* Bkz. falan filân.

falan fı
stı
k
* Bkz. falan filân.

falan filân
* Önem verilmeyen, hafifsenen ş
eyler için kullanı

r.

falanca
* Falan.

falanı
ncı
* Söylenmesi gerekli görülmeyen sı
ra sayı
sıyerine kullanı

r, filânı
ncı
.

falanj
* Eski Yunanlılarda, özellikle Makedonya yayaları nın çekirdeğ
ini oluş
turan mı
zraklıalay.
* Bazıülkelerde yarıaskerî siyasî kuruluş
lara verilen ad.

falanjist

spanya'da falanj üyesi.

falcı
* Fala bakmayıkendine geçim yolu yapan kimse.

falcı

k
* Falcı

n iş
i.

falçata
* Bkz. falçete.

falçete
* Eğ
ri kunduracıbı
çağı
.

falez
* Bkz. yalıyar.

falihayı
r

yiye yorulur olgu.

fallus
* Erkeklik organı
.

falname
* Fala bakmanı
n inceliklerini ve yorumlama özelliklerini anlatan kitap.

falso
* Bir parça çalı

r veya söylenirken yapı
lan nota yanlı
şlı
ğı
.
* Yanlışdavranı ş.
falso çı
kmak
* bozuk olmak, umduğunu bulamamak.

falso vermek
* bozulmaya yüz tutmak, açı
k vermek.

falso yapmak
* yanlı
şçalmak, söylemek.
* yanlı
şdavranışta bulunmak.

falsolu
* Yanlı
ş, hatalı
, kusurlu.

falsosuz
* Hatası
z, kusursuz.

falya
* Toplarıateş
lemek için ağız otunun konulduğu delik.
* Kapıp koyuverme, salıverme.

falyanos
* Yunus balı
ğını
n iri bir türü.

familya
* Aile.
* Birçok ortak özellikleri sebebiyle bir araya getirilen cinslerin topluluğ
u, fasile.
* Karı, eş
.

fan
* Havalandırma aracı
, pervane, pervane kanadı; vantilâtör.
* Sı
cak veya soğuk havayıdengeli olarak savuran araç.

fanatik
* Bir kimseye veya bir ş
eye aş
ırıdüş
künlük ve tutkuyla bağlıolan (kimse), mutaassı
p, bağ
naz.

fanatizm
* Bir kimseye veya bir ş
eye aş
ırıdüş
künlük ve tutkuyla bağlı

k, taassup, bağnazlı
k.

fanfan
* Konuş
masıçok iyi anlaş
ılmayan (kimse).

fanfar
* Üflemeli bakı
r çalgı
lardan oluş
an orkestra.
* Bu orkestranı
n çaldığıtartı
mlıve canlıparça.

fanfin
* "Anlaş
ılmayan yabancıbir dille konuş
mak" anlamı
nda kullanı
lan fanfin etmek deyiminde geçer.

fangri
* Mercan türünden bir balı
k.

fani

nsan gözünün algı
ladı
ğıı
şı
kşiddeti.

fâni
* Ölümlü, gelip geçici, kalı
msı
z.

fâni dünya
* Ölümlü, kalı
msı
z dünya.

fanilâ
* Genellikle ince pamuk ipliğinden dokunmuş , ten üzerine giyilen iç çamaş
ırı
.
* Yumuş ak yünden örülmüşveya dokunmuş , hafif ve gevşek kumaş .

fânilik
* Fâni olma durumu.

fanta
* Mavimsi yeş
il renkli bir tür baş
tankara.

fantasma
* Gerçekte olmadı
ğıhâlde var gibi görünen hayal.

fantastik
* Gerçekte var olmayan, gerçek olmayan, hayalî.
* XVIII. yüzyı
ldan başlayarak Fransa'da geliş
en bir edebî tür.

fantaziye
* Bkz. fantezi.

fantazya
* Arap atlı
ları
nın bayramlarda yaptı
klarıgösteri, atlıgösteri.

fantazyalı
* Fantazyasıolan.

fantezi
* Sonsuz, sınırsız hayal.
* Değiş ik heves, değişik beğeni, değiş
ik düşünüş .
* Süslü ve türü değ iş
ik olan.
* Serbest biçimli beste veya alaturkada serbest biçimli ş
arkı
.

fantezist
* Fantezi meraklı

, fanteziye düş
kün.

fanti

skambil oyunları
nda oğlan, bacak, veya vale adları
yla bilinen kâğ
ıt.

fantom
* Hayalet.

fanus
* Süslü, ayaklıfener.
* Saat, mikroskop gibi araçlarıtozdan korumak için üzerlerine kapatı
lan, yarım küre biçiminde cam kap.
* Genellikle silindir biçiminde olan mum, gaz lâmbasıgibi aydınlatma araçları
nın çevresini kapatarak
rüzgârdan koruyan cam mahfaza.

fanuslu
* Fanusu olan.

fanya
* Gözlü bir balı
k ağı
na iri gözlü ikinci bir ağeklendiğinde, bu ikinci ağ
a verilen ad.

fanyol
* Bakı
rdan yapı
lmı
şbariton veya tenor ses veren çalgı
.

far
* Taş
ıtları
n ön bölümünde bulunan, uzağ
ıaydı
nlatan güçlü ı
şı
k verici.

far
* Kadı
nları
n süs için göz kapakları
na sürdükleri çeş
itli renkte boya, düzgün.

farad
* Elektrik sı
ğa birimi.

faraş
* Toplanan süprüntüleri alı
p atmak için kullanı
lan kürek biçiminde teneke veya plâstikten, saplı
kap.

faraşgibi (veya faraşkadar)


* çok büyük veya çok genişaçı
lan (ağ
ız).

faraza
* Diyelim ki, sayalı
m ki, söz geliş
i, ola ki, tutalı
m ki.

farazî
* Bir varsayı
ma dayanan, varsayı
msal, hipotetik.

faraziye
* Varsayı
m, hipotez.

farba
* Fı
rfı
r, farbala.

farbala
* Fı
rfı
r.

fare
* Sı
çangillerden, küçük vücutlu, kemirgen, memeli hayvan (Mus).
* Bazen sıçan yerine kullanı

r.

fare çı
ktı
ğıdeliği bilir
* bir kabahate, suça veya gizli iş
e kalkı
şan kiş
i, yakalanacağ
ını
anlayı
nca nereye sı
ğı
nacağ
ınıbilir.

fare deliğe sı
ğmamı ş
, bir de kuyruğuna (veya kıçına) kabak bağ lamış
* yapamayacağı kadar ağı
r bir iş
i varken baş ka bir işdaha yüklenmiş
.
* kendisi sı
ğıntıdurumunda iken yanı na bir kişi daha almış.

fare deliği
* Gizlenecek yer.

fare deliği bin altı


n
* herkesin kaçı
p saklanacak bir yer aradı
ğıdurumlarda, saklanı
lacak bir yer bulmak çok güçtür.

fare diş
i
* Bir iğ
ne veya boncuk oyasıtürü.

fare düş
se, başıyarılı
r
* bir yerin boşve yoksulluk içinde bulunduğ
unu anlatı
r.

fare kuyruğu
* Tahta iş
lemeciliğ
inde veya ahş
ap doğramada, kilit yeri açmakta kullanı
lan ince, dar testere.

fare otu
* Sütleğ
engillerden, mavi çiçekli, tohumlarıfare zehiri olarak kullanı
lan bir bitki.

farekulağı
* Çuha çiçeğigillerden, tohumu kuşyemi olarak kullanı
lan bitkilerin cins adı(Anagallis).
* Yabanî mercanköş k.

fareler cirit oynamak


* bir yerde kimseler bulunmamak.

farenjit
* Yutak iltihabı
, hunnak, anjin.
farfara
* Ağzıkalabalı
k, gürültücü.
* Övüngen.

farfaracı
* Gürültücü, ş
amatacı(kimse).

farfaracı

k
* Farfaracıolma durumu.

farfaralı
k
* Farfara olma durumu, farfara davranı
ş.

farı
ma
* Farı
mak iş
i.

farı
mak
* Güçsüz düşmek, yorulmak.
* Eskimek, yı
pranmak.
* Vazgeçmek, usanmak.
* Kocamak, yaşlanmak, ihtiyarlamak.

fariğ
* Vazgeçmiş , çekilmiş
.
* Sıkınt ı

z, rahat.
* (bir mülkün) Kullanma hakkı
nıbaş
kası
na bı
rakan.

fariğolmak
* vazgeçmek, çekilmek, el çekmek.

farika
* Bir ş
eyin benzerlerinden ayı
rt etmeye yarayan durum veya öge, ayı
rmaç.

faril
* Balı
k ağları

n alt ve üst yanları
na geçirilen keçi kı

ndan yapı
lmı
şip.

Farisî
* Farsça.

fariza
* Tanrıbuyruğu.
* Yapı lmasıgerekli ödev, görev.
* Şeriata uygun bir biçimde mirasçı
lara düş
en pay.

fark
* Bir kimse veya nesnenin bir baş
kası
yla karı
ştı

lmaması
nısağlayan ayrı

k; benzer ş
eyleri birbirinden ayı
ran
özellik, başkalık, ayrı
m.
* Ayrı m.
* Çıkarma iş leminin sonucu.

fark atmak
* ileri gitmek, çok üstün gelmek.

fark etmek
* görmek, seçmek.
* anlamak, sezmek.
* değ işmek, baş
kalaş
mak.
* ayırt etmek.

fark etmez
* önemi yok, etkisi olmaz, değ
işmez.
fark gözetmek
* ayrıtutmak.

fark olunmak
* seçilip ayı
rt edilmek.
* anlaş ı
lmak.
* sezilmek.

farkı
na varmak
* gözüne çarpmak, fark etmek, anlamak.

farkı
nda olmak
* sezmek, anlamak.

farkı
nda olmamak
* görülmesi veya bilinmesi gereken ş
eylerden haberi bulunmamak, kavranmasıgereken bir ş
eye dikkat
etmemek.

farklı
* Farkıolan, araları
nda fark bulunan, değiş
ik, ayrı
mlı
.

farklı
ca
* Farklıgibi.

farklı
laş
ma
* Farklı
laş
mak iş
i, ayrı
mlaş
ma.
* Ayrımlaşma.

farklı
laş
mak
* Farklıduruma gelmek, ayrı
mlaş
mak.

farklı
laş

rma
* Farklı
laş

rmak iş
i.

farklı
laş

rmak
* Farklıduruma getirmek.

farklı

k
* Farklıolma durumu, ayrı mlılı
k, baş
kalı
k.
* Doğal, toplumsal ve bilince dayanan her olay ve olguyu bütün ötekilerden ayı
ran özellik.

farksı
z
* Farkıolmayan.

farksı
zlaş
ma
* Farksı
zlaş
mak iş
i.

farksı
zlaş
mak
* Farksı
z duruma gelmek.

farksı
zlı
k
* Farksı
z olma durumu, ayrı
msı
zlı
k.

farmakodinami
* Hasta veya normal organizmalar üzerinde, ilâçları
n etkisini deneysel olarak inceleyen veya araş

ran bilim.

farmakodinamik
*İlâçları
n etki gücü.
* Hasta veya normal organizmalar üzerinde ilâçları
n etkisini inceleyen eczacı

k dalı
.

farmakognozi
*İlâçları
n doğada bulunduklarıdurumda incelenmesi.
farmakolog
* Farmakoloji ile uğ
raş
an, farmakoloji uzmanı
.

farmakoloji
*İ lâçları
n etkisini ve kullanı

şı
nıinceleyen bilim dalı
.

farmason
* Mason.
* Dinsiz, imansı
z.

farmasonluk
* Masonluk.

Fars

ran'ı
n güneybatı

nda yaş
ayan halk veya bu halkı
n soyundan olan kimse.

fars

lkel, yalı
n güldürme ögelerinden yararlanan, bazen inanı
rlı
ğın sı


nıaş
an, güldürmeyi amaç edinen oyun.

Farsça

ran devletinin resmî dili.

fart furt
* Anlamsı
z, boşsözlerle böbürlenerek.

fart furt, farta furta etmek


* anlamsı z, boşsözlerle böbürlenmek.

farta furta
* Bkz. fart furt.

fartası
furtasıolmamak
* patavatsı
zca konuş
mak.

farz
* Müslümanlı
kta, özür olmadıkça yapı
lmasızorunlu, yapı
lmamasıgünah sayı
lan.
* Yapmak zorunda kalınan ş
ey, boyun borcu.

farz etmek
* öyle kabul etmek, var saymak.

farz olunmak
* var sayı
lmak.

farzı
muhal
* Olmayacak, gerçekleş
meyecek bir ş
eyi olacakmı
ş, gerçekleş
ecekmişgibi düş
ünerek, sayarak, tutalı
m ki,
sayalı
m ki.

fasa fiso
* Değer ve önemi olmayan, boş(ş
ey veya söz).

fasarya
* Boş, anlamsı
z (söz).
*İ ş
e yaramaz, yeteneksiz.

faset
* Baskıişlerinde harf ve satı
rlarıformada tutmak ve sı
kmak için kullanı
lan kama.
* Dişin ön yüzüne estetik amaçla yapılan kaplama.

faseta
* Bkz. façeta.
fası
l
* Bölüm, kı sım, devre.
* Orta oyununa baş lamadan önce saz takı mının çaldı ğıköçek havasıve curcuna.
* Peşrev, nakı ş,ş arkı, saz semaisi gibi parçaları
n belli bir sı
raya göre çalı

p söylenmesi.
* Osmanlıve Arap tiyatrosunda oyunun perde bölümü.
* Belli bir sürede yapı lan iş
, karş
ılaşı
lan durum veya olay.

fası
l heyeti
* Gerekli sazlarla tam olarak bir fası
l yapabilecek durumdaki alaturka saz topluluğu.

fası
la
* Aralı
k, ara, kesinti.

fası
la vermek
* ara vermek, kesmek.

fası
lalı
* Aralı
, aralı
klı
, kesintili.

fası
lası
z
* Arası
z, aralı
ksı
z, durmadan, ara vermeden, kesintisiz, biteviye.

fasih
* (anlatışiçin) Açı
k ve düzgün.
* Açı k ve düzgün konuş ma yeteneğ
i olan.

fasikül
* Cüz.

fasile
* Familya.

fasit
* Kötü, bozuk.
* Ara bozucu, fesat çı
karan, müfsit.

fasit daire
* Kı

r döngü.

fasit olmak
* (namaz, oruç, aptes gibi ş
eyler için) bozulmak.

faska
* Kundak çocukları
nın beline, zı
bını
n üzerinden sarı
lan genişsargı
.

fasla fasla
* Yer yer.

fasletme
* Fasletmek iş
i.

fasletmek
* Ayı
rmak, bölmek.
* Çözmek, sonuçlandı
rmak.

Faslı
* Fas halkı
ndan olan kimse.

fason
* Kesim.
fasone
* Çözgü veya atkını
n kumaşyüzeyi üzerinde, kendiliğinden bir desen oluş
turduğ
u her tür kumaş
.
* Bu tür kumaşlarıoluş
turan desen örneğ
i.

fassal

ftira atan, gerçek olmayan isnatlarda bulunan (kimse).

fassallı
k
* Fassal olma durumu.

fast food
* \343 festfut.

fasulye
* Fasulyegillerden, barbunya, çalı, Ayş e kadı n, horoz gibi birçok türleri bulunan bitki (Phaseolus vulgaris).
* Bu bitkinin sebze olarak yararlanı lan yeşil ürünü ve kuru tohumları .

fasulye gibi kendini nimetten saymak


* kendine çok değer vermek.

fasulye pilâkisi
* Kuru fasulyenin piş
irilmesi ile yapı
lan pilâki.

fasulye piyazı
* Haş
lanmı
şkuru fasulye ile katı
yumurta ve kuru soğan karı
şı
mıpiyaz.

fasulye sı

ğ ıgibi
* zayıf, sı
ska ve çok uzun boylu.

fasulyegiller
* Kapalıtohumlu, iki çenekli, ayrıtaç yapraklıçiçekli bitkiler familyası
.

faş
* Açı
ğa vurulmuş
, ortaya dökülmüş
.

faşetmek
* (gizliyi) açı
ğa vurmak, duyurmak, ortaya dökmek, dile vermek.

faşolmak
* belli olmak, açı
klanmak, ortaya çı
kmak.

faş
ır faş
ır
* Su veya baş
ka sı

ları
n bol ve çok akması
nıanlatı
r.

faş
ing
* Hristiyanlarda büyük perhizden önce düzenlenen ş
enlik ve eğlenceler, karnaval.

faş
ist
* Faş
izm yanlı
sıolan (kimse, görüşvb.).

faş
istleş
me
* Faş
istleş
mek durumu.

faş
istleş
mek
* Faş
ist duruma gelmek.

faş
istleş
tirme
* Faş
istleş
tirmek iş
i.

faş
istleş
tirmek
* Faşistleş
mesini sağlamak.
faş
istlik
* Faş
izm.

faş
izan
* Faş
ist eğilimli.

faş
izm
*İtalya'da 1922-1943 yıllarıarası nda etkinliğini sürdüren, meslek kuruluş
ları
na dayanan, devlet sı

rları

geniş
letmeyi amaçlayan, yetkinin, tek partinin elinde toplandı ğıdüzen.
* Demokratik düzenin yerine aş ı rıbir ulusçuluk ve baskıdüzeni kurmayıamaçlayan öğ reti.

fatalist
* Yazgı

, kaderci.

fatalite
* Alı
n yazı
sı, yazgı
, kader.
* Uğursuzluk.

fatalizm
* Yazgı


k, kadercilik, cebriye.

fatih
* Zafer kazanan, fetheden (kimse).
*İ slâm devletlerinde bir ülkeyi veya bir ş
ehri savaş
arak alan hükümdar ve komutanlara verilen unvan.
* Büyük ve önemli bir işbitiren kimse.

fatiha
* Ölülere Tanrı
'nı
n rahmetini dilemek için dua olarak okunan Kur'an'ı
n ilk suresi.

fatiha okumak
*oş eyden umudunu kesmek.

fatihane
* Fatih gibi, fatihe benzercesine.

fatura
* Satı
lan bir malı
n cinsini, miktarı
nıve fiyatı
nıbildirmek için satı

nın alı

ya verdiği hesap pusulası
.

faturalama
* Faturalamak iş
i.

faturalamak
* Bir malı
n faturası
nıdüzenlemek.

faturalı
* Faturasıolan.

faturalıyaşam
* Yapı
lan alı
şveriş
te fatura alma alı
şkanlı
ğı
.

faturası
nı(birine) çı
karmak (veya ödetmek)
* sorumluluğu birine yüklemek.

faturası
z
* Faturasıolmayan.

faul
* Maç ve karş
ılaş
malarda bir sporcunun hareketini önlemek için yapı
lan kural dı
şıhareket.

faullü
* Faulü olan, faul yapan.
faulsüz
* Faulü olmayan, faul yapmayan.

fauna
* Belli bir bölgede yetiş
en hayvanların tümü, direy.
* Bu hayvanları n tanı
mı nıyapan eser.

fava
* Bakla tanelerinin kabuğu soyulduktan sonra yapı
lan zeytin yağlıyemek.

favori
* Herhangi bir işveya yarı
ş mada üstünlük kazanacağı
na inanılan (kimse, takı
m vb.).
* Yarışıkazanacağ ıdüş ünülen at.
* Yüzün iki yanında bırakılan sakal demeti.
* En çok beğenilen.
* Bir maçta, yarı
şmada veya karş ı laş
mada kazanmasıbeklenilen taraf.

fay
* Kı

k (III).

fayans
* Duvarlarıkaplayı
p süslemek için kullanı
lan, bir yüzü sı
rlıve genellikle çiçek resimleriyle bezenmiş
, piş
miş
balçı
ktan levha.

fayans döşemek
* bir yeri fayansla kaplamak.

fayansçı
* Fayans döş
eyen veya satan kimse.

fayansçı

k
* Fayansçı
nın iş
i veya mesleğ
i.

fayda
* Yarar, kâr.

fayda etmemek
* etkisi olmamak, iş
e yaramamak, yararlıolmamak.

fayda vermemek
* yararlıolmamak.

faydacı
* Faydasıolan, fayda sağ
layan, fayda, yarar gözeten kimse.

faydacı
l
* Yararcı
l.

faydacı

k
* Yararcı

k.

faydalanma
* Yararlanma.

faydalanmak
* Yararlanmak, istifade etmek.

faydalı
* Yararlı
.

faydalıolmak
* yararlıolmak, yarar sağlamak.
faydası
dokunmak
* yararlıolmak, kâr sağlamak.

faydası
olmak
* yararlıolmak, olumlu etki yapmak.

faydası
nıgörmek
* yarar sağlamak.
* kâr elde etmek.
* iyileş
tirmek.

faydası
z
* Yararsı
z.

fayrap
* Bir istim kazanı nın, istim oluş turacak biçimdeki yanar durumu.
* Gemilerde ateş çiye ateş i harlandırmak için verilen komut.
* Herhangi bir ş eyi veya iş i hı
zlandırma.
* (kapı, pencere, giysi için) Açma, çı karma.

fayrap etmek
* ocağı
n ateş ini harlandırmak.
* herhangi bir işi veya ş
eyi hı
zlandı
rmak.
* açmak, çıkarmak.

fayton
* Tek körüklü, dört tekerlekli, genellikle çift atlıbinek arabası
, payton.
* Perde ayaklı
lardan, sı
cak deniz kı yı ları
nda yaş ayan, uzun kuyruklu bir kuş(Phaeton).

faytoncu
* Fayton süren kimse.
* Fayton iş
leten kimse.

faytonculuk
* Faytoncunun iş
i.

faz
* Evre, safha.

faz kalemi
* Priz, dağ
ıtma tablolarıgibi yerlerde gerilim bulunup bulunmadı
ğı
nıanlamaya yarayan araç.

fazı
l
* Faziletli, erdemli (kimse).

fazilet
* Erdem.

faziletkâr
* Fazilet sahibi, faziletli.

faziletli
* Erdemli.

faziletsiz
* Erdemsiz.

faziletsizlik
* Faziletsiz olma durumu.

fazla
* Gereğinden, alış ılmı
ştan çok, aş
ırı(olan), ziyade.
* Daha çok, aş kın.
* Artmışolan.
* Gereksiz, yersiz.

fazla gelmek (veya gitmek, kaçmak)


* çekilmeyecek, bı
ktıracak, tedirgin edecek bir durum almak.

fazla kaçı
rmak
* alı
şı
lmı
şolan ölçüde çok içmek (veya yemek, konuş
mak).

fazla mal göz çıkarmaz


* ne kadar ve ne türden mal olursa olsun elden çı
karı
lmamalı
dır.

fazla olmak
* dayanma gücünü aş
acak davranı
şlarda bulunmak, çok olmak.

fazlaca
* Gereğ
inden biraz daha çok olarak, bir hayli çok.

fazladan
* alı
şı
lana ek olarak, alı
şı
landan çok, bol bol, çok çok.

fazlalaş
ma
* Fazlalaş
mak iş
i, ziyadeleş
me.

fazlalaş
mak
* Çoğ
almak, sayı
sıartmak, ziyadeleş
mek.

fazlalı
k
* Çokluk, gereğinden artı
k olma durumu.

fazlalı
k etmek
* birinin varlı
ğı
, bulunduğ
u yerde gereksiz olmak.

Fe
* Demir'in kı
saltması
.

fe
* Türk alfabesinin yedinci harfinin adı
.

fecaat
* Çok acı
klı
, yürekler acı
sıdurum.

feci
* Acı
klı
, çok acı
klı
, yürekler acı

, trajik.

fecir
* Tan vakti, gün ağ
arması
.
* Tan kı
zıllığı.

fecrikâzip
* Tan yerinde gün doğ
madan beliren, sonradan kaybolan geçici aydı
nlı
k, yalancı
tan, geçici tan.

fecrisadı
k
* Tan yerinde gün doğ
uncaya kadar süren kesiksiz aydı
nlı
k, gerçek tan.

feda
* Bir amaç uğrunda bir değ
er veya varlı
ktan vazgeçme, uğruna verme.

feda etmek
* kı
ymak, gözden çı
karmak.
feda olsun
* varsı
n gitsin, uğrunda yok olsun!.

fedaî
* Bir ülkü uğruna tehlikeli iş
lere giriş
erek canı
nıesirgemeyen kimse, serdengeçti.
* Bir kimseyi veya bir yeri koruyan kimse.

fedaîce
* Fedaî gibi, fedaî olarak.

fedaîlik
* Fedaice davranı
ş, serdengeçtilik.

fedakâr
* Özverili.

fedakârca
* Özverili (olarak).

fedakârlı
ğa katlanmak
* bir amaca, bir emele ulaş
mak için birçok sı

ntı
ya, üzüntüye, güçlüğ
e dayanmaya çalı
şmak.

fedakârlı
k
* Özveri.

fedakârlı
k etmek
* özverili davranmak.
* azlı
ğı
na katlanmak, az oluş
u ile yetinmek, vazgeçmek.

fedakârlı
k yapmak (veya göstermek)
* özverisini ortaya koymak.

federal
* Federasyon durumunda birleş
mişolan.

federalist
* Federalizme bağlıolan.
* Fedaralizm yanlı
sı.

federalizm
* Birçok devletin özel kanunlara ve bağ
ımsı
zlı
ğa sahip olarak tek bir devlet durumunda birleş
meleri yöntemi.

federalleş
me
* Federalleş
mek durumu.

federalleş
mek
* Federal duruma gelmek.

federasyon
* Küçük devletlerin tek bir devlet durumuna gelmek için yaptı
klarıortaklı
k, devletler birliğ
i.
* Birçok kuruluşlardan oluş an birlik.

federatif
* Federalizme bağlıveya uygun olan.

federe
* Bir federasyona bağlıolan.
* Bir konfederasyonun üyesi.

feding
* Radyoda bir sesin gürlüğ
ünün zaman zaman azalması
veya büsbütün yok olmasıdurumu.
fehamet
* Büyüklük, ululuk.
* Değer.

fehametlu
* Büyüklük, ululuk gösteren (kimse).
* Osmanlıimparatorluğ u zamanı nda sadrazamlara, Mı

r hı
divi ve yabancıprenslere, eyalet beylerine verilen
unvan.

fehva
* Anlam.
* Kavram; terim, deyim.

fehvası
nca
* Uyarı
nca, sözü gereğ
ince.

fek
* Bozma, feshetme, kesme, ayı
rma, koparma.

fekül
* Patates gibi bazıbitkilerin yumruları
nda bulunan niş
asta.

fel
* Görüngü.

felâh
* Kurtuluş
, selâmet, onma.

felâh bulmak
* kurtulmak, onmak.

felâket
* Büyük zarar, üzüntü ve sıkıntılara yol açan olay veya durum, yı
kım, belâ.
* Çok kötü.
* Şaş
kınlı
k, hayret, aş
ırı
lık bildirir.

felâketli
* Felâket getiren.

felâketzede
* Felâkete uğ
ramı
ş.

felce uğ
ramak
* bir işyarı
m kalmak, yürümez duruma gelmek, tam olarak durmak.

felce uğ
ratmak
* bir iş
i yürüyemez duruma getirmek.

felç

nme, nüzul.

felç gelmek
* inme inmek.

felç olmak
* inme inmek.

felçli

nmeli, felç olmuş
, meflûç.

feldmareş
al
* Alman, Avusturya, İ
ngiliz, Rus ve İ
sveç askerî hiyerarş
isinde en yüksek rütbe.

feldspat
* Potasyumlu, sodyumlu ve kalsiyumlu olmak üzere üçe ayrı
lan en önemli silikatlımineral grubu.

feleğe küsmek
* talihten yakı
nmak, ş
anstan ümidini kesmek.

feleğin çemberinden geçmiş


* hayatta acıtatlıbirçok günler görmüşgeçirmiş
, olgunlaş
mış
, tecrübe kazanmı
ş.

feleğin sillesine uğ
ramak (veya sillesini yemek)
* büyük bir yı

ma uğ ramak.

feleğini ş
aş ı
rmak
* ummadı
ğıbir durumda kalmak, ş
aşkı
nlı
k içine düş
mek.

felek
* Gök, gökyüzü, sema.
* Dünya, âlem.
* Talih, baht, ş
ans.
* Askerî mı zıkada zilli bir müzik aracı
.

felek
* Bkz. filenk.

felek yâr olursa


* Tanrıyardı
m eder, bir terslik çı
kmazsa, ş
artlar uygun giderse.

felekiyat
* Gök bilimi, astronomi.

felekten bir gün (veya gece) çalmak


* güzel bir gün (gece) geçirmek.

felekten kâm almak


* güzel bir vakit geçirmek, istediği gibi eğlenmek.

Felemenk
* Bugünkü Hollanda, Belçika ve Kuzeydoğ
u Fransa'ya eskiden verilen ad.

Felemenkçe
* Felemenk dili.

Felemenkli
* Felemenk halkı
ndan veya bu halkı
n soyundan olan (kimse).

felfelek
* Küçük bir kelebek türü.
* Hurmagillerden, kestane büyüklüğündeki yemiş
işerit düş
ürücü nitelik taş
ıyan Asya bitkisi (Areca catechu).

felfelek sokmak
* birini kuş
kuya düş
ürmek.

felfelleme
* Felfellemek iş
i.

felfellemek
* Eski canlı

ğınıyitirmek.
* Afallamak, ş
aşırmak.
* Dönen, hareket eden bir cisim, durmadan önce hı

nıyitirmek.
feliks
* Palmiye yaprağı
na benzeyen, park ve bahçelerde süs için kullanı
lan iri gövdeli bir bitki (Phoenix
canariersis).

fellâh
* Çiftçi.
* Mı sı
r köylüsü.
* Zenci, Arap.

fellek fellek
* Telâş
la, heyecanla, koş
arak, koş
uşturarak.

fellik fellik
* Telâş
la, koş
uşturmayla.

felsefe
* Varlığı n ve bilginin bilimsel olarak araştı
rılması.
* Bir bilimin veya bilgi alanını n temelini oluşturan ilkeler bütünü.
* Bir filozofun, bir felsefe okulunun, bir çağ ı
n öğretisi.
* Dünya görüş ü.
* Bir konuda soyut düş ünüş.

felsefe yapmak
* olayların sebep ve sonuçlarıüzerine kendince soyut birtakı
m düş
ünceler ileri sürmek.
* bilgiçlik taslamak.

felsefeci
* Felsefe incelemeleri yapan kimse.
* Felsefe öğretmeni.

felsefî
* Felsefe ile ilgili olan, felsefeye iliş
kin.

feminist
* Feminizm yanlı
sı(kimse, görüş
).

feminizm
* Toplumda kadı nın kı

tlıolduğ
una inanı
lan ve yararlanması
gereken hakları
çoğ
altı
p ve erkeğ
inkiler
düzeyine çıkarmak, eş
itlik sağlamak amacı
nıgüden düş ünce akı mı.

fen
* Fizik, kimya, matematik ve biyolojiye verilen ad.
* Fizik, kimya, matematik ve biyolojiden elde edilen verileri işve yapı
m alanı
nda uygulama, teknik.
* Bilim, bilgi.
* Hile, hilekârlı
k.

fen bilimi
* Fizik, kimya, biyoloji gibi bilimlerin ortak adı
.

fena
*İ yi nitelikte olmayan, kötü.
* Üzücü.
* Çok.
* (kişiler için) İ
stenilen ve gereken nitelikte olmayan.
* Hoş a gitmeyen, rahatsı z edici.
* Davranı şlarıtoplumun ahlâk anlayı şına uymayan.
* Çok, fazla, aş ı
rıbiçimde.

fena
* Ölümlü olma durumu, ölümlülük.

fena bulmak
* ölmek, yok olmak.

fena değ
il (veya fena sayı
lmaz)
* oldukça iyi.

fena etmek
* kötü davranmak.
* kötü bir duruma düş
ürmek.

fena gözle bakmak


* kötü niyetini anlatı
r biçimde bakmak.

fena hâlde
* fazlaca.

fena hâlde
* Aş
ırıölçüde, son derece, pek çok, adamakı
llı
.

fena kalpli
* Herkesin kötülüğ
ünü isteyen, baş
kalarıiçin kötülük düş
ünen.

fena olmak
* hasta gibi olmak, fenalaş
mak.
* çok üzülmek, bozulmak.

fena yapmak
* kötü duruma düş
ürmek.

fena yerine vurmak


* tehlike yaratabilecek bir organa veya baş
ka bir yere darbe indirmek.

fenafillâh
* Allah yolunda yok olma.

fenalaş
ma
* Fenalaş
mak iş
i.

fenalaş
mak
* Kötü bir duruma girmek.
* (hasta) Ağırlaşmak.
* Ansı zın bayılacak gibi olmak.

fenalaş

rma
* Fenalaş

rmak iş
i durumu.

fenalaş

rmak
* Fenalaş
ması
na sebep olmak, fena duruma getirmek.

fenalı
k
* Kötülük, ş
er.
* Uygunsuz durum, rahatsı
zlı
k veren yapı
.

fenalı
k etmek
* kötülük etmek, kötülükte bulunmak.

fenalı
k geçirmek (veya gelmek)
* kendini bilmeyecek veya bayı
lacak bir duruma gelmek.

fenası
na gitmek
* üzülmek, gücenmek, kı

lmak, sinirlenmek.

fenaya çekmek
* (söze) kötü anlam vermek.

fenaya sarmak
* işveya durum kötüye gitmek.

fenci
* Fenle uğraş
an kimse.
* Fen konuları
nda ders veren öğretmen.

fener
* Saydam bir maddeden yapı
lmı
şveya böyle bir madde ile donatı
lmı
ş, içinde ı
şı
k kaynağ
ıbulunan aydı
nlatma
aracı
.
* Gemilere yol gösteren ı
şı
k kulesi, deniz feneri.
* Tepesinden kulplu kahveci tepsisi, askı
.

fener alayı
* Bayram gecelerinde kalabalı
k halk toplulukları
nın, ellerinde fener veya meş
alelerle ş
ehri dolaş
arak yaptı
kları
gösteri.

fener balı
ğı
* Fener balığıgillerden, vücudunda pek çok ı
şı
k verme organıbulunan, tropik denizlerde yaş
ayan bir balı
k
(Lophius piscatorius).

fener balığ
ıgiller
* Kemikli balı
klar takı
mını
n, vücutlarıbası
k, derileri çı
plak, ağ
ızları
çok büyük olan, derin denizlerde yaş
ayan
balı
klar familyası .

fener çekmek
* elinde fenerle önden gitmek.
* bir kalabalı
ğa önderlik etmek.

fenerci
* Fener yapan veya satan kimse.
* Deniz feneri bekçisi.
* Sokak fenerlerini yakan kimse.

fenercilik
* Fener yapmak veya satmak iş
i.

feneri nerede söndürdün


* geç kalanlara takı
lmak için söylenen bir söz.

fenerli
* Feneri olan.

fenerli burgu
* Ahş
ap bölümleri delmeye yarayan matkap.

fenersiz
* Feneri olmayan.

fenersiz yakalanmak
* beklenmedik bir zamanda istenmeyen bir durumla karş
ılaş
mak.

fenik
* Alman markı

n yüzde biri.

Fenike portakalı
* Fenike ve yöresinde yetiş
tirilen sulu ve kokulu bir tür portakal.

Fenikeli
* Fenike halkı
ndan olan (kimse).
fenlenme
* Fenlenmek iş
i veya durumu.

fenlenmek
* Yaş
ına göre bilmemesi gereken ş
eyleri öğrenmişolmak.

fennî
* Fenle ilgili.
* Yöntemine göre işgören.

fennini almak (veya kapmak)


* bir iş
in inceliklerini, püf noktaları
nıkavrayı
p o alanda usta olduğunu göstermeye baş
lamak.

fenol
* Boyacı

kla, plâstik maddelerin ve bazı ilâçları
n yapı
mında kullanı
lan, çoğunlukla maden kömürünün
katranı
ndan çı
karı
lan benzinin oksijenli türevi, asit fenik.

fenomen
* Olay, olgu.
* Görüngü.

fenomenal
* Olguya iliş
kin.

fenomenizm
* Görüngücülük.

fenomenoloji
* Görüngü bilimi.

fent
* Düzen, hile.

fent çevirmek
* düzen, hile yapmak.

feodal
* Derebeylikle ilgili.

feodalite
* Derebeylik.

feodalizm
* Derebeylik sistemi.

feodallik
* Derebeylik, derebeyi olma durumu.

fer
* Parlaklı
k, aydınlık.
* (gözde) Canlılı
k.

fer
* Pahalı

k, ı
şı
k, nur, canlı

k.

ferace
* Kadı
nları
n sokakta giydikleri, mantoya benzer, arkasıbol, yakası
z, çoğ
u kez eteklere kadar uzayan üst
giysisi.
* Derviş
lerin giydiği bol bir tür hı
rka.

feraceli
* Ferace giymişolan (kimse).

feracelik
* Ferace yapmaya elveriş
li (kumaş
).

feragat
* Hakkı
ndan kendi isteğiyle vazgeçme.

feragat etmek
* hakkı
ndan vazgeçmek, el çekmek.

feragat göstermek
* hakkı
ndan vazgeçmek.

feragatli
* Vazgeçebilen, özveride bulunabilen, özveri gösterebilen.

ferağ
* (bir iş
ten) Vazgeçme, çekilme, el çekme, terk etme.
* (bir mülkü) Başkası
na bırakma, baş kası
nın üstüne geçirme.

ferah
* Bol, geniş
.
* Havadar, aydı
nlı
k, iç açı

.

ferah
* (kalp, gönül, iç vb. için) Sı

nt ı

z, tasası
z, sevinçli olma durumu, sevinme, sevinç, iç rahatlı
ğı, gönül
açı
klı
ğı
.

ferah fahur
* Ferih fahur, kolaylı
kla, rahatlı
kla.

ferah ferah
* Bol bol, genişgeniş .
*İ yiden iyiye, haydi haydi, rahatlı
kla.
* En aşağı .

ferah tut
* "iç rahatlı
ğı
nı, huzurunu koru" anlamı
nda kullanı

r.

ferahfeza
* Klâsik Türk müziğ
inde, yegâh perdesinde karar kı
lan makamlardan biri.

ferahî
* Bolluk, genişlik.
* Ucuzluk.
* Polis ve inzibat görevlilerinin boyunları
na taktı
klarıayça biçiminde üstü yazılımetal arma.
* II. Mahmut devrinde feslerin tepesine püskülü tutturmak için takılan metal tepelik.

ferahlama
* Ferah duruma gelme.

ferahlamak
* Genişlemek, açı lmak.
* Sı

nt ısı
, tasasıdağı
lmak.

ferahlandırma
* Ferahlandı
rmak iş
i veya durumu.

ferahlandırmak
* Ferahlamasısağ
lanmak.
ferahlanma
* Ferahlanmak iş
i veya durumu.

ferahlanmak
* Rahatlamak, üzüntü veya sı

ntı
sıkalmamak, açı
lmak, geniş
lemek.

ferahlatı

* Ferahlı
k veren, ferahlı
k sağ
layan.

ferahlatma
* Ferahlatmak iş
i.

ferahlatmak
* Ferah duruma getirmek, rahatlatmak.

ferahlı
k
* Ferah olma durumu, geniş
lik, gönül açı
klı
ğı
.

ferahlı
k duymak
* içinin açı
klı
ğı
nı, rahatlı
ğı
nıhissetmek.

ferahnâk
* Klâsik Türk müziğ
inde bir birleş
ik makam.

ferahnâkaş iran
* Klâsik Türk müziğ
inde bir makam.

ferahnüma
* Klâsik Türk müziğ
inde bir makam.

feraset
* Anlayı
ş, seziş
, sezgi, zekâ.

ferasetli
* Anlayı
şlı
.

ferasetsiz
* Anlayı
şsı
z.

ferç
* Diş
i canlı
larda üreme organı
nın dı
şbölümü, vulva.

ferda
* Erte, yarı
n, yarı
nki.
* Gelecek zaman, yarı n.

ferde
* Küçük denk, top.

ferdenferda
* Tek tek.

ferdî
* Bireysel, kiş
isel, fertle ilgili.

ferdiyet
* Bireysellik.

ferdiyetçi
* Bireyci.

ferdiyetçilik
* Bireycilik.

ferhane
* Birden çok mağazasıbulunan eski hanları
n tipinde, avlulu genişbina, büyük han veya kervansaray.

feri
* Ayrı
ntılarla ilgili, ayrı
ntıniteliğinde olan.
*İkinci dereceden.

feribot
* Arabalarıveya vagonlarıbir kı

dan öbür kı

ya geçirmeye yarayan gemi, araba vapuru.

ferih
* Çok sevinçli, neş
eli.

ferih fahur
* Bolluk içinde.
* Genişve sı kı
ntısı
z.
* Bağımsı z, bağlantı
sız, canı
nın istediği gibi.

ferik
* Tümgeneral veya korgeneral.

ferik
* Kümes hayvanları nın civcivlikten çı
kmı
şyavrusu, piliç.
* Gevrek bir elma türü.

feriklik
* Tümgenerallik veya korgenerallik.

feriş
tah
* En iyisi, en güzeli, en üstünü.

feriş
te
* Melek.

ferli
* Parlak (göz, ı
şı
k).

ferma
* Av köpeğinin gizlendiğ
i yerden avı
gözetlemesi.

ferman
* Buyruk, emir.
* Osmanlıimparatorluğ
unda padiş
ahı
n verdiğ
i, uyulmasıgerekli hükümleri taş
ıyan yazı
lıbuyruk, yarlı
k.

ferman çı
karmak
* padişah tarafı ndan herhangi bir konuda emir verilmek.
* yetkili bir kimse tarafı
ndan buyruk verilmek.

ferman dinlememek
* yasa, kural, yol yöntem tanı
mamak.

ferman sizin
* siz nası
l isterseniz öyle olsun!.

fermanlı
* Hükûmete karşıgelmek suçuyla aranan ve cezalandırı
lması
için hakkı
nda ferman çı
kan (kimse).
* Kimseden korkusu olmayıp dilediğ
i gibi davranan.

fermanlıdeli
* Deli olduğ
u herkesçe bilinen kiş
i.
fermantasyon
* Mayalanma, tahammür.

fermejüp
* Çı
tçı
t.

fermene
* Türlü nakı
şlarla iş
lemeli, önü kavuş
mayan, yeleğ
e benzeyen bir giysi.

fermeneci
* Fermene yapan veya satan kimse.

fermeneli
* Fermenesi olan.

ferment
* Maya, enzim.

fermiyum
* (fizikçi Fermi'nin adı
ndan) Einstenyumla aynızamanda bulunan ve atom sayı
sı100 olan yapay element.
Kı saltmasıFm.

fermuar
* Giysi, çanta vb. yerlerde kullanı
lan, karş
ılı
klıdiş
ler ve bunları
n üzerinde yürüyen kapatı

dan oluş
an
mekanizma.

fernez
* Sünger toplamak için kullanı
lan makineli dalma aracı
.

fersah
* Yaklaşık beşkilometrelik bir uzaklı
k ölçüsü.
* (çok uzun) Uzaklı
k.

fersah fersah
* Pek çok, bol bol.

fersahlı
k
* Arasıherhangi bir fersah olan.

fersiz
* Donuk, cansı
z, (göz, ı
şı
k, yüz).

fersizleş
me
* Fersizleş
mek iş
i veya durumu.

fersizleş
mek
* Fersiz duruma gelmek, donuklaş
mak.

fersizlik
* Fersiz olma durumu.

fersude
* Eskimiş
, yı
pranmı
ş, aş
ınmı
ş.

fert
* Birey.

fertik
* Kaçma, uzaklaş
ma, sı
vış
ma.

fertik çekmek (veya fertiğ


i kı
rmak)
* kaçmak.

feryadıbasmak
* çı
ğlı
k koparmak, yüksek sesle haykı
rmaya baş
lamak.

feryat
* Haykı

ş, çı
ğlı
k.

feryat etmek
* yüksek sesle haykırmak.
* büyük bir yokluk, zarar ve sı

ntıiçinde bulunmak.

feryat figan
* Haykı
rma, bağı
rma, çı
ğlı
klarla ağ
lama.

feryat koparmak
* yüksek sesle bağ
ırmak, haykı
rmak.

ferz
* Satranç oyununda vezir.

ferz çı
karmak
* acemi bir oyuncuya karş
ıvezirsiz oynamak.

ferz çı
kmak
* satrançta piyade, karş
ıdaki en son kareye kadar sürülüp vezir olmak.

fes
* Şapka yerine kullanı
lan, kı
rmı

, kalı
n çuhadan yapı
lmı
ş, tepesinde püskülü olan, silindir biçiminde baş

k.

fes rengi
* Koyu kırmı zırenk.
* Bu renkte olan.

fesahat
* Anlatı
şta düzgünlük ve açı
klı
kla birlikte amaca uygunluk.

fesat
* Bozukluk.
* Karış ıklı
k, kargaşalı
k, ara bozuculuk.
* Herhangi bir konuda iyimser olmayan, kötü yorumlayan.
* Karış tırı

, ara bozucu.
* Hile.

fesat karı
ştı
rmak (veya fesat çı
karmak)
* ara bozmak, ortalığ
ıkarı
ştı
rmaya çalı
şmak, insanlarıbirbirine düş
ürecek iş
ler yapmak.

fesat kumkuması
* Fesat kaynağı
, ortaklı
ğıkarı
ştı
rmayıhuy edinmiş
, kötülük peş
inde koş
an kimse.

fesata vermek
* fesat çı
karmak.

fesatçı
* Ara bozucu, karı
şı
klı
k çı
karan, ordubozan, müfsit.

fesatçı

k
* Karı
ştı



k, ara bozuculuk, ordubozanlı
k.

fesatlı
k
* Fesat olma durumu, fesatça davranma.
fesh etmek
* Bkz. feshetmek.

feshedilme
* Feshedilmek iş
i.

feshedilmek
* Kapatı
lmak, dağ
ıtı
lmak, faaliyetten men edilmek.

feshetme
* Feshetmek iş
i.

feshetmek
* (verilmişbir yargıyı
) Kaldı
rmak, bozmak.
* Kapatmak, dağı tmak.

fesih
* (verilmişbir yargı

) Kaldı
rma, bozma.
* Dağı tma, dağı

lma.

fesini havaya atmak


* külâhı
nıhavaya atarak sevinç gösterisinde bulunmak.

fesleğ
en
* Ballıbabagillerden, Akdeniz ülkelerinde yetiş
en, yaprakları
güzel kokulu, beyaz veya pembe çiçekli, bir yı
llı
k
ve otsu bir süs bitkisi, reyhan (Ocimum basilicum).

festekiz
* Bkz. falan festekiz.

festfut
* Ayaküstü atı
ştı
rma, fast food.
* Büyük mağ azalarda hazır yemek bölümü.

festival
* Dönemi, yapı
ldı
ğıçevre, katı
lanları
n sayı
sıveya niteliği programla belirtilen ve özel önemi olan sanat
gösterisi.
* Belli bir sanat dalı
nda oyun ve filmlerin sunulması ve gösterilmesi sonunda ödül veya derece verilmesi
biçiminde düzenlenen ulusal veya uluslar arasıgösteri dizisi, ş
enlik.
* Bir bölgenin en ünlü ürünü için yapı lan gösteri, ş
enlik.
* Düzensiz toplantı , curcuna.

fesuphanallah
* Şaş ma anlatı
r.

feş
mekân
* Bkz. falan feş
mekân.

fetha
* Aralı
k, ağız, delik.
* Üstün (II).

fethetme
* Fethetmek iş
i.

fethetmek
* Bir yeri veya ülkeyi savaş
arak almak, ülke açmak.
* Herkesin takdirini, övgüsünü kazanı p kendine hayran bı
rakmak.

fetih
* Bir ş
ehir veya ülkeyi savaş
arak alma.
fetihname
* Bir yerin alı
ndı
ğı
nımüjdelemek için hükümdarları
n yabancıdevlet adamları
na, ş
ehzadelere, valilere vb. ne
yazdıklarıresmî mektup.

fetiş
*İ lkel toplumlarda doğaüstü bir güç ve etkisi olduğuna inanı
lan canlı
veya cansı
z nesne, tapı
nacak, put.
* Tapı nırcası
na sevilen ş
ey veya kimse.
* Uğ urlu sayı
lan şey.

fetiş
ist
* Fetiş
izmi uygulayan (kimse, görüş
).
* Fetiş
izme düşkün (kimse).

fetiş
izm
*İ lkel toplumlarda doğaüstü bir güç ve etkisi olduğuna inanı lan canlı
veya cansı
z nesnelere tapı
nma,
tapı
ncakçılı
k, putperestlik.
* Karş ıcinsin giysi vb. ş
eyleriyle cinsî coş
ku ve doygunluk sağlama.

fetret
*İki peygamber veya padiş ah arası nda peygambersiz veya padişahsı z geçen süre.
*İslâm dinine göre Hz. İ sa ile Hz. Muhammed arası nda geçen süre.
*İki olay arası
ndaki süre.
* Hükûmet gücünün gevş ediği bir yerde düzenin yeniden kurulması na kadar geçen süre.

fettan
* Fitneli, karı
ştı
rı cı
.
* Gönül ayartı cı, cilveli.

fettanca
* Fettan gibi.

fettane
* Cilveli, gönül alı
cı(kadı
n).

fettanlaş
ma
* Fettanlaş
mak iş
i.

fettanlaş
mak
* Fettan bir duruma gelmek.

fettanlı
k
* Fettan olma durumu.

fetüs
* Embriyonun geliş
imini büyük ölçüde tamamladı
ğı
, bütün organ taslakları

n oluş
tuğ
u üçüncü aydan
doğuma kadarki durumu.

fetva
*İslâm hukuku ile ilgili bir sorunun dinî hukuk kuralları
na göre çözümünü açı
klayan, ş
eyhülislâm veya
müftü tarafı
ndan verilebilen belge.

fetva vermek (veya çıkarmak)


* bir iş
in yapılabilmesi için yargı
da bulunmak.
* gereksiz yere emir verir gibi konuşmak.

fetvacı
* Gereksiz yerde ve haddi olmayan emirler veren.

fetvahane
* Müftünün makamı .
* Şeyhülislâm kapı

.
fetvayiş
erife
* Şeyhülislâm fetvası
.

fetvayiş
erife çı
karmak
* Şeyhülislâm fetvasıilân etmek.

fevç

nsan kalabalı
ğı
.

fevç fevç
* Akı
n akı
n.

feveran
* Fışkı
rma, kaynama.
* Birdenbire öfkelenme, köpürme, parlama.

feveran etmek
* birdenbire öfkelenmek, köpürmek, parlamak.

fevk
* Üst, yukarı
.

fevkalâde
* Alı
şı
lmı şolandan ayrı , olağanüstü, beklenmedik, görülmedik, iş
itilmedik.
* Aşı
rı, çok fazla.
* Çok iyi, çok üstün, çok güzel.

fevkalâde hâl
* Olağ
anüstü hâl.

fevkalâdelik
* Olağ
anüstülük, olağ
andan farklı
olma durumu.

fevkalbeş
er
*İ nsan üstü.
* Üstün nitelikli insan.

fevkanî
* Üstte, üstteki.

fevrî
* Birdenbire, düş
ünmeden yapı
lan.

fevrîlik
* Fevri olma durumu.

fevt
* Elden çı
kma (ç ı
karma), kaçı
rma, yitme.
* Ölme.

fevt etmek
* yitirmek, elden kaçı
rmak.

fevt olmak
* yitirmek.
* ölmek.

fevvare
* Fı
skiye.

feyezan
* Taş
ma, taş
kın, seylâp.
* Bereket.

feyiz
* Verimlilik, gürlük, ongunluk.
*İlerleme, kültürel gelişme, olgunluk.

feyizlenme
* Feyizlenmek iş
i.

feyizlenmek
* Feyzalı
p aydı
nlanmak, istifade etmek.

feyizli
* Çok ürün veren, verimli.

feylesof
* Filozof.

feylesofça
* Filozofça.

feylosofluk
* Filozofluk.

feyyaz
* Çok verimli, gür.

feyzalmak
* Etkilenmek, olgunlaş
mak, ders almak.

feza
* Uzay.

fezleke
* Özet, hulâsa.
* Bir kararı
n kı saca yazı
lması
.
* Tahkikat evrakı .


çı
* Bir araya getirilerek çemberlerle tutturulmuşensiz tahtalardan yapı
lan, yuvarlak, karnış

kin ve altı
üstü
düz kap.
* Bir fı
çı
nın alabildiği ölçü.


çıbalı
ğı
* Fı
çı
ya istif edilmişbalı
k tuzlaması
.


çıgibi
* bodur ve çok ş
işman.


çı

* Fı
çıyapan veya satan kimse.


çı


k
* Fı
çıyapı
p satma iş
i.


çı
lama
* Fı
çı
ya koyma, fı
çı
ya doldurma.


çı
lamak
* Fı
çı
ya koymak.


kara
* Bkz. fukara.


kdan
* Yokluk, bulunmama durumu, eksiklik.



h
* Bir şeyi, gereğ
i gibi, iyice anlayı
p bilme.
*İ slâm hukukunda din ve dünya iş leri ile ilgili ana kaynaklardan yararlanarak konulmuşolan kuralları
n
bütünü.



r fı

r
* Suyun, ses çıkararak kaynarken aldı
ğıdurumu veya herhangi bir sı


n kaynayı
şı
nıanlatı
r.
* Cilveli, oynak.



r fı

r kaynamak
* (bir ş
eyden bir yerde) çok bulunmak.



rdak
* Cilveli, oynak (kadı
n).



rdaklı
k
* Fı

rdak olma durumu.



rdama
* Fı

rdamak iş
i.



rdamak
* Fı
kı r fı
kır kaynamak.
* Cilvelenmek.



rdaş
ma
* Fı

rdaş
mak iş
i.



rdaş
mak
* Oynakça davranı
şlarda bulunmak.



rdatma
* Fı

rdatmak iş
i.



rdatmak
* Fı
kı r fı
kır kaynatmak.
* Cilve yapması na sebep olmak.



rdayı
ş
* Fı

rdamak iş
i veya biçimi.



rtı
* Kaynayan suyun çı
kardı
ğıses.
* Cilveleş
me.


kra
* Kısa ve özlü anlatı
mıolan, nükteli, güldürücü hikâye, anekdot.
* Gazetelerin veya dergilerin belirli sütunlarında, genel baş lı
k altı
nda gündelik konularıbir görüşve
düş
ünceye bağlayarak yorumlayan ciddî veya eğlendirici yazı türü.
* Kanun maddelerinin kendi içlerinde satı r başları
yla ayrıldıklarıufak bölümlerden her biri.
* Paragraf.
* Omur.


kracı
* Fı
kra anlatan kimse.
* Fı
kra yazarı.

kracı

k
* Fı
kra söyleme veya yazma iş
i.


krama
* Fı
kramak iş
i veya durumu.


kramak
* Herhangi bir yiyecek mayalanarak ekş
imek, fı
şlamak.


ldı
r
* Çabuk, hı
zlı
, telâş

.


ldı
r fı
ldı
r
* Çabuk ve sürekli bir biçimde.


ndı
k
* Kayıngillerden, kuzey yarı m kürenin ılık yerlerinde ve yurdumuzun daha çok Doğ
u Karadeniz bölgesinde
yetiş
en bir a ğ
aççı k (Corylus avellana).
* Bu ağaççı ğı
n sert bir kabuk içinde bulunan yağ lı
, niş
astalı
ürünü.
* Hileli zar.


ndı
k altı

* Osmanlıİmparatorluğunda kenar süsleri fı
ndı
ğa benzediğ
inden bu adla anı
lan altı
n sikke, fı
ndı
kî.
* Küçük ve değ
erli ş
ey.


ndı
k ateşi
* Nargilede tütünün üstüne ortalaması
na konulan yuvarlak, küçük, yanar kömürler.


ndık biti
* Kı
n kanatlı
lardan, fı
ndık kurdu dediğ
imiz kurtçukları
dolayı

yla fı
ndı
k ürününün en büyük düş
manıolan,
uzun gagalıböcek (Balaninus nucum).


ndık faresi
* Kemiricilerden, karnıbeyazımsı , sırtıboz renkli, fı
ndı
klı
larda çok zarara yol açan bir memeli türü
(Muscardinus avellanarius).
* Evlerde rastlanan küçük fare türü.


ndı
k kabuğu
* Fı
ndı
ğın kabuk rengini andı
ran bir tür kahverengi.


ndı
k kabuğunu doldurmaz
* çok önemsiz, değersiz.


ndı
k kı
rmak
* çapkı
nlı
k yapmak.


ndı
k kurdu
* Fındı
k bitinin fı
ndı
k içinde geliş
erek onun dökülmesine, değerini yitirmesine yol açan kurtçuğ
u.


ndı
k kurdu gibi
* ufak tefek tombulca (kadı
n).


ndı
k sı
çanı
* Bkz. fı
ndı
k faresi.


ndı
k yağ
ı
* Fı
ndı
ktan elde edilen yağ
.


ndı
k yuvası
* Tombul ellerin dı
şyüzünde, parmak diplerinde görülen çukurluklar.


ndı
kçı
* Fı
ndı k yetiştiren veya satan kimse.
* Cilveli, oynak kadın.


ndı
kçı

k
* Fı
ndı k yetiştirme veya satma iş
i.
* Cilveli, oynak olma durumu.


ndı

* Fı
ndı
k kabuğ unun rengi.
* Fı
ndı
k altı
nı.


ndı
kkı
ran
* Fı
ndı k ve buna benzer kabuklu yemiş
lerin kabuğunu kı
rmaya yarayan araç.
*İ ş
veli, ş
uh, baştan çı
karı
cı(kadın).


ndı
klı
k
* Fı
ndı
k ağ
açlarıçok olan yer, fı
ndı
k korusu.


r
* Fırıl fı
rıl.
* Piç, fırlama.


r dönmek
* bir kimseye yaranmak veya yardı
m etmek için üstün çaba harcamak.


r fı
r
* Fı

l fı

l.


rça
* Bir şeyin tozunu, kirini gidermekte veya bir şeye boya, cilâ sürmekte kullanılan, bir araya getirilerek
bağlanmı
şkıl veya kı la benzer başka tellerden yapı
lan araç.
* Resim yapma sanatıve biçimi.
* Çökmeyi engelleyen bağları n oynaması nıveya kayması nı önlemek için aralara yerleştirilen direk parçası
.


rça çekmek
* kendinden alt düzeyde olan birini çok azarlamak, fı
rçalamak.


rça gibi
* dik, sı
k ve sert (saç, sakal).


rçacı
* Fı
rça yapı
p satan kimse.


rçacı

k
* Fı
rça ve fı
rçaya benzer araçları
n yapı
m ve satı
mı.


rçalama
* Fı
rçalamak iş
i.


rçalamak
* Temizlemek veya parlatmak için fırça ile sürtmek.
* (avcı

kta) Sı
k ve bataklı
k ormandan geçmek.
* Kendinden alt düzeyde olan birini çok azarlamak, fı
rça çekmek.


rçalanma
* Fı
rçalanmak iş
i.


rçalanmak
* Fı
rça ile ovulmak, düzgünleş
tirilip parlatmak veya temizlenmek.
* Çok azarlanmak.


rçalatma
* Fı
rçalatmak iş
i.


rçalatmak
* Fı
rçalamak iş
ini yaptı
rmak.


rçalayı
ş
* Fı
rçalamak iş
i veya biçimi.


rçalı
* Fı
rçası
olan.


rçalı
k

çine resim yapmada kullanı
lan fı
rçaları
n konulduğ
u süzgeçli kap.


rdolayı
* Çepeçevre.


rdöndü
* Biri döndüğünde ötekinin de dönmesini engellemek için uç uca getirilerek serbest bir eksenle bağlanmı ş
çift halka.
* Topaç gibi çevrilerek oynanan, tunçtan, altıköş eli bir kumar aracı
.
* Bir ipe bağ lıolarak birden fazla çipa atı
ldı
ğı
nda çipaları n karı
şmamasıiçin tekne zinciri ile parçaları
n
bağlandı ğ ızincir arasına konulan metal araç.
* Belirli bir görüşveya düş ünce sahibi olmayan.


rfı
r
* Giysi, perde gibi ş
eylerin kenarları
na dikilen kı
rmalı
veya büzgülü süs, farba, farbala.


rfı
rlı
* Fı
rfı
rıolan.



l fı

l
* Bir ş
ey sürekli ve hı
zla dönerek.



ldak
* Rüzgârla dönen, çember biçiminde çocuk oyuncağ ı
.
* Havalandı rmak amacı yla oda veya mutfak pencerelerine takılan kanatlıaraç.
* Ocak veya soba borusunun iyi çekmesini sağ lamak için tepesine takılan ve rüzgârı
n gittiğ
i yöne
dönebilecek biçimde yapılan ş apka.
* Dolap, düzen, hile.



ldak çevirmek (veya döndürmek)
* istediğ
ini yapmak için hileli yollara baş
vurmak.



ldak çiçeği
* Çarkı
felek.



ldak gibi
* sürekli düş
ünce değ
iştiren, sözünden dönen (kimse).



ldakçı
* Fı

ldak yapan veya satan kimse.
* Düzen çeviren, düzenci, dolap çeviren kimse.



ldakçı
lık
* Fı

ldakçı
nın iş
i veya mesleğ
i.



ldanma
* Fı

ldanmak iş
i veya durumu.



ldanmak
* Fı

l fı

l dönmek.


ldatma
* Fı

ldatmak iş
i.



ldatmak
* Fı

l fı

l çevirmek.



n
* Her yandan aynıderecede ı sıalarak ekmek, pasta vb. piş irmeye yarayan, tavanıtonoz biçiminde, önünde
tek açı
klı
k bulunan ocak.
* Ekmek, pasta vb. nin piş irildiği ve satı
ldığıdükkân.
* Isıverici bir düzenekle çalışan, yiyecekleri pişirmeye veya ı

tmaya yarayan alet.
* Bir maddeyi fiziksel veya kimyasal değiş ikliğe uğratmak amacıyla ı
sıtı
lan alet.
* Fırında piş irilmiş
.



n gibi
* çok sı
cak (yer).



n kebabı
* Büyük tencerelere yerleş
tirilerek fı

nda piş
irilen et yemeğ
i, et kebabı
.



ncı
* Fı

n iş
leten kimse.



ncı

k
* Fı

n iş
letme iş
i.



nda makarna
* Haş
lanmı
şmakarnaları
n arası
na özellikle kaş
ar peyniri konularak üzerine süt dökülüp fı

nda piş
irilen
makarna yemeği.



nlama
* Fı

nlamak iş
i.



nlamak
* Pişirmek için fı

na koymak.
* Fırında kurutmak.



nlanma
* Fı

nlanmak iş
i.



nlanmak
* Fı

na konulmak veya fı

nda kurutulmak.



nlatma
* Fı

nlatmak iş
i.



nlatmak
* Fı

nlamak iş
ini yaptı
rmak.



nlı
* Fı

nlanmı
ş.



nlı
k
* Fırında piş
irilmeye hazı
r yemek.
* Bir fı

nın alacağıkadar.


rka
*İ nsan topluluğu.
* Tümen.
* Siyasî parti.

rkacı
* Parti üyesi.
* Bir partiye çok bağ
lıolan, partici.


rkacı

k
* Particilik.


rkata
* 10 - 15 çift kürekli, hı
zlı
, eski bir savaşgemisi.


rkate
* Bkz. firkate.


rlak
* Dı
şarıdoğru fı
rlamı
ş, çı
kmı
ş, çı

k.


rlama
* Fırlamak iş i.
* Arsı z, terbiyesiz çocuk.
* Piç.


rlamak
* Hızla, birdenbire bulunduğu yerden çıkmak, ayrı
lmak.
* Yerinden oynayı p ileriye doğ
ru çı

ntıyapmak.
* Fiyatıbirdenbire yükselmek.


rlatı
lma
* Fı
rlatı
lmak iş
i.


rlatı
lmak
* Fı
rlatmak iş
i yapı
lmak.


rlatı
ş
* Fı
rlatmak iş
i veya biçimi.


rlatma
* Fı
rlatma işi.
* Kol ve bacağ ı
n vücudun orta çizgisinden türlü yönlere, son eklemine kadar hı
zla ve gergin olarak
uzaklaş

rılması(açılması).


rlatmak
* Hı
zla atmak, bulunduğ
u yerden dı
şarıatmak.


rlayı
ş
* Fı
rlamak iş
i veya biçimi.


rsat
* Uygun zaman, uygun durum veya ş
art, vesile.


rsat beklemek (veya aramak)
* en uygun şartıkollamak.


rsat bilmek
* bir ş
eyden belli bir amaçla hemen yararlanmak.


rsat bu fı
rsat
* yararlanı
lacak en uygun zaman.


rsat bulmak
* uygun, elveriş
li zaman bulmak.


rsat düş
künü
* Kötülük yapmak için fı
rsat kollayan (kimse).


rsat düş
mek (veya çıkmak)
* bir imkâna kavuş
mak.


rsat kollamak (veya gözlemek)
* yapmak istediğ
i işiçin uygun bir zaman veya bir durum beklemek.


rsat vermek
* bir iş
i yapmak için uygun, elveriş
li ş
artısağlamak.


rsat yoksulu
* Eline fı
rsat geçmediği için zararsı
z gibi görünen (kiş
i).


rsatçı
* Fı
rsatlarıiyi değerlendiren, fı
rsat kollayan.


rsatçı

k
* Fı
rsatçıolma durumu.


rsatıganimet bilmek
* çı
kan fırsattan en iyi biçimde yararlanmak.


rsatıkaçırmamak
* elveriş
li durumdan yararlanmak.


rsatı
nıdüşürmek
* kolayı
nıbulmak.


rsattan istifade etmek
* ele geçirilen imkân veya durumdan en iyi biçimde yararlanmak.


rt
* Bir solukta veya bir yudumda içilebilecek miktarda sigara veya içki.


rt fı
rt
* (yer değ
iştirme için) Sürekli olarak, ikide bir.


rtı
na
* Yağmur ve kası rga getiren çok güçlü rüzgâr.
* Bu rüzgârı n denizde veya kum çöllerinde yarattığıdalgalanma.
* Güç atlatılan kötü durum.
* Karş ı
t düş ünce veya durumları n yarattığıkarış
ıklı
k; sı

ntı.
* Saatteki hızı70 mil olan rüzgâr.


rtı
na çı
kmak
* sert rüzgâr esmeye baş
lamak.


rtı
na gibi
* hızla, birdenbire.
* telâşlı, aceleci.


rtı
na kopmak (veya patlamak)
*ş iddetli fı
rtı
na çı
kmak.
* bir yerde kavga ve gürültü çı
kmak.


rtı
na kuşu
* Perde ayaklı
lardan, kı
vrı
k gagalı
, açı
k denizlerde yaş
ayan bir kuş
, deniz ördeğ
i (Thalassidroma pelagica).


rtı
na kuşugiller
* Omurgalıhayvanlardan kuş
lar sı
nıfı
na giren bir familya.

rtı
na uğ
rağ ı
* Fı
rtı
nalıyer veya fı
rtı
nanı
n çok olduğ
u yer.


rtı
nalı
* Çok rüzgârlı
.
* Çok tartı
şmalı, çekiş
meli, gürültülü, karı
şı
k.


rttı
rma
* Fı
rttı
rmak iş
i veya durumu.


rttı
rmak
* Aklı
nıkaçı
rmak, delirmek, aklı
nıyitirmek, çı
ldı
rmak.


s fı
s
* Gizli ve yavaşkonuş
ulurken çı
kan sesi anlatı
r.


sfı
s
* Koku, ilâç vb. sı

ları
püskürtmek için kullanı
lan araç.


sfı
slama
* Fı
sfı
slamak iş
i.


sfı
slamak
* Koku, ilâç vb. sı

ları
püskürtmek.


sfı
slanma
* Fı
sfı
slanmak iş
i veya durumu.


sfı
slanmak
* Koku, ilâç vb. sı

lar püskürtülmek.



l fı

l
* Fı

ltıhâlinde, fı

ldayarak, alçak sesle.



ldama
* Fı

ldamak iş
i.



ldamak
* Baş
kaları

n duyamayacağ
ıkadar alçak sesle konuş
mak, fı
slamak.



ldanma
* Fı

ldanmak iş
i.



ldanmak
* Fı

ltıhâlinde söylenmek.



ldaş
ma
* Fı

ldaş
mak iş
i.



ldaş
mak
* Birbirine fı

ldamak.



ltı
* Fı

ldarken çı
kan, güçlükle duyulan ses.



ltıgazetesi
* Toplumu ilgilendiren bir konu ile ilgili dedikodu.



r fı

r
*İnce bir ş ey yanarken veya dar bir delikten su geçerken çı
kan sesi anlatı
r.
* Gizli olarak, alçak bir sesle.


rtı
* Fı

ltı
.


skiye
* Havuzda suyu yukarı
ya doğ
ru, türlü biçimlerde fı
şkı
rtan ağı
zlı
k, fı
şkı

k.


slama
* Fı
slamak iş
i.


slamak
* Bkz. fısı
ldamak.
* Gizlice haber vermek.


slanma
* Fı
slanmak iş
i.


slanmak
* Fı
slamak iş
i yapı
lmak.


stı
k
* Antep fı
stı
ğı
, çam fıstı
ğıveya yer fı
stı
ğıdenilen yemiş
lerin genel adı
.
* Tombul, kı
sa boylu, tı
knaz (kimse).


stı
k çamı
* Bkz. çam fı
stı
ğı
.


stı
k ezmesi
* Fıstı
kla yapı
lan bir ş
ekerleme.


stı
k gibi
* dolgun, besili ve canlı
.
* çok güzel.


stı
kçı
* Fı
stı
k yetiş
tiren veya satan kimse.


stı
kçı

k
* Fı
stı
k yetiş
tirme iş
i.
* Fı
stı
k alı
p satma iş
i.


stı

* Sarı
ya çalan açık yeşil renk.
* Bu renkte olan, açık yeş il.


stı
kî makam
* Çok ağı
r, ağ
ır ağ
ır, yavaşyavaş
.


stı
klamak
* Kı
şkı
rtma amacı
yla araya nifak sokmak.


stı
klı
k
* Fı
stı
k ağaçlarıdikilmişyer, fı
stı
k bahçesi.


şfı
ş
* Fı
şı
r fı
şı
r.


şı
ldama
* Fı
şı
r fı
şı
r ses çı
karma.


şı
ldamak
* Fı
şı
r fı
şı
r ses çı
karmak.

şı
ltı
* Fı
şı
rdama sesi.


şı
r fı
şı
r

pek kumaşbir yere sürtünürken veya su hafif hafif akarken çı
kan ses.


şı
rdama
* Fı
şı
rdamak sesi.


şı
rdamak
* Fı
şı
r fı
şı
r ses çı
kartmak.


şı
rdatma
* Fı
şı
rdatmak iş
i.


şı
rdatmak
* Fı
şı
r fı
şı
r ses çı
kartmak.


şı
rtı
* Fı
şı
rdama sesi.


şkı
* Atgillerin taze dı
şkı

, tersi.


şkı
lama
* Fı
şkı
lamak iş
i.


şkı
lamak
* Toprağı
fış
kıile gübrelemek.


şkı

k
* Fı
şkı

n biriktirildiği yer.


şkı
n
* Bir ağ
acı
n dibinden süren ince dal, sürgün, filiz, dal, piç.
* Asma kütüğünde hereğ in üst yanı
nda biten dal.


şkı
rdak
* Sıvılarıfı
şkırtmaya yarayan araç.
* Ağzı ndaki iki cam borudan biri üflenince ötekinden su fı
şkı
ran, lâboratuvarlarda yı
kama iş
lerinde
kullanı
lan bir deney aracı .


şkı

k
* Su fı
şkı
rtmaya yarayan araçları
n genel adı
, fı
skiye.


şkı

ş
* Fı
şkı
rmak iş
i veya biçimi.


şkı
rma
* Fı
şkı
rmak iş
i.
* Güneşyüzeyinden uzaya sı
cak gaz kütlelerinin fı
rlaması
.


şkı
rmak
* Gaz veya sı vılar bir yerden bası
nç etkisiyle yukarı
ya doğ
ru birdenbire ve hı
zla çı
kmak.
* (bitkiler için) Toplu hâlde, gür olarak yetişmek.
* Bir şey bir yerde bol bol görülmek.


şkı
rtı
* Fı
şkı
ran bir ş
eyin çı
kardı
ğıses.


şkı
rtı

* Belli hı
zla hareket eden bir akı
şkan yardı
mıyla, baş
ka bir akı
şkanı
n boş
alması
nısağlayan alet, ejektör.

şkı
rtı
lma
* Fı
şkı
rtı
lmak iş
i.


şkı
rtı
lmak
* Fı
şkı
rmasısağlanmak.


şkı
rtma
* Fı
şkı
rtmak iş
i.


şkı
rtmak
* Fı
şkı
rması
nısağ
lamak.


şlama
* Fı
şlamak iş
i.


şlamak
* Fı
kramak.



k
*İç organlardan bir parçanı
n, daha çok bağ
ırsak bölümünün karı
n çeperlerini geçip deri altı
nda ur gibi bir
siş
kinlik yapması , kavlı
ç, yarı
mlık.



k olmak
* büyük sı
kıntı
duymak, kahrolmak, çaresiz kalmak.



klı
* Fı

ğıolan, kavlı
ç.


trat
* Yaradı

ş, hilkat.


traten
* Doğuş
tan, yaradı

şıgereğince.


trî
* Yaradı

şla ilgili, yaradı

ştan, doğ
uştan (olan).


triye
* Doğuş
tancı

k.


ttı
rmak
* Bkz. fı
rttı
rmak.

fi
* "-de, içinde" anlamları
nda sözlerin baş
ında kullanı
lan edat.

fi tarihinde
* oldukça eski bir zamanda.

fiber
* Sı

ştı

lmı
şbitki tellerinden yapı
lmı
şmukavva veya tahta.

fiberglas
* Plâstik maddelerden, özellikle polyesterden parçalar yapı
mında kullanı
lan sağlamlaş

rma maddesi.

fibrin
* Kan ve lenf serumunda bulunan albüminli bir madde.

fibrinojen
* Pı
htı
laş
ma sı
rası
nda fibrine dönüş
en bir kan proteini.
fidan
* Ağaç ve ağaççıkların yeni yetiş
eni.
* Baş
ka bir yere dikilmek için bulunduğu yerden çı
karı
lan taze ağaç, dikme.

fidan biti
* Yaprak biti.

fidan boylu
*İ nce uzun ve biçimli (kimse).

fidan gibi
* ince ve uzun boylu.

fidancı
k
* Küçük fidan.

fidanlı
k
* Fidan yetiş
tirilen yer, dikmelik.

fide
* Bahçı
vanlı
kta yastı
klarda tohumdan yetiş
tirilip baş
ka yerlere dikilmek için hazı
rlanan sebze veya körpe
çiçek.

fideci
* Fide yetiş
tirip satan kimse.

fidecilik
* Fide yetiş
tirip satma iş
i.

fideizm

nancı

k, imaniye.

fideleme
* Fidelemek iş
i.

fidelemek
* Fidan dikmek.

fidelik
* Fide yetiş
tirilen yer.
* Fide olmaya uygun.

fidye
* Tutsak edilen veya rehin alı
nan bir kimsenin serbest bı
rakı
lmasıiçin istenen para, kurtulmalı
k.
* Fidyeinecat.

fidyeinecat
* Kurtulma bedeli, kurtulmalı
k.

fifre
* Yanlaması
na çalı
nan, altıdeliği olan, tahtadan bir tür flüt.

figan
* Acıile bağ
ırma, inleme.

figan etmek
* acıile bağ
ırmak, inlemek.

figür
* Resim ve heykel sanatları nda varlı
kları
n biçimi.
* Bir dansıoluş turan ölçülü adımlarla beliren zincirleme hareketlerden her biri.
* Birbirini izleyerek melodik ve ritmik bakı mdan bir bütün oluş turan notalar grubu.
figüran
* Genellikle tiyatro ve sinemada, konuşmasıolmayan veya konuş
ması
çok az olan rollere çı
kan kimse.
* Bir toplumda, bir toplulukta sönük, etkisiz olan kimse.

figüranlı
k
* Figüran olarak çalı
şma.

figüratif
* Figürlü, figürcü.

figüratif sanat
*İçinde insan, hayvan ve doğa ögeleri yer alan, figürcü sanat.

figürlü
* Figürü olan.

fiğ
* Baklagillerden, hayvan yemi olarak yetiş
tirilen bir bitki (Vicia sativa).

fihrist
*İçindekiler.
* Katalog.
* Alfabetik sıralamalar için kullanı
lan, kenarı
nda bütün harflerin yer aldı
ğınot defteri.

fihristleme
* Fihristlemek iş
i.

fihristlemek
* Fihriste geçirmek.

fiil
*İ ş, davranı
ş .
* Olumlu veya olumsuz olarak çekimli durumda zaman kavramı
taş
ıyan veya zaman kavramıile birlikte ş
ahı
s
kavramıveren kelime.

fiil cümlesi
* Bildirme veya isteme kiplerinden biriyle kurulan ve olumsuzu ancak -ma/ -me eki ile yapı
labilen cümle.

fiil çekimi
* Fiil isim kök veya gövdelerine zaman kavramıile birlikte ş
ahı
s kavramıda veren eklerin getirilmesi, fiil
tasrifi.

fiil gövdesi
* Kökü bir baş
ka yapı
m eki almı
şfiil.

fiil kökü
* Fiil soyundan bir kelimenin bölünmeyen anlamlıkı
smı
.

fiil tabanı
* Fiil kök ve gövdelerinin çekim eki almamı
şhâli.

fiile koymak
* eyleme geçirmek.

fiilen
* Gerçekten, gerçekten yaparak, çalı
şarak.

fiilî
* Eylemli, edimsel, gerçekten yapı
lan (iş
).

fiili bozuk
* Ahlâkça düş
ük (kimse).

fiilî hizmet
* Memur, iş
çi gibi çalı
şanları
n bağ
lıolduklarısosyal güvenlik kurumunda tam kesenek vermek suretiyle
geçirdikleri süre.

fiilî hizmet zammı


* Yı pratı
cıiş
lerde çalı
şanları
n yaptı
klarıağı
r ve tehlikeli iş
ten dolayıfiilî hizmet yı
lları
na eklenen süre.

fiilimsi
* Olumsuzu yapı
lan ve tümleç olabilen mastar, sı
fat-fiil, zarf-fiil gibi türleri bulunan fiilden türemişş
ekillere
verilen ad, eylemsi.

fiiliyat

şolarak yapı
lanlar, edim, edimler, iş
ler, gerçekleş
tirilen iş
ler.

fikir
* Düşünce, mülâhaza, mütalâa.
* Düşün, ide.
* Kuruntu.

fikir (veya birinin fikrini) almak


* (birinin) düş üncesinden yararlanmak.

fikir adamı
* Herhangi bir düş
ünce alanı
ndaki görüş
lerine değ
er verilen kimse.

fikir danı
şmak
* bilgi edinmek için bir yetkiliden bilgi almak.

fikir edinmek
* kanaat sahibi olmak.

fikir hürriyeti
* Düş ünce özgürlüğ
ü.

fikir iş
çisi
* Bilim ve fikir alanı
nda çalı
şan kimse.

fikir vermek
* düş üncesini bildirmek.
* bir konuda yol gösterici bilgi edinmek.

fikir yazı

* Düş
ünce yönü ağı
r basan yazıveya makale.

fikir yormak
* bir konuda çok düş
ünmek.

fikir yürütmek
* bir konu üzerine düş
üncesini söylemek.

fikirli
* Herhangi bir konu üzerinde düş
üncesi olan, akı
llı
, düş
ünceli.

fikirsiz
* Herhangi bir konu üzerinde düş
ünemeyen, görüş
ü olmayan, düş
üncesiz.

fikirsizlik
* Fikirsiz olma durumu, düş
üncesizlik.

fikren
* Düş
ünce yoluyla, düş
ünerek, zihnen.

fikrî
* Düş
ünce ile ilgili.

fikrini çelmek
* kandı
rmak, düş
üncesini değ
iştirtmek, ikna etmek.

fikrisabit
* Saplantı
, idefiks.

fikriyat
* Düş
ünceler.

fiks mönü
* Türü ve fiyatıönceden belirlenen yemek.

fikstür
* Yarı
şmaları
n zamanı
nıve sı
rası
nıbelirleyen çizelge.

fiktif

tibarî.

fil
* Filgillerin hortumlular takı
mı ndan, Afrika ve Asya'nı
n sı
cak bölgelerinde yaş
ayan, çok iri, kalı
n derili
hayvan (Elephas).
* Satrançta çapraz hareket ettirilen taş
.

fil diş
i
* Filin silâh olarak kullandı
ğıiki uzun ve eğri diş
i.
* Diştacı nda mine, köklerde ise seman denilen ve diş
in sert bölümünü oluş
turan doku.
* Fil dişinden yapı lmış .

fil elması
* Turunçgillerden, Hindistan'da yetiş
en bir ağaç (Feronia elephantum).
* Bu ağacı
n yenilen meyvesi.

fil faresi
* Memeliler sınıfı
ndan, burun bölümü hortum gibi uzun olan, uzun kuyruklu, kanguru gibi sı
çrayabilen bir
hayvan (Macroscelides proboscideus).

fil gibi
* çok ş

man, çok yemek yiyen kimse.

fil hastalı
ğı
* Çoğ
unlukla bacakları
nşiş
ip fil ayağ
ıbiçimini alması
yla beliren bir hastalı
k.

fil yürüyüşü
* Ellerin ve ayakları
n gergin kol ve bacaklarla birbirine çok yakı
n basarak oluş
turduğu bir yürüyüşbiçimi.

filâman
* Elektrik ampullerinden akı
m geçtiğinde akkor duruma gelen ince iletken tel.

filân
*İ stenmeyen durum veya söylenmesi sakıncalı özel adları
n yerine kullanı

r.
* Cümlede "ve benzerleri" anlamı
nda kullanı
lır.

filân falan
* Bkz. falan filân.

filân festekiz
* Bkz. falan filân.
filânca
* Falanca.

filânı
ncı
* Falanı
ncı
.

filântrop

nsansever, insanları
n iyiliğ
i için çalı
şan kimse.

filâriz
* Keten dövmeye yarayan tokmak.

filârizleme
* Filârizlemek iş
i.

filârizlemek
* Keteni döverek tel durumuna getirmek.

filârmoni
* Güçlü müzik sevgisi.
* Müzik konserleri derneğ
i.

filârmonik
* Müziği seven (kimse).
* Müzik sevenlerin kurduklarıdernek veya konser dernekleri için kullanı

r.

filbahar
* Taşkırangillerden, ilkbaharda beyaz ve güzel kokulu çiçekler açan, park ve bahçelerde süs bitkisi olarak
yetiş
tirilen ağaççık, akasma, filbahri (Philadelphus).

filbahri
* Bkz. filbahar.

fildekoz
* Bir çeş
it pamuk ipliği.
*İ skoçya ipliği denilen ince ve sağ
lam pamuk ipliğinden dokunmuş
.

fildiş
i
* Fil diş
inin donuk beyaz rengi.

fildiş
i gibi
* donuk, beyaz (ten).

fildiş
i karası
* Fil diş
i külünden yapı
lan kara boya.

fildiş
i rengi
* Fildiş
i.

file
* Yün, pamuk vb. ipliklerden düğümlerle oluşmuşağ .
* Alışveriş
te kullanı
lan ilmeklerden oluşmuşağtorba.
* Saçları
n dağılmamasıiçin kullanılan ağbiçiminde örgü.

filenk
* Ağır cisimleri bir yerden bir yere kaydı
rmak ve özellikle deniz teknelerini karaya çekmek için bunları
n
altı
na sürülen yuvarlak ağaç, felek.

filet
* Derinliğ
i aynıolan sı
ğsu alanı
.
fileto
* Kasaplı
k hayvanları
n sı
rtı
nda, dikensi çı
kıntı
boyunca iki yandaki et.

filgiller
* Memeliler sı
nıfı
nın hortumlular takı
mını
n bir familyası
.

filhakika
* Gerçekten, doğ
rusu, hakikaten.

filibit
* Bkz. flebit.

filigran
* Bazıkâğı
tları
n dokusunda bulunan ve ancak aydı
nlı
ğa tutulunca görülen çizgi, resim ve yazıgibi biçimler.

filigranlı
* Filigranıolan.

filika
* Gemilerde bulundurulan sandal.

filikacı
* Filikalara bakmakla görevli kimse.

filinta
* Namlusu kısa, kurş
un atan bir çeş
it küçük tüfek.
* Güzel, yakı
şı
klı.

filinta gibi
* genç, ince uzun boylu, çevik, yakı
şı
klı(kimse).

Filipinli
* Filipin adalarıhalkı
ndan veya bu halkı
n soyundan olan kimse.

filiskin
* Yerden 2-3 karı
şyükseklikte, çok yı
llı
k ve otsu bir bitki (Mentha pulegium).

Filistinli
* Filistin halkı
ndan veya bu halkı
n soyundan olan kimse.

filiz
* Yeni sürmüşkörpe ve küçük dal veya yaprak, sürgün.

filiz
* Ocaktan çı
karı
lan iş
lenmemiş
, baş
ka maddelerle karı
şı
k hâlde bulunan, ham maden birleş
iği.

filiz gibi
* ince ve güzel vücutlu.

filiz vermek
* sürgün çı
kmaya baş
lamak.

filizcik
* Küçük sürgün.

filizî
* Asma filizinin rengi, açı
k yeş
il renk.
* Bu renkte olan.

filizkı
ran
* Mayı
s ayı
nda ağ
açları
n filizlendiği mevsimde esen bir fı
rtı
na.
filizleme
* Filizlemek iş
i.

filizlemek
* Bitkilerin gereğ
inden çok olan filizlerini kı
rmak.

filizlenme
* Filizlenmek iş
i.
* Yumruları n üzerinde ince uzun filizlerin belirmesi biçiminde görülen patates hastalı
ğı.

filizlenmek
* (bitki) Filiz vermek.
* Geliş meye, büyümeye baş
lamak.

filizli
* Filizi olan.

filkulağı
* Yılan yastı
ğıgillerden ana yurdu tropikal Amerika olan, kökü yumrulu bir süs bitkisi (Caladium).
* Pazarlarda satılan bir tür sünger.

film
* Fotoğrafçı

kta, radyografide ve sinemacı

kta resim çekmek için kullanı
lan, selülozdan, saydam, bükülebilir
ş
erit.
* Sinemacılı
kta, bir oyunun bütününü taş ıyan şerit veya ş
eritlerin bütünü.
* Sinema makinesiyle gösterilen eser.
* Camlara yapıştırı
larak içerinin görünmesini engelleyen bir tür ince yaprak.

film çekmek
* bir sinema kamerası
yla görüntüleri tespit etmek veya bir hareket ve görünüş
ün sı
ralıresmini çekmek.
* vücudun röntgenini almak.

film çevirmek
* beyaz perdede oynatılacak bir eseri filme almak veya bu eserin çekiliş
i sı
rası
nda rol yapmak.
* eğlenmek, hoşvakit geçirmek.

film müziği
* Filmin görüntülerine eş
lik etmek amacı
yla özel olarak bestelenmişveya hazı
rlanmı
şmüzik.

film oynamak
* bir film, sinemada gösterilmekte olmak.

film oynatmak
* bir filmi sinemada göstermek.

film yı
ldı

* Sinema dünyası
nda çok ünlü olan oyuncu, star.

filmci
* Sinemacı
.

filmcilik
* Sinemacı

k.

filmleş
tirmek
* Film durumuna getirmek, filmleş
tirmek iş
i.

filo
* Bir arada ve bir komuta altı nda bulunan savaşgemilerinin veya uçakları
nın bütünü.
* Aynıtür yük taş ı
yan ticaret gemilerinin veya kara taş
ıtları

n bütünü.
* Bit.
filojenez
* Soy oluş
.

filoksera
* Asma biti.
* Asma bitinin yol açtı
ğıbağhastalı
ğı
.

filolog
* Filoloji ile uğraş
an bilgin.

filoloji
* Dili ve yazılıbelgeleri dil ve tarih açı

ndan inceleme.
* Dil yoluyla bir toplumun kültürünü inceleyen bilim, lisaniyat.

filolojik
* Filoloji ile ilgili.

filotillâ
* Torpidolardan oluş
an filo.

filoz
* Balı
kçı
ları
n ağ
larısu yüzünde tutmak için kullandı
klarıkabak veya mantardan yapı
lmı
şağş
amandı
rası
.

filozof
* Felsefe ile uğ
raşan ve felsefenin geliş
mesine katkı
da bulunan kimse, felsefeci, feylesof.
* Felsefe yapmaya meraklıolan (kimse).
* Sakin, kendi hâlinde yaşayan.

filozofça
* Filozofa yaraş
ır biçimde (olan).

filozofik
* Felsefe ile ilgili, felsefeye dayanan.

filozoflaş
ma
* Filozoflaş
mak iş
i veya durumu.

filozoflaş
mak
* Filozof özelliği kazanmak.

filozofluk
* Filozof olma durumu.

filtre
* Süzgeç.
* Süzek.

filtreli
* Filtre takı
lmı
şolan.

filtresiz
* Filtre takı
lmamı
şolan.

filum
* Canlı
ları
n bölümlenmesinde, dalları
n bir araya gelmesiyle oluş
an birlik.

filvaki
* Gerçekte, gerçekten, vakı
a.

filvaki ... ama


* her ne kadar ise de.
Fin
* Finlandiya halkı
ndan veya bu halkı
n soyundan olan kimse.
* Fin halkı
na özgü olan.

Fin hamamı
* Çok sı
cak yerden ve sudan çok soğ
uk yere ve suya girme gibi vücudu uyarı
cıniteliği olan hamam, sauna.

Fin Ugor
* Ural dillerinden bir dil öbeğ i.
* Bu dil öbeği ile ilgili olan.

final
* Sona eren, biten.
* Elemeli yarı
ş malarda sonucu belirten karş
ılaş
ma.
* Bir müzik parçası nı
n son bölümü, bitiş.
* Dönem sonu sı navı.

finale kalmak
* son yarı
şmaya katı
lma hakkı
nıkazanmak.

finalist
* Son yarı
şmaya kalan sporcu veya takı
m.

finalizm
* Bkz. erekçilik.

finanse
* "Bir giriş
im için gereken parayı
, krediyi sağlamak" anlamı
nda kullanı
lan finanse etmek birleş
ik fiilinde
geçer.

finansman
* Bir giriş
ime iş
leyebilmesi, geliş
ebilmesi için gereken para ve krediyi sağlamak iş
i.

fincan
* Çay, kahve gibi genellikle sı cak ş
eyler içmekte kullanı
lan küçük kap.
* Elektrik tellerinin eklem noktalarına konulan porselenden yapı lmışyalı
tkan araç.
* Bir fincanın alabildiği ölçü.

fincan böreği
* Tepsiye serildikten sonra fincan ağzıbiçiminde bir kalı
pla yuvarlaklar kesilerek yapı
lan bir çeş
it börek.

fincan fincan
* Fincanıandı
rarak, fincan biçiminde.

fincan gibi
* iri ve patlak (göz).

fincan oyunu
* Fincanları
n altı
na yüzük saklayarak oynanan bir oyun.

fincancı
* Porselen veya cam eş
ya satan kimse.

fincancıkatırları
nıürkütmek
* zararıdokunabilecek bir kimsenin hoş
una gitmeyen bir davranı
şta bulunmak.

fincanlı
k
* Miktarıherhangi bir fincan kadar olan.
* Herhangi bir sayı
da fincan alabilecek geniş
likte olan.

Fince
* Fin dili.
fingir fingir
* Davranı
şve sözlerdeki aş
ırı

ğıanlatmak için fingirdemek fiiliyle birlikte kullanı

r.

fingirdek
* Aş
ırıderecede oynak ve kı

tkan, cilveli (kadı
n).

fingirdeme
* Fingirdemek iş
i.

fingirdemek
* Dikkati çekecek kadar kı

tkan, oynak davranmak.

fingirdeş
me
* Fingirdeş
mek iş
i.

fingirdeş
mek
* Birbiriyle fingirdeş
mek.

finiş
* Bitme.
* Bir yarı
şı
n son bulduğ
u yer veya çizgi, varı
ş.

finiş
e kalkmak
* uzun veya orta mesafe koş
ularda varı
şa yaklaş
ırken hı
zıartı
rmak.

fink
* "Hiçbir ş
eye aldı
rmadan gönlünce gezip eğ
lenmek" anlamı
na gelen fink atmak deyiminde geçer.

fino
* Çok tüylü küçük bir köpek türü.
* Esrar.

firak
* Ayrı

ş, ayrı

k.

firaklı
* Üzüntülü, dokunaklı
, içe iş
leyen.

firar
* Kaçma, kurtulma.
* Bir sanı
k, tutuklu veya hükümlünün gözcülerin elinden kurtulması
.

firar etmek
* kaçmak.

firara kadem basmak


* kaçmak.

firarî
* Kaçak, kaçkı
n, kaçmı
şolan (kimse).

firavun
* Eski Mı sır hükümdarları na verilen unvan.
* Kibirli, suratsız ve kötü yürekli kimse.
*İskambil kâğ ıtları
yla oynanan bir çeşit oyun.

firavun faresi
* Etçillerden, Afrika'da, özellikle Mı

r'da yaygı
n, kedi büyüklüğünde bir hayvan (Herpestes ichneumon).

firavun inciri
* Frenk inciri.
firavunlaş
ma
* Firavunlaş
mak iş
i.

firavunlaş
mak
* Kötü, acı
ması
z bir insan olmak.

firavunluk
* Firavun olma durumu.
* Firavunun görevi.

fire
* Her tür ticarî malda kuruma, dökülme, bozulma gibi sebeplerle eksilme, ağ
ırlı
k yitimi.
* Bir işyapılı
rken çıkan artı
k parça.

fire vermek
* kuruma dolayı

yla eksilmek.

firez
* Ekin.
* Yeni çıkmaya baş lamı şekin.
* Biçilmiştarlada kalan tahı
l kökleri, anı
z.

firfiri
* Parlak kı
zıl renk.
* Bu renkte olan.

firik
* Olgunlaş mak üzere olan tahı
l.
* Çerez olarak yenen tahı
l kavurgası
.

firiş
tahıgelse
* en güçlüsü, en yetkilisi, en üstünü olsa.

firkat
* Ayrı

ş, ayrı

k.

firkate
* Bkz. fı
rkata.

firkateyn
* Üç direkli, bir tür yelkenli savaşgemisi.

firkete
* Kadı
nları
n saçları
nıtutturmak için kullandı
klarıU biçimindeki naylon, tel veya bağ
adan saç tokası
.

firketeleme
* Firketelemek iş
i.

firketelemek
* Firkete ile tutturmak.

firma
* Tüzel kiş
iliği olsun olması
n bir ekonomik etkinlik birimi.

firuze
* Küpe ve yüzük taş ıgibi bezek iş
lerinde kullanı
lan, mavi renkli, saydam olmayan hidratlı
doğ
al alüminyum
ve fosfattan oluş
an değerli bir mineral.

fisebilillâh
* Hiçbir karş
ılı
k beklemeden.
fiske
* Parmaklardan birinin ucunu başparmağı n baş
ına iliş
tirip birdenbire ileriye fı rlatarak yapı
lan vuruş
.
*İ ki parmak ucu ile tutulabilen miktar.
*İ nsan derisinde herhangi bir sebeple ortaya çı
kan ufak ve içi su dolu kabartı .

fiske fiske kabarmak (veya olmak)


* kabarcı
klar oluşmak.

fiske kondurmamak (veya dokundurmamak)


* bir kimse veya nesneyi en küçük bir tehlikeden bile korumak, titizlikle savunmak.

fiskeleme
* Fiskelemek iş
i.

fiskelemek
* Fiske vurmak.
* Hafifçe sitem etmek.

fiskos
* Baş
kaları

n duyamayacağ
ıbiçimde gizli ve alçak sesle konuş
ma.

fiskos etmek
* baş
kaları

n bulunduğu yerde birkaç kiş
i gizlice, alçak sesle konuş
mak.

fistan
* Giysi.
* (İ
skoç, Arnavut ve Yunanlı
larda) Erkeklerin giydikleri kı
sa, plili eteklik.

fistanlı
* Fistan giymiş
.

fistanlı
k
* Fistan yapmaya elveriş
li.

fistansı
z
* Fistan giymemiş
.

fisto
* Elde veya makinede iş lenmişsüslü ş erit.
* Dantele benzer süsleri olan bir tür kumaş .
* Bu kumaş tan yapılmış.

fistolu
* Üzerine fisto dikilmişolan.

fistül
* Akarca.

fiş
* Prizden akı m almaya yarayan araç.
* Bir eserin hazı
rlanması nda kolaylık sağ lamak veya bir iş
e kılavuzluk etmek için yazı

p sı
nıflandı rılan küçük
kâğı
t yapraklarından her biri.
* Kumarda, bazıalı şverişiş
lerinde para yerine kullanılan pul ve benzeri.
* Bir işi yaptı
rmak veya gereken sıranı n alındı
ğınıbelirtmek için bir koçandan koparı lmışkâğ ıtlardan her biri,
makbuz.

fişaçmak
* bir iş
le ilgili konuda gereken bilgileri fişüzerine yazmaya baş
lamak, fiş
lemek.

fiş
e
* Bazımobilya kilitlerinin içinde bulunan, birbirinin benzeri fakat farklıölçüdeki uçları
yaylıkilit elemanı
.
fiş
ek
* Tüfek, tabanca gibi hafif ateş li silâhları
n içine, atı
lmak için sürülen ve içinde barut bulunan bir kovan ile bu
kovanı
n ucuna yerleş tirilmişmermiden oluş an cephane, kurş un.
* Donanma ve ş enliklerde kullanı lan çeşitli yanı
cıveya patlayıcımaddeler.
* Silindir biçiminde üst üste konarak kâğı da sarı
lmışmadenî para.
* Fiş ek biçiminde yapı lmı
şbaharat ambalâjı .

fiş
ek atmak
* ortalı
ğıkarı ştı
racak bir söz söylemek.
* cinsel birleş
mede bulunmak.

fiş
ek gibi
* hı
zla.

fiş
ek salı
vermek
* ara bozacak söz söylemek.

fiş
ekçi
* Fiş
ek yapan veya satan kimse.

fiş
ekhane
* Fiş
ek yapı
lan yer.

fiş
ekli

çinde fiş
ek bulunan.

fiş
eklik
* Üzerine tüfek, tabanca fiş
ekleri geçirilip bele ası
lan veya omuzdan bele doğru çapraz geçirilen kemer,
kargı

k.
* Kütüklük.

fiş
eklikli
* Fiş
ekliği olan.

fiş
ini tutmak
* bir kimsenin davranı
şları
nıfişüzerinde belirlemek.

fiş
ka
* Çipo tı
rnağı
nıkaldı

p asmak için geminin kenarı
nda bulunan sabit veya hareketli demir askı
.

fiş
leme
* Fiş
lemek iş
i.

fiş
lemek
* Fişüzerine yazmak.
* Bir iş
le ilgili konuda fişaçmak.

fiş
lenme
* Fiş
lenmek iş
i.

fiş
lenmek
* Fiş
e geçirilmek, fişe yazı
lmak.
* Güvenlik kuruluş larında dosyasıbulunmak.

fiş
li
* Fiş
e yazı
lmışolan.
* Güvenlik kuruluş
ları
nda kaydıbulunan (kimse).

fiş
lik
* Fişkoymaya yarar yer veya kutu.
* Fişolmaya veya fişyapılmaya uygun olan.
fit
* Birini baş
kası
na karş
ıkı
şkı
rtma.

fit
* Ödeş
me, razıolma.

fit

ngiliz uzunluk ölçüsü birimi olan foot, ayak sözünün çokluk biçimi.

fit olmak
* ödeş
me, razı
olmak.

fit vermek (veya fit sokmak)


* birini baş kası
na karş
ıkı
şkı
rtmak, arayıaçmak; kuş
ku uyandı
rmak.

fitçi
* Kı
şkı
rtı

, ara bozucu, kovcu.

fitçilik
* Kı
şkı
rtı


k, ara bozuculuk, kovculuk.

fitil
* Lâmbada, kandilde ve mumda yağ ı
n, çakmakta benzinin yanması nısağlayan, türlü biçimlerde bükülmüş
veya dokunmuşpamuktan yapı lan genellikle yağçekici madde.
* Derin yaraların tedavisinde, yara içine salı nan steril gaz bezi şeridi.
* Anüse konulan donmuşyağkı vamı nda ve koni biçiminde ilâç.
* Eskiden toplarıve ş imdi lâğımlarıateş lemekte kullanı lan kaytan biçiminde tutuş turucu madde.
* Kumaş ı
n altı
na kaytan biçiminde bükülmüşbir ş ey koyup üstten dikerek yapı lan kabartma yol.
* Koltuk ve sandalye gibi oturulan eş yanı n yapı
mı nda dikişveya çivileri gizlemekte kullanı lan şerit.
* Dokunuş unda yollarıolan kumaş .
* Elli kâğı
tla oynanan ve en az sayı sı olanı n kazanmasıkuralı na dayanan bir iskambil oyunu.

fitil fitil burnundan gelmek


* Bkz. burnundan gelmek.

fitil gibi
* çok sarhoş
.

fitil olmak
* çok sarhoşolmak.

fitil vermek
* kı
zdı
rmak, azdı
rmak, kı
şkı
rtmak.

fitilci
* Fitil yapan veya satan kimse.
* Kargaş alı
k çı
karan (kimse).

fitili almak
* birdenbire telâş
lanmak, kaygı
lanmak, öfkelenmek.

fitilleme
* Fitillemek iş
i.

fitillemek
* Fişek, dinamit gibi patlayıcımaddelerin fitilini ateş
lemek.
* Birini kı
zdırmak veya kı şkırtmak, fitil vermek.

fitillenme
* Fitillenmek iş
i.

fitillenmek
* Fitil takı
lmak.
* Kızdı rı
lmak, kı
şkı
rtı
lmak.

fitilli
* Fitili olan veya fitille ateş
lenen.
* Üzerinde dokuma doğrultusunda fitiller olan kumaş
.

fitilsiz
* Fitili olmayan.

fitin
* Fitik asidin C6H6[OPO(OH)2]6, bir tuzu olan, fosforu tek mideliler tarafı
ndan değerlendirilemeyen
organik bir bileşik.

fitleme
* Fitlemek iş
i.

fitlemek
* Birini, baş
kası
na karş
ıkı
şkı
rtmak, fitnelemek.

fitlenme
* Fitlenmek iş
i.

fitlenmek
* Biri baş
kası
na karş
ıkı
şkı
rtı
lmak.

fitne
* Geçimsizlik, karışı
klık, kargaş
a.
* Fitneci, ara bozucu.

fitne fesat çı
karmak
* ara bozucu söz söylemek ya da davranı
şlarda bulunmak.

fitne fücur
* Çok fitneci, ara bozucu, karı
ştı


.

fitne kumkuması
* Ara bozucu kimse.

fitne sokmak
* ara bozmak, (insanları
) birbirine katmak.

fitneci
* Fitne çı
karan, kar ı
ştı


, ara bozucu.

fitnecilik
* Fitneci olma durumu.

fitneleme
* Fitnelemek iş
i.

fitnelemek
* Çekiş
tirmek, yermek, gammazlamak, kovlamak.

fitnelik
* Karı
ştı
rma, çekiş
tirme, ara bozma.

fitopatoloji
* Bitki hastalı
kları
nıinceleyen bilim dalı
.

fitre
* Ramazan ayı
içinde verilmesi dince buyrulan, miktarıbelirli sadaka.
fitret
* Bkz. fetret.

fiyaka
* Gösteriş
, çalı
m, afi, caka.

fiyaka satmak
* gösterişyapmak, caka yapmak, çalı
m satmak.

fiyakacı
* Gösteriş
çi, cakacı
, fiyaka yapan (kimse).

fiyakalı
* Gösteriş
li, cakalı
, fiyakasıolan.

fiyasko
* Bir giriş
imde gülünç ve baş
arı

z sonuç.

fiyasko vermek
* bir giriş
im baş
arı

zlı
kla sonuçlanmak.

fiyat
* Alım veya satı mda bir ş eyin para karş ı

ğ ındaki değeri, eder, paha.
* Bir mal veya işgücü için uygun görülen para karş ı

ğı.
* Bir değer ile para birimi arasındaki iliş
ki.

fiyat (veya değer) biçmek


* bir değer için ödenecek para karş
ılı
ğı
nıbelirlemek.

fiyat ayarlamak
* para değ
erindeki değ
işiklik ve baş
ka ekonomik ş
artlar dolayı

yla fiyatlarıdüzenlemek.

fiyat kı
rmak
* fiyatıdüş
ürmek, fiyatı
indirmek.

fiyat vermek
* isteyeceği veya ödeyeceği fiyatıbildirmek.

fiyatlandı
rma
* Fiyatlandı
rmak iş
i.

fiyatlandı
rmak
* Fiyatı
nıbelirtmek, fiyat tespit etmek, fiyatlandı
rmak.

fiyatlanma
* Fiyatlanmak iş
i.

fiyatlanmak
* (bir ş
eyin) Fiyatıyükselmek, pahalı
laş
mak.

fiyatlarıdondurmak
* fiyatları
n yükselmesini önlemek, fiyatları
n olduğ
u gibi kalması
nısağlamak.

fiyatlı
* Fiyatı
olan, pahalı
.

fiyonk
* Kelebek biçiminde bağ
lanmı
şkurdele vb.

fiyonk makarna
* Fiyonk biçiminde dökülmüşve satı
şa sunulmuşmakarna.
fiyort
* Norveç, İ
skoçya ve Kuzey Amerika kı yı
larında buzulları
n oluş
turduklarıdik yamaçlı
, derin eski buzul
koyakları
nın aş
ağıkesimlerinin deniz altı
nda kalmasıyla oluş
an körfez.

fizibilite
* Yapı
labilirlik.

fizik
* (maddenin kimyasal yapı sındaki değiş iklikler dı
şı
nda) Genel veya geçici yasalara bağlı
, deneysel olarak
araş


labilen, ölçülebilen, matematiksel olarak tanı mlanabilen madde ve enerji olgularıyla uğraşan bilim dalı
.
*İ nsanı n doğ al yapı

.
* Kiş inin dı
şgörünüş ü.

fizik gücü
* Güçlü yapı

, gücü kuvveti.

fizik kondüsyonu
* Fiziksel ve ruhsal bakı
mdan bir sporcunun durumu.

fizik ötesi
* Doğa ötesi.

fizik tedavisi
* Hastalı
klarısu, ı
şı
k, hava, elektrik gibi fiziksel ve mekanik yöntemlerle tedavi etme.

fizik yapı

* Bir insanı
n vücut görünüş
ü.

fizikçi
* Fizik bilgini veya fizikle uğ
raşan kimse.
* Fizik öğretmeni.
* Fizik tedavisiyle uğraş an doktor.

fizikî
* Fiziksel.

fizikî coğ
rafya
* Yeryüzünün dışında insan ve öteki varlı
klar üzerine etki yapan doğ
al olayları
n doğ
uşunu, oluş
umunu ve
sonuçlarınıinceleyen coğrafya bilimi.

fizikî harita
* Herhangi bir yerin dağ
ları
nı, ovaları
nı, plâtoları

, akarsuları
nı, göllerini gösteren harita.

fizikokimya
* Kimyasal olaylarıfiziksel yöntemlerle çözümleyen, fizik ve kimya konuları
nıkapsayan bilim.

fiziksel
* Fizikle ilgili olan.
* Genel olarak doğaya, maddeye, nesnelere iliş
kin olan.
* Gerçek, gerçek olma durumu.

fizyokrat
* Fizyokratlı
k yanlı

.

fizyokratlık
* Tarı
m emeğ
inin üretici emek olduğunu ve yalnı
zca bu emeğ
in, değ
eri yarattı
ğı
nıileri süren XVIII.yüzyı
l
ekonomi görüş ü.

fizyolog
* Fizyolojist.
fizyoloji
* Canlı
ları
n hücre, doku ve organları

n görevlerini ve bu görevlerin nası
l yerine geldiklerini inceleyen bilim
dalı
.

fizyolojik
* Fizyoloji ile ilgili, vücutla ilgili.
* Normal, doğal olarak iş leyen.

fizyolojist
* Fizyoloji bilgini, fizyolog.

fizyonomi
* Yüz çizgilerinin genel durumundan çı
kan anlam.

fizyoterapi
* \343 fizik tedavisi.

fizyoterapist
* Fizyoterapi uzmanı
, hastalarıfizyoterapi yoluyla tedavi eden kimse.

flâm
* Bkz. emniyet kilidi.

flâma
*İşaret olarak veya çeş itli amaçlarla kullanı
lan küçük bayrak.
* Mühendislerin, haritacı ları
n kullandığırenkli belirtme sı

ğı.
* Mızrak ucuna takı lan küçük bayrak.
*İki veya üç köş eli, küçük boyutlu bayrak.

flâmacı
* Flâma kullanarak anlaş
mayısağlayan kimse.

Flâman
* Flândra ülkesi halkı
ndan veya bu halkı
n soyundan olan kimse.
* Flâman halkına özgü olan.

Flâman atı
* Belçika kökenli iri koş
um atı
.

Flâman kuşu
* Bkz. flâmingo.

Flâmanca
* Hint-Avrupa dil ailesinden, Hollanda, Fransa ve Belçika'nı
n bir bölümünde konuş
ulan dil.

flâmangiller
* Kuş
lar sı
nıfı
nın leyleksiler takı
mına bağlıflâmanlar alt takı
mını
n bir familyası
.

flâmanlar
* Kuş
lar sı
nıfı
nın, leyleksiler takı
mını
n bir alt takı
mı.

flâmingo
* Leyleksilerden, tüyleri beyaz, pembe, kanatları

n ucu kara, eti yenir bir kuş(Phoenicopterus ruber).

flândra
* Genellikle ince bezden yapı
lmı
ş, uçkurluk bölümü dar, kurdele biçiminde bayrak.

flândra balı
ğı
* Bkz. kurdele balı
ğı
.

flânel
* Keten ve yünden dokunan kumaş
.
flâş
* Fotoğraf çekiminde ı
şı
k yeterli olmadı
ğı
nda bir görüntüyü net almak için kullanı
lan çok kı
sa süreli ve güçlü
parı
ltı
.
* Fotoğraf çekiminde güçlü parı ltı
ya ihtiyaç duyulduğ
unda kullanı
lan lâmba.
*İ letiş
imde üstünlüğ ü, önceliğ
i olan önemli haber.
* Gösterişe, ilgiye düşkün.

flâşconta
* Su motorları
nda motor ile su borusu arası
na geçirmezliği sağ
lamak için yerleş
tirilen yuvarlak lâstik veya
kauçuk madde.

flâş
ör
* Otomobillerde dört sinyal lâmbası
nın aynı
anda yanı
p sönmesini sağ
layan düzen.

flâvta
* Flüt.

flebit
* Toplardamarlarda iç zar iltihabı
.

flegmon
* Deri altı
ndaki veya organlar arası
ndaki katı
lgan dokunun iltihaplanması
.

fleol
* Buğdaygillerden, küçük bir çayı
r otu (Pheleum pratense).

flibit
* Bkz. flebit.

flit
* Sinek, sivrisinek gibi böcekleri öldürmek için püskürtülen ilâç.
* Bu ilâcıhavaya püskürten araç.

flitleme
* Flitlemek iş
i.

flitlemek
* Flit vb. kullanarak bir yere ilâç püskürtmek.

flok
* Geminin cı
vadrası
na çekilen üçgen yelken.

flor
* Bkz. flüor.

flora
* Bir bölgede yetiş
en bitkilerin hepsi, bitki örtüsü, bitey.

floresan
* Bkz. flüoresan.

floresans
* Bkz. flüoresans.

flori
* Altı
n para.

florin
* Hollanda para birimi, gulden.

florya
* Bkz. flurya.

floş
* Selülozdan, yapay, parlak, bükümsüz iplik.

floş
* Poker oyununda aynırenkten ve aynı
türden beşkâğı
t.

flöre
* Eskrimde kullanı
lan, namlusu düz ve yuvarlak, ucu düğ
meli kı

ç.

flört
* Kadı nla erkek arası ndaki yakın iliş
ki, oynaş
.
* Flört edilen kimse.
* Siyasal bir partiye, yabancıbir ülkeye vb. ne tam olarak bağlanmadan yaklaş
ma.

flört etmek (veya yapmak)


* karşıcinsten biriyle yakı
n iliş
ki kurmak.

flûrcun
* Bkz. kocabaş
.

flûrya

spinozgillerden, tüyleri yeş
ilimsi, ağaçlı
k ve fundalı
klarda yaş
ayan, güzel ötüş
lü bir kuş
, yelve (Chloris
chloris).

flüor
* Atom numarası9, atom ağ ırlı
ğı19, yoğunluğu 1,265, kokusu ozonu andı
ran, yeş
ilimtı
rak sarı
renkte,
halojenler grubunun ilk elementi olan basit element. Kı
saltmasıF.

flüoresan
* Flüorı
şı
l.

flüoresan lâmba
*İçindeki seyreltilmişgazdan oluş
an elektrik boş
almasısonunda yayı
lan ı
şı
nımları
n etkisiyle çeperleri
flüorışı
l durumuna gelen cam tüp.

flüoresans
* Flüorı
şı
.

flüorı
şı
* Bazıcisimlerin aldı
kları
ışı
ğı
, boyu daha uzun ı
şı
kış
ını
mları
na dönüş
türmesi özelliği.

flüorı
şı
l
* Flüorı
şıözelliğ
i gösteren, flüoresan.

flüorit
* Kalsiyum flüorür birleş
iminde, çeş
itli renkleri olan bir mineral.

flüorür
* Flüorun baş
ka bir elementle verdiğ
i ikili birleş
ik.

flüt
* Yan tutularak çalı
nan, orkestrada yer alan bir üflemeli çalgı
.

flütçü
* Flüt çalan kimse.

fob
* Alıcıile satı
cıarası
nda kararlaştı
rılan bir fiyatı
n, malı
n satı
cıtarafı
ndan belli bir limanda gemi üzerinde
teslimi ş
artı
yla biçilmişolduğ unu gösteren bir kısaltma.
fobi
* Belirli nesneler veya durumlar karş
ısı
nda duyulan olağ
an dı
şıgüçlü korku, yı
lgı
.

fodla
* Çoğ
unlukla imaretlerde yoksullara verilen kepekli undan yapı
lmı
şpideye benzer bir tür ekmek.

fodlacı
* Evlere fodla dağıtan kimse.
* Fodla ile geçinen kimse.

fodlacı

k
* Fodlacıolma durumu.

fodra
* Düz ve dik durmasıiçin elbisenin bazı
yerlerine kumaş
la astar arası
na konulan sert ve kolalıbez.

fodul
* Üstünlük taslayan, kibirlenen.

fodulca
* Fodul gibi, fodula yaraş
ır (biçimde).

fodulluk
* Üstünlük taslama durumu, fodulca davranı
ş.

fok
* Etçiller takı
mını
n fokgiller familyası
ndan, 1-2 m boyunda, postu değ
erli, memeli deniz hayvanı
, ayıbalı
ğı
(Phoca).

fokgiller
* Soğuk denizlerin kı

ları
nda yaş
ayan, etçiller takı
mını
n yüzgeç ayaklı
lar alt takı
mından bir familya.

fokstrot
* Dört tempolu bir dans.

fokur fokur
* Fokurdayarak.

fokurdak
* Fokurdama özelliğ
i olan.

fokurdama
* Fokurdamak iş
i.

fokurdamak
* Ses çı
kararak kaynamak.

fokurdatma
* Fokurdatmak iş
i.

fokurdatmak
* Fokurdaması
nısağlamak.

fokurtu
* Sı

lar fokurdarken çı
kan ses.

fol
* Tavuğun istenilen yere yumurtlaması
için o yere konulan yumurta veya yumurtaya benzeyen ş
ey.

fol yok yumurta yok


* ortada bu konu ile ilgili hiçbir belirti olmadı
ğıhâlde varmı
şgibi bir kuş
kuya düş
mek.
folk
* Halk.

folk müziği
* Halk müziğ i.
* Özellikle II. Dünya Savaş
ından sonra Amerika'da baş
layan halk ş
arkı
ları
ndan esinlenen müzik.

folk sanatçı

* Halk müziğ
i ile uğraş
an veya söyleyen sanatçı
.

folklor
* Halk bilimi.

folklorcu
* Halk bilimci.
* Halk oyunları nıöğ
reten veya oynayan kimse.

folklorculuk
* Folklorcunun iş i veya mesleğ i.
* Halk bilimi ile uğraş mak işi.
* Halk oyunları nıöğ retmek veya öğrenmek iş
i.

folklorik
* Halk bilimi ile ilgili.

folklorist
* Bkz. folklorcu.

folluk
* Tavukları
n yumurtlamasıiçin hazı
rlanmı
şyer.

folyo kâğı

* Yiyecekleri korumak ve saklamak için kullanı
lan, ince ş
effaf kâğ
ıt.

fon
* Belirli bir işiçin gerektikçe harcanmak üzere ayrılı
p işletilen para.
* Sinemada, tiyatroda oyuncuları n arkası
ndaki resim, fotoğraf veya çeş
itli plâstik ögelerden oluş
an dekor,
görüntü.
* (resimde) Bir tabloda, üzerinde konunun iş lendiğ
i boya katı
.
*İ ç mimarîde üstüne baş ka şeyler eklenen bölüm.
* Bir kumaş ı
n alt dokusu.

fon müziği
* Bir sahne eseri oynanı
rken çalı
nan müzik.

fonda
* Geminin demir attı
ğıyer.

fonda
* Gemiler için demir atma komutu.

fonda etmek
* demir atmak.

fondan

çinde likör, tatlıveya hoşkokulu maddeler bulunan, ağı
zda kolayca eriyen bir tür ş
ekerleme.

fondip
* Sonuna kadar, bir solukta bir dikiş
te.

fondip yapmak
* bir solukta, bir dikiş
te içmek.
fondöten
* Kadı
nları
n, cildi pürüzsüz göstermesi, renk vermesi için yüzlerine sürdükleri yarısı
vıveya boyalı
krem,
düzgün.

fonem
* Ses birimi.

fonetik
* Ses bilgisi.
* Sesleri bütün özellikleri, ayrı
ntı
ları
yla gösteren, sesçil.

fonetikçi
* Ses bilgisi ile uğ
raş
an, ses bilgisi uzmanı
.

fonksiyon
*İ şlev.
* Görev.
* Bir veya birçok değ iş
ken (değ erleri değiş
ebilen) niceliklere bağ
lıolarak değ
işen nicelik.
* Bir birleş
ikteki herhangi bir madde grubunun kimyasal görevi, bu görevi nitelendiren özelliklerin tamamı
.

fonksiyonalizm
*İ şlevcilik, görevcilik.

fonksiyonel
* Fonksiyonla ilgili; fonksiyonlarıinceleyen, iş
levsel.
* Bir kimyasal fonksiyon ile ilgili.

fonograf
* Önceden özel bir madde üzerine tespit edilmişsesleri istendiğinde tekrarlayan cihaz, sesyazar, gramofon.

fonografi
* Seslerin gerektikçe tekrarlanması
nısağlamak için, bunları
n titreş
imlerini, madde üzerine iz olarak geçirme
yöntemi.

fonojenik
* Sesi radyo veya fonografa uygun olan (kimse).

fonolit
* Sesli taş
.

fonolog
* Ses bilimci.

fonoloji
* Ses bilimi.

fonotelgraf
* Telefonla iletilen telgraf.

font
* Dökme demir, pik (I).

fora
* Yelkenleri açtı
rmak için verilen komut.

fora
* Ayakkabıüstüyle pençesi arası
na konulan parça.

fora etmek
* açmak, çözmek.
* çekip çı
karmak.
* açmak, çı
plak duruma getirmek.

forint
* Macar para birimi.

form
* Biçim, şekil.
* Bir şeyin istenilen ve olmasıgereken durumu.
*İ stenilen şeylerin yazılması
, doldurulmasıiçin hazı
rlanmı
şbası
lıbelge.

forma
* Biçim, ş ekil.
* Öğrencilerin, sporcuları n, bazımesleklerde çalı
şanları
n giydikleri, bağlıbulunduklarıokul, spor klübü veya
meslekleri belirten tek tip giysi.
* Tek kâğ ıt tabaka üzerine basılan 16 sayfalı
k kı

lmışkitap parçası .

forma başlı
k
* Dalgı
çları
n eskiden kullandı
ğıyuvarlak metal baş

k.

formaldehit
* Doymuşaldehitlerin ilk üyesi olan H-CHO formülündeki aldehit.

formalı
k
* Forma yapmak için ayrılmış
, forma yapmaya uygun.
* Herhangi bir sayı
da formasıolan.

formalist
* Biçimci, formaliteci, ş
ekilci.

formalite
* Yöntem veya yasaları n gerektirdiği iş
lem.
* Önem verilmediğ i hâlde bir zorunluluğa bağlıolarak yapı
lan biçimsel davranı
ş.
* Yerine getirilmesi kanunca zorunlu kı lı
nan işlem.

formaliteci
* Özellikle resmî iş lerde yöntemlere, tüzüklere sı
kısı
kıya bağlanı
p iş
lerin yürümesini güçleş
tiren kimse.
* Biçimci, şekilci, ş
ekilperest, formalist.

formalizm
* Biçimcilik.

formasyon
* Biçimlenme.
* Belirli bir düzeyde eğitim görme, yetiş
me.

format
* Film veya fotoğ
rafta boyutlar.

formatlama
* Formatlamak iş
i.

formatlamak
* Bilgisayarda bir disketi zararlıögelerden temizlemek.

formatlı
* Bilgisayarda bir disketin zararlıögelerden temizlenmişdurumu.

formda olmak
* gerekli güç ve yeteneklere sahip olmak.

formdan düş mek


* güç ve yeteneğ
i yitirmek.
formel
* Biçimsel.

formen
* Ustabaş ı.
*İşçilerin düzenli ve verimli çalı
şması
nısağ
layan ve iş
çiler üzerinde otoritesi olan iş
çi.

formik asit
* Karı
ncalarda ve bazıbitkilerde bulunan asit (HCOOH), karı
nca asidi.

formika
* Fenol formol reçinesine batı
rılmı
şve yüzeyi yapay reçine ile kaplanmı
şbirkaç kat kâğı
ttan oluş
an ve çoğ
u
marangozlukta kullanı
lan bir çeşit madde.

formol
* Formaldehidin %40' lı
k değ
işik sulu çözeltisine verilen ad.

formunu korumak
* gerekli güç ve yeteneğ
i bozmadan devam ettirmek.
* diri ve canlıgörünmek.

formül
* Genel bir olguyu, bir kuralı veya ilkeyi açı
klayan simgeler takı
mı .
* Bir belgenin yazı lacağıbiçimi ve ona özgü olan deyimi gösteren örnek.
* Çıkar yol, tutulan yol, yöntem.
* Kalı plaşmı ş, basmakalı p anlatı
m.
* Bir veya birçok niceliğ e bağlıbulunan bir niceliğin hesaplanması na yarayan cebirsel anlatı
m.
* Birleşik bir cismin birleşimine giren maddeleri ve bunları n o birleş
ik maddedeki oranları nıgösteren

saltma takımı .

formül bulmak
* bir iş
i çözümleyecek çı
kar yol bulmak, çözüm bulmak.

formüle
* "Bir düş
ünceye bir anlatı
m biçimi vermek" anlamı
nda kullanı
lan formüle etmek birleş
ik fiilinde geçer.

formüler
* Formül dergisi.

formülleş
me
* Formülleş
mek iş
i.

formülleş
mek
* Formül durumuna gelmek, kı
sa ve özlü duruma gelmek.

formülleş
tirme
* Formülleş
tirmek iş
i.

formülleş
tirmek
* Formül durumuna getirmek.

foroz
* Bir ağatı

şı
nda çı
karı
lan balı
k miktarı
.

foroz kayığı
* Dalyandan balı
k çı
karmak için kullanı
lan kayı
k.

fors
* Devlet baş kanı nı
n bulunduğu yerlere, amirallerin çalı
ştı
klarıkuruluş
lara veya gemilere, generallerin
garnizonlarına ve bu düzeydeki görevlilerin arabaları
na çekilen üç veya dört köşeli bayrak.
* Söz geçirirlik, saygı
nlı
k.
forsa
* Gemilerde kürek çeken tutsak veya hükümlü kimse.

forseps
* Bazıgüç doğ
umlarda çocuğ
un baş
ını
tutup dı
şarıçekmeye yarayan araç.

forslu
* Üzerine fors çekilmiş(gemi, otomobil).
* Sözü geçer, güçlü.

forsmajör
* Zorlayı
cısebep.

forsu olmak
* bir konuda saygı
nlı
ğı
, gücü, söz geçirirliği bulunmak.

fort pense
* Küçük baş
lıvidaları
sıkmakta kullanı
lan özel bir alet.

forte
* Parçanı
n güçlü çalı
nacağı
nıgösterir.

fortepiano
* F. P. harfleriyle gösterilen, parçanı
n önce güçlü çalı

p söyleneceğ
ini, hemen sonra hafifletileceğ
ini belirten
terim.

fortissimo
* Bir müzik eserinde bazıbölümlerin çok güçlü çalı
nmasıgerektiğini belirtir.

forum
* Eski Romalı lar zamanında, Roma'da ve diğ er şehirlerde kamu iş lerini konuş
mak için halkı
n toplandı
ğıalan.
* Dinleyici durumunda olanları n da söz alabildikleri belli bir konu üzerinde düzenlenmiştoplantı.
* Bazısorunları n görüşülerek karara bağlandı ğıgenel toplantı .
* Tartı
şma alanı .

forvet
* Futbolda görevi karş
ıtarafa top sürmek ve gol atmak olan ileri uçtaki oyuncu, akı
ncı
.

fos
* Çürük, temelsiz, boş
, kof.

fos çı
kmak
* bir iş
in sonu gelmemek, boşçı
kmak.

fosfat
* Fosforik asidin tuzu veya esteri.

fosfatlama
* Fosfatlamak iş
i.

fosfatlamak
* Ekilen topraklara fosfatlıgübre vermek.
* Madensel bir parçanı n yüzeyinde koruyucu bir fosfat tabakası
oluş
turmak.

fosfatlı

çinde fosfat olan.

fosfor
* Atom numarası15, atom ağı rlı
ğı 30,97 olan, yarı
saydam, bal mumu kı
vamı
nda, karanlı
kta ı
şı
ldayan
sarı
msak kokulu, 1,83 yoğunluğunda, zehirli bir element. Kı
saltmasıP.
fosforış ı
* Bazıcisimlerin veya canlıvarlı
kları
n normal sı
caklı
ğı
nda hissedilir bir artı
şolmadan, karanlı
kta ı
şı
k verme
özelliğ
i.

fosforı
şı
l
* Fosforı
şıözelliğ
i olan.

fosforik
* Gübre, sabun, deterjan yapı
mında ve eczacı

kta kullanı
lan, renksiz sı
vıanlamı
na gelen fosforik asit
teriminde geçer.

fosforik asit
* Fosfor, hidrojen ve oksijenden oluş
an, suda kolay çözünen, 42° C' de eriyen, kristal yapı

, renksiz bir asit
(H3PO4).

fosforlu
* Birleşiminde fosfor olan.
* Işı
klı, parlak.
* Gösteriş li, çok boyalı
.

fosforsuz
* Fosforu olmayan.

fosgen
* Karbonmonoksit ile klordan meydana gelen boğ
ucu bir gaz.

fosil
* Yerin altı
nda kalı
p taş
laşmışhayvan ve bitki kalıntısı, taş
ıl, müstehase.
* Düş ünce, yaşayı
şbiçimi vb. bakı
mlardan çağ ın gerisinde kalmı şkimse.

fosilleş
me
* Fosilleş
mek durumu, taş
ıllaş
ma.

fosilleş
mek
* Fosil durumuna gelmek, taş
ıllaş
mak.
* Gerilemek, köhneleşmek.

fosilli

çinde fosil bulunan.

foslama
* Foslamak iş
i.

foslamak
* Fos çı
kmak.

foslatma
* Foslatmak iş
i.

foslatmak
* Yanlı
şı
nıveya hilesini ortaya çı
kararak birini bozmak, utandı
rmak.

fosseptik
* Lâğı
m çukuru.

fosur fosur
* "Tütün, sigara vb.nin dumanı
nısavurarak içmek" anlamı
nda fosur fosur içmek deyiminde geçer.

fosurdama
* Fosurdamak iş
i.

fosurdamak
* Solurken ağı
zdan ses çı
karmak.

fosurdatma
* Fosurdatmak iş
i.

fosurdatmak
* Tütün, sigara vb. ni duman çı
kararak içmek.

fosurtu
* Sigarayı
fosur fosur içerken ç ı
kan ses.

foş
a
* Tombul fı
ndı
k grubunda standart bir fı
ndı
k çeş
iti.

foş
urdama
* Foş
urdamak iş
i.

foş
urdamak
* Foş
ur foş
ur ses çı
karmak.

foş
urdata foşurdata
* Foşurdayarak, foş
urdatı
r bir biçimde.

foş
urdatma
* Foş
urdatmak iş
i.

foş
urdatmak
* Suyun foş
urdaması
na yol açmak.

fota

çinde ş
arap yapı
lan bir çeş
it fı
çı
.

fotin
* Bkz. potin.

foto
* Iş
ık.

foto
* Fotoğraf sözünün kı
saltı
lmı
şı
.

fotoakı
m
* Fotoelektrik olayı
ndan elde edilen akı
m.

fotoelektrik
* Işı
ğı
n etkisiyle elektrik üretme, yaratma.
* Işı
kış
ımaları nın etkisiyle olu ş
an her tür elektrik olayıiçin kullanı

r.

fotofiniş
* Bir yarı
şta, yarı
şanları
n varı
şanı
nıtespit eden araç.

fotoğ
raf
* Görüntüyü, ı
ş ı
ğa karş ıduyarlıklı(cam, kâğı t gibi) bir yüzey üzerinde özel makine ile tespit etme yöntemi.
* Bu yöntemle tespit edilerek çoğaltı
lan resim.

fotoğ
raf çekmek
* fotoğ
raf makinesiyle görüntü tespit etmek.

fotoğ
raf makinesi
* Fotoğraf çekerken görüntüyü duyarlı
klıyüzey üzerinde tespit etmeye yarayan cihaz.

fotoğ
rafçı
* Fotoğraf çeken veya basan kimse.
* Fotoğraf çekilen veya fotoğraf makinesi satı
lan yer, fotoğ
rafhane.

fotoğ
rafçı
lık
* Fotoğraf çekme yöntemi.
* Fotoğrafçının mesleğ
i.

fotoğ
rafhane
* Fotoğrafçı
nın çalı
ştı
ğıyer.

fotoğ
rafı
nıalmak
* fotoğ
raf makinesiyle resmini çekmek.

fotoğ
raflama
* Fotoğraflamak iş
i.

fotoğ
raflamak
* Fotoğrafla tespit etmek, fotoğrafı
nıçekmek, görüntülemek.

fotojen
* Iş
ık yaratan, doğ
uran.

fotojenik
* Iş
ığın bazıcisimler üzerine yaptı ğı
kimyasal etki ile ilgili veya bu etkileri yaratma özelliği taş
ıyan.
* Fotoğraf kâğıdını çok etkileyen.
* Fotoğrafta veya sinema filminde güzel bir etki bırakan (yüz, duruş ).

fotokimya
* Iş
ık etkisiyle oluş
an kimyasal tepkimeleri inceleyen bilim.

fotokinezi
* Bazıhayvanları
karanlı
kta ı
şı
k, çok aydı
nlı
kta karanlı
k aramaya iteleyen dürtü.

fotokopi
* Tı
pkı
çekim, eş
çekim.

fotokopici
* Fotokopi iş
lerini yapan, fotokopi çeken kimse.

fotokopicilik
* Fotokopicinin iş
i.

fotolitografi
* Taşveya maden üzerindeki örneklerin, ı
şı
ğa duyarlıtabakalar üzerinde fotoğ
raf veya kopya yoluyla
çıkarılmasında kullanı
lan baskıtekniğ
i.

fotomekanik
* Fotoğraftan baskıkliş
esi elde etmek için uygulanan her türlü yöntem.

fotometre
* lş
ıkölçer.

fotometri
* Iş
ık ölçümü.

fotomodel
* Fotoğraf veya reklâm fotoğraflarıiçin modellik eden kimse.

fotomontaj
* Bir konu üzerindeki eksik bölümleri tamamlamak veya daha çok konuyu bir araya toplamak için birkaç
fotoğrafı
n birleş
tirilmesi.
fotomorfoz
* Canlıvarlı
kları
n birey oluşsı
rası
ndaki geliş
imi üzerinde ı
şı
ğı
n yaptı
ğıetki.

fotoroman
* Bir metinle bir dizi fotoğ
raftan oluş
an hikâye veya roman.

fotosentez
* Yeş
il bitkilerin ı
şı
kta basit birleş
iklerinden karmaş
ık yapı
lıorganik moleküller yapması
.

fotosfer
* Iş
ık yuvarı
.

fotoskop
* Merceklerin uyumundaki değ
işiklikleri, onları
n yüzeylerindeki yansı
malarla gözlemeye yarayan alet.

fotoş
imi
* Fotokimya.

fototaksi
* Bkz. fototaktizm.

fototaktizm
* Iş
ığa göçüm.

fototek
* Fotoğraf belgeliğ
i.

fototerapi
* lş
ığı
n tedavi amacı
yla kullanı
lması
.

fototropizm
* Iş
ığa doğ
rulum.

foya
* Parı
ltı

nıartı
rmak için elmas taş
ları
nın altları
na konan ince metal yaprak.

foyasıçı
kmak
* bir olay dolayı

yla bir kimsenin kötü niteliğ
i ortaya çı
kmak.

foyası
nıbelli etmek
* göz boyacı

ğı
, suçu, kötü niteliği veya gizli niyeti ortaya çı
kmak.

fötr
* Şapka, çanta, çiçek ve baş
ka süs eş
yası
yapmak için kullanı
lan ince ve yumuş
ak keçe.

Fr
* Fransiyum'un kı
saltması
.

fragman
* Tanı
tma filmi.

frak
* Resmî törenlerde giyilen uzun etekli, eteğ
inin arkasıbeline kadar yı
rtmaçlı
, siyah, resmî erkek ceketi ve
takı
mı.

fraklı
* Frakıolan.

fraksiyon
* Bir siyasî partinin politikası
nıparlâmentoda, yerel yönetimlerde, çeş
itli kuruluş
larda yürütmek için
teş
kilâtlanmışgrup, bölüntü, bölüngü.
* Bir siyasî partinin içinde, partinin izlemekte olduğ u ana siyasî çizgiye karş
ıolan, ayrıbir teş
kilât merkezi
bulunan ve partinin çoğ unlukla aldı ğıkararlara karşısavaş an parti içi grup.

francala

yi nitelikli undan yapı
lan ince uzun ekmek.

francalacı
* Francala yapan veya satan kimse.

francalacı
lık
* Francala yapma ve satma iş
i.

francalalı
k
* Francala yapmaya uygun olan (un).

frank
* Fransı
z para birimi.

franklı
k
* Frank değ
erinde.

Fransı
z
* Fransa'da yaşayan bir halk ve bu halkın soyundan olan kimse.
* Fransız halkı
na özgü olan, Fransa ile ilgili olan.

Fransı
zca
* Hint-Avrupa dillerinden, Fransa ve Fransı
z uygarlı
ğı
nıbenimsemişülkelerde kullanı
lan dil.
* Bu dile özgü olan.

Fransı
zlaşma
* Fransı
zlaş
mak iş
i.

Fransı
zlaşmak
* Fransı
z olmak, Fransı
zlı
ğıbenimsemek.

Fransı
zlaştı
rma
* Fransı
zlaş

rmak iş
i.

Fransı
zlaştı
rmak
* Fransı
z kimliğini kazandı
rmak.

Fransı
zlı
k
* Fransı
z olma durumu.

fransiyum
* Aktinyum'dan elde edilen, atom numarası87, atom ağ
ırlı
ğı223 olan radyoaktif element. Kı
saltmasıFr.

frapan
* Göz alı

, göze çarpı

, alı
mlı
.

frekans
* (Ses, dalga vb. için) Birim zamandaki titreş
im sayı

, sı
klı
k.

fren
* Bir makinenin, herhangi bir taş
ıtı
n hı

nıkesmeye veya onu durdurmaya yarayan mekanizma.

fren mesafesi
* Hareket hâlindeki aracı
n frene bası
ldı
ğıdurumda aldı
ğıyol uzunluğ
u.

fren yapmak
* bu mekanizmayıkullanarak taş
ıtı
n hı

nıkesmek veya taş
ıtıdurdurmak.
frenci
* Tren yolu dönemecinde yol boyundaki frenlere kumanda eden görevli.

frengi
* Genellikle cinsel birleşmelerle bulaşan, tedavi edilmezse inme, körlük, delilik gibi sonuçlara kadar varan,
döle de geçerek vücutça ve akı lca sakat bir soyun yetişmesine yol açan hastalı
k.

frengi
* Gemi güvertelerinde, suları
n dı
şarı
ya akmasıiçin bordalara açı
lan delik.

frengili
* Frengi hastalı
ğı
na tutulmuşolan.

Frenk
* Anglosakson, Cermen veya Lâtin ı rkları
nın birinden olan kimse.
* Osmanlıları
n Avrupalı
lara, özellikle Fransızlara verdikleri ad.

Frenk asması
* Asmagillerden, sonbaharda yaprakları
güzel bir renk alan süs sarmaş
ığı(Ampelopsis).

Frenk çileği
* Kokusuz, kı
rmı
zıiri meyve veren çilek türü.

Frenk gömleği
* Yakasıkravat takmaya uygun, çoğu uzun kollu, ceket veya yelek altı
na giyilen erkek gömleğ
i.

Frenk inciri
* Kaktüsgillerden, yapraklarıetli ve yayvan dikenli bir bitki, firavun inciri, Hint inciri (Opuntia ficus-indica).
* Bu bitkinin kalı
n, dikenli kabuğu olan tatlıyemiş i.

Frenk lâhanası
* Brüksel lâhanası
.

Frenk maydanozu
* Maydanozgillerden, salata ve salçalarda kullanı
lan bodur ve ı

rlıbir bitki.

Frenk menekşesi
* Turpgillerden, çiçekleri güzel kokulu bir süs bitkisi türü (Hesperis).

Frenk üzümü
* Taşkırangillerden bir çalı(Fibes nigrum).
* Bu bitkinin daha çok ş urubu yapı lan, uzun salkı
m biçiminde, taneleri ufak, kı
rmı
zıve mayhoşyemiş
i.

Frenkçe
* Frenk ve özellikle Fransı
z dili.
* Frenklerin biçiminde ve Frenklere özgü olan.
* Avrupalı gibi.

Frenkleş
me
* Frenkleş
mek iş
i.

Frenkleş
mek
* Frenge benzemek, Frenk gibi davranı
şlarda bulunmak.

Frenkleş
tirmek
* Frenklere özgü yaş
ayı
ştarzıkazandı
rmak.

Frenklik
* Frenk gibi davranma.

frenleme
* Frenlemek iş
i.
frenlemek
* Bir taşıtı
n, mekanizmanı n hareketini fren yardı
mıyla yavaş
latmak veya durdurmak.
* Bir gidişin, bir tutumun aşı
rılı
ğınıengellemek, gemlemek.

frenlenme
* Frenlenmek iş
i.

frenlenmek
* Frenlemek iş
i yapı
lmak.

frenleyici
* Bazıorganları n çalı
şması nı engelleyen.
* Engelleyen, ilerlemeye, gelişmeye engel olan.

frenoloji
* Kafatası

n biçimine bakarak insanı
n karakterini ve zihnî yeteneğini inceleme.

frer
* Erkek kardeşanlamı nda papazlar için kullanı
lan bir söz.
* Yabancılara ait okullarda görevli papaz.

fresk
* Yaşduvar sıvasıüzerine kireç suyunda eritilmişmadenî boyalarla resim yapma yöntemi.
* Bu yöntemle yapılmı
şduvar resmi.

freze
* Tornacılı
kta, bir deliğ
in ağzınıgenişletmeye yarayan çelik alet.
* Frezeleme işinde kullanılan takı
m tezgâhı.

frezeci
* Teknik resme veya modele uygun her çeş
it parçayıfreze tezgâhı
nda yapabilen iş
çi.

frezeleme
* Frezelemek iş
i.

frezelemek
* Bir parçayı
freze tezgâhı
nda iş
lemek.

fribord
* Bir geminin su yüzünden yukarıkalan bölümü.

frigo
* Dondurulmuşkrema.
* Sevimsiz, soğ
uk (kimse).

frigorifik
* Soğutma özelliği olan, soğ
utucu.

frijider
* Buz dolabı
, soğ
utucu.

frijidite
* Cinsel soğukluk.

frikik
* Serbest vuruş.
* Eteğin açılmasıyla bacağı
n görünmesi.

frikik yakalamak
* açı
k bacak görmek.
friksiyon
* Ovma, ovuş
turma.

frisa
* Tütünleme suretiyle kurutulmuşringa balı
ğı.

friş
ka
* Yelkeni dolduramayacak kadar hafif rüzgâr.

fritöz
* Patases kı
zartmaya yarayan özel kap.

friz
* Tavandan inerek sahnenin üst kı
smını, sahne boyunca kaplayan kı sa, dar perde.
* Eski Yunan ve Roma yapı ları
nda taban kiriş
i ile çatıarası
nda kalan, üzeri boydan boya kabartmalarla süslü
bölüm, efriz.

frize kaplama
* Ağacı
n yı
l halkaları
nın kaplama yüzeyinde paralel çizgiler hâlinde görülmesiyle elde edilen bir kaplama
çeş idi.

früktoz
* Levüloz, meyve ş
ekeri.

fuar
* Belli zamanlarda, belli yerlerde ticarî mal sergilemek amacı
yla açı
lan büyük sergi.

fuarcı
* Fuar iş
leriyle uğraş
an kimse.

fuarcı

k
* Fuar düzenleme iş
i.

fuaye
* Bir gösteri veya toplantıbinası
nda, temsil veya toplantıaraları
nda kullanı
lan dinlenme yeri.

fuel oil
* Ham petrolün damı

lması
sonunda elde edilen ve yakı
t olarak kullanı
lan ürün, yağyakı
t.

fuhuş
*İ çinde bulunulan toplumun kuralları
na uymayan cinsel iliş
kide bulunma; bir veya birkaç kiş
iyle para
karş
ılı
ğı
nda cinsel iliş
kide bulunma.
* Taş kı
nlı k, aş
ırıdavranı
ş.

fujer
* Eğ
relti otu, aş
k merdiveni.

fukara
* Yoksul, fakir, fı
kara.
* Zavallı
.
* Derviş.

fukara babası
* Yoksullara yardı
m etmeyi seven kimse.

fukaralı
k
* Yoksulluk, fakirlik.
* Güçsüzlük.

fukusgiller
* Su yosunları
ndan, gelgitli denizlerin kayalı
klara yakı
n yerlerinde yetiş
en esmer bir yosun.
ful
* Taş
kırangillerden, birçok türleri bulunan ağ
aççı
k ve bunun güzel kokulu beyaz çiçeğ
i (Casmin sambac).
* Küçük taneli bir bakla türü.

ful
* Tam, bütün, eksiksiz.
*İ skambil oyununda benzer kâğ
ıtları
n bir araya gelmesi.

fular
* Bir tür ince ipek kumaş
.
*İ pek eş arp.

fule
* Adı
m aralı
ğı
.

full- time
* Bkz. fultaym.

fultaym
* Tam gün.

fultaymcı
* Tam gün çalı
şan (kimse).
* Tam gün çalı
şmayıdestekleyen (kimse).

fultaymlı
* Tam gün çalı
şmayıkabul eden (kimse).

fulya
* Nergisgillerden, soğan köklü bir bitki ve bu bitkinin zerrin ve nergis adları
yla da anı
lan güzel kokulu
çiçekleri (Narcissus jonquilla).

fulya balı
ğı
* Fulya balı
ğı
gillerden, yan kanatlarıçok geniş
, kuyruğu testere gibi diş
li bir balı
k türü (Myliobatis aquila).

fulya balı
ğıgiller
* Örnek hayvanıfulya balı
ğıolan omurgalıhayvanlar sı


.

funda
* Süpürge otu.

funda sı
çanı
* Şili ve Peru'da yaş
ayan kemiriciler takı
mından bir memeli türü (Ectadon degus).

funda tavuğu
* Avustralya'da yaş
ayan tavuksulardan bir kuştürü (Cathetfurus lathami).

funda toprağı
* Funda yaprakları

n çürümesiyle oluş
an ve gübre olarak yararlanı
lan toprak.

fundagiller
* Fundalar takımı ndan, bayağ ıfunda veya süpürge çalı sı
, azelya, yaban mersini, koca yemişgibi çoğ
u her
zaman yeş il birçok çalı
ve ağaççığıiçine alan bir bitki familyası
.

fundalar
* Fundagillerle birlikte bunlara benzeyen daha baş
ka familyalarıda içinde toplayan bir bitki takı
mı.

fundalı
k
* Funda ile kaplanmı
şyer.

fundamentalist
* Fundamentalist yanlı
sıolan kimse.
fundamentalizm
* Birinci Dünya Savaş
ıyı
lları
nda Amerika'da ortaya çı
kan protestan kökenli dinî akı
m.

funya
* Top ateşlemeye yarar kapsül.
* Topu ateş lemek için falya deliğ
ine konulan araç.

furgon
* Yolcu katarları
na eklenen yük vagonu.

furta
* Bkz. farta furta.

furya
* Olağ
andan çok fazla bulunma durumu.

fut
* 30,480 cm'ye eş
it olan İ
ngiliz uzunluk ölçü birimi, ayak, kadem. Çoğ
ulu: fit.

futa

pekli peş
tamal.

futa
* Dar, uzun ve hafif bir yarı
şkayı
ğı
, kik.

futbol
* Topu, kafa veya ayak vuruş
larıile karş
ıkaleye sokma kuralı
na dayanan ve on birer kiş
ilik iki takı
m arası
nda
oynanan top oyunu, ayak topu.

futbolcu
* Futbol oyuncusu.

fuzulî
* Yersiz, gereksiz.

fücceten
* Birdenbire, ansı

n (ölmek).

fücceten gitmek
* ansı
zın ölmek.

fücur
* Bkz. fitne fücur.

füg
* Çok sesli müzikte bir beste.

fülûs
* Bakı
r para.

fülûsüahmere muhtaç
* çok fakir, beşparasıyok, düş
kün, zavallı
.

füme
* Duman rengi.
* Bu renkte olan.
* Tütsü ile kurutulmuş(balı
k, et).

fümerol
* Etkin olmayan dönemlerde, yanardağları
n ağzı
ndan yayı
lan gaz.
Fürs
* Eski Fars halkı
ndan olan kimse.

füru
* Dallar, kollar, ayrı
ntı
lar.
* Çocuklar, torunlar.

fürumaye
* Sütü bozuk, mayasıbozuk, soysuz.

füsun
* Sihirli, büyülü, afsunlu.

füsunkâr
* Sihirli, büyülü, afsunlu.

fütuhat
* Zaferler, fetihler.

fütuhatçı
* Fütühat yapan.

fütur
* Bezginlik, umutsuzluk, usanç.

fütur etmemek
* umursamamak, önemsememek.

fütur getirmek
* bezginlik getirmek, bezmek.

fütursuz
* Çekinmez, umursamaz.

fütursuzca
* Önemsemeyerek, aldı
rmayarak.

fütürist
* Gelecekçi.

fütürizm
*İ talyan ş
airi Marinetti'nin 1909 yı

nda yayımladığıbildiri ile ortaya çı
kan, yeni hayatıövmek, geleneksel
edebî kuralları yıkmak amacı nıgüden ve Dadacı lı
k, gerçek üstücülük gibi akı mlara öncülük etmişolan edebiyat çığırı
,
gelecekçilik.

fütüroloji
* Gelecek bilimi.

fütüvvet
* Dinî ve meslekî birlik, esnaf teş
kilâtı
.

füze

tişgücü, bir yanı
cıve bir yakı
cımaddenin sürekli olarak yanması
ndan doğ
an hareket ettirici öge.

füzeatar
* II. Dünya Savaş
ından bu yana otomatik mermiler atan bazısilâhlara verilen ad.

füzen
* Resim çizerken kullanılan, taflan çubukları
ndan yapı
lan kalem, kömür kalem.
* Kömür kalemle yapı lmışresim.

füzesavar
* Saldı
rınitelikli füzeleri etkisiz duruma getirmek amacı
yla üretilen savunma sistemi.

füzyometre
* Erime ı


nıölçmeye yarayan cihaz.

füzyon
* Birleş
me, kaynaş
ma.

g, G
* Türk alfabesinin sekizinci harfi. Ge adı verilen bu harf ses bilimi bakı
mından ince ünlülerle ön damak,
kalı
n ünlülerle art damak patlayı cıünsüzlerinin ötümlülerini gösterir.
* Nota iş aretlerini harflerle gösterme yönteminde sol sesini bildirir.

Ga
* Galyum'un kı
saltması
.

-ga / -ge
* Fiilden isim türeten ek.

gabardı
ç
* Yaş
lıardı
ç ağacı
.

gabardin
* Sık dokunmuşbir tür ince yünlü veya pamuklu kumaş
.
* Su geçirmeyen kumaş tan yapı
lmı şreglân pardösü.

gabari
* Bazıeşyaya verilmesi gereken boyutları
, yan görüşü çizmeye, hazırlamaya veya denetlemeye yarayan örnek.
* Motorlu veya motorsuz taş ıtları
n köprü vb. altı
ndan rahatça geçebilmeleri için en yüksek boyutlarıbelirten
ölçüler.
* Bir binanı
n yöre imar dairesinin öngördüğü azamî yüksekliğ
i.

gabavet
* Anlayı
şsı
zlı
k, kalı
n kafalı

k.

gabi
* Anlayı
şsı
z, ahmak, ebleh, kalı
n kafalı
.

gabilik
* Anlayı
şsı
zlı
k, ahmaklı
k, kalı
n kafalı

k.

gabin
* Alı
şverişte satı
n alınan mala ödenen karş
ılı
ğı
n, malı
n değ
erinden çok fazla olması
, alı
şveriş
te hile yapma.
* Edimler arasında açık oransı
zlı
k.

Gabonlu
* Afrika'daki Gabon halkı
ndan olan kimse.

gabro
* Renkli minerallerden (amfibol, piroksen ve olivin) oluş
an bir tür iri taneli kaya.

gabya
* Ana direklerin üzerine sürülen çubuklara ve ana direklerin üstlerinde bulunan serenlere verilen ad.

gabya yelkeni
* Ana yelkenler üzerindeki yelkenler.

gabyacı
* Yelkenli gemilerde yelken, arma, seren ve bütün bunlara ait her tür iş
i yapan görevli, gabyar.

gabyar
* Bkz. gabyacı
.
gacı
* Bkz. gaco.

gacı
r gacı
r
* Gacı
r gucur.

gacır gucur
* Sert cisimlerin çarpı
ştı
kları
nda, birbirine sürtündüklerinde çı
kan çirkin ve kulak tı
rmalayı
cısesi belirtmek
için kullanılı
r.

gacı
r gucur etmek
* gacır gucur ses çı
karmak.

gacı
rdama
* Gacı
rdamak iş
i.

gacı
rdamak
* Tedirginlik veren, kulak tı
rmalayı
cıve düzensiz ses çı
karmak.

gacı
rdatma
* Gacı
rdatmak iş
i.

gacı
rdatmak
* Gacı
rdaması
na sebep olmak.

gacı
rtı
* Gacı
rdarken çı
kan ses.

gaco
* Kadın, dost, sevgili, metres.
* Torik yavrusu.

-gaç / -geç; -kaç / -keç


* Fiillerden isim türeten ek: bur-gaç, süz-geç, kı
s-kaç, yüz-geç vb.

gaddar
* Acı
masıolmayan, baş
kaları
na haksı
zlı
k eden, merhametsiz, katıyürekli, insafsı
z davranan, kı


.

gaddar gaddar
* Acıması
z bir biçimde, gaddarca.

gaddar olmak
* acı
ması
z, haksı
z, insafsı
z davranmak.

gaddarca
* Gaddara yakı
şı
r (biçimde), insafsı
zca.

gaddarlı
k
* Gaddar olma durumu, kı



k.

gaddarlı
k etmek
* gaddarca, insafsı
zca davranmak, kı



k etmek.

gadir
* Haksı
zlı
k etme, zarar verme.
* Acı
masızlı
k, merhametsizlik, kı
ygı
.

gadirlik
* Kı
ygı
, gadir.

gadolinyum
* Atom numarası64, atom ağı
rlı
ğı156,9 olan, yüksek ı

da eriyen, birtakı
m tuzlarıbilinen, parlak gri renkte
katıelement. Kı
saltmasıGd.

gadre uğ
ramak
* haksı
z davranı
şlarla karş
ıkarş
ıya gelmek.

gadretme
* Gadretmek iş
i.

gadretmek
* Haksı
zlı
k etmek.

gadrolma
* Gadrolmak iş
i veya durumu.

gadrolmak
* Haksı
zlı
ğa uğramak.

gadrolunma
* Gadrolunmak iş
i veya durumu.

gadrolunmak
* Haksı
zlı
ğa uğratı
lmak.

gaf
* Yersiz, beceriksiz, zamansı
z söz veya davranı
ş, patavatsı
zlı
k pot.

gaf yapmak
* bilmeden, yersiz bir davranı
şta bulunmak veya baş
kası
nıincitecek söz söylemek, pot kı
rmak, çam
devirmek.

gaffar
* Kulları

n günahları
nıaffeden, bağı
şlayan, bağı
şlayı
cıanlamı
nda Allah'ı
n isimlerinden biri.

gafil
* Çevresindeki gerçekleri görmeyen, sezmeyen, bilgisiz, dalgı
n (kimse).

gafil avlamak
* umulmadı
k, beklenmedik bir zamanda yakalamak, zor duruma düş
ürmek.

gafil avlanmak
* beklenmedik bir sı
rada yakalanmak, habersiz ve hazı
rlı
ksı
z bir anda bir olayla karş
ılaş
mak, zor duruma
düş ürülmek.

gafilâne
* Dikkatsizlikle, gafletle yapı
lan, gaflet içinde bulunan kimseye yakı
şan biçimde.

gafillik
* Gafil olma durumu, gaflet.

gafillik etmek
* çevresindeki gerçekleri görmemek, sezmemek.

gaflet
* Dalgı
nlı
k, dikkatsizlik, boşbulunma, aymazlı
k, dalgı
, ihtiyatsı
zlı
k.

gaflet basmak
* dalgı
n, dikkatsiz bir durumda bulunmak.
* uykusu gelmek.

gaflet uykusu
* Dalgı
nlı
ktan ileri gelen uyuş
ukluk.
gafur
* Çok bağı
şlayı
cıve merhamet eden, sayan anlamı
nda Allah'ı
n sı
fatları
ndan biri.

gag
* Oyuna komiklik ve neş
e katan beklenmedik söz veya hareket, gülüt.

gaga
* Genel olarak kuş
larda ağ
zın bir uzantı
sıdurumunda olan, biçim ve büyüklüğ
ü değiş
ik, boynuz yapı

nda,
katıve çı
kıntı
lıorgan.
* Ağız.

gaga burun
* Burnu uzun ve aş
ağı
ya doğ
ru kı
vrı
k olan (kimse).

gagaburun
* Başbodoslamasıgagayı
andı

r biçimde yapı
lmı
şticaret yelkenlisi.

gagalama
* Gagalamak iş
i.

gagalamak
* (kuş
) Gagasıyla yemi toplamak.
* (kuş
) Gaga ile vurup ısı
rmak.
* Azarlamak, hırpalamak.

gagalanma
* Gagalanmak iş
i.

gagalanmak
* Gagalamak işi yapılmak.
* Azarlanmak, hı rpalanmak.

gagalaş
ma
* Gagalaş
mak iş
i.

gagalaş
mak
* (kuşlar için) Birbirini gagalamak.
* Birbirini gagalayarak oynaş mak.

gagalı
* Gagasıolan.
* Gaga burun.

gagalı
memeli
* Tek deliklilerin gagalımemeliler familyasından, vücudu yumuş ak tüylerle kaplı
, eti yenen, Avustralya ve
Tasmanya ı
rmaklarında yaş ayan bir memeli türü, ornitorenk (Ornithorhynchus anatinus).

gagalı
memeliler
* Örnek türü gagalımemeli olan, tek delikliler takı
mını
n bir familyası
.

gagamsı
* Gagayıandı
ran, gagaya benzeyen.

gagası
ndan yakalamak
* bir kimseyi karş
ıkoyamayacak duruma getirmek.

Gagavuz
* Büyük çoğunluğu Moldovo'da, az bir kı
smıDeliorman, Dobruca, Beserabya ve Ukrayna'da oturan
Ortodoks Türk halkıveya halktan olan kimse.

Gagavuzca
* Gagavuz Türkçesi.

gâh
* Bkz. kâh.

gâhî
* Bazen, ara sı
ra.

gâhîce
* Zaman zaman.

gaile
* Sıkınt ı, dert, keder, üzüntü.
* Uğ raş tırıcı
, pürüzlü iş, yük.
*İ stenmeyen durum, başbelâsı .

gaile açmak
* sı

ntıyaratmak, üzüntü vermek.

gaileli
* Baş
a dert olan, üzüntü veren, gaile çı
karan.
* Sı

nt ı
sıolan, dertli.

gailesiz
* Gaile çıkarmayan.
* Gailesi olmayan, dertsiz, huzurlu, dinç.

gailesizlik
* Gailesiz olma durumu, dertsizlik.

gaip
* Göz önünde olmayan, hazı
r bulunmayan, nerede olduğ
u bilinmeyen.
* Üçüncü kiş
i.
* Görünmez âlem.

gaiplik
* Gaip olma durumu.
* Bir kimsenin ölüm tehlikesi içinde kaybolmasıveya kendisinden uzun süre haber alı
nmamasısonucu yargı
ç
kararıile kişiliğine son verilmesi.

gaipten haber vermek


* (kendisinde manevî güç olduğuna inanı
lan kimse) gelecekte neler olacağ
ından veya bilinmeyen âlemden
haber vermek.

gaita

nsan dı
şkı

.

gak
* Karganı
n çı
kardı
ğıses.

gaklama
* Gaklamak iş
i.

gaklamak
* (karga) Gak diye ses çı
karmak.

gala
* Resmî bir törenden sonra verilen büyük ve gösteriş li ş
ölen.
* Genellikle resmî giysilerle gidilen, bir temsilin ilk oynanışıveya bir filmin ilk gösteriliş
i.

galaksi
* Gök adası
.
galalit
* Arı
kazeinden oluş
an ve birçok iş
te kullanı
lan plâstik bir madde.

galat
* Yanlı
ş(kelime veya söz).

galatı
his
* Duygu yanı
lması
, yanı
lsama.

galatı
meş
hur
* Yaygı
n yanlı
ş.

gale

çerisinde kalı
p yapı
lan üç tarafıkaplı
, bir tarafıaçı
k tepsi ş
eklinde dizgi aleti.

galebe
* Yenme, yengi.
* Üstünlük, çokluk.

galebe çalmak
* yenmek.
* üstün gelmek, baskı
n çı
kmak.

galenit

çinde doğal kurş
un bulunan sülfür.

galeri
* Bir yapı
nı n birçok bölümlerini aynıkatta birbirine bağlayan içten veya dı
ştan yapı
lmı
şgenişgeçit.
* Sanat eserlerinin veya herhangi bir malı n sergilendiğ
i salon.
* Maden ocakları nda açılan yer altıyolu.

galerici
* Galeri iş
leten kimse.

galeta
* Fı

nda iyice piş
irilerek kurutulan çeş
itli biçimde peksimet.

galeta unu
* Galetadan veya kı
zarmı
şekmek kabuğundan yapı
lan un.

galeyan
* Kaynama.
* Coşma.

galeyan etmek
* kaynamak.
* coşmak.

galeyana gelmek
* coş
mak, hiddetlenmek.

galeyana getirmek
* coşturmak.

galeyanlı
* Galeyana gelmişolan.

gali
* Alçak ve altı
düz gemi.
* Gemilerin üst güvertelerinde ve palavraları
nda bulunan mutfak.
galiba
* Görünüş
e göre, sanı

r ki, anlaş
ılan.

galibarda
* Mora çalan kı
rmı

.

galibiyet
* Yenme, yengi.

galip
* Bir yarı
şma, karş
ılaş
ma, çatı
şma vb. sonunda yenen, üstün gelen, baş
arıkazanan.

galip gelmek
* yenmek, üstün gelmek.

galiz
* Kaba ve çirkin, iğ
renç.

galon
* Anglosaksonların kullandı ğ
ıyaklaş ı
k 4,5 litrelik bir tür ölçü birimi.
* Çoğunlukla akaryakı t vb. sı
vımaddeleri taş ımada kullanı lan, silindir biçiminde, metalden büyük kap.
* Boya sanayiinde kullanılan beşlitrelik ambalâj.

galoş
* Tabanıtahtadan yapı
lmışderi ayakkabı .
* Sağlı
k kurumları
nda ve özellikle hastahanelerde özel bölümlere girerken ayağa geçirilen ince ve ş
effaf
korumalı
k.

galsame
* Solungaç.

galvaniz
* "Galvanizlenecek parçanı
n batı

ldı
ğıerimişçinko banyosu" anlamı
na gelen galvaniz banyosu teriminde
geçer.
* Üzeri değerli madenlerle kaplanacak bir bakı
r levhanı
n batı

ldı
ğıaltı
n, gümüşveya plâtin banyosu.

galvaniz banyosu
* Galvanizlenecek parçanı
n batı

ldı
ğıerimişçinko banyosu.

galvanizci
* Madenî parçaları
n sı
cakta daldırma yöntemiyle galvanizlenmesinde kullanı
lan erimişçinko banyosunu
hazırlamak ve denetlemekle görevli iş
çi.

galvanize
* Paslanmaktan korumak için erimişçinkoya batı

larak kaplanmı
ş(nesne).

galvanizleme
* Galvanizlemek iş
i.

galvanizlemek
* Madenî bir parçayıpaslanmaktan korumak için galvaniz banyosunda erimişçinko ile kaplamak.

galvanizlenme
* Galvanizlenmek iş
i.

galvanizlenmek
* Galvanizlemek iş
i yapı
lmak.

galvanizletme
* Galvanizletmek iş
i.

galvanizletmek
* Galvanizle kaplatmak.

galvanizli
* Galvanizlenmiş(madde).

galvanizm
* Canlıorganizmalarda doğ
ru akı
mın etkisi olayı
.

galvano
* Elektroliz yoluyla yapı
lmı
şresim kliş
esi.

galvanokoter
* Elektrikle kı
zdı

lan dağ
lağı
.

galvanometre
* Mı knatı
slıiğnede oluş
an sapmaları
gözlemek yoluyla elektrik akı
mını
nşiddetini ölçmeye yarayan cihaz.

galvanoplâsti
*İçinde herhangi bir maden erimişbulunan bir sı
vıya, istenilen eş
yayıdaldı

p sı

dan elektrik akı

geçirmek yoluyla o eş
yayıbir maden tabakasıyla kaplama iş
lemi.

galvanoskop
* Manyetik bir ibre yardı
mıyla elektrik akı
mını
n varlı
ğı
nıveya yönünü gösteren cihaz.

galvanotip
* Galvanoplâsti yoluyla hazı
rlanan ve tipo baskı
da kullanı
lan kabartma kliş
e.

galvanotipi
* Tipografik kliş
eleri çoğ
altmada kullanı
lan galvanoplâsti.

galyot
* Baş
ıve kı
çıçok yuvarlak gulet tipinde, altı
düz bir gemi.

galyum
* Çok seyrek bulunan, alüminyumu andı
ran, yoğunluğ
u 5,9, atom ağı
rlı
ğı69,72 olan, 29,8 C° de eriyen
element. KısaltmasıGa.

gam
* Tasa, kaygı
, üzüntü.

gam
* Sekiz notanı n kalı n sesten inceye veya inceden kalı
na gitmek üzere sı
ralanmı
şdizisi. Do, re, mi, fa, sol, lâ,
si, do veya do, si, lâ, sol, fa, mi, re, do.

gam çekmek
* tasalanmak, kaygı
lanmak, üzülmek.

gam yapmak
* gam biçiminde deneme ve alı
ştı
rmayıçalgı
veya sesle uygulamak.

gam yememek
* tasa etmemek, kaygı
lanmamak, üzülmemek.

gama
* Yunan alfabesinin üçüncü harfi (g).

gama ı
şı
nları
* Radyoaktif cisimler tarafı
ndan yayı
lan ve x ı
şı
nları
ndan daha kı
sa dalgalıolan ı
şı
nlar.

gamaglobülin
* Kanda, lenfte, safrada vb. de bulunan bir protein türü.
gamalı
* Bazıeski dinlerin ve Nazizmin sembolü olan, uçlarıYunancanı
n gama harfi biçiminde kı

lmı
ş(haç).

gamba

yi toplanmamı
şhalat veya zincirlerde ortaya çı
kan dolaş
ıklı
k, burulma.

gambot
* Birkaç topu olan bir çeş
it küçük ve hafif savaşgemisi.

gamet
* Erkek veya diş
i üreme hücresi.

gametli
* Gameti olan, gamet oluş
turan.

gamlanma
* Gamlanmak iş
i.

gamlanmak
* Tasalanmak, üzüntü duymak, kaygı
lanmak.

gamlı
* Kaygılı
, tasalı
.
* Sı

nt ıveya üzüntü veren.

gamlı

k
* Gamlıolma durumu.

gamma
* Bkz. gama.

gammaz
* Söz getirip götüren, arkadan çekiş
tiren, ara bozucu, fitneci, kovcu.

gammazlama
* Gammazlamak iş
i, kovlama.

gammazlamak
* Birinin yaptı
ğıiş
i, söylediğ
i sözü yermek, kötülemek, birisini yerip çekiş
tirmek, kovlamak.

gammazlanma
* Gammazlanmak iş
i.

gammazlanmak
* Gammazlamak iş
i yapı
lmak, kovlanmak.

gammazlı
k
* Gammazı
n iş
i, fitnecilik, kovculuk.

gamsele
* Geçirmez kauçuklu yağmurluk.

gamsı
z
* Üzüntüsü olmayan.
* Olayları
kendine dert etmeden geçiş
tiren, aldı

şetmeyen, tasası
z.

gamsı
zlı
k
* Gamsı
z olma durumu, tasası
zlı
k.

gamze
* Bazıinsanları
n çenelerinde, yanakları
nda doğ
al olarak bulunan veya güldükleri zaman görülen küçük
çukur.
* Yan bakı
ş, göz süzme, sitemli bakma.

-gan / -gen; -kan / -ken


* Fiillerden sı
fat türeten ek: sı
kıl-gan, üş
en-gen, çalı
ş-kan, dövüş
-ken vb.

Ganalı
* Batı
Afrika'daki Gana'da yaş
ayan veya Gana halkı
ndan olan kimse.

gang
* Bir maden cevherini, bir değ erli taş
ısaran değ
ersiz madde.
* Maden cevher damarı nın işletilemeyen değersiz bölümü.

gangama teknesi
* Dibi tarayarak sünger avcı

ğı
nda kullanı
lan tekne türü.

gangliyon
* Sinirlerde ve lenf damarları
nda yer yer ortaya çı
kan yuvarlak ş
işlik.
* Merkezî sinir sistemi dı
şında bulunan hücre gövdelerinin oluşturduğu kitle.

gangster
* Yasa dı
şıişler yapan çete üyesi.
* Herhangi bir çıkar için her türlü kötülüğü yapan kimse.

gangsterlik
* Gangster olma durumu.

gani
* Zengin, varlı
klı
.
* Bol.

gani gani
* Bol bol.

gani gönüllü
* Cömert, eli açı
k.

ganimet
* Savaş ta düşmandan zorla ele geçirilen mal.
* Bir rastlantısonucu ele geçen kazanç veya imkân.
* Yağma sonrası nda elde kalan mal, çalı
ntı
.

ganyan
* At yarışları
nda birinciliğ
i kazanan (at).
* Bu at için alı
nan bilet.

ganyan oynamak
* bir at yarı
şı
nda resmî programda yer alan atı
n numarası
nıtaş
ıyan bileti alarak onun birinci gelmesi tahmini
üzerine para yatırmak.

gar
* Yolcu ve eş
ya ulaş
ımı
nısağ
lamak için demir yolu ile ilgili birçok kuruluş
un bulunduğ
u yer.

garabet
* Yadı
rganacak yönü olma, gariplik, tuhaflı
k.

garaip
* Görülmemiş
,şaş
ılacak ş
eyler, iş
itilmemişolaylar.

garaj
* Otomobil, vagon gibi taşı
tların konulduğu üstü örtülü yer.
* Otomobillerin bakı m ve onarımı nın yapıldı
ğıyer.
* Şehirler arası
yolcu otobüslerine hareket ve varı
şnoktasıolarak belediyelerce ayrı
lan yer, otogar.
garajcı
* Otomobil, otobüs gibi taş
ıtlarıbelli bir süre barı
ndı
racak kapalıyer sağlayan, gereğinde bakı
m ve
onarı
mları
nıyaptı
ran işletmeci.

garamî
* Düş
ünceden çok, canlıduygulara ve aş
ka dayanan (sanat eseri).

garanti
* Güvence, inanca, teminat.
* Kesinlikle, kesin olarak, ne olursa olsun.

garanti etmek
*oş eyle ilgili olarak güvence vermek.
* bir iş
in gerçekleş mesi için gerekli önlemleri almak.

garanti vermek
* güvence altı
na almak.

garantileme
* Garantilemek iş
i.

garantilemek
* Bir iş
in gerçekleş
mesi için gereken önlemleri almak, sağ
lama bağlamak.

garantili
* Garantisi olan, güvenceli.

garantisiz
* Garantisi olmayan, güvencesiz.

garantör
* Güvence veren ve bunun gerçekleş
mesini gözeten ve denetleyen kimse, kuruluşveya devlet.

garaz
* Hedef, amaç, maksat.
* Birine karş
ıgüdülen kötülük etme isteğ
i, kin, düş
manlı
k.

garaz (veya garez) bağlamak


* birine karşıdüş
manlı
k beslemek.

garazı(veya garezi) olmak


* birine karşıkötülük, kin beslemek.

garazkâr
* Garaz bağlayan.

garazkârlı
k
* Garaz bağlama durumu.

garazlı
* Düş
manlı
k besleyen, kin güden, garazıolan.

garazsı
z
* Düş
manlı
k beslemeyen, garazıolmayan.

garazsı
z ivazsı
z
* Hiçbir gizli maksat gütmeden.

garbî
* Batı
yönünde olan, batı
ile ilgili, batı
ya özgü olan; batı
.
garç gurç
* Birbirine sürtünen nesnelerin çı
kardı
ğıses.

garç gurç etmek


* garç gurç diye ses çı
karmak.

gard
* Eskrim, boks gibi oyunlarda korunma için alı
nan durum.

gardenparti
* Bir bahçede veya parkta yapı
lan davet.

gardenya
* Kök boyası
gillerden, sı
cak bölgelerde yetiş
en bir ağ
aç veya ağ
aççı
k cinsi (Gardenia).
* Bu ağaççı
ğı
n güzel kokulu çiçeği.

gardı
fren
* Trenlerde vagon frenlerini iş
leten kimse.

gardı
rop
* Giysi dolabı veya yeri.
* Bir kiş
inin sahip olduğ u bütün giysileri, giysi takı
mları
.

gardı
ropçu
* Giydirici.

gardiyan
* Ceza evlerinde düzeni, tutukluları
n yasalara uygun biçimde davranmaları
nısağ
lamakla görevli kimse.

gardiyanlı
k
* Gardiyan olma durumu veya gardiyanı
n görevi.

garez
* Bkz. garaz.

gargar
* Süzgeçli testi.

gargara
* Yutmadan, su veya baş ka bir sı
vıile ağzıveya boğazıçalkalama iş
i.
* Bu maksatla kullanı
lan ilâçlı
sıvı.

gargara yapmak
* bir sı
vıile ağzıveya boğ
azı
çalkalamak.

gargaraya getirmek
* gürültüye, karı
şı
klı
ğa boğ
arak bir sözün veya bir iş
in etkisini azaltmak, dağı
tmak, dikkatten kaçı
rmak.

gariban
* Kimsesiz, zavallı
, garip.

garibanlı
k
* Gariban olma durumu.

garibe
* Şaş
ılacak ş
ey, yadı
rganacak ş
ey.

garibine gitmek
* yadı
rgamak, ş
aşı
rmak.

garip
* Kimsesiz, zavallı
.
* Yabancı , gurbette yaşayan, elgin.
* Yadırganan, anlaş ı
lmamı ş, gizli yönleri olan, yabansı
, tuhaf.
* Dokunaklı , hüzün veren.
* Şaş
ılacak bir ş ey karş
ısı
nda söylenir.

garip bulmak
* yadı
rgayarak karş
ılamak, tuhaf ve anlaş
ılmaz olarak nitelemek.

garip garip
* Zavallı
,şaş
kın bir biçimde.

garip kuş
un yuvasını Allah yapar
* garip ve kimsesiz kiş
iye Tanrıyardı
m eder.

garipleş
me
* Garipleş
mek iş
i.

garipleş
mek
* Garip bir duruma gelmek.

gariplik
* Garip olma durumu, garabet.

gariplik basmak
* yalnı
zlı
k çökmek.

garipseme
* Garipsemek iş
i.

garipsemek
* Kendini gurbette veya kimsesiz gibi düş
ünerek içlenmek.
* Bir ş
eyi garip, tuhaf ve uygunsuz bulmak, alı
şamamak, yadı
rgamak.

gark
* (suya) Batma, batı
rma; boğulma.

gark etmek
* batırmak, boğ mak.
* birine bir ş
eyi bol bol vermek.

gark olmak
* gömülmek, batmak.
* bir ş
eyden bol miktarda olmak.

garni
* Herhangi bir yiyecek bölümü bulunmayan otel.

garnitür
* Herhangi bir ş eyi ona uygun nitelikte tamamlayan nesne.
* Giyecekleri süslemek için eklenen ş ey, süs.
* Et veya balık gibi ası
l yemeğin yanı na süslemek veya tamamlamak için eklenen sebze, patates gibi
yiyecekler.

garnitürlü
* Garnitürü olan.

garnizon
* Bir ş
ehri savunan veya yalnız orada bulunan askerî birlikler.
* Askerî birliklerin bulunduğ
u yer.

garoz
* Palamut ve toriğin iç organları
.
garp
* Batı
.

garpçı
* Batı
kültür ve medeniyetinden yana olan.

garpçı

k
* Batı
yanlı
sıolma durumu.

garpkârî
* Batı
örneklerine benzer, Batı
yapı

.

garplı
* Batı

.

garplı
laş
ma
* Batı

laş
ma.

garplı
laş
mak
* Batı

laş
mak.

garplı
laş

rma
* Batı

laş

rma.

garplı
laş

rmak
* Batı

laş

rmak.

garplı

k
* Batı
lıolma durumu, batı


k.

garson
* Lokanta, otel, pastahane, kahvehane gibi yerlerde müş
terilere hizmet eden kimse.

garsoniyer
* Bazıerkeklerin, kendi konutları
ndan ayrı
olarak evlilik dı
şıiliş
kiler için tuttuklarıözel konut.

garsonluk
* Garson olma durumu.
* Garsonun görevi.

gaseyan
*İç bulantı

.
* Kusma.

gaseyan etmek
* kusmak.

gası
p
* Zorla alan.

gasil
* Ölü yı
kama.

gasletme
* Gasletmek iş
i.

gasletmek
* (ölüyü) Yı
kamak.

gasp
* Bir malısahibinin izni ve haberi olmadan zorla ve hile ile alma.
gaspetme
* Gaspetmek iş
i veya biçimi.

gaspetmek
* Zorla, izinsiz almak.

gassal
* Ölü yı
kayı


.

gastrit
* Mide iltihabı
.

gastroenterolog
* Sindirim sistemi hastalı
kları
hekimi, sindirim bilimci.

gastroentoroloji
* Tıbbı n sindirim sistemi hastalı
kları
nıinceleyen dalı, sindirim bilimi.
* Hastahanelerde sindirim organları hastalı
kları
nın incelendiğ i, tedavi edildiği bölüm.

gastronom
* Damak zevki olan, ağzı
nın tadı
nıbilen, iyi yemekten anlayan kimse.

gastronomi
*İ yi yemek merakı .
* Sağlığa uygun, iyi düzenlenmiş
, hoşve lezzetli mutfak; yemek düzeni ve sistemi.

gastroskop
* Yutma borusu, mide ve on iki parmak bağ
ırsağ
ını
n gözle görülmesini sağ
layan, hastaya ağı
z yolu ile
uygulanan fiberoptik alet.

gastroskopi
* Gastroskopla yapı
lan muayene.

gastrulâ
* Yumurta hücresi oğulcuk durumuna gelirken blâstulanı
n bir noktası
ndan çukurlaş
arak iç içe geçmişiki
hücre katmanıbiçimine girme evresi.

gaş
iy
* Kendinden geçme, esrime.

gaş
yolma
* Gaş
yolmak iş
i veya durumu.

gaş
yolmak
* Kendinden geçmek, esrimek.

gato
* Pasta, çörek.

gauss
* Manyetik alanı
nşiddet birimi. Kı
saltmasıG.

gavot
* Bir tür eski Fransı
z halk dansı
.

gâvur
* Müslüman olmayan kimse, Hristiyan.
* Dinsiz kimse.
* Merhametsiz, acı
ması
z, inatçı
.

gâvur etmek
* boş
una harcamak, yerinde harcamamı
şolmak, iş
e yaramaz duruma getirmek.

gâvur eziyeti
* Bile bile verilen zahmet, eziyetli iş
.

gâvur icadı
* Batı
yapı
sıteknik eş
yaya eskiden tutucu çevrelerin verdiği ad.

gâvur inadı
* Yumuş
atı
lamayan, yok edilemeyen inat.

gâvur inadıtutmak
* iyiden iyiye inatlaş
maya baş
lamak.

gâvur olmak
* Hristiyan olmak.
* boşuna harcanmak.

gâvur orucu gibi uzamak


* bir işgereğinden çok sürmek.

gâvur ölüsü gibi


* çok ağı
r ve hantal.

gâvura kı
zıp oruç yemek (veya bozmak)
* başkasına kı

p kendine zararlıolan bir işyapmak.

gâvurca
* Batı

ları
n konuş tuğu yabancıdillerden herhangi biri.
* Acımasız, insafsızca.

gâvurcası
na
* Hiç acı
maksı

n, insafsı
zcası
na.

gâvurlaş
ma
* Gâvurlaş
mak iş
i.

gâvurlaş
mak
* Gâvur olmak.
* Acı
ması z davranmaya baş
lamak.

gâvurluk
* Gâvur olma durumu, dinsizlik.
* Acı
ması zlı
k, insafsı
zlı
k, gaddarlı
k.

gâvurluk etmek
* acı
ması
z, insafsı
z davranı
şta bulunmak, gaddarlı
k etmek.

gayakol
* Peygamber ağ
acı
reçinesinden çı
karı
lan ve hekimlikte kullanı
lan bir sı

.

gaybubet
* Bulunmayı
ş, yokluk.

gaybubet etmek
* ortada görülmez olmak.

gaybubetinde
* bulunmadı
ğısı
rada, yokluğunda.

gayda
* Üfleme düdüğ
ü olan tulumlu bir çalgı
.
gaydacı
* Gayda çalan veya yapı
p satan kimse.

gaye
* Amaç, hedef.

gayeli
* Amacıolan.

gayesiz
* Amacıolmayan.

gayet
* Pek, çok, pek çok, güçlü bir biçimde, etkili olarak.

gayetle
* Aş
ırıderecede.

gayr
* Baş ka kimse, başkası
.
* (ga'yr) Arapça bazısözlerin baş
ına getirilerek "olmayan" anlamı
nıverir.

gayret
* Olağanüstü çalı
şma, çaba, çalı
ş ma isteğ
i.
* Kutsal sayı
lan ş
eylere yabancıları
n saldırması
nıgörmekten doğ
an dayanamama duygusu.
* Koruma, esirgeme, kayı rma duygusu.

gayret almak
* yüreklenmek, cesaret almak.

gayret dayıya düştü


* iş
, onu baş
arabilecek olana kaldı
.

gayret etmek
* emekle çalı
şmak, çabalamak, uğ
raş
mak.

gayret göstermek
* çaba harcamak, baş
armak için çalı
şmak.

gayret kuşağı
* Kuşak bağ
lama töreninde gelinin beline dolanan kuş
ak, kı
rmı
zıkemer.

gayret vermek
* isteklendirmek, özendirmek, yüreklendirmek.

gayrete gelmek
* bir iş
i yapmaya veya bitirmeye özenmek; canlanmak.

gayretine dokunmak
* bir iş
i yapamayacağ ı
nıileri sürenlere kı
zarak veya kendisinin yapması
beklenen iş
i baş
kası

n yapması
ndan
utanç duyarak baş armaya çalı
şmak.

gayretkeş
* Çalı
şkan.
* Yan tutan, kayı
ran.

gayretkeş
lik
* Gayretkeşolma durumu.

gayretlenme
* Gayretlenmek iş
i.
gayretlenmek
* Çalı
şma isteği duymak veya çalı
şma isteğ
i artmak.

gayretli
* Çalı
şkan, çaba gösteren.

gayretlilik
* Gayretli olma durumu.

gayretsiz
* Çalı
şmayan, çaba göstermeyen.

gayretsizlik
* Gayretsiz olma durumu.

gayrı
* Artı
k, bundan böyle.

gayri
* Başka, diğ
er.
* Artı
k, bundan sonra.

gayriahlâkî
* Ahlâka aykı

, ahlâksı
zca.

gayriaklî
* Akı
l dı
şı
, irrasyonel.

gayriciddî
* Ciddî olmayan, lâubalî, ciddiyetsiz.

gayriihtiyarî
*İ stemeksizin, düş
ünmeden, elinde olmayarak.

gayriilmî
* Bilime aykı

, bilime uymaz, bilim dı
şı
.

gayriinsanî
*İnsanlı
k dı
şı
.

gayriiradî

stençsiz, irade dı
şı
.

gayrikabil
* Olamaz, olamayacak, çözümü olmayan.

gayrikabiliitiraz
* Karş ıçı

lamayacak kadar kesin.

gayrikabilikı
yas
* Karşı
laş


lamaz, ölçülemez, bambaş
ka.

gayrikabiliş
ifa
*İyi onmaz, onulmaz.

gayrikabilitahmin
* Kestirilemez.
* Beklenmedik.

gayrikabilitelâfi
* Yerine konulamaz, onarı
lamaz, eksikliği giderilemez.
gayrikâfi
* Yetersiz, yetmez.

gayrikanunî
* Yasaya uygun olmayan, yasa dı
şı
.

gayrikı
yasî
* Kuralsı
z.

gayrilâyı
k
* Yakı
şmaz, yakı
şı
ksı
z.

gayrimahdut
* Sını
rsı
z, sonsuz, uçsuz.

gayrimahsus
* Duyulmaz, sezilmez.

gayrimakul
* Akla aykı

, saçma.

gayrimalûm
* Bilinmeyen, bilinmez, bilinmedik.

gayrimemnun
* Memnun olmayan, kı
zgı
n, hoş
nutsuz, küskün, kı
rgı
n, sı
zlanan.

gayrimenkul
* Taş
ınmaz.

gayrimeskûn
* Boş
,ıssı
z, ş
enliksiz.

gayrimesul
* Sorumsuz.

gayrimeş
ru
* Yolsuz, yasaya veya töreye aykı

.
* Evlilik dı
şı
.

gayrimezru
* Ekilmemiş
, açı
lmamı
ş(toprak).

gayrimuayyen
* Belirsiz.

gayrimuhtemel
*İhtimali bulunmayan, olacağ
ısanı
lmayan.

gayrimuntazam
* Düzensiz, dağ
ını
k, geliş
igüzel.

gayrimutabık
* Uyuş
mayan; uymayan, uygun gelmeyen.

gayrimümbit
* Çorak, verimsiz.

gayrimümkün
* Olmaz, imkânsı
z.
gayrimünasip
* Uygunsuz, yakı
şı
ksı
z.

gayrimüsavî
* Eşitsiz, denk olmayan.

gayrimüslim
* Müslüman olmayan.

gayrimüsmir
* Yararsı
z, verimsiz, sonuçsuz.

gayrimütecanis
* Ayrıcinsten, bağdaş
maz.
* Karış
mamı ş, bağdaş
mamı ş
.

gayrinizamî
* Düzenli olmayan, düzensiz.

gayrisafi
* Karı
şı
k, katı
şı
k.

gayrisafi hası
lât
* Net olmayan gelir.

gayrisafi millî hâsı


la
* Bir ülkede bir yı
l süresince üretilen mal ve hizmetlerin piyasa fiatları
na göre hesaplanan değ
eri.

gayrisı
hhî
* Sağlı
klıolmayan, sağ

ksı
z.

gayriş
ahsî
* Kiş
ilik dı
şı
.

gayriş
uurî
* Bilinç dı
şıolan veya bilinç dı
şıolarak, yaptı
ğı
nıbilmeyerek.

gayritabiî
* Doğa dı ş
ı, doğaya aykı

.
* Olağan dış ı
.
* Acayip.

gayrivaki
* Olmamı
ş, olmadı
k.

gayrivarit
* Hatı
ra gelmez.

gayrivazı
h
* Anlaş
ılmaz, kapalı
, örtülü.

gayur
* Gayreti olan, gayretli, çok çalı
şkan.

Gayya
* Cehennemde bulunduğu var sayı
lan bir kuyunun veya derenin adı
.

gayya kuyusu
* Karmaş
ık iş
lerin döndüğ
ü yer veya çok çapraş
ık durum.

gayz
* Öfke, hı
nç.
gayzer
* Volkan bölgelerinde, belli aralı
klarla su ve buhar fı
şkı
rtan sı
cak kaynak, kaynaç.

gayzerit
* Volkan bölgelerinde oluş
an silisli çökelti, kaynaç taş
ı.

gaz
* Tül.

gaz
* Normal bası nç ve sıcaklıkta olduğu gibi kalan, içinde bulunduğ
u kabı
n her yanı
na yayı
lmak ve bu kabın iç
yüzeyinin her noktasına bası nç yapmak özelliğinde olan akı şkan madde.
* Gaz yağı, petrol.
* Sindirim borusunda, ağ ı
zdan yutulan hava ile mayalanma sonucu oluş an uçucu maddelerin karı
şması
.
* Gaz lâmbası .
* (motorlu araçlarda) Benzin.

gaz bezi
* Gaz bezi.

gaz bombası
*İçinde canlı
lar için tehlikeli gazlar bulunan bomba.

gaz boyaması
* En son iş
lem olarak gaz yağı
na sokularak boyalarısabitleş
tirilmişolan baş

k, başörtüsü.

gaz detektörü
* Boru hatları
yla taş
ı nan gazı
n kontrol edilen ortamda bulunup bulunmadı
ğı
nıtespit edebilen ve
konstrasyonu ölçebilen cihaz.

gaz ibiği
* Gazı
n yandı
ğıağı
z.

gaz lâmbası
*İçine konan gaz yağı
nıbir fitil yardı
mıyla yakan, ş
işeli, türlü biçimlerde lâmba.

gaz maskesi
* Zehirli gazlardan korunmak amacı
yla özel olarak yapı
lmı
şgereç.

gaz ocağ
ı
* Gaz yağı
yla yanan ocak.

gaz ölçümü
* Gazları
n hacim, yoğunluk vb.nin ölçülmesi.

gaz sayacı
*İçinden geçen gazı
n ne kadar olduğunu ölçen araç, hava gazısaati.

gaz sobası

çine konan gaz yağı

n yanması
yla ı

nan soba.

gaz taş
ı
* Bileme iş
inde kullanı
lan bir tür taş
.

gaz yağ
ı
* Renksiz veya sarırenkte, ham petrolün 150-250 C° ler arası
nda eritilmesinden elde edilen akaryakı
t.

gaz yuvarı
* Yeri veya herhangi bir gök cismini saran gaz katmanı
, atmosfer.

gaza

slâm dinini korumak veya yaymak amacı
yla Müslüman olmayanlara karş
ıyapı
lan savaş
, kutsal savaş
.

gaza basmak
* harekete geçirmek veya hı

nıartı
rmak için motorlu taş
ıtı
n gaz pedalı
na basmak.

gaza getirmek
* birini olmadı
k bir ş
ey veya hayalî bilgilerle coş
turmak, ileri sürmek.

gazaba gelmek
* öfkelenmek, kı
zmak.

gazaba uğ
ramak
* güçlü bir kimsenin hı
şmı
na uğ
ramak.

gazabı
nıyenmek
* öfkesini, ş
iddetini göstermemek veya bastı
rmak.

gazal
* Ceylân.

gazap
* Öfke, kı
zgı
nlı
k, hiddet.

gazaplandı
rma
* Gazaplandı
rmak iş
i.

gazaplandı
rmak
* Öfkelendirmek, kı
zdı
rmak.

gazaplanma
* Gazaplanmak iş
i.

gazaplanmak
* Öfkelenmek, kı
zmak.

gazaplı
* Öfkeli, kı
zgı
n, hiddetli.

gazeki
* Cepken altı
na giyilen kolsuz bir çeş
it giysi.

gazel
* Divan edebiyatı nda beşile on beşbeyit arası nda değ iş
en, ilk beytinin dizeleri birbiriyle, sonraki beyitlerinin
ikinci dizeleri birinci beyitle uyaklı
, en çok lirik konularda yazı
lan nazı m biçimi.
* Klâsik Türk müziğ inde belli bir kurala bağ
lıolmadan bir kiş i tarafı
ndan herhangi bir makamda gezinerek
sesle yapılan taksim.

gazel
* Sonbaharda kuruyup dökülen ağ
aç yaprağ
ı.

gazel damarı
* Şah damarı
.

gazel okumak
* gazel söylemek.
* oyalamak veya kandı
rmak üzere boşsözler söylemek.

gazel tutturmak
* yüksek sesle ş
arkıveya türkü söylemek.

gazelhan
* Gazel okuyan, gazel söyleyen kimse.
gazelhanlı
k
* Gazel söylemeyi kendine meslek edinme.

gazeliyat
* Bir ş
airin divanı
nda bulunan gazeller bölümü.

gazellenme
* Gazellenmek iş
i veya durumu.

gazellenmek
* (ağaç) Yaprakları
nıdökmek.
* (yaprak) Sararı
p kurumak.

gazete
* Politika, ekonomi, kültür ve daha baş ka konularda haber ve bilgi vermek için, yorumlu veya yorumsuz, her
gün veya belirli zaman aralı
kları
yla çıkarılan yayın.
* Gazetenin yönetildiği, hazırlandığı, basıldı
ğıyer.

gazeteci
* Gazete yayımlayan kimse.
* Gazeteye yazıyazmayı , haber toplayı
p vermeyi veya gazetenin yazıiş
lerinde çalı
şmayıişedinen kimse.
* Gazete satan kimse.

gazetecilik
* Gazetecinin yaptı
ğıiş
.

gazetelik
* Gazete koymaya yarar küçük çatkı .
* Gazeteye haber diye yazı
lacak nitelikte.

gazhane
* Hava gazıüretilen veya depolanan yer.

gazı
şı
* Termik etki olmaksı

n kendiliğ
inden görülen ı
şı
k.

gazı
şı
l
* Gazı
şıile ilgili, gazı
şısaçabilen.

gazi
* (İ
slâmlı
kta) Düş manla savaş an veya savaşyapmı ş(kimse).
* Olağanüstü yararlı
klar göstererek düşmanı yenen komutanlara veya ş
ehirlere devlet tarafı
ndan verilen onur
unvanı
.
* Savaş
tan sağve zafer kazanmı
şolarak dönen (kimse).

gazi olmak
* savaş
tan, ölmeden dönmek.

gaziler helvası
* Undan yapı
lan bir tür helva.

gazilik
* Gazi olma durumu.
* Gazi unvanı.
* Yiğitlik.

gazino
* Yemek yenilen, gösteri izlenen, bazen oyun sergilenen eğlence yeri.
* Büyük kahvehane ve birahane.

gazinocu
* Gazino iş
leten kimse.

gazinoculuk
* Gazinocu olma durumu veya gazinocunun yaptı
ğıiş
.

gazla!
* defol, git!.

gazlama
* Gazlamak iş
i.

gazlamak
* Gaz yağısürmek.
* (motorlu araçlarda) Motora fazla benzin gitmesini ve aracı
n hı
zlanması
nısağlamak için gaz pedalı
na
kuvvetle basmak.
* Kaçmak.

gazlanma
* Gazlanmak iş
i.

gazlanmak
* Gaz yağı sürülmek.
* Sindirim yolunda gaz olmak.

gazlaş
ma
* Gazlaş
mak iş
i veya durumu.

gazlaş
mak
* Gaz durumuna girmek.

gazlaş

rma
* Gazlaş

rmak iş
i.

gazlaş

rmak
* Bir maddeyi gaz durumuna dönüş
türmek.

gazlı
* Gazıolan veya gaz bulaş
mışolan.

gazlıbez
* Yaralara kapatı
lan ince ve seyrek bez.

gazoil
* Açı
k sarırenkte, oldukça kı
vamlı
, yakı
cıve yanı
cıolarak kullanı
lan petrol ürünü.

gazojen
* Sı
vıveya katıyakı
tıhava veya oksijen etkisiyle gazlaş

rmaya yarayan araç.

gazolin
* Ham petrolün ilk damı

lması
nda ayrı
lan çok uçucu, hafif akaryakı
t.

gazometre
* Gazları
n toplanması
, belirli bası
nç altı
nda dağı

lmasıiçin kullanı
lan depo.
* Gazölçer.

gazometri
* Bkz. gaz ölçümü.

gazoyl
* \343 gazoil.

gazoz
* Meyve esansı
,şeker ve karbon asidi ile yapı
lan, bası
nçlıhava ile ş

elere doldurularak hazı
rlanan alkolsüz
içecek.

gazoz ağ
acı
* Bir sözün çok saçma olduğunu bildirmek için söylenir.

gazozcu
* Gazoz yapı p satan kimse.
* Eğlence yerlerinde dolaşarak gazoz satan kimse, gazoz satı


.

gazozculuk
* Gazozcunun yaptı
ğıiş
.

gazölçer
* Belirli bası
nç altı
nda gelen gazı
n hacmini ölçmeye yarayan araç, gazometre.

gazsı
z

çinde gaz olmayan veya gaz bulaş
mamı
şolan.

gazup
* Öfkeli.

gazve
* Arap aşiretleri arası
nda yapı
lan savaş
.
* Din uğruna yapı lan savaş
.

Gd
* Gadolinyum'un kı
saltması
.

Ge
* Germanyum'un kı
saltması
.

ge
* Türk alfabesinin sekizinci harfinin adı
.

-ge
* Bkz. -ga / -ge.

gebe
* Karnı nda yavru bulunan (kadın veya hayvan), yüklü, hamile, aylı
.
*İ çinde oğulcuk veya dölüt bulunan (döl yatağı
).
* Bir birikim sonucu ortaya çı
kmasıbeklenen (durum veya olaylar).

gebe kalmak
* (insan, hayvan için) karnı
nda yavru oluş
mak.

gebe olmak
* bir ş
eyin olma ihtimali bulunmak.

gebelik
* Gebe olma durumu, hamilelik.
* Döllenme ile doğ
um arası
nda geçen süre.

gebelik testi
* Gebe olup olmadı
ğı
nıanlamak için yapı
lan test.

geberik
* Ölü, ölmüş
.

geberip gitmek
* istenmedik bir biçimde ve zamanda ölmek.
geberme
* Gebermek iş
i.

gebermek
* Ölmek.

gebertilme
* Gebertilmek iş
i.

gebertilmek
* Gebertmek iş
i yapı
lmak, öldürülmek.

gebertme
* Gebertmek İ
şi.

gebertmek
* Öldürmek.

gebeş
* Aptal, sersem.
* Bodur ve ş işman.
* Karnış işolan.

gebeş
lik
* Gebeşolma durumu.

gebre
* Atıtı
mar etmekte kullanı
lan kı
ldan kese.

gebre
* Gebre otunun yemiş
i.

gebre otu
* Sürekli yeş
il kalan çalıgörünümünde bir bitki (Capparis).

gebre otugiller
* Gebre otu gibi bitkileri kapsayan familya.

gebreleme
* Gebrelemek iş
i.

gebrelemek
* (hayvanı
) Gebre (I) ile tı
mar etmek.

gebrelenme
* Gebrelenmek iş
i.

gebrelenmek
* Gebrelemek iş
ine konu olmak.

gece
* Güneşbattı ktan gün ağarmaya başlayıncaya kadar geçen süre, tün.
* Bu süre içindeki karanlı
k.
* Gece vaktinde, geceleyin.
* Eğlence, anma vb. amaçlarla geceleri düzenlenen toplantı.

gece bekçisi
* Bazıişyerlerini, kuruluş
larıgece bekleyen kimse.

gece gözü kör gözü


* geceleyin iyi işyapı
lamayacağ
ınıanlatı
r.
gece gündüz
* Her zaman, ara vermeden, aralı
ksı
z, geceli gündüzlü.

gece gündüz dememek


* vaktin uygun olup olmadı ğına bakmamak, vakit seçmemek.
* sürekli olarak, ara vermeksizin bir iş
i yapmak.

gece hayatı
* Gece eğlencelerine düş
künlük.

gece iş
çiliği
* Geceleyin yapı
lan hı
rsı
zlı
k.

gece iş
i körler iş
i
* gece yapı
lan iş
in randı
manlıolamayacağ
ını
anlatı
r.

gece kı
yafeti
* Gece giyilen elbise.

gece kulübü
* Geceleri açı
k olan, dans etmek, müzik dinlemek ve gösteri izlemek için gidilen eğ
lence yeri.

gece kuş
u
* Gece gezmesini seven kimse.
* Gece uyuyamayan.
* Geceleri para karş
ılı
ğıerkeklerle iliş
ki kuran kadı
n.
* Yarasa.

gece mavisi
* Koyu mavi.

gece silâhlıgündüz külâhlı


* kimseye sezdirmeden kötü iş
ler yapan kimse.

gece uçuş
u
* Askerî amaçla uçakları
n geceleyin yaptı ğıuçuş.
* Geceleri para karş
ılı
ğıerkeklerle iliş
ki kurmak işi.

gece yanı
ğı
* Uçuk gibi birdenbire oluş
an kabarcı
klıderi döküntülerine verilen ad.

gece yarı

* Güneşin batmasıile doğmasıarası ndaki sürenin ortası
.
* Gecenin ilerlemişsaatleri, gecenin ortası
.

gece yatı

* Geceyi bir yerde konuk olarak geçirme.

gece yayı
* Güneş
in gök küresinde bir gün boyunca çizdiğ
i çemberin ufuk altı
nda kalan parçası
.

gececi
* Çalı
şma sı
rasıgeceye rastlayan görevli.

geceki
* Gece olan, gece yapı
lan.

gecekondu
* Yasa dı şı, gizlice yapı
lan küçük konut.
* Acele ile yapı lıvermiş, derme çatma yapı
.

gecekondu gibi
* derme çatma yapı
lmı
şolan (yapı
).

gecekonducu
* Gecekonduda oturan kimse.
* Gecekondu yapıp satan kimse.

gecekondulaş
ma
* Gecekondulaş
mak iş
i.

gecekondulaş
mak
* Gecekondu sayı
sıçoğ
almak, gecekondularla dolmak.

geceleme
* Gecelemek iş
i.

gecelemek
* Geceyi bir yerde geçirmek.

geceler gebedir
* her sabah uyandı
ğı
mız zaman yeni yeni olaylarla karş
ılaş
ırı
z.

geceleri
* Gece vakti.
* Her gece.

geceleyin
* Gece vakti.

geceli
* "Hem gece hem gündüz, sürekli, aralı
ksı
z" anlamı
ndaki geceli gündüzlü deyiminde geçer.

geceli gündüzlü
* Sürekli, durmaksı

n.

gecelik
* Geceye özgü olan, gece kullanı lan.
* Yatakta giyilen giysi, gömlek.
* Bir gece için ödenen ücret.

gecesefası
*İki çeneklilerden, gece açan küçük kokulu çiçekleri olan, otsu bir bitki (Mirabilis jalapa).

gecesefası
giller
* Örnek bitkisi gecesefasıolan bir bitki.

geceyi gündüze katmak


* aralı
ksı
z, gece gündüz çalı
şmak, büyük çaba göstermek.

gecikilme
* Gecikilmek durumu.

gecikilmek
* Gecikmek iş
i yapı
lmak.

gecikiş
* Gecikmek iş
i veya biçimi.

gecikme
* Gecikmek iş
i, teehhür, rötar.

gecikmek
* Geç kalmak, herhangi bir iş
i kararlaş


lan zamandan sonra yapmak.
gecikmeli
* Gecikmesi olan, tehirli, rötarlı
.

gecikmesiz
* Gecikmesi olmayan.

geciktirilme
* Geciktirilmek iş
i veya durumu.

geciktirilmek
* Gecikmesine yol açı
lmak.

geciktirim
*İ zleyiciye herhangi bir olayın ortaya çı
kacağı
nısezdirmek, fakat sonucu durmaksı

n geciktirerek onu
sürekli bir bekleme, gerginlik, sı
kı ntıiçinde bırakmak biçimindeki anlatı
m.

geciktirme
* Geciktirmek iş
i, tehir.

geciktirmek
* Gecikmesine sebep olmak, tehir etmek.

geç
* Kararlaş tı

lan, beklenen veya alı
şı
lan zamandan sonra, erken karş
ıtı
.
* Belirli zamandan sonra olan.

-geç
* Bkz. -gaç / -geç.

geç (veya geç efendim!)


* kulak asma, önem verme.

geç kalmak
* vaktinden sonra davranmak, gecikmek.

geç olsun da güç olması n


* çeşitli engellerle gerçekleş
meyen iş
lerde avunmak için söylenir.

geççe
* Biraz geç olarak, geç saatlere yakı
n.

geçe
* (herhangi bir saat baş
ını
) Geçerek, geçerken.

geçe
* Karş
ılı
klıiki yandan her biri, yaka.

geçek
* Çok geçilen yer, iş
lek yol.
* Küçük tahta köprü.

geçeli
* Geçesi (II) olan.

geçen
* (hafta, ay, yaz, kı
şgibi zaman anlatan sözlerle) Bir önceki.
* Belirsiz bir süre önceki, birkaç gün önceki.

geçende
* Ne kadar geçtiğ
i belli olmayan yakı
n bir zaman önce.
geçenek
* Bkz. koridor.

geçenlerde
* Yakı
n bir geçmiş
te, yakı
nda.

geçer
* Yürürlükte bulunan, geçerliğ
i olan, kullanı
lan.
* Beğenilen, makbul, mergup.
* Sı
nıf geçme durumu.

geçer akçe
* herkesçe, aranan, beğenilen, muteber.

geçer akçe
* Herkesçe, aranan, beğ
enilen, muteber.

geçerleme
* Geçerlemek iş
i.

geçerlemek
* Geçmesini sağ
lamak.

geçerletme
* Geçerletmek iş
i.

geçerletmek
* Geçer duruma getirtmek.

geçerli
* Yürürlükte olan, uygulanan, muteber.
* Beğenilen, tutulan, sürümü olan.

geçerlik
* Yürürlükte olma, değ
erini sürdürme durumu, revaç.
* Sürümü olma durumu.

geçerlilik
* Geçerli olma durumu, geçerlik.
* Bir kavramın, bir yargı

n, mantık veya anlamıve değ
eri bakı
mından onaylanabilir olması
.

geçersiz
* Yürürlükten çı
karı
lmı
ş, hükümsüz.

geçersizleşme
* Geçersiz duruma düş
me.

geçersizleşmek
* Geçersiz duruma düş
mek, geçerliğ
ini yitirmek.

geçersizleştirmek
* Geçersiz duruma getirmek.

geçersizlik
* Geçersiz olma durumu, hükümsüzlük.

geçgeç
* Seyredilecek uygun bir program aramak amacı
yla televizyon kanalları
nıtarama, zaping.

geçgeç yapmak
* geçgeçlemek.
geçgeçleme
* Geçgeçlemek iş
i veya durumu.

geçgeçlemek
* Televizyon kanalları
nıaramak veya taramak, zaping yapmak.

geçgin
* Geçkin.

geçici
* Çok sürmeyen.
* Kısa ve belli bir süre için olan, geçeğen, muvakkat, palyatif.
* Bulaşan, bulaş ıcı.
* Yaya, yoldan veya karş ıdan karş ı
ya geçen, yolcu.

geçici madde
* Yasa, tüzük ve yönetmeliklerde belirli bir süre geçerli olan madde.

geçicilik
* Geçici olma durumu.

geçiliş
* Geçilmek iş
i veya biçimi.

geçilme
* Geçilmek iş
i.

geçilmek
* Geçmek işi yapılmak.
* Bı
rakmak, terk etmek.

geçilmemek
* bol veya çok, aş
ırıolmak.

geçim
* Geçinmek işi, geçinme araçları
, geçinme, maiş
et.
* Anlaşma, uyuş ma.

geçim derdi
* Geçim sı

ntı

.

geçim dünyası
* Kiş
inin kendi çı
karları
nıdüş
ünmesi gerektiğini belirtmek için kullanı

r.

geçim kapısı
* Yaşamak için gereken kazancı
n sağ
landı
ğıişyeri.

geçim sı

ntısı
* Geçinmede çekilen güçlük.

geçim yolu
* Yaş
amak için gereken kazancısağ
lama aracıveya çaresi.

geçim zorluğu
* Geçim sı

ntı

.

geçimini doğrultmak
* geçinmek için para kazanmak.

geçimli
* Çevresindekilerle iyi geçinen.
geçimlik
* Yiyecek parası
, nafaka.

geçimlilik
* Geçimli olma durumu.

geçimsiz
* Çevresindekilerle iyi geçinemeyen, kavga çı
karan, huysuz, ş
irret.

geçimsizleşme
* Geçimsiz olma.

geçimsizleşmek
* Çevresindekilerle iyi geçinememek.

geçimsizlik
* Geçimsiz olma durumu.

geçindirme
* Geçindirmek iş
i.

geçindirmek
* Geçinmesini sağlamak.

geçinilme
* Geçinilmek durumu.

geçinilmek
* Geçinmek iş
i yapı
lmak.

geçinim
* Geçinmek iş
i.

geçinip gitmek
* çok iyi değilse de ş
öyle böyle geçinmek.

geçinme
* Geçinmek iş
i.

geçinme endeksi
* Belirli bir sosyal grubun ortalama yaş
ama düzeyini sürdürebilmesi için yapmasıgereken giderleri izleyen
fiyat indeksi.

geçinmek
* Yaşamak için gerekeni sağlamak.
* Uzlaşmak, anlaş mak.
* Taslamak.
* Kendi ihtiyaçları
nıbaşkalarından sağ
lamak.
* Ölmek.

geçinmeye gönlü olmamak


* herhangi bir konuda isteksizliğ
i belli etmek için kullanı

r.

geçirgen
*İ çinden gaz, sı
vıgibi şeyleri kolaylı
kla geçiren.
* Sıvıları
n geçmesine elverişli (kayaç).

geçirgenlik
* Bazıcisimlerin, içlerinden başka ş
eyler (gaz, sı
vı , akı m) geçirme özelliğ
i.
* Saydam cisimlerin ı şığıgeçirme derecesi.
* Kayaçları
n, sıvıların geçebilmesine karşıelverişliliği.
geçirici
* Geçirmek iş
ini yapan (kimse).
* Uğurlamaya gelen.

geçirilme
* Geçirilmek iş
i.

geçirilmek
* Geçirmek iş
i yapı
lmak.

geçirim
* Geçirmek iş
i.

geçirimli
* Geçirgen.

geçirimlilik
* Geçirgenlik.

geçirimsiz
* Geçirgenliği olmayan.

geçirimsizlik
* Geçirimsiz olma durumu.

geçiriş
* Geçirmek iş
i veya biçimi.

geçirme
* Geçirmek iş
i.

geçirmek
* Geçmek iş ini yaptırmak, geçmesini sağ lamak.
* Bir şeyi bir yandan öbür yana götürmek.
* Bir şeyi bir yerden baş ka yere taşı
mak, nakletmek.
* Tespit etmek, yazmak, kaydetmek.
* Bir şeyi kendisine ayrı lmı şolan yere yerleş
tirmek; takmak.
* Yola çı kan birini uğ urlamaya gitmek, selâmetlemek, teş yi etmek.
* (bir süre) Yaş amak, oturmak, kalmak.
* Giymek, giyinmek.
* Bir işi birden çok kiş i üzerinde uygulamak.
* (herhangi bir durumu) Yaş amı şolmak, uğ ramak.
* Etmek, yapmak.
* Bulaş tırmak.
* Uğ raş mak.
* Bir ihtiyacı eldeki imkânla karş ı
lamak.

geçirtilme
* Geçirtilmek durumu.

geçirtilmek
* Geçirmek iş
i yapı
lmak.

geçirtme
* Geçirtmek iş
i.

geçirtmek
* Geçirmek iş
ini yaptı
rmak.

geçiş
* Geçmek işi veya biçimi.
* Herhangi bir durumdaki değ
işme, intikal.
* Resimde iki ayrı rengi birbirine bağlayan ara ton.
* Bir parça süresince bir tondan baş ka bir tona atlama.
* Ses organları nın bir durumdan ötekine geçmesi.
* Akı ş, sürekli oluş .

geçişhakkı
* Geçişüstünlüğ
ü.

geçişüstünlüğü
* Cankurtaran, itfaiye, güvenlik araçları
na tanı
nan, yolu öncelikle kullanma hakkı
.

geçiş
im
* Geçiş mek iş i, geçiş
me, tedahül.
* Belirli bir iş
i yapma yeterliliğinin iliş
kili veya bağlantı
lıbaş
ka bir iş
i yapma sonucunda artması
, intikal.

geçiş
li
* Nesne ile kullanı
labilen (fiil): Sevmek (okuma-yısevmek), görmek (ev-i görmek), kı
rmak (cam-ıkı
rmak),
dökmek (süt-ü dökmek) gibi.

geçiş
me
* Geçişmek işi.
* Yarıgeçirgen bir zarla birbirinden ayrı
lmışiki sıvının karş ılı
klıgeçerek birbirine karı
şması.
* Yarıgeçirgen bir çeperin iki yanına yerleş
tirilmiş
, derişikliği farklıiki sı
vıdan oluş
an yer değiş
tirme olayı
,
ozmos.

geçiş
mek
* Birbirinin içine geçip karı
şmak, tedahül etmek.

geçiş
siz
* Nesne ile kullanı
lmayan (fiil), lâzı
m: Gülmek, ağ
lamak, düş
mek, gitmek, küsmek, barı
şmak gibi.

geçiş
tirici
* Tedavi edici etkisi olmayan, ağrıve sı

ları
geçici olarak azaltan, dindiren (ilâç vb.).

geçiş
tirilme
* Geçiş
tirilmek iş
i.

geçiş
tirilmek
* Geçiş
tirmek iş
i yapı
lmak.

geçiş
tirme
* Geçiş
tirmek iş
i.

geçiş
tirmek
* Gereken önemi vermemek, üstünde durmadan baş
ından savmak.
* Az bir zararla atlatmak, kurtulmak.

geçit
* Geçmeye yarayan yer, geçecek yer.
*İki dağarası
nda dar ve uzun yol.

geçit hakkı
* Bir taş
ınmaz mal üzerinden diğ
er bir taş
ınmaz mal sahibinin geçmesi biçiminde doğan yararlanma hakkı
.

geçit resmi
* Geçit töreni.

geçit töreni
* Bir topluluğun özel günlerde düzenli bir biçimde belli bir yerden geçmesi, geçit resmi.

geçit vermek
* geçilecek bir yeri olmak.
geçkin
*İ htiyarlamaya yüz tutmuş , geçmiş.
* Geçmiş .
* (bitkiler için) Gereğ
inden çok olgun veya solmaya baş
lamı
ş.

geçkinlik
* Geçkin olma durumu.

geçme
* Geçmek iş i, mürur.
* Birbirinin içine geçirilerek tutturulan iki ş
eyden birinde bulunan çı
kıntılı
parça.
* Çakılmı ş, yapı ş
tırı
lm ışveya lehimlenmişolmayı p gereğinde sökülebilecek biçimde parçaları
birbirine takı

p
kenetlenmişolan.

geçme namert köprüsünden, ko aparsın su seni


* namerde karş
ıminnet altında kalmaktansa sı
kıntı
ya katlan.

geçmek
* Bir yerden baş ka bir yere gitmek.
* Bir yandan girip öte yandan çı kmak.
* Yol olarak kullanmak.
* (bir duruma) Uğ ramak, konu olmak.
* Bırakmak, vazgeçmek.
* Yaş amak.
* Bir şeyi bundan böyle yapma durumunda olmamak.
* Olmak, vuku bulmak, cereyan etmek.
* (hastalı k için) Bulaşmak, sirayet etmek.
* Herhangi bir durum, soya çekim yoluyla birinde görünmek.
* Bir yeri aş mak, öbür yana ulaş mak.
* Yerini bı rakıp baş ka yer almak.
* Bir konu üzerinde veya bir yerde çalı şmışolmak.
* Etki yapmak, iş letmek.
* Görev almak.
* Kalmak, devrolmak.
* Geride bı rakmak, aş mak.
* Tükenmek, bitmek, sona ermek.
* Üstünlük sağlamak.
* Söylemeden veya bitirmeden atlamak.
* (zaman için) Aş mak, geride bı rakmak, harcamak.
* Bir müzik parçası nımeş k ederek öğ renmek, çalmak veya söylemek.
* Birinden meş k etmek.
* (haberi) Bir iletiş im aracıile bildirmek.
* Sönmek.
* Yazı lmak, girmek.
* Sürümü olmak, satı lmak.
* Konuş mada veya bası nda sözü edilmek.
* Yürürlükte bulunmak, geçerli olmak.
* Okulda, sı navda baş arıgöstermek.
* Bir yere gidip oturmak.
* (yol, araç veya akarsu için) Bir yerin yakı nından veya içinden gitmek.
* Çok bekletilmekten çürümeye yüz tutmak.
* Sıyrılmak, kurtulmak, iş in içinden çıkmak.
* Çekiş tirmek, yermek.
* Bazıkelimelerle birleş ik fiil yapar.

geçmeli
* Geçmesi olan.

geçmelik
* Bazıyerlerden geçenlerin ödemek zorunda olduklarıpara, müruriye.
geçmez
* Sahte, değerini yitirmiş
, kalp.

geçmez akçe
* Değerini yitirmiş
, kalp, sahte.

geçmiş
* Geçmek iş ini yapmış .
* Zaman bakı mı ndan geride kalmış.
* Çürümeye yüz tutmuş .
* Bu güne göre geride kalmı şolan zaman, mazi.
* Arkada kalan hayat, mazi.
* Kişinin ölmüşyakı nları .

geçmişola
* "o fı
rsat bir daha ele geçmez" anlamı
nda kullanı

r.

geçmişolsun
* hastalı
k, kaza geçirenlere beklenmedik büyük bir olumsuz durumdan kurtulanlara veya hapishaneye
girenlere söylenen iyi dilek sözü.

geçmişzaman
* Fiilin belirttiği zaman kavramı

n, içinde bulunduğ u zamandan önceye ait olması. Türkçede bu zaman
belirli geçmişve belirsiz geçmişolarak iki türlüdür: Ali geldi, Ahmet bu havada İ
stanbul 'a gidip gelmişgibi.

geçmişzaman görünümü
* -mış
- geçmişzaman eki almı
şfiille yardı
mcı
fiilin veya baş
ka bir fiilin birlikte kullanı
lması
ndan ortaya çı
kan
ve olayı
n tamamlanmışolduğu kavramınıveren görünüm: Gelmişolmak, gitmişolmak, vermişbulunmak gibi.

geçmişzaman sı fat-fiili
* Geçmişzaman kavramıveren ve isim, sı fat gibi kullanılan sıfat-fiil. Türkçede bu sı
fat-fiil -dik veya -miş
ekleriyle kurulur. Bildiklerinizi anlatı
n. Tanı
dık adam. Geçmiş i saygıyla anıyoruz cümlelerindeki bildik, tanı dık, geçmiş
birer geçmişzaman sı fat-fiilidir.

geçmiş
e mazi, yenmiş e kuzu derler
* geçmiş te kalan olayları
n üzerinde durulması
ndan hiçbir yarar beklenmez.

geçmiş
i kandilli
* Sövgü yerine söylenen bir söz.

geçmiş
i kı
nalı
* Sövgü sözü.

geçmiş
i olmak
* araları
nda eskiye dayanan dostluk, arkadaşlı
k olmak.
* araları
nda kırgınlı
ğa yol açacak bir durum geçmişbulunmak.
* bir durumun, daha önce geçmişbir evresi bulunmak.

geçmiş
leri
* birinin ölmüşanası
, babasıve yakı
nları
.

geçmiş
lerini karıştı
rmak
* birinin ölmüşlerini yermek veya onlara sövmek.

geçti Bor'un pazarı , sür eşeğini Niğ


de'ye (veya geçti Bor'un pazarı
)
* artı
k işiş ten geçti.

geçtiği yoldan geçmek


* daha önce aynı
olayları
yaş
amı
şolmak, tecrübe sahibi olmak.

geçtiği yoldan geçmek


* daha önce aynı
olayları
yaş
amı
şolmak, tecrübe sahibi olmak.
geçtim olsun
* vazgeçtim, kalsı
n.

geda
* Dilenci.
* Yoksul, fakir.

gedik
* Bir düzey üstündeki yı kık, çatlak veya aralı
k, rahne.
* Dağgeçidi.
* Boş luk, eksiklik.
* Güçlük, güç durum.
* Eksik diş li.
* Yarma saldı rı
sında düşman mevzilerinde açı lan yer.
* Bir işi yapmak, bir şeyden yararlanmak yolunda verilen hak, imtiyaz.

gedik açı
lmak
* giderilmesi çok güç bir eksiklik veya açı
k ortaya çı
kmak.

gedik açmak
* düş
man mevzilerindeki zayı
f bir noktadan girişyeri açmak.

gedik kapamak
* küçük bir ihtiyacı
nıkarş
ılamak.

gedik kapmak
* bir gelir kaynağ
ıele geçirmek.

gedikleri tı
kamak
* çı
kan veya çı
kacak olan zorluklarıönlemek.

gedikli
* Gediğ i olan.
* Bir yerle veya iş
le olan ilgisini sürüp götüren (kimse), sürekli, daimî.
* Astsubay.

gedilme
* Gedilmek durumu.

gedilmek
* Gedik olmak, gedik açı
lmak.
* Bı
çak, keser vb.nin ağ
ızlarıaş
ınmak.

gedme
* Gedmek iş
i.

gedmek
* Gedik açmak, çentmek, delmek.

geğ
iriş
* Geğirmek iş
i veya biçimi.

geğ
irme
* Geğirmek iş
i.

geğ
irmek
* Midede toplanan gazısesle ağı
zdan çı
karmak.

geğ
irti
* Geğirirken çı
kan ses.
geğ
rek
* Yumuş ak kaburga kemikleri.
* Kaburganın alt yanı
nda bulunan boş
luklardan her biri.

geğ
rek batması
* Geğrekte duyulan sancı
.

geh
* Bkz. gâh.

gehgeh
* Bu söz nöbetli hastalı
ğa yakalanmak anlamı
nda kullanı
lan gehgeh tutmak deyiminde geçer.

gel gelelim
* fakat, ama, ancak.

gel keyfim gel


* büyük bir memnunluk veya alay anlatı
r.

gel zaman git zaman


* aradan oldukça uzun bir zaman geçtikten sonra.

gelberi
* Büyük ocaklardan ateş
i dı
şarıçekmek için kullanı
lan uzun saplıdemir araç.
* Tı
rmı k.
* Harman döküntülerini toplamaya yarayan araç.
* Ağaç dalları
nıbudamak için kullanı
lan eğ
ri demir.

gelberi etmek
* aş
ırmak, çalmak, kendine mal etmek.

gele
* Tavla oyununda elinde kı

k taş
ıbulunan oyuncunun attı
ğıuygun olmayan zar.

geleceğ
i varsa göreceği de var
* kötülük yapmaya kalkı
şacak olursa, karş
ılı
ğı
nıelbette görür.

geleceğ
i varsa, göreceği de var
* kötülük yapmaya kalkı
şacak olan, bunun karş
ılı
ğı
nıelbette görür.

gelecek
* Zaman bakımından, ileride olması
, gerçekleşmesi beklenen.
* Daha gelmemiş, yaş
anacak zaman, istikbal, ati.

gelecek bilimi
* Fütüroloji.

gelecek zaman
* Fiilin belirttiği zaman kavramı nı
n, içinde bulunduğ u zamandan sonraya ait olması . Türkçede bu zaman
başlıca -e, -ecek, -esi, -se, -meli ekleriyle kurulur: Gele, gelecek, gelesi, gelse, gelmeli gibi.

gelecek zaman görünümü


* Gelecek zaman sı
fat-fiiliyle yardı
mcı
fiilin birlikte kullanı
lması
ndan ortaya çı
kan ve niyet kavramıveren
görünüm.

gelecek zaman kipi


* Fiilin belirttiği zaman kavramı

n, içinde bulunulan zamandan sonraya ait olduğ
unu sı
nırlıbir biçimde
gösteren kip. Türkçede bu kip -acak / -ecek ekiyle kurulur: Geleceğ
im, geleceksin gibi.

gelecek zaman sı fat-fiili


*İ sim veya sı fat gibi kullanı
lan ve gelecek zaman kavramıveren fiilimsi. Türkçede bu sı
fat-fiili -ecek / -esi
ekleriyle kurulur: Akacak kan damarda durmaz. Göresim geldi gibi.
gelecekçi
* Gelecekçilik yanlı

, fütürist.

gelecekçilik
* Fütürizm.

geleğen
* Ana ı
rmağa karı
şan (akarsu).

gelembe
* Koyun yatağ
ı.

geleme

ki yı
l sürülmeyen, boştarla.

gelen
* Gelmek işini yapan (kimse veya nesne).
* Bir ı
şı
k kaynağı ndan çıkı
p bir aynanı
n yüzüne veya saydam bir cismin yüzeyine düş
en (ı
şı
n).

gelen ağam giden paşam


* yönetim kimde olursa olsun benim için fark etmez.

gelen geçen
* Gelip geçenler, gelenler, uğ
rayanlar.

gelen giden
* Gelenler, uğrayanlar, ziyaret edenler, gelip geçenler.

gelen gideni aratır


* bir işe veya göreve sonradan gelen orada daha önce çalı
şandan daha baş
arı

z ve geçimsiz olabilir.

gelen gideni aratır


* bir işe veya göreve sonradan gelenin, orada daha önce çalı
şandan daha baş
arı

z, kötü olabileceğ
ini anlatı
r.

gelen paş
am, giden ağ am
* biri ötekinin yerine geçen büyüklerine hoşgörünmek yolunu tutanlar için söylenir.

gelenek
* Bir toplumda, bir toplulukta eskiden kalmı şolmalarıdolayı sı
yla saygı n tutulup kuş
aktan kuş
ağa iletilen,
yaptı

m gücü olan kültürel kalı
ntılar, alı
şkanlı
klar, bilgi, töre ve davranışlar, an'ane.

gelenekçi
* Geleneklere bağlı(kimse).

gelenekçilik
* Toplumsal kurumlarıve inançlarıdaha çok geçmiş ten süregeldikleri için benimseyen, saygı
n tutan,
destekleyen, yeni kültür ögelerine daha az değ
er veren tutum veya öğreti.

gelenekleşme
* Gelenekleş
mek iş
i.

gelenekleşmek
* Gelenek durumuna gelmek, gelenek değ
eri kazanmak.

gelenekleştirme
* Gelenekleş
tirmek iş
i.

gelenekleştirmek
* Bir ş
eyi gelenek durumuna getirmek.

gelenekli
* Geleneğ
i olan, geleneklere dayanan.

geleneksel
* Geleneğ
e dayanan, gelenekle ilgili olan, an'anevî.

gelenekselleş
me
* Gelenekselleş
mek durumu.

gelenekselleş
mek
* Gelenek durumunu almak.

geleni
* Tarla faresi, büyük fare.

gelgeç
* Yerli, temelli olmayan, geçici.
* Bir işüzerinde sürekli olarak durmayan, sebatsı
z.

gelgeççi
* Gelip geçici, sebatkâr olmayan (kimse).

gelgel
* Albeni, alı
m, çekicilik.
* Başa takılan elmas veya altı
n iğne.

gelgelelim
* Ancak, ne var ki, fakat.

gelgelli
* Gelgeli olan, alı
mlı
.

gelgit
* Boş una gidip gelme.
* Ay ve Güneş 'in yer yuvarıüzerindeki çekim güçleri sebebiyle deniz yüzünde, özellikle ana denizlerde su
düzeyinin alçalması, kabarmasıolayı , meddücezir.

gelin
* Evlenmek için hazırlanmı ş , süslenmişkı
z veya yeni evlenmişkadı
n.
* Bir kimsenin oğlunun karı sı .
* Aileye evlenme yoluyla girmişolan kadı n.

gelin abla
* Yenge.

gelin alayı
* Gelini damat evine götürmek için gidenlerin hepsi.

gelin alı

* Gelini götürmek için oğ
lan evinden gelen kimse.

gelin almak
* erkeğ e bir eşbulmak.
* gelini baba evinden özel bir törenle alı
p güvey evine götürmek.

gelin böceği
* Hanı
m böceği.

gelin çiçeği
* Zambakgillerden bir bitki (Fritillaria imperialis).

gelin etmek
* kı
zıevlendirmek.
gelin gitmek
* bir aileye, yere gelin olarak gitmek.

gelin güvey olmak


* ilgilinin nası
l karş
ılayacağı
nıdüş
ünmeden bir iş
i olmuşbitmişsayarak sevinmek.

gelin hamamı
* Düğ
ünden birkaç gün önce evlenecek kı z için hamamda yapı lan tören.
* Düğ
ünün ertesi günü, gerdekten sonra, oğlan evinin kadı
nları
nı n gelini hamama götürüp topluca yaptı
kları
tören ve yı
kanı
p temizlenme.

gelin havası
* Gelin alayı
nın kız evinden ayrılı
p oğlan evine gidinceye kadar, yol boyunca, davul ve zurnanı
n çaldı
ğıözel
ezgi.
* Denizin hafif dalgalı
, çı
rpı
ntılıolması.

gelin kuş
ağı
* Gök kuş
ağı
.

gelin kuş
u
* Tarla kuş
ugillerden bir kuş(Otocoris pencillatus).

gelin olmak
* (kı
z) evlenmek.

gelin otu
* Güveyfeneri.

gelin teli
* Gelinlerin baş
ları
na takı
lan, parlak, uzun, ince gümüştel.

gelin yazmak
* gelinin yüzünü değ
işik süs gereçleriyle bezemek.

gelinboğ
an
* Bir ahlat türü.

gelincik
* Yazın kırlarda, özellikle ekin tarlalarında yetiş en, kı
rmı zıve otsu bitki (Papaver rhoeas).
* Sansargillerden, ince uzun yapı lı
, sivri çeneli, küçük bir hayvan, gelin kadı n (Mustela nivalis).
* Mezgitgillerden, yılan balığ ı
na benzer, eti sevilen bir balı k (Mustela tricirrata).
* Yılancı
k, arpacı k, çı
ban vb. verilen ad.

gelincikgiller
* Ayrıtaç yapraklıiki çeneklilerden, içine gelincik, haş
haş
, kı
rlangı
ç otu gibi bitkileri alan familya.

gelinfeneri
* Kuşkirazı
.

gelini ata bindirmiş ler "ya nasip" demiş


* kesin sonuç alınmadan hiçbir iş
e oldu bitti gözüyle bakı
lmaz.

gelinlik
* Gelin olma durumu.
* Gelin giysisi.
* Gelin giysisi yapmaya uygun (kumaş
).
* Gelin olma çağı na gelmiş(kı
z).
* Gelin için hazırlanmı ş.

gelinlik çağı
* Genç kı
zları
n evlenme dönemi.
gelinlik etmek (veya tutmak)
* (gelin) kocası

n yakı
nlarıyanı
nda bir süre baş
ınıörtmek.

gelinlikçi
* Gelinlik diken veya satan kimse.

gelinme
* Gelinmek iş
i.

gelinmek
* Gelmek iş
i yapı
lmak.

gelinparmağ ı
* Uzun taneli bir üzüm türü.

gelip çatmak (veya gelip dayanmak)


* vakti gelmek, kaçı
nılmaz olmak.

gelip geçici
* Sürekli olmayan, kı
sa süreli.

gelip geçmek
* bir yerden geçmek.
* bir süre bir makam, bir yer vb.inde bulunmak.
* kısa bir süre etkin olmak.

gelir
* Bir kimseye veya topluluğa belli zamanlarda, belli yerlerden gelen para, varidat.
* Bir ekonomik birimin belli bir süre içinde kazandı ğıpara (ücret, aylı
k, kira vb.), varidat, irat.

gelir dağ
ılı

* Bir ülkenin toplam gelirinin o ülkenin bireyleri arası
ndaki dağ
ılı
mı.

gelir gider
* Sağlanan ve harcanan paralar.

gelir kaynağı
* Para sağ
lama yeri veya faaliyeti.

gelir vergisi
* Kiş
ilerin gelirlerinden, bir oran ölçüsünde devlete ödedikleri dolaysı
z vergi.

geliş
* Gelmek iş
i veya biçimi.

geliş
igüzel
* Herhangi bir, özensiz, itinası
z, baş
tan savma, rastgele, lâlettayin.

geliş
im
* Gelişmek işi, serpilip büyüme.
*İlerleme, inkiş af, tekâmül.

geliş
kin
* Geliş
mi şolan, mütekâmil.

geliş
me
* Gelişmek iş i, inkiş
af, neş
vünema, tekâmül.
* Yazılarda girişbölümlerinden sonra konunun türlü yönlerden açı

p geniş
lediği, zenginleş
tiğ
i, olgunlaş

ğı
bölüm.
* Olan biten.
geliş
mek
* Büyüyüp boy atmak, yetişmek, neş
vünema bulmak.
*İ lerlemek, olgunlaş
mak, geniş
lemek, inkiş
af etmek.
* Şişmanlamak.

geliş
tirici
* Geliş
tirme özelliğ
i olan.

geliş
tirilme
* Geliş
tirilmek iş
i.

geliş
tirilmek
* Geliş
tirmek iş
i yapı
lmak.

geliş
tirim
* Senaryonun hazı
rlanması
nda özet ile ayrı
mlama arası
nda yer alan aş
ama.

geliş
tirme
* Geliş
tirmek iş
i.

geliş
tirmek
* Geliş
mesini sağ
lamak, geliş
mesine yol açmak.

gelme
* Gelmek iş i.
* Gelmişolan.
* Yetişme.
* Bir ı
şı
nın, kaynağı
ndan çı
karak bir ayna yüzüne veya saydam bir cismin yüzeyine eriş
mesi.

gelmek
* Bir yere gitmek, varmak.
* Geriye dönmek.
* Oturmaya, ziyarete gitmek.
*İ sabet etmek.
* Varmak, ulaş mak.
* Varlı ğı
nısürdürmek, yaş amak, intikal etmek.
* Ortaya çı kmak, doğ mak.
* Belli bir süre dolmak veya belli bir zamana ulaş mak.
* Kadar olmak.
* Çıkmak, yönelmek.
*İ zlemek, takip etmek.
* Bir yerden alı nıp bir yere ulaş
tırı
lmak.
* Katı lmak, eklenmek, türemek.
* Daha önce üzerinde durulmuşolan bir konuya yeniden dönmek.
* Sonuç çı kmak.
* Dayanmak, tahammül etmek.
* Kendine yapı lan herhangi bir davranı şveya durumu iyi karş ı
lamak.
* Bir şeye sonradan inanmak, doğruluğ una hak vermek, eğ ilim göstermek, kabul etmek.
* Etkisini herhangi bir biçimde göstermek.
* Kazanı lmak, sağ lanılmak.
* Uymak.
* Olmak, -e uğramak.
* Akmak.
* Düş mek, rast gelmek.
* Görünmek, sanı lmak.
* Uygun düş mek.
* Baş lamak, ortaya çı kmak.
* Mal olmak.
* Biriyle birlikte gitmek.
* (zaman gösteren sözlerle birlikte) Baş lamak, ulaş
mak.
*İ htiyaç anlatan deyimler kurmaya yarar.
* Sürerlik fiili yapmaya yarar.
* -mez, -mezlik ile birlikte yapmacı k anlatan deyimler yapar.
* Yönelme durumundaki bazıkelimelere getirilerek birleş ik fiil yapar.
* Gelmek fiilinin olumlu emir kipi, bazen öğüt, istek anlatı r.
* Gel, gelsin biçiminde "elinde ise" anlamı nda da kullanı lı
r.
* dikçe...-eceği biçiminde kullanılan sıfat-fiil eklerinden sonra geldiğinde önceki fiille ilgili olarak pekiş
tirilmiş
bir istek ve sürerlik bildirir.
* (sı
ralama gösteren kelimelerle ve sı ralama sayısı fatları
ile) Herhangi bir sı
rada bulunmak.

gelmiç

ri balı
klarda kı
lçı
k durumunda olan kemik.

gelmişgeçmiş
* Bugüne kadar gelmişolan.

gelsin... (veya gelsin... gitsin...)


* yaşantıveya durumun rahatlı ğınıanlatı
r.
* sorumsuzca davranı p iş
ine gereken önemi vermemeyi anlatı
r.

gem
* Atıyönetmek için ağ
zına takı
lan demir araç.

gem almak
* (at) alı
şı
p hizmete elveriş
li duruma gelmek.

gem almamak
* söz dinlememek.

gem vurmak
* hayvanı n ağzına gem takmak.
* birinin taş
kınlığ
ını önlemek.

gemi
* Su üstünde yüzen, insan ve yük taş
ımaya yarayan büyük taş
ıt, sefine.

gemi adamı
* Bir işsözleş
mesine dayanarak gemide çalı
şan kaptan, subay, tayfa vb. kimselere verilen ad.

gemi aslanı
* Gösteriş
i yerinde olduğu hâlde hiçbir iş
e yaramayan adam.

gemi azı
ya almak
* at, gemi azı
larıarası
na alı
p etkisiz bı
rakarak süvarisinin yönetiminden çı
kmak ve alabildiğ
ine koş
mak.
* söz dinlemez olmak.

gemi enkazı
* Batmı
şveya hasara uğramı
şgemiden arta kalanlar.

gemi ı
zgarası
* Üstünde gemi yapı
lan büyük kı
zak.

gemi iskeleti
* Geminin gövdesinin yapı
lması
ndan önceki ana yapı

.

gemi karaya oturmak


* gemi, sı
ğbir yere saplanı
p kalmak.

gemi leş
i
* Batmı
şgemi teknesi.

gemi yatağı
* Gemileri korumaya elveriş
li koy.
gemici
* Gemide çalı
şan veya gemi iş
leten kimse.

gemicilik
* Gemi kullanma veya iş
letme iş
i.
* Gemi endüstrisi.

gemilik
* Gemi yapı
lan yer, tersane.

gemini kı
smak
* bir kimsenin üzerindeki baskı
yıarttı
rmak.

gemisi ş
apa oturmak
* iş
, düzelemeyecek kadar bozulmak.

gemisini kurtaran kaptan


* güç bir duruma düş
ünce ne yapı
p yapı
p kurtulanlara övgü olarak söylenir.

gemisini yürütmek
* (bir iş
i) hiçbir engel tanı
madan sürdürmek.

gemleme
* Gemlemek iş
i.

gemlemek
* (hayvanı n) Ağzına gem takmak.
* Aş ı
rıistek ve davranış
lara engel olmak, frenlemek.

gemlenme
* Gemlenmek iş
i.

gemlenmek
* Gemlemek iş
i yapı
lmak veya gemlemek iş
ine konu olmak.

gen
* Geniş
.
* Üçgen, dörtgen gibi geometri terimlerinde "kenarlı
" anlamı
yla kullanı
lmı
ştı
r.

gen
* Bir süre sürülmeyerek boşbı
rakı
lmı
ş(tarla).

gen
*İçinde bulunduğu hücre veya organizmada özel bir etkisi olan, kuş
aktan kuş
ağa ve hücreden hücreye geçen
kalı

msal öge.

gencecik
* Çok genç.

gencelme
* Gencelmek durumu.

gencelmek
* Gençleş
mek.

genç
* Yaş ıilerlememişolan ihtiyar karş ı

.
* (bitki, hayvan için) Gelişmesini tamamlamamı şolan.
* Gençlikteki özelliklerini koruyan, dinç.
* Zihin bakı mından yeterince geliş memiş , toy.
* Yeni geliş mekte olan, kısa bir geçmişi olan.
genç irisi
* Yaş
ına göre çok serpilip büyümüş
.

gençleş
me
* Gençleş
mek iş
i.

gençleş
mek
* (bir kuruluş
) Genç üyelerle yenileş
mek.
* Genç görünmek.
* Yeniden gençlik ve canlı
lık kazanmak.

gençleş
tirilme
* Gençleş
tirilmek iş
i.

gençleş
tirilmek
* Gençleş
tirmek iş
i yapı
lmak.

gençleş
tirme
* Gençleş
tirmek iş
i.

gençleş
tirmek
* Yeniden gençliğine ve dinçliğ
ine kavuş
turmak.
* (bir kuruluş
u) Genç üyelerle canlandı
rmak.
* Genç göstermek.

gençlik
* Genç olma durumu, ihtiyarlı k karşı
tı.
*İnsan hayatının ergenlikle orta yaşarası
ndaki dönemi.
* Genç insanları
n bütünü.
* Genç bir kimsenin tutumu.

gençten
* Genç sayı
lan (kimse).

gene
* Yeniden, bir daha, yine, tekrar.
* Öyle de olsa; öyle olması na karşı

k.
* Öylesi de.

gene de
* öyle olduğ
u hâlde, rağ
men.

genel
* Bir şeye veya bir kimseye özgü olmayı p onun bütün benzerlerini içine alan, umum.
* Ayrıntılarıgöz önüne alınmayarak bütünü bakı mından ele alı
nan.
* Genişyetkileri olan bazıresmî görevlerin adı nda yer alı
r.
* Herkesin yararlanabileceğ i (yer, nesne).
* Bir genelleme sonucunda elde edilen.

genel af
* Kamu yararına uygunluğ u anlaş
ıldı
ğı
nda belli bir veya birkaç suç çeş
idi için yapı
lan kovuş
turmaları
n
durdurulması
, verilmişcezaları
n kaldırı
lmasıveya azaltı
lması .

genel baş
kan
* Bir kurum veya kuruluş
un idaresinden bütünüyle sorumlu olan kimse.

genel baş
kanlı
k
* Genel baş
kanı
n iş
i veya mesleği.

genel bütçe
* Yı
llı
k gelir ve gider kalemlerinin hepsini kapsayan bütçe.
genel coğrafya
* Yeryüzünün her türlü coğ
rafya olayları
nıayrı
ayrıolarak araş

ran; doğuş
unu, iş
leyiş
ini, yayı

şı
nıinceleyen
coğrafya bilimi.

genel dil bilimi


* Dilin yapı

nı, geliş
me ve değiş
mesini karş
ılaş

rmalıolarak inceleyen bilim dalı
.

genel ev
* Genel kadı
nları
n erkek kabul ettikleri ev, kerhane, umumhane.

genel gider
* Bir iş
in üzerinde görülmeyen ama yapı
mıiçin gerekli olan yardı
mcıgiderler toplamı
.

genel görünüm
* Bir yerin, bir olayı
n dı
ştan görünümü.

genel görünümlü
* Dı
ştan görünüş
lü.

genel görüşlü
* Görüş
ü genişolan.

genel görüşlülük
* Genel görüş
e sahip olma, görüş
ü genişolma.

genel görüşme
* Toplumla veya devletin faaliyetleriyle ilgili konuları
n Türkiye Büyük Millet Meclisi genel kurulunda
görüş ülmesi.

genel grev
* Grevin bütün iş
çi kesimince uygulanması
.

genel kadın
* Fuhş
u meslek edinmişkadı
n.

genel kurul
* Bir kuruluş
ta bütün üyelerin katı
lması
yla yapı
lan toplantı
.

genel kütüphane
* Bütün alanlarda yazı
lmı
şve yayı
mlanmı
şkitapları
, süreli yayı
nları
ve belgeleri bünyesinde toplayan
kütüphane, umumî kütüphane.

genel müdür
* Bir kurum veya kuruluş
ta idarenin en üst düzeydeki sorumlusu.

genel müdürlük
* Genel müdürün yetkisi ve makamı
.

genel ölçek
* Fazla ayrı
ntı
ya girmeden yapı
lan ölçüm.

genel sekreter
* Bazıkamu kuruluş
ları
nda veya büyük özel kuruluş
larda yönetim iş
lerini yürüten görevli.

genel sekreterlik
* Genel sekreterin yetkisi ve makamı
.

genel uygunluk bildirimi


* Umum mutabakat beyannamesi.

genel yazman
* Genel sekreter.
genel yetenek
* Ölçüleri yeteneklerin ortalamasısayı
lan yetenek.

genel zekâ
* Bireyin belli, özel veya bağı
msız yeteneklerinden ayrıolarak, karşı
laştığıgenel durumlara uymadan
gösterdiği yetenek veya güç.
* Zekâ testleriyle ölçülen değiş
ik yetenek ve güçlerin birleş
imine verilen ad.

geneleme
* Bir düş
üncenin baş
ka baş
ka sözlerle yeniden anlatı
lması
, tamim.

genelge
* Yasa ve yönetmeliklerin uygulanması nda yol göstermek, herhangi bir konuda aydı
nlatmak, dikkat çekmek
üzere ilgililere gönderilen yazı
, tamim, sirküler.

genelkurmay
* Yurdun savunması yla ilgili bütün ş
art ve olaylarıgöz önünde tutarak, barı
şta ordunun eğitim ve
donatımını, savaş
ta yüksek yönetimini düzenleyen makam, erkânı harbiyeiumumiye.

genelleme
* Genellemek iş i.
* Zihnin genel düş ünceler yapmasıiş
lemi veya özelden genele geçiş, tamim.
* Bir iş
lemin sonucu olan genel kavram, yargı
, bilim yasasıveya kuram.

genellemek
* Varlı
klar veya olaylar arası
ndaki benzerlik bağ
ıntı
ları
nıbir düş
üncede toplamak, tamim etmek.

genelleş
me
* Genelleş
mek iş
i, taammüm.

genelleş
mek
* Genel duruma gelmek, genel bir durum almak, taammüm etmek.

genelleş
tirilme
* Genelleş
tirilmek iş
i.

genelleş
tirilmek
* Genelleş
tirmek iş
i yapı
lmak.

genelleş
tirme
* Genel duruma getirme.
* Tek tek veya özel durumlardan genel bir yasanı
n, önermenin çı
karı
lması
, tamim.

genelleş
tirmek
* Genel duruma getirmek.

genellik
* Genel olma durumu, yaygı nlı
k, umumiyet.
* Genel düşüncenin, yani kavramı n özelliği.

genellikle
* Genel olarak, büyük bir çoğunlukla, umumiyetle.

genelmek
* Geniş
lemek.

general
* Kara ve hava orduları
nda albaydan sonra gelen ve mareş
alliğ
e kadar olan yüksek rütbeli subaylara verilen
genel ad.

generallik
* General rütbesi.
* Generalin görevi veya makamı
.

genetik
* Bitki, hayvan ve insanlarda kalı

m olayları
nıinceleyen biyoloji dalı
, kalı

m bilimi.

geniş
* Eni çok olan, enli, vasi, dar karş ı
tı.
*İ çine almasıgerekenden daha çoğ unu alabilen, dar karş
ıtı
.
* Kapsamıbüyük, dar sı nı rlar içinde kalmayan, yaygın.
* Kolay kolay tasalanmayan, hoş görülü, rahat.
* Çok.

genişaçı
* Bir dik açı
dan daha büyük olan açı
.

genişbir nefes almak


* sı
kıntılıbir durumdan kurtulmak, ferahlı
ğa kavuş
mak.

genişgönüllü
* Her olayı
hoşkarş
ılayan.

genişgörüşlü
* Konuları
çok yönlü değerlendiren (kimse).

genişgörüşlülük
* Konuları
çok yönlü değerlendirmek iş
i veya biçimi.

genişkarş
ılamak
* hoş
görü ile değerlendirmek.

genişmezhepli
* Bkz. mezhebi geniş
.

genişufuklu
* Görüş
ü ve bakı
şaçı
sıgenişolan (kimse).

genişünlü
* Alt çenenin açı
lması
yla oluş
an ünlü.

genişyürekli
* Hemen, çabucak telâşgöstermeyen, merak etmeyen, tasası
z.

genişzaman
* Fiilin her zaman yapı ldığı
nı, yapı
lmakta olduğ unu veya yapı lacağ
ınıbelirten zaman. Türkçede bu kip -r, -ir
veya -er ekiyle kurulur: Başla-r, severim (sev-er-im), geliriz (gel-ir-iz) gibi.

genişzaman görünümü
* Genişzaman sı
fat-fiiliyle yardı
mcıfiilin birlikte kullanı
lması
ndan doğ
an görünüm: Gelmez olmak.
Görünmez olmak gibi.

genişzaman sı fat-fiili
* Fiilin her zaman yapı ldığı
nı , yapılmakta olduğ unu veya yapı lacağ
ınıbelirten sı
fat-fiil. Türkçede bu biçim -ir,
-er, -mez ekleriyle kurulur: Gelir (varidat), gider (masraf), güler yüz, bitmez iş
, dinmez ağrı, görünmez kaza gibi.

geniş
çe
* Biraz geniş
.

geniş
çe konuşmak
* uzun uzun, bol bol konuş
mak, söyleş
mek, sohbet etmek.

geniş
leme
* Geniş
lemek iş
i.

geniş
lemek
* Genişduruma gelmek, büyümek.
* Rahat bir duruma gelmek, açı
lmak, ferahlamak.
* Yaygın duruma gelmek.

geniş
letilme
* Geniş
letilmek iş
i.

geniş
letilmek
* Geniş
letmek iş
i yapı
lmak.

geniş
letme
* Geniş letmek iş
i.
* Bir konuyu, ayrıntı
ları
nıkatarak geliş
tirme.

geniş
letmek
* Genişduruma getirmek.

geniş
lik
* Genişolma durumu.
* En, boy karş
ıtı
.

genitif
* Tamlayan durumu.

geniz
* Ağı
z ve burun boş
luğ
unun arka bölümü.

geniz ünlüsü
* Geniz yoluyla çı
kan ünlü. Türkçede bu ünlü n sesiyle birlikte kullanı

r: Tanrı
, sonra, deniz kelimelerindeki
a, o, e ünlüleri gibi.

geniz ünsüzü
* Geniz yoluyla çı
kan ünsüz: Türkçede bölge ağı
zları
nda rastlanan ñ ünsüzü gibi.

genizden (konuş mak) (veya çıkarmak)


* burnu tı
kalıgibi (konuşmak).

genizsi
* Genzel.

genizsileş
me
* Dudak ünsüzünün, geniz ünsüzüne dönmesi. Türkçede ve Türk lehçelerinde b sesinin m sesine dönmesi
gibi.

genleş
me
* Genleş
mek iş
i.

genleş
me kat sayı

* Birim nicelikte bir maddenin 10 C sı
caklı
k artı
şı
nda gösterdiğ
i hacim geniş
lemesi.

genleş
mek
* (bir cisim birleş
imi ve yapı
sıdeğiş
meden) Isıetkisiyle hacimce büyümek.

genleş
meölçer
* Isı
nan sı
vıları
n görünür genleş
me kat sayı
ları
nıbelirleyen araç, dilâtometre.

genleş
tirme
* Genleş
tirmek iş
i.
genleş
tirmek
* Sıcaklı
ğı
nıyükselterek bir cismin yapı

nıve birleş
imini bozmadan hacmini, boyunu artı
rmak.

genlik
* Genişlik.
* Bolluk, refah.
* Dalga genliği.

genom
* Gametlerde bulunan kromozomları
n hepsine verilen ad.

genosit
* Jenosit.

gensoru
* Türkiye Büyük Millet Meclisinde bir soru üzerine başbakana veya bakanlardan birine, milletvekillerince
açı
lan ve sonunda soruşturma yapı lmasıistenebilen soru, istizah.

gensoru önergesi
* Gensoru teklifinde bulunma.

genzek
* Genizden konuş
an.

genzel
* Genizsi.

geoit
* Yerküresinin geometrik olmayan gerçek biçimine (üzerindeki engebeler düş
ünülmeksizin) verilen ad. Bu
yerküresi tam küre olmadığıgibi, elipsot biçiminden de ayrı
dır.

geometri
* Nokta, çizgi, açı, yüzey ve cisimlerin birbirleriyle iliş
kilerini, ölçümlerini, özelliklerini inceleyen matematik
dalı
, hendese.
* Bu konu ile ilgili olan kitap veya ders.

geometrik
* Geometriyle ilgili veya geometriye uygun olan, hendesî.

geometrik çizim
* Cetvel, pergel vb. ile elde edilen çizgi.

geometrik dizi
* Ardı ş
ık terimleri arası
ndaki oranı
değ
işmeyen dizi.

geometrik toplamı
* iki ardı
şı
k kenarı, belirli iki vektörle gösterilen bir paralelkenarda, bu vektörlerin ortak bulundukları
noktadan çıkan köşegenin oluş turduğ u üçüncü vektör; iki kuvvetin bileş kesini belirtir.

geometrik yer
* Aynıözellikleri olan noktaları
n oluş
turduklarıçizgi veya yüzey.

gepegencecik
* Çok genç, körpe.

gepegenç
* Gepgenç, pek genç.

gepgenç
* Çok genç.
* Çok genç olarak, çok gençken.
gerçeğ
e aykırı
* Gerçeğe uymayan, hilâfı
hakikat.

gerçeğ
e aykırı

k
* Gerçeğe uymama durumu, aykı
rıolma durumu.

gerçeğ
e uygunluk
* Gerçeğe uyma durumu.

gerçek
* Bir durum, bir nesne veya bir nitelik olarak var olan, varlı
ğıinkâr edilemeyen, olgu durumunda olan,
hakikî.
* Aslı
na uygun nitelikler taşı
yan, sahici.
* Temel, başlıca, ası
l.
* Doğadaki gibi olan, doğayıolduğu gibi yansı tan.
* Gerçek durum, gerçeklik, realite.
* Yalan olmayan, doğru olan ş ey.
* Düş ünülen, tasarımlanan, imgelenen ş eylere karş ı
t olarak var olan.

gerçek dı
şı
* Gerçeğin dı
şı
nda olan, gerçek olmayan.

gerçek dı
şı

k
* Gerçek dı
şıolma durumu.

gerçek kiş
i
* Hakikî ş
ahı
s.

gerçek mantarlar
* Bağ larda mildiyu hastalı
ğı
nıyapan emeçleri iyi geliş
mişmantarlar (Peronospora viticola).

gerçek sayı
* Bir eksen üzerindeki bir noktanı
n yerini belirlemeye yarayan sayı
.

gerçekçi
* Gerçeği gören ve ona göre davranan veya gerçeğ
e uygun olarak yapı
lan, realist.
* Gerçekçilik yanlı
sıolan, realist.

gerçekçilik
* Gerçekçi tutum ve davranı ş, realizm.
* Gerçekleri olduğ
u gibi yansıtmaya çalı şan sanat çı
ğırı
, realizm.
* Düş ünmenin temeli ve işin ölçüsü olarak gerçekliğ e bağlanan görüşve tutum; bilinçten bağı
msı
z bir
gerçekliğin var olduğunu benimseyen görüş , realizm.

gerçekleme
* Gerçeklemek iş
i, teyit.

gerçeklemek
* Bir ş
eyin doğ
ruluğ
unu herhangi bir ş
eyle ortaya koymak, teyit etmek.

gerçekleş
me
* Gerçekleş
mek iş
i, tahakkuk.

gerçekleş
mek
* Gerçek olmak, gerçek durumuna gelmek, tahakkuk etmek.

gerçekleş
tirilme
* Gerçekleş
tirilmek iş
i.

gerçekleş
tirilmek
* Gerçek duruma getirilmek.
gerçekleş
tirme
* Gerçekleş
tirmek iş
i.

gerçekleş
tirmek
* Gerçek duruma getirmek, yapmak, ortaya koymak.

gerçekli
* Gerçeklenmiş
, gerçek olduğu anlaş
ılmı
ş, muhakkak.

gerçeklik
* Gerçek olan, var olan ş
eylerin tümü, hakikat, realite.

gerçekte
* Aslı
nda, tam anlamı
yla, hakikatte.

gerçekten
* Gerçek olarak, hakikaten, sahi, sahiden, filhakika, filvaki.

gerçeküstü
* (gerçeküstücülere göre) Gerçeği aş
an, gerçeğin üstündeki gerçek, sürrealite.

gerçeküstücü
* Gerçeküstücülükten yana olan (kimse).
* Gerçeküstücülükle ilgili olan (görüş
, eser vb.).

gerçeküstücülük
* Aklı
n, geleneklerin, alı
şkanlı
kları
n denetiminden uzak bilinçaltı
gerçeklerini yansıtan, yani bilinen gerçekle
bağınıkesip kendince bir gerçek yaratmak amacınıgüden edebiyat ve sanat akımı, sürrealizm.

gerçi
* Her ne kadar, ise de, vakı
a.

gerdan
* Vücudun omuzlarla başarası nda kalan ön bölümü.
* Şişmanlarda çenenin altı
ndaki tombulluk.
* (kesilmişhayvanlarda) Boyun.

gerdan kı
rmak
* naz ile boynu başla birlikte iki yana oynatarak kı

tmak.
* boynu, baş ıgeriye oynatarak büyüklük taslar bir durum almak.

gerdaniye
* Klâsik Türk müziğ
inde ince sol notası
nıandı
ran perde ve bir makam adı
.

gerdaniyebuselik
* Gerdaniye makamıile buselik beş
lisinden oluş
an bir birleş
ik makam.

gerdanlı
k
* Çoğ
u değ
erli taşve madenlerden veya altı
n paradan yapı
lmı
ş, boyna takı
lan takı
, kolye.

gerdeğ
e girmek
* (güvey) düğün gecesi gelinle bir araya gelmek.

gerdek
* Gelin ile güveyin düğ
ün gecesi baş
baş
a kaldı
klarıoda.
* Zifaf.

gerdel
* Süt vb. ş
eyler koymaya veya hayvanlara yem vermeye yarayan kova biçiminde tahta veya deriden kap.
* Gemilerde temizlik iş
lerinde kullanı
lan, saç veya pirinç çemberli tahta kova.

gerdirilme
* Gerdirilmek iş
i.

gerdirilmek
* Gerdirmek iş
i yapı
lmak.

gerdirme
* Gerdirmek iş
i.

gerdirmek
* Germek iş
ini yaptı
rmak.

gere gere
* Kendine güvenerek.
* Güvenerek.

gereç
* Bir ş
ey yapmak için kullanı
lmasıgereken maddeler, malzeme, materyal.

gereğ
i düşünülmek
* bir sorunu sonuçlandı
rmak için tutulacak yolu kararlaş

rmak.

gereğ
i gibi
* nası
l olmasıgerekli ise öyle.

gereğ
ince
* Gereğ
i gibi, gereğine göre, gerektiği gibi, mucibince.

gerek
* Bir ş
eyin yapılabilmesinin veya olabilmesinin bağlıolduğ u (şey), lâzı m.
* Güçlü ihtimal belirtir.
* Kelimeleri, kelime öbeklerini, görevdeşöğeleri birleş
tirme, eşitlik, istenileni seçme gibi anlamlar katarak
bağlar.

cap.

gerek görmek
* yapı
lması
nıistemek.

gerekçe
* Gerektirici sebep, esbabımucibe.
* Bir önermenin kendiliğinden var kıldı
ğıgereklik.
* Bir yasanın önerilmesi ve hazı
rlanmasında, yasa tasarı

nın hazı
rlanışve maddelerin düzenlenişsebepleri.
* Mahkeme kararları nda, kararı
n dayandığ
ıyasal ve hukukî sebeplerin gösterilmesi.

gerekçe göstermek
* gerektirici sebep ve doküman ileri sürmek.

gerekçelendirme
* Gerekçelendirmek iş
i veya durumu.

gerekçelendirmek
* Gerekçeli duruma getirme.

gerekçeli
* Gerekçeye dayanan, gerekçesi olan.

gerekçesiz
* Gerekçeye dayanmayan, gerekçesi olmayan.

gerekirci
* Belirlenimci, determinist.

gerekircilik
* Belirlenimcilik, determinizm.

gerekli
* Yapı
lması
, olmasıveya bulunmasıuygun olan, yerinde olan, lüzumlu, vacip.

gerekli görmek
* yapı
lması
icap etmek.

gerekli kı
lmak
* icap ettirmek.

gereklik
* Gerek olma durumu, lüzum, icap, iktiza.

gereklik kipi
* Fiilin yapı
lmasıgerektiğ ini belirten isteme kipi. Türkçede bu kip -malı/ -meli ekiyle kurulur: Gelmeliyim,
gelmelisin, gelmeli, gelmeliyiz, gelmelisiniz, gelmeliler gibi.

gereklilik
* Gerekli olma durumu, lüzum.

gerekme
* Gerekmek iş
i, iktiza, istilzam.

gerekmek
* Bir şeyin yapı
labilmesi veya gerçekleş
mesi bazınesne, fiil vb. ye bağ
lıolmak, gerek olmak, lâzı
m olmak,
icap etmek, iktiza etmek.

gerekseme
*İhtiyaç.

gereksemek
* Bir ş
eyi kendisi için gerek saymak, ihtiyaç duymak, muhtaç olmak.

gereksinim
*İhtiyaç.

gereksinme
* Gereksinmek iş
i veya durumu.

gereksinmek

htiyaç duymak.

gereksiz
* Gereğ
i olmayan, yararsı
z, lüzumsuz.

gereksizlik
* Gereksiz olma durumu, lüzumsuzluk.

gerektirim
* Belirlenim.

gerektirme
* Gerektirmek iş
i, istilzam.

gerektirmek
* Gerekli kı
lmak, icap ettirmek, istilzam etmek.

gerelti
* Engel, perde.

geren
* Kuruyunca çatlayan toprak, verimsiz, tuzlu, killi toprak.

gergedan
* Gergedangillerden, sı
cak ülkelerde yaş
ayan, burnunun üstünde bir veya iki boynuzu bulunan, kalı
n derili,
saldı

cıbir hayvan (Rhinoceros inducus).

gergedan böceği
* 4 cm'ye yakı
n boyda, erkeklerinde sert bir boynuz bulunan ve kurtçuk evresini, ağ
aç kökü kemirerek
geçiren kı
n kanatlıböcek (Oryctes nasicornis).

gergedangiller
* Tek parmaklı
lar takı
mına giren gergedanları
içine alan bir familya.

gergef
* Üzerine kumaşgerilerek nakı
şiş
lemeye yarar, çoğ
u dikdörtgen biçiminde olan çerçeve.

gergef iş
lemek
* gergefle nakı
şiş
lemek.

gergi
* Perde.
*İ p, kayı
ş, tel vb.yi gerginleş
tirme iş
inde kullanı
lan araç.

gergili
* Gergisi olan.

gergin
* Gerilmişdurumda olan.
* (cilt için) Buruş
uğ u, kı

şı
ğıolmayan.
* Bozulacak duruma gelmişolan (ilişki).
* Huzursuz, sinirli.

gergince
* Biraz gergin.

gerginleş
me
* Gerginleş
mek iş
i.

gerginleş
mek
* Gergin duruma gelmek.

gerginleş
tirme
* Gerginleş
tirmek iş
i.

gerginleş
tirmek
* Gergin duruma getirmek.

gerginlik
* Gergin olma durumu.

geri
* Arka, bir ş eyin sonra gelen bölümü; art, alt taraf, ileri karş
ıtı
.
* Bundan baş kası .
* Son, sonuç.
* Bir şeyin sona kalan bölümü.
* Geçmiş , mazi.
* (hayvan için) Boş altı
m organı
nı n dı
şı
.
* Benzerlerine ayak uydurup ilerleyememiş , gelişememiş .
* (saat için) Eksik gösteren.
* Aptal, anlayı şsız.
* Geriye doğ ru.
* Geri dön, geri git!.
geri
* Araba üzerine gerilerek kenarları
arabanı
n korkuluğ
una tutturulan ve içine saman veya tahı
l doldurulan
büyük kı
l çuval.

geri almak
* verdiğini geri istemek.
* geriye doğ ru götürmek.
* düş mandan kurtarmak.
* arabayıgeri geri götürmek için vites kolunu geri durumuna geçirmek.

geri basmak
* geri geri gitmek.

geri çekilme
* savaş
ıdaha elverişli ş
artlarda sürdürmek amacı
yla bir askerî birliğ
in düş
mandan çözülerek baş
ka bir mevzi
veya bölgeye hareket etmesi, ricat.

geri çekilmek
* bulunduğu yerden arkaya doğru gitmek; kaçmak.
* karı
ştı
ğıbir iş
i sürdürmekten veya sürdürenler arası
nda bulunmaktan vazgeçmek.

geri çevirmek
* geri vermek, geldiğ
i yere göndermek, iade etmek.
* kabul etmemek, reddetmek.

geri dönmek
* geldiğ
i yere gitmek.

geri durmak
* (bir işyapmaktan) kaçı
nmamak.

geri geri (çekilmek)


* arka arka (gitmek).

geri gitmek
* kötüleş
mek.

geri göndermek
* geldiğ
i yere göndermek, iade etmek.

geri hizmet
* Silâhlıkuvvetlerin stratejik ve taktik anlamı na girmeyen, her çeş
it sağ

k, veteriner, tahliye, ulaş

rma ve
diğer çeşitli hizmetlerin bütünü, lojistik.
* Ordunun türlü itiyaçları ile ilgili iş
lerin bütünü.

geri kafalı
* Yenilikleri istemeyen, eskiye bağlı
.

geri kalmak
* arkada kalmak.
* gecikmek.
* çağdaşları
nın ve yaş
ıtları
nın düzeyine gelememek veya düzeyinde olmamak.

geri kalmamak
* yapmaktan kaçı nmamak.
* birinden daha az baş
arı
lıolmamak.

geri kalmı
ş
* (ülke, toplum için) Az geliş
miş
.

geri kalmı
şlı
k
* Az geliş
miş
lik.

geri komamak
* yapmamazlı
k etmemek.

geri plân
* Bkz. arka plânda.

geri saymak
* geriye doğ
ru saymak.

geri tepme
* Merminin atı

şısı
rası
nda, bir ateş
li silâhı
n namlusu içinde gazları
n geriye doğru sı

ştı
rması
ndan ileri gelen
hareket.

geri vermek
* aldı
ğıyere veya kimseye vermek, iade etmek.

geri vites
* Otomobilin geri gitmesini sağlayan diş
li düzeni.

geri zekâlı
* Zekâ düzeyi geliş
memiş
.

geriatri
* Yaş
lanma ile ilgili sağ

k konuları
üzerinde duran tı
p dalı
, yaş


k bilimi.

gerici
* Toplumda yeniliklere değ
er vermeyen, her yönüyle eskiyi özleyen veya eski düzeni getirmeye çalı
şan
(kimse veya görüş
), mürteci.

gerici
* Bir organıgermeye yarayan (kas).

gericilik
* Gerici (I) olma durumu veya gerici davranı
ş, irtica.

geriden geriye
* gizlice, sinsice; uzaktan, yakı
n bir ilgi göstermeyerek.

gerile gerile
* Kendini önemli göstererek, kabara kabara, kası
larak.

gerilek
* Kendi üstüne geri dönen veya döner görünen.

gerileme
* Gerilemek işi.
* Sonuçlardan ilkelere, etkilerden sebeplere ve birleş
iklerden yalı
nçlara doğru usa vurma iş
lemi.
* Bir dokunun, bir organı n bir evrim geçirmesi veya bir yapı
nın basitleş
mesi.
* Geri çekilme, ricat.
* Kavrama yeteneğ inin giderek zayıflamasıdurumu.

gerilemek
* Geri çekilmek, geriye çekilmek.
* Daha aş ağ ıbir dereceye düşmek.
* (hastalı
k) Geliş meksizin yok olmaya yüz tutmak.
* Bir tepki karşısı
nda katı sayı
lan bir tutumdan vazgeçmek.

geriletme
* Geriletmek iş
i.
geriletmek
* Gerilemesine yol açmak.

gerileyici
* Geri giden, gerileyen.

gerileyici benzeş me
* Kelimelerde sonraki sesin önceki sesi etkilemesi: Eczacı
> ezzacı
, çarş
anba > çarş
amba gibi.

gerileyiş
* Gerilemek iş
i veya biçimi.

gerili
* Gerilmişolan.

gerilik
* Geri olma durumu.
*İdrak etme yeteneğ
inde veya okul baş
arı
ları
nda yaş
ına göre geri kalma durumu.

gerilim
*İ ki ucundan ters yanlara çekilen bir telin her noktasında, o iki güce karş ıkoyan güç, tevettür.
* Bir iletkenin uçlarıarası
ndaki gizil güç farkı, potansiyel farkı
, voltaj.
* Gerginlik, tansiyon.
*İ htiyaçların karşılanamadığıveya bir hedefe yönelmişdavranı şlar engellendiğ
inde ortaya çıkan coş
kulu
durum.
* Konuş mada bir sesin ortaya çı
kmasıiçin ses kirişlerinin gerginleşmesi, tansiyon.
* Çeş
itli yollara baş
vurularak filmde yaratı
lan sı
kı ntılı
, gergin hava, tansiyon.

gerilim ölçümü
* Sı

lardaki yüzey gerilimlerini belirleme iş
i, tansiyometri.
* Mekanik gerilim niceliğini, birtakı
m ölçü araçlarından yararlanarak belirleme, tansiyometri.

gerilimli
* Gerilimi olan.

gerilimölçer
* Buhar, ayrı
şma, yüzey vb. ye iliş
kin gerilimleri ölçen alet, tansiyometre.

gerilimsiz
* Gerilimli olmayan.

geriliş
* Gerilmek iş
i veya biçimi.

gerillâ
* Düzensiz çete.
* Özellikle bir örgütten güç alan, baltalama eylemlerine giriş
en birlik.
* Bu birlikten olan kimse.

gerillâ savaşı
* Düş
man kuvvetlerinin eylemlerini engellemek, baltalamak veya geciktirmek amacı
yla gerillâları
n yaptı
ğı
savaş .

gerillâcı
* Gerillâ savaş
ıyapan birliğe bağ
lıolan kimse.

gerillâcı

k
* Gerillâcıolma durumu.

gerillâlaş
mak
* Gerillâ gibi faaliyet göstermek.
gerilme
* Gerilmek iş
i.
* Kasları
n son uzama gücü ile vücudun bütün bölümlerinde oluş
an gergin durum, gevş
eme karş
ıtı
.

gerilmek
* Germek iş i yapı
lmak, gergin duruma gelmek, belirli bir uzama ile çekilmek.
* Gergin bir biçimde açı lmak.
* Kası lmak.
* (sinir, iliş
ki ve davranışiçin) Kızmak, öfkelenmek, sinirlenmek.

gerine gerine
* Rahatlı
k, mutluluk, övünç duyarak.

geriniş
* Gerinmek iş
i veya biçimi.

gerinme
* Gerinmek iş
i.

gerinmek
* Kollarıaçarak, gövdeyi gergin bir duruma sokmak.
* Rahatlı
k, mutluluk, övünç duymak.

gerisingeri
* Geldiği yere veya ters yöne doğ
ru, geriye dönmek.
* Yeniden, tekrar, bir daha.

gerisingeriye
* Gerisingeri.

geriş
* Dağları
n ve tepelerin üst kı
smı
, sı
rt.

geriye bı
rakmak
* tehir etmek.

geriye dönmek
* yüzünü arkaya çevirip ters yöne gitmek.

geriye yürütmek
* makable ş
amil olmak.

geriz
* Lâğı
m, keriz.

gerize taşatmak
* edepsiz bir kimseye edepsizliğini göstermeye fı
rsat vermek.

Germanist
* Cermen dilleri uzmanı
.

Germanistik
* Cermen dillerini konu olan bilim dalı
.

Germanofil
* Alman dostu, Alman yanlı

, Almansever.

germanyum
* Atom numarası32, atom ağı rlı
ğı72,6 ve yoğ
unluğu 5,46 olan, 937,4° C de eriyen, kalay ve silisyumu
andırı
r, az rastlanı
r bir element. Kı
saltmasıGe.

germe
* Germek iş i.
* Bir yeri bölmek, sı
nırı
belli etmek için yapı
lan tahta perde.
* Birbirine yaklaş
ık bükülü vücut bölümlerini, gerici kasları
n çalı
şması
yla birbirinden iyice uzaklaş

rma,
bükme karşıtı.

germek
* Bir şeyin uçları ndan veya kenarlarından çekerek gergin duruma getirmek.
* Gergin bir ş eyle örtmek.
* (kol, bacak için) Uzatmak.
* (sinir, iliş
ki, davranı şiçin) Gergin duruma getirmek, sinirlendirmek.

germen
* Kale, kermen.

germen
* Canlıyaratı
klarda gametlere dayanan ve gametlerle taş
ınan üreme ögelerinin tümü.

gerundium
* Zarf-fiil.

gerze tavuğu
* Karadeniz bölgesinin genellikle siyah renkli ibikleri boynuz biçiminde çatallı
, yerli bir tavuk ı
rkı
.

gerzek
* Geri zekâlısözünün kı
saltı
lmı
şbiçimi.

gestalt
* Psikolojik olayları
n bir bütün veya biçim olduğ
unu savunan görüş
.
* Biçim, boy, durum, yapı .

gestapo
* Almanya'da Hitler döneminde kurulan gizli, siyasî polis örgütü.

getiri
* Faiz.

getirilme
* Getirilmek iş
i veya durumu.

getirilmek
* Gelmesi sağ
lanmak.

getirim
* Getirme iş
i.

getirimci
* Getirim sağ
layan ş
ey veya kimse.

getirimli
* Getirimi olan.

getiriş
* Getirmek iş
i veya biçimi.

getirme
* Getirmek iş
i.

getirmek
* Gelmesini sağ lamak.
* Bir ş eyi yanı
nda veya üstünde bulundurmak.
* Eriş mek veya eriştiğ
ini sanmak.
*İ leri sürmek.
* Sebep olmak, ortaya çıkarmak.
*İ letmek, bildirmek.
* Gelir sağlamak.
* Bir makama atamak veya seçme.
* Bazıkelimelerle birleş
ik fiil yapmaya yarar.

getirtme
* Getirtmek iş
i.

getirtmek
* Getirmek iş
ini yaptı
rmak.

getr
* Bacağ
ın alt bölümünü ve ayakkabı

n üstünü örten kumaşveya köseleden yapı
lmı
şbir tür tozluk.

getto
* (eskiden Avrupa ülkelerinde) Yahudilerin gönüllü olarak veya zorlanarak yerleş
tikleri ve her türlü
ihtiyaçları
nıbaş ka yere gitmeden karşılayabildikleri mahalle, Yahudi mahallesi.
* Bir şehrin herhangi bir azı
nlıkça yerleşilen bölümü.

geveleme
* Gevelemek iş
i.

gevelemek
* Çiğnemeden ağ ız içinde evirip çevirmek.
* Bir sözü tam olarak ve açıkça söylememek.

geveleyiş
* Gevelemek iş
i veya biçimi.

geven
* Baklagillerden, çok yı
llı
k, dikenli bir çalı
; bazıtürlerinden kitre denilen zamk çı
karı

r, keven (Astragalus).

gevenlik
* Geveni çok olan yer.

geveze
* Çok konuşan, çenesi düşük, lâfçı
, lâfazan.
* Sı
r saklamayan, boşboğ az.

gevezelenme
* Gevezelenmek iş
i.

gevezelenmek
* Gevezelik etmek.

gevezelik
* Geveze olma durumu, lâfazanlı
k.
* Düzensiz, geliş
igüzel konuş
ma, yazma.

gevezelik etmek
* saçma sapan konuş
mak.
* yârenlik etmek.

gevher
* Cevher.

geviş
* (hayvan için) Çiğ
neme.

gevişgetirenler
* Çift parmaklıhayvanları
n, sindirim organları
gevişgetirmeye uygun olan alt takı
mı.
gevişgetirmek
* yutmuşolduğu yiyeceğ
i midesinden ağ
zına çı
karı
p yeniden çiğ
nemek.

gevişgetirmeyenler
* Çift parmaklı
lar takı
mına giren, mide yapı
larıbasit olan bir alt takı
m.

gevme
* Gevmek iş
i.

gevmek
* Ağı
zda katıbir ş
ey çiğnemek, gevişgetirmek.

gevrecik
* Çok gevrek veya incecik.
* Çok taze, yumuşacık.

gevrek
* Kolayca kı rılı
p ufalanan.
* (gülüşiçin) Şen, neş eli.
* Ağzı n içinde kolayca parçalanı
p dağ
ılacak biçimde hazı
rlanmı
şbir tür çörek.

gevrek gevrek gülmek


* kendine güvendiğ
ini veya kar ş
ısı
ndakini hafifsediğini anlatı
r.

gevrekçi
* Gevrek yapan veya satan kimse.

gevrekçilik
* Gevrekçinin iş
i veya mesleğ
i.

gevreklik
* Gevrek olma durumu.

gevreme
* Gevremek iş
i.

gevremek
* Kolay kırı

r duruma gelmek.
* Ekin olgunlaşmak.

gevretilme
* Gevretilmek iş
i.

gevretilmek
* Gevremek iş
i yapı
lmak.

gevretme
* Gevretmek iş
i.

gevretmek
* Bir ş
eyin gevremesini sağ
lamak.

gevş
ek
* Sıkıveya gergin olmayan, gevş emişolan.
*İ lgisiz, kayıtsı
z.
* Cansı z, hareketsiz, iradesiz.

gevş
ek ağ
ızlı
* Geveze, boş
boğaz.

gevş
ek vurgu
* Üzerinde vurgu olan bir ünlüden sonra, ünsüzle baş
layan bir hecenin geliş
iyle zayı
flayan vurgu.

gevş
eklik
* Gevş ek olma durumu.
*İlgisiz, kayı
tsı
z davranı ş.
* Uyuş ukluk, kesiklik, rehavet.

gevş
eme
* Gevş emek iş i.
*İ steğ
in, çabanı n, ciddiyetin azalması .
* Yüreğin atması nda kası lmadan sonra gelen dinlenme ve içine kan dolma dönemi.
* Gerilen kasları n veya öfke, kaygı , korku gibi coş
kularla artan ruhî gerilimin normal duruma gelmesi.
* Gerilmişvücut bölümlerinin, direnci olmadan, kendi ağ ırlı
klarıyla, bazıhareketlerle yeniden kendi
durumuna gelmesi, gerilme karş ı
tı.
* Para piyasasında değer yitimi.

gevş
emek
* Sertlik ve gerginliği bozulmak.
* Çözülmek.
* Yumuş amak, yatı şmak, sakinleş
mek.
* Para piyasasında değer yitirmek.
* Sevmek, hoş lanmak.

gevş
etilme
* Gevş
etilmek iş
i.

gevş
etilmek
* Bir ş
eyin gevş
emesini sağlamak, bir ş
eyi gevş
ek duruma getirmek.

gevş
etme
* Gevş
etmek iş
i.

gevş
etmek
* Sertlik ve gerginliğini bozmak.
* Rahatlatmak, sakinleş tirmek.

gevş
eyiş
* Gevş
emek iş
i veya biçimi.

geyik
* Geyikgillerden, erkeklerinin başı
nda uzun ve çatallıboynuzlarıolan memeli hayvan (Cervus elaphus).
* Karı
sının veya bir kadın yakı nını
n ihanetine uğramı şerkek.

geyik böceği
* Geyik boynuzunu andı ran sağlam çeneleriyle, orman ve tarı
m ağaçları
nıkemirerek beslenen, 20 ile 60 mm
boyunda kı n kanatlıböcek (Lucanus cervus).

geyik böcekleri
* Geyik böceği ve benzerlerini içine alan kı
n kanatlı
lar familyası
.

geyik dikeni
* Bkz. akdiken.

geyik etine girmek


* (genç kı
z) erginlik çağ
ına ermek.

geyik muhabbeti
* Boşkonuş
ma.

geyik otu
* Sedef otugillerden, bahçelerde süs olarak yetiş
tirilen ı

rlıbir bitki (Dictamnus fraxinella).
geyikdili
* Eğrelti otugillerden, Kuzey ve BatıAnadolu'nun kı
yıkesimlerinde yetiş
en, yaprakları
uzunca dil biçiminde
çok yı
llı
k otsu bir bitki (Scolopendrium officinale).

geyikgiller
* Gevişgetirenlerden geyik, alageyik, karaca gibi hayvanlarıiçine alan bir familya.

geyikler kırkımında
* hiçbir zaman olmayacak iş
ler için söylenir.

geyş
a
* Dansçıve ş arkı
cıJapon kadını.
* Özel olarak konuk ağ
ırlamak için yetiş
tirilmişJapon kadı

.

gez
* Okun, kirişe geçen ucundaki kertik.
* Tüfek, tabanca gibi ateş
li silâhlarda namlunun gerisinde bulunan ve niş
an alı
rken arpacı
kla birlikte göz ile
hedef arasında aynıdoğ ru üzerine getirilen kertik.

gez
* Yer ölçmeye yarar düğ ümlü ip.
* Yapıiş lerinde kullanı
lan çekül.

gez göz arpacık


* tüfekle yapı
lan atı
şlarda daha iyi niş
an almak için kullanı
lan bir söz grubu.

gezdirilme
* Gezdirilmek iş
i.

gezdirilmek
* Gezdirmek iş
i yapı
lmak.

gezdiriş
* Gezdirmek iş
i veya biçimi.

gezdirme
* Gezdirmek iş
i.

gezdirmek
* Birinin gezmesini sağ lamak, dolaştı
rmak.
* Tanı tmak amacı yla dolaştı
rmak.
* Bir şeyi başka bir şeyin üzerinde dolaş tı
rarak dökmek.
* Sürterek, değ direrek hareket ettirmek.
* Bir şeyi herkesin almasıiçin dolaş tı
rmak, sunmak.
* Herhangi bir biçimde giydirmek.

geze almak
* tüfeğ
i hedefe doğrultmak.

gezegen
* Güneşçevresinde dolanan, ondan aldı
klarıı
şı
ğıyansı
tan gök cisimlerinin ortak adı
, seyyare, plânet.

gezegenler arası
* Güneşçevresinde dolanan cisimler arası
ndaki boş
luk.

gezeğen
* Çok gezen (kimse).

gezeleme
* Gezelemek iş
i.
* Düğünden sonra, gelin ve damadı
n akrabaları
na yaptı
klarıziyaret.
gezelemek
* Gezinmek.
* Sı

nt ı
lıbir durumda dolaş
mak, gezinmek.

gezenti
* Vaktini gezmekle geçiren, gezmeyi çok seven, gezeğ
en.

gezerçalar
* Pille çalı
şan kulaklı
k aracı

ğıile müzik dinlemeye yarayan, insanı
n üzerinde taş
ıyabileceğ
i teyp, walkman.

gezgin
* Gezmek, tanı
mak, görmek, dinlenmek amacı
yla geziye çı
kan (kimse).

gezginci
* Gezerek işgören, gezici, seyyar.

gezgincilik
* Gezginci olma durumu.

gezginlik
* Gezgin olma durumu, turistlik, seyyahlı
k.

gezi
* Ülkeler veya şehirler arası
nda yapı
lan uzun yolculuk, seyahat.
* Gezilip hava alı
nacak yer.
* Gezinti yeri.

gezi
* Pamuk ve ipekle karı
şı
k dokunmuşhareli kumaş
.
* Bu kumaştan yapılmışolan.

gezi yazı

* Gezilip görülen yerleri, özelliklerini, oralardaki insanları
n yaş
antı
ları
nı, geleneklerini anlatan düz yazı
.

gezici
* Gezerek işgören, gezginci, seyyar.
* Halk toplulukları
na eğitim ve öğretim amacı
yla götürülen (hizmet).

gezici topluluk
* Belli bir yeri olmayı
p özel araçlarla dolaş
arak oyunlar sergileyen topluluk.

gezicilik
* Gezici olma durumu.

geziliş
* Gezilmek iş
i veya biçimi.

gezilme
* Gezilmek iş
i.

gezilmek
* Gezmek iş
i yapı
lmak, dolaş
ılmak.

gezimcilik
* Derslerini öğrencileriyle birlikte gezinerek veren Aristoteles'in felsefesi, Aristotelesçilik, peripatetizm.

geziniş
* Gezinmek iş
i veya biçimi.

gezinme
* Gezinmek iş
i, seyran.
gezinmek
* Eğlenmek, vakit geçirmek için gezmek, dolaş mak, seyran etmek.
* Belirli bir çevre içinde gezip durmak.
* Özellikle doğaçtan yapı lan müzikte, ezgiyi belli bir makam anlayı
şıiçinde değ
işik perdeler üzerinde çalmak,
dolaşmak.

gezinti
* Uzak olmayan bir yere yapı lan gezi, tenezzüh.
* Kale duvarlarını n iç tarafında kuleleri birbirine bağ layan dar yol.
* Evlerde oda kapı larının açıldığı aralık, koridor.
* Sofa, balkon.
* Bir çalgı
yla belli bir parça çalmaksı zın ezgiler çıkarma işi.

gezinti yeri
* Yürüyüşyapmak, dolaş
mak ve hava almak amacı
yla ayrı
lmı
şyol veya bölge, promönat.

gezip tozmak
* eğ
lenmek amacı
yla çokça gezmek.

geziş
* Gezmek iş
i veya biçimi.

geziye çı
kmak
* uzak yerleri dolaş
mak.

gezleme
* Gezlemek iş
i.

gezlemek
* Bir yeri ölçmek.
* Bir hedefi vurmak için silâha gerekli doğrultuyu vermek, niş
an almak.
* Okun gezini kirişe yerleştirmek.

gezlik
* Eğ
ri kı

çları
n ağ
ız bölümü.

gezme
* Gezmek iş
i, seyran.

gezmek
* Hava almak, hoşvakit geçirmek gibi bir amaçla bir yere gitmek, seyran etmek.
* Bir yerde dolaşmak, yürümek.
* Gitmek, baş vurmak.
* Bulunmak.
* Bir yeri görüp incelemek.
* (hasta için) Ayağa kalkmak.
* Herhangi bir biçimde gezinmek.
* Bir yerde gezi yapmak.

gezmen
* Gezgin.

-gı
/ -gi, -gu / -gü
* Fiilden isim türeten ek: çal-gı
, sil-gi, sor-gu, gör-gü; as-kı
, tep-ki, coş
-ku, küs-kü vb.



k
* Boğ azda duyulup aksırtan, öksürten yakı
cıkaş ıntı.
* Sözleriyle, davranı
şları
yla karşısı
ndakini kı
zdı ran, sinirlendiren, sı
kan (kimse).
* Beyaz renkli, dağlı
ç koyununa benzer vücut yapı sı nda, kuyruğ u son omurlara kadar yağkitlesi ile kaplıve
bu sebeple alt kısmıyuvarlakça görünen, kaba, karı şı
k yapağ ılıbir koyun türü.



k almak (kapmak veya olmak)
* bir davranı
şa veya bir kimseye sürekli sinirlenmek.



k etmek
* sinirlendirmek, öfkelendirmek, kı
zdı
rmak.



k tutmak
* bir süre boğaz gı

klaması
na yakalanmak.



k vermek
* boğ
azıyakı
p kaş
ındı
rarak öksürmeye yol açmak.



kça
* Gı

k bir biçimde (olan).



klama
* Gı

klamak iş
i.



klamak
* Gıcık oluş turmak, kaş
ındı
rmak.
* Kuşkulandı rmak.
* Cinsî istek uyandırmak.



klanma
* Gı

klanmak iş
i.



klanmak
* Gıcık duymak.
* Kuşkulanmak, huylanmak.
* Cinsî istek uyanmak.



klayı
ş
* Gı

klanmak iş
i veya biçimi.



r
* Sakı
za kı
vamı
nıarttı
rmak için katı
lan, kauçuk cinsinden bir madde.
* Yeni.



r gı

r
* Sert ş
eylerin birbirine sürtünmesinden çıkan sesi anlatı
r.
* Tertemiz, yepyeni, pı rı
l pırı
l (olarak).



r gı

r etmek
* gı
cırtısesi çı
karmak.



rdama
* Gı

rdamak iş
i.



rdamak
* Gı

rtıçı
karmak.



rdatma
* Gı

rdatmak iş
i.



rdatmak
* Gı

rtıçı
karması
na yol açmak.



rdayı
ş
* Gı

rdamak iş
i veya biçimi.



rıbükme
* hemen yetiş
tirilen.
* zoraki.
* zorla ve çabucak.



rtı
* Sert nesnelerin sürtünmesi sonucu çı kan ses, gı

rdama sesi.
*İ leri geri söylenme, tepki gösterme, protesto.



rtı

* Gı

rtı
sıolan.



rtı

z
* Gı

rtı
sıolmayan.

-gı
ç / -giç, -guç / -güç
* Fiilerden isim ve sı
fat türeten ek: dal-gı
ç, bil-giç; bas-kı
ç, del-giç vb.


da
* Besin.


da rejimi
* Gı
daya bağlırejim.


daklama
* Gı
daklamak iş
i.


daklamak
* (tavuk) Kesik kesik bağ
ırmak.


daklayı
ş
* Gı
daklamak iş
i veya biçimi.


dalı
* Besini olan, besinli.


dası
z
* Besini olmayan, yeterli besin alamayan, besinsiz.


dası
zlı
k
* Besinsizlik.


dıgı

* Çocuklarıgı

klar veya güldürürken söylenen söz.



k
* Çene altı
, gerdan.



klama
* Gı
dıklamak iş
i.


dıklamak
* Vücudun bazıyerlerine dokunarak birinde ürperme veya gülerek kaçı
nma ile beliren bir sinir tepkisi
uyandırmak.
* Eğlendirici, hoş
a giden sözler söylemek.



klanma
* Gı
dıklanmak iş
i.



klanmak
* Gı
dıklamak iş
i yapı
lmak.



klayı
ş
* Gı
dıklamak iş
i veya biçimi.


m
* Küçük parça, bir miktar.



m gı
dım
* Azar azar, yavaşyavaş
.



* (çocuk dilinde) Çene altı
.


k
* Bazıdeyimlerde geçen yansı
ma bir söz.


k dedirtmemek
* ses çı
karması
na fı
rsat vermemek.


k demek
* ses çı
karmak; karş
ıçı
kmak, yakı
nmak.


k dememek (veya gı kıçıkmamak)
* hiç sesini çıkarmamak, karş
ıçı
kmamak, yakı
nmamak.


ldı
r gı
ldır
* Tok ve yüksek bir ses çı
kararak.


llı

ş
* Bkz. gı
llügiş
.


llı

şlı
* Bkz. gı
llügiş
li.


llı

şsı
z
* Bkz. gı
llügiş
siz.


llügiş
* Kin, gizli ve kötü amaç.


llügiş
li
* Gizli amaçlı
, kandı


.


llügiş
siz
* Gizli amacıolmayan, inandı



k ve kandı



ktan uzak.

-gı
n/ -gin, -gun/ -gün
* Fiilerden sı
fat türeten ek.


na
* Zenginlik, bolluk.
* Bı
kma, usanma.


na gelmek
* usanmak, bı
kmak.


na getirmek
* bı
kmak, usanmak.


pta

mrenme, imrenti.


pta etmek
* imrenmek.


ptası
nıçekmek
* gı
ptayla bakmak, imrenmek, özenmek .


r
* Söz, lâkı
rdı
.
* Yalan, uydurma.


r atmak
* konuş
mak, lâf atmak.


r geçmek
* bol bol konuş
mak; çene çalmak.
* dikkat etmemek, aklıbaş
ka yerde olmak.


r gı
r
* Sürekli ve usanç verecek biçimde ses çı
karmayıanlatı
r.


r gı
r geçmek
* alay etmek.


r gı
ra almak (veya getirmek)
* alaya almak.


r kaynatmak
* (birkaç kiş
i) iş
lerini bı
rakı
p yârenlik etmek.


rç gı

* Gı
rç sesi çı
kararak.


rgı
r
* Mekanik olarak çalışan süpürge.
* Açık denizlerde balık avlamakta kullanı lan büyük ağ
.
* Mekanik düzenekli süpürme aracı nın firma adıve bu türden bütün süpürgeler.
* Usanç veren sürekli ve kaba bir sesle.
* Komik, matrak, eğ lenceli.


rgı
rcı
* Boşlâf etmeyi seven, alaycı
, komik (kimse).


rgı
rlama
* Gı
rgı
rlamak iş
i.


rgı
rlamak
* Gı
rgı
rla süpürmek.



l gı

l
* Sert ve gürültülü ses çı
kararak.


rla
* Alabildiğ
ine, çok.


rla gitmek
* uzun sürmek, sürüp gitmek.
* bol bol ortaya dökülüp harcanmak.


rnata
* Klârnet.


rnatacı
* Klârnetçi.


rt
* Sert veya kalı
n bir ş
ey kesilirken çı
kan ses.

rt gı
rt
* Gı
rt sesi çı
kararak.


rtlağ
ına basmak
* birine bir ş
ey yaptı
rmak için dayatmak veya inat etmek.


rtlağ
ına düşkün
* çok yiyip içen.


rtlağ
ına kadar
* çok fazla, bol bol.


rtlağ
ına sarı
lmak
* peşini bı
rakmamak, musallat olmak.


rtlağ
ından kesmek
* herhangi bir amaç için yiyeceğ
inden kı

ntıyapmak, boğ
azı
ndan kesmek, tasarruf etmek.


rtlak
* Soluk borusunun üst bölümü, imik, hançere.
* Yiyip içme.
* Ses rengi, yapı

.


rtlak gı
rtlağa gelmek
* kıyası
ya dövüş
mek.


rtlak ünsüzü
* Akciğerlerden gelen havanı
n gı
rtlaktaki yarı
kapalı
engellere çarpı
p gevş
emesi ile olu ş
an sert ünsüz.


rtlaklama
* Gı
rtlaklamak iş
i.


rtlaklamak
* Birinin gı
rtlağ
ını
sıkmak.


rtlaklaş
ma
* Gı
rtlaklaş
mak iş
i.


rtlaklaş
mak
* Birbirinin gı
rtlağ
ına sarı
larak dövüş
mek.


rtlaklayı
ş
* Gı
rtlaklamak iş
i veya biçimi.


rtlaksı
* Gı
rtlakta boğumlanan (ses), gı
rtlak ünsüzü.


rtlama
* Gı
rtlamak iş
i.


rtlamak
* (çayı
) Şekerini ağ
ızda tutarak içmek.


y gı
y
* Keman vb. çalgı
ları
n çı
kardı
ğısesleri anlatmak için kullanı

r.


yaben
* Kendi yokken, ortada olmaksızı
n.
* Adı
nı, sözünü baş kaları
ndan duyarak, görmeden.


yabı
nda
* Kendi yokken, arkası
ndan.


yabî
* (bir kimse) Bulunmadığısırada yapı
lan, verilen.
* Uzaktan, görüş meden (olan).


yabî hüküm
* Kendi yokken arkası
ndan verilen hüküm.


yabî tutuklama
* Kendi yokken arkası
ndan yapı
lan tutuklama.


yap
* Yokluk, bulunmama, yitiklik.


yap kararı
* Duruş
maya gelmemenin yaptı

mı.


ybet
* Çekiş
tirme, yerme, kötüleme, kov.


ybet etmek
* çekiş
tirmek, yermek.


ybetçi
* Çekiş
tirici, kovcu.


ygı
y
* Herhangi bir tür yaylıçalgı
.


ygı
ycı
* Kemancı .
* Beceriksiz.

-gi
* Bkz. -gı/ -gi, -gu / -gü.

gibi
* ...-e benzer.
* O anda, tam o sı rada, hemen arkası
ndan.
*İ miş çesine, benzer biçimde.
* ...-e yakışı
r biçimde.

gibi gelmek
* ... sanı
sıvermek, ... sanı
sıyaratmak.

gibi olmak
* bir duruma, bir duyguya yaklaş
mak.

gibi yapmak
* imiş
çesine davranmak.

gibilerden
* Ona benzer biçimde.

gibisi
* Benzeri.

gibisinden
* Bir ismin tamlananı durumunda olduğu zaman, "bir ş eye benzer durumda olandan" anlamı
nda kullanı

r.
* Bir fiilden sonra geldiğ
inde o fiilin benzeri bir durumu anlatı
r.
gibisine gelmek
* imişgibi gelmek, sanmak.

gibisine getirmek
* sanı
sıuyandı
rmak, sanı
sıvermek.

giciş
me
* Giciş
mek iş
i veya durumu.

giciş
mek
* Kaş
ınmak, kaş
ıntıduymak, gidiş
mek.

-giç
* Bkz. - gı
ç / -giç, -guç / -güç.

gide gide
* Gidip dolaş
arak, gezip görerek.

gideğen
* Göl ayağı
.

gider
* Bir işiçin harcanan paranın bütünü, masraf.
* Gelecekte sağlanacak değ erler karşılığ
ıyapılan harcamalar.
* Binalarda ortak kullanı
mla ilgili atı
k suları
n merkezî kanalizasyona iletilmesini sağlayan boru hattı
.

giderayak
* Gitme anı
nda, gitmek üzere iken.

giderek
* Yavaşyavaş
, derece derece, gittikçe, tedrici olarak, tedricen.

gideren alan
* Bir demiri mıknatı sladıktan sonra bunun bir noktası
ndan çı
kan indükleme akı
şı
nısı

ra indirmek için
gereken ş iddetteki manyetik alan.

giderici
* Yok eden; dindiren.

giderilme
* Giderilmek iş
i.

giderilmek
* Ortadan kaldı

lmak, yok edilmek.

giderme
* Gidermek iş
i.

gidermek
* Ortadan kaldı
rmak, yok etmek.

gidertme
* Gidertmek iş
i.

gidertmek
* Giderilmesine, ortadan kaldı

lması
na yol açmak.

gidi
* Şaka yollu söylenen azarlama sözü.
* Bir ş
eye duyulan özlem ve isteğ i belirtmek için kullanı

r.
* Ahlâksız, pezevenk.
gidici
* Gitme durumunda bulunan, gitmek üzere olan, kı
sa süre için var olan, kalı
cıkarş
ıtı
.
* Ölmek üzere olan.

gidiliş
* Gidilmek iş
i veya biçimi.

gidilme
* Gidilmek iş
i.

gidilmek
* Gitmek iş
i yapı
lmak.

gidimli
* Bir tasarı
mdan ötekine geçerek, çı
karımlar yaparak, bir önermeden ötekine mantı
kî bir yolla ilerleyerek,
parçalardan bütünlüğü olan bir düşünce kuran (düşünce yolu).

gidip gelme
* Gidiş
, dönüş
.

gidiş
* Gitmek iş i.
* Gitme biçimi, tempo.
* Tutum, durum, davranış
.
* Bir yere gitme.

gidişalayı
* Padiş
ahları
n saray dı
şıgezilere çı
kmaları
dolayı

yla düzenlenen tören.

gidişdönü ş
* Gitme ve gelme (veya dönme).

gidişgeliş
* Trafik, seyrüsefer.

gidişo gidiş
* konuş
maya konu olan kimsenin bir daha dönmediğ
ini anlatı
r.

gidiş
at
* Olayları
n durumu, iş
lerin geliş
me biçimi.
* Tutum, durum, davranı ş
.

gidiş
me
* Gidiş
mek iş
i.

gidiş
mek
* Kaş
ıntıduymak, kaş
ınmak, giciş
mek.

gidon
* Yönelteç.
* Komodorlara özgü çı
masıçatal biçiminde kesilmişsancak, fors.

-gil
* Bir adın sonuna eklenerek "soy, aile" kavramıveren ve ünlü uyumuna girmeyen bir ek.
* Çoğ ul eki -ler ile birlikte hayvan ve bitki familyaları
nıbildiren isimler yapar: kedi-gil-ler, bakla-gil-ler vb.

gilaburu
* Kuzey ve Orta Anadolu'da orman kenarları
nda yetiş
en, 2-4 m yükseklikte bir ağaççı
k (Viburnum opulus).

-gin
* Bkz. -gı
n / -gin, -gun / -gün.
gine
* Gene, yine.

Gineli
* Gine halkı
ndan olan kimse.

ginseng
* Uzak Doğ u ülkelerinde (Çin, Japonya, Kore vb.) yetiş
en, geleneksel tedavilerde kullanı
lan, kazı
k köklü,
otsu ve çok yı
llı
k bir bitki (Panax ginseng).

gipür
*İplikten veya ipekten olan, genişilmeklerden oluş
an bir tür dantel.
* Kumaş .

giranbaha
* Pahada ağ
ır, değ
erli .

giray
* Kı

m hanları
na ve han ailesinden olan prenslere verilen unvan.

girdap
* Bir engelle karş
ılaş
an su veya hava akı
ntı


n dönerek yaptı
ğıçevrinti, ters akı
ntı
ları
n oluş
turduğ
u dönme,
burgaç.
* Tehlikeli yer veya durum.

girdi
* Bir üretimde yararlanı
lan para, gereç ve işgücü, çı
ktı
karş
ıtı
.

girdisi çı
ktısı
* Yakı n iliş
ki.
* Bilinmeyen karışık yönler, ayrı
ntılar.
* Bir üretimde yararlanı
lan para, gereç ve işgücü.

girecek delik aramak


* saklanmak veya saklanmak istemek.

giren
* Hafif bulutlu, sisli hava.

girenleme
* Girenlemek iş
i veya durumu.

girenlemek
* Hava bulutlanmak, serinlemek.

girgin
* Herkesle çabucak yakı
nlı
k kurarak iş
ini yürütebilen, pı


k karş
ıtı
.

girginlik
* Girgin olma durumu.

girift
* Birbirinin içine girip karı
şmı ş
, girişik, çapraş
ık.
* (eski güzel yazısanatı nda) Boşyer bı rakmayacak biçimde iç içe istif edilmiş(yazı
).
* Klâsik Türk müziğ inde kullanılmı şneye benzer bir çalgı
.

giriftar
* Tutulmuş
, yakalanmı
ş.

giriftar olmak
* yakalanmak, tutuklanmak.
giriftlik
* Girift olma durumu .

giriftzen
* Girift çalan kimse.

giriliş
* Girilmek iş
i veya biçimi.

girilme
* Girilmek iş
i.

girilmek
* Girmek iş
i yapı
lmak.

girim
* Girmek iş
i, girme.

girimlik
* Bir yere girmek hakkı
nıgösteren kâğı
t, girişkartı
, duhuliye kartı
.

girinti
* Düz bir yüzeyde bulunan içerlek bölüm.

girintili
* Girintisi olan.

girintili çı
kıntı

* Düz veya düzgün olmayı
p girinti ve çı

ntı
larıolan.

girintisiz
* Girintisi olmayan.

girintisiz çıkı
ntı

z
* Düzgün, dümdüz.

girip çı
kmak
* az kalmak üzere uğ ramak.
* bir yere sı
k sı
k gelmek.

giriş
* Girmek iş i veya biçimi.
* Bir yapıda girip geçilen yer, methal, antre.
* Bir eserin konusunu tanı tarak kolay kavranması nısağlayan, ön sözden sonra yer alan bölüm, methal.
* Bir anlatı
mda geliş me bölümüne hazı rlı
k yapmayısağlayan bölüm, girizgâh.
* Bir bilime hazı rlı
k amacı yla yazılan eser.
* Bir müzik parçası nda baş taki bölüm, methal.
* Bir yere girmek için ödenen para, girişücreti, duhuliye.

girişkapı

* Yapı
larda içeri girmek için kullanı
lan kapı
.

girişkartı
* Bir kuruluş
a, bir toplantı
ya veya bir spor karş
ılaş
ması
na serbestçe girebilme olanağ
ısağlayan belge.

girişkatı
* Bkz. yer katı
, zemin katı
.

girişücreti
* Bir gösteriyi görmek için ödenen ücret, duhuliye.

giriş
ik
* Birbirinin içine girmiş
, karı
şmı
şolan, girift.

giriş
ik bezeme
* Kıvrı
larak, birbirinin içine geçerek uzayı
p giden, yapraklıdallarıandı
ran geometrik görünüş
te birtakı
m
biçimlerden oluşmuşbezeme çizgileri, girift tezyinat, arabesk.

giriş
ik cümle
* Bir temel cümle ile bir veya birkaç fiilimsiden kurulan cümle, mudil cümle: Koş
arak geldi. Öğ
renciler
sabahleyin koş a koş
a okula gidiyorlardıgibi.

giriş
ik tamlama
*İ çinde tümleç, sı
fat tamlamasıveya zarf bulunan tamlama: Ali'nin eve gelmesi gibi.

giriş
ilme
* Giriş
ilmek iş
i.

giriş
ilmek
* Giriş
mek iş
i yapı
lmak.

giriş
im
* Bir işe giriş
me, teş
ebbüs.
*İ ki veya daha çok dalga hareketinin, aynınoktaya aynı
anda gelmesiyle birbirini yok edebilmesi veya
kuvvetlendirebilmesi olayı .

giriş
im ölçme
*İki veya daha fazla dalga hareketini ölçme iş
i.

giriş
imci
* Bir iş
i yapmak için giriş imde bulunan kimse, müteş ebbis.
* Ticaret, endüstri gibi alanlarda sermaye koyarak giriş
imde bulunan kimse, müteş
ebbis.

giriş
imcilik
* Giriş
imci olma durumu.

giriş
imde bulunmak
* davranmak, teş
ebbüs etmek.

giriş
imölçer
* Iş
ık giriş
im saçakları
nıuzaktan ölçmeye yarayan araç, interferometre.

giriş
ken
* Kendi kendine iş
, uğraşyaratabilen, bir iş
e hiç çekinmeden girebilen, baş
kaları
yla kolayca iliş
ki kurabilen,
müteş
ebbis.

giriş
kenlik
* Giriş
ken olma durumu.

giriş
lik
* Bir baş
ka söze yol açmak için söylenen söz, girizgâh.

giriş
me
* Giriş
mek iş
i, teş
ebbüs.

giriş
mek
* Bir iş
e, bir ş
eye başlamak için hazı
rlı
k yapmak, ele almak, teş
ebbüs etmek.
* Dövmeye baş lamak.

giriş
mek
* birbirine karı
şmak.
* kavgaya tutuşmak.

Girit kekiği
* Girit adası
nda yetiş
en, beyaz tüylü, pembe çiçekli ve çok yı
llı
k bir bitki (Origanum dictamnus).

Giritli
* Girit adasıhalkı
ndan olan kimse.

girizgâh
* Giriş
lik, giriş
.

girme
* Girmek iş
i.

girmek
* Dı şarı dan içeriye geçmek.
* Sığmak.
* Yer almak, katı lmak, iltihak etmek.
* (ordu) Almak, fethetmek.
*İ ncelemek, ayrı ntılara inmek.
* Giriş mek, baş lamak.
* Bulaş mak.
* (zaman anlamlıkavramlar için) Baş lamak.
* (ağrı, sancı) Baş lamak, saplanmak.
* Yeni bir duruma geçmek, dönüş mek.
* (soyut ş eyler için) İ yice anlamak, iyice bilmek.
* Kavgaya tutuş mak.
* Baş lamak.
* Eriş mek, ulaş mak.
* Bir şeyin yapı mı nda, birleş iminde yer almak.
* Yazı lmak, baş lamak.
* Yemek yemek.

girmelik
* Bir yere girmek için verilen para, girişücreti.

girmesiyle çı
kmasıbir olmak
* iş
i çabucak bitirip çı
kmak.

giş
e
*İstasyon, sinema, banka, mağaza ve bazı
girişkapı
ları
nda bilet veya para alı
p verilen, çoğ
u küçük pencere
biçiminde olan yer.

gitar
* Genellikle altıtelli, telleri iki parmak arası
nda çekilerek çalı
nan bir çalgı
, kitara.

gitarcı
* Gitar çalan kimse.

gitarcı

k
* Gitarcıolma durumu.

gitarist
* Gitarcı
.

gitgide
* Zaman ilerledikçe, giderek, gittikçe, ileride.

gitme
* Gitmek iş
i.

gitmek
* Bir yere doğru yönelmek.
* Bir yerden veya bir iş
ten ayrı
lmak.
* Çıkmak, ulaş mak.
* Belli bir amaçla bir yere devam etmek veya bir iş
le uğ
raş
mak.
* Bir duruma, bir sonuca ulaş mak, varmak.
* Yakı şmak, yaraş mak.
* Tüketilmek, harcanmak.
* Götürülmek, gönderilmek.
* Yeter olmak, yetmek, yetiş mek.
* Yürümek, yol almak.
* Dayanmak.
* Geçmek.
* Herhangi bir durumda olmak.
* Yok olmak, elden çı kmak.
* Ölmek.
* Baş vurmak, yapmak.
* Bir şey zarar görmüşolmak.
* (makine için) İşlemek, çalışmak.
* (bir durum) Sürmek.
* Satılmak.
* değ erlendirmek, saymak, karş ılamak.

gitsin!
* emir kiplerinden sonra gelerek buyurulan iş
in yapı
lması
ndan sorunun kapanması
istendiğ
ini anlatı
r.

gitti
* geçmişzaman kipindeki fiillerden sonra gelerek, istenmeyen bir şeyin yapı
ldı
ğını, yapı
lacağını, istenen bir
ş
eyin olmadı ğ
ınıveya olmayacağ ı
nıanlatı
r.
* aynıbiçimde, fiillerin sonuna gelerek yapı
lmasıilk önce pek istenmeyen bir ş
eyin kabul edildiğini anlatı
r.

gitti de geldi
* yaş
ayabileceğ
inden umut kesilecek kadar ağ
ır hastalı
k geçirip de iyi olanlar için söylenir.

gitti gider (dahi gider)


* söz konusu olan ş
eyin bir daha gelmeyeceğini, ele geçmeyeceğ
ini anlatı
r.

gittikçe
* Zaman ilerledikçe, gitgide, giderek.

giydiğ
i yakışı
rken eller bakı
şı
rken
* gençken, güzelken.

giydirici
* Stüdyolarda başkadı n oyuncuları n giyimine yardı
m eden kimse, gardı
ropçu.
* Oyuncuların giysilerini giydiren kimse, gardıropçu.

giydirilme
* Giydirilmek iş
i.

giydirilmek
* Giydirmek iş
i yapı
lmak.

giydirip kuş atmak


* temiz, yeni üst başyapmak.

giydiriş
* Giydirmek iş
i veya biçimi.

giydirme
* Giydirmek iş
i.

giydirmek
* Giymek iş ini yaptı
rmak.
* Ağır sözler söylemek, hakaret etmek.
giyecek
* Giymek için kullanı
lan her ş
ey, giyim, giysi.

giyiliş
* Giyilmek iş
i veya biçimi.

giyilme
* Giyilmek iş
i.

giyilmek
* Giymek iş
i yapı
lmak.

giyim
* Giymek işi.
* Giyme biçimi.
* Giyilen ş
eylerin tümü, giysi, giyecek.

giyim evi
* Her türlü giysi satan dükkân veya mağ
aza, konfeksiyon mağ
azası
.

giyim kuş
am
* Üst baş
.

giyimi kuşamıyerinde
* temiz ve özenli giyinmiş
.

giyimli
* Giyinmiş
, giyinik.

giyimli kuşamlı
* Temiz ve özenle giyinmiş(kimse).

giyinik
* Giyinmişolan.

giyinip kuş anmak


* özenle giyinmek.

giyiniş
* Giyinmek iş
i veya biçimi.

giyinme
* Giyinmek iş
i.

giyinmek
* Kendi üzerine giymek.
* (giysiyi) Belli bir yerden almak veya belli bir yerde diktirmek.
* (ağır bir söze veya davranı şa) Sesini çı
karmadan içerlemek.

giyiş
* Giymek iş
i veya biçimi.

giyit
* Giysi.

giyme
* Giymek iş
i.

giymek
* Örtünüp korunmak için bir ş eyi vücuduna geçirmek.
* Ağır söz veya hakareti, küçültücü davranı
şıses çıkarmadan dinlemek.
giyotin
* Fransa'da ölüm cezası
na çarptı

lanları
n baş
ınıkesmek için kullanı
lan araç.

giysi
* Her türlü giyim eş
yası
, giyecek, elbise, libas, çamaş
ır.

giz
* Sı
r.

giz
* Yelken gemilerinde mizana direği denilen kı
ç direkte eğik duran bayrak sereni.

gizem
* Aklı
n eriş
emediğ
i, açı
klanmayan veya çözülemeyen ş
ey, sı
r.

gizemci
* Gizemcilik düş
ünceleri taş
ıyan (kimse), mistik.

gizemcilik
* Aklın yetmediği alanlarda ve özellikle Tanrıkavramı nda, gerçeğe gönül yoluyla veya bir irade zorlayı
şı
yla
ulaşı
labileceğini kabul eden felsefe ve din öğretisi, mistisizm.

gizemli
* Gizem niteliğinde olan veya içinde gizem bulunan, esrarengiz.

gizemsel
* Gizemle ilgili, gizeme iliş
kin, mistik.

gizil
* Gizli kalmı
ş, henüz varlı
ğıortaya çı
kmamı
şolan, potansiyel.

gizil güç
* Henüz yapı lmı şdeğil de güç olarak var olan, gerçekleşmeyen ama gerçekleş
ebilecek olan, imkân
durumunda olan, saklı olan güç, potansiyel.
* Bir iletkenin herhangi iki noktası arası
nda bir elektrik akı
mını
n ortaya çı
kmasına yol açan güç.

gizleme
* Gizlemek iş
i.

gizlemek
* Saklamak, görünmeyecek, belli olmayacak bir yere veya bir duruma koymak.
* Bilerek ve isteyerek bir olguyu haber vermemek.

gizlenilme
* Gizlenilmek iş
i.

gizlenilmek
* Gizlenmek iş i yapı
lmak, saklanmak.
* Gizli tutulmak.

gizleniş
* Gizlenmek iş
i veya biçimi.

gizlenme
* Gizlenmek iş
i veya durumu.

gizlenmek
* Kendi kendini gizlemek, saklanmak.
* Gizlenilmek, gizli tutulmak.

gizlenmiş
* Saklanmı
ş.
gizleyiş
* Gizlemek iş
i veya biçimi.

gizli
* Görünmez, belli olmaz bir durumda olan.
* Başkalarından saklanan, duyurulmayan, saklıkalan, mahrem, mestur.
* Niteliğ
i anlaşılmayan, bilinmeyen.
* Saklıolarak, saklayarak.

gizli celse

lgililerden baş
kası
nın katı
lması
na ve dinlemesine izin verilmeyen duruş
ma.

gizli cemiyet
* Gizli örgüt, illegal kurulmuşcemiyet.

gizli dernek
* Belli sayı
da kiş
ilerin illegal faaliyetleri sürdürmek amacı
yla kurduklarıdernek.

gizli dil
* Bazıkiş
ilerin baş
kaları

n anlamadı
ğıve sadece kendilerinin özel anlamları
nıbildiğ
i kelimelerle konuş
tuğ
u
dil.

gizli din
* Taş
ınan veya inanı
lan din kuralları

n hiç kimseye açı
klanmadı
ğı
, sı
r gibi saklanan din.

gizli din taşımak


* din veya inancı
nıkimseye bildirmemek.

gizli duruşma
* Adliyede, sadece izinli veya görevli olanları
n katı
labildiği, kamuya kapalıduruş
ma, gizli celse.

gizli gizli
* Gizli olarak, saklayarak.

gizli kapaklı
* Baş
kalarına duyurulmayan, kimseye haber verilmeyerek yapı
lan (iş
).
* Açı
k, anlaş
ılı
r olmayan (söz, konuş
ma).

gizli oturum
* Genellikle ilgililerden baş
kası

n katı
lması
na, dinlemesine izin verilmeyen toplantı
.

gizli oy
* Bir iş
lemin herhangi bir kurulun oyuna bağ
lıolmasıdurumunda oy verecek olanları
n oyları
nıgizli olarak
vermeleri yöntemi.

gizli polis
* Millî Emniyet Teş kilâtıgörevlisi.
* Ajan, sivil güvenlik görevlisi.

gizli sı
tma
* Kendini belli etmeyen sı
tma.
* Gizlice kötülük eden kimse.

gizli ş
eker
* Henüz teş
hisi konulmamı
şveya yüksek düzeyde seyretmeyen ş
eker hastalı
ğı
.

gizli tutmak
* baş
kaları
na duyurmamak, saklamak.

gizli yama
* Gözle görülemeyecek kadar özenle yapı
lmı
şyama.
gizlice
* Kimseye göstermeden, kimseye belli etmeksizin, gizli olarak.

gizlicilik
* Özellikle ruhlar dünyası yla ve evrenin bilinmeyen güçleriyle ilgili bilgi dünyası
na dayalıçeş
itli kuramlar,
uygulamalar ve ayinler için kullanı
lan genel ad.

gizliden gizliye
* Kimsenin haberi olmadan, kimseye haber vermeden, el altı
ndan, kimseye duyurmadan, gizlice.

gizlilik
* Gizli olma durumu.

glâdyatör
* Eski Roma'da arenada birbirleriyle veya yı
rtı
cıhayvanlarla dövüş
en kimse.

glâse
* Yumuş ak deri.
* Üzerine saydam bir cilâ tabakası
çekilmişolan (eş
ya).

glâsnost
* Açı
klı
k, ş
effaflı
k.

glâsyolog
* Buzul bilimi uzmanı
, buzul bilimci.

glâsyoloji
* Buzul bilimi.

glâyöl
* Kuzgunkı


.

glikojen
* Karaciğ
er ve kaslarda bulunan, hidrolizle ş
eker veren karbonhidrat.

glikol
* Çok dayanı klıfilmlerin ve bazı
sentetik kumaş
ları
n yapı
mında kullanı
lan, birleş
iminde iki alkol grubu
bulunan madde, dialkol (CH2 OH-CH2 OH).

glikoz
* Özellikle üzüm suyunda bulunan karbon, hidrojen ve oksijenden oluş
an ş
eker, üzüm ş
ekeri (CH2-OH-
(CHOH)4-CHO).

glikozit
* Birçok bitkilerde bulunan glikoz birleş
iklerinin genel adı
.

glikozüri

drarda ş
ekerli bir maddenin, özellikle glikozun bulunmasıdurumu.

gliserin
* Yağ
lımaddelerden, sabunlaş

rma yoluyla çı
karı
lan renksiz, tatlı
şurup kı
vamı
ndaki sı
vı(CH2 OH-CHOH-
CH2 OH).

global
* Toptan, toplam.
* Küresel.

globalleş
me
* Küreselleş
me.

globalleş
mek
* Küreselleş
mek.

globülin
* Kanıoluş
turan maddelerden biri olan iri moleküllü protein.

glokom
* Karasu (göz hastalı
ğı
).

glokoni
* Koyu yeş
il renkli, hidratlıdoğal demir ve potasyum silikat.

glüten
* Katıcisimlerin parçaları
nıbirbirine yapıştı
ran madde.
* Tahıl unları
ndan nişasta çı
karıldıktan sonra geri kalan albüminli madde.

glüten ekmeği
* Şeker hastalı
ğıolanlar için yapı
lan niş
astası
z ekmek.

glüten tutkalı
* Hayvanları
n deri, kemik, sinir vb. artı
kları
ndan elde edilen genellikle sı
cak olarak kullanı
lan bir yapı
ştı


türü.

gnays
* Kuvars, mika ve feldspattan birleş
mişkayaç.

goblen
* Kanaviçe veya telleri sayı labilecek türde kumaşüzerine renkli iplikle yapı
lan özel bir iş
leme.
* Bu tür iş
lenmiş(kumaş ).

gocuk
* Tek parça hayvan postundan yapı lan ceket.
*İ çi kürk, pelüş
, vb.den yapı
lan kalın ceket.

gocuklu
* Gocuğu olan.

gocundurma
* Gocundurmak iş
i.

gocundurmak
* Gocunması
na sebep olmak.

gocunma
* Gocunmak iş
i.

gocunmak
* Bir ş
eyden alı
nmak, çekinmek, kaçı
nmak.

gofret
* Üzeri petek biçiminde, bisküviye benzer tatlı
, hafif bir yiyecek.

gol
* Çift kale ile oynanan futbolda, voleybolda veya hentbolda topun kaleye sokulması
yla kazanı
lan sayı
.

gol atmak
* topun karş
ıtakı
mın kalesine girmesini sağ
lamak.

gol kaçı
rmak
* uygun durumda olması
na rağmen karş
ıtakı
mın kalesine topu sokamamak.

gol olmak
* top kaleye girmek.
gol toto
* Futbol maçları
ndaki en çok gollü sonuçlarıönceden kestirip para ödülü kazanmak temeline dayanan bir
oyun.

gol yapmak
* topu karş
ıtakı
m kalesine sokarak sayı
kazanmak.

gol yemek
* topun, kendi kalesine girmesine engel olamamak.

golcü
* Çok gol atan oyuncu.

golf
* Ufak bir topu özel sopalarla çelerek, değ
işik engelleri aş
arak, belli bir deliğe sokmak amacı
yla geniş
,
çimenlerle kaplı
bir alanda, açı k havada oynanan bir oyun.

golf pantolon
* Paçalarıbüzgülü bacak bölümü daha genişpantolon.

golfçü
* Golf oynayan kimse.

golfstrim
* Atlas Okyanusunda, Meksika körfezinden baş layarak Britanya ve İskandinavya kıyı
larına kadar ulaş ı
p
Avrupa Rusya'sının kuzey kı

ları
na kadar gelen ve BatıAvrupa'nı n deniz iklimini yumuşatan sıcak su akı
ntısı.

gollük
* Gol olmaya elveriş
li, gol olabilecek.

gomalak
* Alkolde eriyen hayvanî reçine.

gonca
* Henüz açı
lmamı
şveya açı
lmak üzere olan çiçek, tomurcuk.

gondol
* Genellikle Venedik'te kullanı
lan, ayakta, kı
ç tarafta tek kürekle yürütülen, 10 m uzunluğ
unda, yassıve iki
baş
ıyukarı
ya kı
vrık kayık.

gondolcü
* Gondol çalı
ştı
ran kimse.

gonk
* Keçe veya bez kaplıbir tokmakla vurularak titreş mesi sağ lanan bir kurstan oluş
an vurgulu çalgı
.
* Boksta her raundun baş langı
ç ve bitimini bildiren ses verici araç.

gonokok
* Bel soğukluğ
u mikrobu.

goril
* Afrika'nı
n Ekvator bölgesinde ormanlarda yaş
ayan, insanı
msı
ları
n en iri ve en güçlüsü (Gorilla gorilla).
* Koruyucu.

goş
ist
* Goş
izm yanlı
sıolan (kimse veya tutum), aş
ırısolcu, ihtilâlci solcu.

goş
izm
* Aş
ırısolculuk, ihtilâlci solculuk.

gotik
* Gotlarla ilgili.

gotik harfler
*İ lk bası
m denemelerinde kullanı
lmı
şolan köş
eli harfler.

gotik sanat
* Temel özelliğ
i sivrilik olan, XII. yüzyı
ldan sonra Rönesans'a kadar Avrupa'da geliş
en sanat ve mimarlı
k
üslûbu.

Gotlar
* Orta Çağ
da Orta Avrupa'da yaş
ayan bir ulus.

goygoycu
* Arap takviminin Muharrem ayı nda kapıkapıdolaş arak ve ilâhîler okuyarak dilenen kimse.
* Dilenci.
* Boşu boş una, bilgisiz olarak, gereksiz yere çok konuş an (kimse).

goygoyculuk
* Goygoycunun yaptı
ğıiş
.

göbeğ
i biriyle bağ
lı(veya beraber kesilmiş)
* her zaman birlikte bulunan, birbirinden ayrı
lmayan kimseler için kullanı

r.

göbeğ
i çatlamak
* birçok güçlükleri yenmek için çok uğ
raş
mak.

göbeğ
i düş mek
* göbek deliğinin kapanmaması
ndan fı

k oluş
mak.

göbeğ
i sokakta kesilmiş
* evde durmayıp hep sokaklarda gezen, sürtük.

göbeğ
ini kesmek
* çocuğ un göbeğ iyle etene arası
ndaki damar örgüsünü kesmek.
* birini çok eskiden beri tanımak, bilmek.

göbek
*İ nsan ve memeli hayvanlarda göbek bağı nın düş mesinden sonra karnı n ortası
nda bulunan çukurluk.
* Dölütte, yumurtanı n dölüt dı şı
nda kalan bölümlerle iliş
kisini sağlayan organların çıktı
ğıyer.
* Yağbağlamı şş iş
man karı n.
* (şehir, ülke vb. için) Orta kı sım.
* Bazısebze ve meyvelerin ortası .
* Kuş ak, nesil, batın.
* Bahçe, halı , tavan, tepsi gibi süslü ş
eylerin ortaları
ndaki biçim.
* Hı zıazaltarak trafiği yönetmek amacı yla bir kavşağı
n girişine yerleştirilen çember veya üçgen biçimindeki
ada.
* Ön ve arka tekerlerin ortası na oturtulmuşmil üzerinde dönen ve teker tellerinin takı lması
na yarayan parça.
* Kağ nıtekerleğ inin ortası , araba tekerleğ inin dingil geçen yeri.
* Değirmen taş ının ortası.
* Kilitleme sistemlerinde, anahtar diş lerinin tam olarak birbirine oturduğ
u pirinç yuva.

göbek adı
* Yeni doğan çocuğ
un göbeği kesilirken konulan ad.

göbek atmak
* karnınıhareket ettirerek oynamak.
* çok sevinmek.

göbek bağı
* Yeni doğan çocuğ un göbeği kesildikten sonra geri kalan damar örgüsüne (kan gelmemesi için) bağladı
kları
bağ.
* Bir bitkide yumurtacı
ğıyumurtalı ğın etenesine bağ layan kordon.
göbek bağlamak (veya salı
vermek)
*ş iş
manlayarak karnıbüyümek, göbeklenmek.

göbek çalkamak (veya çalkalamak)


* göbeğini sağ
a sola hareket ettirerek oynamak.

göbek dansı
* Daha çok göbek ve kalça sallamak veya kı

rmakla yapı
lan dans.

göbek havası
* Sanat değeri olmayan, hafif, eğ
lenmek amacı
yla çalı
nan veya söylenen oyun havaları
.
* Çok eğlenceli durum.

göbek odunu
* Ağaç gövdesinin diğer bölümlerine göre farklıözellik gösteren iç odun bölümü.

göbek otu
* Yapraklarıetli; otsu bir bitki (Umbilicus pendulinus).

göbek taş
ı
* Hamamlarda, terlemek için üzerine uzanı
lan ve alttan ı


lan genişmermer seki.

göbeklenme
* Göbeklenmek iş
i.

göbeklenmek
* Karnıyağlanı pş iş
manlamak.
* (marul, lâhana için) Yapraklarıbüyüyüp sı
klaş
mak.

göbekli
* Karnıyağlanı pş iş
manlamı ş.
* (marul, lâhana için) Yapraklarıbüyüyüp sı
klaş
mış
.

göbel
* Babasıbelli olmayan çocuk, piç.
* Kimsesiz, baş ı
boşçocuk.
* Çocuk.
* Sı
nırlarıayırmak için tarla kenarları
nda yapı
lan toprak tepecikler.

göbelek
* Yenilen bir çeş
it mantar.

göbelez
* Köpek yavrusu.

göce
* Tarhana, bulgur yapmak için kullanılan kabuğu soyulmuşve kı

lmı
şbuğ
day.
* Yarılmı
şve kı rı
lmışbulgurdan yapı lan çorba.

göcen
* Tavşan yavrusu.
* Kedi, köpek yavrusu.
* Domuz yavrusu.

göç
* Ekonomik, toplumsal veya siyasî sebeplerle bireylerin veya toplulukları n bir ülkeden başka bir ülkeye, bir
yerleşim yerinden baş ka bir yerleşim yerine gitme işi, muhaceret.
* (evden eve) Taş ınma, nakil.
* Göç sı rasında taş ınan ev eş yaları.
* Kuş ların, geyiklerin, yarasaların, bazıbalı
k ve böceklerin mevsim, iklim, besin miktarıvb.ye göre çevre
değ iş
tirmeleri.
göç etmek (veya eylemek)
* oturduğ u yerden baş
ka bir yere gidip yerleş
mek, göçmek.
* ölmek.

göçebe
* Değişik şartlara bağ
lıolarak belli bir yöre içinde çadı
r, hayvan ve öteki araçlarla yer değ
iştiren, yerleş
ik
olmayan (kimse veya topluluk), göçer.
* (bazıhayvanlar için) Mevsimlere göre ülke veya yer değ iş
tiren.

göçebeleş
me
* Göçebeleş
mek iş
i veya durumu.

göçebeleş
mek
* Göçebe durumuna gelmek.

göçebelik
* Göçebe olma durumu.
* Bir toplumsal birliğ
in, yaş
amak için gerekli kaynaklarıelde edebilmek üzere düzenli aralı
klarla yer
değiş
tirme gelenek veya alışkanlığ ı
nda olması.

göçelge
* Göçülen yer.

göçer
* Göçebe.

göçer konar
* Göçebe bir yaş
am süren, sürekli bir yere yerleş
emeyen, göçer.

göçeri
* Sürekli yer değ
iştiren, göç etmekten hoş
lanan.

göçerme
* Göçermek iş i.
* Bitkileri yerinden çı
karı
p baş
ka yere dikme.

göçermek
* Bir kimseden diğer kimseye geçirmek, havale etmek, devretmek.
* Bitkileri yerinden, çı
karı
p baş
ka yere dikmek, değiş
tirmek, göçürmek.

göçertme
* Göçertmek iş
i.

göçertmek
* Bir ş
eyin çökmesine sebep olmak.

göçken
* Bkz. göcen.

göçkün
* Göçecek duruma gelmiş .
* Göçebe.
* Yaş
ıilerlemiş(kimse), çok yaş
lı(kimse).

göçme
* Göçmek iş
i.

göçmek
* Yerleşmek amacı yla mahalle, köy, şehir veya ülke değiş
tirmek.
* (bazıhayvanlar) Sı
cak iklimli ülkelere gitmek.
* Çökmek.
* Ölmek, yok olmak.
* Oturmak.

göçmen
* Kendi ülkesinden ayrı larak, yerleş
mek için baş
ka ülkeye giden (kimse, aile veya topluluk), muhacir.
* Sı
cak iklimli ülkelere giden (hayvan).

göçmenleşme
* Göçmenleş
mek iş
i veya durumu.

göçmenleşmek
* Göçmen durumuna girmek.

göçmenleştirme
* Göçmenleş
tirmek iş
i.

göçmenleştirmek
* Göçmen durumuna getirmek.

göçmenlik
* Göçmen olma durumu, muhacirlik.

göçü
* Toprak kayması
, kayş
a, heyelân.

göçücü
* Mevsimine göre yer değiş
tiren (hayvan).

göçük
* Çökmüş , göçmüş(yer).
* Çökmüş , kaymıştoprak, çöküntü, yıkıntı .
* Kaya veya cevherin kendi kendine yer altı na doğru çökmesi.

göçüm
* Bazıkimyasal maddelerin veya ışık, ı
sı, elektrik gibi güçlerin etkisiyle protoplâzmanı
n yanaş
ma veya
uzaklaş
ma biçiminde olan yer değ
iştirmesi, taksi (II).

göçüp gitmek
* ölmek.

göçürme
* Göçürmek iş
i.

göçürmek
* Göçmesine sebep olmak.
* Çökertmek.
* (miktarıçok olan ş eyler için) Yiyip bitirmek.
* Bitkileri yerinden çıkarıp baş ka yere dikmek, göçermek.

göçürtme
* Göçürtmek iş
i.

göçürtmek
* Göçmesine sebep olmak.

göçürücü
* Seferde padiş
ah tuğları

n ikisini bir konak ileride taş
ıyan dört kiş
iden ikisine verilen unvan.

göçürülme
* Göçürülmek iş
i veya durumu.

göçürülmek
* Göçürmek iş
i yapı
lmak.

göçüş
* Göçmek iş
i veya biçimi.

göçüş
me
* Bir kelime içinde birbirini izleyen iki sesin yer değiş
tirmesi, metatez: çömlek > çölmek, yalnı
z > yanlı
z,
kibrit > kirbit vb.

göden
* Kalı
n bağırsağı
n son bölümü, rektum.
* Karı
n, iş
kembe.
* Mide.

göden bağırsağ
ı
* Bkz. göden.

gödeş
* Semiz, etli.

göğ
çek
* Gökçek.

göğ
e merdiven dayamış
* çok uzun boylu.

göğ
em
* Yeş
ile çalar mor.

göğ
ermek
* Bkz. gövermek.

göğ
erti
* Göverti.
* Vurma ve çarpma sonucu vücutta oluş
an çürük, morartı
.

göğ
sü daralmak (veya tı kanmak)
* güçlükle nefes almak.
* içi sı
kılmak.

göğ
sü kabarmak
* övünç duymak, kı
vanmak, iftihar etmek.

göğ
sünü gere gere
* kendine güvenerek.
* övünerek.

göğ
sünü kabartmak
* bir olay dolayı

yla kı
vanç duygusunu ortaya koymak, övünmek.

göğ
sünü yırtmak
* coşkunluğunu ortaya koymak, coş
mak, cı

ldamak .

göğ
üs
* Vücudun boyunla karın arasında bulunan ve yürek, akciğ
er gibi organlarıiçine alan bölümü, sine.
* Bu vücut bölümünün ön tarafı , sı
rt karş
ıtı
.
* Bu bölümün içindeki organlar.
* Meme.

göğ
üs bağı
r açı
k (olmak)
* özensiz bir kı

kta.
göğ
üs boşluğu
* Akciğerlerle kalbi içine alan akciğ
er zarı
nın çevrelediğ
i boş
luk, göğ
üs kovuğ
u.

göğ
üs cerrahisi
* Cerrahînin göğ
üs içi organları
yla ilgili dalı
.

göğ
üs çaprazı
* (güreş
te) Karş
ısı
ndakini koltuk altları
ndan çapraz yakalama.

göğ
üs çukuru
* Bkz. göğ
üs boş
luğu.

göğ
üs darlığı
* Solunumu güçleş
tiren hastalı
k.

göğ
üs eti
* Göğüs kı
smı
nda bulunan et.

göğ
üs geçirmek
* üzülerek derinden soluk almak, içini çekmek.

göğ
üs germek
* bir güçlüğe karş
ıkoymak, dayanmak.

göğ
üs göğüse
* Karş
ıkarş
ıya, yüz yüze.

göğ
üs hastalı
ğı
* Göğüs bölgesi ile ilgili hastalı
k.

göğ
üs ingini
* Solunum yolları
nın iltihaplanması
.

göğüs kafesi
* Vücutta omurganı
n, kaburgaları
n ve göğ
üs kemiğ
iyle bunları
saran kasları
n oluş
turduğu yürek ve
akciğ
erleri koruyan boş
luk.

göğ üs kemiği
* Göğsün ön tarafı
nda, üzerine kaburga kı

rdaklarıile köprücük kemiklerinin eklendiğ
i yassıkemik, iman
tahtası.

göğ
üs kovuğu
* Bkz. göğ
üs boş
luğu.

göğ
üs sesi
* Başveya boğ
azdan gelmeyen gür ve açı
k bir biçimde çı
karı
lan ses.

göğ
üs tahtası
* Göğüs kemiğ i.
* Mandolin, gitar, keman veya ut gibi telli çalgı
larda tellerin gerili bulunduğ
u gövde bölümü, çalgı
nın göğ
sü.

göğ
üs vermek
* eziyete, sı

ntı
ya katlanmak, tahammül etmek.

göğ
üsleme
* Göğüslemek iş
i.

göğ
üslemek
* Göğüsle zorlamak.
* Karş
ıdurmak, engel olmak, direnmek.

göğ
üslü
* Göğsü olan.
* Göğsü genişolan.
*İri memeli (kadı
n).

göğ
üslüce
* Biraz iri göğ
üslü.

göğ
üslük
* Genellikle ilkokul öğ
rencilerinin giydiğ
i bir örnek üstlük, önlük.
* Elbisenin kirlenmemesi için göğse takılan önlük veya giyilen bir tür gömlek.

gök
*İ çinde gök cisimlerinin hareket ettiği sonsuz boş luk, uzay, feza.
* Yeryüzü üzerine mavi bir kubbe gibi kapanan boş luk, sema.
* Gökyüzünün, denizin rengi, mavi veya yeş ile çalan mavi.
* Olgunlaş mamı ş
.

gök ada
* Milyonlarca yıldızdan, yı
ldı
z kümelerinden, bulutsu ve gaz bulutları
ndan oluş
muş
, saman yolu gibi
bağı
msı
z uzay adası, galaksi.

gök adası
* Bkz. gök ada.

gök atlası
* Yı
ldı
zları
n gök küresi üzerindeki yerlerini gösteren harita.

gök bilimci
* Gök bilimiyle uğraş
an bilgin, astronom.

gök bilimi
* Gök cisimlerinin konumları nı, hareketlerini, birbirine olan uzaklı
kları
n ölçülmesini, bunları
n fizik ve kimya
bakımı ndan yapı
larınıanlatan bilim, felekiyat, astronomi.

gök bilimsel
* Gök bilimle ilgili, astronomik.

gök cismi
* Gök yüzünde bulunan Güneş
, Ay, gezegenler, kuyruklu yı
ldı
zlar, nebülözler gibi bütün cisimlere verilen
ortak ad.

gök delinmek
* birdenbire çok ve hı
zlı
yağ
mur yağ
mak.

gök doğan
* Kuzey yarı
m kürede yaş
ayan bir tür göçmen kuş(Accipitridae).

gök ekseni
*İki ucu sonsuza uzatı
lmı
ş, olarak düş
ünülen yer ekseni, günlük harekette yı
ldı
zları
n çevresindeki eksen.

gök eş
leği
* Gök eksenine yer merkezinde dik olan düzlemin gök küresiyle ara kesiti.

gök evi
* Gök olayları nıyıldızları
n, Güneş , Ay ve gezegenlerin konumları

, hareketlerini küresel bir kubbe içinde,
çeş
itli araçlarla gösteren yapı, plânetaryum.

gök fiziği
* Yı
ldı
zları
nış
ığı
nıinceleyen, fizik yapı
ları
nıaraş

ran bilim kolu, astrofizik.

gök gözlü
* Gözleri mavi ile açı
k yeş
il arasıolan.
gök gürlemesi
* Şimş
ek çaktı
ktan veya yı
ldı

m düş
tükten önce veya sonra havada duyulan gürültü.

gök gürültüsü
* Gök gürlemesi.

gök güvercin
* Genellikle Avrupa ve yakı
n doğ
uda bahçelik yerlerde yaş
ayan bir tür kuş(Columba oenas).

gök kı
r
* At donları
ndan maviye çalan kı
r.

gök kubbe
* Kubbeye benzemesi bakı
mından gök.

gök kumu
* Gök taş
ları
nda görülen küresel tanecikler.

gök kuş ağı


* Düşmekte olan yağmur damlacı kları
nda güneşı ş
ınları

n kı rılı
p yansı
ması yla gök yüzünde oluş
an yedi
renkli, kemer biçimindeki görüntü, alkı
m, ebe kuşağı, ebem kuşağı
, eleğimsağ ma, hacılar kuşağı
, yağ
mur kuşağı,
alâimisema.

gök kutbu
* Gök ekseninin gök küresini deldiğ
i iki noktadan her biri.

gök küresi
*İç yüzü gökyüzü olarak kabul edilen, yarıçapısonsuza uzanmı
şyer merkezli küre.

gök taş
ı
* Gezegenlerin arası
nda hareket eden, tümüyle gaz durumuna geçmeden yer yüzüne ulaş
an katıcisim,
meteor taşı, meteroit.

gök yakut
* Mavi renkli değ
erli bir korindon türü, safir.

gökçe
* Gökle ilgili, semavî.
* Gök rengi, mavi.
* Güzel.

gökçe yazın
* Edebiyat, yazı
n.

gökçek
* Güzel, sevimli (insan).

gökçül
* Maviye çalan renk, mavimsi.
* Gökle ilgili, semavî.

gökdelen
* Yirmi, otuz veya daha çok katlıyapı
.

gökkandil
* Kendini bilmeyecek kadar sarhoş
.

gökkuzgun
* Gökkuzgunumsular takımı
nın gökkuzgungiller familyası
ndan, baş
ı, kanatlarımavi, boyun ve karnıyeş
il
göçücü kuş(Coracias garrulus).
gökkuzgungiller
* En iyi bilinen türü gökkuzgun olan gökkuzgunumsular takı
mını
n, gökkuzgunlar alt takı
mına giren bir
familya.

gökkuzgunlar
* Kuşlar sı
nıfı
nın, gökkuzgunumsular takı
mına giren bir alt takı
mı.

gökkuzgunumsular
* Gökkuzgunları
, ağ
açkakanları
, çobanaldatanları
, sağanları
içine alan kuş
lar sı
nıfı
ndan bir takı
m.

göklere çı
karmak
* aş
ırıderecede övmek.

göklere çı
kmak
* pek çok yükselmek.

gökmen
* Mavi gözlü (kimse).

göknar
* Bkz. köknar.

göksel
* Gökle ilgili, semavî.

gökte ararken yerde bulmak


* çok güçlükle ele geçirebileceğini sandı
ğış
eyi veya kimseyi birdenbire bulmak.

gökten zembille mi indi


* Tanrı'nı
n özel olarak gönderdiği, saygınlı
k görmesini istediğ
i bir kiş
i mi?.
* uğraşmadan, didinmeden, kendiliğ inden mi türedi?.

göktı
rmalayan
* Gökdelen.

göktı
rmalayı

* Gökdelen.

Göktürk
* VI.-VIII. yüzyı
llarda Moğ
olistan ve Orta Asya'da yaş
amı
şeski bir Türk ulusu ve bu ulustan olan kimse.

Göktürkçe
* Göktürk dili, Orhon Türkçesi.

gökyolu
* Samanyolu, samanuğ
rusu.

gökyüzü
* Göğün görünen yüzeyi, sema.

gökyüzü mavisi
* Açık mavi.

göl
* Oluşmasıgenellikle tektonik, volkanik vb.olaylara bağ
lıolan, toprakla çevrili, derin ve geniş
, tuzlu veya
tuzsuz durgun su örtüsü.
* Yapay su birikintisi.

göl ayağ
ı
* Bir gölün artan suları
nıdenize, baş
ka bir göle veya ı
rmağ
a taş
ıyan akarsu, ayak.

göl baş
ı
* Göle akan çay.

göl kestanesi
* Suda yetiş
en ve meyvesi kestane gibi yenilen bitki (Trapa natans).

göl olmak
* gereksiz olarak bir yerde su toplanmak, göllenmek.

gölalası
* Avrupa ve Anadolu göllerinde yaş
ayan bir tür alabalı
k (Salmo lacus tris).

gölcük
* Küçük göl.

gölcül
* Göllerde, göl kı

ları
nda yetiş
en veya yaş
ayan.

gölek
* Küçük su birikintisi, gölcük.

gölerme
* Gölermek iş
i veya durumu.

gölermek
* Göl durumuna gelmek.
* Hayvanın ipi ayağ
ına ve boynuna dolaş
arak kalkamayacak biçimde yere yı

lmak.

gölet
* Gölek.
*İçinde ham deri ı
slatı
lan taşhavuz.

gölge
* Saydam olmayan bir cisim tarafı ndan ı ş ı
ğı
n engellenmesiyle ı
şı
klıyerde oluş an karanlı
k.
* Güneşı şınları
ndan korunacak yer.
* Ne olduğu anlaş ılamayan karaltı, siluet.
* Resimde bir ş ekli cisimlendirmek için, onun ışık almaması gereken yerlerine vurulan az çok koyu renk.
* Birinin yanından hiç ayrı lmayan kimse.
* Koruma, kayı rma himaye.

gölge balı
ğ ı
* Alabalı
kgillerden, uzunluğu 20-50 cm, sı rt yüzgeci büyük, tatlısu balı
ğı(Thymallus thymallus).
* Gölge balığıgillerden, büyük, eti lezzetli, Atlantik Okyanusu, Akdeniz ve Karadeniz'de yaş ayan bir balı
k,
taşlevreği, minakop (Umbrina cirhosa).

gölge balı
ğıgiller
* Örnek hayvanıgölge balı
ğıolan kemikli balı
klar takı
mı.

gölge düş
mek
* bir ş
ey üzerine karaltıinmek, üzerine gölge gelmek.

gölge düş
ürmek
* bir ş
eyin değ
erini veya ününü azaltacak iş
ler yapmak.

gölge etmek
*ı ş
ığa engel olmak.
* engel olmak.

gölge gibi
* varlı
ğı
nıbelli etmeyen, gizlice.

gölge olay
* Bir olaya katı
lan, fakat ona hiçbir etki yapmayan veya baş
ka bir olay tarafı
ndan var edilerek ona bağlıkalan
olay.

gölge olaycılı
k
* Ruh etkinliğ
inin bilinçli olmadan da var olabileceğ
ini ileri sürerek bilinci, bir gölge olay sayan felsefe
öğretisi.

gölge oyunu
* Geriden ı
şı
kla aydı
nlatı
lmı
şbir perde arkası
nda hareket ettirilen resimlerin gölgelerinden yararlanı
larak
oynatılan oyun.

gölge tiyatrosu
* Saydam bir perde üzerinde, arkadan kuvvetli bir ı
şı
kla aydı
nlatı
lan oyuncuları
n gölgeleriyle yaptı
kları
gösteri.

gölgecil
* Gölgede yetiş
en veya gölgeyi seven.

gölgede bırakmak
* ondan daha üstün bir düzeye yükselmek, ondan çok daha baş
arı
lıolmak.

gölgede kalmak
* adı
sanıpek duyulmamak, ön plâna çı
kamamak, daha az ünlü olmak.

gölgeleme
* Gölgelemek iş
i.

gölgelemek
* Gölgeli duruma getirmek.
* Resimde gölge oluş turmak.
* Bir kimsenin veya bir ş
eyin değerini azaltmak, sönüklük getirmek.

gölgelendirme
* Gölgelendirmek iş
i.

gölgelendirmek
* Gölge etmek, gölgeli yapmak.
* Bulandırmak, bozmak.
* Dinlendirmek.

gölgelenme
* Gölgelenmek iş
i.

gölgelenmek
* Gölgeli duruma girmek.

gölgeleyici
* Gölge veren, gölgeleme iş
ini yapan.

gölgeleyiş
* Gölgelemek iş
i veya biçimi.

gölgeli
* Gölge altında olan.
* Nitelik ve ayrı
ntılarıiyice bilinmeyen.

gölgeli resim
* Gölge ile hacim etkisinin verildiğ
i resim.

gölgelik
* Gölge altı
nda bulunan yer.
* Gölgesinde oturulan tente, çardak gibi herhangi bir ş
ey.
gölgesinden korkmak
* çok korkak olmak, bir sakı
nca söz konusu olmayan iş
lere giriş
mekten bile korkmak.

gölgesine sı
ğınmak
* birinin emri altı
na girmek.

gölgesiz
* Gölgesi olmayan.

gölgeye yatmak
* daha önce elde edilen para, makam, ün vb. sı
ğınarak zaman geçirmek veya bundan yararlanmak.

gölleme
* Göllemek iş
i.

göllemek
* Göl durumuna getirmek.

göllenme
* Göllenmek iş
i.

göllenmek
* Akarsu, çukurlarda birikmek, gölcük olmak.

gölleş
me
* Gölleş
mek durumu.

gölleş
mek
* Göl hâline gelmek.

göllük
* Gölü olan yer.

gölük
* At, eş
ek, beygir, katı
r vb. yük taş
ıyan ve binilen hayvan.

gömeç
* Bkz. gümeç.

gömgök
* Her yanımavi, masmavi.

gömleğ
inden (veya gömlekten) geçirmek
* evlât olarak kabul etmek, evlât edinmek.

gömlek
* Vücudun üst kı smına giyilen ince kollu veya yarım kollu, yakalıgiysi.
* Kadınları
n giydikleri ince kumaş tan yapılmışkolsuz, yakasız iç çamaş ı

, kombinezon.
* Vücudun üst kı smına giyilen iç çamaş ırı
.
* Kitap kapağ ı
na geçirilen kap, kılı
f.
* Göbek, batın.
* Beyaz ışı
k sağlamak için lâmbanı n üzerine geçirilen amyanttan kılıf.
* Basamak, kat, derece.
* Dosya kartonu.
* Memeli hayvanlarda bağı rsaklarıdı ş
tan saran yağ lı
zar.

gömlek değiştirmek
* (yı
lan) üst derisini değiş
tirmek.
* huy veya düş ünce değiş tirmek.

gömlek eskitmek
* hayat sürdürmüşolmak.

gömlekçi
* Gömlek diken veya satan kimse.

gömlekçilik
* Gömlekçinin yaptı
ğıiş
.

gömlekli
* Gömleği olan.

gömleklik
* Gömlek yapmaya elveriş
li (kumaş
).

gömlekliler
* Vücutlarıtorba biçiminde ve yarısaydam, sert bir gömlekle örtülü, denizlerde yaş
ayan bir hayvan sı
nıfı
.

gömleksiz
* Gömleği olmayan.

gömme
* Gömmek iş i.
* Defnetme, tedfin.
* Mayalıveya mayası z, yağlıveya yağsı
z olarak yapı
lan bir tür kül pidesi.
* Güzün veya kı ş
ın ekilen ekin.
* Üzerinde bulunduğ u yüzeyin içine gömülmüşolan.

gömme balkon
* Dışyüzeyden dı
şarıtaş
mayan, evin kullanı
m alanı
içinde kalarak yapı
lmı
şbalkon.

gömme banyo
* Çini veya benzeri bir madde ile kaplanarak gömülü olarak yerleş
tirilmişolan banyo teknesi.

gömme dolap
* Duvarı
n içine yerleş
tirilmişdolap.

gömme kilit
* Gövdesi kapak veya çekmecenin kenarı
na açı
lan yuvaya gömülerek takı
lan kilit.

gömmek
* Toprağı n içine koymak, toprakla örtmek.
* Bir ölüyü toprağın içine yerleştirmek, defnetmek.
* Birinin cenaze törenine katı lmak veya bir cenazeyi kaldı
rmak.
* Bir nesnenin içine yerleştirmek, batı
rmak.
* Birinden daha çok yaş amak.

gömü
* Toprak altı
na gömülerek saklanmı
şpara veya değ
erli ş
eyler, define.

gömük
* Gömülmüşolan, gömülü.

gömüldürük
* Boyunduruğ a geçirilen kı
sa değnek.
* Eyerin geriye kaymamasıiçin atların boyunları
ndan aş
ırı

p kolanları
na bağlanan kayı
ş.

gömülemek
* Para veya değ
erli ş
eyleri toprak altı
na gömerek saklamak.

gömülme
* Gömülmek iş
i.
gömülmek
* Gömmek iş i yapılmak veya gömmek iş
ine konu olmak.
* Yerleşmek, oturtulmak, kendini gömmek.
* Yok olmak, kaybolmak, görünmez olmak.
* Bir ş
eyin derinliğ
ine inmek.

gömültü
* Avcı
nın avı
nıbeklerken içine saklandı
ğıçukur.

gömülü
* Gömülmüşolan, toprak altı
nda saklanmı
şolan, metfun.
* Batmı
ş, kaybolmuşolan.

gömülüş
* Gömülmek iş
i veya biçimi.

gömüş
* Gömmek iş
i veya biçimi.

gömüt
* Mezar, metfen, kabir, makber, sin.

gömütlük
* Mezarlı
k, kabristan, sinlik.

gön
* Tabaklanmışderi.
* Kösele.
* Hayvan derisi.

göncü
* Ham veya iş
lenmişderi satan kimse.
* Ayakkabıtamircisi.

gönç
* Zengin, varlı
klı
.

gönçlük
* Zengin olma durumu.

gönder
* Bayrak çekilen direk.
* Üvendire.
* Kayık ve yelkenli gemilere yön vermeye yarayan, ucunda metal olan ağaç sopa.

gönderi
* Bir yerden bir yere özellikle posta ile gönderilen paket, telgraf, mektup vb.
* Yolcu etme, uğ urlama.

gönderici
* Posta ile paket, telgraf, mektup vb. gönderen kimse.

gönderiliş
* Gönderilmek iş
i veya biçimi.

gönderilme
* Gönderilmek iş
i.

gönderilmek
* Gönderilmek iş
i yapı
lmak veya göndermek iş
ine konu olmak.

gönderiş
* Göndermek iş
i veya biçimi.

gönderli
* Gönderi olan.

gönderme
* Göndermek iş i, irsal.
* (sözlükçülükte) Bir madde baş
ını
işlerken, ilgisi dolayı

yla baş
ka bir madde baş
ına yollama.
* Atıf yapmak işi.

gönderme belgesi
* Bir yere gönderilen eş
yanı
n listesi, irsaliye.

göndermek
* Bir yere doğru yola çı
karmak, yollamak, ulaş
ması
nı, gitmesini sağlamak, irsal etmek.
* Yetki vererek gitmesini sağ
lamak.
* Bir kaynaktan çıkıp gelmek, ulaş
mak.
* Yolcu etmek.

göndertme
* Göndertmek iş
i.

göndertmek
* Göndermek iş
ini yaptı
rmak.

gönen
* Ekilecek toprağın sulandı

lması
.
* Nem, rutubet.
* Nemli (toprak).

gönenç
* Bolluk, rahatlı
k ve varlı
k içinde iyi yaş
ama, refah.

gönençli
* Gönenci, iyi bir hayatıolan, müreffeh.

gönendirilme
* Göndermek iş
i.

gönendirilmek
* Mutluluğ
a kavuş
turulmak.

gönendirme
* Gönendirmek iş
i.

gönendirmek
* Mutluluğ
a, esenliğ
e, huzura kavuş
turmak, sevindirmek, abat etmek.

gönendirtme
* Gönendirtmek iş
i.

gönendirtmek
* Mutluluğ
a, huzura kavuş
ması
nısağ
lamak.

gönenme
* Gönenmek iş
i.

gönenmek
* Mutlu, mesut olmak, rahat bir hayat sürmek, sevinç duymak, sevinmek, abat olmak.

gönlü akmak
* birine karş
ıgüçlü sevgi duymak.
gönlü bol
* Yeterli imkânlardan yoksun olması
na karş
ılı
k cömert, eli açı
k davranmak isteyen.

gönlü bulanmak
* kusacak gibi olmak.
* kuşkulanmak.

gönlü çekmek
* imrenip istemek.

gönlü çelinmek
* güzel sözlere aldanmak, kapı
lmak.

gönlü çökmek
* yaş
ama gücü azalmak, ruhî dengesi bozulmak.

gönlü gani
* Cömert ve gözü tok, gani gönüllü.

gönlü ile oynamak


* birini sever görünüp eğlenmek.

gönlü kalmak
* isteyip de edinemediği bir ş
eyi istemekten vazgeçmemek.
* gücenmek.

gönlü kanmak
* bir iş
le ilgili kaygı
sıkalmamak, mutmain olmak, müsterih olmak.

gönlü kara
* Baş
kaları

n kötülüğ
ünü isteyen.

gönlü kararmak
* dünya zevklerine karş
ıisteği kalmamak.

gönlü kaymak
* sevmeye eğ
imli olmak.

gönlü kı

lmak
* üzülmek, incinmek, yerinmek.

gönlü olmak
* sevip istemek.

gönlü olmak
* razıolmak.

gönlü razıolmamak
* hiç istememek.

gönlü takı
lmak
* bir şeye karş
ıilgi duymak.
* aşk ile sevmeye baş lamak.

gönlü tok
* Zorunlu ihtiyaçlarıkarş
ılanı
nca bununla yetinen, fazla mal ve para istemeyen, müstağni.

gönlü varmamak
* istek duymamak, istememek, çekinmek.

gönlü yaralı
* âş
ık, tutkun, aş
kıkarş
ılı
k görmeyen.

gönlü zengin
*İmkânlarıölçüsünde para ve malı
nıesirgemeden veren.

gönlünce
* Dileğ
ine uygun.

gönlünde kalmak
* çok istediği hâlde ulaş
amamak, elde edememek.

gönlünden geçirmek (veya geçmek)


* bir ş
eyin olmasınıveya bir ş
ey yapmayıistemek; düş
ünmek.

gönlünden kopmak
* kendiliğinden birdenbire vermek.

gönlüne doğ mak


* içine doğ
mak, sezmek, hissetmek.

gönlüne dokunmak
* üzülmek, rahatsı
zlı
k duymak.

gönlüne göre
* dileğine göre, isteğ
ine uygun olarak.

gönlünü çelmek
* kandırmak, yola getirmek, aş
kınıkazanmak.
* kendi yanı
na çekmek, sempatisini kazanmak.

gönlünü düşürmek
* âşık olmak, sevdalanmak.

gönlünü etmek (veya yapmak)


* birini razıve hoş
nut etmek.

gönlünü hoşetmek
* birinin dileğini yerine getirerek onu sevindirmek.

gönlünü kaptı
rmak
* âşı
k olmak.

gönlünü karartmak
* yaşamaya karş
ısevgi ve isteğ
ini azaltmak.

gönlünü pazara çı
karmak
* sevmek için kendine yakı
şanıseçmeyip rastgele birini sevmek.

gönlünü serin tutmak


* sakin, soğ
ukkanlıolmak, hemen heyecanlanmamak.

gönlünü söndürmek
* küstürmek, kı
rmak, incitmek.

gönlünü yaralamak
* incitmek, kı
rmak, üzmek.

gönlünün dümeni bozuk


* isteklerinde, özellikle gönül iş
lerinde tutarlı

k göstermeyen, sı
k sı
k istek değiş
tiren.

gönül
* Sevgi, istek, düş
ünüş
, anma ve hatı
r gibi kalpte var sayı
lan duygu kaynağ
ı.

stek, arzu.

gönül (veya kalp) kırmak (veya yı kmak)


* birini çok üzecek bir davranış
ta bulunmak, gücendirmek.

gönül açmak
* insanı
n iç sı

ntı

nıgidermek, iç açmak.

gönül akı
tmak
* âş
ık olmak, sevmek.

gönül almak (veya gönlünü almak)


* sevindirmek.
* kırı
lan bir kimseyi güzel bir davranı
şla hoş
nut etmek.

gönül avcısı
* Geçici aş
klar arkası
nda koş
an kimse, çapkı
n.

gönül avlamak
* huyunu suyunu yakı
ndan bilerek olumlu davranı
şta bulunmak, tavlamak.

gönül avutmak
* hoş
ça vakit geçirmek .

gönül bağ
ı
* Sevgi bağı
, duygusal iliş
ki.

gönül bağ
lamak
* severek bağ
lanmak, içten sevmek.

gönül belâsı
* Aş
kın verdiğ
i sı

ntı
, dert.

gönül birliğ
i
* Duygusal anlaş
ma.

gönül borcu
* Yapı
lan iyiliğ
e karş
ıkendini borçlu sayma, minnet, minnettarlı
k, ş
ükran.

gönül borçlusu
* Yapı lan iyiliğ
e karş
ıkendini borçlu sayan, minnettar.

gönül bulandırmak
* mide bulandırmak.
* kuşkulandırmak.

gönül çekmek
* sevdalıolmak.

gönül çöküş ü
* Yaşama gücünün yitmesi, ruhî dengenin bozulması
.

gönül darlı
ğı
*İç sı
kıntı

.

gönül dilencisi
* Sevdiğinden ayrı
lmamak için onun her davranı
şı
na katlanan kimse.

gönül eğ
lencisi
*İnsanıoyalayı
p hoş
ça vakit geçirten ş
ey.

gönül eğ
lendirmek
* geçici bir ilgi ve sevgi göstererek hoş
ça vakit geçirmek.

gönül eri
* Hoş
görüsü geniş
, açı
k yürekli, güvenilir kimse, rint, ehlidil.

gönül ferahlığı
*İ ç rahatlı
ğı
, dertsizlik.

gönül ferman dinlemez


* gönül sevdiğ
inden asla vazgeçmez.

gönül gezdirmek
* seçmek için aklı
ndan birçok ş
eyleri geçirmek.

gönül hoş
luğu
* Hiçbir baskı
nın etkisi altı
nda olmaksı

n, severek isteyerek.

gönül indirmek
* kendisine yakı
ştı
ramadı
ğıbir ş
eye razıolmak.

gönül kimi severse güzel odur


* güzellik anlayı
şı
nın kiş
iden kiş
iye değiş
tiğ
ini anlatı
r.

gönül kocamamak
* ruhen dinç kalmak.

gönül koymak
* gücenmek, alı
nmak, darı
lmak.

gönül maskarası
* Sevda yüzünden gülünç durumlara düş
müşkimse.

gönül meselesi
* Aş k yüzünden ortaya çı
kan sorun, aş
k derdi.

gönül okş
amak
* birini hoşbir söz veya davranı
şla sevindirmek, iltifat etmek.

gönül okş
ayıcı
* Hoşa giden.

gönül rahatlığı
*İ ç rahatlı
ğıiç huzuru başdinçliği, huzur.

gönül rı
zası
*İsteyerek, içinden gelerek.

gönül tokluğu
* Doygunluk, istiğ
na.

gönül uğrusu
* Gönül almayıbilen kimse.

gönül vermek (veya bağ lamak)


* sevmek, âş
ık olmak.

gönül yakmak
* insanıaşırıderecede etkilemek, sarsmak, kendinden geçmesine yol açmak.
* aşk dolayısı
yla iç yangı
nına tutulmak.

gönül yarası
* Bir kimseyi derin üzüntü içinde bı
rakan acı
; gönül belâsı
.
gönül yı
kmak
* birini çok üzecek bir davranı
şta bulunmak, gücendirmek, gönül kı
rmak.

gönüldaş
* Duygularıaynıolanlardan her biri, candan dost.

gönülden çıkarmak
* sevmez veya anmaz olmak.

gönülden çıkarmamak
* sevilen kimseyi hiç unutmamak.

gönülden ı
rak olmak
* sevilmekten yoksun kalmak, sevilmemek.

gönüllenme
* Gönüllenmek iş
i veya durumu.

gönüllenmek
* Gücenmek, darı
lmak, alı
nmak.

gönüllü
* Ağır veya tehlikeli bir iş
i yapmayıhiçbir yükümü yokken isteyerek üstlenen.
* Çok istekli.
* Seven kimse veya sevgili.

gönüllü gönülsüz
* Yarıistekli yarı
isteksiz olarak.

gönüllüce
* Biraz gönüllü.

gönüllülük
* Gönüllü olma durumu.

gönülsüz
* Gönlü olmayan, isteksiz, istemeyerek.

gönülsüzce
*İ steksiz bir biçimde istemeyerek.

gönülsüzlük
* Bir iş
i istemeyerek yapma, isteksizlik.

gönye
* Dik açı
larıölçmeye ve çizmeye yarayan dik üçgen biçiminde araç.

gönyeleme
* Gönyelemek iş
i.

gönyelemek
* Gönye ile ölçmek.

gör (veya görürsün)


* (tehdit yollu) anla, gör.

gör bak
* "görürsün, göreceksin" anlamı
nda kullanı

r.

gördek
* Acıbalı
k.
gördürme
* Gördürmek iş
i veya durumu.

gördürmek
* Görmek iş ini yaptırmak.
* Bir iş
i baş
kası na yaptı
rmak.

göre
* (bir şeye) Uygun olarak, bir ş
ey uyarı
nca, gereğince.
* Bakı lı
rsa, hesaba katı

rsa, göz önünde tutulunca, nazaran.
* Sorulursa.

göre
* uygun, elveriş
li, için.

görece
* (bir ş
eye) Göre olan, varlı
ğıbaş ka bir ş
eyin varlı
ğı
na bağ
lıolan, kesin olmayı
p kiş
iden kiş
iye, zamandan
zamana, yerden yere değişebilen, bağıl, izaf.

görececilik
* Görecilik.

göreceğ
i gelmek (veya göresi gelmek)
* görmek isteğini duymak, özlemle görmek istemek, özlemek.

göreceli

zafî, bağ
ıntı

, bağlı
.

görecelik
* Görece olma durumu.

görecilik
* Bağ
ıntı


k, izafiye, rölâtivizm.

göreli
* Bağ
ıntı

, izaf, nisp, rölâtif.

görelik
* Bağ
ıntı
, izafet.

görelilik
* Bağ
ıntı

k, bağ


k, izafiyet, rölâtivite.

görenek
* Bir ş
eyi eskiden beri görüldüğü gibi yapma alı
şkanlı
ğı
.

görenekçi
* Göreneklere bağlı(kimse).

görenekçilik
* Göreneklere bağlı

k.

görenekli
* Göreneklerine bağ
lıgöreneğ
i olan.

göreneksel
* Görenekle ilgili.

göreneksiz
* Göreneğ
i olmayan.
göreneksizlik
* Göreneksiz olma durumu.

göresime
* Göresimek iş
i.

göresimek
* Göreceği gelmek, görmek isteğ
i duymak, özlemek.

görev
* Bir nesne veya bir kimsenin yaptı ğı iş; işgörme yetisi, fonksiyon.
* Resmî iş, vazife.
* Bir organ veya hücrenin yaptı ğıiş.
* Bir cümlede bir dil biriminin öbür birimlerle ilişkisi aracılı
ğıyla yerine getirdiğ
i iş
.
* Bir değerin baş ka değerlerle olan ilişkisi.

görev almak
* bir görevde bulunmak, bir görevi üstlenmek.

görevcilik

şlevcilik.

görevdaş
* Birlikte görev yapan; aynıgörevi yapan.

görevdaş
lık
* Bir görevin yerine getirilmesi için birkaç organı
n birlikte çalı
şmasıdurumu, sinerji.

görevden alı
nmak
* bulunduğ
u görevden çı
karı
lmak, iş
ine son verilmek, azlolunmak.
* bulunduğ
u makamdan daha az yetkisi olan bir baş
ka makama atanmak.

görevden almak
* bir görevliyi iş
inden ayı

p açı
kta bı
rakmak, çı
karmak, azletmek.

görevden ayrı
lmak
* yapmakta olduğ
u iş
i bı
rakmak.

görevden uzaklaş

rmak
* yapmakta olduğ
u görevi üzerinden almak.

görevlendirilme
* Görevlendirilmek iş
i.

görevlendirilmek
* Görev verilmek, tavzif edilmek.

görevlendirme
* Görevlendirmek iş
i.

görevlendirmek
* Birine bir görev vermek, vazifelendirmek, tavzif etmek.

görevlenme
* Görevlenmek iş
i veya durumu.

görevlenmek
* Görev almak.

görevli
* Görevi olan, vazifeli.
* Resmî görevi olan kimse, memur.
görevlilik
* Görevli olma durumu, memurluk.
* Resmî iş.

görevsel
* Göreve iliş
kin, görevle ilgili.

görevsel dil bilimi


* Kelimeleri cümle içinde yüklendikleri görev bakı
mından inceleyen dil bilimi.

görevselcilik
*İ şlevcilik.

görevsiz
* Bir görevi bulunmayan.

görevsizlik
* Bir görevi bulunmama durumu.

göreyim seni
* senden baş arılısonuçlar bekliyorum.
* (tehdit yollu) sen bunu yaparsan karş ı

ğı
nıda görürsün!.

görgü
* Bir toplum içinde var olan ve uyulmasıgereken saygıve incelik kuralları , terbiye.
* Bir kimsenin, karşı
laştığıve kişiliğ
i üzerinde olumlu etki yapan deneysel bilgi, deneyim.
* Görmüşolma durumu.

görgü fukarası
* Görgüsü az veya iyi olmayan (kimse).

görgü kuralları
* Bir toplumda veya toplulukta, davranı
şları
n dı
şbiçimlerini denetlemeye yönelik olan kuralları
n bütünü,
adabımuaş eret.

görgü tanığı
* Tanı
klı
ğı
, olay görmüşolması
na dayanan tanı
k.

görgücülük
* Deneycilik.

görgülenme
* Görgülenmek iş
i veya durumu.

görgülenmek
* Görgülü duruma gelmek.

görgülü
* Görgüsü olan.

görgülüce
* Görgülü bir biçimde (olan).

görgüsüz
* Görgüsü olmayan.

görgüsüzce
* Görgüsüz bir biçimde (olan).

görgüsüzlük
* Görgüsüz olma durumu veya görgüsüzce davranı
ş.
görk
* Güzellik, gösteriş
.

görkem
* Göz alı
cıve gösteriş
li olma durumu, debdebe, ihtiş
am, tantana, haş
met.

görkemli
* Göz alıcıve gösteriş li, haşmetli, muhteş
em, anı
tsal.
*İri yapı
lı, iyice serpilmiş .

görklü
* Güzel, gösteriş
li.

görme
* Görmek iş
i, rüyet.

görme açı

* Bir cismin iki ucundan gelen ı
şı
nları
gözün görme merkezinde meydana getirdiğ
i açı
.

görme gözesi
* Petek gözü oluş
turan çok sayı
da hücreden her biri, ommatidyum.

görme hücresi
* Görme gözesi.

görme işitsel eğ itim


* Bası lıeğ itim gereçlerinin yanı
nda daha çok görme ve iş
itme duyuları
na yönelik gereçlerden yararlanı
larak
yapı
lan eğ itim.

görme!
* aş
ırı

k anlatı
r.

görmece
* Görmek ş
artı
yla.

görmediğe dönmek (veya görmemiş e dönmek)


* tam bir sağlı
ğa kavuş
mak.
* başı
ndan geçmemişgibi olmak.

görmek
* Göz yardı mıyla bir şeyin varlı
ğ ı
nıalgı lamak, seçmek.
* Anlamak, kavramak, sezmek.
* Yanı na gidip konuş mak.
* Bir şey hakkı nda bir yargı ya varmak, değ erlendirmek.
* Belirli bir zamanı n içinde bir olaya tanı k olmak, yaşamak; izlemek.
* Yapmak, etmek.
* Kendisine yapı lmak, bir davranı şla karşılaş mak, maruz kalmak.
* Almak.
* Bir şeye eriş mek.
* Çok değer vermek.
* Bir işleme uğramak.
* (yer için) Yüzü bir yöne doğru olmak, bakmak.
* Ziyaret etmek.
* Karş ılaşmak, rastlaş mak.
* Gözlerin görmediği durumlarda baş ka duyu organları yla algı
lamak.
* Sahne olmak, geçirmek.
* (olumsuz) Bir iş in hiç yapılmadı ğını belirtir.
* Saymak, herhangi bir ş ey gibi görmek.
* Gezmek.
* Vermek.
* Karş ıoyuncunun yapacağı vuruş u önceden kestirip ona göre durum almak.
görmemezliğe gelmek
* görmemişgibi davranmak.

görmemezlik
* Görmezlik.

görmemezlikten gelmek
* görmemişgibi davranmak, aldı
rmamak.

görmemiş
* Birdenbire ulaş

ğıiyi duruma uymayan, görgüsüzce davranan.

görmemişin oğlu olmuş(çekmiş


, çükünü koparmı ş)
* görgüsüz kimse ummadı ğıbir ş
eye eriş
ince ne yapacağı
nış
aşı

r.

görmemişlik
* Görmemişolma durumu veya görmemiş
çe davranı
ş.

görmez
* Görme yetisi olmayan (kimse), kör, âmâ.

görmezden gelmek
* görmemişgibi yapmak, farkı
nda değilmiş
cesine davranmak.

görmezlik
* Görmemişgibi davranma.

görmezlikten gelmek
* görmemişgibi davranmak.

görmüşgeçirmiş
* görgülü, geçmiş
te iyi günler yaş
amı
ş, gün görmüş
, tecrübeli.

görmüş
lük
* Bir ş
eyi görmüşolma durumu.

görmüş
lük duygusu
* Kişinin, yeni bir yaş
antı
yıeskiden de yaş
amı
şolduğ
u yolundaki duygusu.

görsel
* Görme ile, görme duyusuyla ilgili, görmeye dayanan.

görsel etkileme
* Görme yoluyla etkilenme yöntemi.

görsel iş
itsel
* Görme ve iş
itme duyuları
yla ilgili olan, odyovizüel.

görsel iş
itsel çağ
rış
ım
* Görme ve iş
itme duyuları
na dayalıolarak oluş
an çağ
rış
ım.

görsel işitsel eğitim


* Basılıeğ itim gereçlerinin yanı
nda daha çok görme ve iş
itme duyuları
na yönelik gereçlerden yararlanı
larak
yapılan eğ itim.

görsel sanatlar
* Resim, oymacı

k, heykelcilik, mimarlı
k gibi sanatlar, plâstik sanatlar.

görü
* Görme yetisi.
* Bir yerin çevreyi görme özelliği, nezaret.
* Dolaysı
z kavrama, birden kavrama.

görücü
* Evlenmek isteyen erkek için kı
z görmeye giden kimse, dünür.

görücü gitmek
* evlenecek erkek için kı
z görmeye gitmek.

görücülük
* Görücünün yaptı
ğıiş
.

görücüye çıkmak
* (evlenmesi söz konusu olan kı
z) görücüye görünmek.

görülme
* Görülmek iş
i.

görülmek
* Göz yardı mıyla bir ş
ey, bir varlı
k algı
lanmak, seçilmek.
* Gereken işyapı lmı şolmak.
* Bir ş
eyin bulunduğ u anlaşılmak, karşılaş
ılmak, rastlanmak.

görülmemiş
* O güne kadar karş
ılaş
ılmamı
ş,ş
aşı
lacak nitelikte olan.

görüm
* Görme yetisi.

görümce
* Bir kadı
na göre kocanı
n kı
z kardeş
i.

görümcelik
* Görümce olma durumu.

görümcelik yapmak (veya etmek)


* (görümce) geline kötü davranmak.

görümlük
* Yalnız görülmek için konulan nesne.
* Nişanlanan kıza, ilk kez görmeye gidildiğinde erkek tarafı
ndan takı
lan veya verilen armağ
an.

görümsetme
* Sinema filmlerinden kesilmişbölüm.
* Ekrandaki müzik programları nda arka zemin olarak hazı
rlanmı
şgörüntüler, klip.

göründü Sivas'ı
n bağları
* umutla beklenen sonuç ters yönde geliş
ti.

görünen köy kı lavuz istemez


* belli gerçekler karş
ısı
nda duraksamak yersizdir.

görüngü
* Duyularla algı
lanabilen her ş
ey, fenomen.

görüngü bilimi
* Algı lanan görüngeler öğretisi, olay bilimi, fenomenoloji.

görüngücülük
* Gerçek olanı
n yalnı
zca görüngüler olduğunu öne süren görüş
, olaycı

k, fenomenizm.

görünme
* Görünmek iş
i.
görünmek
* Görülür duruma gelmek, görülür olmak.
*İ zlenim uyandı
rmak.
* Benzemek, görünüşünde olmak.
* Azarlamak.

görünmez
* Görünmeyen, beklenmeyen.

görünmez kaza
* Hiç umulmadı
k zamanda, umulmadı
k biçimde olan kaza.

görünmez olmak
* gözden kaybolmak.

görüntü
* Gerçekte var olmadı ğıhâlde varmı şgibi görünen ş ey, hayalet.
* Herhangi bir nesnenin mercek, ayna gibi araçlarla oluş turulan biçimi; herhangi bir nesnenin bazıışı
k
olaylarısonucu elde edilen biçimi, hayal.
* Bir film üzerinde sı
ralanmı şresimlerin gösterici yardımı yla görüntülüğ e art arda düşürülmesi sonunda
hareketin yeniden kurulması yla ortaya çı kan görünüş ; görüntülük üzerindeki hareketli resimler bütünü.
* Sayı doğrusu üzerinde bir sayı ya karşıgelen nokta.
* Manzara.

görüntüleme
* Görüntülemek iş
i.

görüntülemek
* Belirli bir konuyu buna en yakı
n görüntüler içinde tasarlamak, yaratmak, gerçekleş
tirmek.

görüntüleyici
* Görüntülemeyi sağlayan alet.

görüntülük
* Ekran.

görüntüsel
* Görüntüye dayanan.

görünüm
* Bir şeyin dı
ştan bakı
lınca görünen biçimi, görünme durumu, manzara.
* Fiil kavramları
nda oluşbiçimi: Atı
ldıatılacak, düş
tü düş
ecek, gelmişolmak, gidecek olmak gibi.

görünümlü
* Görünümü olan.

görünür
* Görünen, gözle görülebilen.
* Belli, apaçı
k göze çarpan.

görünürde
* Dı
ştan bakı
nca, görünüş
e göre, ortada, meydanda.

görünürlerde
* Ortalı
kta, meydanda.

görünürlük
* Görülebilen bir ş
eyin niteliğ
i.

görünüş
* Gözün ilk bakı
şta veya zihnin dolaysı
z olarak algı
ladı
ğış
ey.
* Gerçeğe uymayan dı şgörüntü, zevahir.
* Bulunulan bir yerden görülebilen alan, manzara.
* Fiillerin belirttiğ
i olu ş
ları
n süresi, geliş
mesi ve bitmesiyle ilgili bütün biçimleri kapsayan gramer kategorisi.

görünüşalmak
* gibi, benzer görünmek.

görünüş
te
* Dı
ştan göründüğ
üne göre, görünene inanmak gerekirse, görünene bakı

rsa.

görünüş
ü kurtarmak
* Bkz. zevahiri kurtarmak.

görüp göreceği rahmet bu


* göreceğ i iyiliğin bütünü, göreceğ
i tek iyilik.

görüp gözetmek
* korumak, yardı
m etmek, mukayyet olmak.

görüş
* Gözle bir ş eyi algı
lama yetisi.
* Bir olay, varlı
k veya düş ünce üzerinde varı
lan yargı
, fikir.
* (ceza evi, hastahane için) Ziyaret.

görüşaçı

* Bir ş
eyi görebilme alanı
.
* Bakışaçı sı
.

görüşayrı
lığı
* Bir görüşveya düş
üncede farklıdeğ
erlendirmede bulunma, farklı
düş
ünme.

görüşbildirmek
* bir konuda elde edilen düş
ünce ve tecrübeleri vermek.

görüşbirliği
* Aynıgörüşve düş
üncede olma.

görüşsahibi
* Görüşveya düş
ünce ileriye süren kimse.

görüştarzı
* Düş
ünceleri açı
klama biçimi.

görüş
me
* Görüş
mek iş
i, mülâkat, müzakere.

görüş
me yapmak
* tartı
şmak, müzakere etmek.

görüş
meci
* Görüş
meye giden kimse.

görüş
mek
* Buluş up konuş mak, konuş up sohbet etmek.
* Dostluk, ahbaplı k etmek.
* Bir iş
, bir konu üzerinde karş
ılı
klıdüşünceleri ileri sürmek, müzakere etmek.

görüş
türme
* Görüş
türmek iş
i.

görüş
türmek
* Görüş
melerini sağ
lamak.
görüş
türülme
* Görüş
türülmek iş
i veya durumu.

görüş
türülmek
* Görüş
meleri sağlanmak.

görüş
ülme
* Görüş
ülmek iş
i veya biçimi.

görüş
ülmek
* Görüşmek iş i yapılmak, müzakere edilmek.
* Herhangi biriyle görüş
mek.

göstere göstere
* Açı k açı
k, alenen.

gösteren
* Gösterilenle birleş
erek göstergeyi oluş
turan ses veya sesler bütünü.

gösterge
* Bir şeyi belirtmeye yarayan ş ey, belirti, im, iş
aret.
* Bir aracın işlemesiyle ilgili bazı ölçümlerin sonucunu kendiliğinden gösteren araç, indikatör.
* Bir durum ile ilgili çeşitli aşamalarıgösteren liste.
* Anlamla, biçimin, gösterenle gösterilenin kaynaş ması
ndan oluş
an dil birimi, belirtke.

gösterge bilimi
*İ letiş
im amacı
yla kullanılan her türlü gösterge dizgesinin yapı

nı, işleyiş
ini inceleyen bilim, im bilimi,
semiyoloji, semiyotik.
* (matematiksel mantı kta) Göstergelerin dildeki kullanımlarıveya dille uygulanması .

gösteri
*İ lgi, dikkat çekmek için, bir topluluk önünde gösterilen beceri veya oyun.
* Bir istek veya karşıgörüş ün, halkı n ilgisini çekecek biçimde topluca ve açı
kça yapılması, nümayiş
.
* Sinema veya tiyatroda film, oyun gösterme iş i.
* Birinin veya bir topluluğ un kendi duygusunu gösteren sözü veya davranı şı
, tezahürat.

gösteri adamı
* Gösterici.

gösteri yürüyüş ü
* Bir topluluğun duyguları
nıdile getirmek için ana yollar ve alanlarda yürüyerek yapı
lan gösteri.

gösterici
* Gösterme özelliği bulunan.
* Gösteri yapan, nümayiş çi.
* Fotoğraf, film vb. ni bir yüzeye yansı
tmaya yarayan araç, projektör.

gösterilen
* Göstergenin kavram yönü, gösterenle birleş
erek göstergeyi oluş
turan içerik.

gösteriliş
* Gösterilmek iş
i veya biçimi.

gösterilme
* Gösterilmek iş
i.

gösterilmek
* Görülmesi sağ
lanmak.

gösterim
* Görüntülerin gösterici yardı
mıyla bir yüzeye yansı

lması
işi, projeksiyon.
* Sinema, tiyatro, konser gibi sanat dalları
nda verilen gösterilerden her biri, seans.

gösteriş
* Gösterme işi veya biçimi.
* Baş
kalarınıaldatmak, ş aşı
rtmak, korkutmak veya kendini beğ
endirmek için birinin yaptı
ğıyapay davranı
ş.
* Göze çarpıcınitelik, göz alı


k.

gösterişyapmak
* baş
kaları
nıaldatmak, ş
aşı
rtmak, korkutmak veya kendini beğ
endirmek için yapay davranmak.

gösteriş
çi
* Gösterişyapması
nıseven, gösterişamacıgüden.

gösteriş
çilik
* Gösteriş
çi olma durumu.

gösteriş
e kaçmak
* gösterişyapmaya baş
lamak.

gösteriş
li
* Gösteriş
i olan, göz alı

, görkemli, saltanatlı
.

gösteriş
lice
* Biraz gösteriş
li, oldukça gösteriş
li.

gösteriş
lilik
* Gösteriş
li olma durumu.

gösteriş
siz
* Gösterişi olmayan, mütevazı
.
* Gösterişyapmayan.

gösteriş
sizce
* Biraz gösteriş
siz.

gösteriş
sizlik
* Gösteriş
siz olma durumu, sadelik, tevazu.

gösterme
* Göstermek iş i.
* Teş
hir, sergileme.

gösterme hakkı
* Sinema, tiyatro, konser gibi görsel sanatlarda telif hakkı
.

gösterme parmağ ı
* Elde başparmaktan sonraki parmak, iş
aret parmağı
,şahadet parmağ
ı.

gösterme sı
fatı
* Bir cismi gösterme yoluyla belirten sı
fat, iş
aret sı
fatı
: Bu kitap, ş
u adam, o çocuk gibi.

gösterme zamiri
* Varlıkları
n yerini, iş
aret yoluyla belirten zamir, iş
aret zamiri.

gösterme zarfı
* Bir fiilin, bir ismin veya bir zarfı
n anlamı
nıgösterme yoluyla sı
nırlayan zarf: İ
şte geldik. Ta uzaklara gitti
gibi.

göstermeci
* Cinsel organları
nıgösteren ruh hastası
, ut açı

, teş
hirci.

göstermecilik
* Cinsel organları
nıgösterme biçiminde görülen ruhî sapı
klı
k, ut açı


k, teş
hircilik.
* Kendini üstün gösterme çabası.

göstermek
* Görülmesini sağlamak, görmesine yol açmak.
* Birini veya bir ş eyi iş
aretle belirtmek.
* Belirtmek, anlatmak.
* Bir şeyin etkisi altında tutulmak.
* Kanı tla inandırmak.
* Öğretmek, açı klamak.
* Yapması nısöylemek, görevlendirmek.
* Güzelliğini ortaya çı karmak, temsil etmek.
* Herhangi bir biçimde değ erlendirmeye yol açmak.
* Sert bir biçimde karş ılı
k vermek.
* Görünmek, benzemek.
* Etmek.

göstermelik
* Bir bütünün niteliğini anlatmak için bütünden ayrı

p verilen parça, örnek, numune, mostralı
k.
* Gösterişi olan.
* Gösterişiçin yapılan.

göstertme
* Göstertmek iş
i.

göstertmek
* Göstermek iş
ini yaptı
rmak.

göt
* Anüs.
* Alt taraf, dip.
* Kaba et, kı ç, popo.
* Güç veya yüreklilik.

götten bacaklı
* kı
sa boylu.

götün götün
* Geri geri, kı
çı
n kı
çı
n.

götürme
* Götürmek iş
i.

götürmek
* Taş ımak, ulaştırmak veya koymak.
* Bir kimseyi bir yere kadar yanında yürütmek.
* Bir şeyi yakından uzağ a götürmek.
* Yerinden ayı rıp uzağa atmak veya yok etmek.
* Öldürmek.
* Dayanmak, katlanmak, tahammül etmek.
* Birinin yanında yürüyüp ona bir yere kadar arkadaş

k etmek.
* Bir sonuca vardı rmak.
* Güvenlik görevlileri tarafından yakalanmak.
* Kaybolması na, yok olması na yol açmak.
* Yok olması na sebep olmak, ifna etmek.
* Tümüyle sahip olmak.

götürtme
* Götürtmek iş
i.

götürtmek
* Götürülmesini sağ
lamak.
götürü
* Toptan, olduğ
u gibi.

götürü iş
* Toptan yapı
lan iş
.

götürü pazarlık
* Bir iş
in bütünü ile ilgili olarak fiyatıüzerinde anlaş
ma.

götürü tur
* Fiyatı
, ulaş
ım, otel, gezi vb. hizmetlerin tamamı
nıveya büyük bir bölümünü kapsayan tur.

götürücü
* Götüren, yönelten.

götürülme
* Götürülmek iş
i.

götürülmek
* Götürmek iş
i yapı
lmak veya götürmek iş
ine konu olmak.

götürüm
* Dayanma, sabı
r, tahammül.

götürümlü
* Götürümü çok olan, sabı
rlı
, mütehammil.

götürümsüz
* Götürümü az olan.

götürüş
* Götürmek iş
i veya biçimi.

gövde
* Bir şeyin asıl toplu bölümü.
*İ nsan bedeni.
* Hayvanlarda baş , ayak ve kuyruktan, ağaçlarda kök ve dallardan geri kalan bölüm.
* (kasaplıkta) Kesilmişhayvanı n, sakatatlarıalı
ndıktan sonraki durumu.
* Köklere yapı m eklerinin getirilmesiyle ortaya çı
kan türev.

gövde gösterisi
* Aynıamaçta birleş
enlerin güçlerini göstermek için büyük bir kalabalı
kla yaptı
klarıgösteri.

gövdelenme
* Gövdelenmek iş
i.

gövdelenmek
* Gövde oluş mak.
* (gövde için) Kalınlaş
mak, belirgin duruma gelmek.

gövdeli

ri yapı

.

gövdesel
* Gövde ile ilgili.

gövdesiz
* Gövdesi olmayan.
* Görünürde gövdesi olmayan.

gövdesizlik
* Gövdesi olmama durumu.

gövdeye atmak (veya indirmek)


* oburca yemek.

gövek
* Cevizin yeş
il kabuğ
u.

gövel
* Yeş
il baş
lı(ördek).

gövem
* Sı
ğı
rlara dadanan zar kanatlıbir tür sinek.

gövem eriği
* Bkz. akdiken.

göveri
* Yeş
illik, göverti, sebze, zerzevat.

göveriş
* Gövermek iş
i veya biçimi.

göverme
* Gövermek iş
i.

gövermek
* Yeş
ermek.
* Morarmak.

göverti
* Göveri, sebze, zerzevat.

göymek
* Yakmak.

göynük
* Yanı k.
* Orman yakı larak açı lan tarla.
* Güneş te yanmı ş
.
*İ yice olmuş(yemiş ).
* Acı sıolan, elemli.

göynüme
* Göynümek durumu.

göynümek
* Dertlenmek, üzülmek, içlenmek.
* Ham meyve olgunlaşmak.

göyük
* Yanık, yanmı ş .
* Hastalık ateş
i, humma.

göyünme
* Göyünmek iş
i.

göyünmek
* Bkz. göynümek.

göz
* Görme organı
.
* (bazıdeyimlerde) Görme ve bakma.
*İ yi veya kötü nitelikler, tutkular, duygular anlatan bakış.
* Bakı ş, görüş .
* Suyun topraktan kaynadı ğıyer, kaynak.
* Delik, boş luk.
*İ çine girilen, öteberi konulan, bölümleri olan bir ş eyin her bölmesi.
* Çekme, çekmecelerin her biri.
* Terazi kefesi.
* Kı skançlı k veya hayranlı kla bakıldığı
nda bir şeye kötülük verdiğine inanı
lan uğ
ursuzluk, nazar.
* Sevgi, ilgi, gönül bağlantı sı
.
* Ağacı n tomurcuk veren yerlerinden her biri.
* Bölüm, hane.
* Bazıyaraları n uç bölümü.

göz açamamak
* yoğ
un iş
ler yüzünden bir ş
eyle ilgilenme imkânıbulamamak.

göz açı
p kapayıncaya kadar
* çok kı
sa bir zamanda.

göz açtı
rmamak
* baş
ka bir işyapması
na vakit veya imkân vermemek.

göz akı
* Göz yuvarı
nın dı
şı
nısaran, katı
lgan dokudan oluş
muş
, dayanı
klıbeyaz çeper.

göz alabildiğine
* gözün görebileceği en uzak yerlere kadar.

göz alı

* Güzelliği ile ilgi çeken, alı
mlı
, göze çarpan.

göz almak
* güzelliği ile dikkati çekmek; göz kamaş

rmak.

göz altıkremi
* Gözaltımorlukları
nı, torbalanmaları
nıgideren bir krem türü.

göz ardıetmek
* gereken önemi vermemek.

göz aş
ısı
* Dal üzerindeki gözelere yapı
labilen ağ
aç aş
ısı
.

göz aş
inalı
ğı
* Uzaktan zaman zaman görmekten ileri gitmemiştanı
şı
klı
k.

göz atmak
* kı
saca bakı
vermek.

göz aydı
na gelmek (gitmek)
* birine kavuş
tuğu sevindirici bir durum dolayı

yla "gözün aydı
n" demeye gitmek.

göz bağ

* Göz bağı
yapan kimse, illüzyonist.

göz bağ
cılı
k
* Gözü aldatmak amacı yla özel olarak hazı
rlanmı
şaraçlarla göz bağı
yapma sanatı
, illüzyonizm.
* El çabukluğ
u ile göz boyama.

göz bağ
ı
* El çabukluğ
u ve ustalı
kla gerçekte olmayan bir ş
eyi oluyor gibi gösterme iş
i.
* Aklıve duyguları
yanı
ltan sebep.

göz bankası
* Gerektikçe başkaları
na aktarı
lmak için ölümlerinden hemen sonra gönüllülerin gözündeki saydam
tabakanın alı

p saklandı ğ
ıgöz kliniği.

göz banyosu
* Göz hastalı
kları

n iyileş
tirilmesi için yapı
lan banyo.
* Hoşlanarak kadı
nlara bakma.

göz bebeği
* Iş
ığı
n azlığına veya çokluğuna göre büyüyüp küçülen, gözde irisin ortası
ndaki yuvarlak delik.
* Çok sevilen, önem verilen (kimse vb.).

göz bilimi
* Gözün yapı

nın, çalı
şması

n ve hastalı
kları
nın incelendiğ
i hekimlik dalı
, oftalmoloji.

göz boncuğu
* Nazar değ
mesin diye takı
lan göz biçimindeki boncuk nazar boncuğ
u.

göz boyamacılık
* göz boyamak iş
i.

göz boyamak
* kandı
rmak, yanı
ltmak; gösteriş
le aldatmak.

göz değ
mek
* uğursuzluk, kötülük getirdiğ
ine inanı
lan kı
skanç veya hayran bakı
şlar dolayı

yla kötü bir duruma düş
mek.

göz demiri
* Gemilerin baştarafı
nda bulunan, her zaman kullanı
lan büyük çapa.

göz dikeğ
i
* Pek çok istenerek üzerine düş
ülen ş
ey.

göz dikmek
* bir ş
eyi ele geçirmek isteğine kapı
lmak.

göz diş
i
* Üst çenedeki köpek diş
lerinden her biri.

göz doldurmak
* görünüş
ü ile umulduğundan çok etkilemek.

göz doyurmak
* (bir ş
ey) gözü, görünüş
ü ile umulduğundan çok etkilemek.

göz emeğ
i
* Gözü çok yoran ince iş
.

göz erimi
* Ufuk.

göz etçiği
* Gözün iç açı

ndaki kı
rmı
zıçı

ntı
.

göz etmek
* gözle iş
aret etmek.

göz evi
* Bkz. göz yuvası
.
göz gezdirmek
* derinlemesine incelemeden okumak.
* bir yeri, bir ş
eyi çabucak incelemek.

göz göre göre


* belli ve apaçı
k olarak, herkesin gözü önünde.

göz görmeyince gönül katlanı


r
* yakı
nımızda bulunmayanları
n özlemine, acı

na daha kolay dayanabiliriz.

göz göz
* üzerinde birçok göz (delik) bulunan.
* oda oda.

göz göz olmak


* üzerinde birçok göz (delik) oluş
mak veya bulunmak.

göz göze
* Bakı
şlarıkarş
ılaş
arak.

göz göze gelmek


* her iki tarafı
n bakı
şlarıkarş
ılaş
mak.

göz gözü görmemek


* yoğun sis, duman, toz gibi sebeplerle hiçbir ş
ey görülememek.

göz hakkı
* Görülüp de imrenilebilecek yiyeceklerden, görenlere çı
karı
lan pay.

göz hapsi
* Bir kimseye bulunduğu yerden ayrı
lmamasıbiçiminde verilen ceza.

göz hapsine almak


* bakış
ları
nıüzerinden ayı
rmamak, gözetlemek, hiçbir davranı
şı
nıgözden kaçı
rmamak.

göz kadehi
* Göz banyosu için kullanı
lan kadeh biçimindeki kap.

göz kamaştı


* muhteş
em, çok güzel, parlak, görkemli.

göz kamaştırmak
* kuvvetli ışık veya parlaklı
k, kı
sa bir zaman için görüş
ü bulandı
rmak.
* bir niteliğ
iyle hayran bırakmak.

göz kapağı
* Göz yuvarları
nın önünde bulunan, birbirine yaklaş
arak gözü örten, kenarları
nda kirpikler bulunan
koruyucu organ.

göz kararı
* Ölçü veya tartıile değil, gözle oranlanarak belirlenen miktar.

göz kaşsüzmek
* dikkatle ve hissettirmeden bakı
şlarla kontrol altı
nda tutmak.

göz kesesi
* Gözlerin hemen altı
nda derinin ve kaslar ı
n bozulmasısonucu oluş
an ş
işkinlik.

göz kesilmek
* bütün dikkatiyle bakmak.

göz kı
rpmadan
* acımadan, merhamet etmeden.
* hiç duraksamadan, hiç çekinmeden.

göz kı
rpmak
* göz kapağı
nı kapayı p açmak.
* başkası
na söylediklerinin doğru olmadı
ğı
nıiş
aretle anlatmak için, benimsediği kimseye bakarak gözünü
kapayıp açmak.

göz kı
rpmamak
* hiç uyumamak.

göz koymak
* bir kimseyi veya bir ş
eyi ele geçirmeyi istemek.

göz kulak olmak


* gözetmek, korumak, bakmak.
* görme, iş
itme yoluyla bilgi edinmeye çalı
şmak.

göz kuyruğu
* Gözün ş
akak tarafı
ndaki ucu.

göz kuyruğuyla bakmak


* göz ucuyla bakmak.

göz memesi
* Göz etçiğ
i.

göz merceği
* Gözün ön tarafı
nda bulunan ve dı
şardaki cisimlerin görüntüsünün ağtabaka üzerine düş
mesini sağlayan
mercek biçiminde saydam organ.

göz nuru
* Görme yeteneğ i.
* Değerli bir işortaya çı
karmak için gözleri çok yoran.

göz nuru dökmek


* göz emeğ
i harcamak.

göz nuru dökmek


* fazla emek sarfetmek.

göz önü
* Görülebilen, yakı
n yer.

göz önünde
* apaçı
k, belirgin, aş
ikâr olarak.

göz önünde tutmak (veya bulundurmak)


* herhangi bir durumun nası
l bir sonuca yol açacağı
nıhesaba katmak, dikkate almak.

göz önüne almak


* önceden düş
ünmek, hesaplamak, dikkate almak.

göz önüne getirmek


* zihinde canlandı
rmak, tasarlamak.

göz pencere
* Çatıkatları
nda veya kapıüstlerinde yuvarlak veya oval biçimli, genellikle süslü küçük pencere.

göz pı
narı
* Gözün burun tarafı
ndaki ucu.
göz sevdası
* Yalnı
z bakmakla yetinilen aş
k.

göz süzmek
* baygı
n ve anlamlıbakmak.

göz taş
ı
* Bazıgöz, deri, bitki hastalı
kları
nda ve bağ
cılı
kta kullanı
lan, koyu mavi renkte zehirli bir tuz, bakı
r sülfat
(Cu SO4).

göz ucu
* Yan göz.

göz ucuyla bakmak


* belli etmemeye çalı
şarak baş
ınıçevirmeden yandan bakmak.

göz ucuyla bakmak


* yan gözle bakmak, farkettirmeden gözlemek.

göz ucuyla görmek


* fark etmek.

göz ucuyla süzmek


* iyice tanı
mak, bilmek veya dikkat çekmek amacı
yla hafif kı

k gözle incelemek, bakmak.

göz var, izan var


* bir ş
eyin göz ve akı
l yoluyla anlaş
ılacağ
ınıanlatı
r.

göz yı
ldı
rmak
* gözünü korkutmak.

göz yoklaması
* Baş
kaları

n dikkati onun üzerinde olmak, kendisini izleyenlerin değ
erlendirmesi dikkatlice görme, göz
hapsinde tutma.

göz yummak
* kusurları
görmemezlikten gelmek, hoşgörmek, bağı
şlamak.
* umudunu kesmek,umutsuzluğ a düşmek.

göz yummamak
* hiç uyumamak.
* hoşgörmemek, bağ
ışlamamak.

göz yuvarı
* Kafatası
nda bir çukur içine yerleş
mişbulunan, gözün yuvarlak olan parçası
.

göz yuvası
* Göz yuvarları
nın içinde bulunduklarıkemik oyuklardan her biri, göz evi.

gözaltı
* Birinin, güvenlik kuvvetlerince belli bir yerde belli bir süre alı
konulması
, nezaret.

gözaltı
na almak
* birini güvenlik kuvvetlerince belli bir süre, belli bir yerde tutmak, nezarete almak.

gözaydı
n etmek
* güzel bir olay için kutlamak, iyi dileklerde bulunmak.

gözcü
* Gözlemek veya gözetlemek işini yapan kimse.
* Göz hekimi.
* Sı
navda, sı
navı
n kurallara uygun bir biçimde yapı
lması
nısağ
layan kimse.
gözcülük
* Gözcünün işi.
* Göz hekimliği.

gözcülük etmek
* kollamak, sağ
ısolu kolaçan etmek.

gözdağı
* Sonradan verilecek bir ceza ile korkutma, yı
ldı
rma, tehdit.

gözdağı
vermek
* sonradan verilecek bir ceza ile korkutmak, yı
ldı
rmak, tehdit etmek, caydı
rmaya çalı
şmak.

gözde
* Benzerleri arası
nda nitelikleri sebebiyle üstün tutulan, beğenilen, önem verilen (kimse veya ş
ey).
* Önemli bir kimsenin beğendiği kadı n.

gözden çı
karmak
* bir mal, para, değ
er yargı
sıvb. maddî veya manevî varlı
ğı
n elden çı
karı
lması
nıkabul etmek.

gözden düşmek (veya düş ürmek)


* sevgi ve ilgiyi yitirmek (veya yitirtmek).

gözden geçirmek
* okumak.
* niteliğini anlamak için bir ş
eyin her yanı
na bakmak, incelemek, muayene etmek.
* (araç, motor vb. için) çalışı
p çalı
şmadı ğı
nıinceleme, deneme, denetleme iş
i.

gözden gönülden çıkarmak


* hiç önem vermemek, ilgisini kesmek.

gözden ı
rak olan gönülden de ırak olur
* ayrıdüşenlerin arası
ndaki sevgi de zamanla azalı
r.

gözden kaçırmak
* dalgı
nlı
kla görmemek.

gözden kaçmak (veya gözünden kaçmak)


* görülmemek, farkı
na varı
lmamak.

gözden kaybetmek
* görünmemek, ortadan çekilip gitmek.

gözden kaybolmak
* ortadan çekilmek veya görünmez olmak.

gözden nihan olmak


* görünmez olmak, kaybolmak.

gözden sürmeyi çalmak (veya çekmek)


* hı
rsı
zlıkta çok becerikli, çok usta olmak.

gözden uzak tutmak


* önem vermemek, arka plâna itmek.

gözden uzaklaşmak
* ayrı

p baş
ka yere gitmek, görünmez olmak.

göze
* Hücre.
* Su kaynağ
ı.
göze almak
* gelebilecek her türlü zararıve tehlikeyi önceden kabul etmek.

göze batmak
* aşı
rıderecede görünür olmak.
* tedirgin etmek, uygunsuz veya yakı
şı
ksı
z görünmek.
* çekememezliğe yol açmak.

göze bilimi
* Sitoloji, hücre bilimi.

göze çarpmak
* dikkati üzerine çekmek.

göze diken olmak


* herkesin kı
skançlı
ğıkendisine çevrilmek.

göze girmek
* davranı
şve yetenekleriyle ilgi ve önem kazanmak.

göze görünmek
* belli, açı
k olmak.

göze görünmemek
* ortaya çıkmamak, ortalı
kta dolaş
mamak, saklanmak.
* kendisi var olduğ
u hâlde göz onu görememek.

göze göz
* Aynıbiçimde acı

nıçı
karma, misilleme.

göze yasak olmaz


* bir kimseye veya nesneye bakı
lması
nıkimse önleyemez.

göze yutarlı
ğı
* Vücuda giren mikropları
n yutar hücreler tarafı
ndan yutulup yok edilmesi, hücre yutarlı
ğı
, fagositoz.

göze zarı
* Hücre zarı
.

gözeler arası
* Dokularda gözelerin arası
nda yer alan, hücreler arası
.

gözeme
* Gözemek iş
i.

gözemek
* Kumaş taki deliği örerek kapatmak.
* Dikilen bitkilerin seyrek yerlerini sı
klaş

rmak.

gözene
* Kovandan bal alı
rken arı
lardan korunmak için baş
a giyilen, ön tarafı
telden baş

k.

gözenek
* Delikli bir nesnenin deliklerinden her biri.
* Bitkilerde solunum ve fotosentez için gerekli okjisen ve karbondioksit alışveriş
ine, suyun buhar olarak
dışarıatı lması na yarayan, yaprakların alt yüzeyinde çok sayıda bulunan, hücreler arası
ndaki mikroskobik deliklerden
her biri, mesame.
* Canlıdokularda dı şderi üzerindeki küçük, basit açıklı
k, mesame.
* Güneşyüzeyinde görülen küçük yuvarlak, kara lekelerden her biri.
* Bir malzemenin içinde irili ufaklıboş lukların bulunması hâli süngerimsi görünüş.
* Pencere.
* Bir iş
lemede, örgüde, ipliklerin kesilmesi, ayrıtutulmasıyoluyla oluş
turulan boş
luk, ajur.

gözenekli
* Gözenekleri olan.

gözeneklilik
* Gözenekli bir cismin niteliğ
i.

gözeneksiz
* Gözenekleri olmayan.

gözeneksizlik
* Gözeneksiz olma durumu.

gözer
* Buğday, toprak gibi ş
eylerin elendiğ
i iri gözlü kalbur.

gözetici
* Gözetme yapan, koruyucu, bakı cı
, kollayı
cı.
* Yarış
çı larıaraları
ndaki açı
klığa göre derecelendiren yarı
şlı
kşartları
nda, elliş
er metre aralı
kla dönemeçlere
dizilen en az dört gözlemciden her biri.

gözetilme
* Gözetilmek iş
i.

gözetilmek
* Gözetmek iş
i yapı
lmak veya gözetmek iş
ine konu olmak.

gözetim
* Gözetme iş
i, nezaret.
* Himaye.
* Gözaltı
.

gözetime almak
* Bkz. gözaltı
na almak.

gözetiş
* Gözetmek iş
i veya biçimi.

gözetleme
* Gözetlemek iş
i.

gözetleme deliğ
i
* Kapı nı
n dı
şı
ndakileri görmeye yarayan ve kapıortası
nda açı
lmı
şmercekli delik.

gözetlemek
* Birine veya bir ş
eye gizlice bakmak.
* Birinin yaptı
klarınıbelli etmeden izlemek.

gözetleniş
* Gözetlenmek iş
i veya biçimi.

gözetlenme
* Gözetlenmek iş
i.

gözetlenmek
* Gözetlemek iş
i yapı
lmak.

gözetletme
* Gözetletmek iş
i veya durumu.

gözetletmek
* Gözetlemek iş
ini birine yaptı
rmak.

gözetleyici
* Gözetlemek iş
ini yapan (kimse).

gözetleyiş
* Gözetlemek iş
i veya biçimi.

gözetme
* Gözetmek iş
i.

gözetmek
* Korumak, bakmak, özen göstermek, himaye etmek.
* Önem vermek, göz önünde bulundurmak, ayrıtutmak.
* Kollamak, kayırmak, beklemek.
* Bir sonuca giderken bütün ayrı
ntıve etkenleri dikkate almak.

gözetmen
* Okullarda öğrenciler arası
nda düzeni sağlamakla görevli kimse, mubassı r.
* Film çalı
şmaları
nda yapı mcıadına filmin sanat, teknik ve para yönünü düzenleyen kimse.

gözetmenlik
* Gözetmenin yaptı
ğıiş
.

gözettirme
* Gözettirmek iş
i.

gözettirmek
* Gözetmek iş
ini yaptı
rmak, gözetmesini sağlamak.

gözgü
* Ayna.

gözle görülür, elle tutulur hâle gelmek


* çok açı k bir biçimde görülmek, herkes tarafı
ndan bilinmek.

gözle yemek
* bir ş
eye çok istekle ve dik dik bakmak.
* göz değdirmek.

gözleğ
i
* Gözetleme yeri.
* Dağları
n yüksek yerlerinde niş
an almak için ağ
aç veya taş
tan yapı
lan belli yer.

gözlem
* Bir nesnenin, olayı n veya bir gerçeğ in, niteliklerini bilmek amacıyla, dikkatli ve plânlıolarak ele alınıp
incelenmesi, müş ahede.
*İ nceleme sonucu elde edilen değ er, müş ahede.
* Çeş itli araç ve gereçlerin yardımı yla olayları n sebeplerini bilmek için uygulanan bilimsel yöntem.
* Bir yazıveya eseri yazmaya baş lamadan önce konusuyla ilgili gerekli bilgi, deney, inceleme ve araş tı
rma
yapma iş i.
* Bir gök cismini veya olayı nıçıplak gözle veya bir araç yardı mı
yla izleyerek, görülen değ erleri tespit etme
işlemi, rasat.

gözlem evi
* Gök gözlemleri yapan, gök cisimlerini ve olayları
nıinceleyen yer, rasathane, observatuvar.

gözlemci
* Dikkatle, eleştirici bir gözle gözlem yapan kimse, müş ahit.
* Bir konferans, kongre vb. ne katı lan, genellikle söz alma ve önerge verme hakkıolmayan, toplantı
ları
kendi
veya baş
kasıadı na izleyen kimse, müş ahit.
gözlemcilik
* Gözlemcinin yaptı
ğıiş
.

gözleme
* Gözlemek iş i, tarassut.
* Gök bilimi veya meteorolojide özel araçlarla inceleme.

gözleme
* Sacda veya yağ
da kı
zartı
lan, tatlıveya tuzlu bir hamur iş
i.

gözleme
* Meralarda yağış
ın toprakla tutulmasıve yem üretiminin artı

lması
amacı
yla, 40-50 cm aralı
klarla 15-20 cm
çapı
nda ve 7-8 cm derinliğ
inde çukurlar açılması
.

gözlemeci
* Gözleme yapan veya satan kimse.

gözlemecilik
* Gözlemecinin iş
i veya mesleğ
i.

gözlemek
* Bir ş
eyin olmasınıveya bir kimsenin gelmesini beklemek, intizar etmek.
* Dikkatle bakmak, tarassut etmek.
*İ ncelemek, araş
tırmak.
* Gizlice bakmak, gözetlemek.

gözlemleme
* Gözlemlemek iş
i.

gözlemlemek
* Gözlemek.
* Dışdünyadaki bir ş
eyi iyi bilmek için dikkati onun üzerinde tutmak, müş
ahede etmek.

gözlenme
* Gözlenmek iş
i.

gözlenmek
* Gözlemek iş
i yapı
lmak veya gözlemek iş
ine konu olmak.

gözler önüne serilmek


* görülmek, bütün çı
plaklı
ğı
yla ortaya çı
kmak.

gözler önüne sermek


* açı
klamak, sergilemek, göstermek, tanı
tmak.

gözleri açılmak
* uyanmak.
* Bkz. gözü açı
lmak.

gözleri bayılmak
* uyku, istek gibi herhangi bir durum gözlerinden belli olmak.

gözleri berraklaş
mak
* bakış
larıdaha canlıve parlak olmak.

gözleri buğulanmak (veya bulutlanmak)


* gözleri yaş
ararak çevreyi bulanı
k görmek.

gözleri çakmak çakmak (olmak)


* ateş
li hastalı
k veya öfkeden gözleri kı
zarmı
şve parlamı
şolmak.

gözleri çekik
* gözleri ş
akaklara doğru gerilmişolan.

gözleri çukura gitmek (veya kaçmak)


* aş
ırıyorgunluktan göz çevresi kararmak veya çökmek.

gözleri dolmak (veya dolu dolu olmak)


* ağlayacak kadar duygulanmak.

gözleri dönmek
* (aş
ırıateş
ten veya can çekiş
irken) gözlerin renkli bölümü kapakları
n altı
nda kalarak görünmemek.
* öfkesinde ne yaptı
ğınıbilmemek.

gözleri evinden (veya yuvaları ndan) uğ ramak (veya fırlamak)


* korku, öfke ve telâşıgözlerinden belli olmak.

gözleri fal taş


ıgibi açı
lmak
* büyük bir şaş
kınlı
k veya öfkeden dolayıgözler doğal olmayan bir biçimde açı
lmak.

gözleri fı
ldı
r fı
ldır etmek
*şeytanca ve çapkı
nca bakmak.

gözleri ı
şı
k içinde (veya ışıklı)
* güçlü ı
ş ı
k yüzünden bakamamak.
* çok neş eli, mutlu, heyecanlı
.

gözleri kamaş mak


* hayran olmak, büyülenmek.

gözleri kan çanağı na dönmek (veya gözleri kanlanmak)


* uykusuzluk, yorgunluk, ağlama gibi sebeplerle gözleri çok kı
zarmak.
* sinirden, öfkeden, hiddetten gözleri irileş
mek ve kı
zarmak.

gözleri kapanmak
* ölmek.
* çok uykusu gelmek.

gözleri kararmak
* başdönmesi, açlı
k, yorgunluk gibi sebeplerle iyi göremez olmak.

gözleri parlamak
* gözlerinde sevinç ve istek belirmek.

gözleri sulanmak
* gözlerine yaşgelmek.

gözleri süzülmek
* göz kapaklarıhafifçe kapanmaya baş
lamak.

gözleri takılı
p kalmak
* (bir ş
eyden) gözlerini ayı
ramamak.

gözleri velfecri okumak


* kurnazlığıgözlerinden belli olmak.

gözleri yaşarmak
* gözleri sulanmak.
* duygulanmak.

gözleri yollarda kalmak


* birinin gelmesini, merak, istek veya özlemle beklemek.

gözlerinde ş
imş
ek (veya ş
imş
ekler) çakmak
* çok kı
zmak, öfkelenmek.
* çok üzücü bir sebeple sarsı
lmak.

gözlerinden okumak
* (birinin) içinden geçenleri bakı
şları
ndan sezmek.

gözlerine inanamamak
* hiç umulmayan, hiç beklenmeyen bir ş
eyin görülmesi karş
ısı
nda ş
aşı
rmak.

gözlerine uyku girmemek (veya gözlerini uyku tutmamak)


* hiç uyuyamamak.

gözlerini (veya gözünü) oymak


* birine çok kötülük etmek.

gözlerini açmak
* uyanmak.
* kendine gelmek, ayı
lmak.

gözlerini alamamak
* bakı
şları
nıayı
ramamak.

gözlerini bayıltmak
* gözlerini yarıkapamak.

gözlerini belertmek
* gözlerini, akıçok görünecek biçimde açmak.

gözlerini bitirmek
* gözlerini aş
ırı
yormak.

gözlerini devirmek
* öfke ile bakmak.

gözlerini devirmek
* öfke ile bakmak.

gözlerini dikmek
* dikkatle bakmak, gözünü ayı
rmadan bir yere veya bir kimseye bakmak.

gözlerini fal taşıgibi açmak


*ş aş kı
nlıkla, hayretle bakmak.

gözlerini kaçırmak
* biriyle göz göze gelmemek için gözlerini baş
ka tarafa çevirmek.

gözlerini kan bürümek


* Bkz. gözünü kan bürümek.

gözlerini kapamak
* ölmek.

gözlerinin içi gülmek


* çok sevindiği yüzünden, gözlerinden belli olmak.

gözlerinin içine kadar kı


zarmak
* utancından yüzü çok kı
zarmak.

gözletme
* Gözletmek iş
i.

gözletmek
* Gözlemek iş
ini yaptı
rmak.

gözleyici
* Gözlemci, müş
ahit, rası
t.

gözleyiş
* Gözlemek iş
i veya biçimi.

gözlü
* Herhangi bir biçimde veya renkte gözü olan.
* Bölmesi veya gözleri olan.
* Deliğ
i olan.

gözlük
* Görme bozukluğu olan gözlerin daha iyi görmesine veya gözleri korumaya yarayan, bir çerçeveye
yerleş
tirilmişçift camdan oluşan araç.
* Atları
n çevreden ürkmemeleri için gözlerinin iki yanı
na takı
lan siper.
* Gözene.

gözlük takmak
* gözlük kullanmak.
* iyi görmek, dikkat etmek.

gözlükçü
* Gözlük satan veya onaran kimse.
* Gözlük satma ve onarma iş lerinin yapı
ldı
ğıdükkân.

gözlükçülük
* Gözlük satma iş
i.
* Gözlüğe cam takma, gözlük çerçevesi onarma iş
i.

gözlüklü
* Gözlük takmı
şolan, gözlük kullanan.

gözlüklü yılan
* Kobra.

gözlüksüz
* Gözlüğ
ü olmayan, gözlük takmamı
şolan.

gözsüz
* Gözü olmayan.
* Görmez, âmâ, kör.

gözü (veya gözleri) kararmak


* baş
ıdönmek, hafif baygı nlık geçirmek.
* umutsuzluğ un veya aş
ırıbir isteğ
in etkisi altı
nda ne yaptı
ğı
nıbilmez duruma gelmek.

gözü (veya gözleri) üstünde (kalmak)


* kı
skançlı k sebebiyle herkesin ilgisini çekmek.
* herkesin dikkatini çekmek.

gözü aç
* Doymak bilmeyen, aç gözlü.

gözü açı
k
* Uyanı
k, becerikli.

gözü açı
k gitmek
* gerçekleş
mesini çok istediğ
i bir dileğine eriş
meden ölmek.

gözü açı
klı
k
* fı
rsattan yararlanma, kurnazca davranma.

gözü açı
lmak
* iyiyi kötüyü veya kendisine yarayanıayı
rt eder duruma gelmek.

gözü akmak
* gözü yaralanı
p kör olmak.

gözü alı
şmak
* önceden iyi göremediği bir ş eyi sonradan görür olmak.
* bir ş
ey ilk etkisini yitirmek, yadı rganmaz olmak.

gözü almamak
* bir iş
i becerebileceğ
ine inanmamak, yadı
rganmaz olmak.

gözü arkada kalmak


* bı
rakılan bir ş
ey veya kimse ile ilgili tedirginliği sürmek.

gözü bağ

* Aymaz, gafil.
* Sorup soruşturmaksı

n, bakı
p anlamadan.

gözü bağ
lıolmak
* bağlanmak, tutulmak.
* büyülenmişbulunmak.

gözü bir ş
eyde (veya bir ş eyin üzerinde) olmak
* dikkati bir yerde toplanmak.

gözü bulanmak
* bulanı
k görmeye baş
lamak.

gözü büyükte olmak


* büyük emeller beslemek.

gözü çı
kasıca
* ilenç olarak söylenen söz.

gözü çı
kmak
* gözün kör olsun.

gözü dalmak
* gözü bir noktaya dikili olarak dalgı
n bakmak.

gözü dı
şarda
* Evine, eş
ine bağ
lıolmayı
p baş
kaları
yla da iliş
ki kuran.

gözü doymak
* çok istenen bir ş
eyin yeterli miktarıelde edildikten sonra daha çoğ
unu istememek.

gözü dönesi
* "geberesi" anlamı
nda bir ilenç.

gözü dönmek
* aş
ırıbir isteğ
in, öfkenin etkisiyle ne yaptı
ğı
nıbilmez duruma gelmek.

gözü dumanlanmak
* öfkeden gözü hiçbir ş
ey görmez duruma gelmek.

gözü dünyayıgörmemek
* hiç kimseye, hiçbir ş
eye önem, değ
er vermemek.
gözü gibi sakınmak (saklamak veya esirgemek)
* bir ş
eye aşı
rıilgi göstermek, önemle bakı
p korumak.

gözü gibi sevmek


* pek çok sevmek.

gözü gitmek
* bir ş
eyi istemeden görmek, elinde olmayarak bakmak.

gözü gönlü açı


lmak
* neşelenmek, ferahlamak.

gözü gönlü tok


* Bkz. gönlü tok.

gözü görmemek
* görmez olmak.
* belli bir ş
eyden baş
ka bir ş
eyle ilgilenmemek.
* öfke sonucu en kötü şeyleri yapacak duruma gelmek.

gözü görmez olmak


* artı
k ona değer vermemek.

gözü göz değil


* iyi insan olmadı
ğıyüzünden, bakı
şı
ndan belli oluyor.

gözü hiçbir şey görmemek


* heyecana kapı

p baş
ka hiçbir ş
eyle uğraş
amaz duruma gelmek.

gözü ı

rmak
* bir kimseyi tanı
yacak gibi olmak.

gözü iliş
mek
* birdenbire veya istemeden görmek.

gözü kalmak
* elde edemediği bir ş
eye karşıisteğ
i sürmek.
* elde edemediği bir ş
eyi kı
skanmak.

gözü kapalı
* Düşünmeden, duraksamadan.
* Çevresinde olanlardan haberi olmayan.

gözü kapalıolmak
* çevresinde olup bitenin farkı
na varmamak, ilgisiz kalmak.

gözü kara
* Korkusuz.

gözü kaymak (veya kaçmak)


* gözünde hafifçe şaşı

k bulunmak.
* istemeyerek bakıvermak.

gözü keskin
* Çok iyi gören.

gözü kesmek
* bir iş
i yapabilme konusunda kendisine veya baş
kaları
na güvenmek.

gözü kesmemek
* bir iş
i yaparken kendine veya baş
kaları
na güvenmemek.
* beğ enip seçmemek.
gözü kı
zmak
* gözü hiçbir ş
ey görmeyecek ölçüde öfkelenmek.

gözü korkmak
* daha önce geçirdiğ
i kötü bir denemeden sonra birinden veya bir ş
eyden zarar gelebileceğ
i kanı

na varmak.

gözü kör olsun


* bazızorunlu durumlarda zararıistemeyerek kabullenmeyi anlatı
r.
* ihtiyaç duyulan ş
eyin yokluğ
u karşısı
nda söylenir.

gözü olmak
* bir ş
eyi ele geçirmek isteği beslemek.

gözü olmamak
* bir ş
eye sahip olmayıistememek.
* heves beslememek, fazla önem vermemek.

gözü önünde
* yanı
nda, mevcudiyetinde.

gözü pek
* Korkusuz, yürekli, cesur.

gözü pek olmak


* korkmamak, yı
lgı
nlı
k göstermemek, çok cesur olmak.

gözü sönmek
* kör olmak.

gözü su içmemek
* güvenmemek.

gözü sulu
* Çok önemsiz olaylarda bile gözyaş
ları
nıtutamayan.

gözü takı
lmak
* dikkati çeken bir ş
eyden bakı
şları
nıayı
ramamak.

gözü tok
* Paraya, mala düş
künlük göstermeyen, aç gözlülük etmeyen.

gözü toprağ a bakmak


* ölmek üzere olmak.

gözü tutmak
* güvenmek, beğenmek.

gözü tutmamak
* güvenmemek, beğenmemek.

gözü uyku tutmamak


* uyuyamamak.

gözü yememek
* bir iş
i yapacak güç ve yeteneği kendinde bulamamak.

gözü yı
lmak
* daha önceden denediği için o durumla karş
ılaş
maktan korkmak, o iş
e giriş
mekten çekinmek.

gözü yolda (veya yollarda) kalmak


* birinin gelmesini merak istek veya özlemle beklemek.
gözü yüksekte (veya yükseklerde) olmak
* bulunduğ u durumdan çok üstün olan bir duruma ulaş
ma amacı
nıgütmek.

gözükme
* Gözükmek iş
i.

gözükmek
* Görünmek.

gözüm çı
ksın (veya kör olsun)
* bir şeyin doğruluğuna inandı
rmak için edilen ant.

gözüm görmesin
* bana hiç görünmesin, yüzünü görmek istemem.

gözüm! (veya gözümün nuru)


* sevgi anlatan bir seslenme.

gözün aydın!
* sevinçli bir olay dolayı

yla kullanı
lan bir kutlama sözü.

gözünde
* bir kimseye göre, nazarı
nda, indinde.

gözünde büyümek
* bir ş
ey bir kimseye olduğ
undan güç veya önemli görünmek.

gözünde büyütmek
* bir kimseyi olayı
veya ş
eyi abartmak.

gözünde olmamak
* herhangi bir üzüntü veya zor durum dolayı

yla o ş
eye değ
er verecek durumda bulunmamak.

gözünde şimş ek çakmak


* sert ve ş
iddetli darbe yüzünden göz önünde yı
ldı
zlar oluş
mak.
* çok sevindiğini belli etmek.

gözünde tütmek
* çok özlemek.

gözünden kaçmak
* görememek, dikkat edememek.

gözünden kaçmamak
* dikkatle izlemek.

gözünden kıskanmak
* üzerine titremek, kollayı
p gözetmek.

gözünden sürmeyi çalmak


* Bkz. gözden sürmeyi çalmak.

gözünden uyku akmak


* çok uykulu olmak.

gözüne bakmak
* Bkz. gözünün içine bakmak.

gözüne batmak
* çok gelmek, tedirgin etmek.
gözüne çarpmak
* görünür olmak, dikkati çekmek.

gözüne dizine dursun


* nankörlük eden kimseye söylenen bir ilenme.

gözüne girmek
* sevgi ve ilgisini kazanmak.

gözüne hiçbir ş
ey görünmemek
* kendi derdi dolayı

yla hiçbir ş
eye değer vermemek.

gözüne iliş
mek
* bir ş
eyi birdenbire, istemeden görmek.

gözüne karasu inmek


* karasu hastalı
ğıyüzünden gözü görmez olmak.
* gelmesini çok istediğ
i kimsenin uzun süre yolunu gözlemek.

gözüne kestirmek
* başarabileceğ
ini ummak.
* zevkine uygun bulmak, hoş lanmak.
* uygun bulmak, elveriş
li görmek.

gözüne sokmak
* bir kimsenin görmediği veya bulamadı
ğıbir ş
eyi, ona sert bir tavı
rla göstermek.

gözüne uyku girmemek


* hiç uyuyamamak, uykusuz kalmak.

gözünü (bir ş
eye) dikmek
* Bkz. gözlerini dikmek.

gözünü açmak
* uyanı
k, dikkatli bulunmak.

gözünü açmak
* görüş
ünü değ
iştiren bilgi vermek, uyarmak.

gözünü açmak
* kadı
n ilk cinsel iliş
kiyi o erkekle kurmuşolmak.

gözünü açmak
* çevreyi tanı
maya baş
lamak.

gözünü ağartmak
* Bkz. gözlerini belertmek.

gözünü alamamak
* bir ş
eye, bir yere bakmakta iken, gözünü oradan baş
ka bir yere çevirememek.

gözünü ayırmamak
* bir ş
eye sürekli olarak bakmaktan kendini alamamak.

gözünü bağlamak
* düşünce ve duyguları
nıyanı
ltmak.

gözünü bürümek
* ondan baş
ka hiçbir ş
eyi görmemek, tamamen ona bağlanmak.

gözünü çı
karmak
* beceriksizce davranmak, zarara uğratmak.
* iyisi dururken en kötüsünü seçmek.

gözünü daldan budaktan (veya çöpten) esirgememek (veya sakı


nmamak)
* tehlikeli iş
lere atı
lmaktan çekinmemek.

gözünü doyurmak
* bol bol vermek.

gözünü dört açmak


* aldanmamak için çok uyanı
k bulunmak.

gözünü gözüne dikmek


* baş
kasını
n gözüne sürekli olarak bakmak.

gözünü hırs bürümek


* çok fazla istemek, aş
ırıistemek.
* çok öfkelenmek.

gözünü kan bürümek


* adam öldürecek kadar öfkelenmek.

gözünü kapamak
* ölmek.
* görmezden gelmek.

gözünü kı
rpmadan
* çekinmeden, korkusuzca.

gözünü kin bürümek


* intikam alma duygusundan baş
ka bir ş
eye önem vermemek.

gözünü korkutmak
* yı
ldı
rmak.

gözünü oymak
* çok kötülük etmek.

gözünü sevdiğim
* okşamalı
k olarak kullanı

r.

gözünü seveyim
* rica veya sevgi sözü.

gözünü toprak doyursun


* kendinden olan veya kendisine verilen ş
ey ne kadar çok olursa olsun, bununla yetinmeyenler için ilenme
olarak söylenir.

gözünü üstünden ayı rmamak


* sürekli denetim altı
nda bulundurmak.

gözünü yı
ldırmak
* Bkz. gözünü korkutmak.

gözünü yummak
* Bkz. gözünün kapamak.
* ölmek.

gözünü yummak
* görmemezlikten gelmek.

gözünün bebeği gibi sevmek


* çok sevmek.
gözünün çapağ ı
nısilmeden
* sabahleyin uyanı
r uyanmaz.

gözünün içine baka baka


* cesaret ve soğuk kanlı

kla.

gözünün içine bakmak


* bir kimsenin üstüne titremek.
* buyruğ unu yerine getirmeye hazı r bulunmak.
* bir arzunun gerçekleş mesi için gözleriyle birine yalvarmak.

gözünün kuyruğ uyla (veya ucuyla) bakmak


* belli etmemeye çalı ş
arak, başı
nıçevirmeden yandan bakmak.

gözünün önünde olmak


* sürekli denetimi altı
nda olmak.
* hiç unutmamak, olduğ u gibi hatı
rlamak.

gözünün önünden geçmek


* hatı
rlamak.

gözünün önünden gitmemek


* bir türlü unutamamak.

gözünün önüne gelmek


* bir ş
eyi zihinde canlandı
rmak tasarlamak, hatı
rlamak.

gözünün üstünde kaş ı


n var dememek
* birinin her davranış
ınıhoşgörmek.

gözünün yaşına bakmamak


* hiç acı
mamak, hiç merhamet etmemek.

gözüyle görmek
* bir olaya tanı
k olmak.

gözüyle tartmak
* kim ve ne olduğ
unu anlamak için dikkatle bakmak.

gözyaş
ı
* Gözyaş
ıbezlerinin salgı
ladı
ğı
, bazıetkilerle akan duru sı
vıdamlacı
kları
ndan her biri.

gözyaş
ıbezeleri
* Gözyaşıbezleri.

gözyaş
ıbezleri
* Gözyaş
ıve göz kapağ
ıbezlerine verilen ad.

gözyaş
ıetçiği

gözyaş
ımemesi
* Gözün iç açı

ndaki kı
rmı
zıçı

ntı
.

graben
* \343 çöküntü hendeği.

grado
* Bir sı
vını
n içindeki alkol derecesi.
* Derece.

gradosu düş
mek
* itibarıazalmak; derecesi düş
mek.

grafik
* Bir olayı
n, niceliğin çeş
itli durumları
nıgöstermeye veya birkaç ş
ey arası
nda karş
ılaş

rma yapmaya yarayan
çizgilerden oluş muşş ekil, çizge.
* Biçim, desen veya çizgilerle gösterme.

grafit
* Kurş un kalemi ve bazı araç parçalarının yapımı nda kullanı
lan, yumuş
ak, kolay toz durumuna gelebilen, gri
siyah renkli, yapay olarak billûrlaş
abilen bir çeşit doğal karbon.

grafolog
* Yazıuzmanı
.

grafoloji
* Yazıbilgisi.

grafometre
* Plânları
n yapı
mında, arazi üzerindeki açı
larıölçmekte kullanı
lan araç.

gram
* C. G. S (santimetre, gram, saniye) sisteminde kilogramı
n binde biri değ
erindeki kütle birimi. Kı
saltması
gr.

gramağ
ırlık
* Bkz. gramkuvvet.

gramaj
* Ağı
rlı
k ölçüsü, gram.

gramatikal
* Gramere, gramer kuralları
na uygun.

gramer
* Dil bilgisi.
* Dil bilgisi kitabı
.

gramerci
* Dil bilgisi uzmanıolan (kimse).

gramkuvvet
* Bir gram kütleye 45° enlemindeki deniz yüzeyinde Yer'in uyguladı
ğıkuvvet, gramağı
rlı
k.

gramofon
* Sesyazar, fonograf.

gramsantimetre
* Bir gram ağ
ırlı
ğı
nda bir cismin bir santimetre yer değ
iştirmesini sağ
layan enerji birimi, kilogram metrenin
yüz binde biri.

granat
* Grena.

grandi
* Geminin baş
tan ikinci direğ
i.

grandük
* Büyük bir düklüğ
ün egemenine verilen ad.
* Çarlı
k Rusyasında prenslere verilen unvan.

granit
* Kuvars, feldspat, ortoklâz ve mika minerallerinden birleş
miştürlü renkte, billûrsu, çok sert bir tür kayaç.
granit gibi
* güçlü, dayanı
klı
, sert.

granitleş
me
*İç kuvvetlerin etkisiyle yer yuvarlağı
içindeki kayanı
n granite dönüş
mesi.

granül
* Bir maddenin en küçük tanesi.
* Stoplâzmada bulunan küçük tanecikler.

granülin
* Opalin türü.

granülit
* Kuvars, feldspat, granit, Moskof camıgibi maddelerden birleş
mişbillûr kayağan taşkütlesi.

gravür
* Ağaç, metal veya taşbir yüzeye ayrıkatlar hâlinde değişik renkli boyalar sürüldükten sonra üstteki katları
yer yer kazıyarak alttaki renklerden yararlanma tekniği, kazı
ma resim.
* Bu teknikle yapı lmışresim.

gravürcü
* Gravür yapan sanatçı
.

gravürcülük
* Gravürcünün iş
i veya mesleği.

gravyer

sviçre'de yapı
lan bir çeş
it sarı
, yağ
lıpeynir.

Grejuva
* Rum ateş
i.

Grek
* Eski Yunanlı
.
* Eski Yunanlı
larla ilgili, eski Yunanlı
lara özgü olan ş
ey.

Grekçe
* Eski Yunan dili.

grekoromen
* Belden aş
ağı

nıtutmamak ve ayaklarla oyun yapmamak gibi kurallarıolan güreştürü.

gren
* Kâğ
ıdı
n yüzeyinin pürüzlülük derece ve tipinin bir izlenimi.

grena
* Nar çiçeğ
i renginde bir süs taş ı
.
* Alüminyum silikat ile kalsiyum, magnezyum, demir veya manganez gibi madenlerden birinin
birleş
mesinden oluşmuşçeş itli renkteki mineral.

gres
* Rafine edilmişbir yağlama yağıile bir sabunun, istenen kı
vama göre değ
işen oranlarda iyice
karı
ştı

lmasından elde edilen yarıkoyu yağlama yağ ı, makine yağı.

gres pompası
* Makine aksamı
nıgresle yağ
lamak için kullanı
lan pompa.

gres yağ
ı
* Bkz. gres.

grev

şbı
rakı
mı.

grev gözcüsü
* Grevin seyrini kollayan kimse.

grev kı


* Grevi kı
rma giriş
iminde bulunan kimse.

grev kırıcılı
ğı
* Grevin etkisini azaltmak veya tamamı yla yok etmek amacıyla greve uğrayan işverenin veya ona yardı
mcı
olan bir başkasının yasal olarak yasaklanmı şhareketlerde bulunması
.

grev sözcüsü
* Grev boyunca grevle ilgili beyanlarda bulunmakla görevli kimse.

grev yapmak
* iş
i bı
rakmak.

grevci

şbı
rakı
mıyapan kimse, işbı
rakı
mcı
.

greyder
* Altı
nda bulunan ve değ
işik açı
larda çalı
şabilen bı
çağı
ile toprağı
kesen veya yayan yol makinesi.

greyderci
* Greyder kullanan, yapan veya satan kimse.

greyfurt
* Turunçgillerden sı
cak bölgelerde yetiş
en bir meyve ağacı(Citrus decumana).
* Bu ağacı
n kanarya sarısı
renginde, tadıacımsımeyvesi, altıntop.

gri
* Kül rengi, boz.

gril
* Izgara.

grip
* Yorgunluk, kı

klı
k, kas ağ
rılarıve ateş
le beliren, bulaş
ıcı
, salgı
n hastalı
k, paçavra hastalı
ğı
, enflüanza.

gripli
* Grip hastalı
ğına yakalanmı
şkimse.

grizu
* Normal sı
caklı
k ve bası
nçta kömür ocakları
nda açı
ğa çı
kan ve büyük bölümü saf metandan oluş
an, kolayca
tutuş
abilen gaz.

grizumetre
* Bkz. grizuölçer.

grizuölçer
* Maden ocakları
nda havanı
n grizu oranı
nıölçmeye yarayan cihaz, grizumetre.

grosa
* On iki düzine.

groston
* Bir geminin kullanı
lan bölümünün ton birimi cinsinden karş
ılı
ğı
.

grostonluk
* Herhangi bir groston ölçüsünde olan.
grotesk
* Eski ÇağRoma yapı ları nda bulunan tuhaf, gülünç figürlerden oluş
muşsüsleme üslûbu.
* Kaba gülünçlüklerden, tuhaf ve olmayacak ş akalaş
malardan yararlanan, karş
ıt görüntüleri, bağ
daş
maz
durumlarışaşı
rtıcıbiçimde birleş tiren güldürü biçimi.

grup
* Aynıyerde bulunan kimse ve nesneler bütünü, küme, öbek.
* Görüş leri, çıkarlarıbir olan kimseler bütünü.
* Ortak özellikleri olan varlı klar, nesneler bütünü.
* Çeşitli sını f veya birliklere bağlıelemanları n, belirli bir taktik görevi gerçekleş
tirmek üzere, tek komutanı
n
emri altı
nda birleş tirilmesinden oluş an kı ta topluluğu.

grup grup
* Birden fazla kiş
i veya nesnenin oluş
turduğ
u küme, öbek öbek, posta posta.

grup mobilya
* Benzer yapı
ve görünüş
teki elemanları
n kendi araları
nda üst üste veya yan yana konulması
yla elde edilen
bir sistem mobilya.

gruplandı
rma
* Gruplandı
rmak iş
i.

gruplandı
rmak
* Gruplara ayı
rmak.
* Dağı
nık olan şeyleri toplayarak grup oluş
turmak.

gruplanma
* Gruplanmak iş
i veya durumu.

gruplanmak
* Grup grup olarak bulunmak.

gruplaş
ma
* Gruplaş
mak iş
i.

gruplaş
mak
* Grup oluş
turmak, gruplara ayrı
lmak.

-gu
* Bkz. -gi / -gi, -gu / -gü.

guano
* Özellikle deniz kuş
ları
nın pisliklerinin bir yerde uzun süreden beri birikip yı
ğı
lması
yla oluş
an, azot ve
fosfat bakı
mından zengin, gübre olarak kullanı lan madde.

guarani
* Paraguay para birimi.

guaş
* Bir çeş
it zamklı, mat sulu boya.
* Bu boya ile yapılan resim.

Guatemalâlı
* Guatemalâ halkı
ndan olan kimse.

guatr
* Boyundaki kalkan bezinin aş
ırıbüyümesiyle beliren hastalı
k, guş
a, cedre.

gudde
* Bez, beze.

gudubet
* Yüzüne bakı
lmayacak kadar sevimsiz ve çirkin.

gudubetlik
* Gudubet olma durumu.

gufran
* Yarlı
gama.

gugu çiçeği
* Bkz. hüsnüyusuf.

guguk
* Gugukgillerden, genellikle Avrupa'da yaşayan, diş
ileri başka kuşların yuvasına yumurtlayarak yavruları

n
bakım işini onlara gördüren, sırtı
gri, karnıkahverengi beyaz çizgili, 35 cm boyunda, böcekçil bir kuş(Cuculus
canorus).
* Birisiyle eğ
lenmek ve onu kı zdı
rmak için çocukların bu biçimde çı kardıklarıses.

guguk gibi kalmak (veya oturmak)


* tek baş
ına kalmak veya oturmak.

guguk yapmak
* birine guguk diye haykı
rmak.

gugukgiller
* Omurgalıhayvanları
n, kuş
lar sı



n bir familyası
.

guguklu
* Guguklu saatin kı
sa söyleniş
i.

guguklu saat
* Saat baş
ları
nıve buçuklarıbir guguk kuş
unun açı
lan küçük kapı
dan veya pencereden çı
kmasıve ötmesiyle
bildiren saat.

gulaş
* Etli, salçalı
bir Macar yemeği.

gulden
* Florin.

gulet

ki direkli yelkenli bir savaşgemisi türü.

gulgule
* Gürültü, ş
amata.

gulu gulu
* Hindinin çı
kardı
ğıses.

gulyabani
* Karanlı
k ve ı
ssı
z yerlerde, insanı
n gördüğünü sandı
ğıkorkunç hayalet.

-gun
* Bkz. -gı
n / -gin, -gun / -gün.

gurbet
* Doğup yaş
anı
lm ı
şolan yerden uzak yer.

gurbet acı

* doğ
up yaş
anı
lan yerden uzak olmanı
n verdiği üzüntü, sı

ntı
.

gurbet çekmek
* doğup yaş
adı
ğıyerleri özlemek.
gurbet eli
* Bir kimsenin doğup büyüdüğü yerden baş
ka yer.

gurbetçi
* Gurbete çı
kan, geçimini gurbette kazanan kimse.

gurbetçilik
* Gurbetçi olma durumu.

gurbete (veya gurbet ellere) düş


mek
* aile ocağı
ndan uzak bir yere gitmek.

gurbete çı
kmak
* doğ
up yaş
anı
lan yerden uzaklaş
mak.

gurbetlik
* Gurbet.

gurbetzede
* Gurbete düş
müş
.

gurk
* Kuluçka.
* Erkek hindi.

gurk etmek
* tavuk kuluçkuya yatmak isterken veya yavruları
nıçağı

rken gurk gurk diye ses çı
karmak.

gurk olmak
* kuluçkaya yatmak üzere bulunmak.

gurka yatmak
* tavuk civciv çı
karmak için yumurta üzerine oturmak.

gurklamak
* Kuluçka olmak.
* Erkek hindi kabarmak.

gurlama
* Gurlamak iş
i.

gurlamak
* Guruldamak.

gurme
* Damak zevki olan ve yiyeceklerini titizlikle seçen kimse.

guruldama
* Guruldamak iş
i.

guruldamak
* (sindirim yolları
ndan bir sı
vıgeçerken) Gur gur diye ses çı
karmak.

gurultu
* Guruldama sesi.

gurup
* Bir gök cisminin (Ay, Güneş , yı
ldı z) ufkun altı
na inmesi.
* Özellikle Güneş 'in batması
, batı
ş .

gurup etmek
* (Güneşiçin) batmak.

gurup rengi
* Turuncuya çalan kı
rmı

.
* Bu renkte olan.

gurur
* Kendini beğ enme, büyüklenme, kibir.
* Övünme, kurum, çalı m.
* Onur, ş
eref.

gurur duymak
* gururlanmak.

gurur gelmek
* kurumlanmak.

gururlanma
* Gururlanmak iş
i.

gururlanmak
* Övünmek, büyüklenmek, kurumlanmak.

gururlu
* Kendi kiş
iliğine önem veren, onurlu, mağ
rur.
* Kurumlu, çalımlı .

gururluca
* Gururlu bir biçimde (olan).

gururuna ağır gelmek


* kişiliğ
ine zor gelmek, büyüklüğ
ünün zedelendiğini düş
ünmek.

gururuna dokunmak
* kiş
iliğ
i zedelenmek, onuru kı

lmak.

gururunu ayak altı


na almak
* her türlü fedakârlı
ğıgöze alı
p, taviz vermek, ilkelerden vazgeçmek.

gururunu okşamak
* yüzüne karş
ıdeğerlerini belirterek bir kimseyi duygulandı
rmak.

gusletme
* Gusletmek iş
i veya biçimi.

gusletmek
* Gusül abdesti almak.

gusto
* Beğ
eni, zevk.

gusül

slâm dininin gerekli gördüğ
ü durumlarda ve biçimde yı
kanı
p abdest alma, boy abdesti.

gusülhane
* Eski evlerde, içinde yı
kanı
labilir biçimde yapı
lmı
şçinko kaplıküçük bölme.

guş
a
* Guatr, cedre.

gut
* Organizmadaki ürik asidin atı lmayarak vücudun bazıyerlerinde, özellikle ayak başparmağ ı nda, topuk ve
eklem yerlerinde birikmesinden ileri gelen, ağ
rıve şiş
lerle ortaya çı
kan hastalı
k, damla hastalı
ğı
, nı
kris.

guttasyon
* Kök bası
ncıile yapraktan damlalar hâlinde dı
şarısu atı
lması
.

guvernör
* Bir kamu kuruluş
unu yöneten kimse.

-gü
* Bkz. -gı/ -gi, -gu / -gü.

gübre
* Verimini artı
rmak için toprağ
a dökülen her türlü hayvan dı
şkı

, kimyasal veya bitkisel madde, kemre.

gübre böceği
* Kın kanatlı
lardan, gübre ile beslenen bir böcek cinsi (Onitis).

gübre gazı
* Gübreden elde edilen yanı
cıgaz, biyogaz.

gübreleme
* Toprağa gübre dökme, gübre karı
ştı
rma.

gübrelemek
* Verimini artı
rmak için toprağ
a gübre dökmek.

gübrelenme
* Gübre dökülme.
* Geliş
mesi, yetiş
mesi için her türlü imkânı
sağlama.

gübrelenmek
* Gübre dökülmek.

gübreli
* Gübrelenmişolan.

gübrelik
* Gübre konulan yer.

gübresiz
* Gübrelenmemişolan.

güce sarmak
* bir işgüç bir duruma gelmek, güçleş
mek.

gücendirici
* Gücendiren, gönül kı
ran, inciten (biçimde).

gücendirme
* Gücendirmek iş
i.

gücendirmek
* Gücenmesine yol açmak, gönlünü kı
rmak, incitmek.

gücenik
* Gücenmiş
, kı

lmı
ş, incinmiş
, küskün.

güceniklik
* Gücenik olma durumu.

gücenilme
* Gücenilmek iş
i veya durumu.

gücenilmek
* Gücenmek iş
ine konu olmak, herhangi bir kimseye gücenmek.

güceniş
* Gücenmek iş
i veya biçimi.

gücenme
* Gücenmek iş
i.

gücenmek
* Birinin beklenilmeyen bir davranı
şıveya sözü karş
ısı
nda kı
rgı
nlı
k duymak, üzülmek.

gücü
* Bez tezgâhı
nda ipliği ayarlayan tezgâh tarağı
.

gücü gücüne
* Zorla, zorlayarak, güçlükle.

gücü gücüne yetmek (veya yetmemek)


* zorlukla.
* eldeki imkânlarla, ancak altı
ndan kalkabilmek, üstesinden gelebilmek.

gücü ipliği
* Dokumada kullanı
lan sağlam, kalı
n iplik.

gücük
* Kısa, bodur, geliş
memiş , güdük.
* Kuyruksuz, kuyruğu kesik (hayvan).
* Ağaç direklerin hazı
rlanmasısırası
nda arta kalan kı
sa parça.

gücük ay
* Şubat ayı
.

gücümseme
* Gücümsemek iş
i veya durumu.

gücümsemek
* Bir ş
eyin yapı
lması
nıgüç görmek, bir iş
i isteksiz yapmak.

gücün
* Dara dar.
* Güçlükle, ancak, zorla.

gücüne gitmek
* gönlü kı

lmak, onuruna dokunmak.

gücüne koşmak
* bir sorunun kolay çözümü varken onu güçleş
tirmek.

güç
* Ağır ve yorucu emekle yapı
lan, müş
kül.
* Yapılmasızor, çetin.
* Zorlukla.

güç
* Fizik, düş ünce ve ahlâk yönünden bir etki yapabilme veya bir etkiye direnebilme yeteneğ
i, kuvvet.
* Bir olaya yol açan her türlü hareket, kuvvet, takat.
* Sınırsız, mutlak nitelik.
* Büyük etkinliği ve önemi olan nitelik.
* Birim zamanda yapı lan iş
.
* Bir cihazın, bir mekanizmanı n işyapabilme niteliğ i.
* Siyasî, ekonomik, askerî vb. bakı mlardan etki ve önemi büyük olan devlet.
* Bir ulusun, bir ordunun vb.nin ekonomik, endüstriyel ve askerî potansiyeli.
* Yeterliğini ve güvenilirliğini kanı tlamı
şkimse.
* Bir akarsuyun aş ı
ndı rma ve taş ıma yeteneği.
* Bir toprağı n verimlilik yeteneğ i.

-güç
* Bkz. -gı
ç/, -giç, -guç/ -güç.

güç beğ
enir
* her ş
eyden hoş
lanmayan, zorlukla karar veren, müş
külpesent.

güç belâ
* Zorlukla, güçlük çekerek.

güç birliğ
i
* Mevcut maddî ve manevî imkânlarıbir araya toplamak, güçleri birleş
tirme.

güç gelmek
* bir ş
eyin yapı
lması
nda zorluk ve sı

ntıile karş
ılaş
mak.

güç kaynağı
* Enerji kaynağ
ı.

güç mevkide kalmak


* içinden çı

lmasızor bir durumda bulunmak.

güçlendirici
* Güç veren, güç katan.

güçlendirilme
* Güçlendirilemek iş
i.

güçlendirilmek
* Güçlü duruma getirilmek, güç kazanmasısağlanı
lmak.

güçlendirme
* Güçlendirmek iş
i.

güçlendirmek
* Güçlü duruma getirmek, güç kazanması
nısağlamak.

güçleniş
* Güçlenmek iş
i veya biçimi.

güçlenme
* Güçlenmek iş
i.

güçlenmek
* Güçlü duruma gelmek.

güçleş
me
* Güçleş
mek iş
i.

güçleş
mek
* Güç duruma gelmek, zorlaş
mak.

güçleş
tirme
* Güçleş
tirmek iş
i.

güçleş
tirmek
* Güç duruma getirmek.

güçlü
* Gücü olan.
* Etkisi, önemi büyük olan, forslu.
* Nitelikleri ile etki yaratan, etkili.
* Şiddeti çok olan.

güçlü kuvvetli
* Sağlı
ğı
, gücü, kuvveti yerinde olan.
* Maddî ve manevî bakı mlardan gücü, arkası
, torpili olan.

güçlüğü ( veya güçlükleri) yenmek


* bir güçlüğü, zorluğu ortadan kaldı
rmak.

güçlük
* Güç olan bir ş
eyin niteliğ
i, zorluk.
* Ağı
r ve yorucu emek, zahmet, meş akkat.
* Engel.

güçlük çekmek
* bir iş
i çok zor yapmak, zor bir durumla karş
ılaş
mak.

güçlük çı
karmak
* bir ş
eyin gerçekleş
mesini engelleyici sebepler ileri sürmek.

güçlükle
* Güç, kolay olmayan bir biçimde.

güçlülük
* Güçlü olma durumu.

güçsünme
* Güçsünmek iş
i veya durumu.

güçsünmek
* Bir ş
eyi güç saymak.

güçsüz
* Gücü olmayan, âciz.

güçsüz düşmek
* gücü yetmemek.

güçsüzce
* Güçsüz bir biçimde (olan).

güçsüzlük
* Güçsüz olma durumu, güçsüze yakı
şacak davranı
ş, kuvvetsizlik, aciz, iktidarsı
zlı
k.

güdek
* Amaçlanan sonuç, güdülen ş
ey.

güdeksiz
* Bir amaca dayanmayan, garazsı
z.

güdeleme
* Güdelemek iş
i.

güdelemek
* Ardı
na düş
mek, kovalamak, sürmek.
güderi
* Genellikle geyik veya keçi derisinden yapı
lmı
şyumuş
ak ve mat meş
in.
* Bu meş inden yapı lmış.

güderici
* Güderi yapan veya satan kimse.

güdericilik
* Güderi deri sanayii ve ticareti.

güderihane
* Güderinin yapı
ldı
ğıyer.

güderileme
* Güderilemek iş
i.

güderilemek
* Güderi iş
lemlerini yapmak.

güdü
* Bilinçli veya bilinçsiz olarak davranı
şıdoğuran, sürekliliğ
ini sağlayan ve ona yön veren herhangi bir güç,
saik.
* Kaynağı duygulanma değ il, akıl olan sebep, saik.
* Bir etkinlik veya iş in gizli sebebi.
* Bireyleri bilinçli ve amaçlıiş lerde bulunmaya yönelten dürtü veya dürtüler bileş
kesi, saik.

güdücü
* Gütmek işini yapan kimse.
* Çoban, sı
ğırtmaç.

güdük
* Eksik yanıolan, tamamlanmamış
, kı
sa.
* Kuyruğu kesik veya kopmuş .
* Yetersiz, sonuç vermemiş.

güdük kalmak
* büyüyememek, küçük, bodur kalmak.
* bitmemiş
, sonuç vermemişdurumda olmak.

güdükleş
me
* Güdükleş
mek iş
i.

güdükleş
mek
* Güdük duruma gelmek.

güdüklük
* Güdük olma durumu.

güdülenme
* Bireyin, iş
inin yönünü, gücünü ve öncelik sı
rası
nıbelirleyen iç veya dı
şdürtücünün etkisi ile iş
e geçmesi,
motivasyon.
* Canlıda işe veya öğrenmeye geçme isteği.

güdülme
* Güdülmek iş
i.

güdülmek
* Gütmek iş i yapı
lmak.
* (bir kimse veya topluluk) Birinin düş
ünce ve amacı
doğ
rultusunda yönetilmek.

güdüm
* Yönetmek iş
i, idare.
* Biliş
imde, bir olaylar dizisini, bir süreci veya bir aracıyöneltme ve düzenlemeyle ilgili iş
levlerin bütünü.

güdüm bilimi
* Canlı
larda ve makinelerde kontrol, iletiş
im ve iş
leyiş
i inceleyen bilim, kibernetik, sibernetik.

güdümcü
* Güdümcülükten yana olan kimse.

güdümcülük
* Bir ülkenin ekonomi, tarı
m gibi iş
lerinde tutulan güdümlü yol.

güdümleme
* Bir görüş
, kanı
veya inancıbenimsetme çabası
.

güdümlemek
* Belli bir amaca veya inanca yönlendirmek.

güdümlü
* Güdülebilen, yönetilebilir.
* Belirli bir plân veya yönde yürütülen bir amacı
, bir eğilimi yansı
tan.

güdümlü sanat
* Belli bir siyasî ve toplumsal ideoloji doğ
rultusunda oluş
turulan sanat.

güdümlülük
* Güdümlü olma durumu.

güfte
* Müzik eserlerinin yazı
lımetni, söz.

güfteci
* Güfte yazan kimse, söz yazarı
.

güğ
üm
* Yandan kulplu, boynu uzun, genellikle bakı
rdan su kabı
.

güherçile
* Tarımda gübre, hekimlikte ilâç olarak kullanı
lan, barut gibi patlayı
cımaddeler yapı
mına yarayan, beyaz
renkte ve ince billûrlar durumunda birleş
ik bir madde, potasyum nitrat (KNO3).

gül
* Gülgillerin örnek bitkisi (Rosa).
* Bu bitkinin katmerli, genellikle kokulu olan çiçeğ
i.

gül gibi
* çok iyi, çok güzel.

gül gibi bakmak


* geçimini para sı
kıntı
sıolmadan sağ
lamak.
* iyi, temiz bakmak.

gül gibi geçinmek (veya yaşamak)


* çok iyi anlaş
mak, geçinmek.
* pek genişolmayan bir imkânla rahat, sı

ntı

z yaş
amak.

gül rengi
* Gül renginde olan.

gül suyu
* Gül yağı
elde edilmesi sı
rası
nda yan ürün olarak elde edilen kokulu ve renksiz sı

.

gül üstüne gül koklamamak


* bir sevgili üstüne bir ikincisini sevmemek.

gül yağ

* Gül yağı
çıkaran veya satan kimse.

gül yağ
cılı
k
* Gül yağı
çıkarma veya satma iş
i.

gül yağ
ı
* Güllerin imbikten çekilmesiyle elde edilen gül suyunun üstünde toplanan kokulu yağ.

gülabdan
* Gül suyu serpmek için kullanı
lan, ağzıemzikli, armut biçiminde küçük kap.

gülbahar
* Kırmı zı boya elde etmede kullanı
lan iyi bir cins toprak.
* Bir tavla oyunu.

gülbank
* Hep bir ağ
ızdan ve makamla yapı
lan dua veya ant.

gülbeş
eker
* Gül çiçeğ
i ve ş
eker ile yapı
lan macun kı
vamı
nda bir çeş
it reçel.

gülböceği
* Altı
n böcek.

gülcü
* Gül üreten kimse.

gülcülük
* Gül üretme iş
i.

güldeste
* Antoloji.

güldü gülecek
* Gülmek üzere olan, gülmeye hazı
r durumda, gülümser.

güldür güldür
* Çok gürültü ederek, yüksek ses çı
kararak, hı
zla.

güldürme
* Güldürmek iş
i.

güldürmek
* Gülmesine sebep olmak.

güldürü
* Güldürme özelliği olan.
*İnsanları
n, olayları
n, durumları
n gülünç yönlerini belirten sahne eseri, komedi, fars.

güldürücü
* Gülmeyi sağ
layan, gülmeye yol açan, komik.

güle güle
* Gülerek.
* Mutlu, güzel günlerde uğurlama için kullanı
lan seslenme sözü.
* "Üzüntüsüz bir hayat sürerek, gönül ferahlı
ğıile (giy, otur, kullan, büyüt...)" anlamı
nda bir iyi dilek sözü.

güle oynaya
* sevinerek, neş
e ile.
gülecen
* Sevimli ve cana yakı
n tavı
rlarıolan (kimse).

güleç
* Her zaman gülümseyen, mütebessim.

güleçlik
* Güleç olma durumu.

güleğen
* Güler yüzlü, çok gülen (kimse).

güler misin, ağ
lar mı

n!
* hem gülünecek hem üzülünecek nitelikteki ş
aşı
rtı
cıolaylar karş
ısı
nda söylenir.

güler yüz

çten ve yapmacı
ksı
z, yumuş
ak, okş
ayı
cıdavranı
ş.

güler yüzlü
* Yakı
nlı
k gösteren, içten davranan.

güler yüzlülük
* Güler yüzlü olma durumu.

gülerim! (veya güleyim bari!)


* yersiz görülen bir düş
ünceye karş
ıhafifseme olarak söylenir.

gülerken ı
sırır
* görünürdeki iyiliğ
ine güvenilmemesi gereken (kimse).

gülgiller
* Çilek, armut, elma, badem gibi türleri içine alan, ayrıtaç yapraklıiki çeneklilerden, örneğ
i gül olan bir bitki
familyası
.

gülhatmi
* Ebe gümecigillerden, yapraklarıgenişve yuvarlak, çiçekleri büyük ve türlü renklerde olan, çok yı
llı
k otsu
bir bitki (Althaea rosea).

gülistan
* Gül bahçesi.
* Huzurlu, rahat ve zenginlik dolu (yer).

gülkurusu
* Kurutulmuşpembe gül rengi.
* Bu renkte olan.

güllâbi
* Akı
l hastahanelerindeki hademelere verilen ad.

güllâbici
* Bkz. güllâbi.

güllâbicilik
* Güllâbicinin yaptı
ğıiş
.

güllâbicilik etmek
* birinin taş
kın ve ş
ımarı
k davranı
şları
na katlanarak yüzüne gülmek.

güllâç
* Niş
astadan yapı
lan, çok ince kuru yufka; bu yufkadan hazı
rlanan tatlı
.
* Tadıhoşolmayan toz durumundaki bazıilâçları
n kolayca yutulabilmesi için bunları
n içine konuldukları
,
niş
astadan küçük kap.

gülle
* Eskiden som taşveya demirden, yuvarlak bir biçimde yapı lırken, günümüzde çelikten silindir biçiminde,
bir ucu sivri olarak yapılan top mermisi.
* Atletizm yarışmalarında atı
lan pirinç veya pirinçten daha sert bir maddeden yapı
lan, erkekler için 7.257 kg,
kadı nlar için 4 kg olan madenî küre.

gülle atma
* Tek elle taş
ınan gülleyi ileriye doğru fırlatma.
* Gülleyi en uzağa atmak amacı yla yarı
şılan atletizm dalı
.

gülle gibi
* çok ağ ır.
* hâlsiz, yorgun argı
n.

gülleci
* Top güllesi yapan kimse.
* Gülle atma sporu yapan kimse.

güllü
* Gülü olan.

güllük
* Gül bahçesi veya gülü çok olan yer.

güllük gülistanlı
k
* Bolluk ve rahatlı
k içinde olan (yer).

gülme
* Gülmek işi.
* Kahkaha.

gülme komş una, gelir başına


* birinin başına gelen kötü bir durum senin de baş
ına gelebilir.

gülmece
* Eğ
lendirmek, güldürmek ve birine, bir davranı
şa incitmeden takı
lmak amacı
nıgüden ince alay, mizah,
humor.
* Gerçeğin güldürücü yanları
nıortaya koyan edebiyat türü, mizah.

gülmeceli

çinde gülmece nitelikleri bulunan (yazı
, karikatür vb.), mizahî.

gülmek
* (insan) Hoş una veya tuhafı
na giden olaylar, durumlar karş ısında, genellikle sesli bir biçimde duygusunu
açı
ğa vurmak.
* Mutlu, sevinçli zaman geçirmek, eğlenmek, hoş ça vakit geçirmek.
* Biriyle alay etmek.
* Dikkati çekecek derecede hoşve sı cak görünmek.

gülmekten kı
rılmak (katı
lmak)
* aş
ırıderecede sarsı
larak gülmek.

gülü seven dikenine katlanır


* insan sevdiği kimse veya sevdiğ
i işyüzünden gelecek sı

ntı
lara katlanı
r.

gülü tarife ne hacet, ne çiçektir biliriz


* birinin uygunsuz durumlarısayılı
rken bunları
n öteden beri bilindiğ
ini anlatmak için söylenir.

gülücük
* Çocuk gülümsemesi.
* Gülümseme, tebessüm.

gülük
* Hindi.
* Sebze yetiş
tirmek için açı
lan ocak.

gülümseme
* Hafifçe gülme, tebessüm.

gülümsemek
* Güler gibi olmak, hafifçe gülmek.

gülümser
* Hafifçe gülümseyen, sevimli.

gülümseyiş
* Gülümsemek iş
i veya biçimi.

gülünç
* Alayıüzerine çeken, eğlence konusu olan, güldürücü, tuhaf, komik.

gülünçleş
me
* Gülünçleş
mek iş
i, komikleş
me.

gülünçleş
mek
* Gülünç duruma gelmek, komikleş
mek.

gülünçleş
tirme
* Gülünçleş
tirmek iş
i.

gülünçleş
tirmek
* Gülünç duruma getirmek.

gülünçlü
* Güldürücü, eğ
lendirici özellikleri bulunan (oyun, hikâye, söz).

gülünçlük
* Gülünç olma durumu, komiklik.

gülünme
* Gülünmek iş
i.

gülünmek
* Gülmek iş i yapı
lmak.
* Alay edilmek.

gülüp geçmek
* umursamamak, aldı

şetmemek, üzerinde durmamak.

gülüp oynamak (veya gülüp söylemek)


* neş
eli, sevinçli, keyifli, güzel vakit geçirmek.

gülüş
* Gülmek iş
i veya biçimi.

gülüş
me
* Gülüş
mek iş
i.

gülüş
mek
* Karş
ılı
klıveya birlikte gülmek, birlikte ş
akalaş
mak.
gülüş
ülme
* Gülüş
ülmek iş
i veya durumu.

gülüş
ülmek
* Karş
ılı
klıveya birlikte gülünmek.

gülüt
* Bir skece, revüye veya bir eğlence gösterisine eklenen gülünçlü sözler veya durumlar.

gülütçü
* Bir skeçte, revüde veya eğ
lence gösterisinde eklenen sözleri ve durumlarıhazı
rlayan kimse.

güm
* Derinden ve patlayı
cıyankı

gürültü.

güm güm
* Yankı
lıgürültü sesinin tekrarlandı
ğı
nıanlatı
r.

güm güm atmak


* heyecanla vurmak.

güm güm etmek


* derinden yankı
lıses olmak, ses çı
kmak.

gümbedek
* Gümbürdeyerek.
* Beklenmedik bir zamanda, birdenbire.

gümbür gümbür
* Büyük bir gürültü ile.

gümbürdeme
* Gümbürdemek iş
i.

gümbürdemek
* Gümbür diye ses çı karmak.
* (insan için) Ölmek, gümleyip gitmek.

gümbürdetme
* Gümbürdetmek iş
i.

gümbürdetmek
* Gümbürdemesine yol açmak.

gümbürdeyiş
* Gümbürdemek iş
i veya biçimi.

gümbürtü
* Gümbürdeme sesi, gürültü.

gümbürtülü
* Gümbürtü sesi çı
karan.

güme
* Avcıkulübesi.
* Bostanda yapılan bekçi kulübesi.

güme gitmek
* boş a gitmek, boşyere yok olmak.
* (insan için) boş
u boşuna ölmek, hiç uğ
runa ölmek.
* değ eri anlaşı
lmadan yitip gitmek.
gümeç
* Bal peteğ
ini oluş
turan altıköş
eli gözeneklerden her biri.

gümeç balı
* Gümeciyle birlikte bulunan süzülmemişbal.

gümele
* Bkz. güme.

gümleme
* Gümlemek iş
i.

gümlemek
* Güm diye ses çıkarmak.
* Sı
nıfta kalmak.

gümletme
* Gümletmek iş
i.

gümletmek
* Hı
zla vurmak veya çarpmak.

gümleyip gitmek
* beklenmedik bir zamanda ansı

n ölmek.

gümrah
* (su, saç, ses gibi bir yerden çı
kan ş
eyler için) Bol, sı
k, çok, gür.

gümrahlı
k
* Gümrah olma durumu, bolluk, sı
klı
k, gürlük.

gümrük
* Bir ülkeye giren veya bir ülkeden çı
kan mal ve eş ya üzerinden alı
nan vergi.
* Bir verginin alı
nmasıiş lemiyle uğraşan devlet kuruluşu.
* Bir ülkenin girişve çı
kış ı
nda gümrük denetim ve gözetiminin yapı ldı
ğıyer.

gümrük kanunu
* Gümrük iş
lerini ve iş
lemlerini yasal bir düzen içinde toplayan kanun.

gümrük koymak
* engel olmak, kı

tlamak.

gümrükçü
* Gümrük görevlisi.
* Baş
kaları
yla ilgili eş
yayıbir ücret karş
ılı
ğı
nda gümrükten çı
karma iş
ini üzerine alan komisyoncu.

gümrükçülük
* Gümrük memurluğu.
* Gümrükten eş
ya çı
karma komisyonculuğ
u.

gümrükleme
* Gümrüklemek iş
i.

gümrüklemek
* (bir malı
n) Gümrükte girişiş
lemini yapmak.

gümrüklendirme
* Gümrüklendirmek iş
i.

gümrüklendirmek
* (bir malı
n) Gümrük iş
lemlerini yaptı
rmak.
gümrüklenme
* Gümrüklenmek iş
i veya durumu.

gümrüklenmek
* Gümrüklemek iş
lemi yapı
lmak.

gümrüklü
* Gümrük vergisi ödenmesi gerekli olan.
* Gümrük vergisi ödenmişolan.

gümrüksüz
* Gümrük vergisi ödenmesi gerekmeyen.
* Gümrük vergisi ödenmemiş , kaçak.

gümrükten mal kaçı rır gibi


* bir iş
te gereksiz telâşve ivedilik göstererek; herkesten saklamaya çalı
şarak.

gümül
* Susam ve ekin demeti veya yı
ğı
nı.

gümüş
* Atom sayı sı47, atom ağı rlı
ğı107.88, yoğunluğu 10.5 olan, 9600 C ye doğ
ru sı
vıdurumuna geçen, parlak
beyaz renkte, kolay iş
lenir ve tel durumuna gelebilen element. KısaltmasıAg.
* Bu elementten yapı lmı ş.

gümüşbalığı
* Gümüşbalı
ğı
gillerden, beyaza yakı
n gümüşrenginde bir deniz balı
ğı(Atherina presbyter).

gümüşbalığı
giller
* Kemikli balı
klar takı
mını
n, örnek hayvanı
gümüşbalı
ğıolan bir familyası
.

gümüşgrisi
* Gümüşrenginde olan.

gümüşrengi
* Gümüşparlaklı ğ
ında, gümüş
ü andı
ran renk, gümüş
î.
* Bu renkte olan.

gümüşsağolsun, altı
n gidekosun
* eldeki ş
ey, elde edilmesi güç olan daha değ
erli bir ş
eyden üstün tutulmalı
.

gümüşservi
* Ayı
n suya yansı
ması
yla oluş
an parı
ltı
lıgörünüm.

gümüşyağmurcun
* Kuzey yarı
m kürenin en uç noktaları
nda yaş
ayan yağ
mur kuş
u (Squatarola squatarola).

gümüş
çü
* Gümüş
ü iş
leyen sanatçıveya gümüş
ten yapı
lmı
şeş
ya satı


.

gümüş çün
* Püskül kuyruklulardan, eski kitap sayfaları
nda, döşeme aralı
kları
nda, şekerli maddeler ve tahta kı

ntı
ları
yiyerek yaş ayan, vücutlarıküçük pullarla örtülü, kanatsı
z böcek (Lepisma saccharina).

gümüş
göz
* Para canlı

, açgözlü, cimri.

gümüş
î
* Gümüşrenginde olan.

gümüş
îleş
me
* Gümüşrengini alma.
gümüş
îleş
mek
* Gümüşrengini almak.

gümüş
leme
* Gümüş
lemek iş
i.

gümüş
lemek
* Gümüş
le kaplamak veya süslemek.
* Gümüş
ün rengini andı
ran bir renk vermek.

gümüş
lenme
* Gümüş
lenmek iş
i.

gümüş
lenmek
* Gümüşle kaplanmak.
* Gümüşgibi parıldamak.

gümüş
letme
* Gümüş
letmek iş
i.

gümüş
letmek
* Gümüş
le kaplatmak veya süsletmek.

gümüş

* Gümüş
ü olan, gümüş
le kaplanmı
şveya süslenmişolan.

gümüş

* Gümüş
e benzer.

gümüş
süz
* Gümüş
ü olmayan.

gümüş
ü
* Bkz. gümüş
î.

gümüş
üleşmek
* Bkz. gümüş
îleş
mek.

gün
* Güneş .
* Güneşı ş
ığ ı.
* Gündüz.
* Yer yuvarlağ ı
nın kendi ekseni etrafı
nda bir kez dönmesiyle geçen 24 saatlik süre.
*İ çinde bulunulan zaman.
* Zaman, sı ra.
* Çağ , devir.
*İ yi yaşanmı şzaman.
* Bayram niteliğinde özel gün.
* Çoğ unlukla ev hanı mlarının ayın belirli günlerinde konuk ağ
ırlamak için yaptı
klarıtoplantı
.
* Tarih.

-gün
* Bkz. -gı
n / -gin, -gun / -gün.

gün ağarmak
* tan yeri aydı
nlanmak.

gün almak
* bir işgörmek için ilgili kiş
iden bir gün ayı
rması
nıistemek, randevu almak.
* yaşı nı
, günü gününe bitirmişolmak.
gün atmak
* davayı
ileri bir tarihe bı
rakmak.
* güneşdoğmak.

gün balı
* Güneş
te bal koyuluğ
una getirilmişüzüm ş
ırası
.

gün balı
ğı
* Lâpinagillerden, kı
rmı
zırenkli, siyah benekli bir balı
k (Julis turcica).

gün batı

* Güneş
in ufukta kaybolması
, gurup.

gün batı

* Batı
.

gün batmak
* Bkz. güneşbatmak.

gün bugün
* içinde bulunduğun günü iyi değerlendir; bugün ne yapabilirsen kazancı
n odur.

gün çiçeği
* Ayçiçeği, günebakan, gündöndü.

gün dikilmesi
* tam öğ
le vakti, zeval.

gün dikilmesi
* Tam öğ
le vakti, zeval.

gün doğmadan kimliğ i söylenmez


* bir işiyice belli olmadan sonucu hakkı
nda yargıyürütülemez. Yarı
n ne gibi durumlar veya olaylar
çıkacağ
ınıkimse bilmez.

gün doğmadan neler doğar


* beklenmedik bir sı
rada umut verici durumlarla da karş
ılaş
ma imkânıvardı
r.

gün doğmak
* sabah olmak.

gün doğmak
* isteklerini gerçekleş
tirmek için iyi bir duruma eriş
mek veya eline olağanüstü bir fı
rsat geçmek.

gün doğusu
* Doğu.
* Doğudan esen rüzgâr.

gün dönümü
* Gündüz ile gecenin eş
it olduğ
u gün.

gün durumu
* Güneş
in açı

mını
n en çok olduğ
u gün.

gün geçmek
* güneşçarpmak.

gün gibi açık


* çok açı
k, çok belli.

gün görmek
* esenlik, bolluk, mutluluk içinde yaş
amak.
gün görmemek
* sı

ntıiçinde yaş
amak.

gün görmez
* hiç güneşı
şı
ğıalmaz (yer).

gün görmüş
* iyi yaş
amış.
* birçok hayat tecrübesi bulunan (kimse).

gün günden
* günden güne, her gün biraz daha, giderek.

gün güne uymaz


* bir günün iş
leri, durumları
,şartları
baş
ka bir gününkine uymaz.

gün ı
şı
ğı
na çıkmak
* açıklı
ğa kavuş
mak, aydı
nlanmak.

gün kavuşmak
* güneşbatmak, akş
am olmak.

gün koymak
* yapı
lacak bir işiçin gün tespit etmek, belirlemek.

gün merkezli
* Güneş 'in merkezine bağlıolan, Güneş
'in merkezinden bakı
ldı
ğıvar sayı
larak ölçülen (bir yı
ldı

n
koordinatları).

gün meselesi
* her an mümkün, sürekli gerçekleş
ebilecek durumda.

gün ola harman ola


* bir gün onun da zamanıgelir.

gün olur yılıbesler, yıl olur günü beslemez


* ticarette kazanç, günü gününe uymaz.

gün ortası
* Öğle, öğ
le vakti.

gün tutulması
* Bkz. güneştutulması
.

gün yağ
muru
* Güneşçı
kmı
şken yağ
an iri damlalıyağ
mur.

gün yapmak
* (çoğ
unlukla ev hanı
mları
) ayı
n belirli günlerinde konuk ağ
ırlamak.

gün yayı
* Güneş
in gök küresinde bir gün boyunca çizdiğ
i çemberin ufuk üstünde kalan parçası
.

gün yeli
* Doğu rüzgârı
.

günah
* Dince suç sayılan işveya davranı
ş.
* Acımaya yol açacak kötü davranış, yazı
k.
* (bazıdeyimlerde) Sorumluluk, vebal.
* Kabahat, hafif suç.
günah benden gitti (veya gitsin)
* "ben görevimi yaptı m, bundan sonrası
için sorumluluk kabul etmem" anlamı
nda kullanı
lan söz.

günah çı
karmak
* (Hristiyanlarda) Tanrı 'nı
n bağı
şlamasıiçin papaza gidip iş
lediğ
i günahlarıanlatmak.
* kötü davranı şları
nı, suçları
nıaçıklamak, anlatmak.

günah iş
lemek
* günah sayı
lan davranı
şta bulunmak.

günah keçisi
* Sürekli suçlanan, her gelenin öfkesini ondan çı
kardı
ğıkimse.

günah olmak
* yazı
k olmak.

günaha girmek
* dince suç sayı
lan bir işyapmak.

günaha sokmak
* günah iş
lemesine yol açmak.

günahı(veya vebali) boynuna


* ben karışmam, sorumluluk sana (veya ona) düş
er.

günahıkadar sevmemek
* hiç sevmemek, nefret etmek.

günahı
na girmek (veya günahı nı almak)
* birisi için haksı
z olarak kötü düş
ünmek, kuş
kulanmak; iftira etmek.

günahı
nıçekmek
* birinin yaptı
ğıveya birine karş
ıyapı
lan kötülüğün cezası
nıgörmek.

günahı
nıvermez
* çok cimri.

günahkâr
* Günah iş
lemiş
, günahlı
.

günahkârlı
k
* Günahkâr olma durumu.

günahlı
* Günahıolan.

günahsı
z
* Günahıveya suçu olmayan.

günahsı
zlık
* Günahsı
z olma durumu.

günâş
ık
* Ayçiçeği.

günaş
ırı
* Bir gün ara ile, iki günde bir.

günaydı
n
* Daha çok sabahlarısöylenen esenleme sözü.
günbegün
* Günden güne.

günberi
* Yer'in, Güneş
'e en yakı
n bulunduğu nokta.

günce
* Günlük (I).

güncek
* Şemsiye.

güncel
* Günün konusu olan, ş
imdiki, bugünkü (haber, olay vb.), aktüel.

güncelik
* Günce yazı
lan defter, muhtı
ra.

güncelleme
* Güncellemek durumu.

güncellemek
* Güncel duruma getirmek.

güncelleş
me
* Güncelleş
mek iş
i.

güncelleş
mek
* Güncel duruma gelmek.

güncelleş
tirme
* Güncelleş
tirme iş
i.

güncelleş
tirmek
* Güncel duruma getirmek.

güncelliğ
ini yitirmek
* süre aşımına uğ
rayarak önem ve değ
erini yitirmek.

güncellik
* Güncel olma durumu, aktüalite.

gündaş
* Bkz. gündeş
.

gündeliğ
e gitmek
* günlük iş
ler yaparak gelir sağlamak.

gündelik
* Her günkü, yevmî.
* Her gün yayımlanan, her gün çı
kan.
* Gün hesabıyla veya her gün ödenen para, yevmiye.

gündelikçi
* Gündelikle çalı
şan (kimse).

gündelikçi kadı
n
* Gündelikle ev iş
lerinde çalı
şan hizmetçi kadı
n.

gündelikçilik
* Gündelikçi olma durumu.
gündelikli
* Gündelikle çalı
şan (kimse).

gündem
* Meclis, kongre gibi toplantı
larda görüş
ülecek konuları
n bütünü, ruzname.

gündem dı
şı
* Toplantıprogramı
nın dı
şı
nda (kalan).

gündeme almak
* bir kurul toplantı

nda görüş
ülecek konuları
bir listeyle tespit etmek.

gündeme getirmek
* bir toplantı
da bir konuyu tartı
şmak, görüş
mek için önermek.
* bir konuya güncellik kazandırmak.

günden güne
* Gün geçtikçe, gittikçe.

gündeş
* Aynıgünde olan.

gündöndü
* Ayçiçeği.

gündüz
* Günün sabahtan akş
ama kadar süren aydı
nlı
k bölümü, gece karş
ıtı
.
* Gündüz vaktinde.

gündüz feneri
* Zenci, arap.

gündüz gözüyle
* Gündüzün, gündüz vakti, gün ı
şı
ğı
nda, her ş
eyin açı
k seçik görüldüğ
ü saatlerde.

gündüz külâhlı, gece silâhlı


* gerçekte iyi olmadığ
ıhâlde iyi gibi görünen kimseler için kullanı

r.

gündüz yı
rtı
cıları
* Kuş lar sı
nıfı
ndan kartallar takı
mını
n, çengel gagalı
, sivri ve kı
vrı
k tı
rnaklı
, iyi uçan kuş
larıiçine alan bir alt
takı
mı.

gündüzcü
* Gündüz çalışan görevli.
* Gündüz öğ renim gören öğrenci.
* Gündüzleri içki kullanan kimse.

gündüzleri
* Gündüz vakti.
* Her gün.

gündüzlü
* Okula gündüz giden, yatı
lıolmayan (öğrenci), neharî.

gündüzlük
* Gündüze özgü.

gündüzsefası
* Kahkaha çiçeği.

gündüzün
* Gündüz vaktinde.
güne doğ
rulum
* Yönelim.

günebakan
* Ayçiçeği.

güneç
* Çok güneşalan yer.

güneğ
ik
* Hindiba.

güneş
* (büyük G ile) Gezegenlere ve yer yuvarlağ
ına ı
şı
k ve ı
sıveren büyük gök cismi.
* Bu gök cisminin yaydığıışı
k ve ısı.

güneşaçmak
* güneşbulutlardan sı
yrı

p görünmek.

güneşalmak (veya güneşgörmek)


* güneşışı
nları
yla aydı
nlanacak durumda olmak.

güneşbalçıkla sı
vanmaz
* herkesin bildiği gerçek inkâr edilemez.

güneşbanyosu
* Vücudun her yanı
nıveya bir bölümünü güneşı
şı
nları
na tutma, güneş
lenmek.

güneşbatmak
* gün sonunda, güneşufukta kaybolmak.

güneşçarpmak
* sı
cak havada güneşaltı
nda çok kalmaktan hasta olmak.

güneşçavmak
* güneşyayı
lmak, güneşdoğmak.

güneşdil teorisi
* Dilin türeyiş
i felsefesi, psikolojisi ve sosyolojisi alanı
nda Atatürk döneminde ortaya atı
lan bir kuram.

güneşdoğmak
* sabahleyin güneşufuktan yükselmek.

güneşgözlüğ
ü
* Gözü güneşve çeş
itli tabiat olayları
ndan korumaya yarayan alet.

güneşgünü
* Güneş
'in, Yer'in bir noktası
ndaki meridyen düzlemine arka arkaya iki kez girmesi için geçen zaman.

güneşhayvancı
kları
* Kök bacaklı
lardan, ı
şı
n biçimindeki yalancı
bacakları
yla hareket eden bir hücreli hayvanlar takı
mı, günsüler.

güneşkremi
* Güneş
lenme sı
rası
nda cildin kuruması

, aş
ırıyanması
nıve çatlaması
nıönleyen bir tür özel krem.

güneşlekeleri
* Güneşyüzeyinde görülen siyah benekler.

Güneşsaati
* Bir düzlem ortasına dikilmişbir çubuğun, bu düzlem üzerine ayrı
ayrızamanlarda düş
en gölgesine
bakı
larak saati gösteren bölümler çizilerek yapı
lmı
şaraç.
Güneşsistemi
* Güneş
le gezegenlerin oluş
turduklarıdizge.

güneşsütü
* Güneş
lenme sı
rası
nda cildin kuruması
nıönleyen, koruyucu, beyaz renkli bir tür makyaj malzemesi.

güneştacı
* Güneşatmosferinin alevli bölümü.

Güneştakvimi
* Güneş
in görünürdeki günlük ve yı
llı
k hareketine göre düzenlenen takvim.

Güneştekeri
* Güneş
in gökyüzündeki iz düş
ümü olan parlak daire.

Güneştutulması
* Ay'ı
n, Yer ile Güneşarası
na girmesi yüzünden Güne ş
in yer yüzünden kararmı
şgörünmesi, küsuf.

güneşyağı
* Güneş
lenme sı
rası
nda cildin daha çabuk koyulaş
masıiçin kullanı
lan bir tür yağ
lısı

.

güneşyanığı
* Güneşı
şı
nları
nın insan teninde yaptı
ğıesmerlik.

Güneşyı

* Güneş
in görünürdeki yı
llı
k hareketine göre tanı
mlanan yı
l.

güneş
e karşıiş
emek
* saygıgösterilmesi gereken ş
eylere saygı

zlı
k göstermek.

güneş
i üzerine doğdurmamak
* güneşdoğmadan önce yataktan kalkmak.

güneş
in alnında (veya güneş
in altı
nda)
* güneş in yakı
cıı
şı
nlarıaltı
nda.

güneş
leme
* Güneş
lemek veya güneş
lenmek iş
i.

güneş
lemek
* Güneşı
şı
nları
ndan vücudun yararlanması
nısağlamak.

güneş
lenme
* Güneş
lenmek iş
i veya durumu.

güneş
lenmek
* Güneşı
şı
nları
ndan yararlanmak için kendini güneşaltı
nda bulundurmak.

güneş
letme
* Güneş
letmek iş
i.

güneş
letmek
* (bir ş
eyi) Güneşı
şı
ğı
nın etkisinde bı
rakmak.

güneş
li
* Güneşı şınları
yla aydı
nlanmı
ş.
* (hava için) Açık, aydı
nlı
k.

güneş
lik
* Güneşı şı
nları
na engel olan perde veya buna benzer gereç.
* Siperlik.
* Güneşış
ınlarınıalan (yer).
* Alı
cımerceğini zararlıı
şınlardan korumak için mercek önüne takı
lan ve merceğ
in önünde gölgeli bir alan
sağ
layan yardı
mcıdonatım türü.

güneş
sel
* Güneş
e iliş
kin, Güneş le ilgili.
* Güneş
le birlikte doğ
an, Güneş le birlikte batan (gök cismi).

güneş
siz
* Güneşı şınları
yla aydınlanmayan, güneşı
şı
nları
nıalmayan.
* (hava için) Kapalı, bulutlu.

güneş
sizlik
* Güneş
siz olma durumu.

güneş
topu
* Bkz. Acem lâlesi.

güney
* Solunu doğ
uya, sağı
nıbatı
ya veren kimsenin tam karş
ısı
na düş
en yön, dört ana yönden biri, cenup, kuzey
karş
ıtı
.
* Bu yönde olan, bu yönle ilgili, cenubî.
* Güneşgören yer.
* Lodos.

güney karamanı
* Siyahtan kül rengine kadar değ
işen renklerde, kuyruklarıdiğ er karamanlara göre daha küçük, kuzuları
ndan
bukleli post alı
nabilen ve BatıToroslar bölgesinde yetiştirilen bir tür koyun.

güney noktası
* Güney doğrultusunun ufuk üzerinde göğ
ü deldiği nokta.

Güneybalı
ğı
* Güney yarı
m kürede bir takı
m yı
ldı

n adı
.

güneybatı
* Güneyle batıarasıyön.

güneydoğu
* Güneyle doğ
u arası
yön.

güneyli
* Güney bölgelerinden olan (kimse veya topluluk), cenuplu.
* Türkiye'nin güney illerinden olan (kimse).

güngörmez
* Hiç güneşı
şı
ğıalmaz (yer).

güngörmüş
*İ yi yaş
amı ş
.
* Birçok hayat tecrübesi bulunan (kimse).
* Çok yaş lı
.

güngörmüşlük
* Çok hayat tecrübesi olmak.

günindi
* Gurup zamanı
.
* Batı
.

günleme
* Günlemek iş
i.
günlemek
* Günü belirlemek, tarihlendirmek.

günlerce
* Birçok gün sürerek.

günlerden bir gün


* geçmişzamanda bir gün, vaktiyle.

günleri gece olmak


* çok kederlenecek bir duruma uğramak.

günleri sayılıolmak
* ölümü yakı n olmak.
* bir yerde kalmak için ancak birkaç günü bulunmak.

günlü
* Tarihli.
* Belli bir zamanla sı
nırlı
.

günlük
* O günkü, o günle ilgili.
* Üzerinden gün geçmişveya geçecek.
* Her gün yapılan, her gün yayımlanan, her gün çıkan.
* Günü gününe tutulan hatı ra, günce, muhtıra.
* Günü gününe tutulan anıyazı sıveya bu yazılarıiçine alan eser, günce.

günlük
* Tütsü için kullanı
lan bir çeş
it ağaç sakı

.

günlük ağacı
* Asya'nı n sıcak bölgelerinde (Styrax) ve Afrika'da yetiş
en (Boswelia) türlerinden günlük çı
karı
lan değiş
ik
cinste ağaçlara verilen ortak ad.

günlük defter
* Bir iş
letmenin yaptı
ğıiş
leri günü gününe geçirdiğ
i defter, yevmiye defteri.

günlük güneş lik


* sı
cak, yağı
şsı
z ve güzel hava.

günlük güneşlik
* Açık ve bol ı
şı
klı(yer veya hava).

günlük güneş lik görünmek


* sı
kı ntısı
z, sorunsuz, huzur ortamı
nda bulunmak.

günlükçü
* Günlük yazarı
, günlük tutmuşve yayı
mlamı
şolan kimse.

günöte
* Yer yörüngesinin Güneş
'e en uzak bulunduğu nokta, evç.

günsüler
* Bkz. güneşhayvancı
kları
.

güntün eş
itliğ
i
* Gece ile gündüzün eş
it uzunlukta olması
, ekinoks.

günü
* Kıskançlı
k, çekememezlik, haset.
* Zamanı ndan önce doğan yavru .
günü birliğine
* Günü birlik.

günü birlik
* Bütün bir gün boyunca, gece kalmadan, sabah gidip akş
amdan önce dönmek üzere.

günü dolmak
* önceden belirlenmişbir süreyi tamamlamak.
* ömrünü tamamlamak, eceli gelmek.
* hamilelikte çocuğun olmasıgereken süreyi tamamlamak, doldurmak.

günü geçmiş
* eski tarihli.
* son kullanma tarihi dolmuşolan yiyecek, bayat.

günü gününe
* Tam vaktinde, her gün, gününde, tam gününde.

günü gününe uymaz


* her zaman aynıdurumda bulunmaz, kararsı
z.

günü yetmek
* ölüm zamanıgelmek.
* (gebe için) doğum vakti gelmek.

günücü
* Kı
skanç, hasetçi, hasut.

günücülük
* Kı
skançlı
k, hasetlik.

günüleme
* Günülemek iş
i.

günülemek
* Kı
skanmak, çekememek, haset etmek.

günün adamı
* O günlerde çok sözü edilen kişi.
* Zamanı n gereğ
ine göre yön ve tutum değiş tiren kimse.
* Kendisinde zamanı n gerektirdiği değerler bulunan kimse.

günün birinde
* belli olmayan bir günde.

gününü (veya günlerini) saymak


* (kurtulamayacak hasta) son günlerini yaş
amak.

gününü beklemek
* Bkz. gününü (veya günlerini) saymak.

gününü doldurmak
* bir iş
in sona ermesi için gereken süreyi tamamlamak.

gününü görmek
* kötü bir sonla karşı
laşmak, cezaya çarptırılmak.
* çocuklarının iyi, mutlu günlerini görmek.
* ay başıgörmek.

gününü göstermek
* (tehdit yollu) cezalandı
rmak.
gününü gün etmek
* hiçbir ş
eyi dert edinmeyip gününü hoşgeçirmek.

güpegündüz
* Ortalı
k iyice aydı
nlı
kken, iyice gündüz iken.

güpgüzel
* Çok güzel.

gür
* Bol ve güçlü olarak çıkan veya fı
şkı
ran.
* Bol, verimli, feyyaz.

gür gür
* Bkz. gürül gürül.

gürbüz
* Sağlam, güçlü ve iyi geliş
miş
, iri.

gürbüzleş
me
* Gürbüzleş
mek iş
i.

gürbüzleş
mek
* Geliş
mek, gürbüz duruma gelmek.

gürbüzlük
* Gürbüz olma durumu.

Gürcü
* Gürcistan halkı
ndan veya bu halkı
n soyundan olan kimse.

Gürcüce
* Gürcü dili.

güre
* Çiftleş
mek isteyen kısrak veya diş
i eşek.
* Bir yaşı
ndan üç yaşına kadar olan tay.
* Kuvvetli, dinç.
* Çekingen, korkak, ürkek.

gürecilik
* Bkz. devimselcilik.

güreş
* Belli kurallar içinde, güç kullanarak, iki kiş
inin türlü oyunlarla birbirinin sı
rtı
nıyere getirmeye çalı
şması
.

güreşetmek (veya tutmak)


* güreş
mek.

güreşmayosu
* Güreş
irken, güreş
çilerin giydiği özel mayo.

güreşminderi
* Kapalıspor salonları
nda güreş
çilerin üzerinde güreş
tikleri, üstü yekpare kaplıolan kauçuk minder.

güreş
çi
* Güreşyapan, güreş
en kimse, pehlivan.

güreş
çi köprüsü
* Vücudun, sı
rt yere dönük, avuçlar ve tabanlarda yay biçiminde dayalıbulunduğu durum.
güreş
çilik
* Güreş
le uğraş
an spor dalı
, pehlivanlı
k.

güreş
ilme
* Güreş
ilmek iş
i veya durumu.

güreş
ilmek
* Güreşyapı
lmak.

güreş
me
* Güreş
mek iş
i.

güreş
mek
* (iki kiş
i) Türlü oyunlarla birbirinin sı
rtı
nıyere getirmeye çalı
şmak.

güreş
tirme
* Güreş
tirmek iş
i.

güreş
tirmek
* Güreşyaptı
rmak.

gürgen
* Gürgengillerden, Karadeniz kı

ları
ndaki ormanları
mızda çok yetiş
en, kerestesi beğ
enilen bir ağaç
(Carpinus betulus).

gürgengiller
*İ ki çeneklilerden, çiçek durumları
tırtı
lsı
; gürgen, huş
, fı
ndı
k, kı

lağ
aç gibi kerestelik ağ
açlarıiçine alan bir
familya.

gürlek
* Çağ
layan.

gürleme
* Gürlemek iş
i.

gürlemek
* Kalın ve gür ses çı
karmak.
* Beklenmedik bir zamanda ansı

n ölmek.

gürleş
me
* Gürleş
mek iş
i.

gürleş
mek
* Gür bir duruma gelmek.

gürleyiş
* Gürlemek iş
i veya biçimi.

gürlük
* Gür olma durumu.
* Verimlilik, feyiz.

güruh
* Değersiz, aş
ağıgörülen, küçümsenen topluluk, derinti, sürü.

gürül gürül
* Bol ve gür çı
kan veya akan ş
eylerin sesini anlatı
r.

gürüldeme
* Gürüldemek iş
i.

gürüldemek
* Çok hı
zlıve gürültülü ses çı
karmak.

gürültü
* Araları
nda uyum bulunmayan düzensiz seslerin bütünü, patı
rtı
,şamata.
* Birçok kiş
inin karı
ştı
ğıkavga, karı
şı
klı
k veya tartı
şma.

gürültü bastı
rmak
* gürültüden daha çok güçlü ses çı
karı
p onu etkisizleş
tirmek.

gürültü çı
karmak (etmek, koparmak veya yapmak)
* düzensiz ve rahatsız edici sesler çı
karmak.
* kavga, karı
şıklı
k, tartış
ma çı karmak.

gürültü çı
kmak
* kavga, tartı
şma karı
şı
klı
k olmak.

gürültü patı
rtı
* Kavga, gürültü.

gürültücü
* Gürültü yapan veya gürültü çı
karan (kimse), velveleci.

gürültülü
* Gürültüsü olan.
* Karı
şık olaylarla dolu.

gürültülü patı
rtı

* Çok gürültülü ve karı
şı
k.

gürültüsüz
* Gürültüsü olmayan.
* Kimseyi tedirgin etmeyen veya kimsenin dikkatini çekmeyen.

gürültüsüzce
* Gürültü yapmayarak, tedirginlik çı
karmayarak.

gürültüye (veya patı


rtı
ya pabuç bı
rakmamak)
* korkutmalara aldı

şetmeyip dilediğ
i gibi davranmak.

gürültüye (veya patırtı


ya vermek)
* gereksiz bir telâş
a düş
ürmek.

gürültüye gelmek
* (bir iş
, bir düş
ünce vb.) telâşve karı
şı
klı
ğa rastlayarak ilgi çekmemek, üzerinde durulmamak.

gürültüye getirmek (veya boğ mak)


* (bir iş
i, bir düşünceyi) telâşve karışı
klık yüzünden ilgi çekmez duruma getirmek.
* söz kalabalı ğından, karışıklı
ktan yararlanarak istediğ
ini elde etmek.

gürültüye gitmek
* telâşve karı
şı
klı
ğa rastlayarak değeri anlaş
ılmayı
p unutulmak.

gürz
* Silâh olarak kullanı
lan ağı
r topuz.

gütaperka
* Sumatra'da ve çevresindeki adalarda yetiş
en büyük bir cins ağ
açtan elde edilen, kablo yapı
mında kullanı
lan,
kauçuğa benzer, zamklıbir madde.

gütme
* Gütmek iş
i.
gütmek
* Hayvan veya hayvan sürüsünü önüne katı p otlatarak sürmek.
* Bir düşünceyi, bir duyguyu veya bir ilkeyi gerçekleş tirmeye çalı
şmak.
* Bir kimseyi, bir topluluğ
u kendi düş ünce ve amacı doğrultusunda yönetmek, sevk ve idare etmek.

güttüğüm domuzu bana öğretme


* yı
llardı
r tanı
dığ
ım bir kimsenin huyları
nıda bilirim.

güve
* Kurtçuğ
u deri, yapağ
ı, yünlü kumaşve dokuma yiyen pul kanatlı
lardan bir böcek (Tine pellionella).

güveç
*İ çinde yemek piş irilen toprak kap.
* Bu kapta piş
irilen yemek.

güvelâ
* Açı
k yeş
il, maviye çalar göz rengi.

güvelenme
* Güvelenmek iş
i.

güvelenmek
* Güve tarafı
ndan yenilmek.

güvem eriği
* Bkz. akdiken.

güven
* Korku, çekinme ve kuşku duymadan inanma ve bağ
lanma duygusu, itimat.
* Yüreklilik, cesaret.

güven beslemek
* güven duymak, inanmak, itimat etmek.

güven duymak
* güvenmek, inanmak.

güven ışı
ğı
* Karanlı
k odada, çalı
şabilecek kadar ı
şı
k sağ
layan, duyar katıetkilemeyen özel yapı
da bir lâmbadan elde
edilen ı
şı
k.

güven kazanmak
* kendisine inandı
rmak.

güven mektubu
* Bir elçinin, gittiğ
i yerin devlet baş
kanı
na sunulmasıiçin kendi baş
kanı
nca eline verilen belge, itimat
mektubu, itimatname.

güven oylaması
* Göreve yeni baş
lamı
şveya görevini sürdüren hükûmetin tutumunu değerlendirmek için mecliste yapı
lan
oylama.

güven vermek
* güven duygusu uyandı
rmak, itimat telkin etmek.

güven yazı

* Güven mektubu.

güvence
* Bir antlaşmada taraflardan birinin sorumluluğu üzerine alması
, inanca, teminat, garanti.
* Alınan sorumluluğ a karşıolarak ortaya konulan ş
ey.
* Birinin şüphelerini dağıtmak için söylenen inandı

cısöz, teminat.
güvence akçesi
* Herhangi bir sorumluluk yerine getirilmediğinde karş
ıtarafça el konulacak olan para.

güvence vermek
* bir anlaş
mada taraflardan biriyle ilgili olarak sorumluluğ
u yüklenmek, inanca vermek, teminat vermek,
garanti vermek.
* bir sorumluluk karşı
lığıolarak (para vb.) ortaya koymak, inanca vermek, teminat vermek, garanti vermek.

güvenceli
* Güvencesi olan, güvence sağ
layan, garantili.

güvencesiz
* Güvencesi olmayan, güvence sağ
lamayan, garantisiz.

güvenceye bağlamak
* teminat altı
na almak.

güvenç
* Güvenme duygusu, itimat.

güvendiğ
i dağlara kar yağ
mak (veya güvendiği dal elinde kalmak)
* yardı
m veya yarar beklediği kimseden, yerden veya ş
eyden iyilik gelmemek.

güveni olmak
* güvenmek, inanmak.

güveni sarsılmak
* güveni kalmamak.

güvenilir
* Güven duygusu veren, güvenilen.

güvenilirlik
* Güvenilir olma durumu.

güvenilme
* Güven duyulma, güvenle bakı
lma.

güvenilmek
* Güvenle bakı
lmak, kendisine güven duyulmak.

güvenirlik
* Güvenilme durumu, güvenilir olma durumu.

güveniş
* Güven duyma, güvenme.

güvenli
* Güven verici, emniyetli, emin.

güvenlik
* Toplum yaş
amı
nda kanunî düzenin aksamadan yürütülmesi, kiş
ilerin korkusuzca yaş
ayabilmesi durumu,
emniyet.

güvenlik borusu
* Buharlıtesisatta bası
ncı
n belirli bir değerin üstüne çı
kması
nıönleyen U biçimli boru.

güvenlik görevlisi
* Güvenliği sağ
lamakla görevli kimse.

güvenlik vanası
* Buharlıtesisatta bası
nç belirli bir değ
erin üstüne çı

nca açı
larak tesisatı
n güvenliğ
ini sağlayan vana,
emniyet supabı.

güvenme
* Güven duyma, güveni olma.

güvenme dostuna, saman doldurur postuna


* "dost sandığ
ın birtakı
m kimseler sana kolaylı
kla kötülük edebilirler" anlamı
nda kullanı

r.

güvenmek
* Güven duymak, güveni olmak, itimat etmek.

güvenoyu
* Göreve yeni baş
lamı
şveya görevini sürdüren hükûmetin tutumunu değerlendirmek için meclisin verdiğ
i
oy; itimat reyi.

güvenoyu almak
* hükûmetin tutumu meclisçe onaylanmak.

güvenoyu vermek
* hükûmetin tutumu ile ilgili olumlu oyu meclisçe kullanmak.

güvensiz
* Baş
kaları
na güvenmeyen, itimatsı
z.

güvensizce
* Güvensiz bir biçimde, güvensiz olarak.

güvensizlik
* Güvensiz olma durumu, itimatsı
zlı
k.

güvensizlik duymak
* güvenmemek.

güvensizlik önergesi
* Hükûmetin uygulamaları
na karş
ıgösterilen yazı
lıveya sözlü itimatsı
zlı
k.

güvercin
* Güvercingillerden, hı
zlı
ve uzun zaman uçabilen, kı
sa vücutlu, sı
k tüylü, birçok evcilleş
miştürleri bulunan,
yemle beslenen kuş(Columba).

güvercinboynu
* Yeş
il, mavi ve pembe arası
nda dalgalanı
r gibi görünen renk.

güvercingiller
* Güvercin, kumru gibi kuş
larıiçine alan genişbir familya.

güvercingöğ sü
* Yeş il ile mavi arası
nda böcek kabuğ
una benzer dalgalıve değiş
ken renk.

güvercinler
* Güvercin, kumru gibi kuş
larıiçine alan takı
m.

güvercinlik
* Evcil güvercin yetiş
tirmek için hazı
rlanmı
şyer.

güverte
* Gemide ambar ve kamaraları
n üstü.

güvey yemeği
* Erkek evi tarafı
ndan düğ
ün akş
amı
akraba ve yakı
nlara verilen yemek.
güvey,-i
* Evlenmekte olan bir erkeğe, evlenme töreni sı
rası
nda verilen ad.
* Bir kı

n ailesinden olan büyüklere göre kı
zın kocası
, damat.

güveyfeneri
* Patlı
cangillerden, kırmı
zıve ekş
imsi meyvesi idrar söktürücü olarak kullanı
lan, çok yı
llı
k ve otsu bir bitki,
gelin otu (Physalis alkekengi).

güveyi girmek
* erkek için, evlenmek.
* iç güveyi olarak, gelinin ailesinin evinde oturmak.

güveyi olmadı k, ama kapıdı ş


ında bekledik
* bir konuyu iyi bilmeyen ama yabancı
sıda olmayan kimseler tarafı
ndan kullanı

r.

güveylik
* Güvey olma durumu, damatlı k.
* Güvey için alı
nmı ş
, yapı
lmışgiysi, armağ
an.
* Güvey iken kullanı
lan veya yapı lan.

güvez
* Mora çalan kı
rmı

.

güya
* Sözde, sanki.

güz
* (kuzey yarı m küre için) Eylül, ekim ve kası
m ayları
nıiçine alan süre, sonbahar.
* Eylül 22 ile Aralı
k 21 arasındaki mevsim.

güz çiğ
demi
* Acıçiğ
dem.

güz dönemi
* Güz ayları
.
* Eğitim öğretimde ilk yarıyı
l.

güz noktası
* Güzün, gün-tün eş
itliğ
i anı
nda güneş
in gök ekvatoru çizgisi üzerinde bulunduğu nokta.

güzaf
* Boş
, anlamsı
z, beyhude (söz).

güzel
* Biçimindeki uyum ve ölçülerindeki denge ile hoş a giderek hayranlı
k uyandı
ran.
*İ yi; hoş .
* Beklenene uygun düş en ve başarıdüşüncesi uyandı ran.
* Soyluluk ve ahlâkî üstünlük düş üncesi uyandıran.
* Görgü kuralları na uygun olan.
* (hava için) Sakin, hoş .
* Okş ayıcı , aldatıcı
, kandırı
cı.
* Pek iyi, doğ ru.
* Hoş a giden, beğenilen, iyi, doğru bir biçimde.
* Güzel kı z veya kadı n.
* Güzellik kraliçesi.

güzel duyu
* Estetik, bediiyat.

güzel duyuculuk
* Estetikçilik, estetizm.
güzel duyusal
* Estetik.

güzel güzel
* Olağ
an bir durumda, herhangi bir sı

ntı
ya uğ
ramadan.

güzel olmak
* güzelleş
mek.

güzel sanatlar
* Edebiyat, müzik, resim, heykel, mimarlı
k, tiyatro gibi insanda coş
ku ve hayranlı
k uyandı
ran sanatlar.

güzel yazısanatı
* Harflere güzel biçimler vererek yazma sanatı
, hüsnühat, kaligrafi.

güzelavrat otu
* Patlıcangillerden, 100-150 cm yükseklikte, atropin denilen zehirli ilâcı
n çı
karı
ldı
ğıpis kokulu, çok yı
llı
k ve
otsu bir bitki (Atropa belladonna).

güzelce
* Güzele yakı n, güzel gibi.
* (güze'lce) İ
yice, adamakı llı
.

güzelhatun çiçeği
* Bkz. nergis zambağ
ı.

güzelim
* değ er verilen, sevilen.
* teklifsiz bir seslenme olarak kullanı

r.

güzelleme
* Halk edebiyatı nda konusu aş k olan, lirik bir ş
iir türü.
* Şen, sevinçli duygularıanlatan türkülerde özel bir ezgi.

güzelleş
me
* Güzelleş
mek iş
i.

güzelleş
mek
* Güzel bir durum almak.

güzelleş
tirilme
* Güzelleş
tirilmek iş
i.

güzelleş
tirilmek
* Kendisine güzellik verilmek, güzel duruma getirilmek.

güzelleş
tirme
* Güzelleş
tirmek iş
i.

güzelleş
tirmek
* Güzellik vermek, güzellik kazandı
rmak.

güzellik
* Estetik bir zevk, coş ku, hoş lanma duygusu uyandı ran nitelik, hüsün.
* Okş ayıcısöz veya davranı ş, iyilik, yumuş aklı
k.
* Ahlâk ve fikrî nitelikleriyle hayranlı k uyandıran ş
ey.
* Güzel olan bir kimsenin niteliği.

güzellik enstitüsü
* Kadı nları
n yüz ve vücut bakı
mları

n yapı
ldı
ğıyer.

güzellik kraliçesi
* Yüz ve vücut güzelliğ
i göz önünde bulundurularak yapı
lan yarı
şmalarda birinciliğ
i kazanan kı
z.

güzellik malzemesi
* Makyaj malzemesi.

güzellik müstahzarları
* Makyaj malzemelerinin genel adı
.

güzellik salonu
* Kuaför.

güzellik yarış
ması
* Yalnı
z yüz ve vücut güzelliğinin ölçü olarak kabul edildiğ
i yarı
şma.

güzellikle
* Okş
ayı
cısöz veya davranı
şla, iyilikle.

güzergâh
* Yolüstü uğranılacak, geçilecek yer.
* Yol boyu.
* Çok geçilen yer, geçek.

güzey
* Az güneşalan, çok gölgeli kuzey yamaç.

güzide
* Seçkin, seçilmiş
, seçme.
* Aydın, okumuş , seçkin (kimse).

güzlek
* Güz yağmuru.
* Güz mevsiminin geçirildiğ
i yer.
* Havaları
n soğumasıüzerine yaylalardan dönen hayvanları
n otlatı
lması
ve bir süre barı
ndı

lmasıiçin
ayrı
lmı
ş, dağeteklerinde bulunan mera.

güzleme
* Güzlemek iş
i.

güzlemek
* Güzü bir yerde geçirmek.

güzlük
* Güzün yapılan.
* Güzün ekilen tahı
l.

güzün
* Güz mevsiminde.

ğ, Ğ
* Türk alfabesinin dokuzuncu harfi, ses bilimi bakı mı ndan, ince ünlülerle ön damak, kalı
n ünlülerle art
damak ünsüzlerinin ötümlü ve yumuş ağı. Yumuş ak ge adıverilen bu harf, Türkçede kelimelerin başı
nda hiç
geçmediği gibi, sonunda da genellikle tek hecelilerde bulunur.
* Sını flama ve sı
ralamalarda maddelerin sı rasıharfle gösterildiğinde dokuzuncu maddenin baş ına getirir.

H
* Hidrojen'in kı
saltması
.

h, H
* Türk alfabesinin onuncu harfi. He adıverilen bu harf ses bilimi bakı
mından ötümsüz sı

cıgı
rtlak
ünsüzünü gösterir.
* Nota iş aretlerini harfle gösterme yönteminde si sesini gösterir.
ha
*İ stek uyandırmak için kullanı lı
r.
* (ha:) Şaşma anlatı r.
* (ha:) Dikkati çekmek, uyarmak için kullanı lı
r.
* (ha:) Bir şeyin birdenbire hatı rlandı ğ ı
nıveya kavrandı ğınıanlatı r.
* (ha:) Soru bildirir.
* Tekrarlanarak kullanı ldı
ğı nda eş itlik anlamıverir.
* "Evet" anlamı nda kullanılır.
* Bazen tekrarlanan bir emir kipinin tekrarlarıarası nda yer alarak fiil ile anlatı
lan iş
in uzadı
ğıve bundan

kıldı
ğıbildirilir.
* Neredeyse, hemen yakı nda.

ha babam (veya ha babam ha)


* karşı
sındakinin çabası nıartı
rmak için kullanı

r.
* sürekli olarak, hiç durmadan.

ha bire
* Durmadan, ara vermeden, arka arkaya, sürekli olarak.

ha bugün ha yarı
n
* neredeyse, kı
sa bir sürede.

ha deyince
* istenilen anda.

ha Hoca Ali, ha Ali Hoca


* değ işik gibi gösterilen iki ş
eyin, gerçekte hiçbir baş
kalı
ğıolmadı
ğı
nıanlatı
r.

ha ş
öyle
* Bkz. hah.

ha ş
unu bileydin
* "bunu çoktan anlaman, bilmen gerekirdi" anlamı
nda kullanı

r.

hab
* Uyku.

habanera
* Çok kıvrak bir Küba dansı
.
* Bu dansın müziğ i.

habaset
* Kötülük, alçaklı
k.

habbe
* Tahıl tanesi, evin.
* Su kabarcığı .
* Karagöz, Matiz, Külhanbeyi tiplerinin "yemek yemek" anlamı
nda kullandı
ğısöz.

habbesi kalmadı(veya habbesi yok)


* hiç kalmadı
, hiç yok.

habbeyi kubbe yapmak


* önemsiz bir ş
eyi abartmak.

haber
* Bir olay, bir olgu üzerine edinilen bilgi, salı
k.
*İ letiş
im veya yayı n organlarıyla verilen bilgi.
* Bilgi.
* Yüklem.

haber ajansı
* Yurt ve dünya olayları
nıtoplayı
p yayı
mlayan kuruluş
.

haber almak
* (kendisine) bildirilmek, öğrenmek, bilgi edinmek.

haber atlamak
* (gazetecilikte) bir haberi vaktinde yayı
mlayamamak.

haber bülteni
* Radyonun, televizyonun ve çeş itli haber ajansları
nın yayı
mladı
ğı
, günün iç ve dı
şolaylarıkonusunda
kamuoyunu aydı nlatı
cı bilgiler veren kı
sa metin.

haber bürosu
* Bağ
lıbulunduklarıiletiş
im organları
na bölgesel haberleri iletmekle görevli birim.

haber çı
kmamak
* (biri veya bir ş
ey için) beklenen bilgi gelmemek.

haber deyince
* istenilen anda, çarçabuk.

haber geçmek
* teleks, telefon vb. ile bilgi iletimi yapmak.

haber göndermek
* herhangi bir araçla bildirmek.

haber kaynağı
* Haber alı
nan kiş
i ve yer.

haber kipi
* Bildirme kipi.

haber merkezi
* Bir yayı
n organı
nın haberleri derleyip toparlamak ve değerlendirmekle sorumlu ve yükümlü haber birimi.

haber salmak (veya yollamak)


* haber göndermek.

haber stüdyosu
* Ses düzeni, ses geçirmezlik özelliğ
i ile radyo ve TV gibi yayı
n organları
nda yalnı
z haber okunmak için
ayrı
lmışözel bölüm veya oda.

haber uçurmak
* gizlice veya hemen haber göndermek.

haber vermek
* bildirmek, haber ulaş

rmak.
* bir durumun, bir olayı
n belirtisi olmak.

haberci
* Haber getiren kimse, ulak.
* Bir durumun, bir olayı
n belirtisi.
* Muhbir, ihbar eden (kimse).

habercilik
* Bir haberi usulünce hazı
rlama ve yayı
n organları
nda yayı
mlama iş
i.

haberdar
* Haberli, bilgili.

haberdar etmek
* haber vermek, bildirmek.

haberdar olmak
* bilgi edinmek, haber almak.

haberden haber ver


* (bir kimse veya bir konuda) bilgi ver.

haberi olmak
* bilgisi olmak, bilmek.

haberin olsun!
* herhangi bir konuda birine uyarı
da bulunmak için söylenir.

haberleş
me
* Haberleşmek iş
i, iletiş
im, muhabere.
* Yazı
şma.

haberleş
mek
* Karş
ılı
klıolarak haber alı
p vermek, iletiş
mek, muhabere etmek.

haberli
* Bir olay veya durum üzerine bilgisi olan, haberi olan.
* Haber vermişveya almı ş(olarak).

haberlik
* Haber durumunda olan.

habersiz
* Haberi olmayan, haber almamış
, hiçbir bilgisi olmayan.
* Haber vermeden, habersizce.

habersizce
* Haber vermeden, haberi olmadan, habersiz, gizlice.

habersizlik
* Haber alamama durumu.

Habeş
* Etiyopya halkı ndan veya bu halkı n soyundan olan kimse, Etiyopyalı
.
* (küçük h ile) Derisinin rengi çok koyu esmer olan (kimse).

Habeş
î
* Habeş
.

habip
* Sevilen, sevgili.
* Hz. Muhammet.

habis
* Kötü, alçak, soysuz (kimse).
* (bazıhastalı
klar veya urlar için) Kötücül.

habislik
* Habis olma durumu.

habitat
* Yerleşme, oturma.
* Bitkinin doğ
al olarak yetiş
tiğ
i yer, yurt.

habitus
* Bitkinin yerindeki durumu, dallanması
, köklerinin toprak içerisindeki dağı
lması
nıbelirten morfolojik
görünüş
.

hac
* Genellikle tek tanrı
lıdinlerde kutsal olarak tanı
nan yerlerin, o dinden olanlarca yı

n belli ayları
nda ziyaret
edilmesi.

slâmı
n beşş
artı
ndan biri olan, Müslümanlarca zilhicce ayı
nda Mekke'de yapı
lan Kâbe'yi ziyaret ve tavaf
töreni.

hacamat
* Vücudun herhangi bir yerini hafifçe çizip, üzerine boynuz, bardak veya ş

e oturtarak kan alma.
* Hafif yaralama.

hacamat baltası
* Hacamat için kullanı
lan kesici küçük araç.

hacamat etmek (veya yapmak)


* hacamat yoluyla kan almak.
* hafifçe yaralamak.

hacamat ş
işesi
* Hacamat yapmak için kullanı
lan ağ
zıdibinden dar ş

e.

hacamatçı
* Hacamat yapan kimse.

hacamatlama
* Hacamatlamak iş
i.

hacamatlamak
* Hacamat etmek, hacamat yapmak.
* Hafifçe yaralamak.

hacca gitmek
* Müslümanlar hac amacı yla Mekke'ye gitmek.
* Hristiyanlar kutsal sayı
lan yerlere gitmek.

haccetme
* Haccetmek iş
i.

haccetmek
* Müslümanlı kta hac zamanı nda Kâbe'yi ziyaret ve tavaf etmek.
* Hristiyanlar kutsal sayı
lan yerlere gitmek.

hacet
* Herhangi bir ş ey için gerekli olma; gereklilik, lüzum.
* Tanrı 'dan veya kutsal sayılan kiş iden beklenen dilek.
* Abdest (küçük veya büyük).
*İ htiyaç duyulan ş ey, gerekli şey.

hacet dilemek
* istekte bulunmak.

hacet görmek
* gerekli bulmak, gerekli saymak.
* ayak yoluna gitmek.

hacet kalmamak
* gereğ
i olmamak.

hacet kapısı
* Dua etmek veya dilekte bulunmak için önünde durulan türbenin kapı
sı(penceresi).
hacet penceresi
* Bkz. hacet kapı

.

hacet tepesi
* Üzerinde yapı
lan duanı
n kabul olunacağı
na inanı
lan tepe.

hacet yeri
* Ayak yolu, abdesthane.

hacet yok
* gerekliğ
i yok, gerekli değ
il, istemez.

haceti olmak
* ayak yoluna gitmesi gerekmek.

hacetini yapmak
* küçük veya büyük abdest etmek.

hacı
* Din buyruklarınıyerine getirmek için hacca gitmişMüslüman.
* Kudüs'ü, Efes'i veya baş
ka kutsal bir yeri ziyaret etmişolan Hristiyan.

hacı
bekler gibi beklemek
* büyük bir sabırsı
zlı
kla beklemek.

hacı
devesi
* Tek hörgüçlü deve.

hacı
fış

ş
* Arap halkı
ndan olanlar için kullanı
lan alaylısöz.

hacı
olmak
* hacca gidip, haccı
n gereklerini yapmak.

hacı
yağ
ı
* Gül yağı
ndan çı
karı
lan, hacı
ları
n süründüğ
ü özel koku.

hacı
ağa
* Büyük ş
ehirlerde gereksiz, yersiz çok para harcayan taş
ralızengin.

hacı
ağalı
k
* Hacı
ağa olma durumu.

hacı
ağalı
k etmek
* gereksiz yere, gösterişiçin bol para harcamak.

hacı
bektaştaşı
* Balgam taş
ı.

hacı
lar bayramı
* Kurban bayramı
.

hacı
lar kuşağı
* Gök kuş
ağı
.

hacı
laryolu
* Samanyolu.

hacı

k
* Hacıolma durumu.
hacı
sıhocası
* kim varsa, herkes, hepsi.

hacı
yatmaz
* Yere nası
l bırakılı
rsa bı
rakı
lsı
n, dibinde bulunan ağırlı
k sebebiyle dik bir durum alan oyuncak.
* Çı
karlarıiçin, güç durumlarda kişiliğ
inden özveride bulunarak kendini çabucak toparlamayı beceren kimse.

hacı
yolu
* Bkz. hacı
laryolu.

hacim
* Bir cismin uzayda doldurduğu boş
luk, oylum, cirim, sı
ygı
.

hacimli
* Hacmi olan, oylumlu.

hacimlice
* Biraz hacimli, oylumluca.

hacimsiz
* Hacmi olmayan, oylumsuz.
* Borsada gerçekleş
tirilen yetersiz tutarda alı
m satı
m.

hacir
* Kı

t, kı

tlı

k.

hacir altı
na almak
* kı
sıtlamak.
* hastalık, bunama vb. sebeplerden ötürü davranı şlarını
n nası l sonuç vereceğini bilemeyen bir kiş
iyi
mahkeme aracı lığıile mal ve mülk yönetimi bakı mından kısıtlamak.
* Medenî Kanuna göre çeş itli hakları
nıkullanmaya yetkili olan kiş
inin bu haklarının mahkeme kararıile
elinden alınması , haklarınıkullanma bakı mı ndan kı
sıtlanması.

Hacivat
* Karagöz oyununda kendini halktan üstün görme, bilgiçlik taslama, kitap dili kullanma gibi özentileri olan
kimse.

haciz
* Bir alacağı
n ödenmesi için borçlunun parası
na, aylı
ğı
na veya malı
na icra dairesince el konulması
.

haciz koymak
* borçlunun malı
na el koymak.

hacizli
* Haczedilmiş
, mahcuz.

haczetme
* Haczetmek iş
i veya biçimi.

haczetmek
* Bir alacağın ödenmesi için borçlunun geçim ve mesleğ
inde gerekli olan ş
eyler dı
şı
nda kalan para, aylı
k veya
malına icra dairesince el konmak.

haç
* Hristiyanlı
ğı
n sembolü sayı
lan ve birbirini dikey olarak kesen iki çizgiden oluş
an biçim, istavroz, salip.

haç çı
karmak
* Hristiyanlar sağellerini alı
n, karı
n, iki koltuk ve göğ
üs hizası
na götürerek haç biçiminde tapı
nma iş
aretini
yapmak, istavroz çıkarmak.

haçı
suya atma
* Hristiyanları
n bir din töreni olarak kı
şı
n suya haç atmaları
.
haçlamak
* Çarmı
ha germek.

haçlı
* Haçıolan.

Haçlı
lar
* XI. yüzyı l ile XII. yüzyı l arası
nda batı lıHristiyanlarca kutsal yerleri Müslümanları
n elinden almayı
amaçlayan seferlere katı lanlara verilen ad, ehlisalip.

haçvari
* Haç benzeri.

had
* Sınır, uç.
* Derece.
* (insan için) Yetki ve değ
er.
* Terim.

hâd
* Keskin; sivri.
* (hastalı
k için) Çabuk ilerleyen, iveğen, akut.
* Aş ı
rı(bunalı m, geçimsizlik gibi kötü durumlar için) ş
iddetli; gergin.

hadde
* Madenleri tel durumuna getirmek için kullanı
lan ve türlü çapta delikleri olan çelik araç.

hadde fabrikası
* Som demire çubuk, köş
ebent, levha, ray gibi biçimler verilen yapı
m evi.

haddeci
* Hadde iş
iyle uğraş
an kimse.

haddeden geçirmek
* en küçük ayrı
ntı

na kadar incelemek, dikkatle araş

rmak.

haddehane
* Ham demir madeninin eritildiği büyük ocak, fı

n.

haddeleme
* Haddelemek iş
i.

haddelemek
* Madenleri haddeden geçirerek, birtakı
m iş
lemler sonucu, istenilen biçime getirmek.

haddi hesabıyok
* pek çok, sı
nırı
, ölçüsü yok.

haddi mi (veya haddine mi düş


müş )
* onun bunu yapmaya yetkisi veya yeteneğ
i yoktur.

haddi olmamak
* (hakkıveya yetkisi) olmamak.

haddikifayeyi bulmak
* yeterince olmak.

haddinden fazla
* gereğ inden çok, aş
ırı
.

haddini aş
mak
* ölçüyü kaçı
rmak, aş
ırı
gitmek.

haddini bildirmek
* sert bir karş
ılı
kla uslandı
rmak, yola getirmek, cezalandı
rmak.

haddini bilmek
* kendi değer ve yeteneğ
ini olduğ
undan üstün görmemek.

haddizatı
nda
* Aslı
nda.

hademe

şyerlerinde temizlik ve getir götür iş
lerine bakan görevli, odacı
, müstahdem.

hademeihayrat
* Din kuruluş
ları
nda temizlik ve ayak iş
lerine bakan görevliler.

hademelik
* Hademe olma durumu veya hademenin görevi, odacı

k.

hadı
m
* Kı

rlaş


lmı
ş, enenmişerkek.

hadı
m ağ
ası
* Harem ağ
ası
.

hadı
m etmek
* kı

rlaş

rmak, enemek.

hadı
mlaş
tırma
* Hadı
mlaş

rmak iş
i.

hadı
mlaş
tırmak
* Eneyerek kı

rlaş

rmak.

hadı
mlı
k
* Hadı
m olma durumu.

hadi
* Bkz. Haydi.

hadi hadi
* "Kısa kes", "iş
i uzatma", "bizi aldatamazsı
n" anlamı
nda kullanı

r.
* Çabukluk, acele bildirir.

hadim
* Hizmet eden, hizmet edici; yarayan, yarar.

hadis
* Hz. Muhammed'in genel kural değerindeki söz ve davranı
şları
.
* Bu söz ve davranı
şlarıinceleyen bilim.

hâdis
* Sonradan ortaya çı
kan.

hâdisat
* Olaylar, hadiseler.

hadise
* Olay.

hadise çı
karmak
* olay çı
karmak.

hadiseli
* Olaylı
.

hadisene
* Haydisene.

hâdisesiz
* Olaysı
z.

hadsiz hesapsız
* Sayılamayacak derecede çok.

haf
* Futbolda kalecinin önünde bulunan iki bekin önündeki üç oyuncudan her biri.

hafakan
* Sı

nt ı
, çarpı
ntı
.

hafakanlar boğmak (veya basmak)


* sı

ntı
dan bunalmak.

hafazanallah
* Kötü bir ihtimalden söz edilirken "Tanrıkorusun" anlamı
nda söylenir.

hafı
z
* Koruyan, saklayan.
* Kur'an'ıbütünüyle ezbere bilen ve okuyabilen kimse.
* Aptal, ahmak, bön.
* Bir ş
eyi anlamadan ezberleyen kimse.

hafı
za
* Bellek.

hafı
za kaybı
* Sinir sistemindeki bir arı
za sebebiyle bilincin yitirilmesi.

hafı
zalı
* Hafı
zası
olan.

hafı
zali
* Seyrek taneli, kalı
n kabuklu, etli ve parlak altı
n sarı
sırenginde büyük taneli bir tür üzüm.

hafı
zası
z
* Hafı
zası
olmayan.

hafı
zayıyoklamak
* hatı
rlamaya çalı
şmak.

hafı

kütüp
* Kitaplı
k görevlisi.

hafı
zlama
* Hafı
zlamak iş
i.

hafı
zlamak
* Çok çalı
şmak, ezberlemek, ineklemek.

hafı
zlı
k
* Hafız olma durumu veya hafı

n görevi.
* Aptallı
k, ahmaklı
k.
* Ezbercilik, bir ş
eyi anlamadan öğrenme özelliği.

hafi
* Gizli, saklı
.

hafi celse
* Bkz. gizli oturum.

hafif
* Tartı da ağ ırlığ
ıaz gelen, yeğ ni, ağ
ır karş
ıtı
.
* Güç veya yorucu olmayan, kolay.
* Ağı r baş lıolmayan, ciddî olmayan, hoppa.
* (yiyecek için) Miktarı az, sindirimi kolay.
* Kalı nlı
ğı veya yoğunluğ u az olan.
* Etkisi az olan.
* Zorlu olmayan.
* Önemli olmayan.
* (uyku için) Çabuk uyanı lan.
* Çok dik olmayan (sı rt, yokuş ).
* Gücü az olan, belli belirsiz.
* Sıkınt ı
sız, ferah.
* Belli belirsiz.

hafif atlatmak
* kötü bir durumdan çok az bir zararla kurtulmak.

hafif gelmek
* ağı
rlı
ğıfazla olmamak.
* önemsiz görmek, değer verilmemek.

hafif giyinmek
* az ve ince giyinmek.

hafif hafif
* Yavaşyavaş
, ağı
r ağ
ır.

hafif hapis cezası


* Ayrıhücreye kapatı
lmaksı

n çektirilen hapis cezası
.

hafif sanayi
* Çeş
itli tüketim mallarıüreten sanayi.

hafif sı
klet
* Güreş
te 68 kg, boks ve halterde 67,5 kg olarak tespit edilmişağı
rlı
k.

hafif tertip
* Şöyle böyle, biraz, aş
ırı

ğa kaçmadan.

hafif uyku
* Derin olmayan, kolayca uyanı
labilen uyku.

hafif yollu
* Üstü kapalı, kı
sa bir açıklamayla.
* Davranışlarıile içinde bulunduğ u toplumun ahlâk anlayı
şı
na ters düş
en (kadı
n), hafifmeş
rep.

hafifçe
* Hafif olarak, hafif bir biçimde, belli belirsiz.

hafife almak
* küçümsemek, önemsememek.

hafifleme
* Hafiflemek iş
i.

hafiflemek
* Herhangi bir sebeple eski ağı
rlı
ğıazalmak.
* Etkisi, gücü azalmak.
* Bir sı
kı ntı
dan kurtulmak, rahatlamak.

hafifleş
me
* Hafifleş
mek iş
i.

hafifleş
mek
* Hafiflemek.
* Ağır başlı

ğını
yitirmek.

hafifleş
tirme
* Hafifleş
tirmek iş
i.

hafifleş
tirmek
* Hafiflemesine yol açmak.

hafifletici
* Hafifletme özelliğ
i olan.

hafifletici sebep, -bi


* Suçun hafiflemesine sebep olan durum veya olay.

hafifletme
* Hafifletmek iş
i.

hafifletmek
* Hafiflemesine yol açmak, hafifleş
tirmek.

hafifleyiş
* Hafiflemek iş
i veya biçimi.

hafiflik
* Hafif olma durumu.
* Rahatlık.
* Davranı ş larıiçinde bulunduğu toplumun ahlâk anlayı
şı
na uymama durumu.

hafiflik etmek
* yakı
şı
ksı
z bir davranı
şta bulunmak veya söz söylemek.

hafifmeş
rep
* Davranı
şları
, içinde bulunduğ
u toplumun ahlâk anlayı
şı
na uymayan (kadı
n).

hafifseme
* Hafifsemek iş
i, yeğ
niseme, istihfaf.

hafifsemek
* Bir kimseyi veya bir ş
eyi önemsememek, yeğnisemek, istihfaf etmek.

hafifseyiş
* Hafifsemek iş
i veya biçimi.

hafiften
* Hafifçe, belli belirsiz, yavaşyavaş
.

hafiften almak
* önemsiz bulup üzerine düş
memek, yeterince ilgilenmemek.

hafit
* Erkek torun.

hafiye
* Özel soruş
turmalarla edindiği bilgileri ilgililere ileten kimse, detektif.

hafiyelik
* Hafiye olma durumu veya hafiyenin görevi.

hafniyum
* Atom numarası72, atom ağı
rlı
ğı178,6 olan, az rastlanı
r bir element. Kı
saltmasıHf.

hafriyat
* Kazı
.

hafriyatçı
* Hafriyat iş
i ile uğ
raş
an kimse.

hafriyatçı

k
* Hafriyatçı
nın iş
i veya mesleğ
i.

hafta
* Birbiri ardı
nca gelen yedi günlük dönem.

hafta arası
* Hafta içi her gün.

hafta arasında (veya içinde)


* iki pazar arası
ndaki günlerde.

hafta baş
ı
* Haftanı
n ilk günü; genellikle pazartesi.

hafta içi
* Haftanı
n her günü.

hafta sekiz, gün dokuz


* tedirgin edercesine sı
k sı
k.

hafta sonu
* Haftanı
n son günleri, genellikle cumartesi ve pazar.

haftalı
k
* Haftada bir kez yapılan veya yayı
mlanan.
* Herhangi bir hafta süren.
* Haftada bir ödenen para.

haftalı
kçı
* Ücretini haftadan haftaya alan (kimse).

haftalı
klı
* Ücretini haftadan haftaya alan (kimse).

haftaym
* Futbolda 45'er dakikalı
k iki dönemin her biri, yarı
.
* Bu iki dönem arasında kalan 15 dakikalı
k dinlenme süresi, ara.

hah
* Olmasıistenen veya beklenen bir ş
ey olur olmaz duyulan sevinci ve onama duygusunu anlatı
r.

hah ş
öyle
* yapı
lan bir iş
in beğenildiğ
ini anlatı
r.
haham
* "hikmet" Yahudi din adamı
.

hahambaşı
* Bir ülkedeki Yahudi topluluğunun dinî baş
kanı
.

hahambaşı

k
* Hahambaş
ını
n görevi veya hahambaş
ına yardı
mcıolan teş
kilât.

hahamhane
* Hahambaş
ını
n çalı
ştı
ğıyer.

hahamlı
k
* Hahamı
n unvanıve görevi.

hahha hahhah
* Alaylıyapmacı
klıgülüş
.

hahnyum
* Atom numarası105 olan, kaliforniyum atomları
nın, azot çekirdekleriyle bombardı
manı
ndan elde edilmiş
yapay element, nilsbohryum. Kı
saltmasıHa.

hail
* Engel.

haile
* Çok acı
klı
olay.
* Manzum biçimde yazı
lmı
ştrajedi.

hain
* Hıyanet eden (kimse).
* Zarar vermekten, üzmekten veya kötülük yapmaktan hoş
lanan (kimse).
* Bazen sitemli bir seslenme olarak kullanı

r.
* Kötü bir niyet taşıyan.

hain hain
* Kötü bir biçimde.

haince
* Hain bir anlam taşı
yan.
* Hain bir biçimde.

hainleş
me
* Hainleş
mek iş
i.

hainleş
mek
* Haince davranı
r olmak.

hainlik
* Hain olma durumu veya haince davranı
ş.

hainlik etmek
* (birine) haince davranmak, kötülük etmek.

haiz
* Bir ş
eyi olan, elinde bulunduran, taş
ıyan.

haiz olmak
* elinde bulundurmak, uygun olmak, taş
ımak.

haje
* Afrika'da yaygı
n kobra türü (Naja haje).
Hak
* Tanrı
'nı
n adları
ndan biri.

hak
* Adalet.
* Adaletin, hukukun gerektirdiği veya birine ayı
rdığı
şey, kazanç.
* Dava veya iddiada gerçeğe uygunluk, doğ ruluk.
* Geçmişve harcanmı şemek.
* Pay.
* Emek karş ı

ğıücret.
* Doğru, gerçek.

hak
* Maden, ağaç, taşüzerine elle yazıveya ş
ekil oyma.
* Kâğı
ttaki yazıyıkazı
ma.

hâk
* Toprak.

Hak dini

slâmiyet.

hak ediş
* Bir üretim veya yapı
m sı
rası
nda hak edilmişdurum veya para.

hak etmek
* bir emek karş ılı
ğıhakkıolan ş eyi elde etmek, hak kazanmak.
* lâyık olduğu (kötü) karşılı
ğı almak.
* bir başarıdolayı sı
yla ödüllendirilmek.

hak getire
* yoktur, bulunmaz, ne arar.

hâk ile yeksan etmek (veya olmak)


* (yapı
,şehir vb. için) temelinden yı

p harap etmek (veya olmak), bütünüyle ortadan kaldı
rmak (veya
kalkmak).

hak kazanmak
* emeğ
in karş
ılı
ğı
nıalabilecek duruma gelmek.

hak kuş
u

shak kuş
u.

hak vermek
* birinin düş
üncesini, davası

, iddiası
nıdoğ
ru bulmak.

hak yemek
* baş
kaları

n hakkı
nıvermemek.

hak yerini bulur (veya hak yerde kalmaz)


* haksı zlı
k er geç ortaya çı
kar.

hak yolu
* Doğruluk, doğ
ru yol.

hakan
* Türk, Moğ
ol ve Tatar hanlarıiçin "hükümdarlar hükümdarı
" anlamı
nda kullanı
lan bir unvan.
* Osmanlıpadişahları
na verilen unvan.

hakanlı
k
* Hakan olma durumu.
* Hakanı
n egemenliğindeki ülke.
* Hakanı
n yönetimi.

hakaret
* Onur kı
rma, onura dokunma, küçültücü söz veya davranı
ş.

hakaret etmek
* bir ş
eyi veya bir kimseyi aş
ağı

k ve değ
ersiz gösterecek biçimde davranmak.

hakaret görmek
* ağ
ır veya küçültücü davranı
şgörmek, aş
ağı
lanmak.

hakaret saymak
* bir sözü veya davranı
şıhakaret olarak kabul etmek.

hakaretamiz
* Hakaret içeren, hakaret dolu.

Hakas
* Rusya'daki Hakas Cumhuriyeti'nde yaş
ayan Türk halkı
ve bu halktan olan kimse.

Hakasça
* Hakas Türkçesi.

hakça
* Doğrulukla.

hakçası
* Doğrusu, doğru olanı
.

hakem
* Yargı
cı .
* Güreş, futbol gibi oyunlarda, oyunu yöneten sorumlu kiş
i.

hakem heyeti
* Bazıülkelerde yurttaş
lardan seçilmişve mahkemede yargıgörevini yapan geçici kurul, jüri.
* Yarı
şma, münazara vb. nde en doğ ru ve kesin sonucu belirlemekle görevli kurul, yargı

lar kurulu.

hakem kararı
* Sporda (özellikle güreşve boksta) sonucun hakem veya hakemler tarafı ndan ilân edilmesi.
* Mahkemeler tarafı ndan tayin edilen yeminli hakemlerin verdiğ
i karar.

hakemlik
* Hakemin görevi, yargı


k.

hakeza
* Bunun gibi, böyle.

hâkî
* Yeşile çalar toprak rengi.
* Bu renkte olan.

hakikat
* Bir iş
in doğrusu, gerçek, ası
l, esas.
* Gerçeklik.
* Gerçekten; doğ rusu.

hakikat olmak
* gerçek duruma gelmek, gerçekleş
mek.

hakikaten
* Gerçekten, sahiden, doğ
rusu da budur ki.
hakikatli
* Yakı
nlı
ğıve bağlı

ğısürekli olan, vefalı
.

hakikatsiz
* Yakı
nlı
ğıve bağlı

ğısürekli olmayan, vefası
z.

hakikatsiz çıkmak
* yakı
nlı
ğıve bağ


ğısürekli olmamak.

hakikatsizlik
* Hakikatsiz olma durumu, vefası
zlı
k.

hakikî
* Gerçek.
* Niteliğ
i de ğ
işmemiş
, aslı
na uygun olan, gerçek olan.

hakim
* Bilge.
* Tanrı.

hâkim
* Egemenliğini yürüten, buyruğunu yürüten, sözünü geçiren egemen.
* Yargıç.
* Başta gelen, baş
ta olan, baskın çıkan.
* Duygu, davranı şvb. ni iradesiyle denetleyebilen (kimse).
* Yüksekten bir yeri bütün olarak gören.
* Benzerleri arası
nda güç ve önem bakı mından baş ta gelen, dominant, baş
at.

hâkim olmak
* buyruğ unu yürütmek, egemenliğ
ini sürdürmek.
* etkili olmak, hükmetmek.

hakimane
* Bilgece.

hâkimane
* Buyururcası
na, hükmedercesine.

hâkimiyet
* Egemenlik.

hâkimiyetimilliye
* Ulusal egemenlik, millî egemenlik.

hâkimlik
* Sözünü geçirme, buyruğunu yürütme durumu.
* Yargı
çlı
k.

hakir
* Aş
ağıgörülen, değersiz, hor.

hakir görmek
* önemsememek, değ
er vermemek, küçümsemek, küçük görmek, hor görmek.

Hakka erenler
* (dinde) Tanrısı
rrı
na eriş
ip manevî güç kazananlar.

hakkâk
* Hak (II) iş
leri yapan sanatçı
, oymacı
.

hakkaniyet
* Hak ve adalete uygunluk, doğruluk, nasfet.

hakketme
* Hakketmek iş
i.

hakketmek
* Maden, ağaç, taşüzerine elle yazıveya ş
ekil oymak.
* Yazıve şekilleri kazı
yarak silmek.

hakkıgeçmek
* birinin payı
ndan baş kasıalmı şolmak.
* birinde veya bir ş
eyde emeğ i olmak.

hakkıiçin
* kutsal ş
eyleri anlatan kelimelerden sonra getirilerek ant içmek için söylenir.

hakkıolmak
* payı
, alacağı
, hissesi olmak.
* sözünde, düş üncesinde, iddiası
nda haklı
olmak.

hakkıödenmez
* onun iyiliklerine, emeklerine karş
ılı
k olarak ne yapı
lsa azdı
r.

hakkıvar
* doğ
ru düş
ünüyor, doğ
ru söylüyor, doğru davranı
yor.

hakkı

yar
* Seçme hakkı
, muhayyerlik.

hakkı
huzur
* Bir toplantı
da bulunma karş
ılı
ğıalı
nan para, oturum ücreti.

Hakkı
n rahmetine kavuş
mak (veya Hakka kavuş
mak, Hakka yürümek)
* ölmek.

hakkı
nda

lgili olarak, üzerine.

hakkı
ndan gelmek
* zor bir iş
i baş
arıile sona erdirmek.
* yenmek, öç almak veya cezası nıvermek.

hakkı
nıaramak
* hakkıolduğ
una inandı
ğış
eyi elde etmeye çalı
şmak.

hakkı
nıhelâl etmek (veya etmemek)
* hakkı nı
, emeğini bağı
şlamak (bağı
şlamamak).

hakkı
nıvermek
* gereğ ini bütün olarak yerine getirmek.
* birinin çalışmasının karşılı
ğınıgereğince değerlendirmek.

hakkı
nıyemek
* birinin hakkıolan ş
eyi vermemek.

hakkı
sükût
* Susmalı
k, sus payı
.

hakkı
yla
* Gereğ
i gibi, iyice.

haklama
* Haklamak iş
i.

haklamak
* Bozmak, periş an etmek, yenmek.
* Kırmak, bozmak.
* Yiyip bitirmek.

haklaş
ma
* Haklaş
mak biçimi veya durumu.

haklaş
mak
*İki taraf birbirine hakkı
nıverip, alacak verecekleri kalmamak, ödeş
mek.

haklı
* Hakka uygun, doğru, yerinde.
* Davası
, iddiası
, düş
üncesi veya davranı
şıdoğ
ru ve adalete uygun olan (kimse).

haklıbulmak
* davası
nı, iddiası

, düş
üncesini, davranı
şı
nıdoğru bulmak, yerinde görmek.

haklıçı
kmak
* davası
nın, iddiası

n, düş
üncesinin veya davranı
şı

n doğ
ru olduğ
u anlaş
ılmak.

haklıolmak
* davası
, iddiası
, davranı
şı
, düş
üncesi adalete uygun olmak.

haklı

k
* Haklıolma durumu.

hakperest
* Haksever.

hakperestlik
* Hakseverlik.

haksever
* Doğru bildiği ş
eyden ayrı
lmayan (kimse), hakperest.

hakseverlik
* Haksever olma durumu, hakperestlik.

haksı
z
* Hak ve adalete uygun olmayan.
* Davası, iddiası
, davranı
şı
, düş
üncesi doğru ve yerinde olmayan (kimse).

haksı
z bulmak
* bir iddiayı
, düş
ünceyi, davranı
şıdoğ
ru ve yerinde bulmamak.

haksı
z yere
* Haksı
z olarak, hak etmediği hâlde.

haksı
zca
* Hakka, adalete uymayan (biçimde).

haksı
zlı
k
* Haksız olma durumu.
* Hak ve adalete aykı


k.

haksı
zlı
k etmek
* adalete aykı
rıdavranmak, gadretmek.

hakş
inas
* Haktanı
r.

hakş
inaslı
k
* Haktanı
rlı
k.

haktanı
r
* Herkesin hakkı
nıgözeten (kimse), hakş
inas.

haktanı
rlı
k
* Haktanı
r olma durumu.

hakuran
* Kumru.

hakuran kafesi gibi


* birçok aralı
kları
, açı
klı
klarıbulunan (oda, yer).

hal
* Çözme, çözülme; eritme; karı
şı
k bir sorunun içinden çı
kma, sonuca varma.

hal
* Genellikle üstü kapalıpazar yeri.

hal
* Tahttan indirme.

hâl
* Bir ş
eyin içinde bulunduğu ş artlarıveya taş
ıdı
ğıniteliklerin bütünü, durum, vaziyet.
* Davranı ş, tutum, tavır.
* Şimdiki zaman, içinde yaş anı
lan zaman.
* Güç, kuvvet, takat.
* Kötü durum, sı kıntı
, dert.

hal çaresi
* Çözüm yolu.

hâl değiş
imi
* Bir yı
ldı

n sı
caklı
ğı
na, bası
ncı
na, yoğ
unluğuna, aydı
nlatma gücüne veya kütlesine iliş
kin değ
işim.

hâl hatı
r sormak
* bir kimseye "nası
lsı
nız, ne durumdası
nız"anlamı
nda nezaket sorusu yöneltmek.

hâl olmak
* kötü duruma düş
mek, ölmek.

hâl ulacı
* Zarf-fiil.

hala
* Babanı
n kı
z kardeş
i.

hâlâ
* Şimdiye kadar veya o zamana kadar, henüz.

hâlâ o masal
* hep aynı
söz, aynıdüş
ünce, davranı
şveya sorun.

Halaç

ran'ı
n güneyinde yaş
ayan bir Türk topluluğ
u veya bu topluluktan olan kimse.

Halaçça
* Halaç Türkçesi.
halaoğ
lu
* (birine göre) Halanı
n oğ
lu veya çocuğ
u, halazade.

halâs
* Bir yerden, bir ş
eyden kurtulma, kurtuluş
.

halâs olmak
* kurtulmak.

halâskâr
* Kurtarı

.

halat
* Kenevirden yapı
lmı
şçok kalı
n ip.

halat çekme
* Bir halatıbirer ucundan tutan iki tarafı
n birbirini çekmesiyle yapı
lan yarı
şma.

halâvet
* Sevimlilik, ş
irinlik, tatlı

k.

halay
* Anadolu'nun çeş
itli bölgelerinde davul ve zurna eş
liğ
inde toplu olarak oynanan bir halk oyunu.

halay çekmek (veya tepmek)


* halay oyunu oynamak.

halayı
k
* Kadı
n köle, cariye.

halayı
klı
* Halayı
ğıolan.

halayı
klı
k
* Halayı
k olma durumu.

halaza
* Ekinler biçilirken tarlaya dökülen tanelerden ertesi yı
l kendiliğ
inden yetiş
en ekin.

halazade
* Halaoğlu veya halakı

.

hâlbuki
* Oysa, oysaki.

hâlden anlamak (veya bilmek)


* bir kimsenin içinde bulunduğ
u güç durumu anlayarak, sezerek, anlayı
şgöstermek.

haldı
r haldır
* Hızla ve ses çı
kararak.

hale
* Ayın çevresinde görülen ı şı
k halkası, ağı
l, ayla.
* Hristiyanlı
kta aziz sayı
lanların resimlerinde baş larıçevresinde çizilen daire.

hâle yola koymak


* iyi bir düzen vermek, tertiplemek.

Halebî
* Halep halkı
ndan olan kimse.
Halebî ordaysa arş ın burada
* bir iddiayıveya sözü abartı
lmı
şbularak kanı

nıistemek için kullanı

r.

halef
* Birinin ardı
ndan gelip onun yerine geçen kimse, ardı
l, selef karş
ıtı
.

halef selef
* Biri ötekinin yerini alma.

halef selef olmak


* biri ötekinin yerini almak, yerine geçmek.

halel
* Bozma, bozukluk.

halel gelmek
* bozulmak, zarara uğ
ramak.

halel getirmek (veya getirmemek)


* zarar vermek, engel olmak, ket vurmak.

halel vermek
* bozmak, sarsmak.

haleldar
* Bozukluğ
u olan.

haleldar olmak
* bozulmak, sarsı
lmak.

halelenme
* Halelenmek iş
i.

halelenmek
* (Ay) Çevresinde ı
şı
k halkasıoluş
mak, ağı
llanmak.

haleli
* Halesi olan.

hâlen
* Şimdi, ş
u anda, bugünkü günde.

Halep çı
banı
* Şark çı
banı
.

halet
* Durum.

haletiruhiye
* Ruhî durum, ruh durumu.

hal'etme
* Hal' etmek iş
i veya biçimi.

hal'etmek
* Tahttan indirmek.

halfa
* Buğdaygillerden, lifleri ip, çuval ve kâğı
t yapı
mında kullanı
lan bir bitki (Sitipa tenacissima).

half-time
* Bkz. haftaym.
halhal
* Kadı
nları
n ayak bileklerine taktı
klarıbilezik.

halı
* Yere veya mobilya üstüne serilmek, duvara gerilmek için, çoğu yünden dokunan, kı
sa ve sı
k tüylü, nakı
şlı
,
kalı
n yaygı
.

halı

* Halıdokuyan veya satan kimse.

halı


k
* Halıdokuma sanatıveya sanayii.
* Halıalı
p satma iş
i.

hali
* Boş
,ıssı
z, tenha.

hâli (veya hâlleri) duman olmak


* kötü duruma düş mek.

hâli harap olmak


* bitkin, periş
an olmak, kötü duruma düş
mek.

hâli kalmamak
* gücü takatı
, eski durumu olmamak.

hâli tavrı
yerinde
* durumu, görünüş
ü, davranı
şıdüzgün.

hâli üzere
* olduğ
u gibi.

hâli vakti yerinde


* paraca durumu iyi, zengince.

haliç
* Koy, körfez.
* Gelgit olayı
nın belirgin olduğ
u yerlerde, bu olaydan doğ
an akı
ntı
ları
n etki yaptı
ğıkı

larda akarsu
ağı
zları
nın huni biçiminde geniş lemişdurumu.

halife
* Hz. Muhammed'in vekili olarak Müslümanları
n imamlı
ğı
nıve ş
eriatı
n koruyuculuğunu yapmakla görevli
kimse.
* Hükümdar.
* Osmanlıpadiş ahlarını n kullandı
klarıunvanlardan biri.
* Babı
ali kalemlerinde kâtip.
* Çok iyi yetiş
miş, eğitilmişkimse.

halifelik
* Halifenin görevi, hilâfet.
* Halife niteliğ
i ve makamı .
* Halifenin egemenliği altı ndaki ülkeler.

hâlihazı
r
* Şimdiki durum, bugünkü durum.

hâlihazı
rda
* Bu günlerde, son zamanlarda.
* Şimdi, ş
u anda.

halik
* Yaratıcı, yaratan, yoktan var eden.
* öz. (büyük H ile) Yaradan, Tanrı .

Halil İ
brahim bereketi
*İbrahim Peygamber'i iş
aretle bolluk, refah anlatı
r.

halile
* Doğu Hindistan'da yetiş
en bir bitki (Terminalia citrina).

halim
* (insanlar için) Yumuş
ak huylu.

halim selim
* Yumuş
ak ve doğ
ru (kimse).

hâlinde
* (görünümünde) olarak.

hâline bakmamak
* kendisinin ne durumda olduğunu düş
ünmeden gücünü aş
an iş
lere kalkı
şmak.

hâline gelmek
* gibi olmak.

hâline köpekler gülüyor


* çok kötü bir duruma düş
enler için kullanı

r.

hâlini almak
* herhangi bir duruma gelmek.

halis
* Katı
şı
k olmayan, katı
şı
ksı
z, saf.

halis muhlis
* Katı
şı
ksı
z, eksiksiz, öz.

halisane
* Her türlü çı
kar düş
üncesinden uzak olarak, temiz yürekle, içtenlikle.

halisüddem
* Katı
şı
ksı
z, saf kan.

halita
* Alaşım.
* Birden çok ögeden oluş
muşkarmaş
ık bir bütün.

haliyle
* Olduğu gibi.
* Olağan bir sonuç olarak, ister istemez.

halk
* Aynıülkede yaş ayan, aynıuyrukta olan insan topluluğ u.
* Aynısoydan gelen, ayrıülkelerin uyruğu olarak yaş ayan insan topluluğu.
* Bir ülke içerisinde yaşayan değişik soylardan insan topluluklarını
n her biri.
* Belli bir bölgede veya çevrede yaş ayanların bütünü.
* Yöneticilere göre bir ülkedeki yurttaşların bütünü.
* Aydı nların dışında kalan topluluk.

halk
* Yaratma.

halk adamı

çinden çı
ktı
ğıhalk kesiminin bütün özelliklerini yakı
ndan bilen, halk tarafı
ndan sevilen kimse.

halk ağ

* Aynılehçe içinde daha küçük ayrı

klar gösteren ve belli yerleş
im bölgelerine özgü olan konuş
ma dili.

halk avcı
lığı
* Demagoji.

halk avcı

* Demagog.

halk bilgisi
* Halk biliminin, çevreyi oluş
turan canlı
, cansı
z doğ
al nesnelerle ilgili inanç ve uygulamalarıkonu alan dalı
.

halk bilimci
* Halk bilimiyle ilgili araş

rma, derleme, incelemeler yapan kimse, folklorcu.

halk bilimi
* Bir ülkede yaş ayan halkı n kültür ürünlerini, sözlü edebiyatını
, geleneklerini, törelerini, inançları nı,
mutfağı nı
, müziğ ini, oyunlarını, halk hekimliğini vb. ni inceleyerek, bunların birbirleriyle iliş
kilerini belirten; kaynak,
evrim, yayı lı
m, değiş im, etkileş
im gibi sorunları nıçözmeye, sonuç, kural, kuram ve yasalarıbulmaya çalı şan bilim dalı
,
folklor, halkiyat.

halk bilimsel
* Halk bilimi ile ilgili, folklorik.

halk dili
* Halk ağ ı
zlarından ortak dile geçerek, ortak dildeki karş
ılı
ğıile birlikte dile bir çeş
ni katmak üzere yaygı
n bir
biçimde kullanılan ağız özelliklerinin bütünü.

halk edebiyatı
* Adıbelli olan veya olmayan kimselerin, halk ozanları

n yarattı
klarış
iir, destan ve hikâye gibi edebiyat
türlerine verilen ad.

halk etmek
* yaratmak.

halk evi
* Halk evleri kuruluş
unun görev yaptı
ğıyapı
.

halk evleri
* Halkıeğ
itip millî birliğe ve ülküye yöneltmek amacı
yla kurulmuşolan kuruluş
lar.

halk matinesi
* Tiyatro, sinema vb. eğlence yerlerinin düzenledikleri ucuz matine.

halk müziği
* Yazılıhiçbir kurala dayanmadan, yalnı
zca iş
itme yoluyla kuş
aktan kuş
ağa aktarı
lan, halkı
n ortak malıolan
geleneksel müzik türü.

halk odası
* Küçük yerleş
im bölgelerinde toplu görüş
me için yapı
lmı
şküçük yer, oda.

halk okulu
* Halk için gerekli olan bilgilerin verildiği okul.

halk oylaması
* Büyük bir topluluğun türlü siyasî ve toplumsal sorunlar karş
ısı
nda olumlu veya olumsuz görüş
ünü
belirlemek için baş
vurulan oylama, referandum.

halk ozanı
* Halk içinde yetiş
en, deyiş
lerini genellikle sazla söyleyen, sözlü ş
iir geleneğ
ine bağlıozan, âş
ık.
halk yardakçı

ğı
* Halkıkı
şkı
rtma iş
i, tahrikçilik.

halk yardakçı

* Halkıkı
şkı
rtan, halkıkötü yola sevkeden kimse.

halka
* Çeşitli metallerden veya tahtadan yapı lmışçember.
* Çember biçiminde çeş itli nesnelerden yapılmı
ştutturma aracı .
* Değerli metallerden yapı lan çember biçimindeki süs eş
yası.
* Su gibi sı
vıların içine katıbir nesnenin düş mesiyle oluş
an, gittikçe büyüyerek açı
lan çembere benzeyen
biçim.
* Çember biçiminde dizilmiştopluluk.
* Uykusuzluk, yorgunluk, üzüntü gibi sebeplerle göz altı nda beliren koyuluk.
* Bir tür ufak, yağlıve tuzlu simit.
* Yerden yüksekliği ayarlanabilen aralıklara ası
lıiki halatı
n uçlarına takı
lan 18 cm çapı
nda, 28 mm
kalı
nlı
ğı
nda tahta veya deri kaplıiki demir halkadan oluş an asılma araçlarından her biri.

halka (veya âleme) verir talkı


nı(telkini), kendi yutar salkı

* verdiği öğüde kendi uymayan kimseler için kullanı lı
r.

halka diziliş
li
* Aynıeksen çevresinde dizilmiş
.

halka dönük
* Halkı
n yararı
na olan.

halka inmek
* halkı
n anlayı
şve görüşdüzeyinde olmak.

halka olmak
* bir çember biçiminde dizilmek.

halka oyunları
* El ele tutuş
up çember biçiminde dizilerek oynanan oyunlar.

halka yay
* Boru anahtarı
nın iyi tutması
nısağ
layan ve çevreyle anahtar kolu arası
na konulan sarmal yay.

halkacı
* Halka yapan veya satan kimse.
* Lûnaparklarda şiş
e, sigara gibi nesnelere halka geçirmek yoluyla oyun oynatan kimse.

halkalama
* Halkalamak iş
i.

halkalamak
* Bir şeyi kı
vırarak halka biçimine getirmek.
* Bir yer veya şeyin çevresini çember biçiminde kuş
atmak.

halkalanı
ş
* Halkalanmak iş
i veya biçimi.

halkalanma
* Halkalanmak iş
i.

halkalanmak
* Halka biçiminde oluş
mak.

halkalayı
ş
* Halkalamak iş
i veya biçimi.
halkalı
* Halkasıolan.
* Bir tür olta iğnesi.

halkalıdamar
* Bitkilerin geliş
mesine yarayan halka biçimindeki damar.

halkalıgözler
* Çevresindeki tenin rengi koyu olan gözler.

halkalı
lar
* Sülüklerle solucanlarıiçine alan sı

f.

halkamsı
* Halka biçiminde olan.

halkavî
* Halka biçiminde olan.

halkçı
* Halkı
n yararıiçin uğ
raş
an (kimse).

halkçı

k
* Bireyler arasında hiçbir hak ayrılı
ğıgörmemek, topluluk içinde hiçbir ayrı
calı
k kabul etmemek, halk adı
verilen tek ve eşit bir varlı
k tanı
mak görüşve tutumu, popülizm.
* XX. yüzyı lda Fransa'da ortaya çıkan, yoksul halkı
n yaş
ayı
şıve duygularıüzerinde duran bir edebiyat çı
ğı

,
popülizm.

halkiyat
* Halk bilimi, folklor.

halkoyu
* Büyük bir topluluğun türlü siyasî ve toplumsal sorunlardaki görüş
ünün alı
nmasıve ona göre uygulamaya
giriş
ilmesi için yapı
lan oylamada halkın bildirdiğ i olumlu veya olumsuz oy.

hallaç
* Yünü, pamuğu yay veya tokmak gibi bir araçla kabartma, ditme iş
ini yapan kimse, atı
mcı
.

hallaç pamuğ u gibi atmak


* toplu durumda bulunan kiş
i veya nesneleri darmadağ
ın etmek.

hallaçlı
k
* Hallacı
n yaptı
ğıiş
, atı
mcı

k.

hallenme
* Hallenmek iş
i.

hallenmek
* Yeni bir duruma girmek, değiş mek.
* Kendinden geçmek, bayı lır gibi olmak.
* Bir ş
eye karşıistek duymak. hallenip küllenmek kendi imkânları
yla iyi kötü geçinip gitmek, kendi yağ
ıyla
kavrulmak.

halleş
me
* Halleş
mek iş
i.

halleş
mek
* Karşılı
klıdertlerini anlatmak, dertleş
mek.
* Bir ş
eyle yakı
ndan ilgilenmek.

halletme
* Halletmek iş
i.

halletmek
* Güç görünen bir olay veya duruma çözüm yolu bulmak.
* Çözmek.
* Yoluna koymak, olumlu sonuca bağlamak.
* Bir cismi bir sıvıiçinde eritmek.
* Bir yemeğ i yenecek duruma getirmek.
* Cinsel iliş
ki kurmak.

hallice
* Durumu benzerlerine göre biraz daha iyi olan.

hallihamur
*İçinde bulunduğu ş
artlara uymak anlamı
na gelen hallihamur olmak deyiminde geçer.

hallolma
* Hallolmak durumu.

hallolmak
* Çözümlenmek, sonuçlanmak.
* Bir sı
vıiçinde erimek.

hallolunma
* Hallolunmak durumu.

hallolunmak
* Çözülmek, sonuca bağlanmak.

halojen
* Madenlerle birleş
ince tuz verebilen flor, klor, brom ve iyot elementlerine verilen ad.

hâlsiz
* Hâli, gücü olmayan, bitkin, dermansı
z, takatsiz.

hâlsizce
* Hâlsiz bir biçimde (olan).

hâlsizleş
me
* Hâlsizleş
mek durumu.

hâlsizleş
mek
* Hâlsiz bir duruma gelmek.

hâlsizlik
* Hâlsiz olma durumu, bitkinlik, dermansı
zlı
k, takatsizlik.

halt
* Bir ş
eyi baş
ka bir ş
eyle karı
ştı
rma.
* Uygunsuz söz söyleme, uygunsuz işyapma.
* Uygun olmayan, beğenilmeyen şey.

halt etmek
* uygunsuz bir söz söylemek, uygunsuz davranmak.

halt karı
ştı
rmak
* uygunsuz davranı
şta bulunmak veya işyapmak.

halt yemek
* yakı
şı
ksı
z ve kötü bir işyapmak.

halter
* Birbirine metal sapla bağlanmı
şiki gülle veya disklerden yapı
lmı
şaraç.
* Bu aracıiki elle kaldı
rmayıamaçlayan spor dalı .

halterci
* Halter sporu yapan kimse.

haltercilik
* Halterci olma durumu.

halûk
* Temiz huylu, iyi ahlâklı
.

halvet
* Issı
z yerde yalnı
z kalma.
* Issı
z ve kapalıyer.
* Hamamlarda çok sı cak küçük yer.

halvet gibi
* çok sı
cak (yer, oda).

halvet olmak
* görüş
mek için yalnı
z kalı
p içeriye kimseyi sokmamak.

halvethane
* Eski saraylarda girilmesi yasak olan oda.
* Eski tekkelerde dervişlerin yalnı
zca ibadet etmek ve çile doldurmak için kapandı
kları
oda.

Halvetî
*İ badetlerini tenhada yapan bir tarikat.
* Bu tarikattan olan kimse.

ham
* (meyve için) Yenecek kadar olgun olmayan.
*İ şlenmemiş(madde).
*İ dmansı z.
* Gerçekleş me kolaylı
ğıveya imkânıolmayan.
* Kaba, toplum kurallarınıbilmeyen, incelmemiş
.

ham besi suyu


* Kökler tarafı
ndan topraktan emilip yapraklara kadar çı
kan besi suyu.

ham ervah
* Yersiz, yakı
şı
ksı
z söz ve davranı
şları
olan kimse, çiğadam.

ham gaz

şlenmemişgaz.

ham hayal
* Gerçekleş
meyecek düş
ünce veya ümit.

ham hum
* "Belirsiz birtakı
m sözler söylemek" anlamı
na gelen ham hum etmek deyiminde geçer.
* Önemsiz, boşsöz.

ham hum şaralop


* düzenle veya el çabukluğ
u ile yapı
lan, kimsenin akı
l erdiremediği iş
.

ham madde
* Bir ürün veya mal oluş
turmak için gerekli maddelerin iş
lenmeden önceki doğ
al durumu.

ham payı
* Zı
vanalıgeçmeleri sağlamlaş

rmak amacıile zı
vanadan genellikle üçte biri oranı
nda çı
karı
lan parça.
hamail
* Omuzdan çapraz olarak bele inen bağ
, hamaylı
.
* Muska.

hamak

ki ağaç veya direk arası
na ası
larak içine yatı
lan ve sallanabilen, ağ
dan veya bezden yapı
lmı
şyatak, ağyatak.

hamakat
* Ahmaklı
k.

hamal
* Ücretle yük taş
ıyarak geçinen kimse, taş
ıyı

, yükçü.

hamal camal
* Hamal ve benzeri kimseler.

hamal semeri
* Arkalı
k.

hamal sı

ğ ı
* Sı

k hamalları
nın kullandı
ğıağ
aç.

hamala semeri yük olmaz


* insana kendi iş
i ağ
ır gelmez.

hamalbaş
ı
* Hamallara baş
kanlı
k eden kimse.

hamaliye
* Hamal ücreti, hamallı
k.

hamallı
ğı
nıetmek (veya yapmak)
* bir iş
in önemsiz, fakat ağ
ır ve yorucu yükünü taş
ımak.

hamallı
k
* Hamalı n yaptığ ıiş
.
* Hamala verilen para, hamaliye.
* Kaba ve ağ ı
r iş.
* Gereksiz yere yüklenme.
* Zihni gereksiz bilgilerle doldurma.

hamam
* Yı
kanı
lacak yer, yunak, ı
sıdam.

hamam anası
* Kadı nlar hamamı nda natı
rlarıyöneten kadı
n.
*İri yarı, güçlü ve ş
işman kadı n.

hamam bohçası
* Kadı
nları
n çarş
ıhamamı
na giderken çamaş
ırları
nıveya eş
yaları
nıkoyduğ
u bohça.

hamam böceği
* Hamam böceğ
igillerden, temiz tutulmayan yerlerde üreyen zararlıbir böcek (Blatta orientalis).

hamam böceğigiller
* Düz kanatlı
lar takı
mına giren, örnek hayvanıhamam böceğ
i olan bir familya.

hamam gibi
* pek sı
cak.

hamam kesesi
* Hamamda kiri çı
karmak için kullanı
lan kı
ldan veya kenevirden örülmüşele geçebilen kese.

hamam otu
* Vücuttaki gereksiz kı
llarıalmak için çamur kı
vamı
na getirilip sürülen toz.

hamam takı

* Hamamda kullanı
lan havlu, kese, tas gibi gerekli araçlar.

hamam tası
* Banyo ve hamamlarda çeş
meden veya kurnadan su alı
p dökünmeye yarayan yayvan kap.

hamam yapmak
* yı
kanmak.

hamama giren terler


* bir işe giriş
en kimse, o iş
in güçlüklerini veya masrafları
nıgöze almalı

r.

hamamcı
* Hamam iş
leten kimse.

hamamcıolmak
* gusül abdesti alması
gerekmek.

hamamcı

k
* Hamamcıolma durumu veya hamamcı
nın yaptı
ğıiş
.

hamamın namusunu kurtarmak


* görünüşünü kurtarmaya yönelen birtakı
m yetersiz çarelere baş
vurarak kötü bilinen bir yere onur
kazandı
rmaya çalı
şmak.

hamamlı
k
* Bazıevlerde yı
kanmak için ayrı
lmı
ş, çoğunlukla içi ve yanlarıçinko kaplı
, dolaba benzer yer.

hamarat
* Ev iş
lerinde çok çalı
şan ve becerikli kadı
n.

hamaratça
* Hamarat bir biçimde, hamarat gibi.

hamaratlaşma
* Hamaratlaş
mak iş
i.

hamaratlaşmak
* Hamarat duruma gelmek, hamarat olmak.

hamaratlı
k
* Hamarat olma durumu.

hamarattaze
* Çalı
şkan, becerikli (olan).

hamaset
* Yiğitlik, kahramanlı
k, cesaret.

hamasî
* Yiğitlerden ve yiğitliklerden söz eden (destan, ş
iir).

hamaylı
* Bkz. hamail.

Hambelî
* \343 Hanbelî.
hamburger
* Bir tür köfteli ve yuvarlak ekmekli sandviç.

hamburgerci
* Hamburger yapan veya satan kimse.

hamdetme
* Hamdetmek iş
i veya biçimi.

hamdetmek
* Tanrı
'ya ş
ükretmek.

hamdüsena
* Tanrı
'ya olan ş
ükran duyguları
nıbildirme.

Hamel
* Koç burcu.

hamhalat
* Kaba saba, görgüsüz.
* Verimsiz, çorak, kuru.

hamı
z
* Asit.

hami
* Gözeten, koruyan, koruyucu (kimse).
* Kayı
ran, kayırı
cı(kimse).

hamil
* Elinde bulunduran, üzerinde taş
ıyan.
* Destek, bindi.

hamil olmak
* üzerinde bulundurmak, taş
ımak.

hamile
* Gebe, yüklü, aylı
.

hamilelik
* Gebelik.
* Hamile elbisesi.

hamilen
* Üzerinde taş
ıyarak.

hamilikart
* Tavsiye edildiği yazı

kartı
, pusulayıtaş
ıyan kimse.

haminne
* Yaş
lıve saygı
duyulan kadı
nlara verilen unvan.

hamisiz
* Koruyucusu, kayı
ranıolmayan.

hamiş
* Mektup kâğ
ıdı
nın boşbir yerine yazı
lan ek düş
ünce, çı
kma, not (post scriptum).

hamiyet
* Bir insanı
n yurdunu, ulusunu ve ailesini koruma çabası
.
hamiyetli
* Hamiyeti olan.

hamiyetperver
* Hamiyetli, hamiyet sahibi.

hamiyetperverlik
* Hamiyet sahibi olma.

hamiyetsiz
* Hamiyeti olmayan.

hamiyetsizlik
* Hamiyetsiz olma durumu.

hamla
* Küreklerin bir kez suya daldı
rılı
p çı
karı
lması
.
* Bu biçimde sandalı n aldı
ğıyol.
* Kıçtan birinci oturak.

hamlacı
* Büyük sandal ve kayı
klarda kı
çtan birinci oturakta kürek çeken kimse.

hamlaç
* Üfleç.

hamlama
* Hamlamak.
* Çini toprağından yapı
lmışnesnelerin ilk piş
iriliş
i.
* Bu piş irmenin yapı
ldı
ğıfı

n bölümü.

hamlamak
* Uzun zaman idman yapmamak, hareket etmemek yüzünden gücünü veya çevikliğini yitirmek.

hamlaş
ma
* Hamlaş
mak durumu.

hamlaş
mak
* Hamlamak durumu.

hamle
*İ leri atı
lma, atı lı
m.
* Saldı rış
, savlet.
* Satrançta ve damada taşsürme iş
i.
* Atak (II).

hamle etmek (veya yapmak)


* atı
lmak, saldırmak.
* önemli bir iş
e giriş
mek, bir iş
te baş
arısağlamak için çaba harcamak.

hamleci
* Atı

mcı
.

hamletme
* Hamletmek iş
i.

hamletmek
* Bir sebebe yüklemek, yormak.

hamlı
k
* Ham olma durumu.
*İdmansızlı
k.
hamse
* Divan edebiyatı
nda beşmesnevînin bir araya gelmesinden oluş
an eser.

hamsi
* Hamsigillerden, Akdeniz, Karadeniz ve BatıAvrupa kı

ları
nda avlanan, 10-12 cm boyunda, ince uzun bir
balı
k (Engraulis encrasicholus).

hamsi buğulama
* Hamsinin fı

nda piş
irilen yemeğ
i.

hamsi çorbası
* Hamsi ile yapı
lan çorba.

hamsigiller
* Kemikli balı
kları
n hamsi, ringa, sardalye, tirsi balı
kları
nıiçine alan bir familyası
.

hamsikuş
u
* Baharat, un ve yumurtaya bulanarak yapı
lan hamsi tavası
.

hamsili pilâv
* Hazı
rlanan iç pilâvı
n üzerine ayı
klanı
p temizlenmişhamsilerin konulmasıve fı

nda piş
irilmesiyle yapı
lan
bir tür pilâv.

hamsin
* Erbainden sonra gelen, 31 ocakta baş
layan elli günlük kı
şdönemi.

hamt
* Tanrı
'ya ş
ükretme.

hamt etmek
* Tanrı
'ya ş
ükretmek.

hamt olsun
* "Tanrı
'ya ş
ükürler olsun" anlamı
nda hoş
nutluk anlatı
r.

hamule
* Yük.
* Kâğı t dolgu maddesi.

hamur
* Unun su veya baş ka sı vı larla yoğ rulmuşdurumu.
* (kâğı
t için), Nitelik, tür.
* (ekmek ve hamur iş leri için) İ yi piş
memiş.
* Öz, asıl, maya.

hamur açmak
* yoğ
rulmuşhamuru inceltip yufka durumuna getirmek.

hamur boya
* Ressamı
n boya tablasıüzerinde, resmine sürmek için hazı
rladı
ğıhamur kı
vamı
ndaki yağlıboya.

hamur çorbası
* Hamur ile yapı
lan çorba.

hamur gibi
* yorgunluktan eli ayağıtutmaz.
* yiyeceklerin çok piş
ip bulamaç durumuna gelmesi.

hamur iş
i
* Hamurdan yapı
lan yiyeceklerin genel adı
.
hamur tahtası
* Üzerinde hamur açı
lan tekerlek biçiminde ve kı
sa ayaklımasa, yastağ
aç.

hamur tatlı

* Hamurla yapı
lan tatlı
ları
n genel adı
.

hamur teknesi
*İçinde hamur yoğ
urmaya yarayan özel kap.

hamur tutmak
* hamur hazı
rlamak.

hamurcu
* Fı

nda hamur yoğ
uran (iş
çi), hamurkâr.

hamurculuk
* Hamurcunun iş
i veya mesleğ
i.

hamurkâr
* Hamurcu.

hamurlama
* Hamurlamak iş
i.

hamurlamak
* Hamur sürmek.
* (kapalıtencerenin kenarı
nıbuğ
u çı
kması
n diye) Hamurla sı
vamak.

hamurlanma
* Hamurlanmak iş
i.

hamurlanmak
* Hamura bulanmak.

hamurlaş
ma
* Hamurlaş
mak iş
i.

hamurlaş
mak
* Hamur kı
vamıalmak, gevş
emek.

hamursu

yi piş
memiş
, hamur gibi, hamurumsu.

hamursuz
* Yahudilerin, Hamursuz Bayramıdolayı

yla yapı
p yedikleri bir çeş
it mayası
z çörek.

Hamursuz Bayramı
* Yahudilerin Mı

r'dan çı

şları
nıanmak amacı
yla her yı
l kutladı
klarıbayram.

hamurumsu
* Hamur kı
vamı
nda olan, iyi piş
memiş
, hamursu.

hamut
* Araba koş
umunda atları
n boyunları
na geçirilen ağaç veya üstüne meş
in geçirilmişçember.

han
* Osmanlıpadiş ahlarının adlarının sonuna getirilen unvan.
* Doğu ülkelerinde yerli beyler ve Kırı
m giraylarıiçin kullanı
lan unvan.

han
* Yol üzerinde veya kasabalarda yolcuların konaklamalarına yarayan yapı .
* Büyük şehirlerde serbest mesleklerde çalı
ş anları
n oda veya daire tutup çalı
ştı
klarıbirkaç katlıyapı
.
han gibi
* gereğ
inden çok genişolan yer.

han hamam sahibi


* mülkü çok, varlı
klı
kimse.

han kapı
sından teğ
elti atmak
* defetmek, kovmak.

hanay
*İ ki ve daha çok katlıev.
* Sofa, hol.
* Avlu.

Hanbelî
*İ slâmlı
kta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri.
* Bu mezhepten olan kimse.

hancı
* Han iş
leten kimse.

hancı
sarhoşyolcu ş arhoş
* kimin ne yaptı
ğı
, ne ettiğ
i belli değ
il.

hancı

k
* Hancıolma durumu veya hancı
nın yaptı
ğıiş
.

hançer
* Ucu eğri ve sivri, kamaya benzer, silâh olarak kullanı
lan bir tür bı
çak.

hançer çiçeği
* Çiçekleri hançer sapı
nıandı
rdı
ğıiçin Lâtin çiçeğine verilen bir ad.

hançere
* Gı
rtlak.

hançerleme
* Hançerlemek iş
i.

hançerlemek
* Hançerle yaralamak veya öldürmek.

hançerlenme
* Hançerlenmek iş
i.

hançerlenmek
* Hançerle yaralanmak veya öldürülmek.

handan
* Şen, neş
eli.

hande
* Gülme, gülüş
.

handikap
* At yarı
şları
nda binicilerle eyerin toplam ağı
rlı
ğı
nın, atları
n koş
uyu kazanma ş
ansı
nıetkileyecek biçimde
ayarlanması
.
* Elveriş
siz durum, engel.

handiyse
* Yakı
n zamanda, neredeyse, hemen hemen.
hane
* Ev, konut.
* Ev halkı .
* Bir bütünü oluş turan bölümlerden her biri, bölük, göz.
* Ondalı k sayısisteminde bir sayının sağdan sola doğru rakamları nın derecelerine göre her birinin
bulunduğu yer, basamak.
* Klâsik Türk müziğ inde, peşrev gibi saz parçaları
nın bölümlerinden her biri.
* Birleşik kelimelerde ikinci kelime olarak bulunur, bina, yapı
, yer, makam anlamları nıkarş ılar.

hanedan
* Hükûmdar veya devlet büyüğ ü gibi bir kiş
iye dayanan soy, büyük aile.
* Belli ve büyük soydan gelen.
* Eli açık ve konuksever.

hanedanlı
k
* Hanedandan olma durumu.

Hanefî
*İslâmlıkta sünnet ehli denilen dört mezhepten biri.
* Hanefî mezhebinden olan kimse.

Hanefîlik
* Hanefî mezhebi.

hanek
* Söz, konuş
ma.

haneli
* Herhangi bir sayı
da evi olan.
* Herhangi bir sayı
da hanesi olan.

hanelik
* Herhangi bir sayı
da evi olan, evlik.

hanende
* Şarkısöylemeyi meslek edinmişkimse, ş
arkı

, okuyucu.

hanendelik
* Hanende olma durumu, ş
arkı


k, okuyuculuk.

hangar
* Uçak, araba, tarı
m aracı
, eş
ya gibi nesneleri barı
ndı
rmaya yarar kapalı
yer, sundurma.

hangar gibi
* çok büyük ve genişyer.

hangi
*İ ki veya daha çok ş eyden bir tanesini belirtecek bir cevap istemek için kullanı
lan soru sı
fatı
.
* Fiili dilek veya ş
art birleş
ik zamanı nda olan cümlelerde, nesnenin veya cümlenin belirteni durumunda
olduğ
unda nesnedeki kavramıgenelleş tirir.

hangi akla hizmet ediyor?


* ne gibi bir düşünce ile böyle olmayacak, mantı
ksı
z bir işyapı
yor?.

hangi biri?
* çok olanlardan hangisi.

hangi dağ
da kurt öldü?
* kendisinden beklenmedik bir davranı
şkarş
ısı
nda ş
aşma ve sitem anlatı
r.

hangi peygambere kulluk edeceğ


ini ş
aşı
rmak
* kimin sözünü yerine getireceğ
ini bilemeyerek ş
aşkı
nlı
k içinde kalmak.

hangi rüzgâr attı?


* bir yere uzun süre uğramamı
şken beklenmedik bir zamanda gelenlere sitem yollu söylenir.

hangi taşpekse (katı ysa), baş


ınıona vur
* kendi kusuru yüzünden zor bir duruma düş
en veya baş
kaları
ndan yardı
m isteyen bir kimseye
öfkelenildiğinde söylenir.

hangi taş
ıkaldı rsan, altı
ndan çıkar
* her iş
ten anlar veya anladı
ğıiddiası
nda bulunur.
* her iş
e karı şı
r.

hangisi
* Birkaç kiş
i arası
ndan kim veya birkaç ş
ey arası
ndan hangi ş
ey.

hanı
m
* Kız ve kadınlara verilen unvan, bayan.
* Karı, eş
.
* Kadı nlı
ğ ı
n bütün iyi niteliklerini taş
ıyan.
* Toplumsal durumu, varlı ğıiyi olan, hizmetinde bulunulan kadı
n.

hanım böceğ i
* Kı n kanatlı
lardan, kara benekli, kı
rmı
zırenkte, kurtçukları
yediğ
i için yararlısayı
lan bir böcek, gelin böceği
(Coccinella).

hanı
m evlâdı
* Nazlıbüyütülmüş
, çı
tkı

ldı
m kimse.
* Piç.

hanı
m hanımcık
* Evine, çocukları
na, iş
ine gereği gibi bakan, çevresiyle uyumlu (kadı
n, kı
z).
* Böyle bir kadı
na veya kı
za yaraş ır davranışlarıolan.

hanı
manne
* Kayı
n valide.

hanı
mefendi
* Üstün bir saygıgöstermişolmak için kadı
n adları
nın sonuna getirilir veya adları
n yerine kullanı

r.

hanı
mefendilik
* Hanı mefendi olma durumu ve özelliği.

hanı
meli
* Hanımeligillerden tırmanıcı, korularda, çalı

klarda yetiş
en bir bitki (Lonicera caprifolium).
* Bu bitkinin güzel kokulu çiçeği.

hanı
meligiller
*İ ki çeneklilerden, örneğ
i hanı
meli olan bir bitki familyası
.

hanı
mgöbeği
* Bir çeş
it hamur tatlı

.

hanı
mlı
k
* Hanı
m olma durumu ve özelliği.

hanı
mnine
* Bkz. haminne.

hanı
mparmağı

nce uzun, parmak biçiminde bir çeş
it hamur tatlı

.
hani
* Nerede, ne oldu, nerede kaldı .
* Karş ı
dakinin daha önceden bildiği bir ş ey kendisine hatırlatı
lmak istenildiğ inde kullanı

r.
* Verilen sözü hatırlatan sözün baş ı na getirildiğ
inde sitem anlatı
r.
* Bazen "bari" anlamı nda kullanılı
r.
* "Doğrusunu söylemek gerekirse","kaldıki, üstelik" anlamları nda kullanılı
r.

hani
* Hanigillerden, Akdeniz'de yaş
ayan, alaca kı
rmı
zırenkli, beyaz etli, orta büyüklükte bir balı
k (Serranus
cabrilla).

hani ya
* hani.

hani yok mu
* dikkati arkadan gelen söze çekmek için söylenir.

hanidir
* ne vakittir, epey zamandı
r, çoktan beri.

hanigiller

yi bilinen türleri hani ve yazı
lıhani olan kemikli balı
klar takı
mı.

hanlı
k
* Han olma durumu.
* Hanın egemenliğindeki ülke.
* Hanın yönetimi.

hant hant
* "Rahatsı
z edecek biçimde bir ş
eye aş
ırıistek duymak" anlamı
nda hant hant ötmek deyiminde geçer.

hantal
* Kocaman, iri, kaba.
*İşi, davranı
şlarıkaba ve yavaş
.

hantallaş
ma
* Hantallaş
mak iş
i.

hantallaş
mak
* Hantal bir duruma gelmek.

hantallı
k
* Hantal olma durumu.

hanüman
* Ev bark, ocak.

hanümanınıyıkmak
* ocağı
nıyıkmak, evini barkı
nıdağı
tmak.

Hanya
* "Haddini bilmek" anlamı
nda Hanya'yıKonya'yıbilmek (veya anlamak) bilmemek (veya anlamamak)
deyiminde geçer.

Hanya'yıKonya'yıanlamak
* bir iş
in gerçek yönünü anlayarak aklıbaş
ına gelmek, akı
llanmak.

Hanya'yıKonya'yıgöstermek (veya öğretmek)


* Bkz. dünyanı
n kaç bucak olduğunu göstermek.

Hanya'yıKonya'yıöğ renmek
* Bkz. anlamak.
hap
* Kolayca yutulabilmesi için küçük toparlak durumuna getirilmişilâç.
* Bir içimlik afyon.

hap
* (çocuk dilinde) Yutma sesi.

hap etmek
* yemek, yutmak.

hapaz
* Avuç.

hapazlama
* Hapazlamak iş
i.

hapazlamak
* Avuçlamak.

hapçı
* Afyon vb. uyuş
turuculara alı
şmı
şolan (kimse).

hapçı

k
* Uyuş
turucu madde özelliğ
i taş
ıyan haplara düş
kün olma durumu.

hapıyutmak
* kötü bir duruma düş
mek.

hapı
r hapır, hapı r hupur
*İ ştahlıve gürültülü bir biçimde (yemek).

hapis
* Bir yere kapatı
p salı
vermeme.
* Yasalara göre suçu belirlenen bir kimseyi ceza evine koyma cezası .
* Cezaya çarptırılmışsuçluların kapatıldı
kları yer, ceza evi, hapishane.
* Ceza evine kapatılmışkimse, mahpus.
* Pullarısalı
vermemek, kapatmak temeline dayanan bir çeş it tavla oyunu.

hapis giymek
* hapis cezası
na çarptı

lmak.

hapis yatmak
* hükümlü olduğ
u süreyi hapishanede geçirmek.

hapishane
* Hapis cezası
na çarptı

lanları
n kapatı
ldı
kları
yer, dam, ceza evi, kodes.

hapishane kaçkını
* suçlu olup da henüz tutuklanmamı
şkimse.
* kötü, serseri, hoyrat kimse.

hapislik
* Hapiste bulunma durumu veya süresi.

haploit
* Olgun bir üreme hücresinde bulunan kromozom takı
mı.

haploloji
* Bkz. Orta hece yutumu.

hapsedilme
* Hapsedilmek iş
i.

hapsedilmek
* Hapsetmek iş
i yapı
lmak.

hapsetme
* Hapsetmek iş
i.

hapsetmek
* Bir suçluyu hapishaneye koymak.
* Bir yere kapatı
p salıvermemek.
* Bir kimseyi veya bir şeyi boş
u boş
una tutmak, alı
koymak.

hapsettirme
* Hapsettirmek iş
i.

hapsettirmek
* Hapsedilmesine yol açmak.

hapş
ırı
k
* Aksı

k.

hapş
ırı
klı
* Aksı

klı
.

hapş
ırma
* Hapş
ırmak iş
i, aksı
rma.

hapş
ırmak
* Aksı
rmak.

hapş
ırtma
* Hapş
ırtmak iş
i.

hapş
ırtmak
* Aksı
rtmak.

hapş
u
* Hapş
ırma sesi.

hapt
* "Bir tartı
şmada karş
ısı
ndakini susturmak ve karş
ılı
k veremez duruma getirmek" anlamı
nda haptetmek
birleş
ik fiilinde geçer.

haptetme
* Haptetmek iş
i.

haptetmek
* Karş
ısı
ndakini susturmak, cevap veremez durumunda bı
rakmak.

har
* Birtakı
m ikileme ve deyimlerde çeş
itli anlamlarla geçer.

har
* Sı
cak, kı
zgı
n, yakı

.

har gür
* tartı
şı
p çekiş
me, tartı
şı
p çekiş
erek.

har gür
* Bkz. har.
har har
* Gürültülü, bol ve sürekli olarak.

har hur
* karı
şı
klı
k ve anlaş
mazlı
k.

har hur
* Bkz. har.

har vurup harman savurmak


* düş
üncesizce ve hesapsı
zca harcamak, bol bol harcayı
p tüketmek.

hara
* At üretilen çiftlik, aygı
r deposu.

hara
* Hare.

harabat
* Yıkıntı
lar, harabeler, viraneler.
* (Divan edebiyatında) İ çkili eğlence yeri, meyhane.

harabatî
* Maddî ş eylere değer vermediği için üstüne baş
ına özenmeyen, dağı

k, derbeder.
* Vaktini meyhanelerde veya zevk ve sefada geçiren (kimse).

harabatîlik
* Harabatî olma durumu, dağ
ını
klı
k, derbederlik.

harabe
* Eski çağlardan kalmı
şş ehir veya yapı
, ören, kalı
ntı
.
* Yı
kılmı şveya yıkılmaya yüz tutmuşyapı , yı
kı.

harabelik
* Harap olmuşyer, ören.

haraca bağlamak
* bir kimseyi belli zamanlarda kendisine belli miktarda para vermeye zorlamak.

haraca kesmek
* zorbalı
kla para koparmak veya çı
kar sağlamak.

haraç
* OsmanlıTürklerinde genel olarak toprak sahiplerinden devletçe alı
nan vergi.
* OsmanlıTürklerinde Müslüman olmayanları n devlete ödemekle yükümlü olduklarıvergi.
* Bir yerden, bir kimseden zorbalı
kla alı
nan para.

haraç mezat satmak


* açık artı
rma ile satmak.

haraç yemek (veya almak)


* baş
kasının sı
rtından geçinmek.

haraççı
* Haraç toplamakla görevli olan kimse.
* Zor kullanarak bir yerden veya kimseden para sı
zdı
ran kimse.

haraççı

k
* Haraççının görevi.
* Zor kullanarak bir yerden veya kimseden para sı
zdı
ran kimsenin yaptı
ğıiş
.

haraçlı
* Haraca bağlanmı
ş, vergi ödeyen.

harakiri
* Japonlarda karnı
nıbı
çakla deş
me yoluyla kendini öldürme.

harala gürele
* Telâşile.

haram
* Din kuralları
na aykı
rıolan, dince yasak olan.
* Yasak.

haram etmek
*oş eyden umulan yarar ve rahatı
tattı
rmamak.

haram olmak
* bir ş
eyden gereğ
i gibi yararlanamamak.

haram olsun!
* "hayrı
nıgörme, görmesin!" anlamı
nda kullanı
lan bir söz.

haram para
* Yasa dı
şıyollardan kazanı
lan para.

haram yemek
* dinî inançlara aykı
rıolarak, haksı
z olarak bir ş
eye el atmak, sahip olmak.

harama uçkur çözmek


* nikâhsı
z olarak cinsel iliş
kide bulunmak.

harami
* Hı
rsı
z, haydut.

haramilik
* Hı
rsı
zlı
k, haydutluk.

haramsı
z
* Haram olmayan, haram karı
şmamı
ş.

haramzade
* Yasa dı
şıbirleş
melerden doğan çocuk, piç.

haranı
* Büyük tencere.

harap
* Bayındı rlı
ğıkalmamı ş
, yı

lacak duruma gelmiş
, yı
kkı
n, viran.
* Bitkin, yorgun, periş
an.
* Çok sarhoş .

harap etmek
* harap duruma getirmek.

harap olmak
* harap duruma gelmek, haraplaş
mak, periş
an olmak.

haraplaş
ma
* Haraplaş
mak iş
i.

haraplaş
mak
* Harap duruma gelmek, viran olmak, periş
an olmak.
haraplı
k
* Harap olma durumu, yı
kkı
nlı
k.

harar
* Çoğ
u kı
ldan dokunmuş
, büyük çuval.

harar gibi
* içine çok ş
ey alabilen, geniş
, büyük eş
yalar için kullanı

r.

hararet
* Isı
.
* Sıcaklı
k.
* Susama, susuzluk.
* Coş kunluk, ateş
lilik.

hararet basmak
* çok susamak.
* vücut ı
sısıartma.

hararet kesmek (veya söndürmek)


* susuzluğu gidermek.

hararet vermek
* susatmak.

hararetlendirme
* Hararetlendirmek iş
i.

hararetlendirmek
* Hararetlenmesine yol açmak.

hararetlenme
* Hararetlenmek iş
i.

hararetlenmek
* Isı
sıartmak.
* Canlanmak, kı

şmak.

hararetli
* Isı

, sı
caklığ
ıfazla olan.
* Coşkun, ateşli, canlı
.

hararetli hararetli
* Yoğun ve heyecanlı
bir biçimde, ateş
li ateş
li.

haraş
o
* "iyi, güzel" Bir tür yün örgüsü.

haraza
* Kavga, gürültü, karı
şı
klı
k.
* Öfke, sinir.

haraza
* Sı
ğı

n öt kesesinden çı
kan taş
.

harbe
* Kı
sa mı zrak.
* Harbi.

harbi
* Ateş
li silâhları
n içini temizlemekte kullanı
lan çubuk, harbe.
* Doğru, hilesiz, temiz, mert.
harbî
* Savaşla ilgili.
* OsmanlıDevletiyle henüz barı şdurumunda bulunmayan, bir antlaş ma yapmamı
şdevletler ve bu
devletlerin uyrukları .
* Osmanlıülkelerinde ticaretle uğraş
an yabancıuyruklara verilen ad.

harbi basmak
* doğ
ru, hı
zlıyürümek.

harbi konuş mak


* dosdoğru, gerçeği gizlemeden konuş
mak.

harbilik
* Doğruluk, temizlik, mertlik.
* Ateş
li silâhlarda harbinin yerleş
tirildiğ
i yer.

harbiye
* Savaşişleri.
* (büyük H ile) Subay yetiş
tiren yüksek okul, harp okulu.

Harbiye Nezareti
* Osmanlıİ
mparatorluğunda Millî Savunma Bakanlı
ğı
na verilen ad.

Harbiyeli
* Harp okulu öğ
rencisi.

harcama
* Harcamak işi, parayıelden çı
karma, sarf.
* Bir ş
ey almak için elden çı
karı
lan para, gider.

harcama kalemi
* Muhasebe iş
lemleri içinde en fazla satı
n alı
nan maddelerin bütünü.

harcamak
* Bir işgörmek veya bir ş ey satın almak için parayıelden çı
karmak, sarf etmek.
* Bir şey yapmak için kullanmak, tüketmek.
* Birinin değer ve onurunu kı rıcıbir durum yaratmak.
* Manevî yönden kötü duruma düş ürmek, feda etmek.
* Yok olması na, ölmesine sebep olmak.

harcanabilir
* Harcanma özelliği olan.

harcanma
* Harcanmak iş
i.

harcanmak
* Harcamak iş
i yapı
lmak, harcamak iş
ine konu olmak.

harcayı
ş
* Harcamak iş
i veya biçimi.

harcı
* Ucuz, her keseye uygun.

harcıolmak
* bir iş
, birinin yapabileceğ
i nitelikte olmak.

harcı
âlem
* Herkesin alabileceğ i, herkesin kullanabileceğ
i, herkesin iş
ine yarayan, her keseye uygun.
* Hiçbir özelliği olmayan, yeniliği olmayan, basmakalı p.
harcı
rah
* Yolluk.

harç
* Harcanan para, masraf.
* Resmî iş lerde devlet veznesine ödenen para.
* Yapı da tuğ la veya taş ların örgüsünü pekitmek, duvarlarısı vamak için kullanılan, toprak, saman veya kum,
kireç, çimento gibi ş eyleri su ile kararak yapı lan çamur, karı şı
m.
* Bir yemeğ in yapılması nda kullanı lan ve tat veren maddelerin bütünü.
* Giysiler dikilirken kullanı lan tamamlayı cı veya süsleyici ş
eyler.
* Bahçı vanlı kta değiş ik nitelikteki toprak vb. maddelerin karı ştı
rılması
yla hazırlanmı ştoprak.

harçlı
* Yapı lmasıiçin harç ödenen.
* Harç ile örülmüş .
* Süslerle bezenmiş(giysi).

harçlı
k
* Ufak tefek ihtiyaçlar için ayrı
lmı
şpara.

harçsı
z
* Harcı
olmayan.

hardal
* Turpgillerden 100-150 cm yükseklikte, sarıçiçekli, deriyi yakıcınitelikte olan ve tohumu hekimlikte
kullanı
lan, tadıacıve bir yı
llı
k bir bitki (Brassica nigra).
* Bu tohumun toz durumuna getirilmişveya sirke ile karı ştırı
larak yapılmı şmacunu.

hardal rengi
* Kirli sarı
renkte.

hardaliye

çine hardal katı
larak yapı
lan üzüm ş
ırası
.

hardallı
* Hardalıolan.

hardallı
k
* Hardal yapı
mı nda kullanı
lan malzeme.
* Hardal konulan kap.

hardalsı
* Uzun iki çenetli meyve.

hardalsı
z
* Hardalıolmayan.

hare
* Bazınesne, canlı
, göz vb. nde dalgalanı
r gibi görünen parlak çizgiler, meneviş
, dalgı
r.
* Üzerinde dalgalıçizgiler bulunan kumaş.
* Çok sert taş
, mermer.

harekât
* Davranı şlar, iş
ler.
* Belli bir amaç gözetilerek bir askerî birliğe yaptı

lan manevra, çarpı
şma, çevirme, kovalama gibi iş
ler.

hareke
* Arap harfleriyle yazı
lmı
şmetinlerde kı
sa ünlüleri göstermek için kullanı
lan iş
aret.

harekeleme
* Harekelemek iş
i.
harekelemek
* Bir ünsüze hareke koymak.

harekeli
* Hareke konulmuş
.

harekesiz
* Hareke konulmamı
ş.

hareket
* Bir cismin durumunun ve yerinin değiş mesi, devinim.
* Vücudu oynatma, kı pı rdatma veya kı mı ldanma.
* Davranı ş.
* Yola çı kma.
* Belirli bir amaca varmak için birbiri ardı nca yapı
lan ilerlemeler, akı
m.
* Yer sarsı ntısı, deprem.
* Devinim.
* (demir yolları nda) Katarların düzenlenmesi ve hangi saatlerde yola çı kı
p hangi duraklarda karş
ılaş
acakları

düzenleme iş leri.
* Bir parçanı n yavaş lık, çabukluk derecesi.
* Kas ve eklemlerin, belli doğ al ş
artlar içersinde iş
lemeleri sonucu vücut bölümlerinde düzenli ve olumlu
etkilerle oluş turdukları yer değ işimi.
* Devinim.

hareket dairesi
* Demir yolları
nda hareket iş
lerini düzenleyen, izleyen daire.

hareket etmek
* yola gitmek, yola çı
kmak.
* vücudu oynatmak, kı pı
rdatmak veya kı
mıldamak, devinmek.
* davranmak.
* devinmek.

hareket noktası
* Bir işin, bir yolculuğ
un vb.nin başladı
ğı yer.
* Bir sorunun incelenmesinde baş langıç olarak alı
nan nokta.

harekete geçirmek
* bir iş
in yapı
lması
na sebep olmak, kı
mıldatmak, canlandı
rmak.

harekete geçmek
* bir iş
i yapmaya baş
lamak, bitirmek amacı
ile bir iş
e giriş
mek.

harekete getirmek
* kımıldatmak, canlandı
rmak.

hareketlendirme
* Hareketlendirmek iş
i.

hareketlendirmek
* Hareketlenmesine yol açmak.

hareketlenme
* Hareketlenmek iş
i.

hareketlenmek
* Hareket kazanmak, harekete geçmek.

hareketli
* Hareketi olan, yer değ
iştirebilen, devingen, müteharrik.
* Canlı

k gösteren, canlı, kıpırdak.
hareketlilik
* Hareketli olma durumu, devingenlik.

hareketsiz
* Hareket etmeyen, yerinden kı
mıldamayan, durgun, durağ
an.

hareketsizlik
* Hareketsiz olma durumu.

harekî
* Hareket durumunda, devinim durumunda olan.

harelenme
* Harelenmek iş
i.

harelenmek
* Kı
mıldadı
kça üzerinde parlak çizgiler görünmek, dalgalanmak.

hareli
* Haresi olan.

harem
* Saray ve konaklarda kadı
nlara ayrı
lan bölüm.
* Bu bölümde oturan kadı nları
n hepsi.
* Karı, eş
.

harem ağası
* Osmanlısarayları
nda ve büyük konaklarda haremle selâmlı
k arası
nda hizmet gören hadı
m, zenci köle,
hadım ağası
.

harem kâhyası
* Haremin alı
şveriş
ine bakan erkek görevli.

haremlik
* Saray ve konaklarda kadı
nlara ayrı
lan bölüm, selâmlı
k karş
ıtı
.
* Karılı
k, eşlik.

haremlik selâmlı k olmak


* bir yerde kadınlar ayrı
, erkekler ayrıoturmak.

Harezmî yolu
* Bkz. algoritma.

harf
* Dildeki bir sesi gösteren ve alfabeyi oluş
turan iş
aretlerden her biri.

harf atmak
* söz atmak, tanı
madı
ğıbir kadı
na uygunsuz sözler söyleyerek yaklaş
maya çalı
şmak.

harf çevirisi
* Transliterasyon.

harfendaz
* Onur kı

cısöz söyleyen.

harfendazlı
k
* Harfendaz olma durumu.

harfi harfine
* Tastamam, uygun, gerçekte olduğ
u gibi.
harfitarif
* Arapçada addan önce gelen ve adı
n belirli olduğ
unu gösteren elif, lâm harfleri, tanı
mlı
k.

harfiyen
* Harfi harfine, hiçbir değiş
iklik yapmadan.

harharyas
* Harharyasgillerden, boyu 2 m' yi bulan çok tehlikeli bir köpek balı
ğıtürü (Carcharhinus lamia).

harharyasgiller
* Köpek balı
klarıtakı
mına giren bir familya.

harıbaş
ına vurmak
* çok kı
zmak; azmak, kendini tutamayacak duruma gelme.

harıgeçmek
* kı
zgı
nlı
ğı
, sı
caklı
ğı
, hevesi, isteği veya öfkesi azalmak.

harı
l harı
l
* Aralı
ksı
z olarak, durmaksı

n, bütün gücüyle.

harı
lanma
* Harı
lanmak durumu.

harı
lanmak
* (hayvan) Huysuzlanmak, huysuzluk etmek.

harı
ldama
* Harı
ldamak durumu.

harı
ldamak
* Gürültüyle ve sürekli olarak akmak; yanmak; çalı
şmak.

harı
ltı
* Harı
ldarken çı
kan ses.

harı
m
* Sebze ve meyve bahçesi.
* Tarla ve bahçe çevresindeki çit.

harı
n
* Bir ş
eyden huylanı
p yürümeyen, geri geri giden (hayvan).
* Hain, huysuz.
* Obur.

haricen
* Dı
ştan, dı
şarı
dan.

haricî
* Dı
şla ilgili, dı
ştan olan.

hariciye
* (devlet yönetiminde) Dışişleri.
* Ameliyatıveya tedaviyi gerektiren hastalı klarla ilgilenen hekimlik kolu.
* Hastahanelerde bu hastalıklarla ilgilenen bölüm.

hariciye nazırı
* Dışiş
leri bakanı
.

hariciyeci
* Dı
şsiyaset ile uğraşan meslek adamı.
* Hariciye hastalı
klarıuzman hekimi.
hariciyecilik
* Hariciyeci olma durumu.

hariç
* Dış, dış
arı.
* Yabancıülke, dışarı.
* Dışta kalmak üzere, dı
şı
nda sayı
lmak üzere.

hariç olmak
* o iş
in içinde olmamak.

hariçten gazel okumak (veya atmak)


* bir konuyu iyice bilmeden, üzerinde görüşve düş
ünce ileri sürmek.
* bir konuşmaya yersiz ve zamansı z katı
lmak.

harika
* Yaradı

şın ve imkânları
n üstünde nitelikleriyle insanda hayranlı
k uyandı
ran (ş
ey).
* Çok büyük bir hayranlı
k uyandı
ran, eksiksiz, kusursuz, tam, mükemmel.

harikalar yaratmak
* hayranlı
k uyandı
racak baş
arı
lar kazanmak.

harikulâde
* Eşi görülmemiş
,şaş
kınlı
k yaratı

, olağanüstü.
* Çok güzel.

harikulâdelik
* Harikulâde olma durumu veya özelliği, olağanüstülük.

harim
* Girilmesi yabancı
ya yasak olan, kutsal tutulan, korunulan yer.

harir

pek.

haris

stekli, aç gözlü, bir ş
eyi çok fazla isteyen, hı
rslı
.

harita
* Coğ rafya, tarih, dil, nüfus vb. olgularla ilgili yeryüzünün veya bir parçası
nın, belli bir orana göre
küçültülerek düzlem üzerine çizilen taslağ ı
.

haritacı
* Harita yapan kimse, kartograf.

haritacı

k
* Haritacıolma durumu.
* Çeşitli amaçlara yönelik haritaları
n yapı
m yöntemi, kartografi.

haritada olmak
* göz önünde bulundurulmasıgerekmek.

haritadan silinmek
* bir ülke, başka devletin hâkimiyeti altı
na girmek.
* (bir köy, kasaba) savaşveya deprem gibi bir olay sonunda yok olmak.

haritalı
k
* Haritaları
n saklandı
ğıyer.

hark
* Bkz. ark.
harlak
* Harı
ltıile akan su, çağ
layan.

harlama
* Harlamak iş
i.

harlamak
* (ateşiçin) Kuvvetlenmek, harlıbir biçimde yanmak.
* Birden öfkelenerek bağ
ırmak, birine çı kı
şmak.

harlatma
* Harlatmak iş
i.

harlatmak
* (ateş
i) Kuvvetlendirmek, alevlendirmek.

harlı
* Kuvvetli, harı
l harı
l yanan.

harman
* Tahı l demetlerinin üzerinden düven geçirilerek tanelerin baş aklarından ayrı lmasıiş
i.
* Bu iş in yapı ldı
ğıyer veya mevsim.
* Birçok çeş itten birer parça alı
p yeni birleş
im oluşturma işi.
* (kâğıtçılıkta) Selüloz açılmasıaş aması ndan başlayıp kâğı
t veya karton sayfası nı
n meydana gelmesine kadar
kullanı
lan bir veya birkaç kâğ ı
t hamuru ile diğer malzemelerin meydana getirdiğ i sulu süspansiyon.

harman çevirmek
* harmanlamak.

harman çorman
* Bkz. karman çorman.

harman dövmek
* ekin tanelerini saptan ayı
rmak iş
ini yapmak.

harman etmek (veya yapmak)


* birçok çeş
itten birer parça alı
p yeni bir birleş
im oluş
turmak.

harman savurmak
* tahı
lısamandan ayı
rmak için dövülmüş
ünü rüzgâra karş
ısavurmak.

harman sonu
* Harmandan sonra kalan, toprakla karış mıştahıl.
* Büyük bir varlı
k veya iş
ten sonra kalan bölüm.

harman sonu derviş lerin


* bir iş
in sonunda iyi pay alanlar için söylenir.

harman yeri
* Üzerinde harman dövülen, sı

ştı

lmı
şsert toprak alan.

harmancı
* Harman iş
i ile uğ
raş
an kimse.

harmancı

k
* Harmancıolma durumu.
* Harmancını
n yaptı
ğıiş
.

harmandalı
* (Ege bölgesinde) Bir çeş
it zeybek oyunu.
harmani
* Bütün vücudu saran, kolsuz ve bazen kukuletalıbir çeş
it üst giysisi, pelerin.

harmaniye
* Bkz. harmani.

harmanlama
* Harmanlamak iş
i.

harmanlamak
* Harman etmek.
* Bir çember oluş turacak biçimde dolaş mak.
* (gemi) Az bir dümen açı sıyla büyük bir eğ
ri çizerek yürümek.

harmanlanma
* Harmanlanmak iş
i.

harmanlanmak
* Tütün, çay, içki gibi ş eylerin birkaç çeş
idi birbirine katı

p karı
ştı
rmak.
* (Ay) Çevresinde ağ ıl oluş mak.

harmanlatma
* Harmanlatmak iş
i.

harmanlatmak
* Harman yaptı
rmak.

harmanlı
k
* Harman için gerekli eş
ya.
* Harman yeri.

harmoni
* Armoni.

harmonyum
* Dı
şgörünüş
ü piyanoya benzeyen, körüğ
ü ayakla iş
letilen küçük org.

harnup
* Keçiboynuzu.

harp
* Savaş
.

harp
* Dik tutularak parmakla çalı
nan, üç köş
eli ve telli, büyük çalgı
, arp.

harp açmak
* Bkz. savaşaçmak.
* Bir konuda güçlü biçimde mücadele etmek, bir konuyu ş
iddetle savunmak.

harp akademileri
* Türk SilâhlıKuvvetlerine kumandan ve kurmay subay yetiş
tiren okullar.

harp dairesi
* Millî Savunma Bakanlı
ğı
nda savaşgereçleri ile uğraş
an daire.

harp malûlü
* Savaş
ta sakat kalmı
şasker.

harp okulu
* Türk SilâhlıKuvvetlerine subay yetiş
tiren yüksek okul, harbiye.
harp zengini
* Savaşsı
rası
nda yolsuz kazançlar sağlayarak kı
sa sürede zengin olan kimse.

Harput köftesi
* Kıyma, ince bulgur ve fesleğen gibi değiş
ik koku ve baharatla hazı
rlanan sulu köfteli yemek.

harrangürra
* Gürültü ile ve özensiz olarak.

harrup
* Harnup.

hars
* Tarla sürme.
* Kültür.

hart
* (ı

rmak, yemek vb. için) Birden ve sert bir biçimde.

hart hart
* Sert ve kaba ses çı
kararak.

hart hurt
* Ağı
z dolusu ı

rarak ve ses çı
kararak (yemek).

harta
* "Sı
rası
z, saygı

z davranı
şlarda bulunmak" anlamı
nda hartasıhurtasıolmamak deyiminde geçer.

hartadak
* Ansı

n ve sertçe (ı

rmak, kapmak).

hartadan
* Bkz. hartadak.

hartama
* Kiremit yerine kullanı
lan veya kiremit altı
na konulan ince tahta.

harttadak
* Bkz. hartadak.

hartuç
* Merminin arkası
ndan namluya sürülen bezden veya kartondan barut kesesi.

has
* Özgü, mahsus.
* Katışıksız, en iyi cinsten; saf.
*İyi nitelikleri kendinde toplamı şolan (kişi).
* OsmanlıDevletinde yüz bin akçeyi aş an dirlik.
* Hükümdara özgü olan.

has un
* Kepeğinden bütünüyle ayrı
lmı
şbirinci sı
nıf un.

hasa
* Bkz. hasse.

Hasanpaş
a köftesi
* Fı
rında kaş
ar ve maydanoz, soğan karı
şı
mıile hazı
rlanan sosla piş
irilen köfte.

hasar
* Herhangi bir olayı
n yol açtı
ğı
, kı

lma, dökülme, yı

lma gibi zarar.
hasara uğ
ramak
* zarar görmek, yı
kılmak, harap olmak.

hasarlı
* Hasara uğ
ramı
ş.

hasat
* Ürün kaldı
rma, ekin biçme iş
i.
* Bu biçimde toplanmışürün.

hasatçı
* Ürün kaldı
rma, toplama, ekin biçme iş
i ile uğ
raş
an kimse.

hasatçı

k
* Hasatçıolma durumu.
* Hasatçı
nın iş
i.

hasbelkader
* Rastlantı
sonucu olarak, tesadüfen.

hasbetenlillâh
* Tanrıiçin, Tanrıuğ
runa, Tanrırı
zasıiçin, hiçbir karş
ılı
k beklemeksizin.

hasbı
hâl
* Söyleş
i, sohbet.

hasbı
hâl etmek
* söyleş
mek, karş
ılı
klıkonuş
mak, sohbet etmek.

hasbî
* Gönüllü ve karş
ılı
ksı
z yapı
lan.
* Sebepsiz.

hasbî geçmek
* (bir ş
eye) önem vermemek, ilgi göstermemek, kı
sa kesmek.

hasbîlik
* Gönüllü ve karş
ılı
ksı
z işyapma, gönüllülük.

hasebi nesebi
* Soyu sopu.

hasebiyle
* Dolayı

yla, ...-dan / -den ötürü.

haseki
* OsmanlıDevletinde bir görevde eskimişolanlara verilen unvan.
* Bostancı
ocağ ı
nın küçük dereceli subayları
.
* Osmanlısarayı
nda karavaş lar arası
ndan seçilen padiş
ah gözdesi.

haseki sultan
* Padiş
ahtan çocuğu olan karavaş
.

hasekiküpesi
* Düğün çiçeğ
igillerden bir süs bitkisi (Aquilegia).

hasenat
* Yararlı
, iyi, güzel iş
ler.

hasep
* Kiş
isel özellikler, nitelikler.
haset
* Kı
skançlı
k, çekememezlik, günü.

haset etmek
* kı
skanmak, çekememek, günülemek.

hasetçi
* Kı
skanç, günücü.

hasetlenme
* Hasetlenmek iş
i.

hasetlenmek
* Kı
skanmak, çekememek.

hasetli
* Haset dolu.

hasetlik
* Haset olma durumu, hasetçi davranı
ş, kı
skançlı
k, günücülük.

hası
l
* Yeni baş
ak tutmaya baş
lamı
şyeş
il ekin.

hâsı
l
* Olan, ortaya çı
kan; görünen.

hâsı
l olmak
* ortaya çı
kmak, türemek.

hâsı
la
* Bir iş
ten elde edilen sonuç.

hâsı
lat
* Ürün.
* Gelir, kazanç.

hâsı
latlı
* Gelir getiren; ürün veren.

hâsı

* Sözün kı
sası
, kı
sacası
.

hâsı

velkelâm
* Sözün kı
sası
, kı
sacası
, özetlersek.

hâsı

kelâm
* Bkz. hâsı

velkelâm.

hası
m
* Düş man, yağ ı
.
* Bir oyun, dava veya yarı
şta karş
ıtaraf.

hası
mca
* Hası
m gibi davranarak.

hası
mlı
k
* Hası
m olma durumu.
* Düşmanlı
k, yağ
ılı
k.

hası
r
* Saz, kabuk, yaprak gibi bir bitki maddesiyle örülmüştaban veya tavan örtüsü.
* Tamamıveya bir bölümü böyle bir örgüden yapı
lmı
şolan.

hası
r
* Ayı
rma, (bir ş
eyi) özgü kı
lma.

hası
r otu
* Hası
r otugillerden, bataklı
klarda yetiş
en düz, ince uzun ve dayanı klıolan yaprakları
kıtı
k yapmaya, hası
r ve
zembil örmeye yarayan bir saz, zembil otu, semerci sazı
, su kamışı
, kofa, kiliz (Typha).

hası
r otugiller
* Su kı

ları
nda yetiş
en, örneğ
i hası
r otu olan bir bitki familyası
.

hasıraltı
* "Bir iş
i isteyerek, bilerek ve haksı
z olarak yürütmemek, örtbas etmek" anlamı
nda hası
raltıetmek deyiminde
geçer.

hası
rcı
* Hası
r ören veya satan kimse.

hası
rcı

k
* Hası
r örme zanaatıveya satma iş
i.

hası
rlama
* Hası
rlamak iş
i.

hası
rlamak
* Hası
rla döş
emek, üstünü hası
rla örtmek.

hası
rlanma
* Hası
rlanmak durumu.

hası
rlanmak
* Hası
rla döş
enmek, üstü hası
rla örtülmek.

hası
rlı
* Hası
rıolan, hası
rla kaplanmı
şolan.
* Hası
rla kaplanmışş işe.

hasis
* Cimri, pinti, kı
smı
k.
* Bayağı, insanıküçülten, alçak.

hasislik
* Hasis olma durumu.
* Hasis davranı
ş.

hasislik etmek
* cimrice davranmak.

hasiyet
* Özgülük, hassa.
* (yiyecek ve içecek için) Yarar, etki.

hasiyetli
* (yiyecek ve içecek için) Yararlı
, etkili.

haslet

nsanı
n yaradı

şı
ndan gelen özellik, huy.

haspa
* Kı
z veya kadı
nlara ş
aka veya alay yollu söylenen söz.
hasret
* Özlem.

hasret çekmek
* özlem duymak.

hasret gitmek
* özlemini çektiği, sevdiğ
i bir yere veya kimseye kavuş
amadan ölmek.

hasret kalmak
* özlemek.

hasretini çekmek
* çok özlemek.
* ihtiyaç duyduğ
u hâlde o ş
eyi elde edememenin üzüntüsü içinde bulunmak.

hasretli
* Hasreti olan, özlemli.

hasretlik
* Sevilen bir ş
ey veya kimseden ayrıkalma durumu, ayrı

k.

hasretme
* Hasretmek iş
i.

hasretmek
* Bir ş
eyin bütününü birine, bir ş
eye ayı
rmak, vermek.

hasrolunma
* Hasrolunmak durumu.

hasrolunmak
* Bir ş
ey bütünüyle birine verilmek, ayrı
lmak.

hassa
* Özgülük, özellik, hasiyet.

hassa askeri
* Hükümdarı
korumakla görevli askerî sı
nıf.

hassas
* Duyum ve duygularıalgılayan.
* Çabuk duygulanan, duygun, duyar, duyarlı
, içli, alı
ngan.
* Çabuk etkilenen.
* Yapı
mıve bakı mıözen isteyen, aksamadan çok doğ ru çalı
şan, kesin ölçüler gerektiren iş
lerde kullanı
lan
(alet).

hassas olmak
* duyarlıbulunmak, çabuk duygulanmak.

hassasiyet
* Hassaslı
k, duygunluk, duyarlı
k.

hassaslı
k
* Hassas olma durumu, hassasiyet.

hassaten
* Ayrı
ca, özellikle, bilhassa.

hasse
* Bir çeş
it pamuklu kumaş
, patiska.
hasta
* Sağlı
ğıbozuk olan, esenliğ i yerinde olmayan (kimse, hayvan).
* Zihinsel yetenekleri bozulmuşolan.
* Parası
z, züğ ürt.

hasta bakıcı
* Tedavi ile ilgili hekimin buyrukları
nıyerine getirip hastaya bakan hemş
irelere yardı
m eden kimse.

hasta bakıcı

k
* Hasta bakı
cıolma durumu.
* Hasta bakı

nın iş
i.

hasta etmek
* hasta olması
na yol açmak.

hasta ol benim için, öleyim senin için


* kiş
i kendisi için bir fedakârlı
kta bulunan kimseye karş
ısı
rasıgelince daha büyük fedakârlı
kta bulunur.

hasta olmak (veya düşmek)


* hastalanmak.

hastahane
* Hastaları
n yatı

larak tedavi edildikleri sağlı
k kurumu.

hastahanelik
* Hastahaneye kaldı

lacak durumda olan.

hastahanelik etmek
* birini aş
ırı
derecede dövmek.

hastahanelik olmak
* hastahaneye yatmayı
gerektirecek kadar hastalanmak.
* çok dayak yemek.

hastahaneye kaldırmak (veya yatırmak)


* tedavi amacıyla hastahaneye götürmek.

hastalandırma
* Hastalandı
rmak iş
i veya biçimi.

hastalandırmak
* Hasta etmek, hastalanması
na sebep olmak.

hastalanı
ş
* Hastalanmak iş
i veya biçimi.

hastalanma
* Hastalanmak iş
i.

hastalanmak
* Sağlı
ğıbozulmak, esenliği yerinde olmamak, hasta olmak.

hastalı
k
* Organizmada birtakı m değişikliklerin ortaya çı
kması
yla fizyoloji görevlerinin bozulmasıdurumu, sayrı

k,
maraz, esenlik karş ıtı.
* Ruh sağ lığ ını
n bozulmasıdurumu.
* Bitkilerin yapı ları
nda görülen bozukluk.
* Aş ı
rıdüş künlük, tutku.

hastalı
k almak (hastalı
k kapmak veya hastalı
ğa tutulmak)
* bulaş
ıcıbir hastalı
ğa yakalanmak.
hastalı
k tablosu
* Hastanı
n yatağ
ını
n baş
ında bulunan ve hastalı
ğı
n seyrini gösteren levha.

hastalı
klı
* Vücut direnci az olan, çabuk hastalanan, mariz.

hastasıolmak
* bir ş
eye çok düş
kün olmak.

hastel
* Daha ziyade gençlerin ve araş

rmacı
ları
n konaklamasıiçin yapı
lmı
şve belirli kurallara göre yönetilen
ekonomik tesisler.

hasut
* Kı
skanç, günücü.

haş
a
* Belleme (II).

hâş
â
* Bir durum veya davranışın kesinlikle kabul edilmediğini anlatı
r.
* Dine aykı
rıgörülen bir ihtimalden söz edilirken, zorunlu olarak kullanı

r.

hâş
â huzurdan (veya huzurunuzdan)
* uygunsuz bir şey söylemek zorunda kalı
ndı
ğı
nda bağı
şlanma dileği anlatı
r.

hâş
â sümme hâş â
* "öyle olması
na ihtimal yok, öyle değ
ildir" anlamı
nda kullanı

r.

haş
arat
* Böcekler.
* Değersiz ve zararlı
kimseler.

haş
arı
* Çok yaramaz, ele avuca sı
ğmayan (çocuk).
* Huysuz, azgı
n (hayvan).

haş
arı
ca
* Biraz haşarı
.
* Haş arı
ya yakış
ır biçimde, haş
arıgibi.

haş
arı
laş
ma
* Haş
arı
laş
mak iş
i.

haş
arı
laş
mak
* Haş
arıdavranı
şlarda bulunmak.

haş
arı

k
* Haş
arıolma durumu.
* Haş
arı
ca davranı
ş.

haş
at
* Darmadağı nık, iş
e yaramaz, bozuk, kötü.
* Yorgun, bitkin.

haş
at etmek
* bozmak, kullanı lmaz duruma getirmek.
* (birini) dövmek, periş
an etmek, aşı
rıölçüde hı
rpalamak.

haş
at olmak
* bozulmak, kullanılamaz duruma gelmek.
* yorulmak, perişan olmak.
haş
atıçı
kmak
* bozulmak, iş
e yaramaz duruma gelmek.
* çok yorulmak, bitkinleş
mek.

haş
efe
* Baş
çık.

haş
ere
* Böcek.

haş
haş
* Gelincikgillerden, kapsüllerinden afyon, tohumları
ndan yağçı
karı
lan bir yı
llı
k ve otsu bir kültür bitkisi
(Papaver somniferum).

haş
haşyağı
* Haş
haş
tan çı
karı
lan ve yiyecek olarak kullanı
lan yağ.

haş
haş
hane
* Haş
haş
ın iş
lendiği yer.

haş
ıl
* Dokumacı

kta kullanı
lan unlu veya çiriş
li sı

.

haş
ıllama
* Haş
ıllamak iş
i.

haş
ıllamak
* Dokumayıunlu veya çiriş
li sı
vıya batı
rmak.

haş
ım haş
ım
* Haş
lanmak fiili ile birlikte kullanı
larak bu fiili pekiş
tirir.

haş
ır haş
ır
* (sert ve kuru ş
eyler için) Haş
ırdayarak, haş
ırtı
lıses çı
kararak.

haş
ır huş
ur
* Haş
ırdayarak, haş
ırtı
lıses çı
kararak.

haş
ırdama
* Haş
ırdamak iş
i.

haş
ırdamak
* Kâğ
ıt, kolalı
kumaşgibi sert ş
eyler birbirine sürtünürken kalı
n ve boğ
uk ses çı
karmak.

haş
ırtı
* Haş
ırdarken çı
kan ses.

haş
ırtı

* Haş
ırtı
sıolan, haş
ırdayan.

haş
in
* Sert, kı


, gönül kı

cıolan.

haş
inleş
me
* Haş
inleş
mek iş
i.

haş
inleş
mek
* Sertleş
mek, gönül kı

cıdavranı
şlarda bulunmak.

haş
inlik
* Haş
in olma durumu, haş
in davranı
ş.
haş
ir
* Toplanma, bir araya gelme.
* Kıyamet gününde ölüleri diriltip mahş
ere çı
karma.

haş
ir neş
ir
* Kaynaş
ma, bir arada olma.

haş
ir neş
ir etmek
* kaynaştı
rmak, bir arada bulundurmak.

haş
ir neş
ir olmak
* kaynaşmak, bir arada bulunup uğraş
mak.

haş

* Hint kenevirinden çı
karı
lan esrar.
* Kuru ot.

haş
iv
* Doldurma.
* Yazı
yıveya konuş
mayı
gereksiz ayrı
ntı
larla uzatma.

haş
iye
* Bir yazısayfası
nın altı
na, metnin herhangi bir noktası
yla ilgili olarak yazı
lan açı
klama, dipnot.

haş
lak
* Kı
zgı
n, kaynar, çok sı
cak.

haş
lama
* Haş
lamak işi.
* Haş
lanarak pişirilen.

haş
lamak
* Bir ş
eyin üstüne kaynar su dökmek veya bir ş
eyi kaynar suya daldı
rmak.
* Suda kaynatarak piş irmek.
* (kaynar sıvıiçin) Yakmak.
* (don, kırağıiçin) Bitkilere zarar vermek.
* Dalamak.
* Sertçe paylamak, azarlamak.

haşlamlı
lar
* Bir hücrelilerden, vücutları
nda hareketi sağ
layan kirpiğimsi titrek tüyleri veya beslenme iş
ini gören
çekmeleri olan, çoğu sularda yaş ayan ve ancak mikroskopla görülebilen hayvanlar sı nıfı
.

haş
lanı
ş
* Haş
lanma biçimi.

haş
lanma
* Haş
lanmak iş
i.

haş
lanmak
* Haşlamak işi yapı
lmak.
* Kaynar su vb. dökülmek, kaynar su vb. ile yanmak.

haş
latma
* Haş
latmak iş
i.

haş
latmak
* Haş
lamak iş
ini yaptı
rmak.

haş
met
* Görkem.
haş
metli
* Görkemli.
* Hükümdarlara verilen unvan.

haş
viyat
* Sözde ve yazı
da haş
iv olan bölümler.

haş
yet
* Korku, korkma.

hat
* Çizgi.
* Yazı.
* Ulaşım sağ layan bir taş ıtı
n uğradı ğ
ıyerlerin bütünü, yol, geçek.
* Elektrik akımı taş ıyan tel veya kablo sistemi.
* Telefon, telgraf, televizyon gibi araçlarla iletiş
im sağ
layan yol, kanal.
* Sı
nır.
* Yüzü biçimlendiren çizgi veya kı rı
şıklık.
* Vücut biçimi.

hat bekçisi
* Demir yolunu, telefon, telgraf hatları
nıgözetleyip koruyan görevli kimse.

hat çekmek
* telefon, telgraf tellerini döş
emek veya direklere germek.

hata
* Yanlış, yanlı
şlı
k, yanı
lgı
.
*İ stemeyerek ve bilmeyerek yapı
lan yanlı
ş, yanı
lma, yanı
lgı
.
* Suç, günah, kusur.

hata etmek (veya işlemek)


* yanlı
şlı
k yapmak; yanı
lgı
ya düş
mek.

hata vuruşu
* Ceza atı
şı
.

hatalı
* Hatasıolan, yanlı
şlı
ğıbulunan.

hatası
z
* Hatasıolmayan, yanlı
şlı
ğıbulunmayan.

hataya düşmek
* yanı
lmak.

hatı
l
* Duvarıberkitmek için taş
ları
n arası
na yatay olarak yerleş
tirilen direk.

hatı
llama
* Hatı
llamak iş
i.

hatı
llamak
* Duvarıhatı
lla güçlendirmek.

hatı
r
* Düş ünme, akılda tutma, hafı za, zihin, akı
l.
* Gönül, kalp.
* Birine karş
ıduyulan saygı , sevgi.
* Durum, keyif, hâl.
hatı
r almak
* Bkz. gönül almak.

hatı
r belâsı
* Sevgi, saygıduyulan biri için katlanı
lan sı
kıntı
.

hatı
r gönül bilmemek (saymamak veya tanı mamak)
* saygı, sevgi duyduğ
u kimsenin gücenmesini bile göze alarak doğru bildiğ
ini yapmak.
* kırıcıdavranmak.

hatı
r hatı
r
* Sert ş
eyler kesilir, yenilir, koparı

rken çı
kan sesi anlatı
r.

hatı
r hutur
* Bkz. hatı
r hatı
r.

hatı
r için çiğtavuk yemek
* bir kiş
iyi gücendirmemek için yapı
lması
güç olan ş
eyleri bile yapmak.

hatır senedi
* Gerçek bir ticarî iş
leme ve bir alacağa dayanmayan, gerçek duruma uymayan, yalnı
z herhangi bir kiş
iye
para sağlanılmasıamacı yla düzenlenerek imzalanan senet.

hatı
r sormak
* Bkz. hâl hatı
r sormak.

hatı
ra
* Geçmiş te yaş
anmı şçeş itli olaylardan belleğin saklandı
ğıher türlü iz, anı
.
* Andaç, anmalık, yadigâr.

hatı
ra (veya hatır ve hayale) gelmemek
* bir ş
eyin gerçekleş eceğini, olacağ
ını
hiç düş
ünmemek.

hatı
ra defteri
*İçine hatı
raları
n yazı
ldı
ğıdefter.

hatı
rat
* Anı
lar, andaç.

hatı
rıiçin
* gönlü hoşolsun diye.

hatı
rıiçin
* yüzünden, sebebiyle.

hatı
rıkalmak
* gücenmek, kı

lmak.

hatı
rısayı

r
* oldukça çok.
* önemli, saygın, saygı
değ
er.

hatı

na bir şey gelmesin
* bir düşüncede, sözde veya davranı
şta kötü bir amaç güdülmediğ
ini anlatı
r.

hatı

na gelmek
* hatı
rlamak, aklı
na gelmek.

hatı

nda kalmak
* unutmamak, hatı
rlamak.

hatı

nda olmak
* unutmamı
şolmak.

hatı

nda tutmak
* unutmamak.

hatı

ndan (veya hatı
r ve hayalinden) geçmemek
* hiç aklı
na gelmemek, hiç düş ünmemek.

hatı

ndan çı
kmamak
* sevdiği, saydı
ğıbirinin isteğini reddetmeyip gönlünü kı
rmaktan çekinmek.

hatı

nıhoşetmek
* sevindirmek, memnun etmek.

hatı

nıkı
rmak
* üzmek, gücendirmek.

hatı

nısaymak
* gerekli saygı
yıgöstermek.

hatı

nısormak
* hâl hatı
r sormak.

hatı
rlama
* Hatı
rlamak durumuna konu olmak, anı
msama.

hatı
rlamak
* Bilinip unutulan bir ş
eyi akla getirmek, anı
msamak.

hatı
rlanma
* Hatı
rlanmak durumu, anı
msanma.

hatı
rlanmak
* Hatı
rlamak durumuna konu olmak, anı
msanmak.

hatı
rlatma
* Hatı
rlatmak durumu, anı
msatma.

hatı
rlatmak
* Birisinin unuttuğu bir ş
eyi aklı
na getirmek, anı
msatmak.
* Birinin bir ş
eyi unutmaması nısağlamak, uyarmak.

hatı
rlı
* Hatı
rısayı
lan, etkili, saygı
n.

hatı
rsı
z
* Hatı
rısayı
lmayan, etkisiz, saygı
n olmayan.

hatı
rşinas
* Saygı

, hatı
r sayan, hatı
r kı
rmayan.

hatif
* Sesi iş
itilen fakat kendisi görülmeyen.
* Gaipten seslenir gibi haber veren melek.

hatiften gelmek
* gaipten ses gelmek.

hatim
* Sona erdirme, bitirme.
* Kur'an'ıbaşı
ndan sonuna kadar okumak.
hatim indirmek
* Kur'an'ıbaş
ından sonuna kadar okuyup bitirmek, hatmetmek.

hatim sürmek
* bitirmek için Kur'an'ıokumaya devam etmek.

hatime
* Son, sonuç.
* Bir eser veya yazı

n sonu, son bölümü.

hatime çekmek
* son vermek.

hatip
* Topluluk karş ı
sında söz söyleyen kimse, konuşmacı.
* Bir topluluk karşı

nda etkili, açı
k, düzgün konuş
arak bir düş
ünceyi anlatmada, bir duyguyu aş
ılamada
yetenekli kimse.
* Camilerde hutbe okuyan hoca.

hatiplik
* Hatip olma durumu.

hatmetme
* Hatmetmek iş
i.

hatmetmek
* Sona erdirmek, bitirmek.
* Kur'an'ıveya herhangi bir kitabı
baş
tan sona kadar okuyup bitirmek, sona erdirmek.

hatmi
* Ebegümecigillerden, bazıcinslerinin kök ve çiçekleri hekimlikte kullanı
lan çok yı
llı
k otsu bir süs bitkisi,
ağaç küpesi (Althaea officinalis).

hatta
* Bile, hem de, üstelik, ayrı
ca.

hattat
* El yazı
sıçok güzel olan sanatçı
.
* Mesleği hattatlı
k olan kimse.

hattatlı
k
* Hattat olma durumu.
* Hattat sanatı
.

hattı
hareket
* Tutulan yol, tutulacak yol, davranı
ş, tutum.

hatun
* Kadı n.
* Bayan, hanım.
* Eş, zevce.
* Yüksek makamdaki kadı
nlara ve hakan eş
lerine verilen unvan.

hav
* Kadife, çuha, yün vb. nin yüzeyindeki ince tüy.

hava
* Hava yuvarınıoluş turan, bütün canlı
ları
n solunumuna yarayan, renksiz, kokusuz, akı
şkan gaz karı
şı
mı.
* Meteorolojik olayların bütünü.
* Canlı
lar üzerindeki etkisine göre hava yuvarını
n durumu.
* Gökyüzü.
* Çevreyi kuşatan boş luk.
* Gökyüzü doğ rultusunda.
* Esinti.
* Müzik parçaları nda tür.
* Müzik aletlerinden çı kan ses perdesi.
* Keyif, âlem.
* (görünüş , davranı ş , söz vb. için) Bir kimsenin durumunu belirten özellik.
* Tarz, üslûp.
* Durum, ortam, atmosfer.
* Sonuçsuz, anlamsı z, boşdurum, davranı ş, söz vb.
* Çekicilik, albeni, alım, cazibe.

hava açmak (veya açılmak)


* bulutlar dağı
lmak.

hava akı

* Değiş
ik sebeplerle atmosferde havanı
n yer değiş
tirmesi.

hava alanı
* Uçakları
n kalkı
p inmesi için yapı
lmı
şdüz, açı
k ve asfaltlanmı
şgenişyer, uçak alanı
.

hava almak
* açık havada gezmek.
* umduğ unu bulamamak, hiçbir şey kazanmamak.
* ferahlamak, açı
lmak, hoşvakit geçirmek.

hava almak
* içine hava girmek.
* ferahlamak, açılmak, hoşvakit geçirmek.

hava atı
şı
* Basketbol ve futbolda hakemin iki takı
mdan birer oyuncunun arası
nda topu havaya atarak, duran oyunu
yeniden baş latması
.

hava bası
ncı
* Yer yuvarı
nıçevreleyen havanı
n yeryüzündeki bir alana uyguladı
ğıkuvvet.

hava basmak
* Bkz. hava vermek.
* büyüklenmek, gururlanmak.

hava bilgisi
* Meteoroloji.

hava birliği
* Hava kuvvetleri içinde yer alan askerî birlik.

hava boş
altma makinesi
* Boş
altaç.

hava boş
luğ u
* Yeryüzündeki engebelerin havada doğ
urduğ
u yoğ
unluk farkları
.

hava bozmak
* havada yağmur veya fı
rtı
na belirtileri gözükmek.

hava bulanmak
* yağ
mur yağ
acak duruma gelmek.

hava çalmak
* her biri, birbiriyle çeliş
en, birbirine uymayan davranı
şve düş
üncede bulunmak.

hava çarpmak
* iklim ve rüzgâr olumsuz etkilemek.

hava değ işimi


* Hastaların daha çabuk iyileş
mesi, yorgunlukları
n giderilmesi gibi amaçlarla yapı
lan çevre değ
işikliği,
tebdilihava.
* Havanı n kapanması , açması,ısı
nması , soğumasıgibi değiş
imlerin genel adı .

hava değ
iştirmek
* iklimi değ
işik bir yere gidip bir süre oturmak.

hava deliği
* Bir ş
eyin içindeki havanı
n yenilenmesine yarayan delik.

hava durumu
* Metoroloji ile ilgili olayları
n bütünü.

hava düzenleyicisi
* Kapalıyerlerde sı
caklı
k yönünden istenilen hava ş
artları
nısağlayan araç.

hava gazı
* Maden kömüründen çı karı
lan, yakı
larak ı
şı
k veya ı
sısağ
lanan gaz.
* Boşlâf, önemsiz ş
ey.

hava gazıbeki
* Hava gazıile çalı
şan lâmbanı
n ucu.

hava gazıfırı

* Hava gazıile çalı
şan fı

n.

hava gazısayacı
* Hava gazısarfiyatı
nıölçen alet, gaz sayacı
.

hava haritası
* Hava durumları
nın iş
lendiğ
i özel yeryüzü haritası
.

hava hoş
* "bir ş
eyin olması
yla olmamasıarası
nda fark yok" anlamı
nda kullanı

r.

hava hukuku
* Havada ulaş
ımıdüzenlemek için konulmuşhukuk kuralları
nın bütünü.

hava indirme
* Hava kuvvetlerine ait birliklerin hava yoluyla gerçekleş
tirdiğ
i harekât.

hava iyi (veya fena) esmek


* ortamla ilgili her türlü ş
art uygun (veya kötü) durumda olmak.

hava kaçı
rmak
* (nesneler için) içindeki havayı
tutamayı
p dı
şarı
ya vermek.

hava kanalı
* Havayıbir yerden baş
ka bir yere iletmekte kullanı
lan kanal (boru).

hava kapağı
* Bir kanaldan geçen havanı
n niceliğini ayarlayan kapak.

hava kapanmak
* gökyüzü bulutlarla örtülmek.

hava kararmak
* güneşin batmasıyla ortalı
k yarıkararmak.
* gökyüzü iyice bulutlanmak.
hava kesesi
* Balıkları
n aşağıve yukarıinip çı kmalarınısağlayan, hava ile dolup boş alan kese.
* Kuş larda vücudun çeşitli yerlerinde bulunan ve akciğere bağ lıolan boşluklar.
* Birçok böceklerde trake borularıüzerinde yer almı şolan hava dolu ş iş
kinlikler.

hava köprüsü
* Zorunlu durumlarda iki ş
ehir veya ülke arası
nda hava yoluyla sağ
lanan sürekli ulaş
ım.

hava kuvvetleri
* Ülkenin havadan savunulması nısağlamak için uçak, helikopter, balon gibi araçlardan ve bunlarla ilgili yer
hizmetlerinden, kuruluşları
ndan oluş
an teşkilât.

hava küre
* Hava yuvarı
.

hava limanı
* Şehirler veya ülkeler arasıhava yolu ulaş ı
mıiçin gerekli teknik ve ticarî kuruluşları
n bütünü.
* Bu alt yapının yerleştirilmesini, iş
letilmesini ve geliş
tirilmesini sağlayan kuruluş
.

hava meydanı
* Hava limanı
.

hava musluğu
* Radyatörlerde oluş
an soğuk havanı
n dı
şarıatı
lması
nısağ
layan musluk.

hava oyunu
* Bir mal fiyatı
nın yükseleceğ
i umuduyla o maldan, sözde ileride teslim alı
nmak üzere, bir parti satı
n almak
ve vakit gelince bu malı n pahalanı
p ucuzladı
ğı
na göre fiyat farkı
nısatıcıdan almak veya ödemek ş eklinde girişilen bir
çeşit talih oyunu.

hava parası
* Bir yeri kira ile tutabilmek için sahibine veya içindeki kiracı
ya açı
ktan verilen para.

hava patlamak
* fı
rtı
na çı
kmak.

hava raporu
* Hava durumu.

hava sahası
* Bir devletin yalnı
z kendisinin kullanma hakkıolduğ
u, baş
ka devletlerin ancak ilgili devletten izin alarak
yararlanabileceği gökyüzü parçası.

hava süzgeci
* Otomobillerde motora ve hava kompresörüne giden havayısüzmeye yarayan alet.

hava ş
artları
* Hava durumu.

hava tahmini
* Kı sa bir süre için havanı
n nası
l olacağ
ınıbulma.

hava taş
ı
* Gök taş
ı.

hava tebdili
* Hava değ
işimi.

hava ulaş
ımı
* Hava yolu ulaş
ımı
.
hava üssü
* Askerî havacı

kla ilgili plân ve programlarıdüzenleyen merkez.

hava vermek
* tekerlek vb. cisimleri hava ile ş
işirmek; ş
işkinliğ
ini artı
rmak, hava basmak.
* akciğerlere basınç altında hava veya oksijen doldurmak.

hava yastı
ğ ı
* Taş
ıtlarda kaza riskini azaltmaya yönelik hava bası
nçlıyastı
k.

hava yastı
klı
* Hava yastı
ğıolan.

hava yolu
* Hava taş
ıtları
nın uçuşsı
rası
nda izlemeye zorunlu olduklarıyol.

hava yolu ile


* uçakla.

hava yolu ulaş


ımı
* Hava taş
ıtları
yla yolcu, yük vb. eş
yalarıtaş
ıma iş
i.

hava yuvarı
* Yer yuvarı
nıkuş
atan çeş
itli gaz katmanları
ndan oluş
an örtü, atmosfer.

havacı
* Hava taş
ıtları
nda görevli kimse.
* Hava kuvvetlerine bağlıasker.

havacı

k
* Havacıolma durumu.
* Havacının yaptı ğıiş, havada uçma tekniğ i.
* Hava seferlerini ve bu konu ile ilgili teknikleri inceleyen bilim dalı
.

havacı
va
* Sı
ğırdiligillerden, Akdeniz bölgesinde yetiş
en ve köklerinden kı
rmı
zıboya elde edilen çok yı
llı
k otsu bir
bitki (Alkanna tinctoria).
* Değer ve önemi olmayan, boş .

havada kalmak
* yerden yüksekte bulunmak.
* sonuca ulaş mamak.
* bir iddia dayanaksı
z olduğ
undan kanı
tlanmamak.

havadan
* Emeksiz, açı
ktan.
* Boş
, değersiz.

havadan sudan (konuş mak)


* geliş
igüzel, dereden tepeden (konuş
mak).

havadan sudan konuşmak


* önemsiz konular üzerine konuş
mak.

havadar
* Havasıbol, temiz olan (yer), yeleken, yeleç.

havadis

lgi ile karş
ılanabilecek haber.

havaî
* Hava ile ilgili, havada bulunan.
* Açık mavi renginde olan.
* Dilediği gibi davranan, uçarı
, hoppa.
* Değersiz, boş .

havaî fiş
ek
* Törenlerde, geceleri yakı
larak havaya uçurulan, renkli ı
şıklar saçan fiş
ek.
* Geceleyin düş man bölgelerini aydınlatmak amacı yla kullanılan fiş
ek.

havaî mavi
* Göğün rengi, açık mavi.
* Bu renkte olan.

havaîlik
* Havaî olma durumu, uçarı

k, hoppalı
k.

havaiyat
* Boş
, değersiz işve sözler.

havalandı
rıcı
* Kapalıbir yerin sürekli ve doğal olarak havalandı

lması
nısağ
layan alet veya düzen.

havalandı
rılma
* Havalandı

lmak iş
i.

havalandı
rılmak
* Havalandı
rmak iş
i yapı
lmak.

havalandırma
* Kapalıbir yerin havasınıdeğiştirmek amacı yla dı
şarı
dan temiz hava giriş
ini veya çeş
itli araçlarla hava
akı
mı nısağlama iş
lemi.
* Herhangi bir şeyi açı
k havada bir süre bı
rakma.

havalandı
rmacı
* Havalandı
rma iş
ini yapan görevli kimse.

havalandı
rmak
* Havalanması
nısağ
lamak.

havalandı
rmalı
* Havalandı
rmasıolan.

havalanma
* Havalanmak iş
i.

havalanmak
* Temiz hava alması sağlanmak, havasıdeğ iş
tirilmek.
* Yerden ayrılı
p göğe uçmak.
* (bir ş
ey) Hava akı
mı yla yer değiş
tirmek.
* Yerinde oturamaz duruma gelmek.
* Beğ enilmeyen davranışlarda bulunmak.

havalara uçmak
* çok sevinmek.

havale
* Bir işi bir baş
kası nın sorumluluğuna bı rakma, ı smarlama, devretme.
* Banka, postahane vb.nin aracı lığı
yla gönderilen para.
* Postahane, banka vb. nin aracı lı
ğı
yla para gönderildiğinde, gönderenle alacak olanı n adları ve para miktarı
yazı
lıkâğ
ıt, havale kâğ ı
dı, havalename.
* Gebelerde, küçük çocuklarda görülen bir çeş it çırpı
nmalı, bazen ateş
li de olabilen hastalı
k.
* Bir arsayıçevirmek, kapamak için çekilen perde veya duvar.
* Yüksek ve büyük bir görünüş ü olma.
havale etmek
* bir şeyin alı
nması

, yapı
lması
nıbir kimseye bı
rakmak, ı
smarlamak, devretmek.
* yollamak, göndermek.

havale gelmek
* postahane veya banka yoluyla para gelmek.
* gebe ve çocuklara çoğ
u zaman bayı lma, yüksek ateş
le beraber çı
rpı
nma krizleri gelmek.

havale göndermek (veya yollamak)


* postahane banka vb. aracı

ğı
yla birine para ödemesini sağ
lamak.

havaleli
* Havalesi olan.
* Gereğinden çok yüksek, yı

lacak gibi olan.

havalename
* Havale.

havalı
* Herhangi bir nitelikte havasıolan.
*İ yi, temiz hava alan, havadar.
* Bir iş i gereğ ince benimsemeyen, önemsemeyen.
* Göz alı cı
, çekici, albenisi olan.
* Sıkı ştırılmışhava ile çalı şan (alet vb.).

havalıdireksiyon
* Motorlu bir taş
ıtı
n direksiyon sisteminin hidrolik düzen ile kolayca hareket sağlayabilmesi özelliğ
i veya
durumu.

havalıfren
* Hava bası
ncıile yönetilen pistonlu fren.

havali
* Çevre, yöre, dolay.

havan
*İ çinde bir ş
ey dövüp ufalamaya yarayan, tahta, taş
, maden veya plâstikten yapı
lan kap.
* Tütün kı yma makinesi.

havan dövücünün hı nk deyicisi


* baş
kası
na yardı
m edecek veya yüreklendirecek gücü olmadı
ğıhâlde öyle görünüp yardakçı

k edenler için
söylenir.

havan topu
* Üstün atı
şgücüne sahip bir çeş
it kı
sa namlulu top.

havanda su dövmek
* boşuna uğ
raş
mak.

havaneli
* Havanda bir ş
eyi dövmeye yarayan tokmak.

havanı
n gözü yaşlı
* nerede ise yağ
mur yağacak.

havarî
* Yardı mcı.
* Hz. İsa'nı
n öğüt ve inançları
nıyaymak iş iyle görevlendirdiğ
i on iki yardı
mcı

ndan her birine verilen ad.
* Bir öndere bağlı
, onun düş ünce veya inançlarınıyayan kimse.

havarîlik
* Havarînin iş
i veya görevi.

havas
* Nitelikler, özellikler.
* Kendilerini halktan ayrıve üstün sayan, kendilerinde bir çeş
it ayrı
calı
k gören (kimseler), avam karş
ıtı
.

havâs
* Duyumlar, duygular.

havasıolmak
* bir kimsenin albenisi veya cana yakı
nlı
ğıolmak.

havasıolmak
* o kimseye benzemek, o kimseyi hatı
rlatmak.

havası
na uymak
* bulunduğ
u çevre ve ortamıbenimsemek veya birinin huyunu almak.

havası
nıbulmak
* keyiflenmek, neş
elenmek.

havası
z
* Havasıolmayan, hava almayan.
* Havasıiyi veya yeterli olmayan.
* Göz alı
cı, çekici olmayan.

havası
zlı
k
* Havası
z olma durumu.

havaya
* boş
una, sonuçsuz olarak.

havaya gitmek
* hiçbir ş
eye yaramamak, boş
a gitmek.

havaya pala (veya kılı


ç) sallamak
* boşuna, gereksiz çaba harcamak.

havaya savurmak
* gereksiz yere harcamak.

havaya uçmak
* patlama dolayı
sıyla zarar görmek.
* havaya gitmek.

havayıbozmak
* bir topluluğun keyfini kaçı
rmak.

havhav
* (çocuk dilinde) Köpek.

havi

çinde bulundururan, kapsayan.

havi olmak
* içinde bulundurmak, içine almak, kapsamak, içermek.

havil
* "korku, korkma" anlamı
nda can havliyle deyiminde geçer. \343 can.

havlama
* Havlamak iş
i.
havlamak
* (köpek) Bağ
ırmak, ürümek.

havlanma
* Havlanmak durumu.

havlanmak
* Üzerinde hav oluş
mak.

havlatma
* Havlatmak iş
i.

havlatmak
* Havlaması
na sebep olmak.

havlayı
ş
* Havlamak iş
i veya biçimi.

havlı
* Havıolan.
* Havlu.

havlı
can
* Zencefilgillerden, aynıadla anı
lan kök saplarıbaharat olarak kullanı
lan ı

rlıbir bitki (Galanga officinalis).

havlu
* Kurulanmaya yarar havlı
bez.

havlu atmak
* (oyunda) pes etmek.

havlucu
* Havlu dokuyan veya satan kimse.

havluculuk
* Havlu dokuma veya satma iş
i.

havluluk
* Havlu asmak için özel olarak yapı lmışaraç, havlu asacağ
ı.
* Banyolarda havluları
n konulduğ u küçük dolap.
* Havlu yapmaya elveriş li olan, özel dokunuş lu pamuklu (kumaş
).

havra
* Yahudi tapınağı, sinagog.
* Çok gürültülü yer.

havsala
* Kuşkursağı .
* Leğen.
* Zihnin bir ş
eyi anlama ve kavrama yetisi.

havsalasıalmamak
* aklıkabul edememek.

havsalasıgeniş
* Hoşgörüsü olan, hiçbir ş
eye aldı

şetmeyen.

havsalası
na sı
ğ mamak
* aklıalmamak, kavrayamamak.
* kabul edememek.
havuç
* Maydanozgillerden, koni biçimindeki etli kökü için sebze olarak yetiş
tirilen iki yı
llı
k otsu bir kültür bitkisi,
yeregeçen, pürçüklü (Daucus carota).

havuç suyu
* Havuç meyvesinin sı

lmasıile elde edilen meyve suyu.

havuçlu kek
*İçinde havuç bulunan kek.

havuduyla yutmak
* Bkz. deveyi havuduyla yutmak.

havut
* Deve semeri.

havuz
* Su biriktirmek, yüzmek veya çevreyi güzelleş tirmek gibi amaçlarla altıve yanlarımermer, beton ve benzeri
ş
eylerden yapılarak içine su doldurulan, genellikle üstü açı k yer.
* Kum, asit vb. konulan çukur yer.
* Büyük gemilerin onarı lmak için çekildikleri yer.

havuzcu
* Otelde havuzla ilgili iş
lere bakan görevli.

havuzcuk

drar boruları
nın böbrekle birleş
tikleri yerde huni biçimindeki geniş
lik.

havuzlama
* Havuzlamak iş
i.

havuzlamak
* (gemiyi) Onarmak için havuza çekmek.

havuzlanma
* Havuzlanmak iş
i.

havuzlanmak
* (gemi) Onarı
lmak için havuza çekilmek.

havuzlu
* Havuzu olan.

havuzsuz
* Havuzu olmayan.

havvaanaeli
* Küçük beyaz çiçekli bir yı
llı
k bir bitki (Anastatica hierochuntia).

havya
* Madenlerle yapı lan kaynak işlerinde lehimi eritmek için ateş
le veya elektrikle kı
zdı

larak kullanı
lan,
çoğ
unlukla çekiç biçiminde ucu bakır alet.

havyar
* Tuzla hazı
rlanmı
şyarıezme durumunda, genellikle mersin balı
ğıyumurtası
.

havza
* Dağveya tepelerle sı

rlanmı
ş, suları
aynı
denize, göle veya ı
rmağ
a akan bölge.
* Maden bölgesi.
* Tekne.

hay

yi dilek, azarlama, ş
aşma ve sevinç bildirmede kullanı

r.

hay Allah
* iyi dilek.

hay hayıgitmek vay vayıkalmak


* sağlı
ğını
, gençliğ
ini yitirerek sağ

ğı
ndan yakı
nır duruma gelmek.

haya
* Er bezi.

hayâ
* Utanma duygusu, utanç, utanma, sı
kılma.

hayâ perdesi yı
rtı
lmak
* utanç duymamak.

hayal
* Zihinde tasarlanan, canlandı rılan ve gerçekleş
mesi özlenen ş
ey, düş, imge, hulya.
*İ mge.
* Görüntü.
* Belli belirsiz görülen şey, gölge.
* Aydı nlatılan bir perde arkasında deri veya kartondan yapılmı
ş, hareket edebilen resimlere verilen ad ve bu
resimlerle oynatı lan oyun.

hayal gücü
* Zihnin hayal yaratma yetisi, düşgücü, imgeleme, muhayyile.

hayal bilim
* Bilim kurgu.

hayal düzeyi
* Hayal edebilme gücü, seviyesi.

hayal etmek
* bir ş
eyi zihinde tasarlayı
p canlandı
rmak.

hayal gibi
* ince, zarif.

hayal kı

klı
ğı
* Çok istenilen veya umulan bir ş
eyin gerçekleş
meyiş
inden duyulan üzüntü, düşkı

klı
ğı
.

hayal kurmak
* gerçekleş
mesi istenen, özlenen ş
eyi düş
ünmek.

hayal meyal
* Belli belirsiz, açı
k seçik olmayan (durumda).

hayal olmak
* gerçekleş tirilememek.
* geçmiş te kalmak, hatıra olmak.

hayal oyunu
* Karagöz oyunu.

hayal seviyesi
* Hayal düzeyi.

hayalât
* Hayaller.
hayalbaz
* Hayalci, hayalî.

hayalci
* Bir ş
eyi gerçekleşmişgibi kabul edip zihninde tasarlayan kimse.
* Karagöz oynatan kimse, hayalî.
* Hayale kapılan, hayal kuran, hayalperest.

hayalcilik
* Hayal ile uğraş
an kimse.

hayale dalmak
* dı
şdünyadan uzaklaş
arak gerçekleş
mesi istenilen ş
eyleri veya hatı
ralarıdüş
ünmek.

hayale kapılmak
* hayallerin etkisi altı
nda kalmak.

hayalen
* Hayalî olarak.

hayalet
* Gerçekte var olmadı ğıhâlde bazen görüldüğü sanı
lan cin, peri, hortlak gibi görüntüler.
* Gerçekte var olmadı ğıhâlde varmışgibi görünen ş
ey, görüntü.
* Belli belirsiz görülen ş
ey, gölge.

hayalhane
* Karagöz oynatılan yer.
* Hayal kurma yeteneği.

hayâlı
* Utangaç, sı

lgan.

hayalî
* Hayal niteliğinde veya hayal ürünü olan, sanal.
* Karagöz oynatan kimse, hayalci, karagözcü.

hayalifener
* Resimli camlarıolan ve bu resimleri duvara yansı
tan fenere benzer araç.
* Çok zayı f olanlar için ş
aka yollu kullanı

r.

hayalifenere dönmek
* çok zayı
flamak.

hayalinden geçirmek
* olmasınıistemek, düş
ünmek.

hayalli
* Hayali olan.

hayalperest
* Sürekli hayal kuran, hep hayal peş
inde koş
an (kimse), düş
çü.

hayalperestlik
* Hayalperest olma özelliğ
i.

hayâsı
z
* Utanmasıolmayan, sı

lmayan.

hayâsı
zca
* Hayâsı
z (olarak), hayâsı
z (davranarak).

hayâsı
zlı
k
* Utanmazlı
k, sı

lmazlı
k.

hayat
* Yaş am, dirim.
* Doğumdan ölüme kadar geçen süre, ömür.
* Hayat biçimi, içinde yaşanı lan şartların bütünü, yaş
antı
.
* Meslek ve durum.
* Geçim ş artları
nın bütünü.
* Canlılığı gösteren hareket, kaynaş ma.
* Yazgı , kader.
* Canlıvarlı k; yaşamayısağlayan ş artların bütünü.
* Bir kimsenin tarihî biyografisi, hayat öyküsü, hayat hikâyesi.

hayat
* Genellikle köy ve kasaba evlerinde, üstü kapalı
, bir veya birkaç yanıaçı
k sofa.
* Avlu.
* Balkon.
* Sundurma.

hayat adamı
* Zamana kolayca uyan, her türlü güçlüğü yenmesini bilen kimse.

hayat ağacı
* Soy ağacı, soy kütüğü.
* Beyinciğin kesitinde dış
taki boz madde bölümüne yayı
larak dallanma gösteren ak maddenin oluş
turduğ
u
ağaç biçimi.

hayat arkadaş
ı
* Eş, karıkocadan her biri.

hayat dolu
* Yaş
ama isteğ
i çok olan, neş
eli, canlı
.

hayat felsefesi
* Hayatıanlama ve algı
lama biçimi.

hayat geçirmek
* yaş
amak, varlı
ğı
nısürdürmek.

hayat hikâyesi
* Bir kiş
inin hayatıboyunca geçirdiğ
i önemli olaylar ve evreler, özgeçmiş
, biyografi.

hayat kadını
* Erkeklerin cinsel zevklerine para karş
ılı
ğıhizmet eden ve bu iş
i meslek edinen kadı
n, fahiş
e, orospu.

hayat kavgası
* Hayat mücadelesi.

hayat memat
* Bkz. ölüm kalı
m.

hayat memat meselesi


* Bkz. ölüm kalı
m meselesi.

hayat mücadelesi
* Yaşamak ve geçinmek için harcanan emeklerin bütünü.

hayat okulu
* Yaş
anı
lan çevre ve zamanda karş
ılaş
ılan olayları
n tümü.

hayat pahalılı
ğı
* Yiyecek, içecek, giyecek gibi geçim maddelerinin pahalıolması
.
hayat seviyesi
* Yaş ama ve geçinme düzeyi.

hayat sigortası
* Bir kimsenin, yaş


k çağ
ında toptan kendisine veya mirasçı
ları
na ödenmek ş
artı
yla yaptı
ğısigorta
anlaşması , yaşam güvencesi.

hayat standardı
* Bir toplumda bireylerin mal ve hizmetlerden yararlanabilme, ihtiyaçları
nıkarş
ılayabilme düzeyi.

hayat ş
artları
* Hayat boyunca karş
ılaş
ılabilecek her türlü sosyal ve ekonomik durumlar.

hayat tarzı
* Yaş
ayı
şbiçimi.

hayat vermek
* canlı

k vermek, canlandı
rmak.

hayata atı
lmak
* geçim sağlamak üzere çalı
şmaya baş
lamak.

hayata bağlamak
* yaş
amayısevdirmek, hayattan kopmamak.

hayata gözlerini yummak (veya kapamak)


* ölmek.

hayata küsmek
* bezgin, kötümser olmak, yaş
ama isteğini yitirmek.

hayatı
kaymak
* her iş
i ters gitmek, mahvolmak.

hayatı
n baharı
* gençlik çağı
.

hayatı
na girmek
* yaş
amında yer almak.

hayatı
nı(birine) borçlu olmak
* biri tarafı
ndan ölümden kurtarı
lmışolmak.
* birinin yaşamıbir baş
kasını
n desteği ile sağ
lanmı
şolmak.

hayatı
nıkazanmak
* geçimini sağlamak.

hayatı
nıyaşamak
* her türlü baskı
dan uzak, dilediğince, gönlünce yaş
amak.

hayatî
* Hayatla ilgili.
* Büyük önem taş ı
yan, önemli.

hayatiyet
* Yaş
ama gücü, canlı

k.

hayatiyetli
* Yaş
ama gücüyle dolu, canlı
.

hayatta olmak
* yaş
amak.

haybe
* Boş
, iş
e yaramaz, anlamsı
z.

haybeci

şsiz güçsüz, bedavadan geçinen (kimse).

haybeden
* Zahmet çekmeden, bedavadan.

haybeye kürek çekmek


* boşboşuna uğraş
mak.

hayda
* Hayvanlarıharekete geçirmek için kullanı
lan söz.
* Şaş
kınlı
k belirten ünlem.

haydalama
* Haydalamak biçimi.

haydalamak
* Hayvanıhı
zlandı
rmak için hayda diye seslenmek.

haydalanma
* Haydalanmak durumu veya biçimi.

haydalanmak
* Defedilmek, dehlenmek.

haydama
* Haydamak iş
i.

haydamak
* Çifte koş
ulan hayvanısürmek, dehlemek.
* Kovmak, defetmek.

haydan gelen huya gider


* kolay ve emeksiz kazanı
lan ş
eyler elden kolay çı
kar.

haydarî
* Derviş
lerin giydiği, kolsuz, kı
sa, aba hı
rka.

haydarî yaka
* Yelek, hı
rka gibi giysilerin açı
k V harfi biçimindeki yakası
.

haydi
*İsteklendirmek, çabukluk belirtmek için kullanı

r.
* Kabul ve onama bildirir.
*İhtimal belirtir.
* Hafifseme, alay etme belirtir.
* Hoşgörme anlamı nda kullanı lı
r.

haydi canım sen de


* "böyle ş
ey olmaz, sana inanmam" anlamı
nda kullanı

r.

haydi haydi
* Bol bol, kolay kolay.
* Olsa olsa, en çoğu.

haydi oradan
* kovmak, azarlamak için kullanı

r.
* Bkz. haydi canı
m sende.

haydin
*İsteklendirme, davrandı
rma için kullanı

r; haydi ünleminin birden çok kiş
iye seslenirken emir kipine göre
aldı
ğıbiçim.

haydindi
* "Çabuk ol, acele et" anlamı
nda kullanı

r.

haydisene
* Haydi ünleminin buyurma, dilek bildiren pekiş
tirmeli biçimi.

haydut
* Silâhlısoygun yapan kimse, eş
kıya, ş
aki.
* Yaramaz, sevimli çocuk.

haydut gibi
* insana korku veren, iri yarı
(kimse).
* yaramaz ve sevimli çocuklar için kullanı

r.

haydutluk
* Haydut olma durumu veya haydutça iş
,şakilik, ş
ekavet.

haydutluk etmek
* haydut gibi davranmak.

hayfa
* Eyvah, yazı
k, heyhat!.

hayhay
* "İ
steyerek, seve seve, elbette" anlamları
nda onama bildirir.

hayhuy
* Herkesin aynıanda konuş
ması
ndan veya eğ
lenmesinden oluş
an gürültü.
* Boşve sonuçsuz çaba.

hayı
f
* Haksızlı
k, insafsı
zlık.
* Acı
nma, üzülme.
* Vah! Heyhat! Yazı k!.

hayı
flanma
* Hayı
flanmak iş
i.

hayı
flanmak
* Acı
nmak, üzülmek, yerinmek, esef etmek.

hayı
n
* Hain.

hayı
r

yilik, karş
ılık beklenmeden yapı
lan yardı
m.

yi, hayırlı
, yararlı
, faydalı
.

hayı
r
* Yok, öyle değ
il, olmaz anlamı
nda onamama, inkâr kelimesi.
* Olumsuz cümlelerdeki olumsuz anlamıpekiştirir.

hayı
r beklememek
* iyilik ummamak, yararlıolacağı
nısanmamak.

hayı
r dememek
* cevap vermemek, bir ş
eyi geri çevirmemek.

hayı
r etmemek
* yararıolmamak.
* iyileş
memek, düzelememek.

hayı
r gelmemek
* yararlıolmamak.

hayı
r görmemek
* (o ş
ey) kendisine yararlı
olmamak.

hayı
r iş
lemek
* dine ve insanlı
ğa uygun, iyi bir davranı
şta bulunmak.

hayı
r kalmamak
* iş
e yarar durumu kalmamak, artı
k iş
e yaramaz olmak.

hayı
r sahibi
*İ yiliksever.

hayı
r yok
* (o ş
ey) yararlı
değ
il.

hayı
rdı
r inşallah
* anlatılan bir rüyayıiyiye yormak için kullanı

r.
*ş aş ma ve merak veren olgular karş ı
sında söylenir.

hayı
rdua

yi dua.

hayı
rdua etmek
* iyi dileklerde bulunmak.

hayı
rhah

yilik dileyen, iyilik isteyen, iyicil, hayı
rsever.

hayı
rhahlı
k
*İyilik isteme durumu.

hayı
rla anmak (veya yad etmek)
* ölmüşbir kimsenin ardı
ndan iyi konuş
mak.

hayı
rlaş
ma
* Hayı
rlaş
mak biçimi veya durumu.

hayı
rlaş
mak
* Pazarlı
kta anlaş

ktan sonra birbirlerine hayı
r dilemek.

hayı
rlı
* Yararı
, hayrıolan.
* Uğurlu, iyi, güzel.

hayı
rlı
(veya hayı rlı

) olsun
* iyisi, hayırlıolanıolsun.

hayı
rlı
sıile
* hayı
rlı
olanıdilemek için söylenir.

hayı
rperver
*İ yiliksever, yardı
msever, hayı
rsever.
hayı
rsever
* Yoksullara, düş
künlere, yardı
ma muhtaç olanlara iyilik ve yardı
m etmesini seven, iyiliksever, yardı
msever.

hayı
rseverlik
* Hayı
rsever olma durumu, iyilikseverlik, yardı
mseverlik.

hayı
rsı
z
* Yararıolmayan, hayrıolmayan.
* Sevgi ve bağ


ğınıyitiren, vefası
z.

hayı
rsı
zlı
k
* Hayı
rsı
z olma durumu.

hayı
t
* Bkz. ayı
t.

hayı
z
* Kadı
nlarda aybaş
ı.

hayı
zdan nifazdan kesilmek
* âdetten kesilmek, doğ
urma özelliğini yitirmek, menopoza girmek.

haykı

* Bağ
ırma.

haykı

ş
* Haykı
rmak işi veya biçimi.
* Haykı
rma sesi.

haykı

şma
* Haykı

şmak durumu.

haykı

şmak
* Birlikte haykı
rmak.

haykı
rma
* Haykı
rmak iş
i.

haykı
rmak
* Telâş,ş
ikâyet vb. sebeplerle yüksek sesle bağırmak.
* Çağırmak, seslenmek.
* (durum veya nitelik) Çok belirgin olarak görünmek.

haykı
rtı
* Yüksek sesle acıacıbağı
rma, haykı
rma.

haykı
rtma
* Haykı
rtmak biçimi veya durumu.

haykı
rtmak
* Haykı
rması
na sebep olmak.

haylamak
* At ve benzeri hayvanlarısürmek için seslenmek.

haylaz
* Hoşa gitmeyen davranı
ş larda bulunan (kimse), hayta.
* Çalı
şma gücü varken çalışmayan, aylaklı
k eden, tembel.

haylazca
* Haylaz gibi, haylaza yakı
şı
r biçimde.
haylazlaş
ma
* Haylazlaş
mak durumu.

haylazlaş
mak
* Haylaz bir duruma gelmek.

haylazlı
k
* Haylaz olma durumu veya haylazca davranı
ş.

haylazlı
k etmek
* haylazca davranı
şlarda bulunmak.

hayli
* Epey, oldukça çok.
* Oldukça.

haymana
* Baş
ıboşhayvanları
n salı
ndı
ğıçayı
rlı
k.
* Tembel.

haymana beygiri gibi dolaş


mak
* iş
siz güçsüz dolaşmak.

haymana mandası
* Haymana öküzü.

haymana öküzü
*İri yarıve tembel, iş
e yaramaz kimse.

haymatlos
* Vatansı
z.

hayra alâmet değil


* uğursuz sayı
lacak bir olay için kullanı

r.

hayra karşı(olmak)
* iyilikle, hayı
rlıolmasıdileğ
iyle.

hayra yormak
* rüya veya olayıiyi bir durumun belirtisi saymak.

hayran
* Çok beğenen, hayranlık duyan.
* Birini beğ
enen, hayranlık duyan kimse.

hayran etmek
* (kendisini) beğ
endirmek.

hayran hayran
* Hayran olarak, kendinden geçerek.

hayran olmak (veya kalmak)


* (bir ş
ey veya kimsenin) iyi, güzel veya olağanüstü durum ve davranı
şlarıkarş
ısı
nda zevk ve saygıduymak.

hayranlı
k
* Hayran olma durumu.
* Tutku, aş
ırıistek.

hayranlı
k duymak
* çok beğenmek, tutkuyla bağ
lanmak.

hayranlı
kla
* çok beğenerek, hayran kalarak.

hayrat
* Sevap kazanmak için yapılan iyilik.
* Halkı
n yararlanmasıiçin yapı lan okul, çeş
me, han gibi yapı
lara verilen ad.
* Sevap kazanmak için yapılmışolan.

hayret
* Beklenmedik, garip bir ş
eyin sebep olduğu ş
aşkı
nlı
k, ş
aşı
rma.
* Şaş
ılacak bir ş
ey karş
ısında söylenir.

hayret etmek
*şaşmak, ş
aşı
rmak, ş
aşakalmak.

hayrete (veya hayretlere) düşmek


*şaşakalmak, ş aşırmak.

hayretle

aşkı
nlı
kla, ş
aşarak.

hayrette (veya hayretler içinde) kalmak


*şaşakalmak, ş aşırmak.

hayrette bı
rakmak
*şaşmasına sebep olmak.

hayretten donakalmak
* çok ş
aşı
rmak, inanamamak.

hayrıdokunmak
* yararlıolmak.

hayrıolmamak
* iyiliğ
i dokunmamak, yarar sağ
lamamak.

hayrı
nıgör
* yeni alı
nan bir ş
ey için "güle güle kullan" veya kı
rgı
nlı
k, alay anlamı
nda söylenir.

hayrola
* "Ne var", "ne oluyor" anlamı
nda kullanı

r.

hayrülhalef
* Hayı
rlıçocuk, hayı
rlıevlât.

haysiyet
* Değer, saygı
nlı
k, itibar.
* Onur, öz saygı
sı,ş eref.

haysiyet divanı
* Onur kurulu.

haysiyetine dokunmak
* onuru incinmek.

haysiyetiyle
* Dolayı

yla, sebebiyle.
* Onuruyla.

haysiyetli
* Değeri, saygı
nlı
ğıolan.
* Onurlu.
haysiyetsiz
* Değeri, saygı
nlı
ğıolmayan.
* Onursuz.

haysiyetsizlik
* Haysiyetsiz olma durumu, haysiyetsizce davranı
ş.
* Onursuzluk.

hayta
* Osmanlı ları
n ilk dönemlerinde eyalet askerlerinin uç boyları
nda görevli sı
nıfları
ndan biri.
* Serseri, külhanbeyi, kabadayı
, holigan.

haytalı
k
* Hayta olma durumu, serserilik, baş
ıboş
luk, külhanbeyilik, kabadayı

k.

haytalı
k etmek
* serserice davranı
şlarda bulunmak.

hayvan
* Bitkilerden farklıolarak, duygu ve hareket yeteneğ i olan canlıyaratı
k.
*İ nsandan farklıolarak, dil ve akıldan yoksun canlıyaratı k.
* At, eşek, katı
r gibi türlü hizmetlerde kullanı
lan yaratık.
* Akı lsı
z, duygusuz, kaba, hoyrat (kimse).
* Bir seslenme biçimi.

hayvan bilimci
* Hayvan bilimi uzmanı
, zoolog.

hayvan bilimi
* Biyolojinin, hayvanları
n yapı
, görev, davranı
şve sı

flandı
rmaları
, yeryüzündeki dağ
ılı
şları
yla uğ
raş
an bilim
dalı
, hayvanlar bilimi, zooloji.

hayvan gibi
* akı
lsı
z, duygusuz, kaba.

hayvan koklaşa koklaşa, insan konuş a konuş a


* insanlar konuş arak daha iyi anlaş
ırlar.

hayvan kömürü
* Kan ve kemik gibi organik maddelerden yapı

p hekimlikte kullanı
lan kömür.

hayvanat
* Hayvanlar.
* Hayvan bilimi, zooloji.

hayvanat bahçesi
* Genellikle her tür hayvanı
n doğ
al ş
artlarda beslendiği, korunduğ
u, sergilendiğ
i büyük bahçe.

hayvanca
* Çok kaba ve hoyrat (bir biçimde).

hayvancağız
* Kendisine karş
ışefkat ve acı
ma duyulan hayvan.

hayvancı
k
* Ancak mikroskopla görülebilen çok küçük hayvan.
* Hayvancağız.

hayvancı

k
* Evcil hayvanlara bakma ve yetiş
tirme iş
i.

hayvanî
* Hayvanla ilgili, hayvansal.
* Hayvanca.

hayvaniyet
* Hayvanlı
k.

hayvanlaş
ma
*İnsanlı
k erdemlerini yitirme, kabalaş
ma.

hayvanlaş
mak
*İnsanlı
k erdemlerini yitirmek, kabalaş
mak.

hayvanlaş
tırma
* Hayvanlaş

rmak durumu.

hayvanlaş
tırmak
* Hayvan durumuna getirmek.

hayvanlı
k
* Hayvan olma durumu, hayvaniyet.
* Hayvanca davranma.

hayvanlı
k etmek
* hayvanca davranmak.

hayvansal
* Hayvanî.
* Hayvandan elde edilen.

haz
* Hoş a giden duygulanma, hoş
lanma, zevk.
* Bir ş
eyden duyusal veya manevî sevinç duyma.
* Sürdürülmesi istenen ı

mlıve doygunluk veren coş
ku.

haz almak
* hoş
lanmak, keyif almak.

haz duymak
* hoş
lanmak.

haz vermek
* hoş
lanması
nısağ
lamak.

haza
* Bu, şu, o.
* Etkisiz, kusursuz.

hazakat
* (hekimler için) Ustalı
k, uzluk.

hazakatli
* Hazakat sahibi.

hazan
* Güz, sonbahar.

hazandide
* Görmüş , geçirmiş.
* Solgun, sararmış, solmuş
.

Hazar
* VI.-X. yüzyı
llar arası
nda Hazar Denizi'nin ve Kafkasları
n kuzeyinde yaş
amı
şbir Türk boyu veya bu
boydan olan kimse.

hazar
* Barı
ş.

Hazarca
* Hazar Türkçesi.

hazarî
* Barı
şla ilgili.

hazcı
* Hazcı

k ile ilgili olan.
* Hazcı

ğıbenimseyen ve savunan kimse, hedonist.

hazcı

k
* Zevki, insan hayatının tek değer ve amacısayan, haz veren her şeyin iyi olduğunu kabul eden öğ reti,
hedonizm.
* Hazza, fiziksel zevke hastalı
k derecesinde düşkünlük, hedonizm.
* Ekonomik etkinliğ in, hazzı
n en yüksek derecesine varacak biçimde geliş tirilmesi öğ
retisi, hedonizm.

hazfetme
* Hazfetmek durumu veya biçimi.

hazfetmek
* Gidermek, kaldı
rmak, çı
karmak, silmek.

hazı
k
* (hekimler için) Usta, uz.

hazı
m
* Sindirme, sindirim.
* Benimsenme, kabul edilme.

hazı
mlı
* Yersiz davranı
şlara, dokunaklısözlere aldı
rmayan, içi geniş(kimse).
* Benimseyen, katlanan, kabullenen.

hazı
msı
z
* Yediklerini kolay sindiremeyen.
* Yersiz davranışlara karşısusmak elinden gelmeyen (kimse).
* Benimseyemeyen, katlanamayan, kabullenemeyen.

hazı
msı
zlı
k
* Sindirim sisteminin iyi çalı
şmamasıdurumu.
* Benimseyememe, katlanamama, kabullenememe.

hazı
n
* Kı
şlı
k yiyecek.

hazı
r
* Bir işyapmak için gereken her ş eyi tamamlamı şolan, anık, amade, müheyya.
* Belli bir işe yarayacak, kullanı lacak bir duruma getirilmiş.
* Belirli bir biçimde yapı lmı şolarak satılan, alı
cıbekleyen, ısmarlama karş
ıtı
.
* Baş ına getirildiği fiilin bir fı
rsat sayıldı
ğ ı
nıanlatır.

hazı
r bulunmak (veya olmak)
* bir yerde var olmak, kendi bulunmak.
* bir şeyi hemen yapabilecek durumda olmak.

hazı
r çorba
* Önceden hazı
rlanmı
şve paket hâlinde satı
şa sunulmuşçorba.

hazı
r değ
er
* Önceden belirlenmişdeğer.

hazı
r etmek
* hemen kullanabilecek duruma getirmek.

hazı
r giyim
* Standart ölçülere göre seri olarak hazı
rlanmı
şve satı
şa sunulmuşgiyim eş
yası
.

hazı
r kahve
* Neskafe.

hazı
r kı
ta
* Gerektiğ
i anda kullanı
lmak ve görevlendirilmek üzere hazı
r bulundurulan birlik.

hazı
r mezarın ölüsü
* her hizmeti baş
kaları
ndan bekleyen tembeller için söylenir.

hazı
r ol
* Askerlikte esas duruşdenilen, ayakta, başve vücut dik, gözler ileride, eller uyluklara yapı
şmı
şbir duruş
a
geçilmesi için verilen komut.

hazır ol duruşu
* Vücudun başdik, göğüs ileride, omurga ve bacaklar gergin, topuklar bitiş
ik, kollar doğal yerinde, avuçlar
uyluklarda olarak ayakta bulunduğu durum.

hazı
r olmak
* hazı
r durumda bulunmak.

hazı
r para
* Nakit, elde mevcut para, likit.

hazı
r yemek
* Kı
sa sürede hazı
rlanan ve genellikle ayaküstü yenilen hafif yiyecek.

hazı
r yiyici
* Önceden kazanı
lmı
şvarlı
ğıharcayan.

hazı
ra dağlar dayanmaz
* sürekli harcama, en büyük birikimleri bile eritir.

hazı
ra konmak
* baş
kası

n emeğ
iyle ortaya çı
kmı
şbir ş
eyden yararlanmak.

hazı
rcevap
* Gerektiğ
inde çabuk, yerinde cevaplar bulup veren.

hazı
rcevaplı
k
* Hazı
rcevap olma durumu.

hazı
rcı
* Emek harcamadan her ş eyi hazır olarak elde etmek isteyen kimse.
* Hazı
r giysi satı
lan yer veya satan kimse.

hazı
rcı

k
* Her ş
eyi hazı
r bulmaya veya elde etmeye düş
kün olma durumu.

hazı
rda
* yararlanı
labilecek bir durumda, el altı
nda.
hazı
rdan yemek
* yenisini kazanmaksı

n elindekini harcamak.

hazı
rlama
* Hazı
rlamak iş
i.

hazı
rlamak
* Bir şeyi kullanılacak, yararlanı
lacak duruma getirmek.
* Bir şeyi ortaya koymak, gerçekleş tirmek.
* Önceden düzenlemek.
* Gelecek için önlem almak, ihtiyaçlarıtespit etmek.
* Sebep olmak, yol açmak.
* Birini herhangi bir şeyi yapabilecek veya bir ş
eyi yüklenebilecek duruma getirmek.
* Alıştırmak.
* Bir maddeyi elde etmek.

hazı
rlanı
ş
* Hazı
rlanmak iş
i veya biçimi.

hazı
rlanma
* Hazı
rlanmak iş
i.

hazı
rlanmak
* Hazı
r olmak, kendini hazırlamak.
* Hazı
r duruma getirilmek.

hazı
rlatma
* Hazı
rlatmak iş
i.

hazı
rlatmak
* Hazı
r duruma getirmek.

hazı
rlayı
ş
* Hazı
rlamak iş
i veya biçimi.

hazı
rlı
k
* Hazı
rlanmak için gereken ş
eyler veya durumlar.

hazı
rlı
k devresi
* Hazı rlı
k dönemi.

hazı
rlı
k dönemi
* Hazırlanmak için geçen süre.

hazı
rlı
k görmek
* hazı
r olmak için gereken ş
eyleri toplamak veya durumları
sağ
lamak.

hazı rlı
k sı
nıfı
* Öğrencilere, belli bir öğretim programı nıizlemek veya belli bir okulda okumak için gerekli temel anlayı
ş,
bilgi ve becerileri kazandı
rmak amacı yla bir okula, bir üniversiteye bağlıolarak açı
lan sı
nıf.

hazı
rlı
klı
* Bir ş
ey için önceden hazı
rlanmı
şolan.

hazı
rlı
klıolmak (veya bulunmak)
* hazı
rlanmışolmak.

hazı
rlı
ksı
z
* Bir ş
ey için önceden hazı
rlanmamı
şolan.

hazı
rlı
ksı
z olmak (veya bulunmak)
* hazı
rlanmamı şolmak.
hazı
rlop
* Sarı
sıkatılaş
acak derecede kaynatılmış(yumurta).
* Başkasıtarafı
ndan hazırlanmış, sağlanmış, emeksiz, külfetsiz.

hazin
* Acı
klı
, üzüntü veren, dokunaklı
, hüzünlü.

hazine
* Altı
n, gümüş , mücevher gibi değerli eşya yığını, büyük servet.
* Değerli ş
eylerin saklandı ğıyer.
* Gömülü veya saklıiken bulunan değ erli ş
eylerin bütünü.
* Devlet malı , parasıveya bunların saklandı ğıyer.
* Kaynak.
* Büyük bağ lılık duyulan, değer verilen şey veya kimse.
* Devletin altın, döviz, bono ve nakit işlemlerini maliye ile birlikte düzenleme görevini üstlenen makam.

hazinedar
* Bir hazineyi bekleyen, yöneten kimse.

hazinedarlık
* Hazineyi yönetme görevi.

haziran
* Yı

n 30 gün süren altı
ncıayı
.

haziran böceği
* Mayıs böceklerinden, tarı
m bitkilerine çok zarar veren kı
n kanatlıbir böcek (Amphimallus solstitialis).

hazire
* Etrafıçitle çevrili ve girilmesi yasak yer.
* Cami, türbe, tekke gibi yerlerde çevresi parmaklı
klarla çevrili mezar yeri.

hazletmek
* Gidermek, kaldı
rmak, çı
karmak, silmek.

hazmetme
* Hazmetmek durumu.

hazmetmek
* Sindirmek.
* Hoş a gitmeyen bir davranı
şıkarş
ılı
ksı
z bı
rakmak, içine atmak.
* Katlanmak, dayanmak, sabretmek.

hazne
* Hazine.
* Bir ş
eyin toplandı
ğı
, biriktirildiğ
i yer, depo.
* Döl yatağı.

hazret
* Kutsal sayılan kimselerin adları
nın baş
ına getirilen unvan.
* Bir seslenme sözü.
* Adısöylenmeyen bir kimseden söz edilirken kullanı lı
r.

hazretleri
* eskiden saygıduyulan kiş
ilerin adları
nıveya makamları
nıgösteren söze baş
ka unvanlarla birlikte getirilirdi.

hazzetme
* Hoş
lanma.

hazzetmek
* Hoş
lanmak.
hazzı
nıçı
karmak
* zevkini çı
karmak.

He
* Helyum'un kı
saltması
.

he
* Türk alfabesinin onuncu harfinin adı
.

he
* Evet.

he demek
* onamak.

heba
* Hiçbir iş
e yaramadan yok olma, boş
a gitme.

heba etmek
* boş
una harcamak, ziyan etmek.

heba olmak
* boş
a gitmek, ziyan olmak.

heba olup gitmek

hebenneka
* Zeki ve becerikli olmadı
ğıhâlde kendini öyle sanan.

heccav
* Yergici.

hece
* Bir solukta çı
karı
lan ses veya ses birliği, seslem.

hece ölçüsü
* Hece vezni.

hece taş
ı
* Mezar taş
ı.

hece vezni
* Belirli sayı
daki hece kümelerine dayanan nazı
m ölçüsü, parmak hesabı
.

hece yutumu
* Kelime içinde benzer hecelerden birinin düş
mesi.

hececi
* Hece ölçüsüyle şiir yazan (ş
air).
* Millî Edebiyat döneminde hece ölçüsüyle ş
iirler yazan beşş
airden her biri.

hececilik
* Hece vezni ile ş
iir yazma yanlı
sıolan kimse.

heceleme
* Hecelemek iş
i.

hecelemek
* Bir kelimenin hecelerini teker teker söylemek.
*İ lk bakışta okuyamayı p heceleri teker teker okumak.
heceletme
* Heceletmek iş
i veya biçimi.

heceletmek
* Hecelemesini sağlamak.

heceli
* Herhangi bir sayı
da hecesi olan.

hecelik
* Heceyi esas alan ses birimi.

hecin
* Çift parmaklılar takı
mını
n, devegiller familyası
ndan, uzunluğu 3, yüksekliği 2 m kadar olan, sı
rtı
nda besin
depo etmeye yarayan tek hörgücü bulunan, hı zlıyürüyen bir memeli türü (Camellus dromedarius).

hedef
* Niş
an alı
nacak yer.
* Amaç, gaye, maksat.

hedef almak
* Bkz. nişan almak.
* ulaşılmak istenen amaca göre davranmak.
* (bir kimseyi, bir yeri) yı
pratmak, eleş
tirmek amacı
yla karş
ısı
na almak.

hedef kitle
* Verilmek istenen mesajı
n ulaş
masıhedeflenen bir grup veya topluluk.

hedef olmak
* hoşolmayan herhangi bir davranı
şa uğ
ramak.

hedefleme
* Hedeflemek iş
i.

hedeflemek
* Hedef yapmak.

hedeflenmek
* Hedef durumuna gelmek.

heder
* Karş
ılı
ğı
nıalamama, boş
a gitme, ziyan olma.

heder etmek
* boş
una harcamak, ziyan etmek.

heder olmak
* boş
a gitmek, boş
una geçmek.

hedik
* Kaynatı
lmı
şbuğ
day, bulgur, mı

r vb. ş
eyler.

hediye
* Armağan.
* (kutsal kitaplar için) Fiyat.

hediye etmek
* armağ
an olarak vermek.

hediyelik
* Armağan olarak verilecek değerde olan.
* Armağan olarak verilmek için hazı
rlanmı şş
ey.
hedonist
* Hazcı
.

hedonizm
* Hazcı

k.

hegemonya
* Bir devletin baş
ka bir devlet üzerindeki siyasî üstünlüğ
ü ve baskı

.

hekim

nsanlardaki hastalı
klarıteş
his ve onlarıilâçlarla veya bazıaraçlarla tedavi eden kimse, doktor, tabip.

hekimbaş ı
* Osmanlıİ
mparatorluğunda sarayda hekimlik görevini yürüten en kı
demli, yetkili ve padiş
ahı
n özel doktoru
olan kimse.

hekimlik
* Hekimin yaptı
ğıiş
.

hektar
* Yüz ar (10.000m²) değ
erinde yüzey ölçü birimi (ha).

hektogram
* Yüz gramlı
k ağı
rlı
k birimi, bir kilogramı
n onda biri (hg).

hektolitre
* Yüz litrelik hacim ölçü birimi (hl).

hektometre
* Yüz metrelik uzunluk ölçü birimi, kilometrenin onda biri (hm).

helâ
* Ayak yolu, yüz numara, abdesthane, tuvalet.

helâk
* Ölme, öldürme, yok etme, yok olma.
* Bitkin bir duruma gelme veya getirme.

helâk etmek
* öldürmek, ortadan kaldı
rmak.
* aşı
rıderecede yormak, bitkin duruma getirmek.

helâk olmak
* yok olmak, ölmek.
* yorulmak, bitkin duruma gelmek.

helâl
* Dinin kurallarına aykırıolmayan, dince yasaklanmamı
şolan, haram karş
ıtı
.
* Nikâhlıeş .
* Kurallara, geleneklere uygun (olarak).

helâl etmek
* Tanrı
'yıtanı
k tutarak (bir ş
eyi) bağı
şlamak.

helâl olsun
* bir hizmet veya özverinin istenilerek yapı
ldı
ğı
nı, bundan piş
man olunmadı
ğı
nıgöstermek için kullanı

r.

helâl süt emmiş


* doğ
ruluktan ayrı
lmayan.

helâlî
* Ham ipekten dokunmuşbürümceğe pamuk ipliği katı
larak elde edilen kumaş
.

helâlinden
* Helâl edilerek gönül hoş
luğu ile.

helâlleş
me
* Helâlleş
mek iş
i.

helâlleş
mek
* Alı
şveriş
te veya ayrı
lma sı
rası
nda hakkı
nıbirbirine bağ
ışlamak.

helâlli
* Nikâhlı(eş
).

helâlliğ
e almak
* biriyle evlenmek.

helâllik
* Nikâhlıeş .
* Helâl olan şey.

helâllik dilemek
* birinden hakkı
nıhelâl etmesini dileme.

helâllik vermek
* helâl etmek.

helâlühoşolsun
* yapı
lmı
şbir iyilikten, yardı
mdan söz edilirken buna piş
man olunmadı
ğı
nıanlatmak için söylenir.

helâlzade
* Nikâhlıbir ana ve babadan doğ muşkimse.
* Doğruluktan ayrılmayan, helâl süt emmişkimse.

hele
* "Özellikle", "hiç olmazsa", "her şeyden önce" anlamı yla, bir sözün baş
ına veya sonuna getirilerek belirtilen
ş
eyin ayrı
calı
ğınıanlatır.
* "Sonunda" anlamı yla geciken davranış
larıbildirmek için kullanılır.
* Uyarma, korkutma veya vaat anlatı r.

hele bak

aşkı
nlı
k veya dikkati çekmek için söylenir.

hele bir
* Bkz. hele.

hele de
* üstelik.

hele hele
* Karş ı
sındakini söylemeye isteklendirmek için kullanı

r.
* Bir sözü pekiştirmek için kullanı

r.

hele ş
ükür!
* çok ş
ükür.

helecan
* Yürek çarpı
ntı

, çı
rpı
ntı
.

helecanlanma
* Helecanlanmak iş
i.
helecanlanmak
* Yürek çarpı
ntı

na tutulmak.

Helen
* Grek.

Helenist
* Grek kültürü, tarihi, dili ve edebiyatıkonuları
nda uzman olan kimse.

Helenistik
* Büyük İ
skender'den sonraki Yunan sanatı
, tarihi, kültürü ile ilgili olan.

Helenizm
* Grek uygarlı
ğı.
* Grek olmayan ulusları
n Grek düş
üncesinin etkisiyle gerçekleş
tirdiğ
i uygarlı
k.
* Grekçe anlatı
m.

helezon
* Kı
vrı
mlı
, yı
lankavi biçim, helis.

helezonî
* Sarmal, yı
lankavi, helisel.

helezonlaşma
* Helezonlaş
mak biçimi veya durumu.

helezonlaşmak
* Sarmal, kı
vrı
mlı
biçime gelmek.

helezonlu
* Helezonu olan, sarmal.

helik
* Duvar örülürken büyük taş
ları
n arası
na konulan ufak taş
lar.

helikoit
* Helis biçiminde eğ
ri yüzey.

helikon
* Çalgı
ağı
zlı
ğıve pistonu olan, boyundan geçirilerek tutulan, çember biçimli, üflemeli bakı
r çalgı
.

helikopter
* Dik inişve çı

şyapabildiğ
i için dar yerlerde de kullanı
labilen tepeden pervaneli uçan taş
ıt.

helis
* Bir silindirin ana doğ
ruları
nısabit bir açıaltı
nda kesen eğ
ri.

helisel
* Helis biçiminde olan, sarmal, helezonî.

helke
* Bakraç, kova, herke.

hellim
* Kı
brı
s'ta yapı
lan bir çeş
it beyaz peynir.

helme
* Fasulye, pirinç, buğday gibi taneler kaynatıldı
ğında, niş
astanı
n çökelmesiyle oluş
an koyu sı
vı.
* Bazıbitkilerin kök, çiçek ve tohumları nda bulunan koyu kıvamlımadde.

helme dökmek
* (kaynatı
lmı
ştanelerin suyu için) koyulaş
mak.
helme gibi
* iyice piş
miş
.

helmelenme
* Helmelenmek iş
i.

helmelenmek
* Helme dökmek, helmesi çı
kmak.

helmeli
* Helme durumunda olan (yemek).

helmintoloji
* Kurt bilimi.

helva
* Şeker, yağ
, un veya irmikle yapı
lan tatlı
.

helvacı
* Helva yapan veya satan kimse.

helvacıkabağı
* Kabakgillerden, tatlı
sıyapı
lan dı
şıboz, içi sarırenkli iri bir kabak türü kestane kabağ
ı(Cucurbita maxima).

helvacıkökü
* Bkz. çöven.

helvacı

k
* Helva yapma veya satma iş
i.

helvahane
* Genellikle helva piş
irmekte kullanılan genişve az derin tencere.
* Sarayda mutfak içinde tatlı
ları
n yapı ldı
ğıözel bölüm veya oda.

helvalaş
ma
* Helvalaş
mak durumu.

helvalaş
mak
* Helva durumuna gelmek.

helvalı
k
* Helva yapı
mıiçin kullanı
lan malzeme.

helyodor
* Altı
n sarı
sırenginde, berilden oluş
an, kuyumculukta kullanı
lan bir taş
.

helyograf
* Güneşten yayılan ı
sımiktarı nıölçmeye yarayan alet.
* Güneşin ı
şıldadığısaatlerin süresini tespit etmeye yarayan alet.
* Güneşı ş
ınlarından yararlanan optik telgraf aleti.

helyoterapi
* Güneşı
şı
nları
yla tedavi.

helyum
* Atom numarası2, yoğ
unluğu 0,13 olan, havada az miktarda bulunan bir soygaz. Kı
saltmasıHe.

hem
* Bir kimseyi uyarmak, bir ş eyi açı
klamak veya anlamıgüçlendirmek için "özellikle", "zaten", "bir de", "ş
urası
da var ki" anlamları nda kullanı lı
r.
* Açı klayı
cınitelikte olan ikinci cümleyi birinciye bağ
lar.
* Hem ... hem ... biçiminde tekrarlanarak görevdeşsözleri, cümleleri eş
itlik, pekiş
tirme, birlikte olma veya
karş
ıtlı
k anlamlarıyla bağlar.

hem de
* anlamı
güçlendirmek, bir veya daha çok ögeye bir baş
kası
nın da eklendiğini belirtmek için kullanı

r.

hem de nasıl
* pek çok, üstün derecede.
* özene bezene, büyük bir dikkatle.

hem İ
sa'yıhem de Musa'yımemnun etmek
* istekleri birbirine karş
ıt olan iki kiş
iyi birden hoş
nut edecek bir davranı
şta bulunmak.

hem kaçar hem davul çalar


* çekinir göründüğü iş
i yapmaktan vazgeçemez.

hem kel hem fodul


* ortada olan eksiklik ve yeteneksizliğine bakmayarak üstünlük taslayanlar için kullanı

r.

hem nalı
na hem mı hı
na (vurmak)
* karş
ıt olan iki yanıdesteklemek.

hem suçlu hem güçlü


* gerçek suçlu kendi olduğ
u halde baş
kaları
nısuçlamaya çalı
şanlar için söylenir.

hem ziyaret hem ticaret


* biriyle görüş
meye giden kimsenin, bu gidiş
ten yararlanarak baş
ka bir iş
i de yapmasıdurumunda söylenir.

hemati
* Kanı
n hemoglobinle renklenmişal yuvar.

hematit
* Kı
rmı
zıveya esmer renkte olan doğ
al demir oksidinden oluş
an bir mineral, kan taş
ı.

hematolog
* Kan bilimci.

hematoloji
* Kan bilimi.

hemayar
* Denk, eş
it.

hemcins
* Aynıcinsten olan, türdeş
, soydaş
.

hemdert
* Dert ortağı
.

hemen
* Hiç vakit geçirmeden, gecikmeden, çabucak.
* Aşağıyukarı ; yalnı
z, sadece.

hemen hemen
* Nerede ise, az zaman sonra.
* Tam değilse bile ona pek yakı
n.

hemencecik
* Çarçabuk, anı
nda.

hemfikir
* Aynıdüş
üncede, aynıgörüş
te olan, oydaş
.
hemhâl
* Aynıdurumda olan.

hemhâl olmak
* bütünleş
mek, birliktelik özelliği göstermek.

hemhudut
* Sı
nırdaş
.

hemodiyaliz
* Geçirgen bir zardan süzerek, zehirli artı
klarıayı
klamak ve kanı
temizlemek için kullanı
lan tedavi yöntemi.

hemofil
* Kanamasıdinmeyen, hemofili hastalı
ğı
na tutulan (kimse).

hemofili
* Kanı
n pı
htı
laş
ması
ndaki bir bozukluğa bağ
lıkanama hastalı
ğı.

hemoglobin
* Soluk alma aracı
yla organizmanı n hücreleri arası
nda oksijen ve karbon gazı
nıiletmeyi sağlayan,
birleş
iminde demir, azot, oksijen, hidrojen, kömür ve kükürt bulunan alyuvarların en önemli maddesi.

hempa
* Kötü iş
lerde aynıamaçla ve birlikte hareket eden kimse, ayaktaş
, omuzdaş
.

hemş
ehri
* Aynıilden olan kimse, memleketli.
* Arkadaş, ahbap anlamı nda bir seslenme sözü olarak kullanı

r.

hemş
ehrilik
* Hemş
ehri olma durumu.

hemş
ire
* Kız kardeş
, bacı
.
* Diplomalıhasta bakı
cıkadı
n.

hemş
irelik
* Kı
z kardeşlik.
* Hasta bakı
cılı
k.

hemş
irezade
* Kız kardeş
in çocuğ
u.

hemze
* Gırtlakta, ses tellerinin birbirine yapı
şmasısonucu havanı
n akı
şı
nıbirdenbire engellemesiyle oluş
an ve bir
kesinti izlenimi veren ünsüz.

hemzemin
* Aynıdüzeyde olan.

hemzemin geçit
* Kara yoluyla aynı
düzeyde olan tren yolu geçidi.

hendek
* Geçmeye engel olacak biçimde uzunlaması
na kazı
lmı
şderin çukur.

hendese
* Geometri.

hendesî
* Geometrik.
hengâm
* Hengâme.

hengâme
* Patı
rtı
, gürültü, kavga.

hentbol
* Yediş
er kiş
ilik iki takı
mın topu elden ele geçirerek veya sürerek gol atmalarıesası
na dayanan bir spor türü,
el topu.

hentbolcu
* Hentbol oynayan kimse.

henüz
* (olumlu cümlelerde) Az önce, daha ş
imdi, yeni.
* (olumsuz cümlelerde) Daha, hâlâ.

hep
* Hiçbiri dışta tutulmamak veya eksik olmamak üzere, bütün, tüm olarak.
* Sürekli olarak, her zaman, daima.
* (hepimiz, hepiniz, hepsi biçiminde iyelik ekleri alarak) Bir ş
eyi oluş
turan parçaları
n bütününü anlatı
r.

hep beraber
* Birlikte.

hep bir ağı


z olmak
* söz birliği etmek, anlaş
arak bir konuda aynı
şeyleri söylemek.

hep bir ağı


zdan
* aynıanda pek çok kiş
i aynış
eyi (söyleyerek, konuş
arak).

hep birden
* Toplu olarak.

hepatit
* Sarı

k.

hepatoloji
* Karaciğ
erin anotomisini, fizyolojisini ve hastalı
kları
nıinceleyen bilim dalı
.

hepçil
* Hem hayvansal, hem bitkisel besinlerle beslenen.

hepimiz
* Bkz. hep.

hepiniz
* Bkz. hep.

heple hiç ilkesi


* tür, cins gibi evrensel bir konu üzerinde ileri sürülen olumlu, olumsuz bir yargı
nın, o tür veya cinsin bütün
bireyleri için doğru olmasıilkesi.

hepsi
* Bütünü, tamamı
, tümü, cümlesi, hep.

hepsi hepsi
* Tamamen, tam tamı
na.

hepten
* Tamamı
yla, büsbütün.
hepyek
* Tavla oyununda zarları
n tek benekli yönlerinin üste gelmesi.

her
* Tekil isimlere tamlayan görevinde getirilerek birer birer olarak, "...-in hepsi" anlamı
nıverir.

her aş
ın kaşığı
* her ş
eye karı
şan, her ş
eye burnunu sokan.

her biri
* Ayrıayrıhepsi.

her boyaya girip çı kmak


* çeşitli iş
lerde kı
sa süre de olsa çalı
şmı
şolmak.

her boyayıboyadıbir fı
stı
kî yeşil (mi) kaldı
?
* yapı
lmasıgereken bir ş ey varken, önemsiz, zorunlu olmayan ş
eylerle ilgilenildiğ
inde söylenir.

her daim
* Her zaman, daima.

her dem taze (olmak)


* yaş lı
olduğ u hâlde genç görünenler için söylenir.
* yıl boyunca yeş il yapraklı
olan (bitki).

her derde deva


* birçok ş
eye çare olan.

her firavunun bir Musa'sıçı kar


* her zalimden insanıkurtaracak bir kurtarı
cıçı
kar.

her gördüğü sakallı


yıbabasısanmak
* görünüşe aldanmak.

her gün
* Süreklice, sürekli olarak.

her gün papaz pilâv yemez


* Bkz. papaz her gün pilâv yemez.

her hâlde
* Büyük bir ihtimalle.
* Her durumda, ne yapı p yapı
p, kesinlikle, mutlaka.

her horoz kendi çöplüğünde öter


* herkes ancak kendi çevresinde bir değer taş
ır ve sözünü orada geçirebilir.

her ihtimale karşı


* her türlü olası

ğıdüş
ünerek.

her iş
in (her şeyin) baş
ısağlı
k
* insanın yapacağıher ş
ey vücut sağ

ğı
na bağlı
dır.

her kafadan bir ses çı


kmak
* bir konu üzerinde herkes rastgele konuş
mak.

her koyun kendi bacağı


ndan asılı
r
* herkes kendi davranı
şları
ndan sorumludur, herkes kendi hatası

n cezası
nıkendi çeker.

her kuş
un eti yenmez
* herkes zorbalı
ğa boyun eğ
mez, buna karş
ıgelecekler de çı
kar.
her nası
lsa
* beklenmeyen bir durumu belirtmek için kullanı

r.

her ne hâl ise


* uzatmayalı
m, geçelim.

her ne ise (veya her neyse)


* ne olursa olsun, ne kadar ise, tutarıne ise.
* konuyu kapatalı m, olan olmuş , uzatmayalı m.

her ne kadar
* baş
ına getirildiği ş
artlı
cümledeki yargı

n doğ
ru veya doğ
al görüldüğunü, fakat bunun yeterli olmadı
ğı

anlatı
r.

her ne pahası
na olursa olsun
* Bkz. ne pahasına olursa olsun.

her nedense
* sebebi bilinmez.

her ş
eyin yenisi, dostun eskisi
* dostluk eskidikçe güç ve değ
er kazanı
r.

her tarakta bezi olmak


* Bkz. kırk tarakta bezi olmak.

her telden çalmak


* her çeşit iş
i yapabilir durumda olmak veya birçok konuda bilgisi olmak.

her yerdelik
* Tanrı
'nı
n her yerde ve her zaman bulunduğ
una inanan din ve fizik ötesi görüş
.

her yiğ
idin bir yoğurt yiyiş
i vardı
r
* herkesin kendine özgü bir çalı
şma yöntemi, bir işyapma biçimi vardı
r.

her yiğ
idin gönlünde bir aslan yatar
* herkesin kendine göre yüksek bir emeli vardı
r.

her yokuş
un bir iniş
i, her iniş
in bir yokuş
u vardır
* hayat boyunca yükselme ve düş me gibi durumlar kesin değildir, bunlar birbirinin ardı
ndan gelebilir.

her zaman
* Ara vermeden, sürekli, daima, sı
k sı
k.

hercaî
* Hiçbir ş
eyde kararlıolmayan (kimse), yeltek, gelgeç.
* Aşkta değiş
ken, vefasız.

hercaî menekş e
* Menekş egillerden, mor, sarı
, beyaz renkte, menekş
eye benzer çiçekleri olan yı
llı
k bir bitki, alaca menekş
e
(Viola tricolor).
* Bu bitkinin çiçeği.

hercaîce
* Hercaî gibi, hercaîye yakı
şı
r (biçimde).

hercaîlik
* Hercaî olma durumu veya hercaîce davranı
ş.

hercümerç
* Alt üst, karmakarı
şı
k, darmadağ
ını
k, allak bullak.
hercümerç etmek
* alt üst etmek, karı
ştı
rmak.

herek
* Asma, fasulye gibi sarı
lgan bitkilerin tutunmasıiçin yanları
na dikilen sı

k, ispalya.

herekleme
* Hereklemek iş
i.

hereklemek
* Asma ve fasulye gibi sarı
lgan veya destek isteyen bitkileri hereğe bağ
lamak veya bu bitkilerin yanı
na herek
dikmek.

hergele
* Bineğe veya yük taşımaya alı
ştırılmamı şat veya eş
ek sürüsü.
* Terbiyesiz, görgüsüz kimseler için bir sövgü sözü olarak kullanı

r.

hergeleci
* Yaban atları
na bakan kimse, yabanî at çobanı
.

hergelelik
* Hergele olma durumu.

herhangi
* Belli olmayan, özellikleri iyice bilinmeyen, rastgele.

herhangi bir
* Belli olmayan, rastgele bir (kimse veya ş
ey).

herhangi biri
* Belli olmayan, rastgele biri.

herif
* Güven vermeyen, aş
ağıgörülen, bayağı
kimse.
* Adam.

herifçioğ
lu
* Kı

lan veya beklenmeyen bir iş
i yapan erkek.

herik
* Beyaz renkli, yağ lıkuyruğu yukarı
da geniş çe ve aş
ağı
ya doğru bir incelme gösteren, Karadeniz'in geçit
bölgelerinde yetiştirilen, kaba karı
şık yapağ
ılıbir tür koyun.

herk
* Sürüldükten sonra bir yı
l dinlendirilen, nadasa bı
rakı
lan tarla.

herk etmek
* tarlayısürüp dinlenmeye bı
rakmak.

herke
* Bakraç, kova.

herkes
*İnsanların bütünü.
* Olur olmaz kimseler, önüne gelen.

herkes gider Mersin'e, biz gideriz tersine


* bir iş
in bilerek ters yapıldığını, yolunda yapı
lmadı
ğı
nıanlatı
r.

herkes kaşık yapar, ama sapınıortaya (veya doğru) getiremez


* herkes bir işyapar, ama istenildiğ
i kadar güzel ve kusursuz olmaz.
herkesin arşı
nına göre bez vermezler
* genel kurallar herkesin istek ve ihtiyacı
na göre bozulamaz.

herkesin geçtiği köprüden sen de geç


* herkesin tuttuğ
u yoldan sen de git.

herkesin gönlünde bir aslan yatar


* Bkz. her yiğ
idin gönlünde bir aslan yatar.

herkesin tenceresi kapalıkaynar


* bir kimsenin durumu, içinde bulunduğu yaş
ayı
şşartlarıbaş
kaları
nca gereğ
i gibi bilinemez.

herkesin yorulduğu yere han yapılmaz


* Bkz. herkesin arş
ınına göre bez vermezler.

herkeslik
* Alelâdelik, sı
radan olma durumu.

herrü
* Bkz. ya herrü ya merrü.

hertz
* Bir saniyede bir titreş
im yapan devirli bir olayı
n frekansı
na eş
it frekans birimi. Kı
saltmasıHz.

herze
* Saçma, saçma söz, zevzeklik.

herze yemek
* yersiz söz söylemek veya gereksiz davranı
şta bulunmak.

herzevekil
* Kendisini ilgilendirmeyen iş
lere karı
şan (kimse).
* Saçma sapan, gereksiz konuş an (kimse).

hesaba almak (veya hesaba katmak)


* göz önünde bulundurmak, iş
ini yürütürken o ş
eyi de düş
ünmek.

hesaba almamak (veya katmamak)


* önem vermemek.

hesaba çekmek
* bir kiş
iden, bir kuruldan yaptı
ğıiş
ler için açı
klama ve savunma istemek.

hesaba dökmek
* sayı
yla ilgili bir konuyu açı
klı
ğa kavuş
turmak için kâğ
ıt üzerinde hesaplamak.

hesaba gelmez
* sayı
lamayacak kadar çok.
* umulmadık, beklenmedik.

hesaba katılmak (veya katı


lmamak)
* göz önüne alınmak (veya alı
nmamak).

hesaba katmak
* dikkate almak, göz önünde bulundurmak.

hesabıkapamak
* alacak verecek bı
rakmamak.

hesabıkesmek
* alı
şveriş
i veya ilgiyi kesmek.
hesabıtemizlemek
* borcunu ödemek.

hesabıyok
* sayı
lamayacak kadar çok, sayı

z.

hesabı
na
* yönünden, için, ... adı
na, yararı
na.

hesabı
na gelmek
* yararı
na uygun, elveriş
li olmak.

hesabı
nı(kitabı
nı) bilmek
* tutumlu olmak.

hesabı
nıalmak
* bir işsonunda hakkı
nıalmak.

hesabı
nıgörmek
* alacağı
nıverip iliş
iğini kesmek.
* cezalandı
rmak.

hesabî
* Hesabı
nıiyi bilen, eli sı

, hesaplı
.

hesap
* Aritmetik.
* Matematiksel iş lem.
* Alacaklıveya borçlu olma durumu.
* Ödenecek ücretin tutarı .
* Oranlama, tahmin.
* Bir giriş
imin, bir iş
in baş arı
ya ulaş
masıiçin alı
nan önlemlerin bütünü.
* (isim tamlamaları nda tamlanan olarak) "Tutum", "durum" veya "anlayış
" anlamı
na gelir.

hesap açmak
* (banka) gereğ inde çekilmek üzere yatı

lan para için iş
lem yapmak.
* birine borçlanma imkânıtanı mak, kredi açmak.

hesap cetveli
* Sayı
lar arasında birçok işlemlerin sonucunu kolayca bulmaya yarayan, iç içe yerleş
tirilmişve biri diğ
erinin
üzerinde kayan iki parçadan oluş an cetvel.

hesap cüzdanı
* Bir bankada hesabıolanlara verilen, yatı

lan ve çekilen paraları
n yazı
lması
na yarayan defter.

hesap çı
karmak
* alacakla vereceği kâğı
t üzerinde karş
ılaş

rmak.

hesap etmek
* bir iş
in kazancıyla giderini karş
ılaş

rarak bir sonuca varmak.
* düş ünmek, tasarlamak.

hesap etmek, kitap etmek


* bütün ayrıntı
ları
yla düş
ünmek.

hesap görmek
* alacakla vereceği karş
ılaş


p ödeş
mek.

hesap günü
* Kı
yamet günü.
hesap iş
i
* Bir tür el iş
lemesi.
* Hesabı nıbilme, hesap kitabı
nıiyi yapma.

hesap kitap
* Hesap sonunda, düş
ünüp taş
ındı
ktan sonra.

hesap kitap yapmak (veya etmek)


* ayrı
ntı
ları
yla hesap edip düş
ünmek.

hesap özeti
* Hesap sahiplerinin hesabı
na yatan ve söz konusu hesaptan çekilen miktarları
n dökümünü gösteren cetvel.

hesap sormak
* bir konuda açı klama ve savunma istemek, sorumlu tutmak.
* birini, birilerini yöntem veya yasa dı
şıdavranışları
ndan dolayı
sorguya çekmek.

hesap tutmak
* alı
şveriş
le ilgili sayı
ları
bir yere yazmak.

hesap uzmanı
* Vergi yükümlülerinin dosyaları
nıincelemekle görevli Maliye Bakanlı
ğı
na bağ
lıyetkili.

hesap vermek (veya hesabı nıvermek)


* bir iş
in sorumluluğunu yüklenmek.
* herhangi bir davranı
şı
n sebebini açı
klamak, anlatmak.

hesapça
* Hesaba göre, hesaba uygun olarak, tahminî.

hesapçı
* Hesabınıiyi bilen, tutumlu.
* Çı
karınıkollayan, davranı şları
nıbuna göre düzenleyen (kimse).

hesaplama
* Hesaplamak iş
i.

hesaplamak
* Hesap iş lemini yapmak, hesap etmek.
* Bir ş
eyi, bir durumu ayrıntı
lıbir biçimde düş
ünmek, hesap etmek.

hesaplamak kitaplamak
* ayrıntı
ları
yla hesap edip düş
ünmek.

hesaplanı
ş
* Hesaplanmak iş
i veya biçimi.

hesaplanma
* Hesaplanmak iş
i.

hesaplanmak
* Hesap edilmek.

hesaplaş
ma
* Hesaplaş
mak iş
i.

hesaplaş
mak
* Birbirindeki alacakla vereceğ
in hesabını
yapmak.
* Karş ı
lıklıolarak kozlarınıpaylaşmak.
* Bir ş
eyin olumlu veya olumsuz yönlerini düş
ünürek, tartı
şarak bir yargı
ya varmak.

hesaplatma
* Hesaplatmak iş
i.

hesaplatmak
* Hesap ettirmek.

hesaplayı
ş
* Hesaplamak iş
i veya biçimi.

hesaplı
* Satı
n alınabilen, bütçeye uygun, ekonomik.
* Parası
nı ölçülü harcayan, tutumlu.
* Ayrıntıları
yla düşünülüp tasarlanmı ş
, plânlı
, rasyonel.
* Ölçülü davranan, ölçülü.

hesaplı
hareket etmek
* ölçülü davranmak.

hesaplı
orun
* Ekonomik mevki.

hesaplı
ca
* Hesaplı(bir biçimde).

hesapsı
z
* Hesabıtutulmayan.
* Sayı
lamayacak kadar çok olan.
* Önceden iyi düşünülmemiş , sonu belli olmayan.
* Ölçüsüz, tutumsuz, savruk, müsrif.

hesapsı
z kitapsı
z
* Deftere geçirmeden veya belgeye bağ
lamadan.
* Sorumsuz, ölçüsüz.

hesapsı
zca
* Hesapsı
z (bir biçimde).

hesapsı
zlı
k
* Hesapsı
z olma durumu veya hesapsı
zca davranı
ş.

hesapta olmamak
* daha önce düş
ünülen ş
eylerin dı
şı
nda olmak.

hesaptan düş mek


* hesaptan, borçtan, alacaktan indirmek, çı
karmak.

heterogen
* Bkz. heterojen.

heterojen
* Ayrıcinsten.

heterotrof
* Dı
şbeslenen.

heterotrofi
* Dı
şbeslenme.

hevenk
* Bir ipe geçirilmişveya birbirine bağlanmı
şyaşyemişveya sebze bağ
ı.

hevenkleş
me
* Hevenkleş
mek biçimi veya durumu.
hevenkleş
mek
* Hevenk durumuna gelmek.

heves
*İstek, eğilim, arzu, ş
evk.
* Gelip geçici istek.

heves etmek
* bir ş
eye karş
ıistek duymak, eğ
ilimli olmak.

hevesi kalmamak
*şevki kı

lmak, isteği kalmamak.

hevesi kursağı nda (veya içinde) kalmak


* istediği, imrendiği ş
eyi elde edememek.

hevesine düş mek


* kuvvetle istemek.

hevesini almak
* istediğ
i, imrendiği ş
eyi elde ederek ona doymak.

hevesini kı
rmak
* isteklerini, düş
üncelerini engellemek.
* zevki kaçmak, hevesi kalmamak, ş evki kı

lmak.

heveskâr
* Hevesli, amatör.

heveskârlık
* Hevesli olma durumu.

hevesleniş
* Heveslenmek iş
i veya biçimi.

heveslenme
* Heveslenmek iş
i.

heveslenmek
*İsteklenmek, heves etmek, çok istemek, eğ
ilim duymak.

hevesli
* Bir şeye veya bir iş
e istek duyan veya merak sarmı şolan, istekli.
* Bir sanatımeslek edinmeksizin yalnı z zevk için yapan kimse, özengen, amatör.

heveslisi
* çok isteklisi.

hevessiz
* Hevesi olmayan, istek duymayan.

hey
* Seslenmek veya ilgi ve dikkat çekmek için söylenir.
* Sitem, yakı
nma, azar, beğenme gibi çeş itli duygular anlatan cümlelerde de kullanı

r.

hey gidi (hey)


* çeşitli duygularıpekiş
tirir veya özlem ve acı
nma bildirir.

heyamola
* Gemicilerin veya işçilerin birlikte bir ş
ey çekerken "haydi çek, gayret" anlamı
nda bir ağ
ızdan yüksek sesle
ve makamla söyledikleri söz.
heyamola ile
* bir iş
in ancak büyük güçlüklere katlanı
larak ve birçok kiş
inin yardı
mıyla yapı
labileceğini anlatı
r.

heybe
* Binek hayvanı nın eyeri üzerine geçirilen veya omuzda taş
ınan, içine öteberi koymaya yarayan, kilim veya
halı
dan yapılmışiki gözlü torba.
* Sapıomuza geçirilebilen tek gözlü bir tür çanta.

heybeci
* Heybe yapan veya satan (kimse).

heybet
* Korku ve saygıuyandı ran görünüş
, mehabet.
* Büyüklük, ululuk, azamet.

heybetli
* Görünüş ü korku ve saygıuyandı
ran.
* Büyük, ulu, azametli.

heybetlice
* Oldukça heybetli.

heyecan
* Sevinç, korku, kı
zgı
nlı
k, üzüntü, kı
skançlı
k, sevgi gibi sebeplerle ortaya çı
kan güçlü ve geçici duygu
durumu.
* Coş
ku.

heyecan duymak
* heyecanlanmak.

heyecan vermek
* heyecan duyması
na sebep olmak.

heyecana düşürmek
* heyecanlandı
rmak.

heyecana gelmek
* heyecanlanmak, heyecan duymak.

heyecana kapılmak
* aşı
rıderecede heyecan, coş
ku duymak.

heyecanlandırma
* Heyecanlandı
rmak iş
i.

heyecanlandırmak
* Heyecan duyması
na sebep olmak.

heyecanlanış
* Heyecanlanmak iş
i.

heyecanlanma
* Heyecanlanmak iş
i.

heyecanlanmak
* Herhangi bir sebeple güçlü, geçici bir duygulanı
mdan etkilenmek.

heyecanlı
* Çabuk, kolay heyecanlanan (kimse), müteheyyiç.
* Heyecan veren.
* Heyecanla yapılan.
heyecanlı

k
* Heyecanlıolma durumu.
* Aşı
rıduyarlıolma.

heyecansı
z
* Çabuk, kolay heyecanlanmayan.
* Heyecan vermeyen.
* Heyecanla yapılmayan.

heyecansı
zlı
k
* Heyecan verici olmama durumu.

heyelân
* Toprak kayması
, kayş
a, göçü.

heyet
* Kurul.
* Astronomi.
* Biçim, kı

k, dı
şgörünüş
.

heyetiyle
* Olduğu gibi, bütünüyle.

heyhat
* Yazı
k, ne yazı
k!.

heyhey
* Sinir bozukluğ
u, sinirlilik.

heyheyler geçirmek
* büyük heyecanlar geçirmek.

heyheyleri tutmak (veya heyheyleri üstünde olmak)


* çok sinirlenmek.

heykel
* Taş , tunç, bakı
r, kil, alçıgibi maddelerden yontularak, kalı
ba dökülerek veya yoğrulup piş
irilerek
biçimlendirilen eser, yontu.

heykel gibi
* hareketsiz, duygusuz.
* çok güzel (vücut).

heykelci
* Heykel yapan sanatçı
, heykeltı
raş
, yontucu.

heykelci kalemi
* Heykelcilerin taş
, kil, alçıgibi gereçleri biçimlendirmek için kullandı
klarıkesici, düzeltici ve yontucu araç.

heykelcilik
* Heykel yapma sanatı
, heykeltı
raş

k, yontuculuk.

heykelleş
tirme
* Heykelleş
tirmek iş
i veya biçimi.

heykelleş
tirmek
* Heykel durumuna getirmek.

heykelli
* Heykeli olan.
heykeltı
raş
* Heykelci, yontucu.

heykeltı
raşlı
k
* Heykel yapma sanatı
, yontuculuk.

heyulâ
* Korkunç hayal.

heyulâ gibi
* pek iri, iri yarı
.

hezaren
* Düğ
ün çiçeğ
igillerden, hekimlikte kullanı
lan zehirli bir bitki (Delphinium).

hezaren
* Bambu.
* Bambu sapları
ndan yapı
lmı
ş.

hezaren örgü
* Bambu kabukları
ndan soyularak elde edilen liflerle veya sentetik malzemeyle yapı
lan özel bir örgü.

hezel
* Şaka, alay, mizah.
* Bir ş
iiri veya şiir parçası
nış
akalıbir anlatı
ma çevirme.

hezeyan
* Saçmalama.
* Sayı
klama.
* Sabuklama.

hezeyan etmek
* saçmalamak.

hezimet
* Bozgun, yenilgi.

hezimete uğramak
* bozguna veya büyük bir yenilgiye uğ
ramak.

hezliyat
* Hezel türünde yazı
lmı
şşiirler.

Hf
* Hafniyum'un kı
saltması
.

Hg
* Cı
va'nı
n kı
saltması
.


* Evet.


çkı
ra hı
çkıra
* Hıçkı
rarak, hı
çkı

klarla.


çkı

k
* Çok yemek yeme veya sinirsel bir sebeple ve istemsiz olarak diyafram kası
nın kası
lması
yla hava akciğ
erlere
geçerken boğazdan çı kan ve düzgün aralı
klarla tekrarlanan ses.
* Ağlarken çıkan ses.


çkı

k tutmak
* sürekli olarak hı
çkı
rmak.

çkı

ş
* Hı
çkı
rmak iş
i veya biçimi.


çkı
rma
* Hı
çkı
rmak iş
i.


çkı
rmak
* Boğ azdan hı çkırı
k sesi çı
karmak.
*İ çini çekerek ağlamak.


çkı
rtma
* Hı
çkı
rtmak iş
i.


çkı
rtmak
* Hı
çkı
rması
na sebep olmak.


div
* Osmanlıİ
mparatorluğu döneminde KavalalıMehmet Ali Paş
adan sonra Mı

r valilerine verilen unvan.


divlik
* Hı
div yönetimi veya makamı.
* Hı
div yönetimindeki ülke.


drellez
* Hı
zır ve İ
lyas peygamberlerin her yı
l buluştukları
na inanı
lan 6 mayı
s günü.
* Her yı

n 6 Mayı s gününde kutlanan geleneksel bayram.


fz
* Saklama.
* Ezberleme, akı
lda tutma.


fz etmek
* saklamak.
* aklı
nda tutmak, bellemek.


fza çalı
şmak
* Kur'an'ıezberlemeye çalı
şmak.


fzı
ssı
hha
* Sağlı
klıyaş amak için alı
nmasıgerekli önlemlerin bütünü.
* Sağlı
k bilgisi, hijyen.


k
* Hı
çkı

rken boğazdan çı
kan ses.


k demiş(anasının, babası
nın) burnundan düş müş
* her durumuyla (anasına, babası
na) çok benziyor.


k mı
k
* Tereddüt gösterme, çekingen davranma.


k mı
k etmek
* bir iş
ten kaçınmak için bahaneler ileri sürmeye çalı
şmak.
* sorulan bir soruya açı
k bir anlamıolmayan, belirsiz cevaplar vermek.


k tutmak
* Bkz. hı
çkı

k tutmak.


ltan
* Top durumundaki çiçekleri kuruduktan sonra saplarıkürdan olarak kullanı
lan yabanî bir bitki.

ltar
* Davar ve sı
ğı
rları
n, boyunları
na takı
lan ip veya kayı
ş.


mbı
l
* Uyuş
uk, tembel.


mbı
llaş
ma
* Hı
mbı
llaş
mak durumu.


mbı
llaş
mak
* Hı
mbı
l gibi davranmak.


mbı
llı
k
* Hı
mbı
l olma durumu.


mhı
m
* Sesleri genizden çı
kararak konuş
an (kimse).
* Sesleri genizden çı
kararak.


mhı
mlı
k
* Hı
mhı
m olma durumu.


mış
* Kerpiç veya tuğ
layla örülmüşahş
ap duvar.


na
* Bkz. kı
na.


ncahı

* Ağzı
na kadar, tı
ka basa dolu (olarak), dopdolu.


ncı
nıçı
karmak
* öç (veya öcünü) almak.



* Öç almayıgüden öfke, kin, gayz.


nç (veya hı
ncı nı
) almak
* öç (veya öcünü) almak.


nçlı
* Hı
ncı
olan, öfkeli.


nçsı
z
* Hı
ncı
olmayan, öfkesiz.


nk
* Bkz. kahve dövücüsünün hı
nk deyicisi.


nna
* Bkz. kı
na.


nzı
r
* Domuz.
* Katıyürekli, kötü düşünen, gaddar.
* Genellikle hoşa giden bir davranı
şve durum için ş
aka yollu söylenir.


nzı
rca
* Hı
nzı
r (bir biçimde), kurnazca.


nzı
rlaş
ma
* Hı
nzı
rlaş
mak iş
i.

nzı
rlaş
mak
* Hı
nzı
r gibi davranmak.


nzı
rlı
k
* Hı
nzır olma durumu.
* Muziplik.


nzı
rlı
k etmek
* zarar verici, sinirlendirici, ters davranı
şta bulunmak.


r
* Kavga, dalaş
.


r çı
karmak
* kavga, gürültü çı
karmak.


ra
* Zayı
f, çelimsiz, cı

z.
* Çok yiyen, obur.


rbo
*İ ri yarı(kimse).
* Sersem, salak ve kaba saba.


rboluk
* Sersemlik, salaklı
k.


rçı
n
* Belirli bir sebebi olmadan sinirlenip huysuzluk eden (kimse).
* (ses için) Tiz, öfkeli.


rçı
nlaş
ma
* Hı
rçı
nlaş
mak iş
i.


rçı
nlaş
mak
* Hı
rçı
nlı
k etmek, hı
rçı
n davranmak.


rçı
nlı
k
* Hı
rçı
n olma durumu veya hı
rçı
n davranı
ş.


rçı
nlı
k etmek (veya yapmak)
* huysuzluk, terslik etmek.


rdavat
* Kilit, reze, tel, çivi gibi metal eş ya.
* Önemsiz, ufak tefek eş ya, gereksiz eş
ya.


rdavatçı
* Hı
rdavat satan kimse, nalbur.


rdavatçı
lık
* Hırdavatçı

n iş
i, nalburluk.


rgür
* Geçimsizlik, kavga.


rgür çı
karmak
* kavga etmek, kavga çı
karmak.



l hı

l
* Hı

ltı
lıbir ses çı
kararak.


ldama
* Hı

ldamak iş
i.



ldamak
* Hı

ltı
lıbir ses çı
karmak.



ldaş
ma
* Hı

ldaş
mak biçimi veya durumu.



ldaş
mak
* Hı
rlaş
mak.



ldayı
ş
* Hı

ldamak iş
i veya biçimi.



ltı
* Boğazdan herhangi bir sebeple boğ
uk çı
kan ses.
* Gürültüyle çıkan ses.
* Geçimsizlik, kavga.



ltı

* Geçimsizlik çı
karan, geçimsiz (kimse).



ltı

* Hı

ltıçı
karan, hı

ltı
sıolan.



zma
* Ayı, boğ
a gibi azgın hayvanları n dudaklarına veya burnuna geçirilen demir halka.
* Burun kanadı na takılan süslü, altı
n veya gümüşhalka.
* Küpe.


rka
* Önden açı k, kollu, genellikle yünden üst giysisi.
* Daha çok soğ uktan korunmak için giyilen, kumaş tan, bazen içi pamukla beslenmiş
, ceket biçiminde giysi.
* Derviş
lerin giydikleri üst giysisi.


rkalı
* Hı
rkasıolan.


rkası
z
* Hı
rkasıolmayan.


rkayıbaş
ına çekmek
* bir köş
eye çekilip çevresiyle ilgisini kesmek.


rlama
* Hı
rlamak iş
i.


rlamak
* Hırıltı
yla ses çıkarmak.
* (köpek için) Saldırmadan önce hı

ltı
yla ses çı
karmak.
* Kızgı nlı
kla ters konuşmak.


rlaş
ma
* Hı
rlaş
mak iş
i.


rlaş
mak
* Karşılı
klıhırlamak.
* Ağız kavgasına giriş
mek.


rlatma
* Hı
rlatmak iş
i.


rlatmak
* Hı
rlaması
na sebep olmak.


rlayı
ş
* Hı
rlamak iş
i veya biçimi.


rlı
*İ ş
inde doğru, uslu, iyi (kimse).
* Yaramaz, şı
marı k, kötü (kimse).


rlımı

r, hırsız mıdı
r
* bir kimsenin âhlakı
, kiş
iliğ
i hakkı
nda kuş
ku duyulduğunda kullanı

r.


rpalama
* Hı
rpalamak iş
i.


rpalamak
* Örselemek.
* Dövmek.
*İ tip kakmak, azarlamak veya yı
pratmak.


rpalanı
ş
* Hı
rpalamak iş
i veya biçimi.


rpalanma
* Hı
rpalanmak iş
i.


rpalanmak
* Hı
rpalamak iş
ine konu olmak veya hı
rpalamak iş
i yapı
lmak.


rpalatma
* Hı
rpalatmak iş
i.


rpalatmak
* Hı
rpalanması
na sebep olmak.


rpalayı
ş
* Hı
rpalamak iş
i veya biçimi.


rpanî
* Periş
an kı

klı
, derbeder.


rpanîlik
* Hı
rpanî olma durumu.


rs
* Sonu gelmeyen istek, aş
ırıtutku.
* Öfke, kı
zgı
nlık.


rs bürümek
* Bkz. gözünü hı
rs bürümek.


rsı
nıalamamak
* öfkesini yenememek.


rsı
nıyenmek
* öfkelenmemek için kendini tutmak.


rsı
z
* Çalan (kimse), uğ
ru.
* Bir tür olta iğnesi.


rsı
z adı
m
* Çok sessiz, yavaş
.


rsı
z anahtarı
* Maymuncuk.


rsı
z feneri
* Karş
ısı
ndakini gösterip, taş
ıyanıgöstermeyecek biçimde yapı
lmı
şönü camlıfener.


rsı
z gibi
* kimseye görünmeden, gizlice.


rsı
z kelepçe
* Ana su borusuna kaçak su alabilmak amacı
yla bağlanan boru parçası
.


rsı
z yatağı
* Hırsı
zları
n gizlendiği yer.
* Çalı
nmı şşeylerin saklandı ğıyer.


rsı
za yol göstermek
* birine bilmeyerek, anlamadan kötü bir iş
te yardı
mcı
olmak.


rsı
zlama
* Gizlice alınan başkası
na ait (ş
ey).
* Gizlice, kimseye sezdirmeden.


rsı
zlı
k
* Çalma.
* Çalma suçu, sirkat.


rsı
zlı
k etmek (veya yapmak)
* baş
kaları
nın parası
nıveya malı
nıçalmak.


rslandı
rma
* Hı
rslandı
rmak iş
i.


rslandı
rmak
* Öfkelendirmek, kı
zdı
rmak.


rslanı
ş
* Hı
rslanmak iş
i veya biçimi.


rslanma
* Hı
rslanmak iş
i.


rslanmak
* Çok kı
zmak, öfkelenmek.


rslı
* Doymak bilmeyen, aş
ırıistekli, tutkulu, haris.
* Öfkeli, kı
zgı
n.


rssı
z
* Hı
rsıolmayan.


rt
* Sersem, budala, ahmak.


rtapoz
* Sersem, aptal, ş
aşkı
n.

rtapozluk
* Hı
rtapoz olma durumu.


rtıpı
rtı
* Eski püskü veya iş
e yaramaz, değ
ersiz eş
ya.


rtlamba
* Periş
an, derbeder kı

klı
.


rtlamba gibi giyinmek
* gereksiz yere üst üste ve geliş
igüzel giyinmek.


rtlambasıçıkmak
* periş
an bir biçimde giyinmişolmak.
* (eş
ya için) çok eskiyip dökülür durumda olmak.


rtlı
k
* Sersemlik, budalalı
k, ahmaklı
k.


rvat
* Hı
rvatistan Cumhuriyeti'nde yaş ayan bir halk ve bu halkı
n soyundan olan kimse.
* Hı
rvatlarla ilgili, Hı
rvatlara özgü olan ş
ey.


rvatça
* Hı
rvatları
n kullandı
ğıSlav dili.



m
* Soyca veya evlilik sonucu araları
nda bağbulunanlardan her biri, akraba.
* Dede ve nineleri bir olanlardan her biri.



m akraba
* Yakı
n ve uzak bütün akrabalar.



mlı
k
* Hı

m olma durumu, karabet.


şı
l hı
şı
l
* Hı
şı
ltısesi çı
kararak, hı
şı
ldayarak.


şı
ldama
* Hı
şı
ldamak iş
i.


şı
ldamak
* Hı
şı
ltı
lıses çı
karmak.


şı
ldatma
* Hı
şı
ldatmak iş
i.


şı
ldatmak
* Hı
şı
ldaması
na sebep olmak.


şı
ltı
* Sert ve sürekli çı
kan ses.


şı
ltı

* (ses için) Hı
şı
ltı
sıolan.


şı
ltı

z
* Hı
şı
ltı
sıolmayan.


şı
m
* Öfke, kı
zgı
nlı
k.


şı
mına uğramak
* (birinden) zulüm görmek.


şı
mlanma
* Hı
şı
mlanmak iş
i.


şı
mlanmak
* Öfkelenmek, kı
zgı
n duruma gelmek.


şı
mlı
* Öfkeli, kı
zgı
n, sinirli.


şı
r
* Olmamı şmeyve (daha çok kavun, karpuz için kullanı

r.).
* Coşkunluk gösteren, yaramaz (kimse).
* Aptal, sersem.


şı
r hı
şı
r
* Hı
şı
rtı
çıkararak.


şı
rdama
* Hı
şı
rdamak iş
i.


şı
rdamak
* Kâğ
ıt, meş
in, kumaşgibi nesneler birbirlerine sürtünürken, buruş
turulurken ses çı
karmak.


şı
rdatma
* Hı
şı
rdatmak iş
i.


şı
rdatmak
* Hı
şı
rtı
çıkartmak.


şı
rdayı
ş
* Hı
şı
rdamak iş
i veya biçimi.


şı
rıçı
kmak
* (eşya) çok hırpalanıp örselenmek.
* insan ağır iş
lerle uğraş
ıp çok yorulmak.


şı
rlı
k
* Hı
şı
r olma durumu.


şı
rtı

nce cisimler hı
şı
rdarken çı
kan ses, hı
şı
rdama sesi.


şı
rtı

* Hı
şı
rtı
sıolan.


şı
rtı

z
* Hı
şı
rtı
sıolmayan.


şlama
* Hı
şlamak biçimi veya iş
i.


şlamak
* Hı
şı
ldamak, hı
şı
ltısesi çı
karmak.


yaban

ki tarafıdüzgün ağ
açlıyol veya bulvar.

yanet
* Kutsal sayı
lan ş
eylere el uzatma, kötülük etme veya karş
ıdavranma, hainlik, ihanet.
* Güveni kötüye kullanma, aldatma, vefasızlık.
* Vefasız.


yanetlik
* Hı
yanet.


yar
* Kabakgillerden, uzun, iri meyveli, sürüngen, bir yı
llı
k otsu bir bitki (Cucumis sativus).
* Bu bitkinin ürünü.
* Kaba saba, görgüsüz, budala.


yar
* Bir ş
eyi seçmekte veya yapı
p yapmamakta özgürlük.


yarağa
* Görgüsüz, kaba saba, yontulmamı
ş.


yarağalı
k
* Hı
yarağ
a gibi davranma.


yarağası
* Hı
yarağ
a.


yarcı
k
* Kası
k lenf bezlerinin iltihaplanması
.


yarcı
l
* Bkz. hı
yarcı
k.


yarlaş
ma
* Hı
yarlaş
mak iş
i.


yarlaş
mak
* Kaba saba, budalaca davranı
şlarda bulunmaya baş
lamak.


yarlı
k
* Kaba saba, budalaca davranma durumu.


yarlı
k etmek
* hı
yarlaş
mak.

hıyarş
embe
* Baklagillerden, siyah renkte olan meyvelerinin içinde çekirdeklerden baş
ka, hekimlikte kullanı
lan bir öz
bulunan bitki, Hint hı
yarı(Cassia fistula).


z
* Çabukluk, sür'at.
* Bir hareketten doğ an güç, ş
iddet.
* Çaba, güç, gayret, takat.
* Alınan yolun harcanan zamana oranı, sür'at.


z almak
* atlamak için geri çekilip birdenbire fı
rlamak.


z vermek
* hızınıartırmak, hı
zlandı
rmak.
* isteklendirmek.


zar
* Tahta ve kereste biçmeye yarayan, elektrik ve su gücüyle çalı
şan büyük bı
çkı
.

zarcı
* Hı
zar iş
leten, hı
zarla kereste biçen kimse.


zarcı

k
* Hı
zarcı
nın iş
i.



nıalamamak
* hızla gidiş
ini yavaş
latamamak.
* öfkesini yenememek, yatışamamak.



nıalmak
*ş iddetini yenmek, yatışmak.
* yavaşlamak, hızı
nı yitirmek.



nıkaybetmek (veya yitirmek)
* etkisini, geçerliliğ
ini yitirmek, hükmü kalmamak.



r
* Halk inanış ları
na göre ölümsüzlüğe kavuş
muşolduğuna inanı
lan ulu kimse.
* (küçük h ile) Çabuk davranan kimse.



r gibi yetişmek
* birinin en sı

şı
k bir zamanı
nda, beklemediğ
i biri, yardı
mına yetiş
mek.


zla
* Çabucak, çabuk, sür'atle.


zlandı

lma
* Hızlandı

lmak iş
i.


zlandı

lmak
* Hı
z verilmek, hı
zıartı

lmak.


zlandı
rma
* Hı
zlandı
rmak iş
i.


zlandı
rmak
* Hız verilmek, hı
zıartı

lmak.


zlanı
ş
* Hı
zlanmak iş
i veya biçimi.


zlanma
* Hı
zlanmak iş
i.


zlanmak
* Hı
z almak, hı
zıartmak.


zlı
* Çabuk, seri, sür'atli.
* Güç kullanarak, ş iddetle.
* Yüksek sesle.
*İ vedi olarak, ivedilikle.
* Uçarı, çapkın, hovarda.


zlıakı
n
* Basketbolda karş
ıtarafı
n toparlanması
na fı
rsat vermeden, paslaş
arak yapı
lan hı
zlı
hücum, fast break.


zlıhı
zlı
* Çabucak, ivedilikle.

zlıhücum
* Hı
zlıakı
n.


zlısağ
anak tez geçer
* büyük bir hızla baş
layan ş
eyler az sürer.


zlıyaş
amak
* eğ
lenceye aş
ırıdüş
kün olarak yaş
amak.


zlı

k
* Hı
zlıolma durumu, sür'at.


zölçer

vmeölçer.

hibe
* Bağ
ışlama, bağ
ış.

hibe etmek
* bağ
ışlamak.

hicap
* Utanma, utanç, sı
kılma.

hicap duymak (veya etmek)


* utanmak.

hicaz
* Klâsik Türk müziğ
inde dügâh perdesinde karar kılan bir makam.
* Klâsik Türk müziğ
inde do diyez notası
nıandı ran perde.

hicazkâr
* Klâsik Türk müziğ
inde rast perdesinde karar kı
lan bir makam.

hiciv
* Yergi.

hicran
* Bir yerden veya bir kimseden ayrı
lma, ayrı

k.
* Ayrılığı
n sebep olduğ u onulmaz acı.

hicret
* Göç.
*İslâm takviminde tarih baş
ısayı
lan Hz. Muhammed'in Mekke'den Medine'ye göç etmesi.

hicret etmek
* göç etmek.

hicrî
* Tarih baş
ıolarak hicreti kabul eden.

hicrî takvim
* Hicreti baş
langı
ç olarak alan takvim.

hicvetme
* Hicvetmek iş
i.

hicvetmek
* Alay yoluyla yermek.

hicviye
* Yergi, taş
lama.
hiç
* Olumsuz yargı lıcümlelerde fiilin anlamınıpekiş
tirir.
* Soru cümlelerinde belirsiz bir zamanıanlatı r.
* Bir soruya açı k bir cevap verilmek istenmediğinde cevap cümlesinin baş
ına getirilir.
* Boş , değersiz, önemsiz olan ş ey veya kimse.

hiç de
* kesinlikle, kat'iyen.

hiç değ
il
* asla, kesinlikle.

hiç değ
ilse (veya hiç olmazsa)
* önemli olmasa bile, baş
ka bir ş
ey olmasa bile.
* en az.
* bari.

hiç kimse
* Ortalı
kta görünmeyen, bulunmayan insan.

hiç mi hiç
* Kesinlikle, hiç.

hiç yoktan
* hiçbir sebep veya zorunluk yokken, sebepsiz olarak.

hiçbir
* Bir isimden önce getirilerek o ismin bildirdiğ
i varlı
ktan bir tanesinin bile olmadı
ğı
nıanlatı
r.

hiçbiri
* Olumsuz cümlelerde "bir tanesi bile" anlamı
nda kullanı

r.

hiççi
* Hiççilik yanlı

, nihilist.

hiççilik
* Bütün gerçek ve değerleri inkâr eden, gerçeğ in, nesnel bir temeli olmadı
ğı
nıileri süren görüş
; her türlü
gerçek varlı
ğıinkâr eden aş ırıbireycilik, yokçuluk, nihilizm.
* Her türlü siyasî düzeni inkâr eden, toplumun birey üzerinde hiçbir baskı sı
nıkabul etmeyen görüş ,
yokçuluk, nihilizm.

hiçe saymak (veya hiçe indirgemek)


* önemsememek, önem vermemek.

hiçleme
* Hiçlemek durumu.

hiçlemek
* Önem vermemek, yok saymak.

hiçleş
tirme
* Kendini hiçleş
tirmek iş
i.

hiçleş
tirmek
* Kendi benliğ
inde hiçliğ
i kabul etmek.

hiçlik
* Hiç olma durumu.
*İnkâr sonucu, gerçekteki özelliklerinin, durumları
n ortadan kaldı

lmasısonucu bir ş
eyin var olmayı
şı
,
yokluk.
hiçten
* Çok değersiz, önemsiz.
* Gereği, yararıyokken veya karş
ılı
ksı
z olarak, yok yere.

hidatit
* Birçok memelilerin ve insanı
n karaciğ
erinde geliş
en ekinokok tenyası

n lârvası
.

hidayet
* Doğru yol, hak olan Müslümanlı
k yolu.

hidayete ermek
* Müslüman olmak, İ slâm dinini kabul etmek.
* gerçeğ
i görüp kabullenmek, aklıbaş ı
na gelmek.

hiddet
* Öfke, kı
zgı
nlı
k.

hiddet etmek
* öfkelenmek, kı
zmak.

hiddete kapılmak
* öfkelenmek, kı
zmak.

hiddetlendirme
* Hiddetlendirmek iş
i.

hiddetlendirmek
* Kızdırmak, öfkelendirmek.

hiddetleniş
* Hiddetlenmek iş
i veya biçimi.

hiddetlenme
* Hiddetlenmek iş
i.

hiddetlenmek
* Kı
zmak, öfkelenmek.

hiddetli
* Kı
zgı
n, öfkeli.

hiddetsiz
* Kı
zgı
nlı
ğı
, öfkesi olmayan.

hiddetten kudurmak
* çok öfkelenmek, aş
ırıderecede kı
zmak.

hidr-, hidro-
* Birleş
iminde hidrojen veya suyun bulunduğunu gösteren ön ek.

hidra
* Hidralar takı
mından, 1 cm uzunluğ
undaki, vücudu torba biçiminde, ağ
ız çevresinde 6-10 dokunacıolan,
tatlısu hayvanı(Hydra).

hidralar
* Örnek hayvanıhidra olan selentereler bölümü.

hidrasit
* Hidrojen ile bir metalsinin oksijensiz birleş
mesinden oluş
an asit.

hidratı
* Su ile bir cismin verdiği birleş
ik.
hidratlı

çinde hidrat bulunan.

hidrobiyoloji
* Sularda yaşayan canlı
ları
n hayatı
nıinceleyen bilim dalı
.
* Bu bilimle ilgili.

hidrodinamik
* Sı vı
ya batırı
lmı şkatıcisimler üzerinde, onları
n hareketiyle ilgili olarak sı

ları
n gösterdiğ
i direnci ve sı

ları
n
hareketini inceleyen bilim dalı
.
* Bu bilimle ilgili.

hidroelektrik
* Su elde edilen (elektrik), su gücüyle elde edilen enerji.

hidroelektrik santral
* Su gücüyle çalı
şan makinelerle elektrik üreten merkez.

hidrofil
* Sucul, susever.
* Su böceği.

hidrofobi
* Bkz. Su korkusu.

hidrofor
* Suya yapı
nın üst katları
na çı
kacak bası
ncıveren depo.

hidrograf
* Hidrografi uzmanı
.

hidrografi
* Bir bölgedeki yer altıve yer üstü sularını
n durumunu inceleyen bilim.
* Bir bölgenin akarsularıyla göllerinin bütünü.
* Bir bölgedeki kıyıları
n, adaların topografyası .

hidrojen
* Oksijenle birleş
erek suyu oluş
turan, atom numarası1, rengi, kokusu ve tadıolmayan bir gaz. Kı
saltmasıH.

hidrojen bombası
* Ağı
r hidrojen atomlarıçekirdeklerinin kaynaş
arak helyum durumuna girmesiyle elde edilen enerji temeline
dayanan bomba.

hidrojenleme
* Hidrojenlemek iş
i.

hidrojenlemek
* Hidrojen ile birleş
tirmek.

hidrojeoloji
* Yer altısuları
nın araş


lması
nıve elde edilmesini inceleyen yer bilimi kolu.

hidrokarbon
* Karbon ve hidrojen birleş
iği.

hidrokarbonat
* Hidratlıbazik karbonat.

hidrokarbür
* Hidrokarbon.
hidroklorik asit
* Hidrojen ve klordan oluş an, renksiz, havada beyaz dumanlar saçan, suda kolayca eriyen ve hayvan
kemiklerinden jelâtin, fosfor elde edilmesinde, çeliğin pası
nıgidermede kullanılan keskin kokulu bir gaz, tuz ruhu
(HCl).

hidroksil
* Bir madenle birleş
tiğ
i zaman hidroksit yapan atom grubu (OH).

hidroksit
* Bir maden üzerine suyun etkisiyle, yani bir hidroksil grubu ile bir madenin kaynaş
ması
ndan oluş
an birleş
ik.

hidrolik
* Su ile ilgili.
* Su veya baş ka bir sı
vıbası
ncıyla işleyen (makine, cendere vb.).
* Suların akı ş ı
na uygulanan yasaları, suyun dağıtı
lmasısırasında ortaya çı
kan sorunlarıinceleyen bilim ve
teknik.

hidroliz
* Bir molekülün su etkisiyle ikiye ayrı
lması
nısağlayan tepkime.

hidrolog
* Su bilimi uzmanı
.

hidroloji
* Su bilimi.

hidrometre
* Suölçer.

hidrosefal
* Hidrosefali olan.

hidrosefali
* Beyin omurilik sı

sının çoğ
alması
yla, beyin karı
ncı
kları
nın büyümesine yol açan, bazen de kafatası
nın
büyümesine sebep olan hastalık.

hidrosfer
* Su yuvarı
.

hidrosiyanik
* Siyanojen ile hidrojenin birleş
mesinden oluş
an asit (HCN).

hidroskopi
* Yer altı
ndaki sularıarayı
p bulma iş
i.

hidrostatik
* Sı

ları
n dengesini ve kaplar üzerine yaptı
klarıbası
ncıinceleyen fizik dalı
.
* Sı

ları
n dengesiyle ilgili olan.

hidroterapi
* Bazıhastalı
klarısu ile tedavi etme, su tedavisi.

hidrozol
* Sı
vıdurumundaki koloitlere verilen ad.

hidrür
* Bir element veya birleş
ikle hidrojen birleş
imi.

higrofil
* Nemcil.

higrometre
* Nemölçer.

higrometrik
* Nem ile ilgili, neme iliş
kin.

higroskop
* Bir tür nemölçer.

higroskopik
* Nemçeker.

higrostat
* Nem denetimi.

higrotropizm
* Neme yönelim.

hijyen
* Sağlı
k bilgisi; sağlı
k koruma, hı
fzı
ssı
hha.

hijyenik
* Sağlı
k koruma ile ilgili, sağlı
k bilgisine uygun, sağ

ğa yararlı
.

hikâye
* Bir olayı
n sözlü veya yazı
lıolarak anlatı
lması.
* Gerçek veya tasarlanmı şolaylarıanlatan düz yazıtürü, öykü.
* Aslıolmayan söz, olay.

hikâye birleş
ik zamanı
* Yalın zamanlıbir fiilin geçmiş
te yapı
ldı
ğı
nıanlatan kip. Türkçede bu birleş
ik zaman idi > -di ekiyle
kurulur.

hikâye etmek
* ayrı
ntı
ları
yla anlatmak, söylemek.

hikâyeci
* Hikâye yazan, öykücü.

hikâyecilik
* Hikâye yazma veya anlatma sanatı
, öykücülük.

hikâyeleme
* Anlatma, tahkiye.

hikâyelemek
* Anlatmak.

hikâyeleş
tirme
* Hikâyeleş
tirmek iş
i.

hikâyeleş
tirmek
* Hikâye durumuna getirmek.

hikem
* Hikmetler.

hikemî
* Felsefe ile ilgili; felsefî söz veya düş
ünce.

hikmet
* Bilgelik.
* Felsefe.
* Sebep, gizli sebep.
* Tanrı 'nı
n insanlarca anlaş
ılamayan amacı
.
* Özlü söz, vecize.
* Fizik.

hikmetinden sual olunmaz


* sonucunun sebebi sorulmaz, araş


lmaz; Tanrı
'nı
n yaratı
cıgücü karş
ısı
nda sebep aranmaz.

hikmetli
* Bilgece.

hilâf
* Aykırı, karş
ıt, ters.
* Yalan.

hilâf olmasın
* yanı
lmı
yorsam.

hilâf yok
* yalan değ
il, yalan yok.

hilâfet
* Halifelik.

hilâfetçi
* Halifeliğ
in sürdürülmesinden yana olan kimse.

hilâfetçilik
* Hilâfetçi olma durumu.

hilâfı
hakikat
* Gerçek dı
şı
.

hilâfsı
z
* Yalansı
z, inanı
lmaz ama gerçek.

hilâl
* Ayça, yeni ay.
* Çocukları n okuma öğrenmeye baş
ladı
kları
nda satı
r ve sözleri ş
aşı
rmamak için söz üzerinde gezdirdikleri
ucu sivri, uzunca bir gösterme aracı
.

hilâl gibi
* ince ve düzgün (kaş
).

hilâlî
* Hilâl biçiminde.

hilâllemek
* Hilâl durumuna getirmek.

hil'at
* Padiş
ahları
n, gönül almak, ödüllendirmek için birine giydirdikleri değerli kumaşveya kürkten yapı
lmı
ş
kaftan.

hile
* Birini aldatmak, yanı
ltmak için yapı lan düzen, dolap, oyun, desise, entrika.
* Çıkar sağlamak için bir ş
eye değ ersiz bir ş
ey katma.

hile hurda bilmez


* kimseyi aldatmaz, doğru.

hile yapmak
* aldatmak.
* çıkar sağlamak amacı
yla bir ş
eyin saflı
ğı
nıbozmak, değersiz bir ş
ey karı
ştı
rmak.

hilebaz
* Hileci.

hileci
* Hile yapan, hile karı
ştı
ran, hilebaz, hilekâr.

hilecilik
* Hileci olma durumu, hilekârlı
k.

hileiş
eriye
* Çözümü güç bir hukukî sorunu hukuk kuralları
nızedelemeden halletme.

hilekâr
* Hileci.

hilekârlı
k
* Hilecilik, dolandı



k.

hileli
* Hilesi olan, içine hile karı
şmı
ş, hile ile yapı
lmı
ş.

hileli iflâs
* Alacaklı
larızarara sokmak amacı
yla hileli iş
lemler yaparak gerçekleş
tirilen iflâs yolu.

hilesi, hurdasıyok
* yalanı
, dolanı
yok.

hilesiz
* Hile yapmayan, düzen bilmeyen.
* Hilesi olmayan, içine hile karı
şmamı
ş.

hilkat
* Yaradı

ş, fı
trat.

hilkaten
* Yaradı

ştan.

hilozoizm
* Canlıözdekçilik.

hilye
* Hz. Muhammed'in ş
ekil ve ş
emaili yazı

levha.

himaye
* Koruma, gözetme, esirgeme, koruyuculuk.
* Kayı
rma, elinden tutma.

himaye etmek
* korumak, kayı
rmak, gözetmek.

himaye görmek
* (biri tarafı
ndan) korunmak, kayrı
lmak, gözetilmek.

himayeci
* Korumacı
.

himayecilik
* Korumacı

k.
himayesine almak
* koruyucusu olmak, korumak.

himayesiz
* Koruması
z.

himen
* Kı
zlı
k zarı
.

himmet
* Yardım, kayı
rma.
* Çalı
şma, emek, gayret.
* Lütuf.

himmet etmek
* yardı
m etmek, emek vermek.

himmetin var olsun


* teş
ekkür için söylenir.

hin
* Kurnaz, cin fikirli (kimse).
* Zaman, zamane.

hindi
* Tavukgillerden, XV. yüzyı
lda evcilleş
tirilerek Amerika'dan bütün dünyaya yayı
lan kümes hayvanları

n en
büyüğü (Meleagris gallopavo).
* Aptal, ş
aşkı n.

hindi gibi kabarmak


* gururlanmak, kurumlanmak, büyüklük taslamak.

hindiba
* Birleş
ikgillerden, yapraklarıhaş
lanarak salata gibi yenebilen birkaç yı
llı
k otsu bir bitki, güneğ
ik (Cichorium
endivia).

hindici
* Hindi yetiş
tiren ve satan kimse.

hindigiller
* AnavatanıAmerika olan tavuksu kuş
lar takı
mı.

Hindistan cevizi
* Palmiyegillerden, tropikal bölgelerde yetiş
en bir ağ
aç (Cocos nucifera).
* Bu ağacı
n portakaldan büyük, çok sert kabuklu yemiş i.

Hindolog
* Hindoloji bilgini.

Hindoloji
* Hint dilini ve kültürünü konu alan bilim.

Hindu
* Hindistan'ı
n resmî dili.
* Hindistan'ı
n Mecusî halkından olan kimse.

Hinduizm
* Tarihsel olarak daha sonra ortaya çı
kan, niteliğ
i bakı
mından Brahmanizmden daha katıolan bir din.

hinleş
me
* Hinleş
mek durumu.
hinleş
mek
* Hin olmak, kurnaz olmak.

hinlik
* Hin, kurnaz olma durumu, kurnazlı
k.

hinoğ
lu
* Kurnaz.

hinoğ
luhin
* Çok kurnaz, her devrin ş
artları
na uyabilen kimse.

Hint armudu
* Mersingillerden, sı
cak bölgelerde yetiş
en, meyvesi yenen, tahtası
sert bir ağaç (Psidium).

Hint bademi
* Kakao.

Hint baklası
* Hint yağı
ağacı
, kene otu.

Hint bezelyesi
* Baklagillerden, sı
cak ülkelerde yetiş
en, tohumlarıfasulyeye benzeyen bir bitki.

hint biberi
* Kı
rmı
zıbiber.

Hint çiçeği
* Hindistana özgü bir tür çiçek.

Hint darı

* Buğdaygillerden, doğu ülkelerinde ekilen, taneleri yenilen, darı
ya benzeyen bir bitki (Sorghum vulgare).

Hint domuzu
* Büyük Okyanus adaları
nda yaş

You might also like